SolPaylaşım  
Ana Sayfa  |  Yönetim Paneli  |  Üyeler  |  Giriş  |  Kayıt
 
OTURUYORSAN KALK; AYAKTAYSAN YÜRÜ; YÜRÜYORSAN KOŞ!
Yurt ve dünya sorunlarına soldan bakan dostlar HOŞGELDİNİZ .Foruma etkin katılım yapabilmeniz için KAYIT olmalısınız.
Yeni Başlık  Cevap Yaz
 Toplam 5 Sayfa:   Sayfa:   [1]   2   3   4   5   >   son» 
Kızıldere bir destandır           (gösterim sayısı: 23.806)
Yazan Konu içeriği
Üye Profili boşluk
melnur
[ Gelenek ]
Kurucu
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 02.08.2013
İleti Sayısı: 10.955
Konum: İstanbul
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder

36 kere teşekkür etti.
50 kere teşekkür edildi.
Konu Yazan: melnur
Konu Tarihi: 04.08.2013- 00:14


Öldürdüler sevgiyi
ve seven insanları.
Öldürdüler türküyü
ve türkü söyleyenleri.

Resim Ekleme

Tam otuz altı yıl geçti üstünden.Otuz altı yıl önce, 30 Mart 1972'de Mahir Çayan ve dokuz arkadaşı Tokat'ın Kızıldere köyünde güvenlik güçleri ile girdikleri çatışmada katledilmişlerdi. Çok değil, iki ay sonra, 6 Mayıs 1972'de Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan ve Yusuf Aslan idam sehpalarında can verecek, yaklaşık bir yıl sonra ise, İ. Kaypakkaya Diyarbakır zindanlarında işkenceyle öldürülecekti. Kısa bir zaman içinde arka arkaya kurulan ve silahlı mücadeleyi temel alarak kendisinden önceki sosyalist anlayışlarla temelden ayrılan bu üç gençlik örgütü THKP, THKO ve TKP-ML önderlerinin bu dramatik ölümleri 60'larin sonunda başlayıp yaklaşık üç yıl süren bir dönemi de noktalayacaktı.Bugün geriye dönüp baktığımızda bu üç gençlik önderi ve onların çevresinde bulunan bir avuç insan kahramanlıkları, yiğitlikleri ve idealleri uğruna ölümü bile göze alışlarıyla "haklı olarak-anılmaya devam ediliyorlar. Onlar hiç unutulmadı ve unutulmayacak. Ne var ki, o dönemin yeterli ve ayrıntılı bir sorgulamadan geçirilmemiş olması da sol açısından bir eksikliktir. O dönem ve öncesinde tam olarak neler yaşandığı ve hangi süreçlerden geçilerek öylesine bir kriz ortamına varıldığı da açıklığa kavuşturulmak zorundadır. Sol, o dönemi mutlaka "dokunulmaz" olmaktan çıkarmalıdır. Hiçbir komplekse girmeden yapmalıdır bunu. Mahirlerin, Denizlerin ve İbrahimlerin savunageldikleri ideale ulaşabilmenin başka yolu da yoktur.

Dev Genç hareketi ve onun içinden çıkan üç silahlı örgüt ile, o dönemin silahlı mücadele stratejisinin enine boyuna tartışılması bugünün pek çok çözümsüzlüğünün yanıtını da içinde barındırıyor. Bugün ülkemiz solunun bin bir parçalı hali bir "zenginlik" değil, tam tersine bir kısırlıktır ve bir teori yoksunluğundan kaynaklanmaktadır. 60'larda başlayan solun yükseliş süreci, giderek bir çıkmaza dönüşürken devrimci gençliğin buna tepki olarak ortaya koyduğu silahlı mücadele tezleri bugün bile bir çözüm yolu olarak değerlendirilmekte ve sonuçta ortaya çıkan teorik yanlışlıklar sürekli ayrışmaya ve amip gibi bölünmeye neden olmakta ve bu durum, kitlelerden kopuk, sadece iç tartışmalara yönelik yapılar, örgütler ve anlayışların oluşumuna zemin hazırlamaktadır.

Bu ay derginin kapak dosyasını "Kızıldere" olarak belirleyip, bu dosyayı hazırlamaya koyulduğumuzda, itiraf etmeliyiz ki, zorlanacağımızı biliyorduk. Her şey bir yana bu konuda nasıl nesnel olabileceğimiz konusunda da kaygılarımız vardı. Çünkü bizler onlarla büyümüştük. Onları örnek almıştık. Bir avuç insanın "Özgürlük, Bağımsızlık ve Sosyalizm" diyerek başkaldırması, seslerini yükseltmeleri ve silahlı mücadele yolunu seçmeleri olağanüstü bir şeydi ve bu olağanüstülük onları bizim önderimiz ve idolümüz yapmaya yetmişti. Bizler onları hep öyle hatırladık. Onları üç yıl süren büyüleyici bir destanın kahramanları olarak andık. Ama şimdi, aradan 36 yıl geçtikten sonra o dönemi sorgulamanın, o dönemi doğrusu ve yanlışıyla ele almanın daha yararlı ve gerekli olduğunu düşünüyoruz. Böyle bir çaba o onurlu yürüyüşe hiçbir gölge düşürmeyecektir. Aksine o günleri ve o mücadeleyi çok daha iyi anlayabiliriz. Geçmişe gözlerimizi kapayarak yarınları kurabilmek nasıl mümkün olabilir ki? Özeleştiri yapmadan; nasıl?

Gençliğin silahlı mücadelesi, o mücadelenin ideolojik temellerinin önünde gitmiştir hep. Ülke gençliğinin Marksizm'le tanışması hep o kahramanların yaşam öyküsü ile ilintili olduğundan yaşam öykülerinin ve mücadelenin büyüleyici yanı ortaya atılan teoriyi de bir kabul durumuna getirmektedir. Yanıltıcı olan, yanlış sonuçlara yol açan durum da budur. Marksizm'i sadece o gençlik önderlerinin ortaya koyduğu teori ve pratikle ilişkilendirme, bu teori ve pratiğin ülkemiz için uygun ve doğru bir siyaset anlayışı olduğuna ve bu durum da sınıfsal mücadelenin en dinamik kesimi olan gençliğin Marksist sınıfsal pratiğin dışında kalmasına yol açmaktadır. Solun özellikle devrimci gençliğin kitleyle, işçi sınıfının kendisiyle buluşamamasının nedenini de biraz buralarda aramak hiç kuşkusuz yararlı olacaktır. Oysa reel sosyalizmin çöktüğü, emperyalizmin küreselleştiği, sömürü ve baskının en acımasız biçimde halklara dayatıldığı bir dünyada Türkiye solcuları olarak Marksist bilimin ne olduğunu doğru bir şekilde anlayabilme ve doğru bir şekilde hayata geçirebilme zorunluluğu vardır. Bunu gerçekleştiremediğimiz sürece ülkemizdeki sol siyasetin kendi yatağında akmasının önündeki engeller hiç bir zaman azalmayacaktır.

Bu çalışma, bu anlamda sadece 71 silahlı mücadelesine yakından bakmakla kalmayacak, onun öncesinde dönemin politik koşullarını ve silahlı mücadelenin beslendiği ideolojik formasyonu da özetlemeye çalışacaktır..




Bu ileti en son melnur tarafından 27.03.2022- 10:02 tarihinde, toplamda 2 kez değiştirilmiştir.
Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
melnur
[ Gelenek ]
Kurucu
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 02.08.2013
İleti Sayısı: 10.955
Konum: İstanbul
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder

50 kere teşekkür edildi.
36 kere teşekkür etti.
Cevap Yazan: melnur
Cevap Tarihi: 04.08.2013- 00:17


60'lı yıllarda dünyada durum:

60'lı yıllar, özellikle 60'ların ikinci yarısı tıpkı Türkiye'de olduğu gibi yeryüzünün her coğrafyasında hareketlenmelerin ve hızlı değişimlerin yaşandığı, özgürlük, bağımsızlık ve sosyalizm mücadelesinin de yükseldiği yıllardır. Komünist Enternasyonal'in 1943 yılındaki kapatılma kararından sonra dünyadaki komünist partileri tek bir çatı altında toparlayacak bir örgüt yoktur. Buna rağmen Sovyetler Birliği Komünist Partisi'nin ideolojik ve politik öncülüğü devam etmektedir ve bu durum muhalefet ya da iktidarda olsalar da dünya komünist partileri tarafından kabul edilmektedir. SSCB, özellikle üçüncü dünya ülkeleri için ortaya attığı "kapitalist olmayan yol" tezlerini bir yandan bu ülkelere ihraç ederken, bir yandan da ABD emperyalizmine direnen Vietnam!a ve ABD'nin burnunun dibinde tehdit altında bulunan Küba'ya askeri ve ekonomik yardımlarda bulunuyordu. Küba krizinin atlatılmasıyla birlikte dünyada iki kutup arasında bir yumuşama yaşanırken, bu kez özellikle 60'lı yılların ikinci yarısından itibaren Sovyet ve Çin arasında kutuplaşma ve ideolojik bölünme had safhaya ulaşır. 60'ların başında Sovyetlerin Çin'deki tüm uzmanlarını ve teknik ekibini çekmesi, Yugoslavya ve Hindistan'la kurduğu iyi ilişkiler ve ekonomik yardımda bulunması, Çin'e atom bombası vermemesi; Çin'in nükleer denemelerini önlemek istercesine ABD ve İngiltere ile nükleer silahların sınırlandırılması gibi faaliyetlerin içine girmesi Çin ile aralarında varolan sorunların "uzlaşmaz" noktalara gelmesine neden olur. Çin de bütün bunlardan sonra varolan ideolojik sorunların çözümü konusunda bütün köprüleri atar ve Sovyetleri emperyalist ülke ilan eder.

Sovyetler Birliğinin reel sosyalizmi ayakta tutma adına sosyalizme barışçıl geçiş ve barış içinde bir arada yaşama gibi Marksizm'in özüne yabancı birtakım tezler geliştirmesi, Komüntern'i kapatarak enternasyalizmi Dışişleri Bakanlığı'yla ilişkiler düzeyine indirgemesi, rahatsızlık veren konulardı. İkinci Dünya Savaşından sonra Sosyalist dünyanın doğrudan katkısıyla tek bir devrimin bile gerçekleştirilememiş olması, Sovyetlerin içinde bulunduğu çizgi ile doğrudan ilişkilidir. Aynı şekilde Maoculuk da bu dönemde hem ideolojik içeriği ve hem de politik çizgisiyle popülist ve anti-Sovyet bir çizgiye oturmuş, daha sonraları ortaya atılan "Üç Dünya Teorisi" ile de oportünist ve emperyalizmle uzlaşmacı bir. kimliğe bürünmüştür.

Sovyetlerle Çin arasındaki bu ayrışma, ülkemizdeki solun biçimlenmesinde de büyük bir rol oynamıştır. Özellikle 70'lerden itibaren Sovyet, Çin ve Latin Amerika solculuğunu ülkemiz solunun bütün yapılanmalarında görebilmek mümkündür. Bunun çok fazla yadırgatıcı olmaması gerek. Çünkü o yıllar dünyanın hemen her yerinde farklı koşullara sahip ülkelerde farklı stratejiler yürütülerek iktidar ele geçirilmeye çalışılıyor, bu anlamda devrimci, ulusal, anti-sömürgeci mücadeleler doruklara varıyodu. O yıllar, devrimci önderlerin birer sembol olduğu yıllardır; insanın insanı sömürmesine tepki duyulan yıllar...

Latin Amerika o yıllarda baştan sona bir devrim ateşiyle tutuşmaktadır. Che devrimi yaymak için bir ülkeden bir ülkeye geçiyor, Uruguay başta olmak üzere pek çok ülke gerilla taktikleriyle mücadele yolunu tutuyordu. Asya'da köylü ayaklanmaları, Afrika'da anti-sömürgeci kurtuluş hareketleri, Mısır ve Sudan'da "kapitalist olmayan yol" denemeleri, Baas sosyalizmi; Nasır; Lumumba, Bin Bella ve Kabral...O dönemde gerçekleştirilen her karşı devrimci şiddet bile bu devrimci dalgayı geriletemiyor, tam tersine daha büyük heyecan ve coşku yaratarak kitlelerin sisteme muhalefeti artıyordu.Sadece geri kalmış ülkelerde değil, gelişmiş ülkelerde de aynı isyanları görmek mümkündü. ABD'nin belli başlı eyaletlerinde ortaya çıkan radikal zenci hareketleri, gelişmiş ülkelerde ortaya çıkan silahlı gençlik eylemleri o dönemin düzene muhalefet etme şeklinin farklı örnekleriydi.

Türkiye kuşkusuz bu devrimci dalganın dışında kalamazdı. Dünyanın bu devrimci çoğalış dönemi Türkiye solu üzerinde de coşturucu, özendirici bir etki yapmakta gecikmedi. Özellikle 70'li yılların Türkiye solunda bu durum açıkça görülmektedir.




Bu ileti en son melnur tarafından 02.10.2013- 18:19 tarihinde, toplamda 1 kez değiştirilmiştir.
Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
melnur
[ Gelenek ]
Kurucu
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 02.08.2013
İleti Sayısı: 10.955
Konum: İstanbul
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder

50 kere teşekkür edildi.
36 kere teşekkür etti.
Cevap Yazan: melnur
Cevap Tarihi: 04.08.2013- 00:18


60'lı yıllarda ülkemiz:

60'lı yıllar toplumsal alt üst oluşun yoğun yaşandığı yıllardır ülkemizde. 50'lerden başlayarak on yıl boyunca süregelen dışa bağımlı kapitalizm her şeyi başkalaştırmıştır. Ticari ilişkilerin artması ve en ücra yerlere yayılması, toprak reformunun bir türlü gerçekleştirilememesi, çarpık sanayileşmenin ortaya çıkardığı yeni ve sağlıksız ilişkiler, kentlere yığılan insanların değer yargılarının ve insanı ilişkilerinin değişimi, iç siyasette yaşanan gerginlikler ve çatışmalar, huzursuzluk ve kaygıların artması toplumun önüne 61 anayasasını ve bu anayasanın sağladığı göreli özgürlük ortamını getirmişti.O dönemde yaşanan toplumsal alt üst oluş, zihinlerde de bir değişimi meydana getirecek, dünyada özellikle 60'lı yılların ikinci yarısıyla birlikte esmeye başlayan "sol rüzgarları" da arkasına alarak toplumda müthiş bir hareketlilik ve değişim gerçekleşecekti. O yılların Türkiye tarihi açısından iki büyük önemi vardır. Bunlardan birincisi 61 Anayasası'nın getirdiği özgürlük ortamı, diğeri ise Türkiye solcuları ve aydınlarının bu ortam içinde halka ve yığınlara açılımıydı.

60'lı yılların başında, ülkemizde, kapitalist sömürünün yayılıp yoğunlaşmasıyla birlikte işçi sınıfı ve diğer emekçi kesimlerin ekonomik ve siyasal talepleri de artmıştı. Başta işçi sınıfı olmak üzere, tarım emekçileri, yoksullar, küçük üreticiler, öğrenci gençlik alanlara çıkmaya başladı. 62'de yeni "gösteri ve toplantı yürüyüşleri kanunu" yürürlüğe girmişti. İşçiler işten çıkarmalara karşı grevli sendika hakkı için seslerini yükseltiyorlardı. Saraçhane mitingi ve Kavel grevlerinin ardından toplu sözleşme grev ve lokavt hakkı da kazanıldı. Bu yasaların yürürlüğe girmesinden sonra grev ve işçi hareketlerinde önemli artış olmuş, işçi sınıfı bu periyodu izleyen süreç içinde siyasallaşmıştır. Talepler sadece ücret artışları ile sınırlandırılmıyor, özgür sendikalaşma ve referandum hakkı, lokavtın yasaklanması gibi istekleri de gündeme getiriliyordu.. Arka arkaya yaşanan direniş ve fabrika işgalleri, DİSK'in 1967'de kurulması ve sonuçta Türkiye İşçi Sınıfının 15-16 Haziran 1970'deki legalliğe başkaldırısı o dönemin belirleyici olaylarındandı.

Yine bu dönemde genel bir af çıkarılarak 1951 tutuklanmasıyla hapse tıkılan çoğu TKP yöneticisi olan aydınlar da özgürlüklerine kavuşmuşlar ve bunların pek çoğu o dönemdeki hareket ve partileşme süreçlerinin içinde yer almışlardı. 1960'lı yıllar Türkiyeli aydınların siyasette varlığını etkin bir şekilde ortaya koydukları dönemdir. O dönemin iki büyük hareketi olan TİP ve YÖN hareketi ile daha sonra oluşacak olan MDD hareketi de süregelen on yıl içinde bütün toplumsal oluşumları derinden etkileyeceklerdi.




Bu ileti en son melnur tarafından 02.10.2013- 18:22 tarihinde, toplamda 2 kez değiştirilmiştir.
Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
melnur
[ Gelenek ]
Kurucu
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 02.08.2013
İleti Sayısı: 10.955
Konum: İstanbul
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder

50 kere teşekkür edildi.
36 kere teşekkür etti.
Cevap Yazan: melnur
Cevap Tarihi: 04.08.2013- 00:19


YÖN HAREKETİ:

Yön 20 Aralık 1961 tarihinde ilk bildirisini yayınlayan ve içlerinde liberallerden, Kemalistlere ve Marksistlere kadar uzanan geniş bir düşünce anlayışını bir araya getirebilen bir aydınlar hareketidir. İlk bildirisinde de ortaya koydukları gibi, amaçlarını "Atatürk devrimleriyle amaç edinilen çağdaş uygarlık seviyesine ulaşmanın, eğitim davasını sonuçlandırmanın, Türk demokrasisini yaşatmanın, sosyal adaleti gerçekleştirmenin ve demokrasi rejimini sağlam temeller üzerinde oturtmanın, ancak, iktisadi alanda hızla kalkınmakla yani milli istihsal seviyesini hızla yükseltmekte olduğuna inanıyoruz" (1) diyerek açıklıyorlar ve çağrının kime yapıldığını da yine aynı bildiride "Bugün Türk toplumuna yön verebilmek durumunda bulunan öğretmen, yazar, politikacı, sendikacı, müteşebbis ve idareci gibi kimselerin, belli bir kalkınma felsefesinin ana hatları üzerinde anlaşmaya varmalarını zaruri sayıyoruz" (2) diyerek ortaya koyuyorlardı.Buradan da anlaşılacağı gibi YÖN bir aydınlar oluşumunun ötesinde, seslendiği kitle açısından da bir aydınlar hareketiydi.

YÖN'ün başyazarı Doğan Avcıoğlu'dur. "Doğan Avcıoğlu'nun başyazarlık yaptığı YÖN'de, Mümtaz Soysal, İlhan Selçuk, ve İlhami Soysal'ın yanında; Niyazi Berkes, Şevket Süreyya Aydemir, Sadun Aren, Cahit Tanyol, İdris Küçük ömer, Fethi Naci, Rauf Mutluay, Adil Aşçıoğlu, Attila İlhan, Mehmed Kemal, Erol Ulubelen, Çetin Altan, İbrahim Çamlı, Nimet Arzık, Hasan Hüseyin (Korkmazgil), Ayperi Akalan, Nijat Özon,Muzaffer (İlhan) Erdost, Memet Fuat, Samim Kocagöz, Aziz Nesin, Fakir Baykurt, Muammer Aksoy, Mustafa Ekmekçi, Selahattin Hilav, Arslan Başer Kafaoğlu, Yaşar Kemal, M.Şükrü Koç, Melih Cevdet Anday, Hayati Asılyazıcı, Behzat Ay, Türkkaya Ataöv, Sırrı Hocaoğlu, Turan Güneş, Taner Timur, ile Fazıl Hüsnü Dağlarca, Ömer Faruk Toprak ve Ceyhun Atuf Kansu sık rastlanan imzalardır. Böyle bir yazar kadrosu ve işlenen konuların genişliğine başka bir yayın organında rastlamak zordur. Bu durum Doğan Avcıoğlu'nun, İkinci Dünya Savaşı'ndan beri Türk siyasal yaşamının en etkin yazar kadrosunu örgütlemedeki başarısını göstermektedir." (3)

YÖN çeşitli eğilimleri içinde barındırsa da, ortak perspektifler oluşturmayı başarmış ve ileri sürdüğü görüşler doğrultusunda Türkiye ilerici hareketleri üzerinde önemli bir etki yaratmıştır. Onlara göre, "kalkınma", "bilinçlenme", "Atatürk devrimleriyle amaç edinilen çağdaş uygarlık seviyesine" ulaşmak "yeni bir devletçilik" anlayışı ile mümkündü. Bu anlamda YÖN hareketinin "kalkınmacı bir sosyalizm" anlayışı içinde olduğu söylenebilir. Pek çok bildirilerinde dile getirildiği gibi ileri sürdükleri düşünceler "Anti Emperyalist Kemalist Devrim''i daha da ileri götürmek ve zamanın Sovyet tezlerine yakın bir Kapitalist Olmayan Yol'la kalkınmaktı. Bu düşünceler Doğan Avcıoğlu tarafından YÖN'ün kapatılmasından iki yıl sonra (1969) çıkarılan Devrim gazete-dergisinde daha da "ileri" taşınacak ve Ulusal Kurtuluş Tez'ine dönüşecekti.

YÖN'ün önemli yazarlarından Mümtaz Soysal'a göre 27 Mayıs özgürlükler düzenini genişleten, klasik haklara yeni ekonomik ve sosyal haklar ekleyen bir Anayasa getirmişti. Ama   "Türkiye'nin muhtaç olduğu yapısal değişiklikleri gerçekleştirebilecek bir devlet mekanizması, etkili bir yürütme gücü yaratabilmiş değildi. İlk seçimlerden çıkan siyasal kadro da bu bakımdan umut verici görünmüyordu. Türkiye için bizim yanlış saydığımız yöne sapma tehlikesi vardı. Her şeyden önce bu tehlikenin önlenmesi, insanların bu tehlikeye karşı uyarılması gerekiyordu. Doğru bildiğimiz yöne nasıl ve kimlerle gideceğimiz konusunda ise, belliydi ki, aramızda tam bir görüş birliği yoktu. Kimimiz hızlı ve kestirme çözümleri, kimimiz de yığınların bilinçlenip örgütlenmesine dayalı yavaş ve uzun çözümleri beğenmekteydik." (4)

YÖN'ün kalkınmacı sosyalizm anlayışı Kemalizm'in sınıflar üstü anlayışını yansıtıyordu. Bu anlayış, Kemalizm'in altı okunu Türkiye'nin temel taşları sayıyor, mevcut koşullarda sosyalizmin en önemli mesele olmadığını savunuyorlardı. Önemli olanın toplumun bütün "sağlam kuvvet"lerinin, ülkeyi sosyal adalet içinde hızlı bir kalkınma yoluna sokarak asgari bir program etrafında birletirebilmesiydi. Bütün ilerici ve devrimcilerin görevi bu olmalıydı. Böyle bir cephe oluşmalıydı ve cephenin öncüsü "zinde güçler" olmalıydı. Sağlam ya da zinde güçler kavramlarıyla vurgulanan ise asker ve orduydu.

YÖN, ordunun mütevazi ve fakir aile çocuklarından oluştuğunu ve egemen sınıfların bir "itaatkarı" olmadığına inanıyordu. Türkiye ileri doğru hamleler yapacaksa dayanılacak tek kurum orduydu. Batılılaşma sürecindeki tüm hamlelerde ordu ilericilerin safında yer tutmuştu. Yapılacak şey ordunun etrafında kenetlenmekti. Bütün ilericilere ve aydınlara düşen görev buydu. İşçi sınıfının "zayıf ve yetersiz" olması, daha ileri bir düzen için ortada başka seçenek de bırakmıyordu. Çözüm "...tüm perspektifi, daha solda,millici, kalkınmacı, sosyalist çizgide bir programı uygulamak üzere gerçekleşecek yeni bir 27 Mayıs'tı." (5)

"Bu, temelleri gittikçe zayıflayan bir stratejiydi. Temel yanılgısı buraya demokrat hareketin ve silahlı kuvvetler kaynaklı ilerici darbeciliğin son durağı olan 27 Mayıs'ı radikal bir başlangıç olarak görmesiydi. Oysa 27 Mayıs sonrasının temel özelliği, kapitalist gelişmenin yarattığı sınıfsal kristalleşme, bu temelde modern kapitalizmin ve sosyalizmin güçlerinin siyasal planda da kutuplaşmaya başlaması ve burjuva devletin, sınıf savaşımının yeni ihtiyaçlarını karşılayacak biçimde örgütlenmesiydi. YÖN ise Türkiye süreçlerini olduğundan çok geri, öteki Asya/Afrika ülkeleri düzeyinde görüyordu." (6)

YÖN'ün temel tezi Kemalizm'in tam olarak gerçekleştirilemediği yarım kaldığı üzerinde kurgulanıyordu. Türkiye'de demokratik devrimin gelişememesini "sapmalara" bağlıyordu. Bir yanıyla doğru olsa bile çok öznel bir görüştü bu ve volüntarist-iradeci yöntemlerle "Kemalizm'in özüne dönüşün" mümkün olabileceği düşüncelerini canlı tutuyordu. Oysa 60'lı yıllar kapitalist süreçte azımsanmayacak yollar alındığı bir dönemdir. Kemalizm bir çözülme sürecine girmiştir ve anti-emperyalist yönü ise oldukça gerilerde kalmıştır.

YÖN, sosyalizmi hep bir kalkınma sorunu olarak ele aldı. Bu konuda öylesine başarılı oluyordu ki, hem TİP ve hem de MDD aynı yolu izlemek durumunda kaldı. Devrim ve sosyalizm anlayışının sadece kalkınmacılığa indirgenmesi Marksist anlayışın çarpıtılması ve özünden uzaklaştırılması anlamına geliyordu. Bu durum tüm Türkiye solcuları üzerinde etkili olduğu gibi ondan sonraki süreçte de etkisini hissettirmiştir. Sovyetlerin o dönemlerde geri kalmış ülkeler için önerdiği kapitalist olmayan yoldan kalkınma tezleri sosyalizme varmanın doğru bir yöntemi olduğu anlayışına yol açmıştı.. YÖN'ün bu perspektifi her şeye rağmen sivil ve asker bürokrasiden geniş yankı bulduğu gibi bu siyaset temelinde oluşan geniş bir sol yelpaze de oluşturabiliyordu. Üniversitelerde yapılan bir araştırmada öğrenciler arasında en fazla okunan dergi % 50'ye varan oranlarda YÖN'dür ve Sadun Aren'in saptamasıyla o dönemde TİP'lilerin büyük bir bölümü YÖN okuyarak Sosyalizm ile tanışmış ve sonra da TİP'e girmişlerdir.

YÖN sadece bir aydın hareketi olarak kaldı. Kuruluşundan dağılışına kadar ( 1967 ) örgütlenme çabası içine girmedi veya heterojen yapısından ötürü giremedi. Zaman zaman "Çalışanlar Partisi" adıyla örgütlenmek istediyse de bunu hiçbir zaman gerçekleştiremedi.

YÖN 1967 yazında yayınına son verdi. Avcıoğlu, 1969'da yayınına başladığı Devrim'de çalışmalarını sürdürdü. 9 Mart 1971 yılındaki darbenin başarısızlığa uğramasından sonra siyasal yaşam üzerindeki etkisi giderek azaldı.




Bu ileti en son melnur tarafından 02.10.2013- 18:33 tarihinde, toplamda 2 kez değiştirilmiştir.
Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
melnur
[ Gelenek ]
Kurucu
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 02.08.2013
İleti Sayısı: 10.955
Konum: İstanbul
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder

50 kere teşekkür edildi.
36 kere teşekkür etti.
Cevap Yazan: melnur
Cevap Tarihi: 04.08.2013- 00:21


Türkiye İşçi Partisi ( TİP ):

13 Şubat 1961 yılında aralarında Kemal Türkler, Rıza Kuas, Şaban Yıldız, Kemal Nebioğlu gibi isimlerin bulunduğu 12 sendikacı tarafından kurulan Türkiye İşçi Partisi 70'li yıllara kadar zamanının en önemli örgütü olmuş, kendisinden önceki sosyalist görüşlerin desteğini alabildiği gibi, kendisinden sonra ortaya çıkan tüm sol hareketlere de deyim yerindeyse analık etmiştir.TİP'in üç önemli ismi Mehmet Ali Aybar; Behice Boran ve Sadun Aren'dir. Mehmet Ali Aybar'ın 1962 yılında genel başkanlığa gelmesinden sonra TİP aydınlarla ilişki kurmaya başlamış, kısa süre içinde büyük kentlerde ve Doğu illerinde önemli bir etki yaratarak kitleselleşme sürecine girmiştir.

1965 seçimlerinde parlamentoya 15 milletvekili sokabilen Türkiye İşçi Partisi o dönemde grev , direniş ve fabrika işgallerinin yarattığı hava ile birlikte, hem parlamento içinde ve hem de dışında egemen sınıflar üzerinde büyük bir rahatsızlık uyandırmıştı. Yarattığı bu etkiye rağmen, Türkiye solunun içinde bulunduğu genel durum TİP için de geçerliydi ve bu nedenle toplumda varolan potansiyel devrimci kanallara akıtılamıyordu.

Türkiye İşçi Partisi de YÖN gibi Marksist anlamda bir sosyalizmi savunmuyordu. Son derece eklektik bir programa sahipti. "SBKP ve SBKP merkezli komünist hareketten Barış içinde yan yana yaşama, "Barışçıl Geçiş", "Kapitalist Olmayan Kalkınma Yolu"   tezleri alınmış, "konverjans" teorisi olarak bilinen "sosyalizmle kapitalizmin bir noktada birleşeceği ya da buluşacağı" tezleri bile TİP içinde taraftar bulabilmişti. TİP'in "ihtilalci olmayan-barışçı" ve "kapitalist olmayan-kalkınmacı" sosyalizm anlayışı o dönemde, dünyanın her yerinde revaçta olan uluslararası tezlerin yansımasıydı." (7)

TİP'in sosyalizm anlayışı da YÖN'cülerden çok farklı değildir. M:Ali Aybar'ın deyimiyle "güler yüzlü bir sosyalizm" veya "Türkiye Sosyalizmi" derken YÖN hareketinin sosyalizm anlayışıyla pek çok yönden benzeşme gösterir. Bu anlamda TİP "...toplumun emeğiyle geçinen bütün kesimlerinin partisi ve işçi sınıfı da bu cephe partisinin öncüsüdür. TİP kendini işçi sınıfının partisi olarak değil, işçi sınıfının öncü olduğu bir emekçi halk cephesi olarak tanımlıyor. Bu cephede Kemalistlerin tartışılmaz bir yeri var.("TİP programı işçi sınıfına bilinç taşıma işini de Atatürkçü gençliğe veriyor."TİP programı baştan sona Mustafa Kemal'den alıntılarla, "Ölümsüz Atatürk" diye başlayan cümlelerle dolu bir programdır."(8)

TİP'in önemli isimlerinden Sadun Aren'e göre YÖN ile TİP arasındaki fark YÖN'ün sosyalizmi sadece bir kalkınma anlayışına indirgemesi ve bir de parlamentarizme yaklaşım biçimindedir. TİP seçim yoluyla sosyalizme varmanın mümkün olduğu şeklinde reformist bir siyaset anlayışını savunurken YÖN ve özellikle Devrim grubu kalkınmacı sosyalizmin "zinde kuvvetler" olan ordu yoluyla gerçekleştirileceğinin mücadelesini veriyordu.

TİP özellikle 65 seçimlerinde parlamentoya 15 milletvekili soktuktan sonra, sendikalar ve geniş kitle örgütleriyle ilişkiye geçerek toplumsal hareketliliği yönlendirebilecek bir parti olmaktan çıkmış, sadece parlamenter taktikleri düşünen bir seçim aygıtına dönüşmüştür. Başka bir deyişle tüm çalışmaları seçim sonuçlarıyla ölçen ve değerlendiren bir parti durumuna gelmiştir. Tüm parti çalışmalarının parlamentoya indirgenmesi de TİP'i kitlelerden koparmış bu nedenle hem aydınlardan ve hem de devrimci öğrencilerden büyük tepkiler almıştır. Bu anlamda diğer düzen partileriyle aralarında önemli bir fark kalmamıştır. TİP bu özelliğiyle o dönemlerde ortaya çıkan toplumsal hareketliliği yönlendirebilecek bir yapıdan da uzaklaşmıştır. Oysa parlamenter faaliyeti ağırlıklı olarak parti çalışmalarının merkezine oturtabilen bir strateji ancak yüksek hayat standartlarına ulaşılmış, demokratik kazanımların kökleştiği, işçi sendikalarının ve demokratik kitle örgütlerinin güçlü olduğu ülkelerde olasıdır. Türkiye'de o günkü koşullarda böyle bir durumun olmadığı açıktı. İşçi hareketlerini örgütleyecek olan DİSK bile daha kurulmamıştır. Tüm hesapların köylü oylarına endekslendiği bir partisel faaliyet, giderek aydınlar ve devrimci öğrencilerle olan bağın gevşemesine neden olacaktır. Böyle bir yapı da içinde hiçbir teorik tartışmanın yapılamadığı, ortaya çıkan farklı seslerin sürekli tasfiye edildiği statükocu bir yapı özelliği kazanacaktır.

60'lı yılların önemli bir politik akımı da kendisinden sonraki hareketlere de kaynaklık eden MDD (Milli Demokratik Devrim) hareketidir. 1967 yılından sonra "Türk Solu" dergisini çıkarmaya başlayan MDD hareketi o dönemlerde iç ve dış muhalefet nedeniyle bütünlüğünü koruyamayan TİP karşısında güçlenmeye başlamıştı. TİP'in parlamenter sosyalizmine karşı, milli demokratik devrim perspektifini ortaya koyan bu hareket giderek gelişen ve politikleşen üniversite öğrencilerini ve aydınları kendi saflarına çekmeyi de başarıyordu.. TİP çözülüşü durdurabilmek için MDD'cileri tasfiye yoluna gidecekti ama bu parti içindeki krizin derinleşmesini önlemeye yetmeyecekti. Daha sonra Sadun Aren ve Behice Boran muhalefeti TİP yönetimine geçecek, Aybar tasfiye edilecek, gücünü giderek yitirerek 12 Mart'tan sonra da kapatılacaktı.




Bu ileti en son melnur tarafından 02.10.2013- 18:40 tarihinde, toplamda 2 kez değiştirilmiştir.
Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
melnur
[ Gelenek ]
Kurucu
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 02.08.2013
İleti Sayısı: 10.955
Konum: İstanbul
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder

50 kere teşekkür edildi.
36 kere teşekkür etti.
Cevap Yazan: melnur
Cevap Tarihi: 04.08.2013- 00:22


MDD ( Milli Demokratik Devrim) Hareketi:

Milli Demokratik Devrim hareketi 60'lı yıllarda sol saflarda yankı bulan kapitalist olmayan kalkınma yolunun ve YÖN hareketinin aydınlar üzerinde yarattığı derin etkisi altında biçimlenmiştir. İdeologu ve önderi TKP'li Mihri Belli'dir.

Lenin "İki Taktik" adlı eserinde daha sonra Ekim devrimi arifesinde değiştireceği ve yerine "Nisan Tezleri'nde Bütün İktidar Sovyetlere" ilkesini koyacağı iki aşamalı bir devrim stratejisinden söz eder. Bu strateji ilkin demokratik devrim sonra sosyalist devrim aşamalarından oluşur. Önce burjuva demokratik devrim yapılacak sonra bir geçiş süreci yaşanarak sosyalist devrime varılacaktır. Lenin'in gelişen süreç içinde değiştirdiği bu tez, sonraları Sovyetler Birliği Komünist Partisi tarafından "kapitalist olmayan yol" stratejisi altında yaygınlaştırılmıştır. Ulusal demokratik devrim ya da Milli Demokratik devrim emperyalizmin sömürgesi ya da yarı sömürgesi olan ülkelerde proletaryanın, burjuvazinin anti-emperyalist, ulusal ve milli unsurlarla ittifakına dayanan az gelişmiş ülkelere özgü yeni bir boyuta büründürüldü.. İki Taktik'te milli demokratik devrim diye bir şey de yoktur; burjuva demokratik devrimi vardır. O zaman Çin devrimiyle başlayan ulusal demokratik devrim ya da milli demokratik devrim diye bir strateji savunulmaya başlanmıştır. Mihri Belli'nin savunduğu MDD böyle bir harekettir.

Mihri Belli'nin Yön dergisinin 48.sayısında Mehmet Doğu imzası ile yazdığı "Sosyalizm Tartışmaları" başlığı altında Türkiye'nin toplumsal, ekonomik durumu ve siyasal erkin yapısı hakkında söyledikleri şöyledir:

"Bugünün Türkiye'si, dünün bağımsız, anti-emperyalist, Kemalist Türkiye'si değildir. Zamanla gittikçe güçlenen, çıkışı ve kaderi emperyalizme bağlı bulunan ticaret burjuvası, feodal unsurlarla uzlaşmıştır ve bu komprador-ağa ittifakı Türkiye'nin kumanda merkezlerini ele geçirmiştir.

"Bugün Türkiye'de halk düşmanı cepheye el kaldıran karşısında emperyalizmi de bulacaktır. Demek ki, Kemalist kuvvetlerin savaşı sadece demokrasi uğruna anti-feodal savaş olarak kalmaz, bu savaş aynı zamanda emperyalizme karşı bir savaştır.

"Demokratik devrim ve milli hareketler, en geniş anlamda emekçi kitlelerinin, küçük burjuvazinin ve hatta bağımsız bir Türkiye'yi özleyen burjuvazinin bir kısmının da yararınadır, yani bir avuç sömürücü dışında bütün Türk milletinin savaşıdır.

"Bağımsız ve gerçekten demokratik bir Türkiyeyi özleyen her Türk yurtseveri, politik ve meslek teşkilatlarıyla işçiler, köy ve şehir emekçileri, Atatürkçü aydınlar, Kemalist Gençlik bu çağrıya kayıtsız kalmayacaklardır. Milli Cephe'nin bir an önce, en derin ve geniş surette kurulması, uzuvlanması için yaratıcı bir ruhla bütün ilericiler seferber olmuşlardır.

"Bu safhada yani demokratik devrim safhasında en önemli ana meselelerde, yani anti-emperyalist ve anti-feodal savaş zorunluluğu konusunda gerçekten Atatürkçü çevreler arasında güç birliğine doğru kuvvetli bir eğilim belirmişken, işçi sınıfı öncülüğü konusunda baş mesele olarak ele alıp, muhayyel Halkçı'lara çatmak pek olumlu ve yapıcı bir tutum sayılamaz."(9)

Hem YÖN ve hem de MDD hareketinde emperyalizm ve onun yerli işbirlikçilerine karşı öncelikle burjuva demokratik devrimi yapılması gerektiği ve bu devrim yapılırken asker-sivil zümre dediği silahlı kuvvetler ve aydınlar( YÖN'cüler) ile birlikte Kemalist gençliği ve hatta CHP'nin ortanın solu'nu da müttefik olarak görmekte ve onları bu savaşı vermek için cepheye çağırmaktadır. Bu savaşta öncülük konusunun sosyalistlerde olacağını söylemektedir. Ama bütün bu açıklamaların içinde işçi sınıfı yoktur. MDD'nin TİP ve YÖN hareketinden ayrılan en önemli yanı kalkınma konusuna pek yer vermemesidir. Onun yerine MDD hareketinde iktidarı ele geçirme ve bu konuda taktikler yoğun bir şekilde tartışılır.

MDD Türkiye'de solu Marksizm'le buluşturan ve kendisinden sonra gelen tüm sol örgüt ve hareketlere kaynaklık eden bir harekettir. Marksizm'in belli başlı kaynakları onlar tarafından Türkçe'e çevrilmiştir.. Bu anlamda MDD hareketi kendisinden sonra gelen solun yaratıcısı durumundadır. MDD hareketinde de önceki hareket ve yapılanmalar gibi o dönemlerde enternasyonal solda etkili olan ideoloji egemendir.Bir yandan gelişmiş ülkeler için barış içinde yaşama gibi hedefi öngörürken, diğer yandan emperyalizmin egemenliğindeki geri kalmış ülkelerde burjuva demokratik devrimini öne çıkarmaktadır. Bu tezlerden barış içinde yaşama ve kalkınma tezleri MDD içinde çok fazla önemsenmezken, burjuva demokratik devrimi ve devrim stratejisi çok daha etkindir.

MDD'in en önemli yanı bir devrim stratejisi getirmesidir. Bu devrim stratejinin içinde asker sivil ve aydınlar başköşededir. TİP zaten sosyalizme barışçıl geçişi   hedeflemektedir. YÖN ve devrim çizgisi ise daha çok cuntacılıkla uğraşmaktadır. MDD ise başlıbaşına bir strateji ortaya koyar Zaten bir stratejinin var olması onu diğerlerinden farklı bir duruma getirmektedir. Böyle bakıldığında THKP, THKO ve TKP-ML gibi silahlı mücadele gruplarının neden MDD içinden çıktığını anlamak da kolaylaşıyor.




Bu ileti en son melnur tarafından 02.10.2013- 18:48 tarihinde, toplamda 1 kez değiştirilmiştir.
Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
melnur
[ Gelenek ]
Kurucu
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 02.08.2013
İleti Sayısı: 10.955
Konum: İstanbul
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder

50 kere teşekkür edildi.
36 kere teşekkür etti.
Cevap Yazan: melnur
Cevap Tarihi: 04.08.2013- 00:25


FKF ve DEV GENÇ:

TİP, gençliğe sosyalizmi anlatmak ve onları parti saflarına katabilmek için 17 Aralık 1965 tarihinde Fikir Kulüpleri Federasyonu'u (FKF ) kurar. Daha önce MTTB ve TMGT gibi örgütlerin içinde bulunan üniversiteli gençlik hızla TİP ve FKF'e katılmaya başlar. Daha sonraları her biri sol politik eylemlerin önderleri haline gelecek ve çeşitli eylemlerle kendini duyuracak olan Mahir Çayan, Deniz Gezmiş ve İbrahim Kaypakkaya da hem TİP ve hem de FKF üyesidir.

FKF'in ilk eylemleri " Milli Petrol Kampanyas"ı ve özel okulların kapatılması konusundaydı. Daha sonra bunu " Nato'ya Hayır'' mitingleri ve 6..Filo'ya karşı yapılan yürüyüşler izledi. Bütün bu eylemler gerçekleştirilirken FKF'li öğrenciler TİP'den çok MDD'ye daha yakındır.

Kendisini sadece parlamentoyla ve düzen içi muhalefetle sınırlandıran bir parti için üniversitedeki böyle bir yapılanma, devrimci öğrencilere çok fazla çekici gelmeyecektir.

Üstelik MDD'nin yıpratıcı muhalefetinin TİP kadrolarını yıldırdığı ve partiyi gerilettiği bir ortamda FKF hiç bir zaman TİPin arzu ettiği bir örgütlenme modeli içine girmez

TİP ile MDD arasındaki çekişme daha çok MDD'nin partiye yönelttiği sert eleştiriler bağlamında gerçekleşiyordu. Eleştirilerin odak noktasında parlamenterizm ve barışçıl geçiş vardı. Bu görüşlerin yanlış olduğu ve değiştirilmesi konusunda uyarılar yapılıyordu. Türkiye İşçi Partisi'nin "Sosyalist Türkiye" Milli Demokratik Devrim hareketinin ise " Bağımsız Türkiye" olarak sloganlaştırdığı görüşler deyim yerindeyse iki tarafı da birbirine karşı hasmane tavırlar almaya yöneltmişti. Bu sert tartışmalar Türkiye İşçi Partisinde güçten düşme şeklinde bir etki yapsa da, FKF içindeki MDD kadroları FKF'yi başka bir örgüte dönüştürmeyi başaracaklardı. 1969 yılındaki kongrede Fikir Klüpleri Federasyonu Türkiye Devrimci Gençlik Federasyonuna ( Dev Genç ) dönüşecek ve bir iki yıl içinde solun toplumsal muhalefetinin öncüsü ve sembolü haline gelecektir. Türkiye İşçi Partililerin "küçük burjuvazinin gençlik örgütü"olarak nitelediği Dev Genç, kendilerini sosyalist gençliğin kitlesel teşkilatı olarak görür. Dev Genç üniversiteli gençlik için eylem ve hareket demektir. O dönemde hızlanan toplumsal hareketlilik de Dev Gençlileri hayatın her alanında eylemin içine sokacaktır.

60'lı yılların sonlarına doğru toplumsal muhalefet daha da artar. Üniversitelerde, özellikle üç büyük şehirde öğrenci gençliğin akademik taleplerle başlattığı boykot ve işgal hareketleri giderek siyasallaşır ve yoğunlaşır. Boykot ve işgaller şiddeti ve kitleselliği giderek artan anti-Amerikancı gösteri ve eylemlere dönüşür. Aynı dönem içinde işçi eylemlerinde de artma görülür. 67'de kurulan DİSK'in kısa bir zaman içinde işçi sınıfı içinde bir çekim odağı haline gelmesi, sınıfsal hareketliliklerde ve eylem yoğunluğunda önemli bir sıçramaya da neden olmuştur. Sendikalaşma faaliyetleri artmış, işçinin ekonomik talepleri birtakım politik isteklere doğru kanalize olmuştur. Siyasal iktidarın ve patronların uzlaşmaz tutumları işçi sınıfını hareketliliğini direniş ve fabrika işgallerine kadar vardıracaktır. Bütün bu eylemliliklerin içinde yer alan devrimci gençlik, TİP ve MDD hareketinin verdiği eğitimler ve zamanla edinilen deneyim onları bu dönemde çok farklı bir noktaya getirmişti. Biraz da eski kadroların 60'lardan beri gelen yıpranmışlığı ve giderek etkisizleşmesi nedeniyle üniversite gençliği bu dönemde daha fazla ön plana çıkacak ve bundan böyle siyasi platformlarda bağımsız bir özne haline gelecekti.Bu dönemde en çok tartışılan konu, devrimde öncülük ve devrimin karakteri konusuydu. TİP'lilerin başını çektiği "Sosyalist Devrim"ile YÖN ve MDD hareketlerinin ileri sürdüğü "Milli Demokratik Devrim" stratejilerinde gençlik daha çok MDD'nin ileri sürdüğü görüşlere yakın duruyordu.

MDD tezlerini savunan M. Belli asker-sivil-aydın zümrelerin öncülüğünde devrimci bir hareketin örgütlenmesini savunuyor, böyle bir aşamada sosyalist devrimi gündeme getirmenin saflarda ayrışmaya yol açacağını ve böyle bir hedefin ancak "tam bağımsız, gerçekten demokratik bir Türkiye"hedefine ulaşıldıktan sonra gündeme getirilmesi gerektiğini savunuyordu. O zamandan önce işçi sınıfı ve sosyalist devrimi öne çıkarmanın milli cepheyi bölmek anlamına gelecekti.

60'ı yılların sonuna doğru TİP içindeki dinamik unsurlara ve devrimci gençliğe bütünüyle egemen olmuş MDD hareketinde de ayrılıklar ortaya çıkar.O zamana kadar TİP'e
muhalefette birlikte olan kadrolar devrimde öncülük, parti anlayışı ve devrimci strateji konularında yol ayrımına gelirler. Mihri Belli'nin hareket içindeki önderliği de sarsılır. Mihri Belli bilinen tezlerini tekrarlamaktan öteye gidemiyor, net taktikler öneremiyor somut bir örgütlenme çabası da gösteremiyordu. Son dönemlerde devrimci gençlik içinde yıldızı parlamakta olan Hikmet Kıvılcımlı'nın proletarya önderliğinde legal bir parti kurulması düşüncesi gençlik üzerinde etkili olsa da, tüm görüşleri etrafında toplamaya yetmiyordu.

Devrimci gençliğin MDD'den kopuşu ve süregelen eylemlilik içinde etkin bir şekilde yer alışı teori eksikliğinden ve teorik sorunların tartışılamamasından kaynaklanıyor ve devrimci gençliği genel bir teori oluşturma görevi ve sorumluluğuyla karşı karşıya bırakıyordu. Ancak bunu yapabilecek teorik birikimleri böyle bir yaratıcılık için yeterince zengin değildi. Bu koşullarda yapabildikleri, her türlü eyleme etkin bir şekilde katılım içindeyken yanı başlarındabulabildikleri her türlü teorik kaynaklardan alelacele derlenmiş eklektik sistemler oluşturmaktı. Bu dönemde gençliğin temel kaynakları, kısmi Marksist kaynaklarla birlikte dönemin göz önünde olan önderleri, Mao, Che, ve Kastro, ayrıca ülkede M. Belli, Doğan Avcıoğlu ve Hikmet Kıvılcımlı idi. Bir başka deyişle devrimci gençliğin kopuşla birlikte oluşturmaya çalışacağı teori, yan yana getirilmesi bile olanaksız olan teorik yorumların birleştirilmesi ile ortaya çıkacaktı.

Dev Genç ve içinden çıkan gerilla hareketinin en temel yanlışı Türkiye'de geri kalmışlığınabartılması, feodal yapıya aşırı bir vurgu yapılması, köylülüğün öneminin gereğinden fazla büyütülmesi ülkede işçi sınıfının yetersizliği gibi bir kanıdan yola çıkarak kapitalizmin ülkede aldığı yolun görmezlikten gelinmesiydi. Oysa daha 60'ların başında Saraçhane mitingi ile meydanlarda yüz bin kişi toplanabilmiş, arka arkaya gerçekleştirilen direniş ve işgal gibi eylemlerle potansiyelini belli edebilmişti. Aradan çok geçmeyecek 15-16 Haziran olayları gibi sistemi derinden sarsabilecek gösteriler de gerçekleşecekti. Ülkenin sömürge, yarı-sömürge gibi değerlendirilmesi, oluşturacakları teoriyi daha baştan sakat bir hale getiriyordu. Üstelik teoriden önce pratik kararının alınması doğal olarak gerçekleştirmeye çalıştıkları eylemlere stratejik bir yön verme gereğine de yol açıyordu. Kesintisizler II ve III böylesi koşullarda üç dört ay gibi kısa bir zaman içinde yazılmıştır.

M.Çayan Milli Demokratik Devrim aşamasında emperyalizme bağımlı bir ülkede işçi sınıfının sosyalist devrimin farkında olamayacağını, bu durumda işçi sınıfının fiili öncülüğünden söz etmenin oportünizm olacağını söylüyordu. Çayan aynı zamanda anti-emperyalist mücadelenin ve sosyalist devrimin işçi sınıfı olmadan gerçekleşebilmesinin "
boş bir hayal"olduğunu da vurgulayarak, buradan "ideolojik önderlik"kavramını türetiyordu. Sonradan görüşlerini daha da netleştirecek olan Çayan bu perspektifle birlikte MDD tezlerinden kesin bir kopuş yaşayarak PASS'a ( Politikleşmiş Askeri Savaş Stratejisi) yönelecekti.




Bu ileti en son melnur tarafından 02.10.2013- 19:04 tarihinde, toplamda 1 kez değiştirilmiştir.
Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
melnur
[ Gelenek ]
Kurucu
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 02.08.2013
İleti Sayısı: 10.955
Konum: İstanbul
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder

50 kere teşekkür edildi.
36 kere teşekkür etti.
Cevap Yazan: melnur
Cevap Tarihi: 04.08.2013- 00:26


1968-1971 Dönemi:

İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra görece istikrar dönemi yaşayan kapitalist sistemin 1960'
lardan sonra başlayan "aşırı üretim"krizi 68'lerde doruk noktasına ulaşmıştı. ABD'deki ırkçılık ve savaş karşıtlığı gösterileri başta Fransa ve İtalya olmak üzere Avrupa'nın çeşitli kentlerinde yankı bulacak geniş emekçi yığınları ve öğrencilerin katıldığı kitlesel gösterilere toplumsal adalet, özgürlük, ve savaş karşıtlığı taleplerini yoğun bir eylemlik içinde dile getireceklerdi.

Aynı dönem Türkiyede de öğrenci hareketliliğinin yükseldiği bir yıl oldu. 68 Mayıs'nda "Natoya Hayır"başlıklı bir kampanya ile birlikte, "üniversite reformu"adıyla anılan bir dizi demokratik taleplerle başlayan boykotlar işgallere dönüşecek, 68 Temmuz'nda 6. Filo'nun gelmesiyle anti-Amerikancı ve anti-emperyalist gösteriler yoğunlaşacaktı.Bu protestolar nedeniyle polisin İTÜ yurduna yaptığı baskın sırasında Vedat Değirmencioğlu'nun öldürülmesi de eylemlerin şiddetini daha da arttıracaktı. Yürüyüşe geçen binlerce öğrenci polisle saatler süren çatışmalara girecek ve sonunda ABD askerlerini Dolmabahçe'den denize dökecekti. M.Çayan Türkiye'li devrimciler için bir dönüm noktası olan 6.Filo protesto eylemlerine İzmir'den katılacak ve bir süre de gözaltına alınacaktı.

Öğrenci boykotları ve işgaller 6.Filo olaylarından sonra da devam etti. İstanbul'daki anti-emperyalist eylemler sırasında sessiz kalan ODTÜ öğrencilerileri daha sonra benzer talepleri kendi üniversitelerinde göstermeye başladılar.Vietnam savaşında "kasap"
lakabıyla anılan Kommer'in ABD'nin Türkiye Büyükelçisi olarak atanması sol basında tepkiyle karşılanmıştı. Önce İstanbulda karşıt gösteriler yapılmış ve bu gösteriler sırasında Deniz Gezmiş ve bir grup arkadaşı tutuklanmıştı. Kommer'in Ankara'da karşılanması da olaylı geçti. Daha sonra rektörlüğe geçtiği haberi yayılınca ODTÜ'lü devrimci öğrenciler üzerinde ABD forsu bulunan Kommer'in arabasını rektörlüğün önünde ters yüz ederek yakarlar. ABD eğitiminin yaygınlaştırılması için kurulan bir üniversitede böyle bir olayın meydana gelmesi kamuoyunda şok etkisi yaratırken, ABD kültürünün ODTÜ'lü gençlik içinde yaygınlaştırılması amacı da devrimci öğrencilerin şiddetli tepkileriyle geri püskürtülür.

Devrimci öğrencilerin her platformda hareketlilikleri sürerken, aynı şekilde işçilerin eylemleri de ekonomik ve politik talepler altında süregeliyordu. Bu eylemlerin en önemlisi de 15-16 Haziran işçi direnişiydi.

15-16 Haziran, işçi sınıfının kendi sınıfsal çıkarları için kendi sendikal haklarına yönelik siyasi kararlara karşı sınıfın kendi çıkarlarını korumaya yönelik büyük bir kitlesel ve tarihi eylemiydi. Siyasal belirsizlik ve ekonomik durgunluğun hüküm sürdüğü bir dönemde egemen sınıf, uygulamaya sokacağı önlemlerin bedelini emekçilere yüklemek için meclise bir tasarı gönderir. Tasarıda işçilerin kazanılmış hak ve taleplerinin geriye alınması ve daha önemlisi getirilmek istenen değişikliklerle DİSK'in işlevsiz bırakılması amaçlanmaktadır. Dönemin çalışma bakanı Seyfi Öztürk, "DİSK'in canına ot tıkayacağız"derken, DİSK başkanı Kemal Türkler "Değişiklik DİSK'i kapatmayı hedeflemektedir. Tasarı Anayasa'ya aykırıdır, işçi sınıfımız DİSK'in kapatılmasına izin vermeyecektir"diyerek emekçilerin tavrını net olarak ortaya koyuyordu..

"15 Haziran Pazartesi öğle saatlerine doğru binlerce işçi iş bırakarak fabrikalarından çıkmışlar, bir bölümü Topkapı'dan, diğer bir bölümü de Gebze'den yola çıkan Vinlex, Sungurlar, ECA, Otosan, Silvan, Auer, AEG-Eti, Tikbaş, Doğu Galvanez, Arıtaş, Arçelik, Singer, Türk Demir Döküm, Profilo, Rabak, Magirus, Kavel, İşsan İşçileri, bir yandan da yolları üzerindeki fabrikalardaki işçileri de davet ederek şehir merkezine doğru yürüyüşe geçmişlerdir.

15-16 Haziran'da "Tasarı Anayasa'ya aykırıdır","Disk kapatılamaz"sloganları ile 168 fabrika ve 150 bine yakın işçiyi kapsayan direnişte, İzmit ve Gebze'den Kadıköy'e, Levent'ten Mecidiyeköy ve Taksim'e, "Bakırköy'den Topkapı ve Edirnakapı'ya kadar yürüdüler. İstanbul'un   iki   yakasındaki işçilerin bir araya gelmemesi için vapur seferleri iptal edildi, Galata Köprüsü kapatıldı. Daha sonra katılımlar ile 115 fabrikadaki 80 bine yakın işçinin katıldığı bu yürüyüş sermaye kesiminde büyük bir telaş ve panik uyandırmıştır.

"16 Haziran günü işçiler daha büyük katılımlar ile fabrikalarını terk ederek İstanbul'un her iki yakasında da şehir merkezine kadar inmişlerdir.. Levent'ten yola çıkan Roche, Tekfen, Philips, Arı işçileri Mecidiyeköy'de diğer işçiler ile birleşmişler, Topkapı'dan yürüyen işçiler Cağaloğlu'na varmışlar, iki işçi kolunun kavuşmasını önlemek için Galata ve Unkapanı köprüleri açılmış, vapur seferleri iptal edilmiştir...Kuşdili ve Kadıköy meydanı'nda açılan ateşle 3 işçinin öldürülmesi üzerine, Kadıköy Kaymakamlığı da işçiler tarafından basılmış, kaymakamlıkta yangın çıkmıştır." (10)

Kırsalda da benzer durum yaşanıyordu. 68'lere kadar köylülük bir oy deposu olarak görülüyor ve "taban fiatı"bunun bir aracı olarak kullanılıyordu. Bu dönemlerde kentlerdeki işçi hareketleri ve işçi taleplerinden etkilenen kırsal kesim insanları da ekonomik taleplerle seslerini yükseltmeye gösteri ve direniş yapmaya başladılar. Cumhuriyet tarihinde ilk kez kırsalda belli bir eylemlilik gerçekleştirilir. Çetin taban fiatı pazarlıkları, toprak işgalleri, direnişler ve bölgedeki su ve gölleri sahiplenen anlayışa karşı işgaller bu dönemlere rastlar. Aynı dönemlerdeki "Doğu mitingleri"de Kürt unsurların TİP içindeki yerlerini sağlamlaştırmış ve onları siyasetin sürekli unsuru haline getirmiştir.

(Burada bir parantez açmak gerekli: Ülkedeki bu kırsal kesim eylemliliği haklı olarak kamuoyunda önemli yankı bulmuştur. Türkiye solunda o dönemlerde oluşan "devrimin temel gücü köylülüktür"argümanı biraz buradan kaynaklanır. Kırsalda meydana gelen bu eylemler öğrenci gençliğin Çin, Vietnam ve Küba deneylerini öğrenmesiyle birlikte, onlarla en küçük bir benzerlik taşımamasına rağmen yanlış değerlendirilir ve böylece "
"devrimin temel gücü köykülüktür"   şeklinde uzun zaman süren bir yanılsamaya dönüşür.)

Öğrenci ve işçi kesimi içindeki bu gelişmeler memurlara da yansır. Memur-öğretmenler gibi diğer çalışan kesimlerde de sendikalaşma başta olmak üzere birtakım hak arama eğilimleri güçlenir. Sendikal örgütlenmelerden yoksun olan bu kesim bu yıllarda devasa katılımlarla gerçekleştirilen öğretmen grevleri gerçekleştirir.

O dönemlerde meydana gelen işçi, memur ve köylü hareketleri siyasal bir önderlik olmadan gerçekleşmektedir. 60'lardan sonra ortaya çıkan tüm hareket, örgüt ve partiler toplumda meydana gelen bu eylemliliklere önderlik yapabilecek teori ve pratikten yoksundur. YÖN heterojen yapısıyla bir aydın hareketidir ve hiçbir örgütsel aşamaya varmadan kapanmıştır. Devrim ve Doğan Avcıoğlu grubu bir cuntasal müdahale peşindedir. TİP sadece parlamenterizmi hedeflemiş ve seçime göre örgütlenen bir parti halini almıştır. MDD bir devrim stratejisine sahip olmakla birlikte toplumun bütün kesimlerine yön verebilecek bir yapılanmayı gerçekleştirememiştir. Solun hem teorik dağınıklığı ve yetersizliği hem toplumun her kesimini etkileyebilecek devrimci bir örgütten yoksunluk ve ayrıca, toplumsal olaylara yön verebilecek birikimin olmaması ve ortaya çıkan boşluk konusunda olayların içinde olan ve ona kendince yön vermeye çalışan üniversiteli gençliğin üzerine ağır bir sorumluluk yükleyecektir. Ülkede meydana gelen tüm kitlesel olaylara etkin bir şekilde katılan, "keskin"söylemler yanında keskin anti-emperyalist eylemlerde bulunan, öğrenci kitleyi harekete geçiren, sağ militan grupların saldırılarına karşılık veren Dev Genç kadroları giderek kendilerini ülkede oluşan ortama yön verebilecek tek radikal özne olarak görmeye başlar. On yıllık süreç solu bir yol ayrımına getirmiştir, artık. Kısa zaman içinde radikal bir kopuş gerçekleşecek, Dev Genç kadroları içinden çıkan üç büyük örgüt, THKP, THKO ve TKP-ML silahlı mücadele kararı alacaktı.




Bu ileti en son melnur tarafından 02.10.2013- 19:28 tarihinde, toplamda 1 kez değiştirilmiştir.
Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
melnur
[ Gelenek ]
Kurucu
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 02.08.2013
İleti Sayısı: 10.955
Konum: İstanbul
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder

50 kere teşekkür edildi.
36 kere teşekkür etti.
Cevap Yazan: melnur
Cevap Tarihi: 04.08.2013- 00:28


Silahlı mücadele:

Mahir Çayan kuruluş çalışmalarını birlikte yürüttüğü yoldaşları Ertuğrul Kürkçü, İlhami Aras, Ulaş Bardakçı ve Hüseyin Cevahir ile birlikte 1970 Aralık ayında THKP-C'yi
kurarlar. Çayan için THKP-C'nin kurulması iktidar perspektifsizliğinin, parlamentarizmin ve legalizmin belirlediği bir dönemin kapanması ve yeni bir dönemin açılması anlamına gelir. (11) Sonuçta THKP-C'nin tüm teorik ve pratik şekillenmeleri bu genel eleştiri üzerine oturur. Çayan Kesintisizler III'de şöyle diyordu.

"Yıllar ülkedeki devrimci mücadeleye ilişkin "nereden ve nasıl başlanmalıdır?"
sorusuna açıklık getirecek somuta ilişkin hiçbir şey yapılmadan geçti. Kitap ve broşür çıkarma (ticaretle karışık) başlı başına bir eylem haline geldi."

"Yetişen genç devrimci kuşaklar bu ortamda, bu ortamın ilişkileri içinde sosyalist gıdalarını aldılar."

"Ülkede belki hiçbir sömürge ülkede olmayan çok enteresan bir durum ortaya çıktı. Korkunç bir seviyede (!) (aslında yıllar önce ustalarca yapılmış olan ) teorik polemikler, ideolojik spekülasyonlar solu kırıp geçirirken, pratik ise üç-beş üniversitelinin, küçük burjuva anlamda yaptığı gençlik eylemleri olarak kalıyordu."(12)

O dönemlerde silahlı mücadeleyi doğru ve haklı kılacak hiçbir koşul ortada olmamasına rağmen, Çayan'ın saptamaları bir yanıyla doğruydu. 60'ların sonuna gelindiğinde ülkedeki tartışma konularının giderek kısırlaştığı, halkın tabandaki muhalefeti ile bir özdeşlik kuramadığı ve toplumsal muhalefete yön verecek bir örgüt yaratamayacağı ortaya çıkmıştı. Tartışmalar soyut entelektüel bir çabanın ötesine geçemiyordu. Devrimci gençlerin bu duruma gösterdikleri tepki, uygun hiçbir koşulun bulunmadığı bir ortamda illegal ve silahlı mücadele gibi bir stratejiye savrulmalarına yol açmıştı. Çayan THKP-C'nin kuruluş bildirgesinde amaç ve hedeflerini şöyle açıklıyordu:

"Emperyalizmin tahakkümüne, karşı devrimin şiddetine karşı, silaha sarılmaktan başka çare yoktur. Partimiz, kurtuluşun yolunu halkın silahlı savaşında görmektedir. Kurtuluş savaşımızın bugünkü biçimi gerilla savaşıdır.

"Bütün yurtseverlerin ortak çabası sonucu, uzun yorucu ve kanlı bir halk savaşı ile düşmanın alt edilebileceğini düşünen partimiz halk savaşının bu aşamasında şehir gerilla savaşını temel almaktadır. Bugünkü objektif ve sübjektif şartlar gerilla savaşının şehirlerde yürütülmesini zorunlu kılmaktadır. İçinde bulunduğumuz dönem halk kurtuluş savaşının birinci aşamasıdır.

"Büyük şehirlerde yürütülen gerilla savaşı; 1-Halk kitlelerine hainlerin yönetiminin ne kadar kof ve çürük olduğunu gösterecektir. 2- Her an patlamaya hazır bir volkan gibi kıvılcım bekleyen halk kitlelerine vurduğu yerden ses çıkartabilecek, zalimleri cezalandıracak, kendi devrimci diktatoryasını kurabilecek nitelikleri taşıyan bir teşkilatın var olduğunu gösterecektir. 3- Partimizi, çeşitli tecrübelerden geçirecek halkın savaşçı örgütü olma yolunda sağlamlaştıracaktır.

"Savaş örgütü savaş meydanlarından çıkar."(13)

O koşullarda ve solun içinde bulunduğu ideolojik ve politik açmazda devrimci gençlerin soğukkanlı değerlendirme yapmaları beklenemezdi. Ülkedeki toplumsal muhalefetin her aşamasında etkin çaba harcamaya çalışan gençliğin "bir şeyler yapılması"konusunda sorumluluk duyması kaçınılmazdı.Tartışılması gereken silahlı mücadelenin toplumsal altyapısının ve nesnel koşullarının olup olmamasıydı. Ergun Aydınoğlu devrimci gençliğin silahlı mücadele kararını "ileri kaçış"olarak niteler.

"Dev-Gençlinin kendisini ülkedeki radikal siyasetin tek öznesi olarak görmesi, artık bu koşullarda yıkıcı bir çelişki yaşamaktadır. Tüm işlevine ve hareketliliğine rağmen Dev-Genç'in Türkiye gibi bir ülkenin başat siyasal aktörlerinden biri olamayacağı açıktır. Derinleşen siyasal kriz ve yükselen sosyal hareket, onları daha büyük sorumluluklar almaya adeta zorlamaktadır. Ne var ki ellerinde buna uygun bir araçlar yoktur. Bu koşullarda her ne pahasına olursa olsun siyasal ve sosyal gelişmelere müdahale kaygısı öne çıkar. Silahlı mücadele, konuya solun krizi ve iç sorunları açısından bakıldığında bu kaygının bir sonucu olarak görülebilir. Öte yanda konuya ülkenin siyasal koşulları açısından bakıldığında ise, "kaygı"sözcüğü yerine pekala "şaşkınlık"sözcüğü de kullanılabilir.Gerçekten de Türkiye'nin 1970-1971 yıllarında yaşadığı siyasal kriz ve sosyal hareketlilik düşünüldüğünde gerilla mücadelesi, siyasal açıdan sadece bir şaşkınlık olarak tanımlanabilir. Bu silahlı kalkışmayı, Türkiye'nin o günkü siyasal-sosyal koşulları ile açıklamak ve haklı göstermek olanaksızdır."(14)

Silahlı mücadele kararı alındığında daha 12 Mart yarı askeri rejimi ortada yoktur. Büyük şehirlerde işçi ve memurların, kırsalda köylülerin hareketliliğine hiçbir şey katmayan ve emekçi halkın talepleriyle hiçbir bağdaşır yanı olmayan bu örgütlenmeler daha başlangıçta halkı ve devrimcileri barışçıl mücadele yöntemlerini terk etmeye çağırıyordu.

"Barışçıl şartlar içinde mücadele metotlarını bırakınız. Halk kitlelerini kurtuluşa götürecek olan şiddet politikasını temel alan silahlı mücadeleye THKO'nun saflarında katılınız. Ulusal Kurtuluş Savaşı'nın haklı bayrağını emperyalizmin saldırgan politikasına karşı hep beraber dalgalandıralım."(15)

12 Mart yarı askeri baskı rejiminden çok daha önce alınan silahlı mücadele kararları ondan önceki gibi devletin resmi ve sivil paramiliter kadrolarına karşı savunma amaçlı bir taktik değil, başlı başına stratejik bir yönelişti. Devrimci gençler kendilerinden önce solun bir türlü tartışılamayan konularından ve sol'la ilgisi olmayan tartışmalardan rahatsızlık duyup silahlı mücadele kararı alırken, gerçekte sorunları yine tartışmadan, tartışamadan stratejik bir kopuşun içine giriyor ve girdikleri pratiğe uygun bir teoriyi de eklektik bir biçimde inşa etmeye çalışıyorlardı.

"Gerçekte silahlı mücadele, Dev Genç kadrolarının varlığını şiddetle hissettikleri siyasal görevler karşısında çaresizce gerileyişidir. Onlar, 1968 sonrasının en aktif siyasal kadrolarıdır. Son birkaç yıllık siyasal deneyleri, büyük başarılarla doludur. Şimdi solun gerçek bir siyasal hareket olarak ortaya çıkmasının iyice olanaksızlaştığı ve ülke siyasetinin muazzam bir krize doğru yöneldiği koşullarda ise, kendilerini mutlaka siyasal bir müdahalede bulunma görevi ile karşı karşıya hissederler. Bu durumda ileri doğru atacakları bir adım yoktur. Gerilemek zorundadırlar; çünkü mevcut görevler onların çapını aşmaktadır."

"Ne var ki Dev Genç'in birkaç yüz kişilik öncü kadrosu, böylesine büyük çaplı bir görev için son derece yetersizdir. Tüm enerji ve potansiyellerine rağmen bu kadrolar, bir bütün olarak sol içinde küçük bir azınlığı ifade ederler. Ayrıca kendilerine ilişkin tüm yanılgılara rağmen, teorik ve pratik deneyleri, böylesine büyük çaplı bir göreve talip olmalarına olanak vermeyecek ölçüde sınırlıdır. Bu durumda kimlere kurşun sıkacağını bilmeden"
ve olayların gösterdiği gibi pek fazla kurşun da sıkmadan- bir garip silahlı mücadeleye kalkışmak o koşullarda onlara bir çıkış yolu olarak gözükebilmiştir. Diğer bir ifadeyle Dev Genç kadrolarının mevcut nesnel siyasal görevler karşısında gerileyişleri, yaşları, özgün siyasal eğitimleri ve nihayet uluslar arası örneklerin baskısı şartlarında, bir ileri kaçış tarzında gerçekleşecektir. Genç devrimciler, solun içine girdiği kriz nedeniyle, hem içinde bulundukları mevzilerde ( öğrenci derneği, gençlik örgütlenmesi, TİP) dövüşemiyorlar, hem de geri çekilmek istemiyorlardı. Bu koşullarda ileri doğru bir kaçışı deneyeceklerdi. Bu açıdan silahlı mücadele, üstlenilemeyen siyasal görevlerden kurtulma çabasıdır."(16)

Devrimci gençlik önderlerinin giderek hızlanan ve sertleşen koşullarda yeterli teorik birikim ve hazırlıklarının olmadan ve üstelik kitleden kopuk bir silahlı mücadele stratejisine yönelmeleri kısa bir zaman içinde ağır bir yenilgiye dönüşecekti. O dönemde yaşanan silahlı mücadeleye, eylemlere girişenlerin dışında hiç kimse halk savaşının ön aşaması olarak bakmamıştır. Sola sempati ile bakan geniş kitleler de bu gençlerin neden silaha sarıldıklarını ve neden böylesi bir mücadele içine girdiklerini muhtemelen anlayamamıştır. Ancak bu anlaşılmazlığa rağmen devletin milis güçlerine karşı kahramanca direnç göstermeleri, inandıkları "dava"uğruna gözlerini bile kırpmadan ölüme gitmeleri ve bir dönemin sol siyasal yükselişin simgeleri olarak görülmeleri bütün bu anlaşılmazlığa rağmen etraflarında bir sevgi halesi oluşmasına da yol açabilmiştir.




Bu ileti en son melnur tarafından 02.10.2013- 19:39 tarihinde, toplamda 1 kez değiştirilmiştir.
Yeni Başlık  Cevap Yaz
 Toplam 5 Sayfa:   Sayfa:   [1]   2   3   4   5   >   son» 



Forum Ana Sayfası

 


 Bu konuyu 2 kişi görüntülüyor:  2 Misafir, 0 Üye
 Bu konuyu görüntüleyen üye yok.
Konuyu Sosyal Ortamda Paylas
Benzer konular
Başlık Yazan Cevap Gösterim Son ileti
Benzer konu yok
Etiketler   Kızıldere,   bir,   destandır
SOL PAYLAŞIM
Yasal Uyarı
Sitemiz Bir Paylasim Forum sitesidir Bu nedenle yazı, resim ve diğer materyaller sitemize kayıtlı üyelerimiz tarafından kontrol edilmeksizin eklenebilmektedir. Bu nedenden ötürü doğabilecek yasal sorumluluklar yazan kullanıcılara aittir. Sitemiz hak sahiplerinin şikayetleri doğrultusunda yazı ve materyalleri 48 Saat içerisinde sitemizden kaldırmaktadır.
Bildirimlerinizi info@solpaylasim.com adresine yollayabilirsiniz.
Forum Mobil RSS