SolPaylaşım  
Ana Sayfa  |  Yönetim Paneli  |  Üyeler  |  Giriş  |  Kayıt
 
OTURUYORSAN KALK; AYAKTAYSAN YÜRÜ; YÜRÜYORSAN KOŞ!
Yurt ve dünya sorunlarına soldan bakan dostlar HOŞGELDİNİZ .Foruma etkin katılım yapabilmeniz için KAYIT olmalısınız.
Yeni Başlık  Cevap Yaz
Yeni rejim Anayasal diktatörlük mü?           (gösterim sayısı: 4.355)
Yazan Konu içeriği
Üye Profili boşluk
dayanışma
[ ]
Üye Silindi
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi:
İleti Sayısı: 0
Konum: Gizli
Durum: üye silinmiş
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder


Konu Yazan: dayanışma
Konu Tarihi: 02.11.2014- 21:15


Yeni rejim Anayasal diktatörlük mü?

Resim Ekleme

EBUBEKİR AYKUT - KANSU YILDIRIM

Gezi protestolarından 17-25 Aralık yolsuzluk operasyonlarına, Kobanê eylemleri üzerine gelen güvenlik paketinden HSYK seçimlerine, MİT Yasasından Anayasa yapım sürecine dek uzanan kronolojide rejimin mahiyetine ilişkin tartışmalar artarak sürüyor. Mevcut tartışmaları, rejimin faşist karakter kazanması, diktatöryel bir surete dönüşmesi, giderek otoriterleşmesi veya tek adama dayalı (monokratik) biçim alması şeklinde tasnifleyebiliriz. Faşizm tahlilleriyle ilerleyen yorumların ana hatları, parti-devlet bütünleşmesinin gerçekleştiği; egemen ideolojinin bileşenlerinin değiştiği, söz konusu ideolojinin tüm toplumsal ilişkileri “yeniden” belirlediği yönündedir. Diktatörlük rejimiyle karşı karşıya olduğumuzu belirten görüşler ise, parlamentonun ve kurumların varlığını devam ettirmesine karşılık hukuksal düzenlemelerin ve hukukun askıya alındığını ileri sürmektedir. Otoriterleşme eğilimlerine vurgu yapan kavrayışlarda, yürütmenin aşırı güçlenmesi, erkler arasındaki ayrımın silikleşmesi, liderlik figürünün öne çıkması söz konusudur. Monokratik rejim tartışmalarındaysa, Anayasada tanımlanmamasına rağmen fiili başkanlık uygulamalarının hayata geçirildiği görüşü dillendirilmektedir. Rejimin karakterinin niteliğine ilişkin tartışmalar, isabetli ve geçerli noktalara temas etmekle birlikte, gidişatı bir bütün olarak açıklama noktasında sessizliğe de bürünmektedir.

Genel hatlarıyla özetlersek: Faşizme ilişkin tartışmalardaki eksiklik; faşizmin iktidara geliş süreci ile iktidarda bulunduğu “gerçek faşizm” döneminin birbirine indirgenmesinde ortaya çıkmaktadır. Faşist rejimlerde egemen sınıflar ve yönetici klikler arasında uyum söz konusudur. AKP ise, sermaye fraksiyonları ile gerilimli bir ilişki içerisinde, farklı toplumsal sınıflar üzerinde “mutlak” anlamda hâkimiyet kuramamıştır. Temsil ve meşruiyet krizi, kurumlar içi ve arası reaksiyonlar bunun göstergesidir. Diktatörlük rejimleri tartışmalarındaki eksiklik; AKP’nin parlamenter rejimin ilkelerine ve çeşitli mahkeme kararlarına şiddetle karşı çıkması, bunları uygulamayı reddetmesine karşın kendisini farklı bir hukuk düzenine ve siyaset kurumuna referansla, yine “hukuk” ve “temsil mekanizmaları” içinde tanımlamasını açıklamamaktadır. Otoriterleşme tartışmasındaki eksiklik; güçler ayrılığı sürecinde odak noktasının parti liderinin söylemleri ve yürütmenin güçlenmesiyle sınırlı tutularak, başta hukuk ve yargılama olmak üzere devlet aygıtındaki diğer kritik dönüşümlerin dikkate alınmamasındadır. Monokratik rejim tasvirlerindeki eksiklik; egemen kitle partisinin iç dengelerinin ve çelişkilerinin göz ardı edilmesidir. “Başkanlık monokrasisi” olarak tarif edilen rejimde, hükümet otoritesinin zayıflaması söz konusu iken günümüzde parti ve hükümet, işlevlerini yerine getirirken devlet gücünü son raddesine kadar kullanabilmektedir. Rejim özelinde eksiklikler taşıyan bu tartışmalara nispeten kapsayıcı ve açıklayıcı olduğunu düşündüğümüz “anayasal diktatörlük” perspektifiyle yaklaşmak istiyoruz.

Anayasal Diktatörlük

Anayasal diktatörlük kavramı ilk kez 1948 yılında Clinton Rossiter tarafından istisnai ve/veya kriz koşullarında toplumsal düzeni koruma altına almak amacıyla ortaya çıkan rejimi tanımlamada kullanılmıştır. Bahsi geçen kavrayış kriz koşullarının aşılması ve rejimin tekrar konsolide olabilmesinde “güçlü devlet”in varlığına ihtiyaç duyulduğunu belirtir. Burada devletin biçimi, meşru otoritenin yeniden tesisini amaçlayan geçici bir idare biçimi olarak “diktatörlük”tür. Ancak söz konusu diktatörlük, cunta hükümetlerinden farklı olarak, kriz koşulları sonlanıncaya kadar kendisini “anayasal” bir çerçeveyle sınırlandırır. Belirtmek gerekir ki sınırlandırma nedeniyle anayasal diktatörlük kavramı, Carl Schmitt’in diktatörlük kavrayışından ayrışır. Buradaki diktatörlük durumu ya da olağanüstü hale karar verme (desizyonizm), istisnailik arz etse de, faşizme yol açacak bir süreklilik içermemektedir. Anayasanın çizdiği sınırlar içindeki tüm baskı pratikleri müesses nizamın tesisi için araçsallaştırılır. Faşist rejimler liberal eleştiricilerinin belirttiği gibi kendi kendini yok etmeye, kendisini var eden koşulları ortadan kaldırmaya yönelir, bu anlamıyla sürdürülemezdir.

Anayasal diktatörlük kavramını neoliberalizmin arifesinde ise Friedrich Hayek, serbest piyasa düzeninin işlerliliğinde “güçlü bir devlet” iktidarına ihtiyaç duyulmasıyla açıklar. Hayek, bir yandan devletin piyasaya müdahalesini olumsuzlamaktayken, piyasanın koşullarını sağlayabilmesi için de “güçlü devlet”in varlığından vazgeçilemeyeceğini belirtir. Paradoksal görünüm sergilese de bu görüş bir ölçüde tutarlıdır çünkü serbest piyasayı “düzenleyecek” kurallar varsa ve onları uygulayacak yönetsel sistem de gereklidir. Hayek’in düzenleme ve uygulayıcılar için öngördüğü “sınırlandırma” hukuk formunda ifadesini bulan bir yönetim yapısıdır. Diktatörlük biçimini alacak bu yapının hukukla kendisini sınırlandırmasının gerekçeleri, hukukun sunduğu avantajlarda gizlidir. Liberaller için çelişki gibi gözüken güçlü devlet, serbest ekonomi düsturunu Hayek hukuka verdiği özel rolle çözüme kavuşturur. Özellikle anayasa ve hukukun üstünlüğü ilkesi bir yandan güçlü devletin serbest piyasaya müdahalesini sınırlandırırken diğer yandan da piyasanın serbestçe işleyebilmesini sağlayacak diğer toplumsal koşulların devletin hükmetme gücü vasıtasıyla kurulmasına ya da verili koşulların piyasanın işleyişini bozmasının engellenmesi gerektiğine işaret eder.

Rejim ve Anayasal Diktatörlük

Anayasal diktatörlük kavramının rejim tartışmaları açısından önemi, Türkiye’deki siyaset ve hukuk ilişkisinin akıbetiyle paralel bir seyir izlemesidir. İktidara geldiği günden bugüne AKP’nin hem piyasa rasyonalitesini sağlamak hem de iktidarını kalıcılaştırmak için başvurduğu temel kıstas, hukuk olmuştur. Aynı zamanda AKP’nin meşruiyet kazanması açısından da hukuksal yapı ikili bir işleve sahiptir: Başta liberaller ve kapitalistler olmak üzere, hukukun “sınırlandırma” özelliği nedeniyle AKP’nin verili yasal çerçevede hareket edeceği düşüncesi yaygınlık kazanmıştır. Diğer bir işlevse, seçim ve plebisit, parti ve dernek açma gibi temel hak ve özgürlüklerinin biçimsel olarak yürürlükte olması, temsil krizini bir dereceye kadar soğurmaktadır. Bu da AKP’ye söylemsel düzeyde “demokrasi” avantajını kazandırmaktadır.

Rejim tartışmaları bağlamında, AKP’nin, hukuki kurumlarla gerilimli bir ilişki sergilediği dönemler olsa bile parti, anayasal süreçlerde ısrarcıdır. Erdoğan’ın parti çıkarlarına ters düşen konularda mahkeme kararlarıyla ilgili “Milli iradenin üzerinde bir irade tanımıyoruz” açıklamalarına karşın “hukukun üstünlüğünü savunuyoruz” tavrında olması buna işaret etmektedir. AKP, hukuk aracılığıyla piyasayı düzenlediği gibi yine —parti içinden veya dışından— yükselen muhalif hareketleri bastıracak aygıtları hukuk içerisinden tanımlamakta; gerektiğinde toplumsal maliyeti hukuki yapılara/mahkeme kararlarına havale ederek, riskleri bölüşmektedir. AKP’nin, diktatöryel ve monokratik rejimlerle örtüşen, HSYK, Danıştay veya Anayasa Mahkemesi gibi kurumların yargı kararlarına uymadığı olaylara karşın, hukuki sistemleri “askıya alma” stratejisi yerine ya kurumları ya da hukuki kuralları veya teamülleri dönüştürme yoluna yöneldiği görülebilir. HSYK seçimlerinde olduğu gibi, devlet iktidarında belli bir hacme sahip fraksiyonu tasfiye konusunda, pratik çıkarlar ağır basmakta, parti ideolojisi nedeniyle ittifak sağlanamayacağı düşünülen kesimler, kurumların kontrolü için bir araya gelebilmektedir.

Hukukun devlet iktidarı tarafından operasyonel bir araç olarak kullanıldığı durumlar, her olay karşısında beklenilen sonucu vermemektedir. Egemen kitle partisinin farklı sınıf fraksiyonlarını fiili olarak kontrol edemediği hegemonya bunalımı dönemlerinde, sınıfsal karşılaşmalar ve çatışmalar sıklaşır. Fraksiyonların güç kapasitelerine oranla yaşanan çatışmalar hukuk üzerinde katılaşır. Hukuki yapının tekilleştirildiği ve şahsileştirildiği aşamada, hukuk, artık çatışmaları uzlaştırabilecek yahut sonlandırabilecek özelliğini kaybederek, “hukukun krizi” diyeceğimiz evreye geçer. Bilhassa kapitalistler ve yönetici sınıflar açısından toplumsal maliyeti artan bu süreçte, devlet biçimi olarak anayasal diktatörlük, hem demokratik normativitenin sağlayanı, hem de kapitalistlerin piyasa üzerindeki tahakkümünün garantörü işlevini yürütür.

Rejimlerin Farklılıkları ve Akıbeti

Tipik bir diktatörlükten farklı olarak istisnai olma özelliğini anayasal ve yasal süreçlere referansla sınırlayan anayasal diktatörlükler, faşist rejimlerin başlıca görünümleriyle benzeşir. Hali hazırda, gerek Enternasyonel’in 7. Kongresi’nde Dimitrov’un yaptığı tanım, gerek Poulantzas’ın faşizmin analitik tahlilinde ortaya çıkan bir realite vardır: Her liberal kapitalist devlet içinde “faşistleşme eğilimleri” barındırır ve basit bir iktidar el değiştirmesi yoktur; bizzat, devlet biçimi değişir. Faşistleşme sürecinin temel motiflerinin saptandığı bu yaklaşımlardan hareketle “anayasal diktatörlük” ve “faşizm ve diktatörlük” yorumları arasında kısa bir mukayese yapılabilir: Her ikisi de, egemen sınıfın ve yönetici sınıfların ideolojik bunalımı olduğu gibi hegemonya istikrarsızlığı ve yetersizliği dönemlerini paylaşmaktadırlar. Her ikisinde de, tekil ve/veya çoğul sınıf hegemonyası empoze edilemediği gibi, yapısal veya öz-çelişkilerden kaynaklı ideolojik bunalımlar kendi başlarına aşılamamaktadır. Her ikisinde de, burjuvazinin siyasal bunalımını aşmak için yargılama sistemi, kamu şiddeti veya paramiliter yapılar gibi savunma ve saldırı stratejisine başvurulur. Hukuksal konum, düşman ve suçlu ayrımının muğlâklaştırılması üzerine kurulur; yönetici veya kapitalist sınıfları tehdit eden karşı-hegemonik unsurlar —düşman ceza hukukunda olduğu gibi— “iç düşman” olarak terörle mücadele kapsamında nitelenebilir.

Ne var ki kritik bir eşik söz konusudur: Faşizm, iktidara geliş sürecinden farklı olarak konsolide olduğu dönemde gerek iç-propaganda niteliğindeki mitoslarla, gerek fiili işgal siyasetiyle, gerek iç ve dış düşman imgesi yaratarak toplumun büyük çoğunluğunda mobilizasyon sağlayarak, süreklilik gösteren bir rejimdir. Faşizm “siyaseti sonlandırılmayan bir savaş” mantığında iktidarın merkezine yerleştirir. Anayasal diktatörlük ise, kamu şiddetini ve yargılama usullerini, istisnai durumun fabrika ayarlarına dönmesine dek işlevselleştirir ve bu süre zarfında yönetici sınıfı anayasa ile sınırlandırır. Güncel versiyonunda ise anayasal diktatörlük, istisnai durumlara özgü değildir, güçlü devleti anayasal sınırları içerisinde sürekli kılmaya işaret eder ve bu anayasanın sınıfsal içeriği serbest piyasanın ilkeleri tarafından belirlenmiştir.

Sonuç olarak, AKP rejimi devlet şiddetini ve hukuki şiddetini sonuna dek kullanmaktadır; ancak bir yandan sürekli hukuki düzenlemelerine yaslanmaya devam etmekte ya da başta anayasa olmak üzere hukuk sisteminin dönüştürülmesi için çabalamaktayken, diğer yandan hukuku bir şiddet aracına dönüştürmektedir. Belli bir tarihsel ve toplumsal dönemdeki güçler dengesinin göstereni olarak anayasayı değiştirme iktidarın esas hedefidir. Çünkü şu anki koşullar içerisinde eylemlerinin, uygulamalarının ve kurallarının anayasaya göre “hukuksuz” olduğunun farkındadır ve bu “hukuksuzluk”un kendisi, iktidar koşullarının altını oymaya devam etmektedir. Elbette iktidarın dümenini faşizme doğru kırmayacağının bir garantisi de yoktur.

birgün



Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
solcu
[ kemal ]

Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 24.01.2014
İleti Sayısı: 1.709
Konum: Ankara
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder


Cevap Yazan: solcu
Cevap Tarihi: 08.11.2014- 01:58


İlk genel seçimde AKP bugünkü sayısına ulaşsın ihtiyacı olan anayasa değişikliklerini de yapacaktır. Başka türlü bu kadar yolsuzluk, rüşvet, usülsüzlük, talan, anayasa ihlallerinin altından kalkamaz. Eli mahkum.




Yeni Başlık  Cevap Yaz



Forum Ana Sayfası

 


 Bu konuyu 1 kişi görüntülüyor:  1 Misafir, 0 Üye
 Bu konuyu görüntüleyen üye yok.
Konuyu Sosyal Ortamda Paylas
Benzer konular
Başlık Yazan Cevap Gösterim Son ileti
Konu Klasör AKP yeni bir rejim kuruyor ayhan 1 4277 11.01.2016- 18:27
Konu Klasör Pelikan darbesi; Erdoğan'ın anayasal suçu! ayhan 0 2995 11.05.2016- 22:07
Konu Klasör Prof. İbrahim Kaboğlu: Anayasal darbe sürecindeyiz denizcan 5 4505 28.02.2015- 05:32
Konu Klasör Bugünkü rejim: Betimlemeden analize... melnur 0 934 04.05.2021- 07:38
Konu Klasör Sınıf mücadelesi, rejim kavgası... melnur 0 2719 10.01.2018- 10:21
Etiketler   Yeni,   rejim,   Anayasal,   diktatörlük,  
SOL PAYLAŞIM
Yasal Uyarı
Sitemiz Bir Paylasim Forum sitesidir Bu nedenle yazı, resim ve diğer materyaller sitemize kayıtlı üyelerimiz tarafından kontrol edilmeksizin eklenebilmektedir. Bu nedenden ötürü doğabilecek yasal sorumluluklar yazan kullanıcılara aittir. Sitemiz hak sahiplerinin şikayetleri doğrultusunda yazı ve materyalleri 48 Saat içerisinde sitemizden kaldırmaktadır.
Bildirimlerinizi info@solpaylasim.com adresine yollayabilirsiniz.
Forum Mobil RSS