SolPaylaşım  
Ana Sayfa  |  Yönetim Paneli  |  Üyeler  |  Giriş  |  Kayıt
 
OTURUYORSAN KALK; AYAKTAYSAN YÜRÜ; YÜRÜYORSAN KOŞ!
Yurt ve dünya sorunlarına soldan bakan dostlar HOŞGELDİNİZ .Foruma etkin katılım yapabilmeniz için KAYIT olmalısınız.
Yeni Başlık  Cevap Yaz
Cesaret ve kararlılık           (gösterim sayısı: 3.133)
Yazan Konu içeriği
Üye Profili boşluk
denizcan
[ devrimci ]

Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 24.12.2013
İleti Sayısı: 2.431
Konum: Trabzon
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder


Konu Yazan: denizcan
Konu Tarihi: 21.01.2015- 10:37


Cesaret ve kararlılık-Can Soyer  


19. yüzyıl edebiyat eleştirmenlerinden John Ruskin özellikle genç şairlerin sık sık düştükleri bir hatayı anlatmak için “patetik yanılgı” kavramını kullanır. Ruskin’e göre cansız nesneleri canlıymış gibi tasvir etmek anlamına gelen patetik yanılgı, “ağlayan çayırlar”, “yaslı denizler” ya da “suskun dağlar” gibi ifadelerde karşılık bulur. İnsanın doğa karşısında hissettiklerinin, sanki doğanın kendi niteliğiymiş gibi anlatıldığı patetik yanılgı, böylece cansız olanın canlıymış gibi ele alındığı, doğanın insanlaştırıldığı bir düşünme türünü anlatır. Daha önemlisi ise, zihnin kamaşması ile oluşan bu yanılgı sonucunda, insan ile doğa arasındaki ilişki bulanıklaşır, iç dünya ile dış dünya arasındaki sınırlar belirsizleşir, şair kendi dışındaki nesnel dünyayı iç dünyasının öznel rengine boyayarak gerçeği çarpıtır.

Ölümünden kısa bir süre önce günlüğünde Ruskin’in patetik yanılgı kavramına değinen Oğuz Atay ise, karşılık olarak “apatetik yanılgı” kavramını ortaya atar. Atay’a göre patetik yanılgı nasıl insan ile dünyası arasındaki ilişkiyi bozuyorsa, apatetik yanılgı da aynı sonucu tersinden yaratır. Apatetik yanılgı canlı varlıkların cansız nesnelermiş gibi anlatıldığı, duygu yüklü olması kaçınılmaz olan sözcüklerin içinin boşaltılarak duygusuzlaştırıldığı bir yanılgı türüdür. Demir gibi doğal bir madde ile Demirel gibi azılı bir sağcıyı, aynı üslup ve mesafe ile alt alta sıralayan ve böylece Demirel’i de demir gibi doğallaştıran ansiklopedik dil, apatetik yanılgının en açık tezahürüdür. Böylece gerçek yaşantı ile bağını koparmış bir nesnelliğin, temas ettiği her unsuru aynı ruhsuz üsluba indirgeyen bir soğukluğun, iç dünya ile dış dünyanın birbirine etki etmesine izin vermeyen bir mesafeliliğin alanı açılmış olur.

Nurdan Gürbilek’in sözleriyle söylersek, patetik yanılgı doğanın insanlaştırılması, cansız doğanın duygudan görünmez kılınması, duygunun iç dünya ile dış dünya arasındaki sınırları bulanıklaştıran yayılmacılığı ise; apatetik yanılgı da insanın doğallaştırılması, duygunun görüş alanımızın tümüyle dışına atılması, bilgiyle duygusal bir ilişki kurulmasının imkansızlaşması, umarsızlığa dönüşen bir nesnelliğin baskın hale gelmesidir.

Patetik yanılgı arabesk bir bayağılık ise, apatetik yanılgı da taşlaşmış bir duygusal matlık, biçimin içeriğe kayıtsızlaştığı buz gibi bir duyarsızlıktır.

***

Siyaset, özellikle de devrimci ve sosyalist siyaset akıl, bilim ve teori ile anlam kazanır. Bunlara sahip olmadan, bunları içselleştirmeden, bunlardan beslenmeden siyaset yapmak mümkündür belki, ama o siyasetin devrimci ya da sosyalist olması mümkün değildir.

Akıl, bilim ve teori devrimci siyasetin “değiştirilmesi teklif dahi edilemeyecek” dibacesidir yani. Öngörü, soğukkanlılık, stratejik düşünme, gerçekçilik gibi niteliklerin berisinde hep bu unsurlar vardır. Öte yandan devrimcilik, başka boyutlarıyla, bir duygu durumudur da aynı zamanda. Devrimci bireyi heyecanlandıran, umutlandıran, aklı ve bilinci ile dış dünyası arasındaki bağa özel bir renk katan hissetme biçimidir.

Dolayısıyla ortada bir gerilimin, fakat yaratıcı olabilecek bir gerilimin olduğu söylenebilir. Devrimci birey bu gerilimin verimliliğini kullanmak yerine, ibreyi taraflardan birine kırdığı ölçüde sözünü ettiğimiz o özel karakterden uzaklaşacaktır. Daha açık bir ifadeyle, akıl lehine duyguyu uzaklaştıran ya da saf duygudan ibaret kalacak biçimde aklı rafa kaldıran tercihler, ister istemez bahsettiğimiz gerilimin kurbanı olacaktır. Patetik ya da apatetik yanılgı, her iki durumda da baskın çıkacaktır.

Bu gerilimin nasıl verimli ve yaratıcı kılınacağının ise bir reçetesi yok tabi. Devrimci birey tanımlanırken “şu kadar ölçü akıl ile şu kadar ölçü duygu karıştırılacak” diyen bir formüle ulaşmak imkansızdır. Zaten Aristoteles’ten bu yana, doğru oranın iki uç arasındaki tam orta nokta olmadığını biliyoruz. Doğru oranın sabit ve değişmez olmadığını, her dönemin kendi özgün koşullarında yeniden tanımlanıp üretilmesi gerektiğini de hatırlıyoruz Aristoteles sayesinde.

Demek ki devrimci bireyi tanımlayan akıl ile duygunun uygun oranı, ancak belirli bir dönemin koşulları hesaba katılarak tartışılabilir. Doğru oran, zaman zaman akıldan yana meylederken, zaman zaman da duyguya doğru kayar. Ama hiçbir koşulda aklın ya da duygunun tümüyle sıfırlandığı bir tek kutupluluğa varmaz. Akıl duyguyu, duygu da aklı tümüyle iptal edemez.

***

Akıl, bilim ya da teoriden söz ettiğimizde kaynakları saptamak görece kolay, ancak devrimciliğe özel bir renk kattığını söylediğimiz duygu durumunun kaynaklarını nasıl saptayabiliriz?

Diğer bir deyişle, devrimci bireyde mutlaka var olması gerektiğini düşündüğümüz heyecan, umut, iddia gibi duyguların kökeninde ne olabilir?

Kast ettiğimiz duygu durumu, akıl ile belirli bir ölçüde birleştiği ve böylelikle devrimci bireyi tanımlayan unsurlar arasına girdiği ölçüde, bu kaynakların tamamen öznel bir nitelik taşıması, yani devrimci bireyin “içi”nden gelmesi beklenmemelidir. Elbette, “iç”ten, karakterden, deneyimden, hatta “fıtrat”tan gelenler de olacaktır, ancak bir politik tutum anlamına gelen bu duygu durumu bütünüyle tekil bireyin ruhsal dünyasına indirgenemez.

O halde, devrimci bireyi kuşatan nesnelliği, daha açık bir ifadeyle devrimci bireyin içinde yaşadığı toplumsal ve siyasal koşulları işaret etmek gerekmektedir. Bu anlamda, devrimci birey, en başta ülkesiyle kurduğu ilişkiden, üzerinde yaşadığı toprakların sunduğu olanaklardan heyecan, umut ya da iddia türetir. Hiçbir örgütsel düzenleme, hiçbir siyasal slogan, hiçbir program ya da tüzük metni, hiçbir oy oranı, hiçbir miting rakamı tek başına sözünü ettiğimiz duygu durumunu yaratamaz, kalıcılaştıramaz. Bunlar, ancak ve sadece, devrimci bireyin ülkesiyle kurduğu bağla ilişkilendirilirse, yaşadığı toprakların barındırdığı olanaklarla buluşturulursa heyecanın ya da umudun kaynağı olabilir.

Bu nedenle, ülkesine, halkına, coğrafyasına baktığında devrimci bir atılım için uygun koşulları, önüne serilen fırsatları, değerlendirilmeyi bekleyen olanakları göremeyen kişi, devrimciliğini, en iyi ihtimalle bir rutin ya da alışkanlık olarak sürdürmek zorunda kalır. Bu gördüklerini akıl, bilim ve teoriyle yoğurmayan, yapılması gerekenleri aklın ve bilimin onayından geçirmeyen kişi ise, en fazla panik atak semptomları göstermiş sayılır.

Devrimci bireyin ülkesiyle kurduğu bağ, patetik ya da apatetik yanılgıya düşmemek için, bu ölçüde yaşamsal ve belirleyicidir.

Yani devrimci bireyin tavrı, bakmaktan çok görmektir. Devrimci birey ülkesine bakarken, gerekirse hayal de gören, ama asla sadece bakmakla, izlemekle, seyretmekle yetinmeyendir.

Devrimci birey ayak bastığı topraktaki titreşimi sezen, içinde yaşadığı ülkenin birikimine güvenen ve buradan çıkardığı heyecanı, umudu, iddiayı paylaşıp çoğaltmanın yolunu arayandır.

Bugün en çok ihtiyacını duyduğumuz da bu arayışı sürdürecek cesaret ve kararlılıktır.



Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
denizcan
[ devrimci ]

Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 24.12.2013
İleti Sayısı: 2.431
Konum: Trabzon
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder


Cevap Yazan: denizcan
Cevap Tarihi: 21.01.2015- 10:38


Usludan yeğdir delimiz...-Erkan Baş  

Bu yazının nedeni yeni tanıştığım bir genç arkadaşım, ama tek olduğunu hiç sanmıyorum. Bir dostumla çay-kahve içip dertleşmek için oturduğumuz mekanda tanıştık onunla. Sohbetin içinde henüz 20 yaşında olduğunu öğrendiğim genç arkadaşım, yan masada arkadaşlarıyla oturuyordu. Sanırım bir kaç kadeh içmenin yarattığı rahatlıkla, “yazılarınızı okuyorum, biraz sohbet edebilir miyiz?” diyerek oturdu masamıza.

Gözleri ışıl ışıl, aydınlık yüzlü üniversitelinin akıllı biri olduğu her halinden belliydi. En fazla yarım saat konuştuk ama adını bile anmak istemediğim sahte sol partilerinden birisinin ve paralel çizgideki yayınların 20’lik bir delikanlıyı nasıl yaşlandırdığını gördük.

Düzenin topyekun değişmesi çok zor, kırıntı kırıntı almaya çalışmalıyız diyordu. Daha bilinen haliyle yazacak olursak “yetmez ama evet” ” tezini benimsemişti. Biz de dilimiz döndüğünce bunun neden yanlış olduğunu anlatmaya çalıştık.

Merak edilmesin, ölmüş eşeği dövmeye niyetimiz yok, “yetmez ama evet” pratik olarak yenilmiş bitmiş bir siyasal akım, uğraşmaya bile değmez, bu yazı onlarla ilgili olmayacak. Zaten genç arkadaşım da o sloganın sonuçta AKP’nin işine yaradığını kabul etmişti. Ancak devrim yerine daha gerçekçi olma, kırıntı kırıntı kazanma fikrinde ısrarcıydı.

Buradan yola çıkarak, çok farklı çevrelerde dile gelen ve belli bir etkisi olan, gerçekçi olma, akıllı olma çağrıları üzerine sohbet etmek istedim.

Hayalsiz insanlar ülkesi

Üniversitede ders verdiğim yıllardaki bir gözlemle devam edelim. Her dönem ilk ders öğrencilerin hayallerini öğrenmek isterdim. Türkiye’nin en iyi üniversitelerinden birisinde (İTÜ) ve genellikle son sınıf öğrencilerinin aldığı bir ders verdiğimin de bilinmesini isterim. Maalesef öğrencilerin büyük çoğunluğunun hayalleri aşağı yukarı şunlardan ibaretti; iş, aş, eş, ev, araba vb...

20’li yaşlarda insanların hayallerinin bunlardan ibaret olması, gençliğin önemli bir bölümünü esir aldığını gösterir. Türkiye şu anda bu durumda olmadığından açıkça yazabilirim, hayalleri bunlarla sınırlı olan gençlerin çoğunlukta olduğu bir ülke yenilmiş, geleceksizleşmiş bir ülkedir.
 
“Aklını kullan”

Pek çoğumuz çevremizden, hatta belki de en yakınlarımızdan mutlaka duymuşuzdur; aklını kulan, hayalci olma!

Bu sözcüklerle başlayan söylevlerde, arkasından mutlaka kendimizi kurtarmak için, köşeyi dönmek için en temel arayış ve taleplerinizden, en insani değerlerinizden vaz geçmeniz istenir. Sohbet uzarsa, bunun doğal ve mantıklı olduğu anlatılır.

Önemli olan şudur, bu yaklaşımda akıl ve mantık, esas olarak hayal kurmanızın önüne bir barikat oluşturur. Biraz iddialı olacak ama insan olmamızın önüne çekilen bir set olarak bile tanımlayabiliriz.

Aşk mı mantık evliliği mi?

Aklı bir kenara bırakmayı önerdiğimizi düşünen kimse umarım çıkmaz. Tam tersi insanın hayallerine ulaşması için mutlaka akılla, hatta kolektif akılla hareket etmesi bir zorunluluktur.

Doğrusu şu soruyu sormaktır, insanın hayallerini büyütmeyen, hayallerini gerçekleştirmek için bir yol sunmayan akıl-mantık ne işe yarar ki?

Özetle, itirazımız, sözde akıllı davranma adına insanları boyun eğmeye ikna edilmesinedir.

Bu tartışmaya en doğal, en insani duygularımızdan birisi olan aşk ile örnekleyerek devam edebiliriz. Bugün gençlere esas önerilen, hayatla “mantık evliliği” yapmalarıdır. Duygularınızı, düşüncelerinizi, yüreğinizin söylediklerini boş verin! Esas olan çıkarlarınızdır ve bu çıkarlar gereği, sevdiğinizi, aşkınızı değil mantıklı olan tercih edin! Söylenen budur, buna isterseniz ahlaksız teklif diyebilirsiniz.

Aşk ve Devrim

Haziran Direnişi başka hiç bir işe yaramamış olsaydı bile, yeniden hayal kurmaya başladığı için çok önemlidir. Şimdi aradan iki yıl geçince yine “gerçekçi” olma çağrılarının yayılmaya başlaması bunu değiştiremez.

Kapitalizm tüm dünyada açık bir ideolojik kriz içerisinde. Kapitalizmin insanlara bir gelecek sunmakta bu kadar zorlandığı başka pek az dönem yaşanmıştır. Bu durumda alternatif gelecek önerilerini “akıl dışı” olarak sunmak dışında bir çare üretmesi pek mümkün gözükmüyor. Onların ne yapacakları belli: Hayallerimizi teslim almak ve korkutmak istiyorlar.

Boyun eğdirmenin en akıllı yolunun bu olduğu sonucuna varmış olmalılar...

Diğer taraftan mesele bizim ne yapacağımıza bağlanmış durumda ve bu başlı başına olumlu bir gelişme.

Daha somut olarak söylersek mesele Türkiyeli devrimcilerin ne yapacağına bağlanmış durumda da diyebiliriz. Türkiye solu eğer tarihine, başka şeyler bir yana birikimine, yarattığı değerlere güveniyorsa teorik alanda ve siyasal süreçlere yaklaşımda cesur olup, hayalleri ile gerçek arasındaki açıyı kapatacak çıkışlar yapmalı.

Tereddütlerin nedeni henüz çok eksiğimiz olması mı?

Öyleyse son cümle Yunus Emre’nin olsun;
“Aşk gelince cümle eksikler biter”



Yeni Başlık  Cevap Yaz



Forum Ana Sayfası

 


 Bu konuyu 1 kişi görüntülüyor:  1 Misafir, 0 Üye
 Bu konuyu görüntüleyen üye yok.
Konuyu Sosyal Ortamda Paylas
Benzer konular
Başlık Yazan Cevap Gösterim Son ileti
Konu Klasör Olmayan kararla Boyun Eğme'ye engelleme umut 0 2484 27.12.2015- 09:34
Konu Klasör Azıcık cesaret melnur 0 3507 20.09.2016- 12:53
Konu Klasör Ahmet Şık: Bu iktidarın meşruiyetini tartışmalıyız, bu kararla birlikte meşruiyet ortadan kalkmıştır melnur 1 2839 07.05.2019- 08:22
Konu Klasör Cesaret-Metin Çulhaoğlu denizcan 3 4514 23.08.2014- 21:17
Konu Klasör Biraz cesaret lütfen dayanışma 0 2331 22.09.2015- 23:13
Etiketler   Cesaret,   kararlılık
SOL PAYLAŞIM
Yasal Uyarı
Sitemiz Bir Paylasim Forum sitesidir Bu nedenle yazı, resim ve diğer materyaller sitemize kayıtlı üyelerimiz tarafından kontrol edilmeksizin eklenebilmektedir. Bu nedenden ötürü doğabilecek yasal sorumluluklar yazan kullanıcılara aittir. Sitemiz hak sahiplerinin şikayetleri doğrultusunda yazı ve materyalleri 48 Saat içerisinde sitemizden kaldırmaktadır.
Bildirimlerinizi info@solpaylasim.com adresine yollayabilirsiniz.
Forum Mobil RSS