SolPaylaşım  
Ana Sayfa  |  Yönetim Paneli  |  Üyeler  |  Giriş  |  Kayıt
 
OTURUYORSAN KALK; AYAKTAYSAN YÜRÜ; YÜRÜYORSAN KOŞ!
Yurt ve dünya sorunlarına soldan bakan dostlar HOŞGELDİNİZ .Foruma etkin katılım yapabilmeniz için KAYIT olmalısınız.
Yeni Başlık  kilitli
 Toplam 2 Sayfa:   Sayfa:   [1]   2   >   son» 
Anarşizm mi? Sosyalizm mi?           (gösterim sayısı: 9.161)
Yazan Konu içeriği
Üye Profili boşluk
melnur
[ Gelenek ]
Kurucu
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 02.08.2013
İleti Sayısı: 10.955
Konum: İstanbul
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder

36 kere teşekkür etti.
50 kere teşekkür edildi.
Konu Yazan: melnur
Konu Tarihi: 06.09.2013- 23:44


Anarşizm mi? Sosyalizm mi?

ÇAĞDAŞ toplumsal hayatın odağı sınıf mücadelesidir. Bu mücadelede, her sınıfa, kendi ideolojisi yol gösterir. Burjuvazinin
kendi ideolojisi vardır -buna liberalizm denir. Proletaryanın da kendi ideolojisi vardır-bu, bilindiği gibi sosyalizmdir.

Liberalizme, bütün ve bölünmez bir şey olarak bakılmamalıdır: Liberalizm, burjuvazinin çeşitli tabakalarına uygun düşen çeşitli akımlara bölünmüştür.

Sosyalizm de, bütün ve bölünmez değildir: Sosyalizmde de çeşitli akımlar vardır.

Burada amacımız liberalizmi incelemek değildir -en iyisi bunu başka bir zamana bırakalım. Amacımız okuyucuya yalnızca sosyalizmi ve onun akımlarını tanıtmaktır. Kanımızca bu onun için daha ilginçtir.


Sosyalizm başlıca üç akıma ayrılır: Reformizm, Anarşizm ve Marksizm.

Reformizm, (Bernstein ve diğerleri) için sosyalizm yalnızca uzak bir hedeftir ve başka bir şey değildir. Reformizm sosyalist devrimi reddeder ve sosyalizmi barışçıl yoldan kurmaya çalışır. Reformizm sınıf mücadelesini değil, sınıf işbirliğini öğütler. İşte reformizm günden güne parçalanmakta ve günden güne bütün belirtilerini kaybetmektedir ve kanımızca reformizmin, burada, sosyalizmin belirlendiği bu makalede incelenmesi hiç de gerekli değildir.

Ama Marksizm ve anarşizme gelince durum bambaşkadır: Bugün, her ikisi de sosyalist birer akım olarak kabul edilmekte, her ikisi de birbirine karşı acımasız bir mücadele vermekte, her ikisi de kendini proletaryaya gerçek sosyalist öğreti olarak sunmaya çabalamaktadır. Bu nedenle her iki akımı da incelemek ve birbirleriyle karşılaştırmak, okuyucu açısından son derece ilginç olacaktır.

Biz, "anarşizm" sözü edildiğinde hor görürcesine yüzünü çeviren, eliyle tersleyen ve "tam da incelenecek şeyi buldunuz, bunun sözünü bile etmeye değmez!" diyenlerden değiliz. Ve böylesine ucuz bir "eleştiri"nin hem değersiz, hem de yararsız olduğuna inanıyoruz.

Ayrıca anarşistlerin "kitlelerinin olmadığı ve bu nedenle de öyle tehlikeli olmadıkları" düşüncesi ile avunanlardan da değiliz; sorun bugün kimin ardından daha çok kitlenin gittiği değildir ve sözkonusu olan şey, öğretinin özüdür. Eğer anarşistlerin "öğreti"si gerçeği ifade ediyorsa, bu durumda elbetteki kendi yolunu açacak ve kitleleri etrafında toplayacaktır. Yok, eğer geçersizse ve yanlış bir temel üzerinde kurulmuşsa, uzun zaman dayanamayacak ve ayakları havada kalacaktır. Ancak anarşizmin geçersizliğini kanıtlamak gerekir.

Bazıları marksizmle anarşizmin aynı ilkelere sahip olduklarını ve aralarında yalnızca taktik görüş ayrılıkları bulunduğunu ve bu nedenle de kendilerince bu iki akımı birbirlerinin karşısına koymanın tümüyle olanaksız olduğunu söylüyorlar.

Ama bu büyük bir yanılgıdır.


Biz, anarşistlerin, Marksizmin gerçek düşmanları olduklarını görüşündeyiz. Bunun sonucu olarak gerçek düşmana karşı gerçek mücadele verilmesinin zorunlu olduğunu da kabul ediyoruz. Bu nedenle, anarşistlerin "öğreti"sini başından sonuna kadar incelemek ve her yönüyle iyice değerlendirmek gerekir.

Sorun, Marksizm ve anarşizmin, her ikisinin de mücadele arenasında sosyalist bayrak altında görünmelerine karşın farklı ilkelerden temellenmeleridir. Anarşizmin temel taşı bireydir ve ona göre bireyin kurtuluşu, kitlenin, kollektifin kurtuluşunun başlıca koşuludur. Anarşistin düşüncesine göre, birey kurtulmadığı sürece kitlenin kurtulması olanaksızdır ve bu nedenle de sloganı "Her şey birey için"dir. Buna karşılık Marksizmin temel taşı kitledir ve ona göre kitlenin kurtuluşu, bireyin kurtuluşunun başlıca koşuludur. Yani Marksizme göre, kitle kurtulmadığı sürece bireyin kurtuluşu olanaksızdır ve bu nedenle de sloganı "her şey kitle için"dir.

Açıktır ki burada sözkonusu olan şey, yalnızca salt taktik görüş ayrılıkları değil, birbirini yadsıyan iki ilkedir.

Makalemizin amacı, birbirine karşıt olan bu iki ilkeyi karşı karşıya getirmek, marksizmle anarşizmi karşılaştırmak ve üstünlük ve zaaflarını açığa çıkarmaktır. Burada okuyucuya hemen, makalenin planını tanıtmayı gerekli buluyoruz.

Önce işe marksizmi nitelemekle başlayacağız; bunun yanı sıra anarşistlerin Marksizme ilişkin görüşlerine değindikten sonra, bizzat anarşizmin eleştirisine geçeceğiz. Bunun için de diyalektik yöntemi, anarşistlerin bu yönteme ilişkin görüşlerini, ve bizim eleştirilerimizi; materyalist teoriyi, anarşistlerin bu konudaki görüşlerini ve bizim eleştirimizi ( burada sosyalist devrimden sonra, sosyalist diktatörlükten, devrimin asgari programından ve genel olarak taktikten de söz edebiliriz), anarşistlerin felsefesini ve bizim eleştirimizi, anarşistlerin taktiğini ve örgütlenmesini açacak ve sonunda da elde ettiğimiz sonuçları açıklayacağız.

Küçük topluluk sosyalizminin savunucuları olarak anarşistlerin gerçek sosyalistler olmadıklarını kanıtlamaya çalışacağız.

Ayrıca prıoletarya diktatörlüğünü reddettiklerinden dolayı anarşistlerin gerçek devrimciler olmadıklarını da kanıtlamaya çalışacağız....

Şimdi soruna geçelim.



Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
melnur
[ Gelenek ]
Kurucu
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 02.08.2013
İleti Sayısı: 10.955
Konum: İstanbul
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder

50 kere teşekkür edildi.
36 kere teşekkür etti.
Cevap Yazan: melnur
Cevap Tarihi: 06.09.2013- 23:46


1- DİYALEKTİK YÖNTEM

"Varolan ne varsa...yalnızca, herhangi bir hareket sayesinde var olmakta ve yaşamaktadır...Bizler, üretici güçlerin geliştiği, toplumsal ilişkilerin yıkıldığı sürekli bir hareketin içinde yaşıyoruz..."

K.Marks


Marksizm, yalnızca sosyalizmin teorisi değil, aynı zamanda kendi içinde bütünlüklü bir dünya görüşü, Marks'ın proleter sosyalizminin mantıksal olarak içinden çıktığı felsefi bir sistemdir. Bu felsefi sistemin adı, diyalektik materyalizmdir.

Bu nedenle Marksizmi açıklamak aynı zamanda diyalektik materyalizmi açıklamak demektir.

Peki ama bu sistemin adı neden diyalektik materyalizmdir.?

Çünkü bu sistemin yöntemi diyalektik, teorisi de materyalisttir.

Diyalektik yöntem nedir?

Toplumsal yaşamın sürekli bir hareket ve gelişim içinde olduğu söyleniyor. Bu doğrudur, yaşam hiç değişmeyen ve katı bir şey gibi görülemez; o hiçbir zaman aynı düzeyde kalmamaktadır, sonsuz hareket içindedir ve sürekli geçip gitmekte olanla, gelişmekte olandan oluşur. Bu nedenle yaşamda her zaman yeni ve eski, gelişen ve yok olmakta olan, devrimci ve karşı devrimci olan vardır.

Diyalektik yönteme göre, yaşam gerçekte nasılsa öyle incelenmelidir. Yaşamın sürekli bir hareket içinde olduğunu gördük, dolayısıyla yaşamı bu hareket içinde incelemeli ve bunun sonucu olarak da şu soruyu sormalıyız: Yaşam nereye doğru gidiyor? Gördük ki yaşam, sürekli bir geçip gitmekte olanla bir gelişmekte olan tablosu oluşturmaktadır. Dolayısıyla görevimiz, yaşama, geçip gitmekte olan ve gelişmekte olan bir şey olarak bakmak ve şu soruyu sormaktır: Yaşam içinde geçip gitmekte olan yön hangisidir, gelişmekte olan yön hangisi?

Yaşam içinde yeni oluşmakta ve günden güne gelişmekte olan şey, karşı durulmaz bir şeydir ve ileriye doğru yaptığı hareket engellenemez. Yani, eğer yaşamda proletarya bir sınıf olarak oluşuyor ve günden güne gelişiyorsa, bugün henüz güçsüz ve sayıca az da olsa, sonunda zafere ulaşacaktır. Neden? Çünkü gelişmekte, güçlenmekte ve ilerlemektedir. Bunun tersi olarak da yaşam içerisinde yaşlanmakta ve mezatra doğru gitmekte olan şey bugün henüz dev gibi güçlü olsa bile, kaçınılmaz olarak yenilgiye uğrayacaktır. Yani, örneğin, eğer, toprak, burjuvazinin ayağının altından kayıyorsa ve burjuvazi, günden güne geriliyorsa, bugün ne kadar güçlü ve sayıca çok olursa olsun, sonunda yine yenilgiye uğrayacaktır. Neden? Çünkü bir sınıf olarak çürümekte ve gittikçe güçsüzleşmekte, yaşlanmakta ve yaşam için bir safra haline gelmektedir.

Şu bilinen diyalektik ilke de bunun için söylenmiştir. Gerçek olan, yani günden güne gelişmekte olan her şey akla uygundur ve günden güne dağılmakta olan her şey akla aykırıdır ve bu nedenle yenilgiden kurtulamayacaktır.

Bir örnek:Geçen yüzyılın seksenlerinde, Rus devrimci aydınları arasında büyük bir anlaşmazlık patlak verdi. Popülistler, "Rusya'yı kurtarma" görevini yüklenecek temel gücün, kır ve kent küçük-burjuvazisi olduğunu iddia ediyorlardı. Marksistler onlara sordular: neden? Çünkü diye yanıtladı popülistler kır ve kent küçük-burjuvazisi, bugün çoğunluğu oluşturuyor ve üstelik yoksulluk ve sefalet içinde yaşıyorlar.

Buna marksistler cevap verdi: kır ve kent küçük-burjuvazisinin bugün çoğunluğu oluşturduğu ve gerçekten yoksul olduğu doğrudur, ama sorun bu mudur? Küçük-burjuvazi, uzun süreden beri çoğunluğu oluşturmaktadır, ama bugüne kadar, proletaryanın yardımı olmaksızın, "özgürlük" mücadelesinde hiç bir inisiyatif göstermemiştir. Neden? Çünkü küçük-burjuvazi, bir sınıf olarak, büyümemektedir; tam tersine, gün geçtikçe parçalanmakta ve burjuvaziye ve proletaryaya [dönüşerek] dağılmaktadır. Öte yandan, yoksulluk da, burada belirleyici önem taşımaz; kuşkusuz, "serseriler" küçük-burjuvaziden daha yoksuldur, ama hiç kimse, "Rusya'yı kurtarma" görevini yüklenebileceklerini söylemeyecektir.

Gördüğünüz gibi, sorun, bugün hangi sınıfın çoğunluğu oluşturduğu ya da hangi sınıfın daha yoksul olduğu değil, hangi sınıfın güç kazandığı ve hangisinin çürüdüğüdür.

Ve proletarya, durmadan büyüyen ve güç kazanan, toplumsal yaşamı ileri doğru iten ve bütün devrimci unsurları kendi etrafına toplayan tek sınıf olduğuna göre, ona, bugünkü hareketin temel gücü gözü ile bakmalı, onun saflarına katılmalı ve onun ilerici çabalarını, kendi çabalarımız olarak benimsemeliyiz.

İşte Marksistler böyle yanıt verdiler.Görüldüğü gibi sorun, hangi sınıfın bugün için çoğunlukta olduğu ya da daha yoksul olduğu değil, hangi sınıfın güçlenmekte ve hangisinin dağılmakta olduğudur.

Diyalektik yöntem, yaşamın gelişmesine işte böyle bakar.

Ama hareket vardır, hareket vardır. Proletaryanın ayağa kalkarak, silah depolarına hücum ettiği, ve irticaya karşı bir saldırıya giriştiği "Aralık Günleri" sırasında, toplumsal yaşamda hareket vardı. Ama, proletaryanın "barışçı" gelişme koşulları altında, tek tek grevler ve küçük sendikaların kurulması ile yetindiği daha önceki yılları hareketine de, toplumsal hareket adı verilmelidir.

Açıktır ki, hareket farklı biçimlere bürünmektedir. Ve bu yüzden, diyalektik yöntem, hareketin iki biçimi olduğunu söyler evrimci ve devrimci.

İlerici unsurlar, günlük faaliyetlerini kendiliklerinden sürdürdükleri ve eski düzeni, küçük, nicel değişmelere uğrattıkları zaman, hareket evrimcidir.

Aynı unsurlar, birleştikleri, bir tek görüşle donandıkları ve eski düzeni yok etmek ve yaşamı nitel olarak değiştirmek, yeni bir düzen kurmak amacıyla düşman kampını süpürüp geçtikleri zaman, hareket devrimcidir

Evrim, devrimi hazırlar ve ona zemin yaratır; devrim, evrim sürecini tamamlar ve onun daha ileri faaliyetini kolaylaştırır.

Doğada da benzer süreçler yer alır. Bilim tarihi göstermiştir ki, diyalektik yöntem, gerçekten bilimsel bir yöntemdir Astronomiden başlayıp, toplum bilime kadar her alanda, evrende hiç bir şeyin öncesiz ve sonsuz olmadığı, her şeyin değişip, her şeyin geliştiği düşüncesinin kanıtını buluruz. Ve bu demektir ki, diyalektiğin ruhu, zamanımız bilimine tümüne işlemiştir

Hareketin biçimlerine gelince, diyalektiğe göre küçük nicel değişikliklerin uzun dönemde nitel değişikliklere yol açacağı gerçeğine gelince - bu yasa, doğa tarihi için de, aynı ölçüde geçerlidir. Mendeleyev'ın, "unsurların devri çizelgesi" nicel değişikliklerden, nitel değişiklikler doğmasının doğa tarihinde ne büyük önem taşıdığını göstermektedir. Aynı şey, biyolojide, yeni-darvinizmin yerini almakta olan yeni-lamarkizm ile sergilenmektedir.

Friedrich Engels'in, Anti-Dühring'inde yeter derecede ışık tuttuğu diğer gerçekler hakkında bir şey söylemeyeceğiz.
Diyalektik yöntemin kapsamı işte budur.


ANARŞİSTLER, diyalektik yönteme ne gözle bakarlar?

Herkes bilir ki, Hegel diyalektik yöntemin babasıydı. Marx, bu yöntemi arındırdı ve geliştirdi. Anarşistler bunun farkındalar kuşkusuz. Hegel'in bir tutucu olduğunu biliyorlar, ve böylece, bundan yararlanarak, "restorasyonun" savunucusu diye Hegel'e şiddetli küfürler yağdırıyorlar, büyük bir gayretle, "Hegel'in restorasyonun filozofu olduğunu ... mutlak biçimiyle bürokratik anayasacılığı övdüğünü, onun tarih felsefesindeki genel düşüncenin restorasyon döneminin felsefi eğilimine bağlı olduğunu ve ona hizmet ettiğini" ve vesaire vesaire, "kanıtlamaya" çalışıyorlar.

Ünlü anarşist Kropotkin, yapıtlarında aynı şeyleri "kanıtlamaya" çalışır. (Bkz: örneğin, Bilim ve Anarşizm adlı Rusça yapıtı.)

Bizim kropotkincilerimiz, Çerkezişvili'den S. G'ye kadar hepsi, bir ağızdan Kropotkin'in söylediklerini yineliyorlar.

Gerçekten, kimse bu konuda onların söylediklerine karşı çıkmıyor; tam tersine, herkes, Hegel'in devrimci olmadığı görüşüne katılıyor. Eleştirel Eleştirinin Eleştirisi adlı yapıtlarında, Hegel'in tarih görüşlerinin, halkın egemenliği düşüncesiyle esastan çeliştiğini herkesten önce kanıtlayanlar, Marx ve Engels'in kendileridir. Ama buna rağmen, anarşistler "kanıtlama" çabalarına devam ediyorlar ve Hegel'in bir "restorasyon" savunucusu olduğunu "kanıtlama" çabalarına, her geçen gün devam etmeyi gerekli sayıyorlar. Bunu niçin yapıyorlar? Muhtemelen, bu yolla Hegel'i gözden düşürmek ve okuyucularına "gerici" Hegel'in yönteminin de "iğrenç" olduğunu ve bilimsel olmadığı sanısını vermek için.

Anarşistler bütün bununla diyalektik yöntemi çürütebileceklerini sanıyorlar.

Biz iddia ediyoruz ki, bu yolla kendi cehaletlerinden başka hiç bir şeyi kanıtlayamazlar. Pascal ve Leibnitz devrimci değillerdi, ama keşfettikleri matematiksel yöntem, bugün bilimsel bir yöntem olarak kabul edilmektedir. Mayer ve Helmholtz devrimci değillerdi, ama fizik alanındaki buluşları bilimin temeli olmuştur. Lamarck ve Darwin de devrimci değillerdi, ama onların evrimci yöntemi biyoloji bilimini ayakları üstüne oturtmuştur... O halde, tutuculuğuna rağmen, Hegel'in diyalektik yöntem denen bilimsel bir yöntem bulmayı başardığı neden kabul edilmesin ?

Hayır, bu yolla, anarşistler kendi cehaletlerinden başka bir şey kanıtlayamazlar.

Devam edelim. Anarşistlerin görüşüne göre, "diyalektik metafiziktir", ve onlar, "bilimi metafizikten, felsefeyi ilahiyattan kurtarmak istediklerine göre", diyalektik yöntemi reddetmektedirler.

Ah bu anarşistler! "Kendi günahları için başkasına kabahat bulmak" diye bir deyim vardır. Diyalektik, metafiziğe karşı mücadele içinde olgunlaşmış ve bu mücadele içinde ün kazanmıştır; ama anarşistlere göre diyalektik metafiziktir!



Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
melnur
[ Gelenek ]
Kurucu
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 02.08.2013
İleti Sayısı: 10.955
Konum: İstanbul
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder

50 kere teşekkür edildi.
36 kere teşekkür etti.
Cevap Yazan: melnur
Cevap Tarihi: 06.09.2013- 23:48


Diyalektik bize dünyadaki hiç bir şeyin öncesiz ve sonsuz olmadığını, dünyadaki her şeyin geçici ve değişken olduğunu anlatır; doğa değişir, toplum değişir, alışkanlıklar ve gelenekler değişir, adalet kavramları değişir, gerçeğin kendisi değişir - işte bunun için diyalektik, her şeye eleştirel gözle bakar; işte bunun için değişmez olarak konan bir gerçeğin varlığını yadsır. Bunun sonucu olarak, "bir kere keşfedilince, sadece ezberlenmesi gereken" soyut, "dogmatik sözleri" de reddeder.

Oysa, metafizik, bize tümüyle farklı bir şey anlatmaktadır. Onun açısından dünya öncesiz ve sonsuz ve değişmez bir şeydir, bir kimse veya bir şey tarafından ilk ve son olarak belirlenmiştir - işte bunun için, metafizikçiler, "öncesiz ve sonsuz adaleti" veya "değişmez gerçeği" ağızlarından düşürmezler.

Anarşistlerin "babası" Proudhon, dünyada, gelecekteki toplumun temeli olma işini görecek ilk ve son olarak belirlenmiş değişmez bir adalet bulunduğunu söyler. İşte bunun için Proudhon'a metafizikçi denmektedir. Karl Marx, Proudhon'a karşı, diyalektik yöntem yardımıyla savaştı ve dünyadaki her şey değiştiğine göre, "adaletin" de değişmesi gerektiğini ve dolayısıyla "değişmez adaletin" sadece metafizik saçmalık olduğunu kanıtladı.Oysa metafizikçi Proudhon'un Gürcü çömezleri, "Marx'ın diyalektiği metafiziktir" diye tekrarlamaya devam ediyorlar!

Metafizik, örneğin, "bilinmez", "kendi içinde şey" gibi çeşitli bulanık dogmalar kabul eder ve uzun vadede yavan bir ilahiyata dönüşür. Proudhon ve Spencer'in tersine, Engels, diyalektik yöntem yardımıyla, bu dogmalara karşı savaştı, ama anarşistler -Proudhon ve Spencer'in öğretilileri- bize diyorlar ki, Proudhon ve Spencer bilim adamlarıdır, Marx ve Engels de metafizikçidirler!

İkisinden biri: ya anarşistler kendilerini aldatıyorlar ya da ne dediklerini bilmiyorlar.

Her halde, kuşku yok ki, anarşistler, Hegel'in metafizik sistemiyle onun diyalektik yöntemini birbirine karıştırıyorlar. Hegel'in değişmeyen düşünceye dayanan felsefi sisteminin baştan sona kadar metafizik olduğunu söylemeye bile gerek yok. Ama Hegel'in, bütün değişmez düşünceleri reddeden diyalektik yönteminin baştan sona kadar bilimsel ve devrimci olduğu da açıktır. İşte bunun için, eleştirilerinde, Hegel'in metafizik sistemini yerin dibine batıran Karl Marx, aynı zaman. da, onun diyalektik yöntemini övmüştür. Marx'ın dediği gibi "hiç bir ekleme gerektirmez ve özünde eleştirici ve devrimcidir".

İşte bunun için, Engels, Hegel'in yöntemiyle, onun sistemi arasında büyük bir fark görmektedir. "Her kim esas ağırlığı hegelci sisteme verirse, her iki alanda da epeyce tutucu olabilir; her kim diyalektik yönteme temel nokta gözü ile bakarsa, hem siyasette, hem dinde, en aşırı muhalefete mensup olabilir."

Anarşistler, bu farkı göremiyorlar ve düşüncesizce, "diyalektik, metafiziktir" diye iddia ediyorlar.

Devam edelim. Anarşistler, diyalektik yöntemin, "kurnazca laf kalabalığı", "bir safsata yöntemi", "mantık perendeleri" olduğunu, "bu yöntem yardımıyla hem gerçeğin, hem de yalanın aynı kolaylıkla kanıtlandığını"söylüyorlar. Böylece, anarşistlerin görüşüne göre, diyalektik yöntem hem gerçeği, hem yalanı kanıtlamaktadır.

İlk bakışta, anarşistlerin öne sürdüğü suçlamanın bir temeli varmış gibi görünebilir. Örneğin, Engels'in metafizik yöntemin izleyicileri hakkında neler söylediğine kulak verelim: "O şöyle konuşur: Evet evet, hayır hayır, çünkü bunun ötesinde olan her şeyden, şeytanlık gelir. Ona göre, bir şey, ya vardır, ya yoktur; bir şey, aynı zamanda, hem kendisi, hem de başka bir şey olamaz. Olumlu ve olumsuz,
birbirlerinin dışındadırlar."

Anarşistler öfkeyle bağırıyorlar: nasıl olur bu? Bir şeyin aynı zamanda hem iyi, hem kötü olması mümkün müdür?

Bu "safsata"dır, "sözcüklerle oynamaktır", ve bu durum "gerçeği ve yalanı aynı kolaylıkla kanıtlamak istediğinizi"
ortaya koymaktadır!...

Ama sorunun özüne girelim.

Bugün, biz, bir demokratik cumhuriyet istiyoruz. Demokratik cumhuriyetin bütün yönleriyle iyi olduğunu, ya da kötü olduğunu söyleyebilirmiyiz! Hayır, söyleyemeyiz! Neden? Çünkü, demokratik cumhuriyet, sadece bir yönüyle, feodal sistemi yıkacağı için iyidir; ama öte yandan burjuva sistemini güçlendireceği için kötüdür. Bu yüzden biz şöyle deriz: Demokratik cumhuriyet, feodal sistemi yıktığı ölçüde iyidir -ve biz onun uğruna savaşırız; ama burjuva sistemini güçlendirdiği ölçüde kötüdür- ve biz ona karşı savaşırız.

O halde, aynı demokratik cumhuriyet, aynı zamanda, hem "iyi", hem "kötü" olabilir - hem "evet", hem "hayır"dır.

Aynı şey, proletaryayı güçlendirdiği ölçüde "iyi" olan ve ücret sistemini güçlendirdiği ölçüde "kötü" olan sekiz
saatlik işgünü için de söylenebilir.

Engels, diyalektik yöntemi yukarda aktardığımız sözcüklerle nitelendirdiği zaman, işte bu türden gerçekleri gözönünde tutuyordu.

Oysa, anarşistler bunu anlayamıyorlar ve kesinlikle açık bir düşünce, onlara bulanık bir "safsata" gibi geliyor.

Kuşkusuz anarşistler, bu gerçekleri görüp görmemekte serbestirler, kumsaldaki kumları bile görmezlikten gelebilirler - bunu yapmaya pekala hakları vardır. Ama anarşizmden farklı olarak, yaşama gözlerini kapatarak bakmayan, yaşamın nabzını elinde tutan ve açıkça: yaşam değiştiğinden ve hareket halinde olduğundan, yaşamdaki her olgu iki eğilime sahiptir - olumlu bir eğilim ve olumsuz bir eğilim; ilkini savunmalı, ikincisini reddetmeliyiz, diyen diyalektik yöntemi işin içine katmalarına ne gerek var?

Biraz daha ilerleyelim. Anarşistlerin görüşüne göre, "Diyalektik gelişme, felaketle sonuçlanan bir gelişmedir, öyle ki, bununla, önce geçmiş kökünden yıkılır ve sonra da gelecek bundan oldukça bağlantısız bir biçimde kurulur..

..Cuvier'in afetleri, bilinmeyen nedenlere bağlıydı, ama, Marx'ın ve Engels'in felaketlerini diyalektik doğurur."

Bir başka yerde, aynı yazar şöyle yazıyor: "Marksizm darvinizme dayanır ve onu eleştirisiz kabul eder."



Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
melnur
[ Gelenek ]
Kurucu
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 02.08.2013
İleti Sayısı: 10.955
Konum: İstanbul
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder

50 kere teşekkür edildi.
36 kere teşekkür etti.
Cevap Yazan: melnur
Cevap Tarihi: 06.09.2013- 23:49


Dikkat edin buna!

Cuvier, Darwin'in evrim teorisini reddeder, yalnızca afetlerin varlığını kabul eder ve afetler "bilinmeyen nedenlerden doğan" beklenmeyen karışıklıklardır. Anarşistler, marksistlerin Cuvier'in görüşüne sarıldığını ve darvinizmi tanımadığını söylerler.

Darwin, Cuvier'in afetlerini reddeder, tedrici evrimi kabul eder. Ama aynı anarşistler, "marksizmin darvinizme dayandığını ve onu eleştirisiz kabul ettiğini", yani marksistlerin Cuvier'in afetlerini tanımadıklarını söylerler.

Kısacası, anarşistler, marksistleri, Cuvier'in görüşlerine sarılmakla suçlamakta ve aynı zamanda da Cuvier'in değil
de, Darwin'in görüşlerine sarıldıkları için kınamaktadırlar.

İşte size anarşi! Çavuşun dulu kendini dövdü diye bir söz vardır. Açıktır ki, Nobati'nin 8. sayısındaki Sh. G. 6.
sayıdaki Sh. G.'nin ne dediğini unutmuş. Hangisi doğru - 8. sayısı mı, 6. sayısı mı?

Gerçeklere dönelim. Marx der ki: "gelişmelerinin belirli bir aşamasında, toplumun maddi üretici güçleri, o günkü üretim ilişkileriyle -ya da aynı şeyin hukuki ifadesinden başka bir şey olmayan mülkiyet ilişkileriyle- çatışmaya girerler. ... O zaman bir toplumsal devrim dönemi başlar." Ama, "hiç bir toplumsal düzen, içerebileceği bütün üretici güçler gelişmeden, asla yok olmaz.".

Eğer Marx'ın bu tezini çağdaş toplumsal yaşama uygularsak, toplumsal nitelik taşıyan bugünkü üretici güçlerle, özel nitelikteki, ürünü mal edinme biçimi arasında, sosyalist devrimle sonuçlanması gereken temel bir çatışma olduğunu göreceğiz.

Gördüğünüz gibi, Marx ve Engels'in görüşüne göre, devrim, Cuvier'in "bilinmeyen nedenlerinden" değil, "üretici güçlerin gelişmesi" adı verilen çok kesin ve köklü toplumsal nedenlerden doğar.

Gördüğünüz gibi, Marx ve Engels'in görüşüne göre, devrim, Cuvier'in düşündüğü gibi beklenmeyen bir biçimde değil, ancak üretici güçler yeter derecede olgunlaştığı zaman gelir.

Açıktır ki, Cuvier'in afetleriyle, Marx'ın diyalektik yöntemi arasında ortak hiç bir şey yoktur.

Öte yandan, darvinizm, yalnızca Cuvier'in afetlerini reddetmekle kalmaz, gelişmenin, devrimi de içeren, diyalektik yönden kavranmasını da reddeder; oysa, diyalektik yönteme göre, evrim ve devrim, nicel ve nitel değişmeler, aynı
hareketin zorunlu iki biçimidir.

Açıktır ki, "Marksizmin ... darvinizmi eleştirisiz kabul ettiğini" iddia etmek de yanlıştır.

Böylece, Nobati'nin, her iki halde de, hem 6. sayıda, hem de 8. sayıda yanılmış olduğu ortaya çıkmaktadır.

Son olarak, anarşistler, bizi kınayarak şöyle diyorlar: "Diyalektik ... kişinin kendi dışına çıkmasına ya da atlamasına, ya da kendi üstünden atlamasına hiç olanak vermez."

İşte bu, gerçeğin ta kendisi, Anarşist Baylar! Bu konuda kesinlikle haklısınız, aziz beylerim. Diyalektik yöntem gerçekten de böyle bir olanak sağlamıyor. Ama neden? Çünkü "kendi dışına atlamak, ya da kendi üstünden atlamak" vahşi keçilere göre bir harekettir; oysa diyalektik yöntem insanlar için yaratılmıştır.

İşin sırrı budur!...

İşte anarşistlerin diyalektik yöntem konusundaki görüşleri genel olarak bunlardır.

Açıktır ki, anarşistler, Marx ve Engels'in diyalektik yöntemini anlayamıyorlar; kendilerine göre bir diyalektik uydurmuşlar, ve işte bu diyalektiğe karşı böyle amansızca savaş veriyorlar.

Yapabileceğimiz tek şey, bu manzaraya baktıkça gülmektir, çünkü insan, kendi hayalinin ürünü olan cisimlere karşı savaşan, kendi uydurduklarına vuran ve bu arada da rakiplerini yere çaldığını hararetle iddia eden birini gördüğü zaman gülmekten kendini alamıyor.



Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
melnur
[ Gelenek ]
Kurucu
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 02.08.2013
İleti Sayısı: 10.955
Konum: İstanbul
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder

50 kere teşekkür edildi.
36 kere teşekkür etti.
Cevap Yazan: melnur
Cevap Tarihi: 06.09.2013- 23:51


2-MATERYALİST TEORİ

"İnsanların varlığını belirleyen şey, onların bilinci değil, tam tersine, onların bilincini belirleyen toplumsal varlıklarıdır."

Karl Marks


Diyalektik yöntemi artık öğrenmiş bulunuyoruz.
Materyalist teori nedir?

Dünyadaki her şey değişir, yaşamdaki her şey gelişir, ama bu değişiklik nasıl oluşur ve bu gelişme hangi biçimde gerçekleşir?

Örneğin biliyoruz ki, dünya bir zamanlar akkor halinde bir ateş kütlesiydi, sonra yavaş yavaş soğudu, daha sonra hayvanlar ve bitkiler oluştu, hayvanlar aleminin gelişmesiyle birlikte belirli bir maymun türü ortaya çıktı ve tüm bunlardan sonra da insan ortaya çıktı.

Doğanın gelişmesi aşağı yukarı böyle oldu.

Ayrıca toplumsal yaşamın bir yerde hareketsiz olarak kalmadığını biliyoruz. Bir zamanlar insanlar ilkel komünal topluluklar halinde yaşıyorlardı. O zamanlar insanlar varlıklarını ilkel avlanmalarla sürdürüyorlar, ormanları dolaşıyor, yiyeceklerini bu yolla sağlıyorlardı. Sonra ilkel komünal toplumun yerini anaerkil toplumun aldığı bir zaman geldi; o zamanlar insanlar gereksinimlerini ilkel tarım aracılığıtla karşılıyorlardı. Daha sonra anaerkil toplumun yerini ataerkil toplumu aldı, o zamanlar ise insanlar varlıklarını sığır yetiştiriciliğiyle sürdürüyorlardı. Ardından ataerkil toplumun yerini köleciliğe dayanan toplum düzeni aldı, o zamanlar insanlar varlıklarını göreceli olarak daha fazla gelişmiş bir tarımla sürdürüyorlardı. Köleci toplumu, feodal toplum ve bütün bunları da burjuva toplum düzeni izledi.

Toplumsal yaşamın gelişmesi genel çizgileriyle işte böyle oldu.

Evet, tüm bunlar biliniyor...ama bu gelişme nasıl oldu? "Doğa" ve "toplumun" gelişmesine bilinç mi neden oldu yoksa tam tersine "doğa" ve "toplumun" gelişmesi bilincin gelişmesine mi yol açtı?

Materyalist teori, işte sorunu böyle ortaya koyar.

Bazıları der ki, "doğa" ve "toplumsal yaşam"dan önce, sonradan onların gelişimine temel teşkil eden, evrensel bir düşünce vardır, öyle ki, "doğa" ve "toplumsal yaşam" olgularının gelişmesi, deyim yerindeyse, dış biçimdir, evrensel düşüncenin gelişmesinin sadece bir ifadesidir.

İşte, örneğin, zamanla birkaç eğilime bölünen idealistlerin öğretisi böyleydi.

Daha başkaları ise derler ki, ta baştan beri, dünyada, karşılıklı olarak birbirlerini yadsıyan iki güç vardır - düşünce ve madde, bilinç ve varlık; ve buna uygun olarak, olgular da iki kategoriye bölünmüştür - düşüncel (sayfa 26) ve maddi, [bunlar] birbirlerini yadsırlar, birbirleriyle çarpışırlar, öyle ki, doğa ve toplumun gelişmesi düşüncel ve maddi olgular arasında sürekli bir mücadeledir.

Örneğin, zamanla idealistler gibi birkaç eğilime bölünen ikicilerin (dualist) doktrini de işte böyledir.

Materyalist teori, hem ikiciliği, hem de idealizmi kesinlikle reddeder.

Kuşkusuz, dünyada hem düşüncel, hem de maddi olgular vardır, ama bu, bunların birbirlerini yadsıdıkları anlamına gelmez. Tam tersine, düşüncel ve maddi yanlar, aynı doğanın ya da toplumun iki farklı biçimidir. Biri olmaksızın ötekini kavrayamazsınız; bunlar, birlikte vardır, birlikte gelişirler, ve dolayısıyla birbirlerini yadsıdıklarını düşünmemiz için bir neden yoktur.

Böylece, ikicilik denen şeyin geçersiz olduğu ortaya çıkar.

Maddi ve düşüncel - iki farklı biçimde ifade edilen tek ve bölünmez bir doğa; maddi ve düşüncel - iki farklı biçimde ifade edilen tek ve bölünmez bir toplumsal yaşam: işte, doğanın ve toplumsal yaşamın gelişmesine böyle bakmalıyız.

İşte, materyalist teorinin birciliği (monism) böyledir.

Materyalist teori, aynı zamanda, idealizmi de reddeder.

Gelişimi sırasında, düşüncel yanın ve genel olarak bilincin, maddi yandan önce geldiğini düşünmek yanlıştır. Dıştaki "ölü" doğa denen şey, daha hiç canlı yokken de vardı. İlk canlının hiç bilinci yoktu; yalnızca uyartılma yeteneğine ve duyunun ilk belirtilerine sahipti. Daha sonra, hayvanlar, organizmalarının ve sinir sistemlerinin yapısına uygun olarak, tedricen duyu güçlerini geliştirdiler, bu da yavaş yavaş bilince dönüştü. Eğer maymun hep dört ayağının üzerinde yürümüş, hiç arka ayakları üzerine kalkmamış olsaydı, onun torunu insan da, akciğerlerini ve ses tellerini özgürce kullanamayacak, ve bu yüzden de konuşamayacaktı; ve bu, bilincinin gelişmesini esaslı olarak geciktirecekti. Veya bir başka biçimde koyarsak, eğer maymun, arka ayakları üzerinde ayağa kalkmamış olsaydı, onun torunu insan da, hep dört ayak üzerinde yürümek, aşağı bakmak, izlenimlerini aşağıdan edinmek zorunda kalacaktı; yukarıya ve çevreye bakamayacak, dolayısıyla da beyni, dört ayaklı hayvanlarınkinden daha fazla bir izlenim edinemeyecekti. Bütün bunlar, insan bilincinin gelişmesini, esaslı biçimde geciktirmiş olacaktı.

Böylece, bundan, bilincin gelişimi için belirli bir organizma yapısının ve sinir sisteminin gelişiminin gerekli olduğu çıkar.

Böylece, bundan, dış koşulların gelişiminin, maddi yanın gelişiminin, bilincin gelişiminden önce geldiği çıkar: önce dış koşullar değişir, önce maddi yan değişir, ondan sonra da buna uygun olarak düşünsel yön değişir.

Böylece, doğanın gelişme tarihi, idealizm denen şeyi kesinlikle çürütür.

İnsan toplumunun gelişme tarihi için de, aynı şey söylenmelidir.

Tarih gösteriyor ki, eğer insanlar, farklı zamanlarda, farklı düşünceler ve isteklerle doluyorlarsa, bunun nedeni, insanların, gereksinmelerini karşılamak için doğayla, değişik zamanlarda, değişik yollarla savaşmaları ve buna uygun olarak da iktisadi ilişkilerinin farklı biçimlere bürünmesidir. Bir zamanlar, insanlar, doğayla, ilkel komünizm temeli üzerinde, kolektif olarak savaşırlardı; o zamanlar, onların mülkiyeti, komünist mülkiyetti, ve bu yüzden, o zamanlar, "benim" ile "senin" arasında hemen hemen hiç bir ayırım gözetilmiyordu, bilinçleri komünist nitelik taşıyordu. Öyle bir zaman geldi ki, "benim" ile "senin" arasındaki ayırım, üretim sürecinin içine işledi ve mülkiyet, özel, bireyci bir niteliğe büründü. Bu yüzden de insanın bilinci, özel mülkiyet duygularıyla doldu. Ondan sonra da üretimin tekrar toplumsal bir nitelik kazandığı ve dolayısıyla, mülkiyetin de yakında toplumsal bir nitelik kazanacağı yeni bir dönem, yani içinde bulunduğumuz dönem geldi - ve işte bunun içindir ki, insanların bilinci yavaş yavaş sosyalizm ile doluyor.



Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
melnur
[ Gelenek ]
Kurucu
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 02.08.2013
İleti Sayısı: 10.955
Konum: İstanbul
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder

50 kere teşekkür edildi.
36 kere teşekkür etti.
Cevap Yazan: melnur
Cevap Tarihi: 06.09.2013- 23:52


İşte basit bir örnek. Ufak bir işliğe (atelyeye) sahip olan bir ayakkabıcıyı ele alalım. Ama bu adam büyük ayakkabı fabrikatörlerinin rekabetine dayanamayarak işliğini kapamış ve örneğin Tiflis'te Adelhanov'un ayakkabı fabrikasında bir işe girmiş olsun. Adelhanov'un fabrikasına sürekli bir biçimde ücretli işçi olmak düşüncesiyle değil, biraz para artırmak, işliğini tekrar açmasını sağlayacak küçük bir sermaye biriktirmek amacıyla girmiştir. Gördüğünüz gibi bu ayakkabıcı, toplumsal durumu ile, şimdiden proleterdir, ama bilinci ile hâlâ proleter değildir, tümüyle küçük-burjuvadır. Bir başka deyişle, bu ayakkabıcı, daha şimdiden küçük-burjuvalık durumunu yitirmiştir, [bu durum] yokolup gitmiştir; ama onun küçük- burjuva bilinci daha yok olmamış, gerçek durumunun gerisinde kalmıştır.

Açıktır ki, burada, [yani] toplumsal yaşamda da, önce dış koşullar değişir, önce insanların koşulları değişir ve sonra da buna uygun olarak bilinçleri değişir.

Ama, biz, ayakkabıcımıza dönelim. Bildiğimiz gibi, biraz para artırmaya ve işliğini yeniden açmaya niyetlenmektedir. Bu proleterleşmiş ayakkabıcı, çalışmaya devam eder, ama para artırmanın çok güç bir iş olduğunu görür, çünkü kazandığı, geçimine ancak yetmektedir. Üstelik, özel bir işlik açmanın öyle pek çekici olmadığını da görür: bina ve eklentileri için ödemek zorunda olduğu kira, alıcıların kaprisleri, para darlığı, büyük ayakkabı fabrikatörlerinin rekabeti ve benzer dertler - özel zanaatçının kafasını kurcalayan sıkıntılar işte bunlardır. Öte yandan, proletarya, böyle endişelerden nispeten kurtulmuştur; alıcılarla veya bina ve eklentilerinin kirasını ödeme zorunluğuyla kendini sıkıntıya sokmamaktadır. Her sabah fabrikaya gider, akşamleyin de "sakin kafayla" evine döner ve cumartesi günleri aynı sükunetle "ücretini" cebine atar. Burada, ilk kez ayakkabıcımızın küçük-burjuva hayalleri dağılır; burada, ilk kez, onun ruhunda proleter özlemler uyanır.

Zaman geçer, ve ayakkabıcımız görür ki, parası en. temel gereksinmelerini bile karşılamaya yetmemektedir, ve ücretlerdeki bir artışa müthiş ihtiyacı vardır. Aynı zamanda, işçi arkadaşlarının sendikalar ve grevlerden söz ettiğini duyar. Ayakkabıcımız, bu noktada, koşullarını iyileştirmek için, kendine bir işlik açmanın değil, patronlarla savaşmanın gerekli olduğunu anlar. Sendikaya katılır, grev hareketine girer ve kısa sürede sosyalist düşüncelerle dolar. ...
Böylece, uzun vadede, ayakkabıcının maddi koşullarındaki bir değişikliği, bilincindeki bir değişiklik izlemiştir: önce maddi koşulları değişmiş ve bir süre sonra da, buna uygun olarak, bilinci değişmiştir.

Sınıflar hakkında ve bir bütün olarak toplum hakkında da aynı şey söylenebilir.

Toplumsal yaşamda da önce dış koşullar değişir, önce maddi koşullar değişir, sonra buna uygun olarak da insanların düşünceleri, alışkanlıkları, gelenekleri ve dünya görüşleri değişir. İşte bu yüzden Marx şöyle der: "İnsanların varlıklarını belirleyen şey, bilinçleri değildir, tam tersine, bilinçlerini belirleyen, toplumsal varlıklarıdır."[36]

Eğer maddi yana, dış koşullara, oluşa ve aynı türden olgulara öz dersek, düşüncel yana, bilince ve aynı türden olgulara biçim diyebiliriz. Böylece, şu ünlü materyalist önerme doğar: Gelişme süreci sırasında, öz biçimden önce gelir, biçim özün gerisinde kalır.

Ve, Marx'ın görüşüne göre, iktisadi gelişme, toplumsal hayatın "maddi temeli", özü; hukuki-siyasi ve dini-felsefi gelişme de, bu özün "ideolojik biçimi", "üstyapısı" olduğuna göre, Marx, bundan şu sonucu çıkarır: "İktisadi temelin değişmesiyle, geniş üstyapının tamamı, az ya da çok bir hızla, biçim değiştirir."

Kuşkusuz, Marx'ın görüşüne göre, bu, Sh. G'nin sandığı gibi, biçim olmaksızın öz olabileceği anlamına gelmez.Biçim olmaksızın öz olanaksızdır, ama kastedilen şey, belli bir biçimin, özün gerisinde kalması nedeniyle, bu öze asla tamamen uymaması; ve bunun için yeni özün bir süre kendini eski biçimle örtmek "zorunda olması" ve bunun, aralarında bir çatışmaya yol açmasıdır. Örneğin, zamanımızda ürünün mal edinilme biçimi, özel nitelik taşır [ve bu,] üretimin toplumsal özüne uymaz. Günümüzdeki toplumsal "çatışmanın" temeli budur.

Öte yandan, bilincin, oluşun bir biçimi olduğu düşüncesi, niteliği bakımından bilincin de madde olduğu anlamına gelmez. Bu, ancak, teorileri, Marx'ın materyalizmiyle esastan çelişen ve Engels'in Ludwig Feuerbach'da haklı olarak alay ettiği (Büchner ve Moleschott gibi) kaba materyalistlere ait bir görüştür. Marx'ın materyalizmine göre, bilinç ve oluş, düşünce ve madde, genel bir deyişle, doğa veya toplum adı verilen aynı olgunun farklı iki biçimidir. Dolayısıyla birbirlerini yadsımazlar; bir ve aynı olgu da değillerdir. Anlatılmak istenen tek şey, doğanın ve toplumun gelişmesinde, bilinçten, yani kafalarımızda oluşan şeyden önce, buna ilişkin maddi bir değişikliğin, yani bizim dışımızda oluşan şeylerin geldiğidir. Her belirli maddi değişikliğin ardından, ergeç buna uygun bir düşünsel değişiklik gelir.

Bize, pekala denecektir, belki de bu, doğa ve toplum tarihine uygulanmış biçimiyle doğrudur. Ama, nasıl oluyor da kafamızda, aynı zamanda farklı kavramlar ve düşünceler doğabiliyor. Şu dış koşullar denen şey, gerçekten var mıdır, yoksa, var olan sadece bu dış koşullara ait kavramlarımız mıdır? Ve eğer dış koşullar varsa, ne dereceye kadar algılanabilir ve kavranabilir?

Bu konuda, materyalist teori, kavramlarımızın, "egomuzun", ancak "egomuz" üzerinde izlenimler yaratan dış koşullar var olduğu sürece var olduğunu söyler. Her kim düşünmeden kavramlarımızdan başka bir şeyin var olmadığını söylerse, bütün dış koşulların varlığını yadsımak zorundadır, dolayısıyla da diğer insanların varlığını yadsıması, yalnızca kendi "egosunun" varlığını kabul etmesi gerekir - ki bu da, saçmadır ve bilimin ilkeleriyle kesinlikle çelişmektedir.

Dış koşulların gerçekte var olduğu açıktır. Bu koşullar bizden önce de vardı ve bizden sonra da var olacaktır; ve bilincimizi ne denli sık ve ne denli kuvvetle etkilerlerse, o kadar kolay algılanabilir ve kavranabilir hale gelirler.

Farklı kavram ve düşüncelerin kafamızda aynı zamanda nasıl doğdukları sorununa gelince, burada, doğa ve toplum tarihinde yer alan şeylerin kısa bir tekrarının bulunduğunu gözlemlemek durumundayız. Bu durumda da, bizim dışımızdaki nesne, bizim onu kavramamızdan önce gelir; bu durumda da, kavramımız, biçim, nesnenin gerisinde -özün gerisinde- kalır. Bir ağaca baktığım ve onu gördüğüm zaman, bu, ancak, bu ağacın benim kafamda bir ağaç kavramının uyanmasından da önce var olduğunu ortaya koyar; yani kafamda [kendisine] tekabül eden kavramı yaratan bu ağaçtır.

İşte, Marx'ın materyalist teorisinin özü kısaca budur. İnsanlığın pratik faaliyetleri açısından materyalist teorinin taşıdığı önem hemen anlaşılabilir.

Eğer, ilkönce iktisadi koşullar değişiyor ve insanların bilinci, daha sonraları buna uygun olan bir değişmeye uğruyorsa, açıktır ki, belirli bir ülkünün temellerini, insanların kafalarında, hayallerinde değil, iktisadi gelişmenin koşullarında aramalıyız. İktisadi koşulları görmezlikten gelen ve onların gelişmesine dayanamayan bütün ülküler yararsızdır ve kabul edilemezler.

Materyalist teoriden çıkarılan ilk pratik sonuç budur. Eğer insanların bilinci, alışkanlıkları ve gelenekleri, dış koşullarca belirleniyorsa, eğer uygun olmayan hukuki ve siyasi biçimler, iktisadi bir öze dayanıyorlarsa, halkın gelenek ve alışkanlıklarında ve siyasi sisteminde köklü bir değişiklik yaratabilmek için, iktisadi ilişkilerde, köklü bir değişiklik doğmasına yardım etmemiz gerektiği açıktır.

Bu konuda, Karl Marx, şöyle diyor.

"Materyalizm ile,. ..sosyalizm arasındaki zorunlu karşılıklı bağlantıyı anlamak için çok büyük bir kavrayışa gerek yok. Eğer insan, bütün bilgisini, algılarını vb. duyu aleminden kuruyorsa... o zaman, bundan, onda gerçek insanlığı tadacağı ve kendisi bizzat insanlığı tanıyacağı deneysel bir dünyanın buna göre düzenlenmesi sorunu olduğu sonucu çıkar. Eğer insan, materyalist anlamda değil de, yani şundan ya da bundan sakınma yeteneğinin olumsuz gücü nedeniyle değil de, kendi gerçek kişiliğini ortaya koyarak olumlu güç nedeniyle özgürse, o zaman, bireyleri suçlarından dolayı cezalandırmak yerine, topluma karşı suç üreten yerleri ortadan kaldırmak gerekir. ... Eğer insan koşullar tarafından biçimlendiriliyorsa, o zaman, koşullar, insanca biçimlendirilmelidir."

Materyalist teoriden çıkartılacak ikinci pratik sonuç budur.



Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
melnur
[ Gelenek ]
Kurucu
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 02.08.2013
İleti Sayısı: 10.955
Konum: İstanbul
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder

50 kere teşekkür edildi.
36 kere teşekkür etti.
Cevap Yazan: melnur
Cevap Tarihi: 06.09.2013- 23:53


MARX ve Engels'in materyalist teorileri üzerine anarşistlerin görüşleri nelerdir?

Diyalektik yöntem, Hegel'den kaynaklanmışken, materyalist teori, Feuerbach materyalizminin daha da gelişmesidir. Anarşistler bunu çok iyi bilmektedirler. Ve Hegel ve Feuerbach'ın teorilerindeki eksikliklerden yararlanarak, Marx ve Engels'in diyalektik materyalizmini gözden düşürmeye çalışmaktadırlar. Hegel'e ve diyalektik yönteme değinirken, anarşistlerin bu hilelerinin kendi cehaletlerinden başka bir şey kanıtlamadıklarını görmüştük, Feuerbach'a ve materyalist teoriye saldırıları için de aynı şey söylenmelidir.

Örneğin, anarşistler, kendilerine son derece güvenerek bize şöyle diyorlar: "Feuerbach, pantheist idi...", o, "insanı tanrılaştırmıştı...","Feuerbach'ın görüşüne göre insan yediğinden ibarettir..." ve bundan, Marx, aşağıdaki sonucu çıkarmıştır: "Bunun sonucu olarak, esas ve birincil olan, iktisadi koşullardır."

Gerçekten de, Feuerbach'ın panteistliğinden, insanı tanrılaştırması, ve bu türden diğer safsataları konusunda kimse kuşku duymuyor. Tam tersine, Feuerbach'ın safsatalarını ilkönce açığa vuranlar, Marx ve Engels olmuşlardır. Gene de anarşistler, zaten teşhir edilmiş olan safsataları, bir kez daha "teşhir etmeyi" gerekli görüyorlar. Neden? Belki de, Feuerbach'a söverken, dolaylı olarak, Marx ve Engels'in, materyalist teorilerini gözden düşürmek istediklerinden. Kuşkusuz, konuyu tarafsız olarak incelersek, Feuerbach'ın da, çoğu bilginler gibi, yanlış düşüncelerinin yanısıra, doğru düşünceleri de söylediğini kesinlikle göreceğiz. Gene de anarşistler "teşhire" devam ediyorlar.

Bu tür düzenbazlıklarla kendi cehaletlerinden başka bir şeyi kanıtlamadıklarını bir kez daha söyleyelim.

(Daha sonra de göreceğimiz gibi) anarşistler, materyalist teoriyi, konuyu hiç bilmeden, söylentilere dayanarak eleştirmeyi kafalarına koymuşlardır. Bunun sonucu olarak, sık sık birbirleriyle çelişir ve birbirlerini yalanlar, kuşkusuz bu da, bizim "eleştirmenlerimizi" gülünç duruma düşürüyor. Örneğin eğer, Bay Çerkezişvili'nin söylediklerine kulak verilirse, Marx ve Engels'in, birci (monistic) materyalizmden nefret ettiği, onların materyalizminin, birci değil, kaba materyalizm olduğu sanılır.

"Engels'in bütün varlığıyla nefret ettiği, doğa araştırmacıların büyük bilimi, evrim ve dönüşüm (mutation) sistemi ve monist materyalizmi ile ... diyalektikten kaçınmıştır. "

Engels'in "nefret ettiği" ve Çerkezişvili'nin onayladığı doğa bilimi materyalizmi, birci materyalizmdi, ve onun için, bundan, elbette onaylanması gerekmeyen Marx ve Engels'in materyalizmi, monist değilken [Çerkezişvili'nin birci materyalizminin] onaylanması gerektiği sonucu çıkar.

Bir başka anarşist de, Marx ve Engels'in materyalizminin monist olduğunu ve bu yüzden reddedilmesi gerektiğini söylüyor.

"Marx'ın tarih kavrayışı, Hegel'in bir yansımasıdır. Genel olarak mutlak objektivizmin birci materyalizmi ve özellikle Marx'ın iktisadi birciliği, doğada olanaksız ve teoride aldatıcıdır. Birci materyalizm, iyi gizlenmemiş bir ikicilik ve metafizikle bilim arasında bir uzlaşmadır."

Böylece bundan, birci materyalizmin kabul edilemeyeceği, Marx ve Engels'in ondan nefret etmediği, tam tersine, kendilerinin birci materyalistler oldukları ve dolayısıyla birci materyalizmin reddedilmesi gerektiği sonucu çıkar.

Bazıları ormana, bazıları da çayıra koşuyor. Birincisi mi, ikincisi mi, hangisi haklı, bulun bakalım! Kendi aralarında Marx'ın materyalizminin değerleri ve kusurları konusunda henüz anlaşamamışlar, onun birci olup olmadığını henüz anlamamışlar, ve kaba ya da birci materyalizmden hangisinin daha kabul edilebilir olduğu konusunda kendileri de henüz karar vermemişler, ama şimdiden marksizmi darmadağın ettikleri yolundaki övüngen iddialarıyla kulağımızı patlatıyorlar!

Evet, evet, eğer Anarşist Baylar birbirlerinin görüşlerini şimdi yaptıkları gibi büyük bir gayretle darmadağın etmeye devam ederlerse, söylemeye bile gerek yok ki, gelecek, anarşistlerindir...

Bunun kadar gülünç bir gerçek de, bazı "ünlü" anarşistlerin, "ünlerine karşın", bilimdeki farklı eğilimlerden haberdar olmamalarıdır. Anlaşılıyor ki, bilimde, birbirlerinden oldukça farklı olan çeşitli materyalizm türlerinin bulunduğu gerçeğini bilmiyorlar. Örneğin düşüncel yanın önemini ve onun maddi yan üzerindeki etkisini yadsıyan kaba materyalizm vardır; ama düşüncel ve maddi yanlar arasındaki karşılıklı ilişkiyi, bilimsel olarak inceleyen birci materyalizm denen şey -Marx'in materyalist teorisi- de vardır. Ama anarşistler, bu farklı materyalizm türlerini birbirlerine karıştırırlar, bunlar arasındaki açık farkları bile göremezler ve aynı zamanda büyük bir kendine güvenle bilimi yeniden yarattıklarına iddia ederler.

Örneğin Kropotkin, "felsefi" yapıtlarında, anarko-komünizmin "çağdaş materyalist felsefeye" dayandığını, kendini beğenmiş bir tavırla iddia eder. Ama anarko-komünizmin hangi materyalist felsefeye, kaba, birci veya bir başka nitelikteki [materyalist felsefelerden hangisine] dayandığını açıklamak için bir tek söz etmez. Açıktır ki, Kropotkin, materyalizmin farklı eğilimleri arasında temel çelişkiler olduğu gerçeğinden haberdar değildir ve bu eğilimleri birbirine karıştırmanın, "bilimi yeniden yaratmak" demek olmadığını, sadece kişinin tam cehaletini ortaya koyduğunu kavramamaktadır.

Aynı şey, Kropotkin'in Gürcü öğretilileri için de söylenebilir. Şimdi dinleyelim:

"Engels'in ve ayrıca Kautsky'nin görüşüne göre, Marx", diğer şeyler yanında, "materyalist kavrayışı keşfederek insanlığa büyük bir hizmette bulunmuştur. Bu doğru mudur? Sanmıyoruz, çünkü biliyoruz ki, ... toplumsal mekanizmanın coğrafi, iklimsel ve tellürsel, kozmik, antropolojik ve biyolojik koşullar aracılığıyla harekete geçirildiği görüşüne taraftar olan bütün tarihçilerin, bilginler ve filozofların hepsi materyalisttirler."

Böylece bundan, Aristoteles'in ve Holbach'ın "materyalizmi" ile Marx'ın ve Moleschott'un "materyalizmi" arasında hiç bir fark olmadığı sonucu çıkar! Bu da eleştiri oluyor sözde! Ve bilgileri bu düzeyde olan insanlar, bilimi yeniden yaratmayı kafalarına koymuşlar! Gerçekten de yerinde bir sözdür şu: "Eskicinin börek pişirmeye başlaması, kötü bir alamettir!..."

Devam edelim. Bizim "ünlü" anarşistlerimiz, bir yerlerden, Marx'ın materyalizminin bir "mide teorisi" olduğunu duymuşlar ve onun için "Feuerbach'ın görüşüne göre, insan yediğinden ibarettir. Bu formül, Marx ve Engels üzerinde bir büyü etkisi yaratmıştı.". Ve Marx, "esas ve birincil şeyin, iktisadi ilişkiler, üretim ilişkileri olduğu ..." sonucunu buradan çıkarmıştı diyerek, biz marksistlere saldırıyorlar. Ve sonra da, anarşistler, felsefi bir havayla bize öğüt vermeye başlıyorlar: "Bu [toplumsal yaşamın [J. St.] amacına ulaşmanın tek aracının yemek yeme ve iktisadi üretim olduğunu söylemek hata olacaktır, ... Eğer ideoloji esas olarak birci bir biçimde, yemek yeme ile ve iktisadi koşullarla belirlenseydi, bazı oburlar deha olurdu."



Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
melnur
[ Gelenek ]
Kurucu
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 02.08.2013
İleti Sayısı: 10.955
Konum: İstanbul
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder

50 kere teşekkür edildi.
36 kere teşekkür etti.
Cevap Yazan: melnur
Cevap Tarihi: 06.09.2013- 23:54


Marx ve Engels'in materyalizmini çürütmenin ne kadar kolay olduğunu görüyorsunuz! Sokakta genç bir öğrenciden Marx ve Engels hakkında biraz dedikodu dinlemek yetiyor, marksizm "eleştiricisi" ününü kazanmak için, Nobati gibi bir gazetenin sütunlarında felsefi bir kendine güven havası içinde, bu sokak dedikodularını tekrarlamak yetiyor.

Ama söyleyin bana baylar, nerede, ne zaman, hangi gezegen ve hangi Marx'ın "yemek yeme, ideolojiyi belirler." dediğini duydunuz? Neden iddianızı desteklemek için Marx'ın yapıtlarından bir tek cümle, bir tek sözcük aktaramıyorsunuz? Gerçekten de, Marx, insanların iktisadi koşullarının, onların bilinçlerini, ideolojilerini belirlediğini söylemiştir, ama yemek yeme ile iktisadi koşulların aynı şey olduğunu size kim söyledi ? Gerçekten bilmiyor musunuz ki, yemek yeme gibi fizyolojik bir olgu, insanların iktisadi koşulları gibi sosyolojik bir olgudan esas olarak farklıdır? Diyelim, bu iki farklı şeyi karıştırdığı için, genç bir öğrenci bağışlanabilir; ama nasıl oluyor da, siz, "sosyal-demokrasiyi alt edenler", "bilimi yeniden yaratanlar", genç bir öğrencinin hatalarını, böyle dikkatsizce tekrarlıyorsunuz?

Yemek yeme, toplumsal ideolojiyi nasıl belirleyebilir? Kendi dediğinizi kendiniz bir düşünün. Yemek yeme, yemek yeme biçimi değişmez; eski zamanlarda da insanlar, yiyeceklerini şimdi yedikleri gibi yerler, çiğnerler ve sindirirlerdi. Ama ideoloji, her zaman değişmektedir. Kadim, feodal, burjuva ve proleter - ideoloji biçimleri bunlardır işte. Değişmeyen bir şeyin, sürekli olarak değişen bir şeyi belirlediği söylenebilir mi? Biraz daha ilerleyelim. Anarşistlerin görüşüne göre, Marx'ın materyalizmi, "koşutçuluktur (parallelism) ...", ya da "birci materyalizm, iyi gizlenmemiş bir ikicilik ve metafizik ile bilim arasında bir uzlaşmadır. ... Marx ikiciliğe düşmektedir, çünkü üretim ilişkilerini maddi olarak ve insanın özlem ve (sayfa 38) isteğini ise, var olsa bile, hiç bir önem taşımayan bir düş ve bir ütopya olarak tanımlar."

Önce, Marx'ın birci materyalizminin, saçma koşutçulukla hiç bir ortak yanı olmadığını belirtelim. Materyalizm açısından maddi yan, öz, zorunlu olarak düşüncel yandan, biçimden önce gelir, Oysa koşutçuluk bu görüşü kabul etmez ve ne maddi, ne de düşünsel [yanın] önce gelmediğini, her ikisinin de birlikte, yanyana geliştiğini kesinlikle savunur.

İkinci olarak, Marx, "üretim ilişkilerini maddi olarak ve insan özlem ve isteğini ... hiç bir önem taşımayan bir düş ve bir ütopya olarak tanımlasa bile", bu, Marx'ın bir ikici olduğunu mu gösterir? Çok iyi bilindiği gibi ikici, hem düşüncel, hem de maddi yanların her ikisine de, karşıt ilkeler olarak eşit önem verir. Ama eğer sizin söyledikleriniz gibi, Marx, maddi yana daha fazla önem veriyor ve bir "ütopya" olduğu için düşüncel yana hiç önem vermiyorsa, Marx'ın bir ikici olduğunu nerden çıkarıyorsunuz "Eleştirmen" Baylar?

Üçüncü olarak, birciliğin, bir tek ilkeden - maddi ve düşüncel bir biçime sahip doğa veya oluştan kaynaklandığını, oysa, ikiciliğin iki ilkeden - ikiciliğe göre birbirini yadsıyan maddi ve düşüncel [yanlardan] kaynaklandığını bir çocuk bile bildiğine göre, materyalist bircilik ile ikicilik arasında ne ilişki olabilir?

Dördüncü olarak, Marx ne zaman, "İnsanın özlem ve isteğini bir düş ve bir ütopya olarak tanımladı"? Gerçekten de, Marx, "insanın özlem ve isteğini", "iktisadi gelişmeye bağlıyor ve bazı kürsü filozoflarının özlemleri iktisadi koşullarla uyuşmadığı zaman, onlara, ütopya adını veriyordu. Ama bu, Marx'ın, genel olarak, insan özleminin ütopya olduğuna inandığını mı gösterir? Bunu açıklamanın gerçekten gereği var mı? Marx'ın "İnsanlık her zaman, ancak çözebileceği sorunları üzerine alır. ", yani, genel bir deyişle, insanlık ütopik amaçlar gütmez, yolundaki sözlerini gerçekten okumadınız mı? Açıktır ki, ya bizim "eleştirmenimiz" neden söz ettiğini bilmiyor ya da kasten gerçekleri tahrif ediyor.

Beşinci olarak, Marx ve Engels'in görüşüne göre, "insanın özlem ve isteklerinin önemsiz olduğunu" size kim söyledi? Onların bunu söyledikleri yeri neden belirtmiyorsunuz? Marx, Louis Bonaparte'ın Onsekizinci Brumaire'i, Fransa'da Sınıf Mücadeleleri, Fransa'da İç Savaş adlı yapıtlarında ve aynı türden diğer broşürlerinde "özlem ve isteğin" öneminden sözetmez mi? Marx, "özlem ve isteğe" hiç önem vermiyordu da, neden proleterlerin "istek ve özlemini" sosyalist bir ruhla geliştirmeye çalıştı, neden onların arasında propaganda yürüttü? Ya da Engels, ünlü 1891-94 makalelerinde "istek ve özlemin öneminden" sözetmiyordu da, neden sözediyordu? Gerçekten, Marx'ın görüşüne göre, insanların "istek ve özlemi", özlerini iktisadi koşullardan alırlar, ama bu, insanların kendilerinin, iktisadi ilişkilerin gelişmesi üzerine hiç bir etki yapmadığı anlamına: mı gelmektedir? Böylesine basit bir düşünceyi anlamak, anarşistlere gerçekten çok mu zor geliyor?

İşte Anarşist Bayların yaptıkları bir başka suçlama: "Biçim, öz olmaksızın düşünülmez; bu yüzden "biçimin özden sonra geldiğini (özün gerisinde kaldığını -K.) kimse söyleyemez. Onlar "birlikte vardırlar". ... Aksi halde bircilik bir saçmalık olurdu."

Bizim "bilgin"in kafası nedense gene karıştı. Özün, biçim olmaksızın düşünülemeyeceği doğrudur. Ama mevcut biçimin mevcut öze hiç bir zaman tam olarak tekabül etmediği de doğrudur: biçim, özün gerisinde kalır; yeni öz, bir ölçüye kadar her zaman eski biçimle örtülmüştür ve bunun sonucu olarak, eski biçimle yeni öz arasında daima yeni bir çatışma vardır. İşte devrim tam bu temele dayanarak oluşur ve bu, diğer şeylerle birlikte, Marx'ın materyalizminin devrimci ruhunu yansıtır. Oysa "ünlü" anarşistler bunu anlayamamışlardır ve bunun kabahati, kuşkusuz, materyalist teorinin değil, kendilerinindir.

İşte, Marx ve Engels'in materyalist teorisi üzerine anarşistlerin görüşleri bunlardır - tabii eğer bunlara görüş denilebilirse.



Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
melnur
[ Gelenek ]
Kurucu
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 02.08.2013
İleti Sayısı: 10.955
Konum: İstanbul
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder

50 kere teşekkür edildi.
36 kere teşekkür etti.
Cevap Yazan: melnur
Cevap Tarihi: 06.09.2013- 23:55


3-PROLETER SOSYALİZMİ

Marks'ın teorik öğretisini artık tanımış bulunuyoruz, onun yöntemini ve teorisini de tanıyoruz.

Bu öğretiden hangi sonuçları çıkarmalıyız?

Diyalektik materyalizmle proleter sosyalizmi arasında nasıl bir ilişki vardır?

Diyalektik yöntem, yalnızca, günden güne gelişen, sürekli ilerleyen ve bıkmadan daha iyi bir gelecek için mücadele eden sınıfın, sonuna kadar ilerici olabileceğini, kölelik boyunduruğunu ancak böyle bir sınıfın parçalayabileceğini söyler. Durmadan büyüyen, sürekli ilerleyen ve gelecek için mücadele eden biricik sınıfın, kent ve kır proletaryası olduğunu görüyoruz. Bu nedenle proletaryaya hizmet etmeli, umudumuzu proletaryaya bağlamalıyız.

Marks'ın teorik öğretilerinden çıkarılacak ilk pratik sonuç budur.

Ama hizmetten hizmete fark vardır. Proletaryaya, sosyalizmi unutmasını vaaz eden Bernştein de ona "hizmet" ediyor, dağınık, geniş bir sanayi temeline dayanmayan bir topluluk "sosyalizmi" vaat eden Kropotkin de ona, "hizmet" etmiş oluyor. Proletaryayı, geniş bir modern sanayi tabanına dayanan bir proleter sosyalizmine çağıran Karl Marks da ona hizmet etmektedir. Çalışmalarımızın proletaryaya yararlı olabilmesi için nasıl davranmalıyız? Proletaryaya nasıl hizmet etmeliyiz?

Materyalist teoriye göre belirli bir ülkü, ancak, ülkenin iktisadi gelişimine ters düşmezse, bu gelişimin gereklerine tümüyle cevap verebilirse, proletaryaya doğrudan bir yarar sağlayabilir. Kapitalist sistemin iktisadi gelişimi, günümüzde, üretimin toplumsal bir niteliğe büründüğünü, üretimin toplumsal niteliğiyle, mevcut kapitalist mülkiyetin temelden çeliştiğini göstermektedir. Dolayısıyla, temel görevimiz, kapitalist mülkiyetin kaldırılmasına yardımcı olmak ve sosyalist mülkiyeti kurmaktır. Ve bu, demektir ki, sosyalizmi unutmak gerektiğini ileri süren Bernstein'ın doktrini, iktisadi gelişmenin gerekleriyle temelden çelişir; proletaryaya zarar verir.

Ayrıca, kapitalist sistemin iktisadi gelişmesi, bugünkü üretimin gün geçtikçe yayıldığını göstermektedir. Bu üretim, tek tek kentlerin ve illerin sınırları içinde kalmamakta, durmadan bu sınırları aşarak bütün ülkeye yayılmaktadır. Dolayısıyla, üretimin yayılmasına sevinmeli ve ayrı kentlere ve topluluklara değil, kuşkusuz gelecekte daha da genişleyecek olan, devletin bölünmez topraklarının tümüne, gelecekteki sosyalizmin temeli olarak bakmalıyız. Ve bu demektir ki, gelecekteki sosyalizmi, ayrı kentlerin ve toplulukların sınırları içine hapseden Kropotkin'in doktrini, üretimin güçlü bir biçimde genişlemesine bir engel oluşturur; proletaryaya zarar verir.

En önemli hedef olarak tümüyle gelişmiş bir sosyalist yaşam için mücadele etmek - işte proletaryaya böyle hizmet edebiliriz.

Bu da Marks'ın teorik öğretisinden çıkan ikinci pratik sonuçtur.

Açıktır ki, proleter sosyalizmi, diyalektik materyalizmin doğrudan bir sonucudur.

Proleter sosyalizmi nedir?

Bugünkü sistem, kapitalist bir sistemdir. Bu demektir ki, dünya iki hasım kampa bölünmüştür, küçük bir avuç kapitalistin kampı ve çoğunluğun, proleterlerin kampı. Proleterler, gece gündüz çalışırlar ama gene de yoksul kalırlar. Kapitalistler çalışmazlar ama gene de zengindirler. Böyle olmasının nedeni proleterlerin aptal, kapitalistlerin dahi olmaları değil, kapitalistlerin, proleterlerin emeğinin ürününü mal edinmeleridir, kapitalistlerin proleterleri sömürmeleridir.

Proleterlerin emeğinin meyvesi, neden proleterler tarafından değil de, kapitalistler tarafından mal ediniliyor? Neden kapitalistler proleterleri sömürüyorlar da, tersi olmuyor?

Çünkü kapitalist sistem, meta üretimine dayanmaktadır. Burada her şey meta biçimini alır, her yerde alım satım ilkesi hüküm sürer. Burada sadece tüketim maddelerini, sadece besin ürünlerini değil, insanların işgücünü, onların kanlarını ve vicdanlarını da satın alabilirsiniz. Kapitalistler bütün bunları bilirler ve proleterlerin işgücünü satın alır, onları kiralar. Bu, kapitalistlerin, satın aldıkları işgücünün, sahibi haline gelmeleri demektir. Oysa proleterler, sattıkları işgücü üzerindeki haklarını yitirirler. Yani, bu işgücü tarafından üretilen şeyler, artık proleterlere değil, yalnızca kapitalistlere aittir ve onların cebine girer. Sattığınız işgücü, bir gün içinde, 100 ruble değerinde mal üretebilir, ama bu sizin üstünüze vazife değildir, bu mallar size ait değildir. Bu işe ancak kapitalistler karışır ve mallar onlara aittir. Sizin alacağınız tek şey, günlük ücretinizdir, bu da, sizin temel gereksinmelerinizi karşılamaya yetebilir, tabii tutumlu yaşarsanız, kısacası, kapitalistler, proleterlerin işgücünü satın alırlar, proleterleri kiralar, ve kapitalistlerin, proleterlerin emeğinin ürününü mal edinmelerinin nedeni işte budur, kapitalistlerin proleterleri sömürmelerinin ve tersinin olmamasının nedeni, işte budur.

Peki ama, proleterlerin işgücünü satın alanlar neden kapitalistler oluyor? Neden kapitalistler, proleterleri kiralıyorlar da tersi olmuyor?

Çünkü, kapitalist sistemin esas dayanağı, üretim aletlerinin ve araçlarının özel mülkiyetidir. Çünkü, fabrikalar, değirmenler (mill), toprak ve madenler, ormanlar, demiryolları, makineler ve diğer üretim araçları, küçük bir avuç kapitalistin özel mülkiyetine geçmiştir. Çünkü proleterler bütün bunlardan yoksundurlar. İşte bunun için, kapitalistler, fabrikaları ve değirmenleri çalıştırmak üzere proleterleri kiralarlar; eğer bunu yapmasalardı, üretim aletleri ve araçları hiç kâr getirmeyecekti. İşte bunun için proleterler, işgüçlerini kapitalistlere satarlar; eğer böyle yapmasalardı, açlıktan ölürlerdi.

Bütün bunlar kapitalist üretimin genel niteliğine ışık tutmaktadır. Önce, kapitalist üretimin birleştirilemeyeceği ve örgütlenemeyeceği ortadadır: [bu üretim] tek tek kapitalistlerin özel işletmeleri arasında bölünmüştür. İkincisi, kapitalist üretimin amacı, halkın gereksinmelerini karşılayacak malları üretmek değil, kapitalistlerin kârları artsın diye satış için mal üretmektir. Ama, her kapitalist, kârını artırmak istediğine göre, her biri, mümkün olan en çok miktarda meta üretmeye çalışır, pazar kısa zaman da dolar, fiyatlar düşer ve - genel bir bunalım başlar.

Böylece, bunalımlar, işsizlik, üretimin durması, üretimde anarşi ve benzeri şeyler, bugünkü örgütlenmemiş kapitalist üretimin doğrudan sonuçlarıdır.

Eğer bu örgütlenmemiş toplumsal, sistem, hala ayakta duruyorsa, hala proletaryanın saldırılarına dayanıyorsa, bunun esas nedeni kapitalist devlet tarafından, kapitalist hükümet tarafından korunmasıdır.

Bugünkü kapitalist toplumun temeli işte budur.



Yeni Başlık  kilitli
 Toplam 2 Sayfa:   Sayfa:   [1]   2   >   son» 



Forum Ana Sayfası

 


 Bu konuyu 1 kişi görüntülüyor:  1 Misafir, 0 Üye
 Bu konuyu görüntüleyen üye yok.
Konuyu Sosyal Ortamda Paylas
Benzer konular
Başlık Yazan Cevap Gösterim Son ileti
Konu Klasör sosyalizm ile reel sosyalizm arasında ne fark var yura 5 14118 23.03.2014- 12:22
Konu Klasör Ütopik Sosyalizm ve Bilimsel Sosyalizm melnur 19 16420 30.08.2013- 00:25
Konu Klasör Sosyalizm melnur 2 4650 18.02.2020- 06:32
Konu Klasör sosyalizm hakkı 37 26296 30.01.2020- 08:50
Konu Klasör Sosyalizm ve din proleter 0 2883 21.01.2015- 22:26
Etiketler   Anarşizm,   Sosyalizm
SOL PAYLAŞIM
Yasal Uyarı
Sitemiz Bir Paylasim Forum sitesidir Bu nedenle yazı, resim ve diğer materyaller sitemize kayıtlı üyelerimiz tarafından kontrol edilmeksizin eklenebilmektedir. Bu nedenden ötürü doğabilecek yasal sorumluluklar yazan kullanıcılara aittir. Sitemiz hak sahiplerinin şikayetleri doğrultusunda yazı ve materyalleri 48 Saat içerisinde sitemizden kaldırmaktadır.
Bildirimlerinizi info@solpaylasim.com adresine yollayabilirsiniz.
Forum Mobil RSS