SolPaylaşım  
Ana Sayfa  |  Yönetim Paneli  |  Üyeler  |  Giriş  |  Kayıt
 
OTURUYORSAN KALK; AYAKTAYSAN YÜRÜ; YÜRÜYORSAN KOŞ!
Yurt ve dünya sorunlarına soldan bakan dostlar HOŞGELDİNİZ .Foruma etkin katılım yapabilmeniz için KAYIT olmalısınız.
Yeni Başlık  Cevap Yaz
Sabiha Sertel ve demokrasi treni           (gösterim sayısı: 3.651)
Yazan Konu içeriği
Üye Profili boşluk
umut
[ umut yarın ]
Yasaklı
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 12.09.2013
İleti Sayısı: 3.105
Konum: Gizli
Durum: üye uzaklaştırılmış
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder


Konu Yazan: umut
Konu Tarihi: 21.12.2014- 22:33


Sabiha Sertel ve demokrasi treni - MEHMET BOZKURT

Tatlı dilli konuşkan kadınlara “dudu dilli” deniliyor. Başka anlamları da var; temsil, “papağan” bunlardan biri. Nedendir bilemiyorum ama   Ermeni kadınlara da “dudu” denildiği yazıyor   sözlüklerde… Peyami Safa’nın …

Şimdi Peyami dedim ya aklım onun daha gara erişmeden   trenden atlayışına takılıp kalıyor.   Şimdi pek haklı olarak,   “tren” de   nereden çıktı diyebilirsiniz. Şuradan çıktı:   Nazım’ın, Peyami’nin romancılığını pek takdir ettiği   sır değil. “Dokuzuncu Hariciye Koğuşu”nun yazarını   sol saflara çekip kazanmak   için epeyce mesai sarf ettiği de biliniyor. Sabiha Hanım anılarında bu “mesailerin” birine tanıklık ettiğini yazıyor ve devamında Peyami’nin Nazım’a söylediklerini aktarıyor:

“Seninle bir trene bindik,beraber seyahat ediyoruz,ben demokrasi durağına kadar seninle beraberim ondan sonrası için Allaha ısmarladık.” (Roman Gibi,Belge Yayınları,s.118).Güzel,mükemmel bir yol arkadaşlığı! Başka kaynaklarda da var ama madem Sabiha Hanımla başladık oradan aktaralım:

“…Fakat Peyami demokrasi durağına varmadan trenden indi, harp yılları içinde Hitler’in arabasına bindi. Faşizmin,ırkçılığın,Hitler’in en büyük savunucusu oldu.”(s.119)

Sabiha hanım zarif kadın, “indi” demesine bakmayın. İnmiyor Peyami, atlayıp kaçıyor. Önceleri Sabiha Sertel’in Resimli Ay dergisinde yazılar yazan,ve onu “Türk matbuatının kraliçesi” ilan edip yere göğe sığdıramayan;   Nazım’la canciğer ahbaplık kuran   Peyami’nin, gara girmeden   trenden atlaması sonrasında sığındığı   Cumhuriyet gazetesinde,   Sabiha Sertel için yazdığı aşağılık   küfürnamelere eşlik eden karikatürlerin altına düşülen yazıdır “Bolşevik dudusu.” Yetmiyor. “Eli maşalı Çingene” sözü de “tahşiye” olarak düşülüyor. Ben de bu arada “tahşiye”yi cümle içinde kullanma fırsatını yakalamış oluyorum …Sonrasını Sertel yazıyor:

“Bütün hayatımda mahkemelerde hep suçlu olarak sanık sandalyesinde oturtulmuştum. Hayatımda ilk defa davacı sandalyesine oturdum…” (s.209)

“Tahşiye” işe yarıyor. Davacı oluyor. Ne ki gazetenin sahibi Yunus Nadi milletvekili. Dolayısıyla dokunulmazlık kispetini kuşanmışta gazetecilik aleminin baş pehlivanı olarak dolanmakta... Yazı işleri müdürü desen imzasız basılan yazılardan sorumlu olmasına sorumlu ama, o da hakaretnamelerin yayımlandığı günlerde yorgan döşek yattığına dair doktor raporunu delil olarak sunmuş, ben yoktum çocuklar acemilik etmiş diyesi. Bu durumda yani ne yapsaydı iddia makamı şifa dilemekten başka. Diliyor ve ne demek,elbette hafifletici   neden,   az pir para cezasıyla kurtuluyor yazı işleri müdürümüz .Sabiha hanım anılarında devam ediyor: “Peyami böylece gizlendiği perdenin arkasında kalıyordu(…) Eğer bu hakaretleri ben yapmış olsaydım yerim mutlaka Sultan Ahmet Cezaevi’ydi”(s.209)

Sabiha Sertel yazmamış. Belge ve tanıklıklar gerektiren bir konu ama yine de kararı duyan Peyami Safa’nın “yaşasın demokrasi” diye bağırdığını tahmin etmek hiç de güç değil.  

***

Kocası Zekeriya bir yana ama çetin bir kadın olduğu anlaşılıyor   Sabiha Sertel’in. Yaman bir anti-faşist. Adeta tek başına savaşıyor basın dünyasında . Almanya’da faşizmin zirveye çıktığı günlerde,Türk hükümeti Almanya’nın cephedeki zaferlerini takdirle karşılar, handiyse bütün basın Hitler’i alkışlarken o   Hitler’in propaganda bakanı Goebbels’i   bile kudurtuyor yazdıklarıyla.   “Bu sıralarda ,İstanbul’a gelen bir Alman kadın gazeteci,beni matbaada görmeye geldi” diye başlıyor ve devam ediyor Sertel. Ediyor etmesine de devamı kötü. Devamında “dilinin kesileceğini” öğreniyor. Şöyle: “…Sizin yazılarınız Almanya’da çok fena akisler yapıyor. Goebbels’in size selamı var,’eğer bir elime geçerse dilini keseceğim’diyor.” Sabiha Sertel,dediğim gibi zarif kadın,Allahın selamını almazlık etmiyor, alıyor ve kendisi de selam gönderiyor: “ Sen de selam söyle, dilimi kesinceye kadar faşizmle mücadele edeceğim!”(s.273)  

Goebbels kesemiyor. Hüseyin Cahit Yalçın kesiyor. Sertel’in dili olan Tan Gazetesi Hüseyin Cahit Yalçın’ın çağrısıyla yakılıyor. Çok önceleri kendi gazetesi yakılan Hüseyin Cahit Yalçın bu defa başka bir gazetenin yakılması için fetva yayımlıyor   gazetesi Tanin’de, şu kadarcık olsun utanmadan. “Kalkın ey ehli vatan” diye başlıyor. Böyle deyince kalkılır. Kalkılıyor: “… Kalkın ey ehli vatan. Mücadele başlıyor. Ve başlamak lazım. Çünkü en azgın ve insafsız bir propagandanın, Türk vatandaşlarının ruhuna her gün yakıcı, yeis verici, ümit kırıcı bir propagandanın zehrini dökmesine müsaade edemeyiz…”

Etmiyorlar. Yakıyorlar ve Sabiha Hanımın dilini kesmiş oluyorlar. Tan yakılırken, Sertel’in Görüşler Dergisi’nin de dilini kesmeyi unutmuyorlar. Zira Görüşler için, izninizle ikinci kez elime geçen bu fırsatı da değerlendirmek istiyorum, bir “tahşiye” yazıyor Hüseyin Cahit.

Sonra ne mi oluyor?

Karı-koca Serteller tutuklanıyor!

***

Tamam tek parti dönemi, şu, bu ama…Matbuatın durumu şimdi çok mu farklı? İnsanın Herkesin demokrasisi kendine diyesi gelmiyor mu?

***

Hem ayrıca bildiğiniz gibi, demokrasi denilen şey bir duraktır. Biz zaten ailecek bu misali çok severiz ve tren duraklarına gar deriz. Tren dediğinde binilen ve inilen bir şeydir. Binilir, tren bir garda durur ve inilir, “a burası neresi inmeyecektim” denilir ama artık inilmiş tren kaçmıştır. Yenisi gelir tekrar binilir. Tıkır da tıkır giderken bu defa tren makas değiştirir, hatlar karışır, karışınca kafa da karışır ters yöne giden trene binilir, oraya derken şuraya gidilir. Şuraya gidenler, ”saflığımdan yararlandılar beni kandırdılar” diye ağlarken; buraya gidenler “yemin ederim bana bonzai çektirdiler kendimde değildim” diye dövünürler. Gara gelmeden atlayıp   sıvışanları da unutmamak gerekir. Aslında öyle bir durak neden var ki diye insanın sorası gelir.

Fesuphanallah gördünüz mü   tren yine kaçtı!

https://haber.sol.org.tr/yazarlar/mehmet-bozkurt/sabiha-sertel-ve-demokrasi-treni-103543




Bu ileti en son melnur tarafından 05.12.2021- 04:42 tarihinde, toplamda 1 kez değiştirilmiştir.
Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
melnur
[ Gelenek ]
Kurucu
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 02.08.2013
İleti Sayısı: 10.955
Konum: İstanbul
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder

50 kere teşekkür edildi.
36 kere teşekkür etti.
Cevap Yazan: melnur
Cevap Tarihi: 05.12.2021- 04:39


4 Aralık 1945 Tan baskını: ‘Hani bunun çekici’ - MEHMET BOZKURT


Saldırılar başlıyor. Moskova’yla işbirliği yapmakla suçlanıyor. Gazetelere göre Sabiha Hanım’ın istediği rejim komünizmdir ve komünistler onu o kadar çok sevip desteklemektedir ki...

Resim Ekleme

4 Aralık 1945 tarihli Cumhuriyet gazetesi okuyucuların karşısına birinci sayfadan şu başlıkla çıkıyor:

“Bizim yoldaşlar nihayet maskelerini attılar!"

Devamını kendi üslubumla aktarıyorum:

Elinde Görüşler dergisi olduğu halde gazete ofisine bir delikanlı alı al, moru mor heyecanla giriyor. Dergiyi toplantı halinde olan yazarların oturduğu masanın üzerine atar gibi koyuyor. “Bakın” diyor. Bakıyorlar. Masada gazetenin sahibi ve başyazarı Yunus Nadi de var mıydı bilemiyoruz ama olanlar bakıyor. Uçan kuşun kanadından hile sezmek bu olmalı, delikanlı “Görüşler”in başlığını ters çeviriyor ve parmağını üzerine bastırıyor. Bastırınca da “G” harfinin esasında bir harf olmayıp basbayağı bildiğimiz orak olduğunu dehşetle görüyor orada bulunan hazirun. Ve böylelikle ve pek doğal olarak “Görüşler”in maskesi düşmüş oluyor. Heyecanını yenmekte zorlanan delikanlı bu defa merak unsurunu da katıp soruyor:

“Hani bunun çekici?”

Evet…Hadi bakalım “Bir kuş gördüm kanadını nallatır bunun cevabını verin şimdi?”

Cevabını veriyorlar: Tan gazetesi…

Tan 1936’da yayın hayatına başlamış bir gazete. İlk sahibi Ahmet Emin Yalman. Kısa bir süre sonra gazeteyi kardeşi Rıfat Yalman ve Zekeriya Sertel devralıyor. Yazarları arasında Zekeriya Sertel’in karısı Sabiha da bulunuyor ve “Görüş” adını verdiği köşesinde zaman zaman yazıyor. 1940’lara doğru olmalı, Rıfat Yalman gazeteyi tümüyle Zekeraya Sertel’e bırakıp çekilince evvelce yazı kadrosunda bulunan Burhan Felek, Refi Cevat Ulunay ve Refik Halit gibi sağcı muhafazakar yazarlar gazeteyi bırakıyor. Gazete karı-koca Sertellerin sahipliğinde savaş karşıtı, ilerici, sol eğilimli bir politika gütmeye ve bu doğrultuda yayın yapmaya başlıyor.

Savaş döneminde Türkiye’de matbuatın bir kısmı Alman yanlısı bir tutum izlerken, savaş sonrasında hemen tümü Sovyetler Birliği ve sosyalizm karşıtlığı üzerinden bir cephe kuruyor. Artık Üçüncü Büyük Savaş başlamıştır ve buna Soğuk Savaş diyoruz. Türkiye güttüğü siyaset ve matbuatının diliyle Amerika’nın başını çektiği anti-komünist Soğuk Savaş Cephesinin “uçbeyliğine”soyunuyor. İşte Tan bu noktada doğuyor. Gerici cephenin karşısında adeta tek başına yer tutuyor. Karı-koca Sertel’ler… Şimdi karı-koca dedim ya, doğruya doğru, Zekeriya biraz çekinik ve pısırık gibi ama karısı Sabiha kılıç gibi, yılmaz bir savaşçı ve yaman bir kadın…

Hatıralarının bir yerinde gazetesi Tan ile hükümet arasındaki kavganın, buna “meydan muharebesi” diyor, 6 Mayıs 1945 tarihinde yazmış olduğu bir yazıyla başladığını yazıyor Sabiha Sertel. Yazının başlığı, “Nihayet Dilimi Kesemedi.”

Sertel yazısında 1937 yılında bir Alman gazetecinin kendisine Goebbels’in selamını getirdiğini ve bir gün eline geçtiğinde dilini keseceğini belirttiğini yazıyor ve şunları ilave ediyor:

“Goebbels o zamanlar dilimi kesemedi fakat Ankara Caddesi’ndeki köpeklerini üzerime saldı.”

Sabiha Hanım böyle yazınca çileden çıkan Basın Birliği Başkanı Hakkı us “Babıâli köpeklerinin kimle olduğunu “soruyor. Bunun üzerine Sabiha, 26 Mayıs 1945 tarihli Tan’da Hakkı Us’a cevaben şunları yazıyor:

“1933 ‘ten itibaren Ankara Caddesi’ndeki gazetelerle,dergilerle, broşür ve kitaplarla bir faşizm propagandası başlamıştı. Bu propagandacılar faşizmin her taktiğini kullanarak Türk genel efkârını faşist Almanya ile beraber harbe sokmak için çalışmaya başladılar(…) Bana ‘ dönme’,’ Bolşevik dudusu,’vatan haini’ diye haykırdılar. Ben gazete sütunlarında mahkeme salonlarında bana bir köpek gibi saldıran faşistlere karşı konuştum. Fakat zatıâliniz sustunuz(…) O günlerde neredeydiniz? Ben de bir basın emekçisiyim.”

Meydan savaşıdır.

Hükümet ve özellikle de Başbakan Saraçoğlu’nu arkasına almış olan Tasvir, Vakit, Akşam,Tanin, Ulus, Cumhuriyet,Vatan gazeteleri aynı anda ve hep birlikte saldırıya geçiyorlar. Meydan savaşıdır. Sabiha Sertel kuşatılıyor. Henüz yenice yayın hayatına başlamış Görüşler dergisi ile Tan gazetesine savaş açılıyor.

Siyasetçisi, romancısı, şairi, gazetecisiyle deve dişi gibi adamlar; Hüseyin Cahit Yalçın, Burhan Felek, Refik Halit Koray, Cihan Baban, Nadir Nadi, Asım Us, Falih Rıfkı Atay, Peyami Safa, Orhan Seyfi Orhun, Ziyyad Ebuzziya…

Tasvir gazetesinin Orhan Seyfi ya da Peyami Safa olmalı, bir tasviri var, hani şairler ya, ne yalan söylemeli küfür niyetiyle yapılmış olsa da pek şairane ve pek hoş:

“Gelincik kırmızısı renkte elbise gitmiş, eli kızıl bayraklı hanımefendi!”

Tasvir’in manşeti bu oluyor. Saldırılar başlıyor. Moskova’yla işbirliği yapmakla suçlanıyor. Gazetelere göre Sabiha Hanım’ın istediği rejim komünizmdir ve komünistler onu o kadar çok sevip desteklemektedir ki, Tan gazetesinin kâğıdını bile Moskova göndermektedir. Hele Ziyyad Ebuzziya bundan hiç kuşku duymamaktadır…

Vakit mi, en çirkini, günümüzün Akit’idir. Sabiha Hanım’ı yazıyor:

“Ayıp yerlerini açıp ortaya çıkıvermiş bu mütereddi (soysuz) tasavvur ediniz; beyaz başörtülü hanım nineler bu çirkin manzarayı nasıl bir çığlıklarla karşılarlar, nasıl elleri ile gözlerini kapatırlarsa biz de Tan köşesinde bir Sulukule kuran bu kalem şirreti önünde tiksinti duyuyoruz, o utanmıyor biz utanıyoruz.”

Gazeteye fiili saldırının fitili 3 Aralık 1945 günü Hüseyin Cahit Yalçın’ın Tanin gazetesindeki yazısıyla ateşleniyor. Tanin gazetesinin o günkü “Kalkın ey Ehli Vatan” manşeti aynı zamanda Cahit Yalçın’ın yazsısının da başlığı oluyor. Hüseyin Cahit Yalçın Tan ile birlikte ilk sayısı henüz çıkmış olan Sabiha Sertel’in “Görüşler” dergisini hedefine alıyor. O da harflerin gizini çözmekle uğraşan Hurufiler takımından olmalı ki Görüşler’in “G” harfindeki hinliği keşfeden okuyucunun hissiyatı, bu defa derginin kapağındaki resmi gören Hüseyin Cahit Yalçın’ın kalbinde vuku buluyor. Gördüğü harf değil ama olsun, demir resminin de bir gizemi vardır ve çözüyor. Hurifi olmalı:

“Bayan Sertel’in “Zincirli Hürriyet makalesini gördüğüm zaman sahifeyi süsleyen bu kıpkızıl demirlerle bize nasıl bir hürriyet hazırladıklarını derhal anladım.”

Eh, anladı ya bu bir tenakuz durumudur. Hal böyle olunca: “Kalkın ey Ehli Vatan!”

Kalkıyorlar.

Aylardır yazdıkları yazılarla, attıkları manşetlerle kışkırtılan ve çoğunluğunu üniversite öğrencilerinin oluşturduğu kalabalık gruplar farklı noktalardan hareketleniyorlar. İstanbul Dünya Savaşı’nın başından itibaren Sıkıyönetim altındadır. Buna rağmen sayıları binleri geçen kalabalığın Babıâli ve Beyoğlu’na doğru ellerinde kazma,balyoz, balta ve sopalarla ve sloganlarla yaptıkları yürüyüşün engellenmediğini okuyoruz. Sertel anılarında hükümet kuvvetlerinin sadece seyretmekle yetindiğini yazıyor.

İlkin Tan gazetesinin idarehanesini kuşatıyorlar. Camı çerçeveleri indirmeleri fazla zamanlarını almıyor. Matbaa kısmına arka duvarını delerek giriyorlar. Buldukları her şeyi, dizgi makinelerini, mürettiphane kasalarını, telefonları ve radyoları parçalıyorlar. Bunları da Sertel’den öğreniyoruz. ikinci gün yayınlanan gazetelerden Akşam, saldırgan bir grubun kağıt bobinlerini Sirkeci’ye kadar yuvarlayarak götürdüklerini yazıyor. Biz buna güruhun yuvarlarken epeyce eğlenmiş olabileceğini ilave ederek katkıda bulunabiliriz. Adı Tan olan bazı dükkânlar da var. Tabii ki onları da tahrip diyorlar ama Karaköy’de adı Tan adlı mezeci dükkanın sahibi Petro’nun aceleyle “T” yi “C” yaparak dükkanını kurtardığını Sabiha Sertel’in anılarından okuyoruz.

Tan’la başlıyorlar Tan’la bitmiyor. Kan değiyor ağızlarına. Deyimdir. Duramıyorlar. Yeni Dünya, La Turguie, gazete ve matbaaları ile ABC, Berrak ve bazı başka kitapevlerinin vitrinleri kırıldıktan sonra kitaplar parçalanarak sokağa atılıyor. Yakıp yıktıkları yerleri terk ederlerken “Kahrolsun Komünistler”, Kahrolsun Serteller”, “Yaşasın demokrat Türk milleti” yazılı pankartlar bırakmayı da ihmal etmiyorlar. Bunların tümü Sıkıyönetim altındaki İstanbul’da yaşanıyor.

Yaşanıyor. Bitiyor.

Akşam gazetesi sahibi Necmeddin Sadak iki gün sonraki yazısına “Türk milletinin heyecanlı gösterisine dünya hayran kalmıştır” başlığını atıyor. Faşisttir

Ankara’dan yayın yapan Ulus gazetesinde Falih Rıfkı Atay “İstanbul’da nümayiş” başlığını atıyor yazısına. Ona göre suçlu yazılarıyla gençliği tahrik eden Sabiha Sertel’dir ve “bu eylem milli duygulara karşı yapılan saldırılara gençliğin heyecanlı bir tepkisidir.” Burada söz konusu gazete Ulus, yazan Falih Rıfkı Atay olunca, bunu hükümetin olaylardan sonra bir açıklaması olarak kabul edebiliriz.

Yukarıda bir yerde gazete ve gazetecileri zikrettim tümünün de yapmış olduğu açıklamalar bu doğrultudadır. Hepsinin de Ahmet Emin Yalman’ın Türk gençliğinin hayırlı bir iş yaptığı ”fikrine farklı üsluplarla da olsa katıldıkları görülmektedir. Onlara göre milli duygulara saldıran Tan’a gereken cevap verilmiştir. Gençliğin bu“vakarlı ve heyecanlı eyleminden “memnuniyet” duyulmalıdır.

Sonra?

Basın tek ses oluyor. Elbette bu türden olaylarda bazı tutuklamalar beklenir. Beklenen oluyor. Karı-koca Sertel’ler tutuklanıyor… Ve bir yıla kalmadan Türkiye Sosyalist Emekçi ve Köylü Partisi ile Türkiye Sosyalist Partisi kapatılıyor. Sen sağ ben selamet. Vesselam!

Not: Bu yazıda Sabiha Sertel’in, “Roman Gibi” anı kitabıyla (Belge,1987), Ayla Acar’ın “Basında Tan Olayı” yazısı (https://dergipark.org.tr) kaynak olarak kullanılmıştır.

https://haber.sol.org.tr/yazar/4-aralik-1945-tan-baskini-hani-bunun-cekici-319939




Bu ileti en son melnur tarafından 05.12.2021- 04:42 tarihinde, toplamda 1 kez değiştirilmiştir.
Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
melnur
[ Gelenek ]
Kurucu
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 02.08.2013
İleti Sayısı: 10.955
Konum: İstanbul
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder

50 kere teşekkür edildi.
36 kere teşekkür etti.
Cevap Yazan: melnur
Cevap Tarihi: 05.12.2021- 04:52


Dünü bugünüyle Tan Baskını: Filipin demokrasisinin 31 Mart’ı


'Sağ iktidara karşı yine sağın muhalefet tekeli ilan etmeye çalıştığı, zincirlenmiş Türkiye siyaseti, bugün de tarihsel mirasına lâyık bir bağımsız sol siyaseti çağırıyor.'

Resim Ekleme
BARIŞ ZEREN

Zekeriya ile Sabiha Sertel: Ziya Gökalp’in, Halide Edip’in tedrisatından geçmiş, Osmanlı’nın son döneminde yıkımın içinden doğan yeniyi görebilmiş iki parlak aydın. Siyasi inkılabın “ictimai inkılapla” yani sosyal devrimle tamamlanması gerektiğine ikna olarak sosyolojiden sosyalizme kaymış, daha cumhuriyet öncesinde kadın hürriyeti başta olmak üzere, en “aykırı” fikirleri sistematik olarak işlemiş, cumhuriyetin ilk yıllarında Resimli Ay dergisiyle Türkiye’de yayın yaşamını değiştirmiş iki yenilikçi. Belki en çarpıcısı, bu dergideki “Putları yıkıyoruz” kampanyasıyla Nâzım Hikmet ismini Türkiye siyaset ve kültür yaşamına kazandırmış iki devrimci akıl. Bu iki isme ve çıkarmaya giriştikleri Görüşler dergisine yönelik “Tan baskını” olarak bilinen kitlesel linç, Türkiye’nin bütün bir “demokrasi” ve çok partili yaşamına sinmiş “ilk günahı” olup sola bu “demokrasideki” misyonunu da anımsatıyor.

4 Aralık 1945 Salı günü İstanbul’da sayıları on bini bulan kalabalık İstanbul Üniversitesi önünde toplanıp “kahrolsun komünizm! Yaşasın İnönü! Kahrolsun Serteller!” sloganları atarak, muhalif yayınlar çıkaran Tan ve La Turquie matbaalarını yerle bir ettiler. Linççi kitlenin başını İstanbul’un sağ-milliyetçi öğrenci grupları çekiyordu. Özellikle, Sabiha Sertel’i ellerindeki kırmızı boyalarla boyayıp İstanbul sokaklarında gezdirmeyi planlamışlardı. Ortaçağ’dan fırlamış bu kara güruh Cağaloğlu-Beyoğlu hattında öyle bir terörle hedeflerini arıyordu ki, hasbelkader ismi Tan olan dükkanların sahipleri bile alelacele tabelalarını değiştirmeye çalışıyorlardı. Sonradan İslamofaşist düşüncenin simgesi sayılacak Necip Fazıl’a sokaklarda selam yollayan kitle Cumhuriyet Halk Partisi yönetimince yönlendirilmiş, desteklenmiş, nihayet, korunmuştu. Sertel, “benim gazetemi talebe değil, polis dağıttı” sözleriyle bunu anacaktı.

“Ey Türk faşisti!
Birinci vazifen, Türk matbaalarını yıkmak, makineleri ısırmak, demirleri dişleyip duvarlara asmaktır. Mevcudiyetinin yegane temeli gazeteleri çamurlara serip, üzerinde ağzın köpürünceye kadar tepinmektir. Bu temel, partinin hazinesidir.”
Aziz Nesin


Olayın ateşi öncelikle basında harlanmıştı ama asıl fitili yakan, 3 Aralık tarihinde Hüseyin Cahit Yalçın’ın “Kalkın ey ehl-i vatan!” başlıklı provokatif yazısıydı. İlginçtir, Hüseyin Cahit, bu provokasyonuna zamanında Namık Kemal’in istibdada karşı çağrısına attığı başlığı seçmişti. 1908 Anayasa Devrimi’nin bu parlak kalemi, İttihat ve Terakki’nin bir dönem ideoloğu olan, Kurtuluş Savaşı’nı, inkılapları, İkinci Dünya Savaşı’nı liderlik kadroları içinde yaşamış böyle bir kalemin, Türk aydınının bu ilk manifestosunu şimdi bir grup aydını kara güruha linç ettirmek üzere kullanacak duruma düşmesi siyasal dersler barındırır. Dahası, Tan gazetesinin yöneticilerinden Halil Lütfi’nin çarpıcı saptamasıyla, 31 Mart 1909’da benzer bir güruh tarafından gazetesi dağıtılmış, matbaası parçalanmış aynı Hüseyin Cahit, 4 Aralık 1945’te “Bunları susturmak için, cevap vermek hükümete düşmez. Söz eli kalem tutan gazetecilerin ve hür vatandaşlarındır” sözleriyle başka bir gazeteyi böyle bir irtica güruhuna hedef göstermişti.

Peki neydi bu karanlık tezgâhın arka planı? Neden CHP yeni bir 31 Mart tertibi içine girmişti? Neden Türkiye’de çok övünülen demokrasi sayfası böyle bir kara lekeyle açılmıştı?

(...)
düşünen insana düşman,
vatan ki bu insanların evidir,
sevgilim, onlar vatana düşman...
Nazım Hikmet, linççilere 5 Aralık 1945 günü Bursa Cezaevi’nden bu şiirle yanıt veriyordu.

Birinci neden, İnönü cumhurbaşkanlığındaki yönetimin, doğmakta olan Soğuk Savaş düzenine ABD yanında dahil olma hevesiydi. Yeni ABD Başkanı Truman’ın SSCB’ye karşı kamplaşma politikası, İkinci Dünya Savaşı sonrası dünyada yalnızlaşma tehlikesiyle karşı karşıya kalan hükümet için fırsat yaratmıştı. Türkiye’nin komünizm tehdidi altında gösterilmesiyle Batı kampından hem –uzun süredir arzulanan– siyasal destek hem de –Truman doktrini çerçevesinde– mali yardım alınabilecekti. Bu yüzden, Tan Baskını, aynı yılın Mayıs ayından itibaren yükseltilen “Stalin’in toprak talepleri” propagandasıyla başlayıp DTCF tasfiyelerine, oradan Sabahattin Ali’nin öldürülmesine uzanan antikomünist seferberlik zincirinin kitlesel halkasıdır.

Sağdan İbaret Siyasal Yaşam Arzusu

Ancak bu ikinci 31 Mart’ta daha az değinilen bir başka güdü vardır ki konunun bu yönü hem daha az işlendiği hem de bugüne ışık tuttuğu için anlatılmaya değerdir. Söz konusu güdü, Türkiye’de çok partili yaşam içinde egemenlerin çeşitli nedenlerle bastırılmış arzusu olarak kalmış ve ancak cumhuriyetin tamamen çökertildiği AKP döneminde doruk noktasına varmıştır: sağ partilerden ibaret bir siyasal yaşam, ya da Taner Timur’un anımsattığı deyimle, Filipin Demokrasisi.

Gerçekten de, İnönü icazetiyle açılan bu “demokrasi” kapısı, sol harekette on yıllar sonra Türkiye siyasetine açıktan müdahil olabileceği umudunu doğurmuştu. Bu umutta gerçeklik payı vardı. Artık çok partiye geçişi yönetecek olan CHP hükümetinin toplumsal meşruiyeti zayıflamış, başka parti girişimleri bir yana, CHP içinden Bayar-Menderes ekibi Demokrat Parti’yi kuracak kopuş hareketine başlamıştı. Bayar-Menderes ekibi tek parti yönetiminden bunalan emekçi kitleler nezdinde de hızla destek bulmaya başlamışlardı. Kendileri toprak sahipleri ve ticaret sermayesinin doğrudan temsilcileri gibi davransa da, Bayar-Menderes ekibi, 1930’larda Serbest Fırka’da olduğu gibi emekçilerin büyüyen ilgisine ve taleplerine yanıt verme ihtiyacı duyuyorlardı. Bu yüzden, en azından başlangıçta, sol fikirleri de bu yeni oluşuma dahil etme imkânlarını yokluyorlardı.

Bayar-Menderes ekibiyle Serteller Grubu’nun arasındaki bağlantıyı Tevfik Rüştü Aras’ın kurduğu söylenebilir. Demokrat Parti’nin ilk programı Sertel çevresiyle Celal Bayar, hatta Adnan Menderes’in dahil olduğu toplantılarda tartışılıyordu. Zekeriya Sertel, Bayar ve Menderes’le “aynı kazanda kaynayamayacağını” söylüyorsa da, bu siyasi yükseliş Görüşler dergisinin kuruluşuyla boyut kazandı. Aras ile Bayar dergiye yazıyla, hatta finansal olarak katkı verme vaatlerinde bulunmuşlardı. Sonunda, demokratik hak ve özgürlükleri, ileri devletçiliği savunacak ve Türk-Sovyet dostluğunu dış politikanın temeli yapacak bir parti üzerinde ilkesel anlaşma gündemdeydi. Yeni kurulmakta olan partinin programına, sol politika nüfuz ediyor, Menderes, hareketlerini “CHP’den iki parmak soldayız” diye tarif ediyordu. Zekeriya Sertel biraz fazla iyimserlikle Demokrat Parti’yi neredeyse kendilerinin kurduğunu hatıratında söyleyecekti.

Görüşler dergisine yazı vaat edenlerin listesi:


Celal Bayar, Tevfik Rüştü Aras, Fuat Köprülü, Adnan Menderes, Sabiha Sertel, Zekeriya Sertel, Pertev Boratav, Behice Boran, Kemal Bilbaşar, Aziz Nesin, Mediha Berkes, Niyazi Berkes, Hulusi Şerif, Adnan Cemgil, E. A. Müstecepoğlu,, Muvaffak Şeref, Dr. Sabire Dosdoğru, Dr. Hulusi Dosdoğru, Sabahattin Ali, Nail V.
Kaynak: Yıldız Sertel, Susmayan Adam: Babam Gazeteci Zekeriya Sertel (İstanbul: Can Yayınları, 2018), 244.

Bu gelişmeler, CHP iktidarının dikkatini ilk aşamadan itibaren çekti ve CHP’ye yandaş basından yapılan milliyetçi-faşizan propagandayla Bayar-Menderes ekibinin yıldırılması yoluna gidildi. Öyle ki, Metin Toker’e göre "Moskovacılık suçlaması demokrasi tarihimizde ilk defa CHP militanları ve fanatikleri tarafından DP'ye karşı icat edildi. Bunların nazarında DP, Moskova'nın emrindeydi.” Kuşkusuz, Bayar-Menderes ekibi de sol aydınlarla henüz “istikşâfi” aşamada olan ilişkilerinde daha ileri gitmeye, daha kararlı durmaya gönüllü sayılmazlardı, hem sınıfsal çıkarları gereği hem iktidarın yoğun baskısı nedeniyle.

Tan Baskını süreci, Bayar-Menderes ekibinin hızla bu ittifaktan dönme tarihidir. CHP’den gelen ilk sinyaller sonrasında Sabiha Sertel’in Görüşler’e Bayar ve Menderes’in vaat ettikleri yazı desteğini almak için ısrarlı çabaları sonuç vermiyordu. Nitekim, kısa süre sonra Celal Bayar’ın Görüşler dergisiyle ilgisi olmadığına ilişkin demeçleri geldi ve CHP basınından alkışlarla karşılandı. 4 Aralık linçi sonrasında ise, Bayar-Menderes ekibini Sertel grubundan ayırma operasyonu başarılmış oluyordu — muhtemelen Bayar ve Menderes’i de rahatlatacak biçimde. (Sol aşılı sağ bir parti fikrinin uluslararası planda artık geçerliliği kalmamış Roosevelt-Stalin uzlaşmasına yaslandığını ve bu yüzden ölü doğduğunu da belirterek geçelim.)

Acılı Kuşak değil Müdahaleci Sol

Tan Baskını’nın arka planı sol hareketin bu dönemki tarihine ilişkin bakışımızı revize etmeyi gerektiriyor. 40’lı yıllar sol aydını Mehmet Kemal’in kurduğu imgeyle “Acılı Kuşak” sayılmazdı . Tersine, bir avuç olmasına rağmen egemen siyaset karşısında kendi hattını koymayı bildi, sistem için hep bir ürküntü kaynağı oldu. O dönem Şefik Hüsnü’nün, Mehmet Ali Aybar’ın, Aziz Nesin’in mücadeleleri yanında, yine Serteller’in, Tan Baskını’yla korkup kabuklarına çekilmediklerini, bu kez Mareşal Fevzi Çakmak’la birlikte yeni bir siyasal hareket (öncelikle bir İnsan Hakları Derneği) kurmaya giriştiklerini görüyoruz. Başbakan Recep Peker, bu tasarıma karşı “onlardan erken davranmalıyız” öğüdüyle Nihat Erim’i benzer bir insan hakları örgütlenmesi kurmakla görevlendiriyordu.

Bayar-Menderes ekibinden sonra Mareşal de kısa sürede Türkiye çok partili yaşamın yalnızca komünizme değil, bütün sol hareketler aleyhine kurulduğunu fark edecek, Serteller’in bu girişiminden de çekilecekti ki, bunun da Tan Baskını’nın gösterdiği bir başka önemli nokta olduğu söylenebilir:

CHP’nin “kurucu parti” ve “ortanın solu” iddialarının gölgesinde kalan bir özelliği Türkiye’de çok partili yaşamda sağı CHP’nin inşa etmiş, sağı CHP’nin –deyim yerindeyse– eğitmiş olmasıdır. Gerek Bayar-Menderes gerek Mareşal, İttihatçı dönemden gelen sabık politikacı pragmatizmiyle sola kapıları bütünüyle kapatmamışsa da, onlara Filipin demokrasisinin yeni kurallarını öğretmek çok partili yaşam CHP’sine düşmüştür. Parti Tan Baskını’yla çok partili yaşamın sol bir etkiyle başlamasını hemen önlemekle kalmamış, yeterince sağda kurulmayan Demokrat Parti’ye sol düşmanlığıyla, kitlesel linçiyle demokratik dönemin sağ politika hattını da göstermiş bulunuyordu. CHP 1947 kurultayıyla birlikte daha da muhafazakârlaşacak, Demokrat Parti ise CHP’den öğrendiği bu zemini bir sağ dikta kurmak üzere tepe tepe kullanacaktı.

Tan Baskını ve “Ortanın Solu”


Tan Baskını’nın öyküsündeki artçı sarsıntılar burada bitmiyor. Türkiye’nin en ileri demokrasi düzenini kurarken sol hareketin serpilmesine de imkân tanıyan 27 Mayıs müdahalesi ve 1961 anayasası Türkiye’yi iki sağ partili siyaset yaşamı heveslerinde uzun bir kesintiydi. İlginç sayılmalı, 1960 sonrası bağımsız politik hattını kuran sol hareket etkinliğini o denli artırdı ki, Tan Baskını’nda adı geçen Ali İhsan Göğüş gibi CHP’liler bu kez “ortanın solu” politikasının kurucuları olarak siyaset sahnesine çıktılar. Aziz Nesin ve Sabiha Sertel yazılarında bu ironiden neredeyse acı bir tebessümle söz etmektedirler; öte yandan bu, “ortanın solu” programını CHP’nin sola kayması olarak yorumlayan hâkim yaklaşıma da şerh düşülmesi gerektiğine dair bir işarettir.

Bundan sonra solun silindiği, sol görüşlere olsa olsa sağ sultası altında izin veren bir siyaset Türkiye egemenlerinin rüyalarını süslemeyi sürdürmüştür. 1982’de, ANAP gibi “dört eğilimi birleştirme” girişimlerine rağmen bağımsız sol hattı engelleyecek düzenlemeler ortaya konamamıştır; ta ki 2002’den beri Türkiye siyaset sahnesini dümdüz eden AKP diktatörlüğüne dek. AKP rejimi, en son 2017’de –CHP’nin cumhuriyetçi tabandaki tepkileri zincirleyen tutumu altında– parlamenter düzeni ortadan kaldırarak Filipin demokrasisinden beter bir çölleşmeyi sağlamıştır.

Sabiha Sertel’in Görüşler dergisindeki yazısı “Zincirli Hürriyet” başlığını taşıyordu. Sağ iktidara karşı yine sağın muhalefet tekeli ilan etmeye çalıştığı, zincirlenmiş Türkiye siyaseti, bugün de tarihsel mirasına lâyık bir bağımsız sol siyaseti çağırıyor.

https://haber.sol.org.tr/haber/dunu-bugunuyle-tan-baskini-filipin-demokrasisinin-31-marti-319910



Yeni Başlık  Cevap Yaz



Forum Ana Sayfası

 


 Bu konuyu 1 kişi görüntülüyor:  1 Misafir, 0 Üye
 Bu konuyu görüntüleyen üye yok.
Konuyu Sosyal Ortamda Paylas
Benzer konular
Başlık Yazan Cevap Gösterim Son ileti
Konu Klasör Sabiha Gökçen saldırısını hangi örgüt üstlendi ayhan 2 4588 27.12.2015- 11:24
Konu Klasör Sosyal demokrasi mi devrimci demokrasi mi? melnur 2 1027 29.08.2022- 08:41
Konu Klasör ''İlle de demokrasi''... melnur 2 1310 28.09.2021- 09:43
Konu Klasör Demokrasi deyince… melnur 23 17074 15.08.2016- 13:21
Konu Klasör HDP, SOL ve Radikal Demokrasi... melnur 1 2082 21.06.2020- 03:33
Etiketler   Sabiha,   Sertel,   demokrasi,   treni
SOL PAYLAŞIM
Yasal Uyarı
Sitemiz Bir Paylasim Forum sitesidir Bu nedenle yazı, resim ve diğer materyaller sitemize kayıtlı üyelerimiz tarafından kontrol edilmeksizin eklenebilmektedir. Bu nedenden ötürü doğabilecek yasal sorumluluklar yazan kullanıcılara aittir. Sitemiz hak sahiplerinin şikayetleri doğrultusunda yazı ve materyalleri 48 Saat içerisinde sitemizden kaldırmaktadır.
Bildirimlerinizi info@solpaylasim.com adresine yollayabilirsiniz.
Forum Mobil RSS