SolPaylaşım  
Ana Sayfa  |  Yönetim Paneli  |  Üyeler  |  Giriş  |  Kayıt
 
OTURUYORSAN KALK; AYAKTAYSAN YÜRÜ; YÜRÜYORSAN KOŞ!
Yurt ve dünya sorunlarına soldan bakan dostlar HOŞGELDİNİZ .Foruma etkin katılım yapabilmeniz için KAYIT olmalısınız.
Yeni Başlık  Cevap Yaz
 Toplam 2 Sayfa:   Sayfa:   «ilk   <   1   [2] 
Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
spartakus
[ .... ]

Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 23.11.2013
İleti Sayısı: 624
Konum: İstanbul
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder


Cevap Yazan: spartakus
Cevap Tarihi: 26.09.2014- 02:03


“Devlet kapitalizmi teorisi” açısından durum:

1-Çoğu yazara göre SSCB'nde kapitalizm, işçi sınıfının toplumsal hakimiyeti elinde bulundurmadığı, ama var olduğu koşullarda mümkündür; yani işçi sınıfı var, siyasi iktidarda değil ve bu koşullarda SSCB'nde kapitalizm var olabilir. James, Mattick ve Di Leo bunu SSCB'ni kapitalist olarak tanımlamak için yeterli buluyorlar. Başka yazarlar SSCB'nin kapitalist olarak tanımlanması için yukarıdaki koşulu yeterli bulmazlar; örneği Worrall buna artı değer üretimini, Holberg de işgücünün sömürüsü için üretim araçlarının kullanılmasını koşul olarak öne sürerler.

2-Grandizo'a göre ücret giderleri en düşük seviyeye indirilirse ve artı değer yatırımlar için kullanılırsa SSCB'nde kapitalizmden bahsedilebilir.

3-T. Cliff'e göre sermayeler arasında rekabet esastır ve bu rekabet azami kar amacıyla yapılır; şayet bu varsa kapitalizmden bahsedilebilir.

4-Bordiga'ya göre (Bettelheim da aynı düşüncededir) kapitalizmden bahsedebilmek için kar elde etmeye çalışan tekil sermayelerin ayrışmış olması gerekir; kendi başlarına hareket ediyor olmaları ve birbirleriyle pazar mekanizması üzerinden meta değişimi yapmaları gerekir. Bordiga için bu koşul SSCB'de kapitalizmin varlığı için yeterlidir. Bettelheim buna ek olarak sermaye ile ücret arasında ayrımın olması gerektiğinden bahseder.

Burada “devlet kapitalizmi teorisi”nin belli başlı iki temsilcisinin ön plana çıktığını görmekteyiz: Cliff ve Bettelheim. Her ikisi de SSCB'nde kapitalizmden bahsedebilmek için burjuvazinin varlığını ve rekabetin gerekliliğini koşul yapıyorlar. Cliff'e göre bu rekabet dış ilişkilerde söz konusuyken (silah sanayi ve ürünlerinin ihracı), Bettelheim rekabeti ülke içinde sermayeler arasında görmektedir.

Her ikisinin ortak yanı, SSCB'nde kapitalizmi, kapitalizmin Marksist klasik tanımına göre yapmaya çalışmasıdır.

“Yozlaşmış işçi devleti teorisi” açısından durum:

Bu konuda Troçki'nin görüşlerini hatırlatalım:
SSCB'nde, 1924'ten itibaren giderek bürokratik bir rejim kurulmuştur. Bu rejimi kuran bürokrasi asalaktır. Ürünlerin dağıtımı aşamasındaki konumuna dayanarak kısa bir zaman için siyasi iktidarı ele geçirmiştir, ama onun bu iktidarı işçi devletinin karakterini değiştirmez.

Troçki, bürokratik iktidarın kısa ömürlü olacağını sürekli vurgulamıştır; bir biçimde Stalin gidecek onun yerini ben alacağım psikolojisi içinde hareket etmiştir.

SSCB'nde “bürokratik rejim”in kısa ömürlü olacağını Troçki neye dayandırıyordu? Bu noktadaki temel anlayışı şuydu: Ekim Devrimi henüz yenidir, işçi sınıfı tarafından unutulmamıştır, henüz zihinlerden silinmemiştir ve bürokrasinin hakimiyetini yıkacaktır.
Troçki'ye göre bu gerçekleşmezse; işçi sınıfı bürokrasinin hakimiyetine son vermezse, belli bir zaman sonra devrimci coşku, işçi sınıfının kendine güveni kalmayacaktır ve bu da bürokrasinin hakim sınıf olarak gelişmesine olanak sağlayacaktır.

Troçki, sosyalizmi inşa eden, proletarya diktatörlüğünü uygulayan Sovyet işçi sınıfından kendi diktatörlüğüne karşı ayaklanmasını bekliyordu. Sosyalizmi inşa eden işçi sınıfı birkaç sene içinde proletarya diktatörlüğünün somut ifadesi olan sosyalist devleti yıkacak veya “Stalin bürokrasisi”nin elinden alacaktı.

“Bürokratik kolektivizm” veya “yeni üretim biçimi teorisi” açısından durum:
1-Weil, Rizzi, Burnham, tamamen gelişmiş, emperyalist aşamasında olan kapitalizmin sosyalizme geçmeden önce yani bir aşamadan geçebileceğini, bürokratik kolektivizmden geçebileceğini savunmuşlardır. Rizzi Almanya, İtalya ve SSCB'ni aynı kaba koyarak değerlendirmiştir.

Bu gruptaki yazarların bürokratik sınıfın hakimiyetinin neye dayandığı konusunda farklı görüşlerde olduğunu görmekteyiz:

Bunların bir kısmı SSCB'nde bürokratik sınıfın hakimiyeti ekonomiden kaynaklanmaktadır derken (örneğin Weil, Burnham), bir kısımı da bu hakimiyetin politik güçü elde tutmaktan kaynaklandığı görüşündeydi (örneğin Dyilas und Stoyanovic).
SSCB'nin sınıfsal yapısıyla bağlam içinde bu yazarların görüşlerini farklı perspektiflere ayırarak da tasnif edebiliriz:

2-SSC'nde proletarya diktatörlüğünü Bolşevik, Stalinist gelişme diktatörlüğü olarak görenler:

Adler, Kofler, Rosdolsky, Kuron,Modzelevski, Mattick, Carlo, Melotti, Fantham, Machover, Schmiederer, Campeanu vb. Ekim Devriminin gerçekleştirildiği dönemdeki Rusya geri gelişmiş bir kapitalizmin hakim olduğu Rusya'ydı. Bu nedenden dolayı devrimden sonra öncelikle sanayileşmenin sağlanması, birikimin gerçekleştirilmesi için adımlar atılmıştır. Bu adımların atılması toplumsal zorlama, diktatörlük uygulanmaksızın mümkün değildi.
3-SSCB'nin sosyo-ekonomik yapısının Asya Tipi Üretim Tarzıyla benzer yanları vardır: Sternberg, Frölich, Simin, Konrad, Szelenyi bu görüşte olanlardı. SSCB'nde proletarya diktatörlüğü, onlara göre “Stalinizm” “doğu despotluğu”nun bir türü değildir, ama ona benzeyen yanları vardır.

4-Rusya/SSCB Batıdan tamamen farklı bir yapıya sahiptir:
Gorter, Pannekoek, Wagner, Wittfogel bu görüşte olanlardı. Bunlara göre devrim öncesi Rusya'sı ve SSCB geleneksel olarak Batı değerlerinden uzak, ondan politik, kültürel ve ekonomik olarak tamamen farklı olan bir yapıya sahiptir.

5-Sovyet toplumu bir “piç oluşum”dur.
Kautsky, Simin,Ticktin, Laurat ve Shachtman bu görüşte olanlardı. Bu yazarlara göre SSCB, gerçek olmayan, içeriği olmayan, hiçbir yere götürmeyen, insanlık tarihinin gelişme seyrinden bir sapmanın ifadesidir.

Proletarya diktatörlüğü, onlara göre Bolşevizm veya Stalinizm geçici bir oluşumdur:
Kautsky, Trotzki ve Pedrosa bu görüşü savunuyorlardı. Bunlara göre Bolşevik, Stalinist diktatörlük, bürokrasi dedikleri proletarya diktatörlüğü birkaç yıl içinde yıkılacak ve yerini süreklilik arz edecek bir düzene bırakacaktı.

6-SSCB bir geçiş toplumudur:
Bu görüşte olanların başında Rizzi, Simin ve Bahro geliyordu. Bunlara göre SSCB sınıflı toplum ile sınıfsız toplum arasında bir rejimdir, sınıfsız toplumdan sınıflı topluma geçişin birtakım özelliklerini taşmaktadır.

7-Stalinizm ve faşizm aynı karakterli toplumsal formasyondur:
Laurat, Weil, Rizzi, Burnham, Troçki, Rühle ve Pollock tarafından savunulmaktaydı. Bunların bir kısmı (Laurat, Weil, Rizzi, Burnham) yeni üretim biçimi üzerinden; Rühle ve Pollock da totaliterizm/devlet kapitalizmi üzerinden aynı sonuca varmışlardır. Troçki'nin “Stalinizm” ve faşizmin üst yapıda bazı benzerliklere sahip olduğu görüşündeydi. Troçki, “SSCB'nde planlı ekonomi”yi, “faşizm”i, “nasyonal sosyalizm”i ve ABD'de “New Deal”i kastederek “bütün bu rejimler şüphesiz ki, son kertede modern ekonominin kolektif eğilimlerini belirleyen ortak özelliklere sahiptirler” diyordu (27).

Troçki'nin bu anlayışa varmasında B. Rizzi'nin etkili olduğu açıktır. “Dünyanın Bürokratikleştirilmesi” kitabında B. Rizzi, kapitalizm ile sosyalizm arasında yeni bir tarihsel aşamanın; yeni bir üretim biçiminin oluştuğundan bahsediyor ve buna örnek olarak da Almanya, ABD ve SSCB'ni veriyordu. Bu üç ülke ve üç önder -Hitler, Stalin, Roosevelt- aynılaştırılarak yeni toplum formasyonunun öncüleri yapılıyordu. B. Rizzi bu üç ülkeyi aynılaştırırken, yukarıda gösterdiğimiz gibi Troçki de bu üç ülke arasında birtakım benzerlikler buluyordu. Daha sonraları “Menajerlerin Devrimi” kitabıyla Burnham ve “Yeni Sınıf” kitabıyla da Dyilas yaklaşık aynı sonuçlara varıyorlardı.

8-SSCB'nde devlet tamamen bağımsızlaşmıştır, kendi başına hareket etmektedir:

Hilferding, Pedrosa, Damus, Schmiederer bu görüşü savunmuşlardır, onlara göre SSCB'nde ekonomi, politikaya tabi kılınmıştır.
9-SSCB'nde elit tabakanın siyasi hakimiyeti “kafa-kol emeği”nin ayrışmasına dayanmaktadır:

Özellikle Weil ve Burnham -menajer sınıfı teorileri- bu görüşü savunuyorlardı ve Cycon, Eggert, Konrad vd. de farklı açılardan bu görüşe varıyorlardı. Bunlara göre elit tabakanın bilgi birikimi, onların siyasi iktidarının temelini oluşturmaktadır.


10-SSCB'de işçi sınıfı özgür değildir:
Rizzi, Burnham ve Guttmann'in yazılarında bu anlayışa yer verilir. Bu yazarlara göre SSCB'nde işçiler bir işletmeye (devlete) işgüçlerini satmak zorunda olduklarından ve ülkede çalışma yükümlülüğü geçerli olduğundan dolayı onların özgür olmalarından bahsedilemez.

SSCB'nde sosyalizmin inşasının belli bir aşamasından, Troçki'nin ”Stalin rejimi” uzun ömürlü değildir, kısa bir zaman sonra çökecektir öngörüsünün gerçekleşmeyeceği anlaşılmaya başlandıktan sonra Troçkist camia teorilerini kurtarma derdine düşmüştür. Örneğin “IV. Enternasyonal”, SSCB hala bir işçi devletidir teorisini kurtarmak için işçi devletinin kurumlaşması için zora dayalı proleter devrim mutlaka gereklidir anlayışından vazgeçmiştir ve böylece “halk demokrasisi” ülkelerini işçi devletleri olarak tanımlayabilmiştir. Bunun adı, nesnel gerçeklerden hareketle değil, öznel olarak teoriyi kurtarmaya maddi neden hazırlamaktır.

Buna karşın T. Cliff, “devlet kapitalizmi teorisi”ni kurtarmak için işçi devletinin kurumlaşması için zora dayalı proleter devrim mutlaka gereklidir anlayışına sarılmış ve işçi devletinin ortadan kalkması için zora dayalı bir karşı devrim mutlaka gereklidir anlayışından vazgeçmiştir. Böylece SSCB'nde karşı devrim olmaksızın işçi devletinin ortadan kaldırıldığını ve “devlet kapitalizmi”nin hakim kılındığını savunabilmiştir. Bunun adı, nesnel gerçeklerden hareketle değil, öznel olarak teoriyi kurtarmaya maddi neden hazırlamaktır.



Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
spartakus
[ .... ]

Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 23.11.2013
İleti Sayısı: 624
Konum: İstanbul
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder


Cevap Yazan: spartakus
Cevap Tarihi: 26.09.2014- 02:04


Sonuç:

Troçkistler SSCB, sosyalizmin inşası, SCKP(B), Stalin üzerine on yıllarca olmadığı söylediler, olmadık teoriler ürettiler, öyle ki SSCB'ndeki somut gelişmeleri, teorilerini çürüten gelişmeleri, kendi teorilerini kurtarmak için yorumlamaktan da geri kalmadılar. Peki sonuçta ne oldu? Doğrulanan bir anlayışlarının olduğundan bahsedebilir miyiz? Veya SSCB üzerine hangi görüşleri doğrulandı?

Hiçbir Troçkist ve yukarıda bahsettiğimizin başkalarının teorileri doğrulanmadı. Hepsi olmasa da başta Troçki olmak üzere bir kısım Troçkist, Sovyet toplumunu kapitalizmden daha gelişmiş bir toplum olarak gördü. Bu anlamda “siyasi devrim”le yıkmak istedikleri “Stalin bürokrasisi”nin önemli, doğru adımlar attığını kabul etti.

Troçkistler, SSCB'nde ekonomide ve toplumda geçerli olan hareket dinamiğini; ekonomiye yön veren sosyalizmin nesnel ekonomik yasalarının geçerliliğini göremediler. Sandılar ki, SBKP(B)'nin ekonomiyle ilgili kararları, birkaç bürokratın işidir. Troçkistler, temel kararların arka planında etkide bulunan sosyalizmin nesnel ekonomik yasaları olduğunu, Bolşeviklerin bu yasaların farkına vardıklarını, keşfettiklerini, bilince çıkardıklarını ve nihayetinde formüle ettiklerini göremediler. Bu nedenle Troçki bir taraftan SSCB'ne, sosyalizmin inşasına, SBKP(B)'ye ve Stalin'e emperyalist burjuvazinin ağzıyla ve kavramlarıyla saldırırken, üst yapıyı “politik devrim”le yıkmak isterken, altyapıyı koruma derdine düşerek çelişkili görüşleri savunmakta geri kalmadı.

Troçki gerçekleri görmeden öldü. Ama Troçkistler gerçekleri görme yerine onun teorisini kurtarmak için gerçekleri çarpıtarak birbirlerine düştüler. Örneğin SBKP(B)'in XX. Kongresi'ni Troçki'nin görüşlerini doğrulayan kongre olarak gördüler, adeta alkışladılar. Oysa bu kongre, Troçkistlerin kavramıyla ifade edecek olursak “yozlaşmış işçi devleti”ni yıkan bir kongre olmuştur.

SSCB sosyalizmi inşa ederken Troçki başta olmak üzere ve onun ölümünden sonra da “yozlaşmış işçi devleti teorisi” yanlısı Troçkistler, “siyasi devrim”le SSCB'nde sosyalizmi kurmak isterlerken başka Troçkistler, örneğin Cliff sosyal devrimle “devlet kapitalizmi”ni yıkmayı ve sosyalizmi kurmayı amaçladılar.

Troçkistlerin SSCB üzerine teori oluşturma yöntemleri ve oluşturdukları teoriler, burjuva teori oluşturma yöntemlerinden ve burjuva aydınların, “Batı-Marksizmi” yanlılarının, Post-Marksistlerin oluşturdukları teorilerden farklı değildir. Hepsinin ortak yanı, SSCB'nde proletarya diktatörlüğünün, inşa edilenin sosyalizm olduğunun reddedilmesidir. Hepsinin ortak yanı, sosyalist demokrasinin burjuva demokrasisi kıstaslarına göre değerlendirmesidir.

SSCB üzerine Troçki ve Troçkisterin ürettikleri her üç teori de (“yozlaşmış işçi devleti teorisi”, “devlet kapitalizmi teorisi” ve “bürokratik kolektivizm” veya “yeni üretim biçimi teorisi”) 1917-1956 dönemi SSCB gerçeği tarafından çürütülmüştür.



Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
spartakus
[ .... ]

Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 23.11.2013
İleti Sayısı: 624
Konum: İstanbul
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder


Cevap Yazan: spartakus
Cevap Tarihi: 28.09.2014- 13:58


Makale 18

Şimdi bir de SSCB'nde karşı devrim sürecinde yukarıda tanımlanan Troçki'nin ve Troçkistlerin teorilerinin yerine bakalım:

Makale 18'deki anlatımlar “SSCB'nde Sosyalizmin Zaferi ve Kapitalizmin Yeniden İnşası Sorunları” (İbrahim Okçuoğlu, Akademi Yayın, Temmuz 1911) kitabının II.-VII. bölümlerinden derlenmiştir. Yukarıda SSCB üzerine tanımlanan Troçkist teorilerle bir karşılaştırma yapılsın diye buraya aktarılmıştır.

SSCB’NDE SOSYALİZMİN YIKILMASI VE  

KAPİTALİZMİN YENİDEN İNŞASI  


“Bürokratın en tehlikeli tipi, komünist bürokrattır” (Stalin)

Sömürücü Sınıfların Kalıntılarına Karşı Mücadele


Üretim araçları üzerinde sosyalist mülkiyetin gerçekleşmesi, sömürücü sınıfların, sınıf olarak yok olmaları ve geriye kalan “sosyal tabakalar” arasındaki siyasi ve ekonomik zıtlıkların da giderek kaybolması, Sovyet toplumunu komünizme götürecek olan yolun açılmış olduğunu gösteriyordu; bu cephede durum böyleydi.  

SB'de sınıf mücadelesinin bu cephesinde yapılması gerekenin yapıldığına inanıyoruz. Kapitalizmin yeniden inşasının gündeme geldiği dönemi ve yeniden inşayı gerçekleştiren güçleri göz önüne getirdiğimizde, bu güçlerin bu çevrelerden; genel olarak eski sömürücü sınıfların artıklarından oluşmamaları gerçeği, SB'de sınıf mücadelesinin bu cephesinde verilen mücadelenin ne denli doğru olduğunu açıkça gösterir.

Karşı devrime karşı mücadelenin bir yönü daha vardır: Cebinde parti üyelik defteriyle dolaşanlar; bunlar, hem yıkılmış yerli sömürücü sınıfların kalıntılarıyla hem de emperyalistlerle işbirliği içinde hareket ederek SB'de proletarya diktatörlüğünü yıkmak için hayatın her alanında karşı devrimci faaliyet sürdürmüşlerdir. Partinin genel çizgisini saptırmaktan, sabotajlara, komünistleri katletmeye, emperyalistler adına ajanlık yapmaya varana kadar her türlü karşı devrimci faaliyet içinde olmuşlardır. Bunların içinde Troçkistler de vardı.

Sovyet iktidarı, Ekim Devriminden 1925'e kadar olan dönemde sayısız karşı devrimci ayaklanmaları bastırmış, sabotajları açığa çıkarmış ve sorumlularını mahkum etmiştir. Örneğin, sağ ve “sol” sosyal devrimcilerin karşı devrimci faaliyetleri; cumhuriyetlerde gerici, şoven ayaklanmalara karşı mücadele (Azerbaycan, Türkistan, Tacikistan), anarşist grupların bastırılması vs.

Sovyet iktidarının bu alanda verdiği sınıf mücadelesi, eski hakim sınıfların kalıntıları ve emperyalist güçler adına proletarya diktatörlüğünü yıkmayı hedeflemiş olan karşı devrimcileri tam anlamıyla darmadağın etmiştir/ezmiştir.

SB'de kapitalizmin yeniden inşa sürecini göz önüne getirirsek, geriye dönüşün dinamikleri arasında bu türden karşı devrimcilerin olmaması, bu unsurlara karşı verilen mücadelenin ne denli sonuç alıcı ve doğru olduğunu gösterir.  
Buna göre; SB'de kapitalist yeniden inşayı gerçekleştiren güçler arasında eski sınıfların, kapitalist unsurların ve hainlerin kalıntılarının olmadığını veya da hiç belirleyici olmadıklarını görüyoruz. O halde, geriye dönüşün toplumsal dinamiğini nasıl tanımlayabiliriz? Bunu tanımlamak için, bürokratizm/küçük burjuva olgusunu ve bürokratizme/küçük burjuvaziye karşı mücadeleyi ele almamız gerekir.  

Küçük Burjuvazi


Lenin bunu 1921 yılında yazıyor. Rusya'da devrim gerçekleşmiş ve küçük burjuva kesimlerin büyük kitlesi bu devrime katılmıştı. Devrimden sonra ise bu tabakalar, proletarya diktatörlüğünü iki tehlikeyle karşı karşıya getirmişlerdir:

Birinci tehlike: Devrimden sonra umduğunu bulamayan bu tabakaların bir kısmı, doğrudan karşı devrimci faaliyete yönelmişti. Buna, Sosyal-devrimciler tipik örnektir.  

İkinci tehlike: Başlangıçta küçük burjuvazi bütün olarak, sonra da devrim saflarında kaldığı kadarıyla kendi dünya görüşünü SB'de sosyalizmin inşa sürecine taşımaya başlamıştır. Diğer bir ifadeyle; SB'de proletarya, sadece bahsettiğimiz düşmanlara karşı mücadele ile değil, aynı zamanda parti, ordu, devlet, sendikalar içinde var olan küçük burjuvazinin dünya görüşüne; sınıf bilincine, düşünce tarzına karşı da mücadele etmek zorunda kalmıştır. Bu mücadele, küçük burjuva dünya görüşüne ve bürokratizme karşı mücadeledir.

Burjuvalaşmış bürokrat:


Bu konuda Stalin'in düşüncelerine başvuralım:

“Aydınlar, asla sınıf olmamışlardır ve olamazlar da; toplumun bütün sınıflarından gelme bir ara tabakadır ve öyle kalır. Eski zamanda aydınlar, soylulardan, burjuvaziden, kısmen köylülükten ve sadece az bir ölçüde de işçi sınıfından kaynaklanıyordu. Bizim dönemde, Sovyet döneminde aydınlar, esas itibariyle işçilerin ve köylülerin saflarından geliyorlar. Ama aydınlar, nereden kaynaklanırlarsa kaynaklansınlar ve hangi karakteri taşırlarsa taşısınlar, bir ara tabakadır ve sınıf değildir”(1)  

Bu ara tabaka, sınıf olmayan tabaka ileride SB'de kapitalist yeniden inşanın toplumsal dinamiklerinden biri olarak, sınıf olarak karşımıza çıkacaktır.  

Bu tabaka nasıl gelişti ve iktidarı gasp edebilecek bir revizyonist güç olabildi?

Sovyet tarihine, Lenin ve Stalin'in uyarılarına baktığımızda şunu görürüz: Genç Sovyet iktidarı, burjuva aydınlardan uzmanlardan yararlanmıştır. Evet, uzman güç olarak onlara ihtiyaç duyulmuştur. Proletarya diktatörlüğü, onları sosyalizmin inşasına çekmek için birtakım tavizler vermiş, imtiyazlı konuma getirmiştir (2).  

Bunların dışında, Stalin'in bahsettiği komünist bürokratlar gündeme gelmiştir. Ücret limitinin kaldırılmasıyla komünist idareciler de birtakım imtiyazlar elde etmişlerdir. Bunlarda da, burjuva aydınlarda/bürokratlarda görülen yaşam ve dünyaya bakış tarzı gelişmeye başlamıştır.

Elde edilen imtiyazlar ve bunun sonucu sağlanan refah, cepte parti üyeliği defteri, üretimden sürekli kopuk olmak ve bu bağlamda sınıf bilincinin zayıflaması; kitlelerden kopmak, bunun ötesinde, kendini kitlelerin üzerinde görmek, onlara yukarıdan bakan tavır ve anlayışlar içinde olmak vs. vs. Bütün bu özellikler, bürokrat/küçük burjuva kesimde ortaya çıkan birliğin maddi temellerini oluşturmuştur. Mevcut imtiyazları, sağlanmış çıkarları korumak bütün küçük burjuvazinin, bürokratların ortak amacı olmuştur.  

Demek ki aydınlardan başka pekala yönetici konumlara gelen işçi ve teknik elemanlarda da burjuvalaşma-bürokratlaşma eğilimi doğuyor.  

Kapitalist yeniden inşanın bir dinamiğini de bu kesim oluşturmaktaydı.  

Aynı zamanda işçi sınıfı saflarından da ücret ve vasıf farkları gibi nedenlerin sağladığı olanaklarla ayrıcalıklı bir tabaka da revizyonizmin toplumsal dinamiklerine katılmıştır.

Garip gelmesin; onlar, imtiyaz ve çıkarlarını korumak ve geliştirmek için örgütlenmemişlerdir bile! Bu, hem tehlikeliydi hem de gereksizdi; parti, devlet, ordu, sendika, gençlik kurumları bu bürokratları zaten örgütlüyordu. Onlar buralarda artık ortak konum, çıkar ve imtiyazlar temelinde faaldiler. Hangi kurum olursa olsun, bürokrasinin kendisi, bu unsurları örgütlüyordu.  




Sosyalist inşa ne kadar ilerlemiş olursa olsun sosyalizm, komünizme geçişte bir geçiş toplumudur. Bu nedenle bu toplumda işçi sınıfı da kendine yabancı anlayış ve düşüncelerden kaçınılmaz olarak etkilenme ortamı ile karşılaşabilir ve bürokratlar/küçük burjuva aydınlar, bu etkilemede belirleyici rol oynarlar; partide, devlet kurumlarında, sendikalarda, kültürel alanlarda vs. zehir saçmaya başlarlar, proleter dünya görüşünü yozlaştırırlar. Sosyalist inşanın maddi ve manevi kaynaklarını yıpratırlar, kuruturlar, kendi dünya görüşlerini, dünyaya bakış tarzlarını hakim kılmaya çalışırlar ve bunların hepsini tabii ki sosyalist toplumun şekillenmesi, ileriye doğru gelişmesi adı altında yaparlar.  

Toplumsal örgütlenmenin bütün alanlarını örgüt olarak kullanan bürokrasi/küçük burjuvazi, zamanla mevcut olanla, elde etmiş olduğuyla yetinmemeye başlar; daha çoğunu, daha rahat hareket etmeyi ve düşüncelerini dile getirmeyi ister. Bu kaçınılmazdır. Sosyalist toplumun her bir gelişme sürecinde gündeme gelen yaşam normlarından kopuk olmak; kendine özgü bir yaşam tarzı sürdürmek, bu tabakaların temel istemleri olur. Bu da küçük burjuva yaşam tarzına tekabül eden bir yaşam tarzı talep etmekten başka bir anlama gelmez. Giderek kök salan bu yaşam tarzı, kaçınılmaz olarak bu yaşama tekabül eden düşünce tarzını da beraberinde getirir, geliştirir. Bu, küçük burjuvazinin ara tabaka olma özelliğine tekabül eden bir geçiş sürecidir. Küçük burjuvazi, burjuva olmak için çaba harcar, burjuva olmanın özlemini çeker ve öyle olmak için de her fırsatı değerlendirir. Sovyet bürokrasisindeki küçük burjuva da, burjuva olmanın özlemini çekmiştir. Burjuva olmak için mücadele etmiştir. Bu mücadele, kapitalist sınıfı oluşturmaktan, kapitalizmi yeniden inşa etmekten başka bir anlam taşımıyordu.  

Sovyet bürokratı, burjuva bürokratın bütün özelliklerini taşıyor ve onun eylem anlayışıyla hareket ediyordu. Burjuvalaşan Sovyet bürokratı, daha yüksek mevkilere gelmek için çalışmış ve sonuçta da bu mevkileri, sosyalist inşayı yıkmak ve kapitalizmi yeniden inşa etmek için kullanmıştır.



Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
spartakus
[ .... ]

Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 23.11.2013
İleti Sayısı: 624
Konum: İstanbul
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder


Cevap Yazan: spartakus
Cevap Tarihi: 28.09.2014- 14:07


Bürokratizme Karşı Mücadele  

Lenin Ocak 1924'te öldü. Ekim Devriminden ölümüne kadar olan dönemde, birçok yazısında bürokratizm tehlikesinden, ona karşı mücadeleden bahsetti. Birçok uyarılarda bulundu. Proletarya diktatörlüğü koşullarında işçi sınıfının siyasal yaşama katılımı ve sert işçi denetimini öngörmesi, “ilkel demokratizm” ile nitelendirildi. Bürokratizm tehlikesi o kadar büyük boyutlara varmıştı ki, parti 1921'de kendini “bürokratlaşmış, dürüst olmayan, tutarlı olmayan, sahtekâr unsurlar”dan temizlemekle karşı karşıya kaldı ve 170 bin unsur, yani parti üyelerinin dörtte biri partiden atıldı.  

Stalin döneminde ise bürokratizme karşı mücadele şiddetlenerek devam etti. İki türden bürokrasiye karşı mücadele veriliyordu. Birinci türden bürokrasi, çarlık döneminden gelme unsurlardan (aydınlardan, uzmanlardan, idarecilerden vs.) oluşuyordu.. Bu unsurlar, çarlık döneminde küçük burjuvazinin önder tabakasını oluşturuyorlardı ve kapitalist sınıfla bütünleşmişlerdi. Ekim Devriminden sonra ise bu tabaka, şu veya bu şekilde yeni düzenle uyum içinde olduğunu gösteriyordu. Ama bütün küçük burjuva alışkanlığını, tavrını ve dünyaya bakışını da Sovyet bürokrasisine, kurumlarına taşıyordu.  

Bu küçük burjuva unsurlara, Sovyet kurumlarındaki bu köstebeklere, Menşeviklerin, sosyal devrimcilerin ve başka siyasi şekillenmelerin aktif kesimlerini de katmak gerekir. Ekim Devriminden sonra bunların birçoğu, hem parti üyesi olmuş hem de bürokraside yer almıştı. Siyasi ve ideolojik yapıları gereği bunlar da kapitalizmle bağ içindeydiler ve dolayısıyla anti-sosyalist küçük burjuva anlayışlarını Sovyet kurumlarında, bürokrasisinde yayabiliyorlardı.  

SB'de sertleşen sınıf mücadelesi, bu birinci türden bürokratların birçok sabotajını açığa çıkartmış, birçok temizleme hareketini gündeme getirmiştir. Kısaca, Sovyet iktidarı, bu unsurlardan gelebilecek her türlü restorasyon tehlikesini ezmiş, yok etmiştir.  

Bürokratların ikinci türünü Stalin'in, tanımladığı “komünist bürokrat” türü oluşturur. Komünist bürokrat, parti üyesidir. Belki de çok eski, çok değerli, büyük sınavlardan geçmiş bir parti üyesidir. Üretimden, kitlelerden kopukluk, parti ve devlet örgütlerinde sahip olduğu iktidar gücü, onda yozlaşmanın tohumlarını oluşturmuştur. Böyle bir bürokrat, Sovyet idarecisi, yozlaşma sürecindedir. Bu yozlaşma, küçük burjuva bir fenomendir. Yaşam tarzı, dünyaya bakışı, çalışma yöntemi vs. değişmeye başlar. Birinci türden bürokratların yanı sıra, ikinci türden bürokratlar da böyle gelişir.  

SB'de birinci türden bürokrasi yok edilirken, ikinci türden bürokrasi sosyalist yönetim biçimi adı altında gelişme olanağı bulmuştur.

Bu gelişmeyi Stalin şöyle anlatır:

“İlerlememizin en kötü düşmanlarından birisi, bürokratizmdir. O, bütün örgütlerimizde, hem parti örgütlerinde hem de komünist gençlik birliği örgütlerinde hem sendikalarda hem de ekonomi örgütlerinde yaşıyor. Bürokratlardan bahsedildiğinde genel olarak… eski partisiz memurlar gösterilir…Yoldaşlar, bu tam doğru değildir. Şayet, sadece eski bürokratlar söz konusu olsaydı, bürokratizme karşı mücadele dünyanın en kolay meselesi olurdu. Kötü olan, söz konusu olanın, eski bürokratların olmadığıdır. Söz konusu olan, yeni bürokratlardır. Yoldaşlar, söz konusu olan Sovyet iktidarına sempati duyan bürokratlardır. Söz konusu olan, nihayet komünistlerin saflarından gelme bürokratlardır. Komünist bürokrat, bürokratın en tehlikeli tipidir. Niçin? Çünkü o, bürokratizmi parti üyeliği ile maskeliyor”   (3)  

1930'un sonuna gelindiğinde eski dönemden kalma bürokratların tehlikeli olma durumu ortadan kaldırılıyordu. Ama bu tehlikenin yerini yeni bürokratlar alıyorlardı. Yukarıya Stalin'den aktardığımız anlayış, bu gelişmeyi çok açık bir şekilde gösteriyor. Eski düzenden kalma bürokratların giderek tehlike olmaktan çıkmaları, onların yerini “komünist bürokrat”ların alması. Böylelikle Stalin, sosyalist düzeni yıkmada, kapitalizmi restore etmede dış güçlerin yanı sıra iç tehlikenin, Sovyetler Birliği somutunda yeni ve önemli boyutunu açıklıyordu; yeni tipte bürokrat.  

Şu soru akla gelebilir. Mademki bürokrasi tehlike demektir, o halde neden geliştiriliyor, yaygınlaştırılıyor? Her şeyden önce ülke büyük, dolayısıyla da idare mekanizması büyük. Bunun yanı sıra, ülke içindeki siyasi gelişme; parti içi tartışmalar bürokrasinin, özellikle de yeni bürokrasinin gelişmesini sağlayan neden oldu. Hangi platformdan olursa olsun muhalefetin (Troçkistler, Buharinciler, Zinovyevciler vs.), doğru olan parti çizgisine saldırması, parti-devlet ve ekonomi kurumlarını ele geçirmeye ve yıkmaya çalışması, bütün bu süreçlerde merkeziyetçiliğin ağır basması, bürokratizmin gelişmesi için uygun zeminin doğuşuna katkıda bulundu. Sonuç itibariyle bu süreç, parti-devlet ve ekonomi kurumlarında bürokrasinin güçlenmesini kolaylaştırdı. Böylelikle güçlenen bürokrasi, parti, devlet, ordu, ekonomi, gençlik vs. örgütlerini ayrık otu gibi sardı.



Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
spartakus
[ .... ]

Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 23.11.2013
İleti Sayısı: 624
Konum: İstanbul
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder


Cevap Yazan: spartakus
Cevap Tarihi: 28.09.2014- 14:11


Bürokratizme Karşı Mücadelenin Yolları  

Bürokratizme karşı mücadele, salt talimatlarla, yukarıdan düzenlemelerle, salt güvenlik güçlerinin eylemleriyle yürütülmemiştir. Bu mücadelede kitle hareketi, siyasi-ideolojik seviyenin yükseltilmesi, sınıfsal uyanıklığın sürekli kılınması, keskinleştirilmesi esas alınmıştır.

Moskova mahkemelerinde, karşı devrimci grupların yıkıcı faaliyetlerinin açığa çıkartılmasında ve bu unsurların cezalandırılmasında güvenlik güçlerinin haklı temelde oynadığı rolden dolayı, bürokratizme karşı mücadelede Stalin'in salt güvenlik güçlerine dayandığını, ideolojik-siyasi mücadeleye önem vermediğini, kitle inisiyatifini kırdığını söyleyebilir miyiz? Söyleyemeyiz. Sosyalist SB tarihinde, somut olarak da Stalin döneminde '30'lu yılların ilk yarısına kadar kitlelerin inisiyatifi hiçbir zaman kırılmamıştır, ideolojik, siyasi mücadele, II. Dünya Savaşı dönemi hariç, hiçbir zaman geri plana itilmemiştir, ama gevşemiştir.  

Burada şu soru akla gelebilir. 'İyi hoş da 1956'da siyasi iktidarı gasp edecek kadar güçlenmiş olan bürokratlar nereden çıktılar?’ Şüphesiz ki onlar, SB'de sosyalizmi yıkmak için başka bir gezegenden veya da kapitalist ülkelerden özel olarak gönderilmemişlerdir. Bu unsurlar, Sovyet toplumu içinde doğup geliştiler.

Sosyalist toplumda, sosyalizmi yıkacak güçlerin doğması ve gelişmesi! Bu, bazı hataların işlendiğine bir işaret değil midir? Evet öyle. Stalin döneminde komünist bürokratların gelişmesine zemin hazırlayan hatalar işlenmiştir. Ama aynı zamanda II. Dünya Savaşı gibi nesnel bir dayatma, var olmak ve yok olmak mücadelesinin kaçınılmaz olması, Sovyet toplumunda geriye dönüşün güçlerinin gelişmesi için uygun bir ortam oluşturmuştur.  

...

“Komünist Bürokrat”lara Karşı Mücadele  

Parti, mücadeleyi bürokratik araçları kullanarak sürdürmüştü. Bürokratik yapılarda ise bürokratlar yuvalanmışlardı. Dolayısıyla işletme yöneticilerine karşı mücadelede bürokratlar tarafsız kalamazlardı.

Bolşevik Parti, işletme yöneticilerine karşı üretimin devletsel yönetiminin zorunluluğunu ön plana çıkartarak sosyalizmi savunuyordu. Ama bu yönetim sistemi ‘30’lu yıllardan kalmaydı. Stalin önderliğinde Bolşevik Parti, işçi sınıfını aktifleştirerek, mücadeleye çekerek üretimin devletsel yönetiminin zorunluluğunu, yani ‘30’lu yıllardan kalma yönetim sistemini devrimci tarzda yenilemiş olsalardı, yapılması gereken en doğruyu yapmış olurlardı. Ama bu yapılmadı. Bunun yerine, geriye dönüşe karşı mücadelede yetersiz mekanizmalarla, kendi içinde geriye dönüşün unsurlarını barındıran mekanizmalarla karşı devrimin bir kanadına; işletme yöneticilerine karşı mücadele ettiler. O anda zafer kazanıldı, ama sorunun kendisi çözümlenmemişti.

Bürokratlar ise üretimin devletsel yönetiminden yanaydılar. Çünkü bunda onların çıkarları vardı. Evet bürokrasinin varlık nedeni buydu. Dolayısıyla SB'de -daha doğrusu sosyalizmi inşa eden bütün ülkelerde de- üretimin devletsel yönetiminde proletarya diktatörlüğünün ve de bürokratların çıkarı vardı.

Sorunun teorik yönünü biraz açalım. Marks ve Engels daha 1848’de Manifesto’da şöyle diyorlardı:

“Proletarya, siyasi hakimiyetini tüm sermayeyi burjuvazinin elinden adım adım söküp almak, tüm araçlarını devletin, yani hakim sınıf olarak örgütlenmiş proletaryanın elinde toplamak ve üretici güçlerin toplamını elden geldiğince hızla arttırmak için kullanacaktır.

Elbette, başlangıçta mülkiyet haklarını ve burjuva üretim koşullarını zorla çiğnemeksizin; dolayısıyla da ekonomik bakımdan yetersiz ve savunulamaz gibi görünen, ama hareketin süreci içinde kendilerini aşan, eski toplum düzenini daha da fazla çiğnemeyi gerektiren ve üretim biçimini tümüyle devrimcileştirmek açısından kaçınılmaz olan bazı önlemler alınmaksızın bunu gerçekleştirmek olanaksızdır” (4).  

Burada söylenen şu:

1-Devletleştirmek kaçınılmazdır.

2-Üretimin devletsel yönetimi kaçınılmazdır.

Ancak bu adımlar atıldığında meta ekonomisi ilişkilerine ölümcül bir darbe vurulmuş olur. Ancak bu adımlar atıldığında üretimin toplumsal yönetiminin koşulları doğar.

Marks ve Engels, bu tedbirlerin yetersiz ve savunulamaz olduğunu da belirtiyorlar. Yani proletarya, sosyalist inşaya önce, yetersiz ve savunulamaz tedbirleri almakla başlıyor. Başlangıç böyle. Marks ve Engels, başlangıçtaki bu yetersiz ve savunulamaz tedbirlerle yetinilemeyeceğini, onların süreç içinde aynı kalamayacaklarını belirtiyorlar.  

Süreç içinde aynı kalamamak, iki türden gelişmeyi ifade eder. Bu tedbirlerin yerini süreç içinde ya üretimin toplumsal yönetimi, yani komünizme doğru gelişme ve komünizm alacaktır ya da aynı kalınmakla çürüme başlayacak ve geriye dönüşün önü açılacaktır.  

Görüyoruz ki bu tedbirler, bir durumda komünizme götürürken, bir başka durumda da kapitalizme götürüyor.  

Bu, geçiş toplumu olan sosyalizmin “kaderi”dir.

SB’nin durumuna bu açıdan bakalım:

Rusya, sosyalizmin maddi ön koşullarının az ve yetersiz geliştiği bir ülkeydi. Dolayısıyla Bolşevikler, geri bir ülkede sosyalizmi kurmakla karşı karşıya kaldılar. Bunun ötesinde de tek ülkede sosyalizmi kuruyorlardı. Yani Marks ve Engels’in belirttikleri o “yetersiz ve savunulamaz tedbirlerin” süreç içinde kendilerini aşma koşulları, genç SB'de az gelişmişti. Bu durumda üretimin devletsel yönetimi anlayışı; o merkezi sistem, iç ve dış tehlikelerden dolayı da kapsamlaştırıldı ve devrimci tarzda aşılması güçleşti. Hele hele ‘50’li yıllara gelindiğinde, karşı devrimci güç olarak şekillenen işletme yöneticilerinin çıkışları/talepleri göz önüne getirildiğinde, durumun vahameti daha da açığa çıkıyor.

Çarlık döneminden kalma sınıflara karşı mücadele bazında “kim kimi” sorunu, ‘30’lu yıllarda sosyalizm lehine çözümlenmişti. Ama sosyalist inşa sürecinde doğan yeni karşı devrimci güçlere karşı mücadele bazında “kim kimi” sorununun önemi anlaşılmamıştı. Öyle ki ‘50’li yıllarda, işletme yöneticilerinin taleplerini yükselttikleri dönemde üretimin devletsel yönetimi “reforme” edilseydi, sonucun nasıl olacağı pek kestirilemezdi. Her halükarda Stalin önderliğinde Bolşevik Parti, mevcut merkezi sistemi savunarak, işletme yöneticilerine karşı mücadele etmiş, sosyalizmi bu tarzda bir mücadele ile savunmuştur. Ama bu, parti önderliğinde işçi sınıfını ve geniş emekçi yığınları harekete geçirerek mevcut devletsel yapıları devrimci tarzda yıkıp-yenileme mücadelesi değildi. Bu durumda Stalin ve Bolşevikler, Marks ve Engels’in bahsettikleri o “yetersiz ve savunulamaz tedbirleri” savunarak sosyalizmi savunmuş oluyorlardı.

Stalin ve Bolşevik Parti bu savunuyu; üretimin devletsel yönetimini, şüphesiz ki proletaryanın sınıfsal çıkarları açısından yapıyorlardı. Bu anlayışta oldukları tartışmasızdır. Ama üretimin devletsel yönetimini, mevcut merkezi yönetim sistemini, yani bürokratik yapıları savunan başkaları da vardı. Demek oluyor ki devlet mekanizması içinde komünistlerin dışında başka güçler de üretimin devletsel yönetimini savunuyorlardı. Bunlar da kendi çıkarları gerekli kıldığı için üretimin devletsel yönetimini savunuyorlardı. Kimdi bunlar? Bürokratlar!

Burada açıklanması gereken konu şu: Nasıl oluyor da veya hangi nedenlerden dolayı bürokraside yer alan görevlilerin bir kısmı imtiyaz ve özel çıkarlar peşinde koşabiliyorlardı?  

Bu türden gelişmelerin olabileceğini sosyalizmin geçiş toplumu olması özelliğinde ve devletin yapısında aramak gerekir. Lenin ve Stalin’in bürokratizme karşı uyarılarını ve mücadelelerini göz önünde tutalım. Onlar, bu vesile ile bürokratizmin zorunluluğunu ve tehlikeli olacağını da açıklıyorlardı. Proletarya, siyasi iktidarı ele geçiriyor ve kendi diktatörlüğünü, dolayısıyla da kendi devletini kuruyor. Proletarya, devlete kendi çıkarlarını geçerli kılmak için ihtiyaç duyuyor. Ama devlet, ne kadar proleter olursa olsun, geçiş döneminin devleti olduğu için, kaçınılmaz olarak, toplumsal çıkarların savunulmasının yanı sıra özel çıkarların da uçlanabileceği bir mekanizma olmaktadır. Tabii bu açıkça yapılmaz. Sovyet örneğine baktığımızda devlet görevlerinin ezici çoğunluğunun önceleri toplumsal çıkarları savunduklarını görürüz. Ama süreç içinde bu durum birçok devlet görevlisi açısından değişmeye başlamıştır. Kendini gizlemesini bilen eski bürokrasiden kalma unsurların yanı sıra, elde edilen imtiyazlar, karar verme yetkisinin beraberinde getirdiği konumun kullanılması, sonuç itibariyle devlet görevlilerinin çoğunun düşünme ve hareket etme tarzını etkilemiş ve giderek de şekillendirmişti. Bunların bir çoğu, özel çıkarlarını ve imtiyazlarını korumaya başlamıştı. Toplumsal var oluş, bilinci belirler. Bu, her toplum biçiminde, dolayısıyla sosyalizmde de geçerlidir. Bilerek veya bilmeyerek, hangi nedenden dolayı olursa olsun, bir kısım devlet görevlisi, “proletaryanın çıkarlarını”, “sosyalist toplumun çıkarlarını” korumak adı altında kendi özel çıkarlarını ve imtiyazlarını korur olmuşlardı.

Böyle doğan ve şekillenen devlet görevlileri, tabii ki imtiyazlı konumlarını kaybetmek istemeyeceklerdi. Ve dolayısıyla, üretimin toplumsal yönetiminde, o merkezi yönetme sisteminde işçi sınıfına ve onun aktif müdahale eğilimine karşı mücadele edecekti. Öyle de oldu.

İşletme yöneticileri, yönetimin ve üretimin yönlendirilmesinin önerdikleri gibi yürütülmesini talep ederlerken, o devasa bürokrasinin de dağıtılmasını talep etmiş oluyorlardı. Tabii ki buna bürokrasi ve Bolşevik Parti karşıydı. İşletme yöneticilerine; o özyönetimcilere karşı mücadeleyi, işçi sınıfını harekete geçirerek, proletaryaya görev ve sorumluluk vererek değil de doğrudan ve esasen devlet mekanizmasıyla sürdürünce bürokrasiye “gün doğmuş” oldu. O “komünist bürokrat”lar, hem kendilerini daha da gizleme olanağına kavuşmuş ve hem de çıkar çatışması içinde oldukları işletme temsilcilerine darbe vurmuş oluyorlardı. Ama bundan, Stalin’in bilinçli olarak bürokratları kendi yanına çekerek işletme yöneticilerine karşı mücadele ettiği sonucu çıkartılmamalıdır. Böyle bir sonuç çıkartanlar, eleştirel iyi niyet yaklaşımının ötesine geçmiş olurlar. Stalin önderliğinde Bolşevik Parti, açık ki iki cepheye karşı mücadele veriyordu: reform talep eden işletme yöneticilerine karşı mücadele ve aynı zamanda devlet mekanizmasındaki ve başka birçok üst yapı kurumlarındaki (sendikalar, ordu, vs.) bürokratlara karşı mücadele.

Stalin, o tartışmalarda bürokratların “her şeye muktedir” anlayışlarını da, onlardaki volontarizmi de eleştiriyordu (5).  

Karışık ve çıkarların çatıştığı, birbirini kestiği bir durum söz konusuydu:  

İşletme yöneticileri, üretimin toplumsal yönetimi, toplumsal çıkarlara göre üretim yerine, üretimin işletme çıkarları temelinde yönetimini; yani son kertede işletmelerin toplumsal çıkarlardan ziyade işletme çıkarları temelinde -kâr- üretim yapmasını talep ediyorlardı. Bu, üretim için üretim, birikim için birikimdi.

Yönetici kesim (bürokratlar) ise aynı eğilimi kendi açılarından körüklüyorlardı: Plan hedefine ulaşılması, plan hedefinin aşılması vs. Bütün bu ve başka kavramlarla ifade edilen hedeflerin ve görevlerin yerine getirilmesi hem bir bütün olarak bürokrasinin hem de söz konusu alan bazında bürokrasinin başarısı oluyordu. Öyle ya elde edilebilecek imtiyaz, olanaklar, kariyer vs. bürokratın çalışma alanındaki başarısına bağlıydı. Örneğin bir üretim alanında plan hedefine ulaşılmış ve aşılmışsa, o alanda sorumlu olan bürokrasi başarılı oluyordu ve başarının nimetlerinden bürokrasi, hiyerarşik sıralamaya göre yukarıdan aşağıya yararlanıyordu. Şan, şöhret, her şeye muktedir güç olmak, Sovyet devletinin başarıları vb.!  

Bürokrasi, Sovyet devletinin başarılarını, sosyalizmin başarılı inşasını, proletarya diktatörlüğünün, Bolşevik Parti'nin eseri olarak görmüyordu; bütün başarıları kendi eseri olarak görüyordu. Her şeyi yapan, o devasa mekanizmaydı. Tabii ki bu durumda bürokrasinin kendini, kendisi için kurumlaştırması durumunda ve her şeye muktedir olma gücünü kendisinde görmesi durumunda, toplumsal çıkarların da giderek kendisi için kurumlaşmayı hedeflemiş olan bürokrasinin çıkarlarına tabi olmasından doğal bir gelişme olabilir miydi? Öyle ki, bürokrasinin bir kesimi, tabii yine toplum ve devlet “çıkarı” için, kendi özel çıkarlarını savunmaya başladı. Bu, elde edilen imtiyazların, olanakların, kariyerin savunulmasıydı. Bunun savunulması için de kurum yaşamalıydı. Bürokratı var eden, bürokrasiydi, o mekanizmaydı. O halde, o mekanizma olduğu gibi kalmalıydı.

O “komünist bürokrat”lar, karşı devrimci faaliyet sürdürmekte işletme yöneticilerine nazaran daha şanslıydılar. Çünkü bürokrasi, devletin ve toplumun “işi”ni icra eden, proletarya diktatörlüğünün “iş”lerini yürüten mekanizmaydı. Gerçekten de bir bütün olarak bürokrasi, başlangıçta toplumsal çıkarlara hizmet ediyordu. Ama süreç içinde bürokrasinin bazı kesimleri, belirttiğimiz nedenlerden dolayı, kendi çıkarını kollar olmuştu. Bu gelişmeyi diyalektik olarak ifade edersek: Nicel değişmeler, gelişmelerinin belli bir aşamasında nitel değişime uğrarlar. Diyalektiğin bu yasasının konumuz açısından anlamı şudur: Bürokrasinin belli bir kesimindeki nicel değişim, karşı devrimci bir nitelik almıştır. “Komünist bürokrat” tanımlaması, bu değişimi ifade ediyordu.

İnşa süreci ne kadar ilerlemiş olursa olsun sosyalizm, sosyalizmdir, komünizm değildir. Bu anlamda sosyalizm, üretim üzerine toplumsal hakimiyetin kurulması sürecidir. Sosyalizmde bu hakimiyetin çekirdeği vardır. Bütün sorun, bu çekirdeğin geliştirilmesidir. Ama bu çekirdeğin olgunlaşması, yani üretim üzerine toplumsal hakimiyetin sağlanması için atılan adım, bu çekirdeğin yok olmasına neden olursa, işte orada geriye dönüşün koşulları oluşturulmuş olur. İşte orada, üretim ve birikim, toplumsal ihtiyaçların giderilmesi amacından; bu esas amaçtan kopartılarak, kendisi için amaca çevrilmiş olur.

Bir daha soralım: Bu unsurlar, eski düzenden; Çarlık düzeninden kalma unsurlar mıydı ve örgütlü olarak mı o günlere gelmişlerdi? Şüphesiz ki bu unsurlar Çarlık döneminden kalma burjuva sınıfın unsurları değillerdi. Ekim Devriminden sonra ve özellikle de ‘30’lu yıllarda burjuvazinin örgütsel var oluş koşulları tamamen ortadan kaldırılmıştı. Bunun ötesinde, Lenin’in tanımladığı gibi, kapitalist bir ilişkinin doğma ve gelişme koşulları da yoktu. Öyleyse bu unsurlar nereden çıkmışlardı? Bunlar, Stalin’in deyimiyle “komünist bürokratlar”dı. Bunlar, Sovyet sisteminin yetiştirmiş olduğu ve ‘30’lu yıllarda çıkartmış oldukları derslerle kendilerini korumayı başaran ve sistem içinde ayrık otu gibi kök salan küçük burjuva “komünist”lerdi. Bolşevikler ‘30’lu yıllarda atılan adımların; gelişen üretim ilişkilerinin ve yönetici tabakanın nasıl şekillendiğini tam anlamıyla kavrayamamışlardı; sınıf düşmanının üzerine idari mekanizmalarla gitmek, işçi sınıfını ve geniş emekçi yığınların inisiyatifini sürekli   geliştirmemek, sonuçlarını bu açıdan da vermişti. Bütün kararları alan yöneticiler ve “alınan kararları uygulayan” işçiler arasındaki ilişkinin sonuçları, Voznessenski’lerin ve Yaroşenko’ların doğması ve karşı devrimci gücü oluşturması olmuştu.

Stalin 1936’da söylediğini hatırlayalım (6) .   1952’de ise şöyle diyordu:

“Sosyalist toplumda... direniş örgütleyebilecek.... eski (ömrünü doldurmuş, çn) sınıflar yoktur. Tabii ki sosyalizmde de üretim ilişkilerindeki değişmelerin zorunluluğunu kavramayan geri kalmış tembel güçler olacaktır. Ama tabii ki çatışma olmaksızın kolayca onların üstesinden gelinebilir” (7).  

Gerçekten de, ömrünü doldurmuş sınıflar 1952’de yoktu. Burası doğru. Ama bu doğru, o dönemin Sovyet gerçeğini tam anlamıyla aydınlatmıyordu. Stalin, “bürokratın en tehlikeli tipi, komünist bürokrattır” tespiti yapmasına ve bu güçlerden kaynaklanan tehlikeye dikkat çekmesine rağmen, kendisiyle tartışan güçlerin gerçek gücünü tam anlamıyla görememişti. Yönetici tabaka, o küçük burjuva tabaka, örgütleniyordu ve bütün faaliyeti, siyasi iktidarı ele geçirmeye, proletarya diktatörlüğünü yıkarak kapitalizmin yeniden inşasının yolunu açmaya ve inşa etmeye yönelikti. Komünizme doğru gelişmenin yolunu kesmek isteyenler, ömrünü doldurmuş sınıfların kalıntıları değil, “yeni” sınıfın, yönetici tabakadan oluşan sınıfın unsurlarıydı. Bu unsurlar, kapitalizmi inşa edecek olan sosyo-ekonomik itici güçlerdi ve sosyalist toplumun inşa sürecinde doğmuşlardı; parti, devlet, ordu, sendika görevlileri, işletme yöneticiler vs. Bunlar, toplumsal çıkarlardan ziyade kendi çıkarlarını düşünüyorlardı.

...

XIX. Parti Kongresinde MK’nın siyasi raporunda Bolşeviklerin hatalarından bahsediliyordu. İdeolojik faaliyetin küçümsenmesi, zaafların üzerine Bolşevik ruhla gidilmemesi, kadro seçiminde ve icraatın kontrolünde Bolşevik anlayıştan sapılması vb. Daha önceki kongrelerde de birtakım hatalara dikkat çekilmişti. Ama bu türden hatalar, ağır hatalar olsalar da, münferit olma, sistemin özüne nüfuz edememe özelliğini taşıyorlardı. XIX. Kongrede dile getirilen hatalar ise sistemin özüne nüfuz etmiş, sistemi sarsan, oldukça ciddi ve kapsamlı hatalardı. Bu anlamda XIX. Kongredeki hatalar ile daha önceki kongrelerde dile getirilen hatalar arasında belirgin bir farkın olduğu, XIX. Kongrede dile getirilen hataların münferit olmadıkları, münferit olumsuzluklara yol açmadıkları, tersine köklü olumsuzluklara yol açmış oldukları açıktır, tartışma götürmez bir gerçekliktir. XIX. Kongrede ifade edilen eksikliklerden ve belirtilen hatalardan dolayı bu türden unsurlar, açıktan, tartışma adı altında karşı devrimci görüşler öne sürebilecek güce gelmişlerdi.

Böylesi hatalardan kaçınılabilinir miydi, bu unsurların doğmasına maddi temel teşkil eden koşulların gelişmesi engellenebilir miydi? Şüphesiz bu hatalardan kaçınılabilir ve bu unsurların doğmasına maddi temel teşkil eden koşulların gelişmesi engellenebilirdi. Bunun engellenememesi, Bolşeviklerin de kabul ettikleri belli hataların işlenmesi, SB'de üretim ve mülkiyet ilişkisinin artık sosyalist olmaktan çıkmış olduğunu asla göstermez. Bu hatalar ve bu unsurların varlığı, sosyalist inşadan tamamen sapılmış olmanın da ifadesi değildir. Bu hataların işlenmesinde ve bu unsurların doğmasında, dünyanın ilk sosyalist ülkesini inşa etmekten; ilk olmaktan kaynaklanan tecrübesizliğin rolü de küçümsenemez. Rusya’nın koşulları göz önünde tutulursa tecrübesizliğin belirleyici önemi haiz olduğu görülür. Bu tecrübesizlik, geçiş sistemi olan sosyalizmin pratikte “el yordamı” ile kuruluyor olduğunu içeriyordu.

Demek oluyor ki:

Bolşeviklerin elinde, geliştirilmiş bir geçiş toplumu teorisi; komünizme geçiş toplumu teorisi yoktu. Yani ekonomide ve üst yapı kurumlarında, toplumsal ilişkilerde gelişmiş bir sosyalizm teorisi yoktu. Bolşevikler, sosyalist toplumu inşa sürecinde bu teoriyi geliştirdiler ve genelleştirdiler. Ve bu kolay olmadı. Bunu zorlaştıran faktörler, sadece, her alanda iç ve dış düşmanlara karşı mücadeleyi ifade etmiyordu. Bolşevikler, geri seviyede olan bir ekonomi ve üretim ilişkileri devralmışlardı. Karşı karşıya kalınan zorlukların önemli bir kısmı bu durumdan kaynaklanıyordu. Bütün bu noktalar göz önünde tutulmadan yapılan bir değerlendirme, SB'de inşa edilen sosyalizmi, Bolşevik Parti ve önderi Stalin’i inkâra, mahkum etmeye götürecektir. O dönemin devasa ve başarılı mücadeleleri içinde Stalin önderliğinde Bolşevik Parti, enternasyonal komünist işçi hareketinin on yıllarca elde edemediği tecrübeler elde etmiş ve bunları teorileştirmiştir.

Ama eksik kalan, tam anlamıyla kavranamayan olgular da vardı. Yeni gelişen sınıfa yaklaşım buna tipik bir örnektir. ‘50’li yılların başında Stalin, sosyalizmin ölümcül bir tehlike ile karşı karşıya olduğunu görmüştü. Ama bu tehlikenin sosyo-ekonomik itici güçleri konusunda, bunların sınıfsal karakteri konusunda yeteri derecede kavrayışın olduğu söylenemez. Stalin, bir taraftan eski sınıfın kalmadığından bahsediyordu. Bu doğruydu ve tehlike de bunlardan kaynaklanmıyordu. Aynı zamanda Stalin, “komünist bürokrat”ları, “bürokratların en tehlikeli tipi” olarak tanımlıyor ve böylece esas tehlikenin güçlerine dikkati çekiyordu. Keza söz konusu tartışmalar da tehlikenin kimlerden kaynaklanacağını gösteriyordu. Stalin, bu unsurların düşüncelerinin ne anlama geldiğini; bunların düşüncelerinin kapitalizmi yeniden inşaya hizmet ettiğini pekala görmüştü. Bundan dolayıdır ki, bu unsurlara karşı sert tavır alınmıştı. Ama bunlar idari-cezai tedbirlerdi. Proletaryanın, geniş yığınların harekete geçirilmesi düşünülmüyordu.

'40’lı yılların sonunda, ‘50’li yılların başında SB'de karşı devrimci güçler, “masum” ve “sol” önerilerle sosyalist inşayı yıkmaya çalışıyorlardı. Bu tehlike, işletme yöneticilerinden kaynaklanıyordu. Onlar, merkezi yönetim sistemini kaldırmayı ve “ademi-i merkezi” bir yönetim sistemi getirmeyi talep ediyorlardı. Amaç açıktı; bağımsız karar vermek ve bağımsız hareket etmek. Yugoslavya’da uygulanmış olan “özyönetim” sisteminin esas sahipleri Voznessenski’ler, Yaroşenko’lar ve daha nice Sovyet işletme yöneticileriydi. Stalin ve Bolşevik Parti, bu karşı devrimci güçleri ezmişlerdi. Ama bu nihai bir eziş değildi. Çünkü sorun kökten çözümlenmemişti.  

Karşı devrim, Stalin’in ölümünü beklemeye başladı.



Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
spartakus
[ .... ]

Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 23.11.2013
İleti Sayısı: 624
Konum: İstanbul
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder


Cevap Yazan: spartakus
Cevap Tarihi: 28.09.2014- 14:13


SBKP(B)'nin XX. Parti Kongresi-Burjuva Bürokratların Zaferi

1956'dan sonra partide, devlette ve ekonomik kurumlarda önderlik burjuva unsurların eline geçmiş, proleter dünya görüşü, ilişkileri, idare yöntemleri, geri plana itilmiştir. Hâlâ proleter olanlar, hâlâ komünist olanlar mahkum edilmişler, direnenler de takibata maruz kalmışlardır.

Kruşçev ve şürekası, şüphesiz ki, doğrudan doğruya klasik kapitalizmi kuramazlardı; onların kurdukları, yeni tipten bir kapitalizmdi. Bu kapitalizm, klasik burjuvazinin tanıdığı özel mülkiyete, çıplak burjuva özel mülkiyete dayanmıyordu. Bu kapitalizm, iktidarı ele geçiren bürokrasinin ortak sömürüsünün maddi temelini oluşturuyordu. Yani bürokratların kapitalizmiydi. Bürokrat kapitalizmi. Bu kapitalizmin sınıfsal temelini de, yeni tip burjuvazi/bürokratlar oluşturuyordu.  

Şunu da biliyoruz. SB'de kapitalist restorasyonun toplumsal dinamikleri iki türden bürokratların saflarından gelmedir. Bu unsurların iktidarı gasp edene kadarki gelişme süreçlerini, özellikle partili bürokratların gelişme süreci olarak görmek gerekiyor. Ama, ne zamanki bu unsurlar, siyasi iktidarı gasp ettiler ve Marksizm-Leninizmi, partinin genel çizgisini revizyona tabi tuttular, işte onlar bu andaki teori ve pratikleriyle modern revizyonizmin savunucuları, kendileri de birer modern revizyonist oldular. SB'de modern revizyonistler, cepte parti üyeliği defteri olan bürokratlardan, Stalin'in deyimi ile “komünist bürokrat”lardan kaynaklanmıştır ve bu unsurların önderliğinde sosyalizm, bürokrat kapitalizme, küçük burjuva bürokratlar da modern revizyonistlere dönüşmüştür. Bu, niceliğin birikerek, belli bir aşamadan sonra nitelik dönüşümüne uğramasıdır. Bu, küçük burjuva dünya görüşünün, yaşam tarzının vb. bürokratizm biçiminde gelişerek (nicel gelişme) 1956 darbesiyle modern revizyonizme (nitelik sıçraması) kızıl maskeli burjuva karşı devrime dönüşmesidir.

Sovyetler Birliği’nde geriye dönüş, bir başka ifadeyle üst yapı ve altyapıda kapitalist/burjuva restorasyon, 1950'den önce mi başlamıştı, yoksa 1956 darbesinden sonra mı başlamıştı’ sorusu, revizyonist/kapitalist blokun yıkılışından sonra da güncelliğini korudu. Olguların ortaya çıkardığı gerçek, restorasyonun 1956 darbesinden sonra başladığıdır.

Kruşçev, işletme yöneticilerinin programını uygulamak için işe koyulmakta gecikmedi. Daha 1954’te Sovyet idare sisteminin eksikliklerini ve yapılan hataları kullanarak ekonomide bürokratik yapılara karşı adeta savaş açmıştı (8).  

Kruşçev modern revizyonistleri partiyi, şekillenen hakim sınıf üstünde ve bu sınıfın kanatları arasında dengeyi sağlayan ve siyasi ipleri elinde tutan bir mekanizmaya dönüştürüyorlardı. Dolayısıyla parti içinde her bir grubun görüşlerini savunanlar vardı ve iktidar kavgasını da bunlar veriyorlardı. Yani parti, yeni sınıfın şekillenmesine paralel olarak fraksiyonlara ayrılıyordu.  

SB'de kapitalizmin, Titocu “özyönetim” üzerinden yeniden inşasını engelleyen işçi sınıfı değildi. Sovyet işçi sınıfı, siyasi olarak güçsüzleştirilmişti ve gelişmelere müdahale edemeyecek kadar veya etse de sonuç alamayacak kadar siyasi iktidardan uzaklaştırılmıştı, örgütsüzleştirilmişti. Geriye parti ve devlet mekanizmasında faal olan bürokrat kesim kalıyordu. Bu kesim, özellikle parti bürokrasisi, zaten proletarya diktatörlüğünü, işçi sınıfını “temsil” ediyordu.

Şekillenen yeni hakim sınıfın kanatları arasında çıkar çatışması olgusunun bizzat kendisi, işçi sınıfının siyasi iktidardan ne denli uzaklaştırılmış olduğunu gösteren en önemli kıstastır. Stalin’in ölümüne kadar olan dönemde işçi sınıfı, proletarya diktatörlüğü ile yeni hakim sınıfın unsurları arasında bir mücadele söz konusuydu. Ve geriye dönüşün bu unsurları, aralarında çıkar çatışması olsa da, kendilerini bir bütün olarak yok edebilecek güce, yani işçi sınıfına karşı her halükarda ortak hareket ediyorlardı. Demek ki işçi sınıfı, daha sonraki dönemde belirleyici önemi haiz bir tehlike olmaktan çıkmış olmalı ki, yeni şekillenen hakim sınıfın bu grupları kendi aralarında siyasi iktidar kavgası verebiliyorlardı.

XX. Parti Kongresinde, Şubat 1956’da durum değişir. Stalin’in ölümünden sonra hızla güçlenen ve “ülkenin beyleri” konumuna yükselen liberal işletme yöneticilerinin bu parti kongresinde güç kaybına uğradıkları görülür. Peki ne olmuştu?

Şekillenen yeni sınıfın her iki kanadının ortak sınıfsal çıkarı şuydu; işçi sınıfını siyasi iktidardan uzaklaştırmak, onu etkisiz hale getirmek, amaçlarına ulaşmak için köylülüğü müttefik güç olarak kullanmak ve nihayetinde üretim ve dağıtım (bölüşüm) üzerinde yegâne belirleyici güç olmak. Esas amaç buydu ve Stalin’in ölümünden sonra şekillenen yeni sınıfın söz konusu ana grupları, bir taraftan ortaklaşa, bütünlüklü bir güç olarak proletarya diktatörlüğünün temeline dinamit korken; işçi sınıfını iktidardan uzaklaştırırken, kendi aralarında da hakimiyet kavgası vermişler ve bu kavganın ilk aşamasında liberal işletme yöneticilerinin çıkarları hakim olmuştu. Parti ve devlet mekanizmasındaki bürokratik kesim, liberal işletme yöneticilerinin talepleri doğrultusunda atılan adımlara bir yere kadar ses çıkartmamış, ama belli bir noktadan sonra, gelişmenin kendisini tamamen saf dışı bırakacağını anladıktan sonra, buna karşı çıkmaya başlamıştı.

XX. Parti Kongresinde işletme yöneticilerinin, fabrika müdürlerinin, “ülkenin beyleri”nin haklarından bahsedilmez. Bu, her iki fraksiyonun, güç bakımından nihai sonuç alacak durumda olmamalarının bir sonucudur. Bu dönemde Kruşçev ve avene takımı, her iki grup arasında belli bir denge kurmakla meşguldür. Öyle ki her iki grubun kendi çıkarları doğrultusundaki açıklamalarında ileri gidilmemesi için eleştiriler de yapılır. Parti mekanizmasını kullanan Kruşçev, adeta bir Bonapart’tır ve parti de bonapartizmin aracıdır. 5 Nisan 1956 tarihli Pravda’da yayınlanan temel bir makalede her iki zararlı eğilimden ve bunlara karşı mücadelenin gerekli oluşundan bahsedilir (9). Parti mekanizmasını elinde tutan Kruşçev, zararlı bu iki eğilime karşı mücadele eden kişi/önder konumundadır. Ama aslında o, her iki tarafın üstünde durmaya çalışandır.  

Bu iki kesim arasında çatışmanın çıkması kaçınılmazdı. Sosyalizmin inşa sürecinde bürokrasinin bu iki kesimi arasında şu veya bu konuda görüş ayrılığının olması gayet doğaldır. Çünkü üretimin merkezi planlanması her zaman somut koşullara tekabül etmeyebilir. Yani devlet ve parti, planlama mekanizmalarında merkezi karar alan bürokrasi, bizzat üretim alanında olan ve somut koşullarla doğrudan doğruya karşı karşıya kalan işletme yöneticilerinin görüşleriyle aynı paralelde olmayabilir. Proletarya diktatörlüğü koşullarında; sosyalizmin inşası koşullarında bu iki kesim arasındaki muhtemel görüş ayrılığı eleştiri-özeleştiri sürecinde, yoldaşça tartışmalarla giderilir. Bu, SB'de böyle olmuştur. Ama ne zamanki yozlaşma başlarsa, işte ondan sonra bürokrasinin bu iki kesimi arasındaki görüş ayrılığı, çatışma, her bir kesimin kendi imtiyaz ve çıkarları için mücadeleye dönüşür. Şüphesiz ki, her iki taraf da mücadeleyi sosyalizmin geleceği için, gelişmesi için sürdürdüğünü söyler. Ama bu, sadece bir maskedir. Niyet başkadır. Niyet, mevcut imtiyaz ve özel hakları korumak ve geliştirmektir. Bu mücadeleyi, bürokratik sınıfın, yeni şekillenen bürokratik kapitalist sınıfın bu iki kesiminden hangisi daha güçlü ve örgütlüyse o kazanır. Tabii bu kesimlerden hangisinin güçlü olacağı, belirttiğimiz gibi, ülkenin somut verili koşullarından kaynaklanır.

Karşı devrimci nitel sıçrama; sosyalizmden revizyonizme geçiş, toplumu komünizme doğru geliştirmeyi hedefleyen ve bu doğrultuda kararlı ve tutarlı faaliyet sürdüren öznel gücün; devrimci öznel faktörün etkisiz kaldığı anda, noktada gerçekleşmiştir. SB'de böyle bir sıçramanın; karşı devrimci dönüşümün Kruşçev’in iktisadi reformları döneminde başlamadığını veya iktisadi reformlar vasıtasıyla olmadığını görüyoruz. Reformlar, sadece birer sonuçtu. Malenkov, XIX. Parti Kongresinde Sovyet toplumunda görülen çürümeden bahsediyordu. Kruşçev revizyonistleri tam da bu çürümenin ifadesiydi. Ve onlar, imtiyazlı tabaka konumundan hakim sınıf konumuna gelmek için çaba harcıyorlardı. Stalin’in sağlığı döneminde bu amaçlarına ulaşamadılar ve ölümünü beklediler. SB'de karşı devrimci nicel birikim, Stalin’in ölümünden sonra hızla gelişmiş ve XX. Parti Kongresi, karşı devrimci güçlerin nitel sıçramayı gerçekleştirdikleri an olmuştur. Demek oluyor ki süreç, Stalin döneminde başlıyor, onun ölümünden sonra hızla gelişiyor ve XX. Parti Kongresinde de yeni bir niteliğe bürünüyor. XX. Parti Kongresi, SB'de sosyalizmden nihai olarak revizyonizme geçişin, bu karşı devrimci sıçramanın gerçekleştirildiği tarihsel-zamansal andı.  

Sosyalist inşa, geriye dönüşün olmayacağı, kapitalizmin yeniden inşasının tamamen ortadan kaldırıldığı anlamına gelmez. Özellikle meta üretiminin sınırlı da olsa var olduğu, değer yasasının sınırlı da olsa geçerli olduğu koşullarda kapitalizmi yeniden inşa etmenin maddi koşulları var demektir. Bu konuda Stalin şöyle der:

“Bizde, Sovyet ülkemizde kapitalizmin yeniden inşasını olanaklı kılan koşullar var mıdır? Evet vardır. Belki de size garip gelecek, ama bu bir gerçektir yoldaşlar. Kapitalizmi devirdik, proletarya diktatörlüğünü kurduk ve güçlendirilmiş bir tempoyla ve köy ekonomimizle kaynaşarak sosyalist sanayimizi geliştiriyoruz. Ama kapitalizmin köklerini henüz söküp atamadık. Peki nerede bulunuyor bu kökler? Bu kökler, meta üretiminde, kent ve özellikle kır küçük üretiminde bulunuyor. Lenin’in dediği gibi, kapitalizm gücünü küçük üretimden alır. Çünkü, ne yazık ki dünyamızda hâlâ pek, pek çok büyük miktarda küçük üretim vardır. Oysa küçük üretim durmadan her gün, her saat kendiliğinden ve geniş ölçülerde kapitalizmi ve burjuvaziyi doğurur” (10).  

Bu gelişmenin panzehiri proletarya diktatörlüğüdür, gelişen, derinleşerek inşa edilen sosyalizmde meta üretiminin sınırlarının sürekli daraltılması ve bu üretimin yok edilmesi ve böylece de değer yasasının etki alanının ortadan kaldırılmasıdır. SB'de sosyalizmin inşa süreci, proletarya diktatörlüğü var olduğu ve meta üretiminin dar sınırları içinde yapıldığı müddetçe kapitalizmi yeniden inşa tehlikesinin gerçekliğe dönüşemeyeceğini göstermiştir. Ama XX. Parti Kongresinden sonra durumun tamamen değiştiğini, proletarya diktatörlüğünün, sosyalist devletinin “bütün halkın devleti”ne dönüştürüldüğünü, bütün üretimin meta üretimi olarak kabul edildiğini ve dolayısıyla değer yasasının bütün ekonomide geçerli olduğunun kabul edildiğini görmekteyiz.

...

SB'de üst yapı yozlaşmasaydı, altyapı yozlaşır mıydı, kapitalizmin yeniden inşası mümkün olur muydu? Olmazdı. Çünkü sosyalist üst yapı, altyapının; bu durumda sosyalist ekonominin gelişme seyrini, sınıfsal karakterini doğrudan belirler. Bu nedenle SB'de altyapının yozlaşması, kapitalist restorasyon, üst yapının yozlaştığının açık ve doğrudan ifadesidir. Burada söz konusu olan, üst yapı ile altyapı arasındaki diyalektik bağdır ve karşılıklı etkilenmedir. Bu, oldukça karmaşıktır; birbirlerini gelişme yönünde tetiklerler ve sonuçta aynı üretim biçiminde buluşurlar, yani birbirine tekabül eden koşulları oluştururlar. SB'de olan da buydu; yozlaşan üst yapı, kendine uygun altyapının gelişmesinin yolunu açmış, onu tetiklemiş ve kapitalist restorasyon gerçekleşmiştir.

Lenin, “Marksizm, meta üretimi üzerine kurulmuş bir toplum, gelişmesinin belli bir aşamasında kaçınılmaz olarak bizzat kapitalizmin yoluna girecektir diye öğretiyor” der. SB'de de ekonomi, gelişmesinin belli bir aşamasında, reformların açtığı kapitalist yola bizzat girmiştir. Ekonomideki bütün reformlar, kapitalizmin yeniden inşasına hizmet etmiştir. Dağıtım, mübadele, ekonominin yönetimi, bizzat üretim, çeşitli aşamalarında ekonomik reformlar tarafından kapitalist dönüşüme uğradılar.

SB'de üst yapının yozlaşma sürecinin ilerlemesi, mülkiyetin karakterinde görülen değişmeler, işgücünün metaya dönüşmesi, aynı zamanda kapitalist sömürünün yeniden geçerli kılındığı anlamına gelir. Bu süreç, kapitalist meta üretiminin kaçınılmaz sonucuydu. Başka türlü de olamazdı. Çünkü Marks’ın dediği gibi, “meta üretimi, kendisine özgü yasalarıyla uygunluk içinde, kapitalist üretim haline geldiği ölçüde, meta üretimi ile ilgili mülkiyet yasaları da kapitalist el koyma yasalarına dönüşür” (11).



Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
spartakus
[ .... ]

Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 23.11.2013
İleti Sayısı: 624
Konum: İstanbul
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder


Cevap Yazan: spartakus
Cevap Tarihi: 28.09.2014- 14:15


Kaynaklar:

1) Bruno Rizzi; “The Bureaucratisation of the World”, s. 18/19, 1939.

2) (Leo Trotzki; “Verteidigung des Marxismus - Die UdSSR im Krieg”, “Das Proletariat und seine Führung” ara başlığı altında, s. 8, www.marxists.org/deutsch/archiv/trotzki/1939/09/vdm-ussrkrg.html.

3) L. Trotzki; “Probleme der Entwicklung der UdSSR", “Programm und Platform der Linken Opposition im Kampf gegen Stalinfraktion” içinde, s. 217, 218, 219, Intarlit, Dortmund, 1977.

4) L. Trotzki; “Verratene Revolution”, “III. Sozialismus und Staat” bölümünden, Türkçesi, s. 73). www.marxists.org/deutsch/archiv/trotzki/1936/verrev/kap05.htm.

5) L. Trotzki; ”Verratene Revolution, V. Sowjetthermidor”, www.marxists.org/deutsch/archiv/trotzki/1936/verrev/kap05.htm.

6) L. Trotzki; “Verratene Revolution”, “V. Sowjetthermidor” bölümünden,

www.marxists.org/deutsch/archiv/trotzki/1936/verrev/kap05.htm.

7) Leo Trotzki; “Der Todeskampf des Kapitalismus und die Aufgaben der IV. Internationale (Das Übergangsprogramm)”, s. 1 ve 2. Türkçesi; s. 13-15.  

8) Leo Trotzki; Verteidigung des Marxismus - Die UdSSR im Krieg” - “Der gegenwärtige Krieg und das Schicksal der modernen Gesellschaft” ara başlığı altında, www.marxists.org/deutsch/archiv/trotzki/1939/09/vdm-ussrkrg.html.

9) Bruno Rizzi; “The Bureaucratisation of the World”, s. 24, 1939, http://www.marxists.org/archive/rizzi/bureaucratisation/index.htm.

10) Bruno Rizzi; “The Bureaucratisation of the World”, s. 24, 1939, http://www.marxists.org/archive/rizzi/bureaucratisation/index.htm.

11) M. Lebrun; “Mass and Class in Soviet Society”, The New International, May 1940,

http://www.marxists.org/history/etol/newspape/ni/vol06/no04/lebrun.htm).

12) Marks-Engels Toplu Eserleri; C. 34, s. 128, Friedrich Engels'ten A. Bebel'e mektup, 18-28 Mart 1875.

13) Cora Stephan (Hg.), „Zwischen den Stühlen oder über die Unvereinbarkeit von Theorie und Praxis. Schriften Rudolf Hilferdings 1904 bis 1940“ Dietz Verlag J.H.W. Nachf. 1982, s. 293.  

14) L. Troçki; “Manifesto of the Fourth International on Imperialist War and the Imperialist War-Imperialist War And The Proletarian World Revolution” “The problem of leadership” ara başlığı altında, www.marxists.org/history/etol/document/fi/1938-1949/emergconf/fi-emerg02.htm).

15) L. Troçki; “Manifesto of the Fourth International on Imperialist War and the Imperialist War-Imperialist War And The Proletarian World Revolution”, “Either socialism or slavery” ara başlığı altında, www.marxists.org/history/etol/document/fi/1938-1949/emergconf/fi-emerg02.htm.  

16) Bkz.: http://www.marxists.org/history/etol/document/fi/1938-1949/fi-2ndconf/1946-conf01.htm.  

17) Bkz.:   http://www.marxists.org/history/etol/newspape/fi/vol08/no09/russia02.htm.

18) Bkz.: www.marxists.org/history/etol/document/swp-us/education/class-state/evolution.htm.

19) Bkz.: www.marxists.org/history/etol/document/fi/1950-1953/fi-3rdcongress/1951-congress08.htm.

20) Natalia Sedova Trotsky; „Resignation from the Fourth International“,

www.marxists.org/archive/sedova-natalia/1951/05/09.htm.

21) Bkz.: http://www.socialistreview.org.uk/article.php?articlenumber=11223, From an interview with The Leveller, 1979.  

22) Emest Germain (Emest Mandel], »Prospects and Dynamics of the Political Revolution against the Bureaucracy«, Fourth International, Nr. 1 (Winter 1958).

23) Milovan Djilas, On New Roads to socialism. Address delivered at the pre-election rally of Beigrade students, 18 March 1950, Belgrad (Jugoslavenska Knjiga) 1950, S. 12-13.  

24).(Milovan Djilas; “The Storni in Eastern Europa”, TheNewLeader, 19. November 1956).  

25) Milovan Djilas; “The Storni in Eastern Europa”, TheNewLeader, 19. November 1956).  

(Milovan Djilas; “The New Class. An Analysis ofthe Communist System”, New York, 1957. Hier zit. nach der dt. Ausg.: Die neue Klasse. Eine Analyse des kommunistischen Systems übers, v. Reinhard Federmann, München (Kindler) 1960, s. 68.

26) Bkz.:George Novack’s Understanding History, The Problem Of Transitional Formations.

www.marxists.org/archive/novack/works/history/ch09.htm George Novack; “The Problem of Transitional Formations”, International Socialist Review, November-Dezember 1968.  

27) Leo Trotzki; Verteidigung des Marxismus - Die UdSSR im Krieg”, “Die Theorie des “bürokratischen Kollektivismus” ara başlığı altında, s. 6.

Makale 18

1) Stalin; C.14, s. 80.

2) Örneğin, önceleri, partide en yüksek maaş kırsal alan için 180 ruble, büyük şehirler için 250 ruble idi. Bu, '20'li yılların sonuna kadar böyle kaldı. Burjuva aydınlar ise bu miktarın birkaç mislini alıyorlardı ve imtiyazlıydılar (Örneğin konut temini).

3)Stalin; C. 1, s. 63.

4) Marks-Engels Toplu Eserleri; C. 4, s. 481.

5) “Bazı yoldaşlar, bilimin yasalarının, özellikle de sosyalizmde politik ekonominin yasalarının nesnel karakterini inkâr ediyorlar. Politik ekonomi yasalarının, insanların iradesinden bağımsız cereyan eden süreçlerin yasallığını yansıttıklarını inkâr ediyorlar. Onlar, tarihin Sovyet devletine verdiği özel rol nedeniyle Sovyet devletinin, önderlerinin politik ekonominin mevcut yasalarını ortadan kaldırabilecekleri, yeni yasalar “koyabilecekleri”, yeni yasalar “yaratabilecekleri” anlayışındalar.

Bu yoldaşlar, tamamen yanılıyorlar. Görüldüğü gibi onlar, nesnel olarak, insanların iradesinden bağımsız olarak doğada ve toplumda cereyan eden süreçlerin yasallığını yansıtan bilimin yasalarını, hükümetlerin çıkardıkları, insanların iradesine göre düzenlenen ve sadece hukuki gücü olan yasalarla birbirine karıştırıyorlar” (Stalin; C. 15, s. 255/256).

6) “Toprak beyleri sınıfı, bilindiği gibi daha iç savaşın muzaffer bitişiyle yok edilmişti. Diğer sömürücü sınıflara gelince; onlar da toprak beyleri sınıfının kaderini paylaştılar. Sanayide kapitalistler sınıfı kayboldu. Tarımda kulaklar sınıfı kayboldu. Ticaret alanında tüccarlar ve spekülatörler kayboldu. Böylelikle bütün sömürücü sınıflar kayboldu.

Geriye işçi sınıfı kaldı.

Geriye köylüler sınıfı kaldı.

Geriye aydınlar kaldı”   (Stalin; C. 14, s. 61, SSCB Anayasa Taslağı Üzerine).

7) Stalin; C. 15, s. 302.

8) Bkz.: 1954’ün ilk baharında Yüksek Sovyet’teki konuşması.

9) Bkz.: W. Leonhard; “Die Revolution entlässt ihre Kinder”, s. 210.  

10) Stalin; C. 11, s. 201/202, “Über die rechte Gefahr in der KPdSU (B)”.

11) Marks-Engels Toplu Eserleri; C. 23, s. 613, Kapital, C. 1, s. 613



Yeni Başlık  Cevap Yaz
 Toplam 2 Sayfa:   Sayfa:   «ilk   <   1   [2] 



Forum Ana Sayfası

 


 Bu konuyu 1 kişi görüntülüyor:  1 Misafir, 0 Üye
 Bu konuyu görüntüleyen üye yok.
Konuyu Sosyal Ortamda Paylas
Benzer konular
Başlık Yazan Cevap Gösterim Son ileti
Konu Klasör Troçki’nin Yalanları... melnur 1 1041 30.01.2022- 10:26
Konu Klasör Troçkist Yayınlar melnur 0 8 19.03.2017- 10:49
Etiketler   TROÇKİ,   “ELEŞTİRMENLERİ”
SOL PAYLAŞIM
Yasal Uyarı
Sitemiz Bir Paylasim Forum sitesidir Bu nedenle yazı, resim ve diğer materyaller sitemize kayıtlı üyelerimiz tarafından kontrol edilmeksizin eklenebilmektedir. Bu nedenden ötürü doğabilecek yasal sorumluluklar yazan kullanıcılara aittir. Sitemiz hak sahiplerinin şikayetleri doğrultusunda yazı ve materyalleri 48 Saat içerisinde sitemizden kaldırmaktadır.
Bildirimlerinizi info@solpaylasim.com adresine yollayabilirsiniz.
Forum Mobil RSS