SolPaylaşım  
Ana Sayfa  |  Yönetim Paneli  |  Üyeler  |  Giriş  |  Kayıt
 
OTURUYORSAN KALK; AYAKTAYSAN YÜRÜ; YÜRÜYORSAN KOŞ!
Yurt ve dünya sorunlarına soldan bakan dostlar HOŞGELDİNİZ .Foruma etkin katılım yapabilmeniz için KAYIT olmalısınız.
Yeni Başlık  Cevap Yaz
Kürt hareketi ve sol üzerine saptamalar, tezler…           (gösterim sayısı: 4.191)
Yazan Konu içeriği
Üye Profili boşluk
denizcan
[ devrimci ]

Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 24.12.2013
İleti Sayısı: 2.431
Konum: Trabzon
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder


Konu Yazan: denizcan
Konu Tarihi: 17.02.2015- 10:54


Kürt hareketi ve sol üzerine saptamalar, tezler…-Haluk Yurtsever  


Konunun tarihsel, toplumsal ve artık “stratejik” bir derinliği var. Dolayısıyla,   “an” belirlenimli yaklaşımların ötesine geçmek gerekiyor.

Bu yazıda, Kürt hareketinin oluşumu, toplumsal, siyasal karakteri ve konumu ile ilgili saptama ve tartışma tezleri formüle etmeye çalışacağım.

Bu sayfalar tarihsel bir özet için bile yeterli değil. Bu nedenle, son 35 yılı esas alacağım. “Kürt hareketi” derken, PKK’nın başlattığı ve önderlik ettiği hareketi kastediyorum.

TEMEL ÇİZGİLER


Bir: Kürt Hareketi, dört parçalı Kürdistan’ın, kapitalist gelişmişlik ve sınıflaşma açısından en ileri, nüfus olarak da en büyük parçasında mayalandı. “Modern” bir ulusal hareket olmasının ekonomik toplumsal temeli budur.

İki: Bu sonuncu silahlı Kürt isyanına, öncekilerden farklı olarak, aşiret, din/mezhep reisleri, şeyhler, ağalar değil, yoksul köylü kökenli, Marksist eğilimli genç aydınlar önderlik etti. PKK, Türkiye sosyalist, devrimci hareketinin içinden çıktı.

Üç: Kürt devrimci demokrat hareketi, toplumsal tabanını ve yapı taşını yoksul köylü ve kentlilerin oluşturduğu bir emekçi halk oluşumudur. Hareketin ulaştığı toplumsallaşma ve “devletleşme” düzeyinin bir sonucu olarak Kürt burjuvazisi de var olan önderliğin hegemonyasını kabul ederek harekete katılmaktadır.  

Dört: Kürt devrimci demokrat hareketi,   yalnız Türkiye’nin değil, Ortadoğu’nun bu kitlesellikteki tek seküler halk hareketidir.

Beş:
Türkiye’nin her yerinde Kürtler var. Özellikle İstanbul, Ankara, İzmir, Adana, Gaziantep, Mersin, Bursa vb. emekçi yoğun metropollerde önemli sayılarda Kürt yurttaş yaşıyor. Harekete, “Türkiyeli” karakterini veren, demografik iç içelik ve bunun sonucu olan sosyolojik, sınıfsal ve kültürel harmanlanmadır. Bu, iradi bir kararla değiştirilemeyecek nesnel bir durumdur.

SİYASAL KONUMLANIŞ

Altı: “Demokratik özerklik” ve “demokratik cumhuriyet”,   Ortadoğu’daki ve Türkiye’deki gelişmelere, siyasal güç ilişkilerindeki değişikliklere göre farklı yönlere evrilmeye açık olmakla birlikte, öne sürüldüğü biçimiyle Türkiye Cumhuriyeti üniterliği içinde bir tasarımdır. Bayrağı ve Türkçe’nin resmi dil statüsünü tanıyorlar. Özerkliği, anadilinde eğitimi ve kültürel hak taleplerini mücadele ve tartışma başlıkları olarak kamuya sunuyorlar. “Ulus devlet”i aşan kantonal, komünal vb. siyasal biçimler arıyorlar. “Demokratik ulus” diyorlar.

Yedi:
Kürt hareketi, Kürtlerin bulunduğu tüm coğrafyalarda, Irak, İran, Suriye ve Türkiye’de, Avrupa’da örgütlüdür. Hareketin, farklı devletler içinde, gerilla savaşından parlamentoda temsiliyete, milis örgütlenmelerinden demokratik kitle çalışmalarına kadar farklı biçimlerle, farklı yöntemlerle mücadele eden çok merkezli bir yapılanması ve tüm bu yapılar arasında siyasal bir orkestrasyon var.

Sekiz: Türkiye burjuvazisi için Kürt sorunu çözüm zamanı gelmiş bir sorundur. İki nedenle: Birincisi, ABD hegemonyasının gerilemesinin yarattığı boşluklar Türkiye kapitalistlerinin emperyal heveslerini kamçılamıştır. Barzani Kürdistanı ile bağlaşarak petrol kaynaklarına ulaşmak, sömürü ve pazar alanlarını genişletmek istiyorlar! İkincisi, geleneksel “terörle mücadele” stratejisiyle bitirilemeyen, hükümetler götüren, büyük bir iç kanama ve siyasal gerginlik kaynağı olan savaşın “maliyeti” artık ağır geliyor. Coşkun Adalı’nın anımsattığı gibi, Henry Kissinger’in Vietnam deneyiminden süzdüğü sonuç doğrulanmıştır: Gerilla yenilmediği sürece kazanmış demektir; ordu yenmediği sürece kaybetmiş demektir! Bizdeki, bu çerçevede bir “pat” durumudur.

Dokuz: AKP hükümetinin ise, aynı eksen üzerinde “ideolojik” ve sınıfsal olarak inceltilmiş, asla vazgeçemeyeceği bir hedefi daha var: Türkiye Kürdistanı’nda totaliter, İslamcı tek adam devletinin önündeki en büyük engel olan Kürt hareketini toplumsal tabanından soyutlayarak tasfiye etmek; en azından bölerek etkisizleştirmek! Bu amaç için, Erdoğan majesteleri bizzat bu hareketin mücadelesi ile dayatılan kimi etnik/kültürel hakları “bahşetme”ye bile hazırdır!

On: Kürt hareketi, daha önderinin yakalanmasından önce, “pat” durumunu, gerilla mücadelesinin sınırlarını görmüş, bu sınırı zorlamanın toplumsal düzeyde yol açacağı çıkmaz ve travmaları anlamış, ateşkes, barış, siyasallaşma ve legalleşme yolunda adımlar atmaya başlamıştı. Bugünkü uğrakta bu siyaset çok daha ileri bir çizgide yaşam buluyor. Sonuç olarak iki tarafın da eli “barış”a mecburdur. Öte yandan, Kürt hareketi AKP devletinin kendisiyle ilgili niyetleri konusunda açık ve uyanıktır. Cemil Bayık’ın, “müzakere” ve “mücadele” ilişkisini formüle ediş biçimi sürecin çelişkili ve uçlara açık karakterini iyi anlatıyor.  

On bir:
Bugüne kadarki “çözüm süreci” pratiği,   Kürt hareketi-AKP ilişkisini “ittifak” ya da “işbirliği” olarak nitelemeyi haklı kılacak bir içerikte gelişmedi. Kürt hareketinin AKP düzenine “entegre” olduğu iddiaları da kanıtsızdır. Bundan sonraki süreç nasıl gelişirse gelişsin, AKP ile Kürt hareketi arasındaki “müzakere” yöntemiyle kalıcı bir “çözüm”e ulaşılması olanaklı değildir.

TARZI SİYASET

On iki: Kürt hareketinin, çelişkili ve sorunlu özel/öznel başlangıç zaaflarını “onaran” bir tarzı var. Otoritesi tartışılmaz tek adamın her konuda son sözü söylediği, içindeki ve dışındaki karşıtlarına şiddet uygulayan bir öznenin, çoğulcu, katılımcı, girişimci, dinamik bir toplumsallık, canlı bir halk hareketi yaratması, kolaycı ve toptancı yargıları olanaksızlaştırıyor.

On üç: Kürt hareketi, bugüne dek hiçbir   “pozitif ayrımcılık” önlemiyle, “kota”larla başarılamayan bir şeyi başarmış, toplumun yarısını mücadele ve hareket içinde eşit, özgür konuma taşıyan bir “kadın devrimi” başlatmıştır.

On dört: Ortadoğu’daki gelişmeler, özellikle Suriye iç savaşı, “Kürt sorunu”nun uluslararası önemini ve etki alanını genişletmiş, süreci, nesnel olarak emperyalist müdahalelere daha açık hale getirmiş, ama aynı zamanda Kürt hareketinin manevra olanaklarını büyütmüştür.

On beş: Kürt hareketi pratik ve pragmatist bir harekettir. Konumuna ve hedeflerine göre çeşitli güçlerle, genellikle geçici ittifak ve dostluklar kuruyor. Özgücüne dayanan ve kendi bağımsız amaçları yolunda yürüyen bir hareket olduğu için, en azından bugüne kadarki pratiğinde, bu güçlerden herhangi birinin uzantısı ve uydusu olmamıştır.

KÜRT HAREKETİ VE SOSYALİST SOL


On altı: Kürt hareketi, Sovyetler Birliği’nin çözülüşünden sonra, amblemindeki orak çekici çıkarmış, söylem ve eyleminde sosyalizm ve sınıf mücadelesi kavram ve yöntemlerinden uzaklaşmıştır. Bunda, özellikle 1990’lardan sonra Türkiye sosyalist hareketinden gelen sol basıncın zayıflamasının, “eşitsiz gelişme”nin de payı var.

On yedi: Kürt hareketinin emek-sermaye çatışmasının sivrildiği mücadelelere, onun simgelerinden biri olan 1 Mayıs’lara; ya da AKP karşıtı Haziran İsyanı’na mesafeli tutumu rastlantısal değil, siyasaldır. Emek ve sosyalizm vurgusunun hareketin tabanını daraltacağını düşünüyorlar; üstelik bunu düşünmekte tümüyle haksız da değiller. Şunu açıkça söylemek de “biz” sosyalistlerin hakkıdır: Kürt hareketinin açtığı yol, sol/sosyalist hareketin kendini kuracağı, yükselteceği bir zemin değildir!

On sekiz:
Tüm bu saptama ve tezler, Türkiye sol/sosyalist hareketi ile Kürt hareketi arasında özdeşleşme ve örgütsel tekleşmenin olanaksız; güncel, dönemsel ve tarihsel ortak amaç ve ilkeler üzerinde mücadele, eylem birliği, güç birliği ve ittifakın ise olanaklı, olası ve gerekli olduğunu gösteriyor.   Bu topraklarda devrim ve sosyalizm için savaştığını iddia eden hiçbir siyasal özne emekçi ve seküler karakterli Kürt hareketine sırtını dönemez!

On dokuz: Olanak ve gereklilik, “iki taraf” için de 10 Ağustos sürecinde bir kez daha doğrulanmıştır. HDP adayı Demirtaş’ın bu seçim sürecindeki sola açılan,   zorunlu “müzakere” muhatabı kibirli despotu yere çalan kampanyası, ona ve Kürt hareketine ilk kez yüzde on barajını zorlayan ek bir destek sağlamıştır. Bu, bir iddia değil, bir “toplumsal veri”dir. Ama unutulmasın, “toplumsal veri”, aslında   toplumsol bir veridir! Bu durum, Kürt hareketine bu eşiğin ilerisini hedefleme sorumluluk ve misyonu yüklemiştir.

KARŞILIKLI SORUMLULUK BİLİNCİ

Yirmi: Türkiye sosyalist/sol hareketinin, Kürt hareketinin reel siyaset gerekçesiyle giriştiği “taktik” manevraların peşinde sürüklenmesi, örneğin, 6-7 Ekim Kobane olaylarından sonraki ortak açıklamada yapıldığı gibi, “hem ülke içinde, hem de dışında halklarımıza yönelen tehdidi Hükümet ile birlikte çalışarak bertaraf etmek istiyoruz“ türünden açıklamalara hak vermesi, Kürt hareketiyle birlikte “bir o yana bir bu yana” yalpalaması düşünülemez. Siyasal bağımsızlık, sosyalist hareket için bu nedenle vazgeçilmezdir.

Yirmi bir: İğneden sonra çuvaldızı kendimize batırabiliriz. Önümüzde, Kürt hareketinin ne yapacağına, ne yapmayacağına ilişkin papatya falı açarak seyredeceğimiz, sonra da haklı çıkıp sevineceğimiz, ya da haksız çıkıp üzüleceğimiz bir dönem uzanmıyor. Herkesin herkese karşı sorumlu olduğu, kendisi için karar verenin belki de herkes için karar verdiği günlerdeyiz.   Eleştiri, karşılıklı sorumluluğun gereğidir ve üzüm yemek içtenliğiyle yapıldığı zaman ilerleticidir. Kimi sosyalist arkadaşlarımızın, bunu yapmak yerine, genel ve zaman zaman da soyut doğruları yineleyerek, bahaneler icat ederek bu somut dönemeçte Kürt hareketiyle araya mesafe koymalarının doğru olmadığını düşünüyorum.

Yirmi iki: Emperyalizmi mutlak kadir, yenilmez bir güç gibi gösteren komplo teorilerinin, anti-emperyalist mücadeleye ve hiç kimsenin sosyalistliğine güç katmayacağının bilinmesi gerekiyor. Kaldı ki, Ortadoğu’da yaşanan süreç somut ve güncel olarak da komplocu olmaktan çok kaotik bir karakter taşıyor. Orada, arkasında büyük emperyalist güçlerin birbirine el ense çektiği, ön cephede kontrol içi-kontrol dışı güçlerin birbiriyle çarpıştığı, ama ABD dahil hiçbir emperyalist gücün mutlak kontrol kuramadığı bir savaş var. Bu ortam, örgütlü siyasal öznelere, olağan zamanlarla kıyaslanmayacak bir etki ve manevra alanı sağlıyor.

Yirmi üç: Emperyalizm var oldukça, hiçbir halkın özgürleşmeyeceği son çözümlemede doğrudur; ama aynı önerme, bugün Ortadoğu cihadçılarına, IŞİD’e karşı Rojava’da , totaliter, mezhepçi AKP rejimine karşı Türkiye’de özveriyle savaşanları görmeyen bir edayla yapıldığı zaman hiç doğru olmuyor; hiçbir devrimci amaca da hizmet etmiyor.

Yirmi dört: Türkiye sosyalist/sol hareketi ile Kürt hareketinin eylem ve güç birliği nesnel sürecin dayattığı bir gereksinmedir. Türkiye solunun birleşik güçleriyle Kürt hareketinin 2015 dönemecinde ne yapacakları, taraflardan birinin tek başına yanıtlayamayacağı kritik bir sorudur. Bu aşamada herkese büyük sorumluluk düşüyor.

Yirmi beş: Ortak yürüyüş ve ittifak zemini bellidir: Ortadoğu’da köpürtülen dinci/mezhepçi emperyalist savaşa, Rojava Devrimi’nin boğulması girişimlerine, AKP eliyle kurulmakta olan tekçi, totaliter, mezhepçi, bölücü ve faşizan diktatörlüğe karşı birlikte mücadele etmek; Erdoğan’ın tek adam diktatörlüğüne hukuksal zemin anlamına gelen başkanlık rejimine geçiş hamlesini birlikte püskürtmek; laik, bilimsel, anadilinde eğitimi birlikte savunmak; Kürt halkının kendi yazgısını özgürce belirleme hakkına saygı ve gönüllü birlik ilkeleri temelinde eşit yurttaşlık hukukunu, toprak ve emek kardeşliğini esas alan eşitlikçi ve özgürlükçü bir dünya, Ortadoğu ve Türkiye için savaşmak.  



Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
melnur
[ Gelenek ]
Kurucu
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 02.08.2013
İleti Sayısı: 11.002
Konum: İstanbul
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder

50 kere teşekkür edildi.
36 kere teşekkür etti.
Cevap Yazan: melnur
Cevap Tarihi: 19.02.2015- 20:09



Yirmi beş: Ortak yürüyüş ve ittifak zemini bellidir: Ortadoğu’da köpürtülen dinci/mezhepçi emperyalist savaşa, Rojava Devrimi’nin boğulması girişimlerine, AKP eliyle kurulmakta olan tekçi, totaliter, mezhepçi, bölücü ve faşizan diktatörlüğe karşı birlikte mücadele etmek; Erdoğan’ın tek adam diktatörlüğüne hukuksal zemin anlamına gelen başkanlık rejimine geçiş hamlesini birlikte püskürtmek; laik, bilimsel, anadilinde eğitimi birlikte savunmak; Kürt halkının kendi yazgısını özgürce belirleme hakkına saygı ve gönüllü birlik ilkeleri temelinde eşit yurttaşlık hukukunu, toprak ve emek kardeşliğini esas alan eşitlikçi ve özgürlükçü bir dünya, Ortadoğu ve Türkiye için savaşmak.


Haluk   Yurtsever'in tezlerini belki tek tek ele alıp tartışmak gerek. En sonuncusundan başlarsak bu konuda neler söylenebilir? Yurtsever konuyu çok geniş ele akmış, biraz daraltırsak herhangi bir komünist partinin kürt hareketi ile ortak dayanışma   zeminine bu ilkeler doğrultusunda karşı çıkması beklenmemelidir. Peki kürt hareketi HDP dahil böyle bir ortak dayanışma zeminindeki tavrı bu ilkelerin kabul edilmesi yönünde olmuş mudur? Bugün seçim ortamına girdiğimiz için dayanışma/ittifak konusu adeta bir seçim işbirliği ile sınırlandırılarak ileri sürülüyor. Oysa gerçek bir dayanışma veya ittifak ortaklaşılabilecek temel ilkeler doğrultusunda olur ve ben kürt hareketinin bu konuda istekli ve ısrarlı olduğunu düşünmüyorum. Hep aynı eleştiriyi yapıyoruz, kürt hareketi kendi statüsünü esas olan bir merkezi program dışındaki muhalefete sıcak bakmıyor, dayanışmaya da yanaşmıyor. Yapısı bu. Haziran yaklaşımı buna örnek. Sol için AKP faşizmini durdurmak merkezi bir stratejiye dönüşmüşken kürt çevrelerinden ısrarla ''AKP'ye yönelik   darbe girişimlerine karşıyız'' mealindeki açıklamalar, bu çok temel konuda bile önemli farklılıkların olduğunu gösteriyor.

Kürt hareketinin sol ile eşit koşullu bir ilişki konusunda inandırıcılıktan uzak olduğunu da düşünüyorum. Belediye seçimlerinde Ankara adayı konusu tipik bir örneği bunun. Sosyalist sol Kaya Güvenç konusunda anlaşmışken HDP'nin burada yetmez ama evetçi bir adayı göstermesi de bu konularda bir yöntem sorunu olduğunu ve kan uyuşmazlığının varlığını gösteriyor.

Kürt hareketi tüm olumsuz yanlarıyla sol tarafından dışlanamaz. Bu konuda hiç bir tartışma olmaması gerek. Ama kürt hareketi sol ile bir dayanışma veya ittifak içine girecekse bunu seçimden seçime değil veya ''gel bizim arkamıza takıl'' şeklinde kuyrukçu bir anlayışla değil, belirli ilkeler üzerinden yapabilmelidir. Kolay olmadığı da ortada!



Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
proletersosyalist
[ Bekir Sami ]

Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 15.09.2014
İleti Sayısı: 709
Konum: İstanbul
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder


Cevap Yazan: proletersosyalist
Cevap Tarihi: 19.02.2015- 22:58


Neden AKP'ye karşı belli başlı ilkeler üzerinden anlaşılıp hem sokaklar hem de seçimler üzerinden ortak bir direniş hattı oluşturulmasın? Kobane'de ki İşid gericiliğinin de, Türkiye'de ki İslami gericiliğin de arkasında olan AKP değil mi? Halklar bu gericilik yüzünden onlarca gencini toprağa gömmedi mi? Ve onlarca genç hala hapiste değil mi? Ve AKP getirmeye çalıştığı iç güvenlik yasasıyla halkları daha da fazla baskı altına almaya çalışmıyor mu?   Böyle bir tabloda yapılması gereken inatla bazı noktalar üzerinde sıkışıp ittifakları daraltmak değil ittifakların genişletebileceği kadar genişletilmesidir. HDP AKP diktasına karşı ittifak çağrısı yapıyor. Sosyalistler de böyle bir ortak direniş hattının gerekliliğini belirtiyor. Gönül ister ki CHP'de bu direnişe katılsın ancak CHP'nin mevcut eğilimi sağa doğru. Bu gerçekliği gözden kaçırıp körü körüne CHP ile ittifakı savunmak veya seçimlerden yada sokak üzerinden geliştirilecek ittifaklardan tamamen kendimizi soyutlayalım demek sola hiç bir alan açmaz.

Haluk Yurtsever'in şu söyledikleri kendilerini ittifaklardan soyutlamaya çalışanlar tarafından bir kez daha okunmalı;
''Yirmi bir: İğneden sonra çuvaldızı kendimize batırabiliriz. Önümüzde, Kürt hareketinin ne yapacağına, ne yapmayacağına ilişkin papatya falı açarak seyredeceğimiz, sonra da haklı çıkıp sevineceğimiz, ya da haksız çıkıp üzüleceğimiz bir dönem uzanmıyor. Herkesin herkese karşı sorumlu olduğu, kendisi için karar verenin belki de herkes için karar verdiği günlerdeyiz.   Eleştiri, karşılıklı sorumluluğun gereğidir ve üzüm yemek içtenliğiyle yapıldığı zaman ilerleticidir. Kimi sosyalist arkadaşlarımızın, bunu yapmak yerine, genel ve zaman zaman da soyut doğruları yineleyerek, bahaneler icat ederek bu somut dönemeçte Kürt hareketiyle araya mesafe koymalarının doğru olmadığını düşünüyorum.''




Bu ileti en son proletersosyalist tarafından 19.02.2015- 23:00 tarihinde, toplamda 3 kez değiştirilmiştir.
Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
umut
[ umut yarın ]
Yasaklı
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 12.09.2013
İleti Sayısı: 3.105
Konum: Gizli
Durum: üye uzaklaştırılmış
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder


Cevap Yazan: umut
Cevap Tarihi: 12.05.2015- 10:10


Fark eder!
Haluk Yurtsever  


Tekelci kapitalizmin egemen olduğu bir dünyada genel oy ve “temsil”in demokratik ve katılımcı bir içeriği yoktur; kalmamıştır. Sermayenin ve sermaye devletlerinin ekonomik-siyasal programları, baskı ve ideolojik aygıtları, siyasal temsil, hatta siyasal parti düzeneklerinin dışında merkezileşmiş, ulaşılmaz ve dokunulmaz kılınmış, seçmene, seçilene, temsili organlara ise “görüntü” roller dağıtılmıştır. Roller ve sınırlar tanımlıdır. Oyun, içinden ya da dışından bozulmaya, kuralları değiştirilmeye zorlandığında egemenler “temsil”, “demokrasi” fazlalıklarını bir kenara itiverirler. Biliyoruz.

Böyle bir dünyanın hiçbir yerinde, kendi başına hiçbir seçimin, sınıf ilişkilerini, emekçilerin yaşam geçim koşullarını köklü biçimde değiştirme, yurttaşların hak ve özgürlüklerini gerçekten genişletme kapasitesi bulunmuyor. Seçim, egemenler için, yurttaşta, dört yılda bir sandığa giderek ülke yönetimine katıldığı yanılsaması yarattığı, böylelikle düzene meşruluk görüntüsü verdiği ölçüde işlevli bir oyundur. Düzen karşıtları, devrimciler seçim ve parlamentoya, oyunu kurulduğu yerde sergilemek, bozmak, silahı sahibine çevirmek, amaç ve ilkelerini daha geniş emekçi kitlelere duyurmak için katılırlar.  

Seçim ve oyla devrim, “radikal demokrasi”, hatta emekçilerin, yoksulların yaşam ve geçim koşullarını ciddi biçimde değiştirecek toplumsal reformlar hayaldir. Sandık, sınıf mücadelesinin sonuçlarını yansıtabilir; bu mücadelenin koşullarını etkileyebilir. Bu durumlarda bile, esas olan seçim değil, sınıf mücadelesidir. Devrim bir yana, reformlar bile çoğu kez, devrimci mücadelenin yan ürünü olarak, egemenlere ölümü gösterip sıtmaya razı ederek kazanılıyorlar.  

Daha somuta gelelim. 2008 krizi, bir sermaye birikim modelinin tıkandığı, yenisine ise henüz geçilemediği sistemik kaos dönemine denk geldi. Bu süreç, çağdaş kapitalizmin geleneksel kurum ve işleyişleri, özellikle de “ulus devlet” ve “temsili demokrasi” üzerinde de çözücü bir etki yapıyor. İnternetle, akıllı telefonlarla herkesin herkese, doğrudan ve hızlı biçimde ulaşabildiği bir dünyada dört yılda bir seçim/sandık göstermelik ve antika kalıyor. 2011 dünya, 2013 Türkiye/Gezi kent isyanlarını temsili demokrasi ötesi arayışların öncü hareketleri olarak görmek gerekiyor. Toplumsal karar verme süreçlerine doğrudan katılımın “teknik” altyapısı oluşmuş, bu yöndeki toplumsal istem kitlesel ve eylemli boyutlar kazanmaya başlamıştır.

***

Türkiye, genelleştirme yapmanın riskli olduğu, her kuralın çokça istisnasının bulunduğu bir ülkedir. Gelenek ve birikim yoksulu kapitalist sınıf, siyasal ve kültürel açıdan zayıf ve kişiliksizdir. Devlet, yalnızca bir siyasal örgütlenme olarak değil, rant/kaynak dağıtan bir ekonomik ajan, yandaşlarına ikbal kapıları açan kadim bir kurum olarak güçlüdür. Devletin bekası tüm düzen güçlerinin kutsalıdır. Çekişme, devleti kimin kontrol edeceği, devlet gücünü kimin kullanacağı noktasındadır.  

1965 TİP deneyiminden bu yana düzen güçleri, temsili sistemin toplumsal muhalefete, sola kapatılması noktasında anlaşmışlardır. Yüzde 10 barajı, emsali, benzeri olmayan, seçim ve siyasal partilerle ilgili yasalarla birlikte, yurttaşın seçme ve seçilme hakkını fiilen ortadan “Türk usulü” bir “totaliter demokrasi” uygulamasıdır.

2002’den, özellikle de askerlerin sistem içindeki erkininin sona erdirildiği 2007’den bu yana, seçim sandığı devleti kimin, hangi düzen siyasetinin kontrol edeceğini belirleyen en önemli kaynak olarak öne çıktı. Türkiye’de seçime katılma oranlarının yüksek olmasında, AKP karşıtı büyük kitlenin de bu durumu sezmesinin payı var. “Darbe” ve “devrim”in reel seçenekler olarak algılanmadığı, örgütlü mücadelenin toplumsallaşamadığı, demokratik, sendikal, sivil denetim kanallarının, hak arama/kazanma yollarının kapalı olduğu koşullarda, oy, yurttaşın gözünde siyasete katılacağı tek seçenek olarak öne çıktı. Muhalif yurttaş, durumların değişeceğine inanmasa, sandıktaki alternatiflere güven duymasa da, elindeki bu tek aracı kullanarak, yani oy vererek varlığını, protestosunu ortaya koymayı önemsiyor.

12 yıllık AKP iktidarına, toplumsal itiraz ve tepkinin sandık ötesi en ileri, en yığınsal örneği 2013 Haziran/Gezi isyanıydı. İktidarı temellerinden sarstı. Umut ve enerji yarattı. Arkasından 17-24 Aralık yolsuzluk operasyonları, AKP karşıtı birikimde bu iktidardan kurtulma zamanının geldiği umudunu güçlendirdi. İnsanlar bu umutla 30 Mart 2014’te seçim sandığına yöneldiler. Son 30-40 yılın en yüksek seçime katılma oranı gerçekleşti. Ne var ki, Tayyip Erdoğan kendisi açısından elverişsiz koşullara rağmen, siyasetin tanıdığı inisiyatif/manevra alanını etkili ve köktenci biçimde kullanarak seçimden güç toplayarak çıktı. Bu güçle 10 Ağustos 2014’te cumhurbaşkanı seçildi. Haziran 2013’ten sonra 30 Mart’a bile ulaşamayacağı, devrileceği üzerine bolca yorum okuduğumuz Erdoğan “Yeni Türkiye” sloganıyla yeniden taarruza geçti.

***

Somut durumda, bu yazının ilk iki paragrafında özetlemeye çalıştığım genel nedenleri sıralayarak, ya da sol hareketin bağımsızlığı, kendisini kurda kuşa yem olmaktan koruması türünden gerekçeler öne sürerek 7 Haziran seçimlerini “sıradan” saymak, elitist bir edayla bu seçimlerin yol açacağı sonuçları küçümsemek büyük bir yanılgıdır.

7 Haziran seçim sonuçlarının öyle ya da böyle olmasıyla değişmeyecek birçok şey var. Ama, bunlardan çıkarak, “öyle de olsa böyle de olsa fark etmez” denemez. Fark eder!

Bir: Erdoğan’ın bugünkü statüsüyle devleti ve AKP’yi kontrol etmeyi sürdürmesi imkansızdır. Fiili durumunu haklılaştırmak   ve hukuksallaştırmak için 330 vekil seçtirmeye, başkanlık rejimini sonuna dek zorlamaya mecburdur. Bunun için elindeki tüm olanakları kullanacak, bugüne dek olanlarla kıyaslanmayacak düzeyde seçim hilesine başvuracaktır. “AKP sonrası”nı konuşmak için erkendir. Erdoğan’ın ve AKP’nin durdurulacağı, düşürüleceği “çantada keklik” değildir.

İki: Yalnızca   330 vekil Erdoğan’ı kurtarmaz. Ancak, böyle bir sonuç iktidar blokunun parçalanmasını önleyebilir. Erdoğan’a, gerektiğinde iç savaşı göze alacak cüret ve gücü verebilir. İç savaşı önlemek için ülkeyi “dış” savaşa sürükleyebilir. Bu olasılıkları yok saymak siyasal körlüktür.

Üç: Erdoğan’ın “Yeni Türkiye” yolunda yeni bir onay ve güç kazanması, Türkiye toplumunun çözülme ve çürüme süreçlerini derinleştirecek, toplumsal muhalefet saflarında umutsuzluğu, çaresizlik duygusunu, bu ruh halinin yol açacağı kontrolsüz öfkeyi yoğunlaştıracak, büyük ve kötü olasılıkla “çatışmasızlık” durumunu sona erdirecektir.

Dört: HDP barajı aşar, AKP 330 vekilin altında kalırsa, çok farklı bir siyasal iklim ve güç dengesi oluşacaktır. 330 vekilden aşağısı Erdoğan için sonun başlangıcıdır. Bu durumda, “büyü” bozulacak, para ve “mutlak” siyasal erkin bir arada tuttuğu iktidar blokunun dikişleri patlayacak, AKP içinden çatlayacak, asker-sivil bürokraside merkezkaç eğilimler güçlenecektir.

Beş: AKP iktidarda kalsa bile, siyasal düzlem bir bütün olarak yerinden oynamış, düzen içi siyasal güç ilişkileri ve konumları değişmiş olacaktır.   Emekçi halk çoğunluğunun ağırlaşmış, acilleşmiş sorun ve talepleri, ekonominin genel durumu, tek başına AKP iktidarının, ya da AKP’li AKP’siz herhangi bir koalisyon hükümetinin önümüzdeki yakın dönemde toplumsal huzur ve istikrar sağlayamayacağını, gösteriyor. Ekonomik ve siyasal krizin örtüştüğü bir konjonktür, nesnel olarak, sola açılan bir toplumsal ortam demektir. Seçim vaadlerinin içeriği daha şimdiden bu eğilimin, tüm siyaset özneleri tarafından sezildiğini gösteriyor.

Altı: Toplumsal muhalefet, 13 yıldır ilk kez AKP karşısında bir başarı elde etmiş olacak, bu emekçilerin, ezilenlerin, solcuların devrimci enerjisini artıran bir etki yapacaktır. Küçümsenmesin; en ilkeli, akidesi en sağlam özneler bile toplumsal başarı ve onaya gereksinim duyarlar. Şeytanın bacağının kırılması yeni ve taze bir enerjiyi açığa çıkaracaktır.

Yedi: Barajın aşılması, kendi başına önemli bir kazanım olacaktır. Demirtaş, baraj altında kalırlarsa, seçimlerin ertesi günü barajın kaldırılması ve erken seçim için mücadeleyi başlatacaklarını açıkladı. Bu, HDP’nin baraj altında kalması durumunda bile barajın kalkmasına katkı yapacağı anlamına geliyor. Daha büyük olasılık ise HDP’nin barajı aşmasıdır. “Bize”, HDP’yi barajı aşması için desteklemenin önemli gerekçelerinden birinin, tek bir oyun ile boşa gitmeyeceği bir seçim sistemi için mücadele olduğunu bilince çıkarmak, HDP’ye de verdiği sözün gereğini yaparak, seçimden sonra barajı yok etmeyi öncelikli ve militan bir mücadele gündemi haline getirmek düşüyor.

Bir başkanlık rejimi referandumu, Tayyip Erdoğan oylaması içeriğinde geçecek olan 7 Haziran’da   HDP’ye oy verilmesini önermemizin gerekçeleri bunlardır. AKP’yi geriletmenin, Erdoğan’ı durdurmanın, seçim düzleminde HDP’nin barajı geçmesinden başka bir yolu, siyaseti, aritmetiği   yoktur. Nesnel durum budur!

Bunun dışındaki tartışma ve argümanlar seçim tutumu için anlamlı değil. Kürt hareketini ve HDP’yi burada daha önce yaptığımız gibi herkes ayrıca değerlendirebilir.



Yeni Başlık  Cevap Yaz



Forum Ana Sayfası

 


 Bu konuyu 1 kişi görüntülüyor:  1 Misafir, 0 Üye
 Bu konuyu görüntüleyen üye yok.
Konuyu Sosyal Ortamda Paylas
Benzer konular
Başlık Yazan Cevap Gösterim Son ileti
Konu Klasör Kürt hareketiyle sosyalistler arasındaki ilişkiler üzerine... melnur 0 304 14.05.2023- 05:23
Konu Klasör Sermaye sınıfı, siyaset, devlet: Saptamalar umut 2 3577 03.09.2015- 12:12
Konu Klasör Patronların Kürt Halayı... melnur 1 1154 09.12.2021- 02:49
Konu Klasör Yeniden Kürt sorunu... melnur 5 1451 28.09.2021- 09:14
Konu Klasör Kürt halkı hafife mi alınıyor? melnur 2 2643 03.11.2019- 04:26
Etiketler   Kürt,   hareketi,   sol,   üzerine,   saptamalar,   tezler…
SOL PAYLAŞIM
Yasal Uyarı
Sitemiz Bir Paylasim Forum sitesidir Bu nedenle yazı, resim ve diğer materyaller sitemize kayıtlı üyelerimiz tarafından kontrol edilmeksizin eklenebilmektedir. Bu nedenden ötürü doğabilecek yasal sorumluluklar yazan kullanıcılara aittir. Sitemiz hak sahiplerinin şikayetleri doğrultusunda yazı ve materyalleri 48 Saat içerisinde sitemizden kaldırmaktadır.
Bildirimlerinizi info@solpaylasim.com adresine yollayabilirsiniz.
Forum Mobil RSS