SolPaylaşım  
Ana Sayfa  |  Yönetim Paneli  |  Üyeler  |  Giriş  |  Kayıt
 
OTURUYORSAN KALK; AYAKTAYSAN YÜRÜ; YÜRÜYORSAN KOŞ!
Yurt ve dünya sorunlarına soldan bakan dostlar HOŞGELDİNİZ .Foruma etkin katılım yapabilmeniz için KAYIT olmalısınız.
Yeni Başlık  Cevap Yaz
Aydınlık Sosyalist Dergi'ye Açık Mektup           (gösterim sayısı: 4.096)
Yazan Konu içeriği
Üye Profili boşluk
spartakus
[ .... ]

Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 23.11.2013
İleti Sayısı: 624
Konum: İstanbul
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder


Konu Yazan: spartakus
Konu Tarihi: 26.02.2015- 21:45


Aydınlık Sosyalist Dergi'ye Açık Mektup
Mahir Çayan


[Bu yazı, Mahir Çayan, Yusuf Küpeli, Ertuğrul Kürkçü ve Münir Aktolga imzası ile 1971 Ocak ayında KURTULUŞ YAYINLARI'ndan broşür olarak yayınlanmıştır.]Eriş Yayınları tarafından düzenlenmiştir.

      Aydınlık Sosyalist Dergi'den ayrılmamız üzerine söylentilerin ve spekülasyonların yoğunlaştığı şu günlerde bu yazılı açıklamayı zorunlu görmekteyiz.

      Bu kısa yazıda aynlmamızın nedenlerini ve görüş farklılıklarımızı çok kısa bir şekilde özetleyecegiz. Türkiye'deki devrimci hareketin çeşitli meselelerine (genel olarak devrimin yolu, Türkiye'nin sınıfsal ilişki ve çelişkilerini, solun tarihinin değerlendirilişi ve Türkiye'ye özgü yol vs.) ilişkin görüşlerimizi etraflı bir şekilde ortaya koyacağız.
   

I
      Hakim sınıfların sınırlı demokratik hakları rafa kaldırma hazırlıkları içinde oldukları, proleter devrimci hareketi ezmek için oyunların tezgahlandığı şu günlerde, ilk bakışta saflarımızdaki bu bölünme hoş bir şey değildir. Ve hareketimize sempati duyan, ama gerçek duruma yabancı olan pek çok arkadaşta bu ayrılmanın derin bir üzüntü ve endişe yaratacağı açıktır.

      Gerçekten de ayrılmaların, bölünmelerin hoş olduğunu iddia edecek değiliz. Ne var ki, bütün gayretlerimize rağmen, birlik amaci ile birlik-eleştiri-birlik mekanizmasmi kullanarak, Aydınlık Sosyalist Dergi'deki sağcı ideolojiyi bertaraf edemedik, Aydınlık Sosyalist Dergi'deki sağcı ideolojiyi tartışma ile bertaraf etmenin ortamı olmadığına ve de iki ideolojinin ortasının bulunamayacağına göre, ayrılık zorunlu olmuştur. Çünkü, gerçek anlamda birlik, bilimsel sosyalizmin temeli üzerinde kurulabilir. Birlik, şu veya bu kişinin etrafında kümelenme değildir. Hareketin birliği, leninizmin ilkeleri üzerindeki birliktir. Ve bu uzlaşmaz durumdan dolayı Aydınlık Sosyalist Dergi'yi bıraktık. [1*]   Unutmayalım ki, bugün için kötü olan, yarın için iyi birşey olabilir. Ve bugün, devrimci ilkeler üzerinde kurmaya başladığımız birlik, anın üzüntü ve endişelerini memnuniyete çevirecek kadar güçlüdür.
           
II

            Devrim yolu engebeli, dolambaçlı ve dikenli bir yoldur. Devrimci hareketin meseleleri, karmaşık ve çözümü güç meselelerdir. Bu şartlar altında sosyal sınıf pusulasının ayarındaki bozukluklardan dolayı, bir devrimci harekette, hareketin ilkelerini değişik yorumlayan, "ufak görüş ayrılıkları"nın varlığı, sağ ve sol kanatların varlığı kaçınılmaz bir olgudur. Bu kaçınılmaz olguda önemli olan, birlik isteğiyle yola çıkmak ve karşılıklı saygı çerçevresi içinde bu görüş ayrılıklarının temeline inerek, bilimsel sosyalizmin devrimci ilkeleri üzerinde var olan bu farklılıkları gidererek, birliği sağlamaktır.

      Devrimci tutum budur. Yani görüş ayrılıkları karşısındaki devrimci tutum, bazı arkadaşların yaptığı gibi, bu ayrılıkları örtbas etmek değil üstüne üstüne gitmektir.

      Biz daima ikinci yolu tercih ettik. Sahte birlik çığlıklarına karşı koyarak, varolan ideolojik farklılıkların üstüne üstüne gittik. Bunu ayrılıkçı bir tutumla değil, birleştirici bir tutumla birlik-eleştiri-birlik ilkesine bağlı kalarak yaptık.

      Baştan beri bizim Mihri Belli arkadaşla görüş ayrılıklarımız vardı. Fakat biz, Mihri Belli arkadaşın, geçmişini, tecrübesini dikkate alarak, onun bir proleter devrimciye yaraşmayacak tavır ve davranışlarına, kişisel davranışlarına karşı geniş bir tolerans havası içinde, hareketin birliğini savunduk. Bunu yaparken hiçbir zaman idare-i maslahatçılık içine girmedik. Doğru bildiğimiz ilkelerden hiçbir zaman taviz vermedik. Görüşlerimizi her zaman, her yerde açıkça ortaya koyduk; yazdık ve de söyledik. Çünkü birlikçi tutum ilkelerde uzlaşmak demek değildir.

      Bizim bu tutumumuz karşısında Mihri Belli ve bugün etrafında olan arkadaşlar ne yaptılar?

      M. Belli arkadaş, kendi görüşleri ile bizimkiler arasında temelde önemli bir fark olmadığını söyleyerek, milliyetçilik, revizyonizm, örgüt meselesi vs. gibi konulardaki görüşlerini düzeltme yoluna gittiğini ima ediyordu. Böylece saflarımızdaki sağ görüşler arkadaşça yürütülen eleştiri mekanizması ile bertaraf ediliyordu. Ne var ki olaylar umutlarımızı boşa çıkartan bir yönde gelişti. Ve 29-30 Ekim tarihindeki toplantı, M. Belli arkadaşın bu tutumunda samimi olmadığını ortaya koydu. Mihri Belli arkadaş, bu toplantıda tam bir ayrılıkçı ve bölücü tutumla, terkettiğini ima ettiği eski sağ görüşlerini tekrar ileri sürerek; bu görüşlerle çelişki içinde olan görüşlerin tamamen yanlış görüşler olduğunu söyleyerek, "ilkelerimiz demek, ben demektir; arkamdan gelen gelir, gelmeyen gelmez" diyerek birlik-eleştiri-birlik ilkesini çiğnedi.

      Yapılan hatalar, körükörüne üstüne gidilerek düzeltilmez. Hele de üstünü örterek, yanlış görüşler yokedilemez. Her eleştiriyi kendisine karşi bir kinin ifadesi sayan insanlardaki eleştiriye tahammülsüzlük "küçük görüş ayrılıkları"nın altında, koskoca bir ideolojik ayrılık uçurumunun yattığını belirler. Bu yanlışların ve sağ görüşlerin düzeltilmesine ilişkin yapilan ciddi bir ihtar ise, bu kişilerin üzerinde, artık herşeyi parçalamanın zamanı geldi, duygusunu uyandırır. Ve mesele 29-30 Ekim günlerindeki toplantıda olduğu gibi umulmadık bir anda patlak verir.

      Bu toplantıda Aydınlık Sosyalist Dergi'deki sağ kanat , görüşlerini Aydınlık Sosyalist Dergi'nin gürüşleri olarak, kendi kendine gelin güvey olarak ilan ediyordu.
      Bu durumda hareket bölünmesin diye, proletaryanın devrimci ilkelerinin çiğnenmesine, leninizmin bayrağının oportünizm batağına sokulmasına göz yumacak mıydık?
      Hayır, bin kere hayır!   "Biz mutlaka, barış ve birlik aracı değiliz, görüş ayrılıklarını asla saklamamaya ve bütün çıplaklığı ile ortaya koymaya mecburuz. Biz mutlaka ayrılıkçı ve nifakçı da değiliz. Saptırmaları yola getirmek doğrultmak için kullandığımız bütün imkanlar tükenirse, dünyanın en uzlaşmazlarıyız.

      Bizim için ayrılık ne zaman parola olur? Kargaşalık, gerek teorik, gerek pratik ilerleyişe engel olmaya başladığı zaman." (Lenin, Sol Komünizm, İtalikler bize ait).
     
Artık, Mihri Belli'nin sağcı görüşlerinden dolayı harekete tam bir kargaşa hakim olmuştur. Bu kargaşa, hareketin hem teorik, hem de pratik ilerleyişine engel olmaya başlamıştir.

      Artık ayrılık parolamızdır.

      Ve proletaryanın devrimci ilkelerini her şeyden üstün tutan, devrimci şerefi ve namusu olan her devrimcinin yapacağı gibi Mihri Belli ve onun temsil ettiği akımla bütün organik bağlarımızı kestik!
     
  III

     
      Bizimle düne kadar ilkelerde hem fikir olan bazı arkadaşlar bu sağcı görüşlerin yanında yer aldılar.

      Devrim yolu engebelidir, dolambaçlıdır, sarptır. Bazıları düşerler, gerilerde kalırlar. Daha düne kadar beraber omuz omuza yürüdüğümüz bazı arkadaşlarla artık beraber değiliz. Onlar için daha fazla duramayız. Çünkü onlar tercihlerini geriye doğru yaptılar. Onlar bataklığı tercih ettiler. Ve maalesef, namlularını bize çevirdiler. Bu mücadele sınıflar mücadelesidir. Burada el titremesine, tereddüde ve kararsızlığa yer yoktur. Sınıflar mücadelesinde proletarya yoldaşlığının dışında, feodal ve ataerkil ilişkilere yer yoktur.
     
Ve işin acı tarafı bu arkadaşlar, daha düne kadar beraber oldukları arkadaşları olan bizlere atıp tutacaklar, kızacaklar, veryansın edeceklerdir. Ve bunu yaparken içtenlikle hareket ettiklerini söyleyeceklerdir. Nitekim, bugün de bu arkadaşlar hareketin esenliğini düşündükleri için o saflarda yeraldıklarını, aslında görüş ayrılıklarının, ayrılmayı gerektirecek kadar önemli olmadığını, varolan farklılıkların "küçük görüş ayrılıkları" olduğunu bizlerin bir kaşık suda fırtına kopartan sekterler olduğumuzu içinde bulunduğumuz dönemde, MİTin, CIA'nin ve oportünizmin bütün fraksiyonlarının M. Belli'ye saldırdıkları bu dönemde, M. Belli'yi eleştirmenin yanlış olduğunu, bizim dün ayrı şeyler bugün ise ayrı şeyler söylediğimizi, bugün değiştiğimizi söyleyerek bizleri suçlamaktadırlar.

      Bu arkadaşların subjektif niyetleri ne kadar iyi, ne kadar "devrimci" olursa olsun, bunlar demagoji ve safsatadan başka şeyler degildir.

      Bu demagoji ve safsataların bazı arkadaşlarımızın kafalarını karıştıracağını düşünerek, bunları teker teker cevaplandıralım.

      Bir kere, Mihri Belli arkadaşın temsil ettiği görüş ile aramızdaki farklılığın "küçük görüş ayrılığı" olmadığını bilenlerdensiniz.

      Sizler değil miydiniz, AYDINLIK Sosyalist Dergi'nin bu kadar eleştirilere hedef olmasının, dolayısıyla saflarımızda varolan kesif dağınıklığın sebeplerinin, Mihri Belli arkadaşın bulanık ve yanlış görüşlerini ihtiva eden yazıları olduğunu defalarca söyleyen?
   
Saflarımızda hem teorik, hem de pratik ilerlemeye engel olan sağcı ideoloji ile devrimci ideoloji arasındaki farklılık 'küçük görüş ayrılığı" mıdır?

      Bu arkadaşlara hatırlatalım ki, oportünizmi ayakta tutmanın bir yolu da onun önemini küçültmektir, "küçük görüş ayrılıkları" diyerek meseleyi savuşturmaktır!

      Bir an için Mihri Belli arkadaşla aramızdaki ideolojik farklılıkların "küçük görüş ayrılıkları" olduğunu varsayalım. Bu durumda bile, Mihri Belli arkadaşın 29-30 Ekim toplantısındaki bireyci tavrından ve sağcı görüşlerinde ısrarından sonra, bu arkadaşların hala "görüş ayrılıkları önemsizdir" diyerek, meseleyi geçiştirmeleri devrimci olmayan bir tavırdır.
      Unutmayalım ki, bir hareket içinde varolan nüans ayrılıklarında, küçük görüş ayrılıklarında uzlaşabilir çelişkiler, birlik-eleştiri-birlik ilkesinin ışıgı altında çözümlenemezse, yanlış görüşlerin sahipleri görüşlerinde ısrar ederlerse , bu çelişkiler, uzlaşmaz zıtlıklara dönüşür. "Küçük ihtilafların" bu biçime dönüşmeleri, o nüansların temelinde uzlaşmaz ideolojik ayrılıkların yattığını gösterir.

      Bu konuda diyor ki, Lenin; "her küçük ayrılık, eğer onda ISRAR edilirse, eğer hep ön planda tutulursa, eğer herkes ayrılığın köklerini ve dallarını araştırmaya koyulursa, büyük bir ayrılık haline gelebilir. Her küçük farklılık, kararlı hatalı görüşlere doğru bir   hareket noktası olursa, bu hatalı görüşler yeni ve ek farklılıklar tarafından, Partiyi (saflarımızı) parçalanış noktasına getiren   anarşist   hareketlerle birleştirilirse, işte o zaman o küçük   farklılıklar, korkunç   bir önem kazanır". (Lenin, Bir Adim İleri, İki Adım Geri, s: 66)
     
Görüldügü gibi, mesele açık ve basittir. İstedikleri kadar bu arkadaşlar, "küçük görüş ayrılıkları etrafinda fırtına koparılıyor, önemli görüş ayrılıkları yok" diyerek, Mihri Belli arkadaşla aynı saflarda yer almalarını hareketin esenliği için bir taktik esneklik (!) olarak nitelendirsinler, yanlış ve sağcı görüşlerin yayılmasına zemin hazırladıkları için, bu tutumlarının devrimci bir tutum olmadığını hiç bir gerekçe ile gizleyemeyeceklerdir. Hele bu gerekçelerinin safsata ve demagoji olduğu o kadar ortadaki!..
   
Gelelim CIA, MİT, TİP ve PDA oportünizmleri ile aynı makamlarda türkü söyleme demagojisine...

      Bu arkadaşlara göre bizim eleştirilerimiz sınırlı olmalıdır. Özellikle Mihri Belli arkadaşı içinde bulunduğumuz dönemde hedef almak yanlıştır. Çünkü, bugün, CIA da, MİT de, Bizim Radyo da, PDA da, TİP de Mihri Belli arkadaşa saldırmaktadır. Bu ortamda, Mihri Belli arkadaşı eleştirmek onlarla aynı makamda türkü söylemek; emperyalizmin ve oportünizmin oyununa gelmektir.

      Bu iddia temelsiz bir iddia olduğu gibi, aynı zamanda korkunç bir demagojidir.

      Bir kere, bu arkadaşlara sormak isteriz; şu günlerde M. Belli'nin sağcı görüşlerini eleştiren bir dizi kitaplar çıkartan, "en eski sosyalizmin" temsilcisi Hikmet Kıvılcımlı arkadaş yetmişinden sonra pusulasını mı şaşırdı acaba, CIA'nın oyununa gelmekte?
   
İkinci olarak, neden Mihri Belli arkadaş, emperyalizmin ve oportünizmin oklarına bu kadar çok hedef olmaktadır? Neden bir başka arkadaş, mesela Mihri Belli arkadaştan çok daha güç şartlar altında, genellikle "eski tüfeklerin" pek ateş almadığı 1951-1960 dönemi de dahil olmak üzere, her dönemde yılmaz bir mücadele vermiş olan Türkiye'nin sınıfsal ilişki ve çelişkilerine ilişkin bizlere ışık tutacak, değerli teorik çalışmalar yapmış olan Hikmet Kıvılcımlı arkadaş Mihri Belli gibi sürekli ve yoğun olarak CIA'nın ve MİT'in broşürlerine, PDA ve TİP oportünizmlerinin saldırılanına hedef olmamaktadır?
   
Bu arkadaşlar bunu hiç düşündüler mi? Acaba, CIA, MİT veya oportünizmin her türlüsü başka proleter devrimci arkadaşları daha az mı tehlikeli görüyorlar? Değil elbette.
   
Mihri Belli arkadaşın bu kadar çok hücuma hedef olması iki ana nedene dayanmaktadır. Mihri Belli arkadaşın bu hücumlara hedef olmasının en önemli nedeni, bu arkadaşın hareketimizin sözcüsü olarak bugüne kadar görülmesinden ileri gelmektedir. Burada hedef alınan Mihri Belli arkadaşın şu veya bu olağanüstü niteliği değildir; hedef alınan 30 küsur şehit vermiş, Türkiye'deki işçi ve köylü hareketlerini yönlendirme gayretleri içnde olan, Dev-Genç aracılığıyla sayısız anti-emperyalist gençlik hareketlerinin başını çekmiş olan proleter devrimci hareketimizdir. Bu durumda Mihri Belli değil de, Ahmet veya Mehmet olsaydi şüphesiz aynı hücumlara Mihri Belli kadar o da hedef olacaktı.
   
İkinci olarak, Mihri Belli arkadaş, sosyal pratikte en doğru olan, emperyalizme ve yerli müttefiklerine karşı en kararlı ve uzlaşmaz bir mücadele vermeye çalışan, genellikle genç proleter devrimci kadroların başını çektiği harekete, bütün sağcı görüşlerine, eklemeci, zikzaklı çizgisine rağmen sözcülük yapmak iddiasında ve durumundadır. Oportünizmin bu kadar eleştirilerine hedef olmasında Mihri Belli arkadaşın birbiriyle çelişen tutarsız görüşIere sahip olmasını da dikkate almak gerekir. Oportünizm karşı tarafın doğrularını bile eğri gösterir. Hele de eğrileri bu kadar çok birarada görünce, ne yapmaz ki?

      Şimdi bütün arkadaşlara soruyoruz; böyle bir kurmayı olan bir hareket ileriye doğru hamleler yapabilir mi?

      Elemanları ne kadar tutarlı olursa olsun şefi bu kadar tutarsız olan bir orkestra başarılı olabilir mi?

      Böyle kritik bir pozisyonda gözüken kişinin doğru ve tutarlı bir çizgisinin olması gerekmez mi?

      Bu şartlar altında CIA, MİT ve oportünizm Mihri Belli arkadaşa saldırıyor diye hareketi, Mihri Belli arkadaşın yanlış ve sağcı ideolojisinin yönlendirmesine bırakmak mı doğrudur? Yoksa bu ideolojiyi eleştirerek bertaraf etmek mi doğrudur?

      Düşman tarafından kuşatılmış, dört bir yandan hücuma uğrayan bir ordunun yanlış bir rota izleyen genel kurmayı izlemesi mi doğrudur, yoksa rotanın düzeltilmesi için sonuna kadar direnmesi mi doğrudur?

      Bizce doğru olan ikinci şıklardır. Çünkü bilimsel sosyalizm bize bunu öğretmektedir.
     
Gelelim bizim görüşlerimizi değiştirdiğimiz meselesine...
   
  Mihri Belli'nin sağcı görüşleri ile yaptıkları uzlaşmalara meşru bir gerekçe aramak amacıyla bu arkadaşlar dün bizim ayrı şeyler söylediğimizi, bugün ise ayrı şeyler söylediğimizi iddia etmektedirler.

      Bu da, öteki iddialar gibi boş ve mesnetsiz bir iddiadır, dolayısıyla kötü bir demagojidir.

      Bizim yazdıklarımız ve toplantılardaki konuşmalarımız açıktır, ortadadır. Mihri Belli arkadaşın söyledikleri ve yazdıkları açıktır; ortadadır.

      Maalesef değişen sizlersiniz arkadaşlar!
      Açıkça görülüyor ki, Mihri Belli'nin rotasını sözde "bazı eleştirilerle" kabul ettiniz ve birdenbire tutum değiştirdiniz!

      Gelelim sekterlik, kapalı kapıcılık ve bölücülük suçlamalarına... Önce sormak isteriz bize sekter bir politika içinde olduğumuzu söyleyen arkadaşlara;

      Mihri Belli arkadaşın görüşlerinin hem yanlış olduğunu kabul edip, hem de pratikte bu ideolojinin saflarımızdan tasfiye edilmesine karşı çıkmak mı doğru politikadır?

      Yanlışlığı artık iyice ortaya çıkmış olan, Mihri Belli'nin sağcı görüşlerinin hem yanlışlığını kabul edip, hem de Aydınlık Sosyalist Dergi'nin görüşleri olarak ileri sürmek hareketimizin militanlarını aldatmak olmuyor mu?

      Şurası apaçık gerçektir ki, biz bu arkadaşların dediği yolda gitseydik, M. Belli arkadaşın yanlış görüşleri saflarımızda pekişecek ve teorik yeterliliğe sahip olmayan pek çok militan arkadaşımız bu görüşlerin etkisi altında kalarak rotalarını şaşıracaklardı. Bu durum ise, proleter devrimci hareketimizin yara alması, zayıf ve cılız kalması, oportünizmin gürbüzleşmesi sonucunu doğurmayacak mıydı?

      Sağcı bir ideolojiye karşı pasif ve hayırhah bir tavır almak, bu ideolojiyi savunanlarla beraber olmak demek değil midir?

      Bu, devrimci bayrağı yarıya indirmek değil midir? Bu, işçi sınıfının davasına yan çizmek değil midir?

      Oportünist görüşlere karşı devrimci tavır, uzlaşmacı tavır değil, uzlaşmaz tavırdır. Oportünist görüşlere sekter davranmayanlar, kendi emekçi halkına sekter davrananlardır.
     
Gerçekler göstermiştir ki, leninizm bayrağı yarıya indirildiği zaman devrimci hareket zayıflar, düşmanlar güç kazanır. Devrimci ideolojinin bayrağı yükseklerde tutuldukça devrim yükselir, düşmanlara ağır darbeler indirilir.

      Biz sağcı ideoloji ile uzlaşmıyor ve devrimci ideolojik bayrağı yükseklerde tutmaya çalışıyoruz. Bu doğru tutumdur. Biz bu doğru tutumda sonuna kadar direniyoruz ve direneceğiz. Çünkü, saflarımızın ancak bu tutumla çelikleşeceğine, hareketin ancak bu kararlı tavırla ilerilere doğru hamleler yapacağına kesinlikle inanıyoruz. Bu tutuma nasıl sekter bir tavır denilebilir.

      Mihri Belli'ye karşı olmak devrimci hareketin tarihine karşı olmaktır demagojisine gelince... Bazı arkadaşlar M. Belli'nin tarihi temsil ettiğini, bu yüzden M. Belli arkadaşın sağcı görüşlerine karşı olmayı devrimci hareketin geçmişi, tarihi ile bağları koparmak anlamında yorumlayarak, M. Belli'nin görüşlerine kendilerinin de karşı olduğunu fakat geçmişle bağları koparmamak için bu görüşlere katlandıklarını, dolayısıyla Mihri Belli'ye angaje olduklanını söylemektedirler.

      Bu temelsiz, saçma sapan ve devrimci olmayan bir tutumdur. Bu ilişkiler sosyalist ilişkiler değildir. Bunlar devrimci olmayan anormal ilişkilerdir; feodal ilişkilerdir.

      Elbette marksistler arası ilişkileri feodal bir ailenin ilişkileri şeklinde anlayanlar için, devrimci hareketin tarihi mirasını bu feodal ailenin nesillerine intikal etmesi şeklinde anlayanlar için, bugün M. Belli arkadaşın sağcı görüşleri ve temsil ettiği akımla ilişkilerimizi kesmemiz, tarihle bağlarımızı koparmak anlamına gelebilir.

      Ama sosyalistler arası ilişkiler bu mudur? Hayır, bu olamaz.

      Türkiye'deki marksist hareket şerefli bir mücadele tarihine sahiptir. CHP ve DP yönetimlerinin karanlık yıllarında, siyasi irticanin en azgın olduğu yıllarda, Türkiyeli proleter devrimciler yiğitçe ve mertçe mücadeleler vermişlerdir. Türkiye proleter devrimci hareket içinde siyasi irticaya karşı başeğmez bir mücadele içinde olan arkadaşlarımız, daima biz genç proleter devrimciler için örnek olmuşlar ve büyük değer taşımışlardır. Ama bu geçmişteki mücadelelerin hatalarını eleştirmeyeceğimiz anlamına gelmez. Bugün ve yarın için doğru olan politika, dünün eleştirisinden çıkar.

      Biz, Türkiye'deki marksist hareketin tarihine sonuna kadar saygılıyız. Ve onun bir devamı olarak kendimizi görmekteyiz.

      Biz sadece "ben tarihim, bana karşı olan tarihe karşıdır" görüşüne karşı çıkıyoruz. Ve bu görüşün sahibi ile bağlarımızı kopartıyoruz; tarihle değil!

      "Biz eskileriz, biz biliriz" safsatadan başka birşey değildir. Neyi bilirsiniz? Biz eğer gerçekten devrimci isek, gerçeği biliriz. Sosyalistler arası ilişkiler, askeri kışla ilişkileri değildir. Her geçen yıl kıdemin arttığını zanneden ve başkalarından itaat bekleyen kişinin kafası sosyalist değil, olsa olsa dar asker kafasıdır.

      Sosyalist harekette, elbette geçmişte mücadeleleri olanlara saygı beslenir ve onlara öncelik tanınır. Sosyalist harekette elbetteki bir hiyerarşi vardır. Ama, nasıl hiyerarşi? Doğru ideolojinin temeli üzerinde hiyerarşi. Doğru görüşlerin sözcülüğünü yaptığın sürece kitle seni tanır; yanlış görüşlerinde ısrar edersen artık hiyerarşi filan ortada kalmaz!
 
  Ayrıca, bir kişi kalkıyor ben devrimci hareketin tarihiyim diye ortaya çıkıyor, bu dünyanın hangi ülkesinde görülmüştür?

      Bu, ülkemizdeki devrimci hareketin tarihinin zayıf ve cılız olduğunu söylemek olmuyor mu?

      Bu, ülkemizdeki devrimci hareketin tarihini küçümsemek olmuyor mu?

      Geçmişin mirasçısı, geçmişteki kararlı ve uzlaşmaz mücadelelerin mirasçısı olmak isteyen kimse, bugün doğru devrimci çizgide proletaryanın devrimi bayrağını yükseklerde tutmak zorundadır.

      Bu bayrağı her kim yükseklerde tutmuyorsa, her kim devrimci hareketin oportünizm oklarına hedef olmasına sebebiyet vererek, hareketi zayıf ve cılız düşürüyorsa, o kişi, mazideki durumu ne olursa olsun, geçmişin temsilcisiyim diye ortaya çıkamaz.
   
Bugün, kim leninizmin yüce bayrağını, hem teoride, hem sosyal pratikte emperyalizmin ve oportünizmin saldırılarını göğüsleyerek yükseklerde tutuyorsa, Türkiye'deki marksist hareketin tarihi zincirinin haldeki halkası olur; devamı olur!
   
  Özetlersek; bizler, "küçük görüş ayrılıkları" etrafında bir karış suda fırtınalar koparmakla suçlanıyoruz; niçin? Marksizm-Leninizmin perspektifi yerine M. Belli arkadaşın perspektifini kabul etmediğimiz için!

      Bizler, emperyalizm ve oportünizm ile aynı makamda türkü söylemekle suçlanıyoruz; niçin? Hareketimizin ileriye gidişini engelleyen sağcı ideolojiye karşı uzlaşmaz bir tavır içinde olduğumuz için!

      Bizler, tarihle bağları koparmakla suçlanıyoruz; niçin? Marksizm-Leninizm bayrağının yarıya indirilmesine göz yummadığımiz için, geriye değil, ileriye baktığımız için!
   
  Bizler, sekterlik, kapalı kapıcılık ve bölücülükle suçlanıyoruz; niçin? Sağcı ideolojiye karşı sekter davrandığımız, onunla uzlaşmadığımız için, ahbab çavuşlar birliğine dahil olmamakta israr ettiğimiz için!

      Varsın bütün oklar üstümüze yağsın. Biz, doğru gördüğümüz bu yolda sonuna kadar yürüyeceğiz. Bu yolda çeşitli suçlamalara, haksız kötülemelere, iftiralara, küfürlere hatta, provokasyonlara hedef olacağız. Dünyanın herhangi bir ülkesinde oportünizm tarafından bu çeşit suçlamalara hedef olmamış, bir marksist- leninist hareket gösterilebilir mi? Ve yine gösterilebilir mi ki, bu çeşit suçlamalarla oportünizmin bir marksist- leninist hareketin üstesinden geldiği? Hayır, hayır arkadaşlar, dünyanın her yerinde, her zaman marksist hareket oportünizmin suçlamalarına, iftiralarına, hatta provokasyonlarına rağmen, emperyalizmin ve hakim sınıfların insanlık dışı bütün cebir ve baskılarına rağmen, giderek güçlenmiş, çelikleşmiş ve zafer kazanmıştır!

      Tavrımız proleter devrimci tavırdır. Çünkü, proletaryanın devrimci ilkelerine azimle bağlı kalmak, bu ilkeleri çiğneyen her çeşit sağ ve "sol" görüş ve hareketle uzlaşmaz bir mücadele içinde olmak kendisine proleter devrimcisiyim diyen bütün devrimcilerin en kutsal görevleridir!



Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
spartakus
[ .... ]

Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 23.11.2013
İleti Sayısı: 624
Konum: İstanbul
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder


Cevap Yazan: spartakus
Cevap Tarihi: 26.02.2015- 21:52


IV

Gelelim, Mihri Belli arkadaşla olan ideolojik ayrılığımıza. Mihri Belli arkadaşla aramızdaki çeşitli meselelere ilişkin ideolojik farklılıkları başlıca üç ana başlık altında toplayabiliriz:
   
  1 - Devrim anlayışı,
      2 - Çalışma tarzı,
      3 - Örgüt anlayışı,
   
Milliyetçilik, revizyonizm vs. gibi diğer konulardaki görüş ayrılıkları, bu üç ana meseledeki görüş ayrılıklarının çeşitli meselelerde yansımasından başka birşey değildir.
     
DEVRİM ANLAYIŞI

      Devrim tarihi göstermektedir ki, devrimci marksizm ile oportünizm ve çağdaş reformizm arasındaki görüş ayrılıkları en son çözümlemede, "kendi özgücüne güvenerek devrim için yola çıkmaya cesaret edip etmeme" meselesine dayanmaktadır. Devrim teorisi, çalışma tarzı, örgüt konularındaki bütün ilke ayrılımlarının temelinde bu gerçek yatmaktadır.

      Bugün sömürge ve yarı-sömürge ülkelerin solu içerisinde ideolojik mücadele, en son tahlilde, devrimin kırlardan şehirlerin kuşatılmasi şeklinde, köylü ordusunun işçi sınıfı kurmaylığında, uzun, dolambaçlı bir halk savaşıyla zafere erişebileceğini savunanlarla, şehirlerde düşmanın çizdiği sınırlar içinde "legalite uğruna" mücadele ederek kendi özgücünün dışındaki güçlere, bel bağlayanlar arasında cereyan etmektedir.
   
  Leninizmin dünyanın yarı-sömürge ve sömürge ülkeler için öngördüğü devrim teorisi; işçi sınıfının önderliğinde köylü ordusunun halk savaşıyla kırlardan şehirleri kuşatması teorisidir.

      Biz, hiçbir sömürge ve yarı-sömürge ülkenin, kıtanın veya bölgenin leninizmin bu evrensel ilkesini geçersiz kılabilecek kendine özgü şartlar taşıdığını kabul etmiyoruz.
   
  Mahalli, tarihi, gelenek, görenek veya üretici güçlerin gelişme seviyesi, sadece leninizmin evrensel devrim teorisinin taktiklerine yön verecek unsurlardır. Bu farklılıklar, her ülkenin devrim stratejisinin kendine özgü ara aşamalarının niteliklerini biçmlendirirler.
   
  İşte sömürge ve yarı-sömürge ülkelerin, solundaki ideolojik ayrılığın temeli budur. "Kastrist", "Maoist", "Guevarist" vs. ayrımları ise, özde hiçbir şey ifade etmeyen, gerçek durumu yansıtmayan, sahte ve suni ayrımlardır. Şiarları ne olursa olsun, "Kastrist" veya "Maocu" rozetini yakasına iliştirmiş bir hareket veya parti pekala sol gevezeliklerle icazetli bir mücadele içinde olabilir. Dünyada ve ülkemizde bunun örnekleri vardir. [2*]
     
Biz, devrimin, işçi-köylü ittifakı temeli üzerinde emperyalist boyunduruğun en zayıf olduğu kırlardan şehirlerin fethi rotasını izleyen bir halk savaşı ile zafere erişeceğini söylüyoruz. Bu devrim anlayışında köylülük temel güçtür, proletarya önder güçtür. [3*]   Proletaryanın önderliği ideolojik öncülüktür.

      Mihri Belli arkadaş ise, işçi sınıfının önderliğini reddederek, köylülüğü değil de, işçi sınıfını temel güç kabul ederek, işçi sınıfının fiili öncülüğünün geçerli olduğunu savunmaktadır.

      Açıktır ki, sınıfların güdümü ve önderliğin niteliği, tayin edici mücadele alanı olarak, şehirleri veya kırları temel alma düşüncesinden gelmektedir. İşçi sınıfını temel güç kabul ederek, ideolojik önderliği reddeden görüş, lafta ne derse desin, şehirleri temel almaktadır. Ve bu anlayışa göre de, devrim şehirlerden kırlara doğru bir rota izleyecektir.
 
  Bu anlayış temelden sakattır. Emperyalizmin işgali altındaki bir ülkede devrimin, köylü ordusunun uzun ve dolambaçlı bir savaşı olmadan olacağını düşünmek boş bir hayaldir. Bilimsel sosyalizm ve dünya devrimci pratiği, bu düşüncenin bir hayal olduğunu söylemektedir. Emperyalist boyunduruk, bu şekilde kırılamaz. Emperyalist zinciri en zayıf halkasından parçalamak gerekir. [4*]

      Çağdaş reformizm devrimlerin temel gücü olarak, işçi sınıfını gördüğü ve kırlardan şehirlerin fethi teorisini "köylü çeteciler" vs. şeklinde küçük-burjuva hareketi olarak kınadığı için, Mihri Belli arkadaşın bu görüşüyle aramızdaki çelişki, çağdaş reformizm ile leninizm, klâsik sol partilerle, leninist partiler arasındaki ideolojik ayrılıktan başka birşey değildir.

      Mihri Belli arkadaşın devrim anlayışı, niyeti ne kadar devrimci olursa olsun, en son tahlilde sosyal reformist bir temele dayanmaktadır.
     
      ÇALIŞMA TARZI

      Devrim teorisiyle, devrime giden yolda yapılacak çalışmaların biçimi arasında tam bir uygunluk vardır.

      Devrim yolu olarak, uzun, yorucu ve dolambaçlı bir halk savaşını değil de, şehirleri esas kabul ederek, buradan işçi sınıfının iktidara el koyması temel alınırsa, emperyalizmin 3. bunalım döneminde, emperyalizmin ve yerli hakim sınıfların şehirlerde kurdukları sıkı denetim zorunlu olarak, devrimin subjektif güçlerinin dışında, başka güçlere bel bağlamak eğilimini doğurur. Başka bir deyişle, bu devrim anlayışı içinde, kişinin subjektif niyeti ne kadar devrimci olursa olsun, devrimin subjektif güçlerinin (örgütlü özgücünün) dışındaki güçlere güvenmek hatta, bu güçlerin atılımını kısa dönemde temel almak ön plana çıkar. Mihri Belli arkadaşın hem pratik çalışmaları, hem de teorik görüşleri açıktır. Mihri Belli arkadaşın yönetimindeki Türk Solu 'nun bilindiği gibi bütün eyleme proletaryasız bir cephe kurma çalışmalarından başka birşey değildi. Dev-Güç hikayeleri, yine pratikte herkesin bildiği bir başka ömektir.

      Mihri Belli'nin bu konudaki teorik görüşleri açıktır; Mihri Belli arkadaş, bugüne kadar ki tahlillerinde daha çok özgücüne değil de sağındaki güçlere yer vermiştir. Teorik yazılarını topladığı Yazılar adlı kitabında açıkça görülebileceği gibi, küçük-burjuva, hatta kısa dönemde onlara öncelik tanıyan bir sağ göruş hakimdir. Bu görüş, çağdaş reformizmin "milli devrimci yol" diye tanımladığı reformist bir görüştür. Bu reformist strateji ile, elbette devrimci bir ruhla kendi özgücünü örgütlendirerek harekete geçilemez.
   
  İşte, Mihri Belli arkadaşın çalışma tarzını çok kısa özetlersek budur. 29-30 Ekim toplantısında, Türk Solu'nun bir yöneticisi; "bizim bütün amacımız eski tüfek denilen kişilere meşruiyet kazandırmaktı" diyerek Türk Solu'nun bütün çalışmasını çok güzel açıklamıştır. Yani, Mihri Belli'nin yönetimindeki Türk Solu'nun başlıca amacı, Mihri Belli ve birkaç "eski tüfeğe" legalite kazandırmakmış! Ve hala bugün bu "legalite uğruna mücadele" devam etmektedir!

      Sosyalistçilik yasağı yaparak, "devrimci milliyetçi" adını kendine takıp, kimliğini gizleyerek, legaliteyi temel amaç alan bir çalışma tarzı ile proleter devrimci çalışma tarzı arasında hiç ama hiç benzerlik yoktur.
     
ÖRGÜT ANLAYIŞI

  Kişinin devrim teorisi ve çalışma tarzındaki bütün yanlışlıkların örgüt anlayıyında yansıması son derece doğaldır. Savaş alanı yanlış seçilmişse, sakat bir çalışma tarzı, çalışma tarzı olarak alınmışsa, bu çalışmaları yönlendirecek, çeşitli sektör ve bölgelerdeki çalışmalar arasındaki ahenk ve eşgüdümü sağlayacak olan organizasyonun, doğru ve tutarlı olması beklenemez elbette. Rotası yanlış olan bir ordunun, rotayı çizen genel kurmayının tutarlı olmasına imkan var mı? Şehirleri temel alan, düşmanın çizdiği sınırlar içinde "legalite uğruna" göğüsleme manevraları yapan kişinin parti anlayışı da devrimci olmayan bir örgüt anlayışıdır. Bu sağcI devrim teorisini ve çalIşma tarzını kabul etmiş bir kişiden savaşçı bir örgüt anlayışı beklenebilir mi?

      Bu yüzden M. Belli arkadaşın sağcı devrimci teorisi ve çalışma tarzı proletarya partisi anlayışını çarpıtmaktadır. Bu görüşün parti anlayışı, deyişleri ne kadar keskin olursa olsun, savaş örgütü değil, düzen örgütüdür.

      Leninist örgütlenmeye karşılık, oportünizm her yerde ve her zaman iki şeyi önermiştir.

      1- Demokratizm : En demokratik şekilde aşağıdan yukarıya örgütlenme,
      2- Partinin kurulmasının ilk etabında, emekçilerin mutlak bir çoğunlukta olması.
   
Örgüt konusundaki oportünizm ve menşevizm, işte bu iki ana noktada ortaya çıkar; işte bu iki ana nokta yeni kurulan veya kurulma aşamasında olan bir partinin düzen örgütü mü, yoksa savaş örgütü mü olacağını belirler. Hiçbir örgüt, savaş örgütü olarak doğmaz. Ancak atılan ilk adımın niteliği örgütün, savaş örgütünün tohumlarını taşıyıp taşımayacağını belli eder. Halk arasında yerleşmiş bir söz vardır: "Adam olacak çocuk bokundan bellidir".

      Daha ilk etapta örgütü "aşağıdan yukarı, en demokratik şekilde kuracağız ve işçiler, köylüler ilk dönemde sayıca ağır basacaklardır" diyen Mihri Belli ve etrafındaki kişilerin kuracağı partinin devrimci bir parti, emperyalizme karşı bir savaş örgütü olmayacağı gün gibi açıktır.

      Leninizmin parti hakkındaki görüşleri açıktır; leninizm, aşağıdan yukarı demokratik biçimde örgütlenmeyi mahkum etmektedir. Leninizm, Mihri Belli arkadaşın örgüt görüşünü 65 yil önce oportünizm diye mahkum etmiştir. Mihri Belli arkadaş gibi aşağıdan yukarı en demokratik biçimde örgütlenmeyi savunan menşevik Martov'lara, Akselrod'lara karşı büyük usta Lenin diyor ki; "Oportünist sosyal-demokrasinin örgütlenme prensipleri aşağıdan yukarıya doğru örgütlenme usulünü izler. Ve bu yüzden mümkün olduğu kadar, (aşırı bir şevkle) anarşizm noktasına varan özerkliği ve demokrasiyi yeğ tutar. Devrimci sosyal demokrasinin örgütlenme prensipleri ise, yukarıdan aşağı doğru örgütlenme usulünü izler..." (Bir Adim İleri İki Adım Geri, s: 232-233)

      Elbette, bu şekilde kurulacak olan bir örgüt proleter devrimcileri tarafından düzen örgütü damgasını yer. Ve gerçekten de böyle kurulan bir örgütün savaş örgütü olma şansı hiç ama hiç yoktur.

      İkinci olarak, oportünizm parti konusunda leninizmin ikinci etapta aradığı şartı ilk etapta arar. Yani ilk dönemde, kuruluş döneminde, tıpkı Mihri Belli'nin söylediği gibi, işçilerin ve köylülerin yani emekçilerin coğunlukta olmasının şart olduğunu ileri sürer. (Bu öneri, aşağıdan yukarıya örgütlenme önerisinin doğal bir sonucudur.)
     
Oysa, leninizme göre, partinin ilk etabında emekçi kökenden gelen-gelmeyen ayırımı yapılmaz. İlk dönemde bu ayırımı yapmak oportünizmin ta kendisidir. İlk etapta, işçi veya aydın kesiminden gelmek önemli değildir, önemli olan işçi sınıfı ile kendisini özdeşleştirmiş, "yalnız boş gecelerini değil, bütün ömrünü devrime adamış" asgari bir marksist formasyondan geçmiş ve belli alanda uzmanlaşma yolunda olan profesyonel devrimcilerin örgütün temelini oluşturmasıdır. Önemli olan, profesyonel devrimcilerin yönetimde olup olmamasıdır. Ve ilk dönemde dar tutulmuş, sayıca az, ama demir gibi bir disipline sahip çelik çekirdek önemlidir. Ve bu çekirdek içinde sınıfsal kökenin şöyle veya böyle olması ilk dönemde önenli değildir.

      Ancak, bu çelik çekirdek çeşitli aşamalardan geçerek, ikinci etaba geçer. Emekçi kitlelerin mücadelelerini yönlendirmeye, onu kucaklamaya başladığı bu ikinci etapta emekçi kökenden gelenlerin ağır basmasına dikkat edilir. İlk dönemde, aydın-işçi ayrımını yapmanın oportünizm olduğunu söyleyen Lenin, ikinci dönemde, parti yönetim kademelerinde işçilerin mutlak bir çoğunluğa sahip olmaları gerektiğini söylemektedir.
   
Oportünizm, daima ilk dönemde, aydın-işçi ayırımı yapar, aydın düşmanlığı yaratır ve görünüşte işçilerin yanında yer alir. Oysa bu sahte bir tavırdır. Oportünizmin yanında olduğu, savunduğu işçiler ve onların çoğunlukta olması değil, örgütün baştan düzen örgütü olarak doğmasıdır. Oportünizmin örgüt konusundaki bu evrensel ve değişmez karakteridir. İlk dönemde emekçilerin "yanında" olmakla işe başlayan oportünizm, ikinci ve üçüncü dönemlerde savaş örgütü içinde barındırılması imkansız olan, küçük-burjuva aydınların sözcülüğünü yapar duruma gelir. Aslında o, ilk dönemde de proletaryanın değil, hakim sınıflara karşı savaşmayı göze alamayan pasifist küçük-burjuva aydınlarının özlemlerini, yani düzen örgütünü dile getirmektedir. Bunu, sözde devrimci bir gorünüm altında, özde ise duzen örgütünü savunarak yapar. İkinci ve üçüncü etapta ise, devrimci maskesini atıp, bütün çıplaklığıyla ortaya çıkarak bu eylemi sürdürür.

      Emperyalizmin III. genel bunalım döneminde, menşevizmin bu örgüt anlayışını ileri süren çağdaş reformizmdir. Bu örgüt anlayışı çağdaş reformizmin devrim ve çalışma tarzı anlayışları ile tam bir uygunluk içindedir.

      İşte görüldüğü gibi, Mihri Belli arkadaşın örgüt görüşü de sağcı devrim teorisi ve sağcı çalışma tarzının doğal sonucu, sağcı bir görüştür. Bu görüşlerin sahiplerinin kuracağı örgüt, stratejisi milli demokratik devrim olan yeni bir TİP'den başka birşey olamaz. [5*]
   
  Biz, her çeşit anti-leninist örgütlenmeye karşıyız. Biz düzen örgütünden değil, savaş örgütünden yanayız. Savaş örgütü olabilecek bir parti leninizmin ilkelerinin temeli üzerinde, leninist örgütlenmeye uygun bir şekilde kurulur.
   
İşte Mihri Belli arkadaşla olan ideolojik ayrılıklarımız bu üç temel üzerinde yükselmektedir. Görüldüğü gibi, perspektiflerimiz tamamen farklıdır. Bu perspektif farkı, çeşitli konularda yansımaktadır. Son zamanlarda aktüel olan milliyetçilik, milli mesele ve revizyonizm tartışmalarındaki Mihri Belli arkadaşın sağ görüşlerinin, sağ perspektiflerinin bu meselelere yansımasından başka bir şey değildir.

      Kısaca, son zamanlarda aktüel olan bu meselelere değinelim.

      Mihri Belli arkadaşa göre, bugün dünya işçi sınıfı hareketi içinde sosyal reformist bir çizgi olarak revizyonizm, modern revizyonizm yoktur. Revizyonizm, Bernstein ile ortaya çıkmış ve onun ölümü ile birlikte yok olmuş bir akımdır. Hele dünyanın bazı sosyalist ülkelerinde revizyonizmin etkin ve yönetici olduğunu söylemek saçmalıktır. Çünkü revizyonizmin tanımı açıktır; revizyonizm marksizmin resmen inkarıdır.
   
Bu görüş temelden yanlıştır. Bir kere, revizyonizm marksizrmn resmen inkarı değildir. Tam tersine revizyonizm, marksizmin bazı tezlerinin gayrı resmi inkarıdır. Kelime anlamı düzeltme, kontrol etme olan revizyonizm, marksizmin lafızlarına sahip çıkarak, özünün, belkemiğinin inkarıdır. Mihri Belli arkadaşın revizyonizmi bu şekilde tanımlayarak, bugün revizyonizmin mevcut olmadığını söylemesi tamamen devrim, çalışma tarzı ve örgüt konusundaki sosyal reformist görüşlerinden dolayıdır. Mihri Belli'nin örgüt anlayışı, devrim teorisi ve çalışma tarzı bugün dünya işçi sınıfı hareketi için yok varsaydığı revizyonist akımın temsilcilerinin görüşlerinden başka birşey değildir. Mihri Belli, bu görüşleri devrimci saydığı için, bu görüşlerin sahiplerini de revizyonist saymamaktadır ve bu anlayışın dünya işçi sınıfı hareketi içinde revizyonizm diye bir sosyal reformist akımın var olduğunu kabul etmemesi, son derece doğaldır.
     
      Milliyetçilik meselesine gelince...

      Mihri Belli arkadaşa göre, "devrimci milliyetçilikle" proleter enternasyonalizmi çelişmez. Ve "devrimci milliyetçi" olduğunu söyleyen Mihri Belli arkadaşa göre sosyalistler koyu milliyetçilerdir. Çünkü, "milliyetçiliğin azı enternasyonalizmden kişiyi uzaklaştırır".
   
Mihri Belli, sosyalistlerin milliyetçi değil, yurtsever olduklarını, nasyonalizm ile enternasyonalizmin birbirine tamamen zıt iki kavram olduğunu bilmiyor mu? Biliyor elbette. Fakat Mihri Belli'nin küçük-burjuva radikalizmine bel bağlayan tutumu, proleter devrimcilikten tavize hatta, literatüre "proleter milliyetçiliği" katkısıyla tahrife kadar uzanmaktadır.

      Bütün bunların temelinde "milliyetçi devrimci" küçük-burjuva radikallerine proleter devrimcilerin kendilerinden pek farkli olmadıklarını, temelde devrimci milliyetçi olduklarını ima ederek, şirin gözükme yatmaktadır. Mihri Belli'nin aynı şirin gözükme gayretlerini milli meselede de görmekteyiz.

      Mihri Belli'ye göre, Türkiye'deki milli meselenin her zaman ve her şart altında tek bir çözüm.yolu vardır; Kürt emekçi halkının çıkarlarıyla bağdaşan tek formül vardır; o da, meseleyi şartlar ne olursa olsun, misak-i milli sınırları içinde ele almak gerekir.
   
Oysa bu görüş, temelden yanlış ve anti-sosyalist bir görüştür. Bilindiği gibi, devrimci proletarya milli meseleyi ulusların kendi kaderini tayin hakkının ışığı altında ele alır. Biz, ulusların kendi kaderini tayin hakkının ışıği altında diyoruz ki: "Her şart altında, her zaman meseleyi misak-ı milli sınırları içinde ele almak gerekir veya kürt emekçi halkının çıkarlarıyla bağdaşan tek çözüm yolu ayrılma hakkının kullanılmasıdır" diyen görüşler yanlıştır. Bu görüşlerin sahipleri, her iki tarafın burjuva ve küçük-burjuva milliyetçi unsurlarıdır. Oysa, devrimci proletarya, meseleyi diyalektik bir tarzda ele alır. Yani, ulusların kendi kaderini tayin etme hakkının öngördüğü ayrılma, özerklik, federasyon vs. çözüm yollarının hangi şartlar altında ve ne zaman geçerli olabileceğini açikça ortaya koyar. (Biz bu meseleyi ayrı bir yazıda etraflı bir şekilde ortaya koyacağız. Bu kısa açık mektubun amacı bu olmadığı için bu meseleye burada girmiyoruz.)
   
Mihri Belli'nin proleter enternasyonalimini zedeleyen bu milliyetçi görüşlerinin temelinde yukarıda da belirttiğimiz gibi, devrim anlayışı ve çalışma tarzındaki reformist görüşlerinden dolayı "milliyetçi devrimcilere" yani küçük-burjuva devrimcilerine bel bağlama ve taviz verme eğilimleri yatmaktadır.
           
V

            İşte Mihri Belli arkadaşla olan görüş ayrılıklarımızı çok kısa bir şekilde, özet olarak ortaya koyduk. Görülebileceği gibi, bu saflarımızdaki herhangi ikinci dereceden bir meselede varolan "ufak görüş ayrılıkları" karşısında alınacak bir tavır meselesi değil, leninizm ile sosyal reformizm arasındaki bir tercih meselesidir.
   
Bu, sıradan yanlış görüşlerin eleştirilerek düzeltilmesi meselesi değildir. Hareketi temelden saptıracak nitelikteki sağcı görüşlerin tasfiye edilmesi meselesidir.
   
Takınılacak tavır, devrimcilikle, oportünizm arasındaki tavırdır. Her kim ki, hem Mihri Belli'nin görüşlerinin yanlış görüşler olduğunu söyler ve hem de şu veya bu gerekçeyle o saflarda kalırsa, bilsin ki, kaldığı yer bataklıktır, oportünizmin bataklığıdır. Ve kendisinin subjektif niyeti ne olursa olsun, ne kadar halisane duygularla dolu olursa olsun, tavrı oportünizmin en sinsi, en ikiyüzlü, en iğrenç tavrıdır.
   
Biz proletaryanın devrimci ilkelerinin pazarlık konusu olmasına sonuna kadar karşı çıkacağız. Böyle pazarlıklara bugüne kadar yanaşmadık ve bugün de yanaşmayacağız!
   
Unutmayalım, proleter devrimci, devrimci hareketin esenliği için, sadece taktiklerde veya ikinci dereceden teorik meselelerde geçici uzlaşmalara gidebilir; devrim lehine eğilip bükülebilir. Ama, proletaryanın devrimci ilkelerinde o, asla pazarlığa yanaşmaz. Ve bu ilkeleri pazara çıkaranlara karşı da devrimci tavır, proletaryanın en uzlaşmaz, en sekter tavrıdır.

      Bizi sekterlikle suçlayan arkadaşlara bu yanlış ve uzlaşmacı tutumlarını bir yana bırakmalarını, Mihri Belli arkadaşın ise, özeleştiri yaparak, doğru çizgiye gelmesini, bu arkadaşların her çeşit pragmatizmi bir yana bırakarak, bilimsel sosyalizmin ilkelerine güvenmelerini, zaman henüz geçmeden akıllarını başlarına toplamalarını, dostça ve arkadaşça salık veririz.

KURTULUŞ
Ocak 1971


Dipnotlar  

  • Bu yazı, Ertuğrul Kürkçü, Yusuf Küpeli, Münir Aktolga ve Mahir Çayan imzası ile 1971 Ocak ayında KURTULUŞ YAYINLARI'ndan broşür olarak yayınlanmıştır.
    [1*]   Aydınlık Sosyalist Dergi'yi bırakmayabilirdik. Öteki ideoloji ve ekibin ayrılmasını önerebilirdik. Ama Aydınlık Sosyalist Dergi başyazarlarından dolayı bugüne kadar ikinci ideolojinin temsil edildiği bir organ olmuştur. Kanımızca, Aydınlık Sosyalist Dergi de, Türk Solu gibi dönemini kapatmış bir yayın organıdır. Bu nedenlerle Aydınlık Sosyalist Dergi'yi öteki ekibe bıraktık.
    [2*]   Amerika'daki Campus "Maoist"leri ve ülkemizdeki PDA'cılar bu gerçeğin somut örnekleridir. Ülkemizdeki icazetli sosyalizmin bu fraksiyonunun durumu gerçekten ibret vericidir. [PDA'cıların ülkenin gelişme seviyesini, mahalli özelliklerini, coğrafi konumunu, emperyalizmin III. bunalım döneminin ayırt edici özelliklerini.... dikkate almadan Çin Halk savaşının şiar ve taktik formüllerini zaman ve mekan mefhumunu önemsemeden aktararak, nasıl bir hedef ve rota şaşırdıkları açıktır. Bunları Türkiye'ye Özgü Yol yazımızda ortaya koyacağız. Bu kısa yazının amacı, bu değildir.) Bunlar bir yandan kaloriferli salonlarda, Campus'larda halk savaşı çığlıkları atarken, öte yandan hakim sınıflara göz kırparak devrimci hareketi 27 Mayıs Anayasasının sınırlarının dışına taşırmak isteyen anarşistlerin (!) olduğunu söylemektedirler.  
    [3*]   Kimilerinin zannettiği gibi, proletaryanın önder güç olması devrimin itici güçleri arasında olmaması demek değildir. İşçiler ve köylüler devrimin itici güçleridir.
    [4*]   Devrim, kırlardan şehirlerin fethi şeklinde bir rota izleyecektir. Bu leninizmin sömürge ve yan-sömürge ülkeler için öngördüğü evrensel bir tezdir. Türkiye'de yarı-sömürge bir ülke olduğu için, Türkiye'de devrim, bu genel evrensel çizgiyi izleyecektir. Yani son duruşma kırlarda cereyan edecektir. Fakat, emperyalizmin 3. bunalım döneminin özelliklerinden ve de Türkiye'deki üretici güçlerin gelişme seviyesinden dolayı Türkiye devrimi, Vietnam, Çin, Küba devrimlerinden farklı ara aşamalarından geçerek zafere erişecektir. Şehir ve kır ilişkileri ve halk savaşının aşamaları kendine özgü olacaktır. Birinci dönemde şehirler temel kırlar yardımcı, ikinci dönemde kırlar temel, şehirler yardımcı. "Birleşik Devrimci Savaş" (Bütün bunları "Türkiye'ye Özgü Yol" yazımızda etraflıca koyacağız.)  
    [5*]   Kaldı ki, Mihri Belli arkadaşın örgüt anlayışına, menşevizm demek bile fazladır. Şöyle ki, Mihri Belli bugüne kadar, küçük-burjuva radikallerine şirin gözükmek amacıyla "demokrasi uğruna mücadele örgüt uğruna mücadeledir. Örgüt demokrasi mücadelesiyle bir süreç içinde kurulur" diyerek, sosyalist parti meselesini bugüne kadar yokuşa sürmüş bir kişidir.  



  • Cvp:
    Yazan Cevap içeriği
    Üye Profili boşluk
    solcu
    [ kemal ]

    Varsayılan Kullanıcı Resmi
    Kayıt Tarihi: 24.01.2014
    İleti Sayısı: 1.709
    Konum: Ankara
    Durum: Forumda Değil
    İletişim E-Posta Gönder
    | Özel ileti Gönder


    Cevap Yazan: solcu
    Cevap Tarihi: 26.02.2015- 23:51


    Çayan'ın milliyetçilik ile yurtseverliğii ayırması, sosyalistlerin yurtsever olacağı görüşü dikkatimi çekti

    Mihri Belli arkadaşa göre, "devrimci milliyetçilikle" proleter enternasyonalizmi çelişmez. Ve "devrimci milliyetçi" olduğunu söyleyen Mihri Belli arkadaşa göre sosyalistler koyu milliyetçilerdir. Çünkü, "milliyetçiliğin azı enternasyonalizmden kişiyi uzaklaştırır".
     
    Mihri Belli, sosyalistlerin milliyetçi değil, yurtsever olduklarını, nasyonalizm ile enternasyonalizmin birbirine tamamen zıt iki kavram olduğunu bilmiyor mu?



    Cvp:
    Yazan Cevap içeriği
    Üye Profili boşluk
    munzur
    [ .... ]

    Varsayılan Kullanıcı Resmi
    Kayıt Tarihi: 19.12.2013
    İleti Sayısı: 1.075
    Konum: Gizli
    Durum: Forumda Değil
    İletişim E-Posta Gönder
    | Özel ileti Gönder


    Cevap Yazan: munzur
    Cevap Tarihi: 27.02.2015- 11:32


    Çayan'ın en önemli hatası Türkiye'yi o dönemde yarı sömürge olarak değerlendirmesi. Türkiye yarı sömürge olunca sosyalist devrim halk devrimi oluyor, iktidarın alınması kırlardan kentlere doğru verilecek silahlı mücadeleye dönüşüyor. Çayan'ın tespitlerinden Mihri Belli'nin bu stratejiye karşı çıktığını anlıyoruz. Bu açıdan bakıldığında Mihri Belli'nin durduğu yer, Çayan'ın durduğu yerden daha doğru bir yer olduğu anlaşılıyor.

    Çayan'ın UKTH konusunda da Mihri Belli ile aralarında bir fark olduğu anlaşılıyor. Bu farkın ne olduğu konusunda ayrıntılı bir açıklama yazının içinde bulunmuyor.



    Cvp:
    Yazan Cevap içeriği
    Üye Profili boşluk
    proletersosyalist
    [ Bekir Sami ]

    Varsayılan Kullanıcı Resmi
    Kayıt Tarihi: 15.09.2014
    İleti Sayısı: 709
    Konum: İstanbul
    Durum: Forumda Değil
    İletişim E-Posta Gönder
    | Özel ileti Gönder


    Cevap Yazan: proletersosyalist
    Cevap Tarihi: 21.03.2015- 00:43


    Alıntı Çizelgesi: munzur yazmış

    Çayan'ın en önemli hatası Türkiye'yi o dönemde yarı sömürge olarak değerlendirmesi. Türkiye yarı sömürge olunca sosyalist devrim halk devrimi oluyor, iktidarın alınması kırlardan kentlere doğru verilecek silahlı mücadeleye dönüşüyor. Çayan'ın tespitlerinden Mihri Belli'nin bu stratejiye karşı çıktığını anlıyoruz. Bu açıdan bakıldığında Mihri Belli'nin durduğu yer, Çayan'ın durduğu yerden daha doğru bir yer olduğu anlaşılıyor.

    Çayan'ın UKTH konusunda da Mihri Belli ile aralarında bir fark olduğu anlaşılıyor. Bu farkın ne olduğu konusunda ayrıntılı bir açıklama yazının içinde bulunmuyor.



    Çayan Türkiye'yi yarı sömürgeden ziyade yeni sömürgeciliğin somutlaştığı, gizli işgal altında olan bir ülke olarak görüyor. Emperyalizm eskisi gibi tankla, tüfekle değil ekonomi üzerinden, ulusal kapitalist sınıflar üzerinden içselleşerek işgal ediyor diyor. Bundan dolayı emperyalizmin dışsal değil içsel bir olgu olduğu tespitinde bulunuyor. Mihri Belli ise emperyalizmin sadece dışsal değil aynı zamanda içsel bir olgu olduğu tespitini reddediyor ve buna bağlı olarak 'milli' bir burjuva sınıfı olduğunu iddia ediyor. Bu açıdan baktığımızda Mihri Belli 'milli' bir burjuva sınıfı var olduğu iddiası ve buna bağlı olarak bu kesimlerle işbirliği geliştirilebilir düşüncesiyle Mahir'in gerisinde kalıyor. Ayrıca Mahir'in yeni sömürgecilik, gizli işgal, emperyalizmin dışsal değil içsel bir olgu olduğu tespitlerinden yola çıkarsak bu bence demokratik devrimciliği değil sosyalist devrimi güçlendiren bir olgu olabilir. Belli'nin çizgisi ise demokratik devrimciliği net bir şekilde güçlendiren bir çizgi. Perinçek'te bugün Belli'nin geliştirdiği teze yakındır zaten. Dolayısıyla Mahir'in demokratik devrimciliği yeni sömürge, gizli işgal, emperyalizmin dışsal değil içsel bir olgu olduğu gibi o dönem için Türkiye Sosyalist Hareketi'nde çığır açan, klasik tartışmalardan sıyrılıp bambaşka bir perspektif geliştiren tanımlamalarına değil (bu arada 'suni denge' kuramını es geçmemek lazım benzerini ve gelişmişini Gramsci, Althusser gibi dehalardan okuyabilirsiniz), Maoizm ve Küba gerilla pratiğinden esinlenerek geliştirdiği köyden kente şehri kuşatma ve buna bağlı olarak geliştirilecek devrim savaşımında köylünün nicel olarak fazlaca olup, bu savaşıma proleteryanın niteliksel yani ideolojik olarak öncülük etmesi tespitine bağlanmalı. Mahir asıl çelişkinin kapitalist sınıf ve proleterya arasında olduğunu kabul ediyor ancak şehirleri emperyalizmin kontrolünde olarak görüyor. E şehirlere böyle bakınca kırdan kente bir hareket geliştirme zorunluluğu doğuyor ki bu seferde nicel olarak köylünün üstünlüğünü, stratejinizde köylünün odak noktası olması gerekliliğini, programınızın da bu gerçeğe göre biçimlenmesi gerektiğini ve bunlara bağlı olarak köylünün iktidara ortak olması zorunluluğunu kabul etmek durumundasınız. İşte bence Mahir'i zorunlu olarak aşamacılığa iten de bu oldu. Yoksa yeni sömürgecilik tezi bence hala geçerli bir tez. Karışmaması için şunu da yazayım; belki şöyle söylenebilir 'Mahir emperyalizmi dışsal değil içsel bir olgu olarak kabul ediyor buna bağlı olarak şehirleri emperyalizmin kontrolünde görüyor ve bunla bağıntılı olarak kırdan kente ilerleme fikrini geliştiriyor dolayısıyla Mahir'i aşamacılığa iten de aslında yeni sömürgecilik tezidir'. Mahir'in bütünselliği içinde baktığımızda mantıklı görünebilir. Ancak emperyalizmin içsel bir olgu olduğu gerçeği illa da bizi kırlara yönlendirmek zorunda değil. Çünkü şehirler bir taraftan emperyalizmin en güçlü olduğu yerler olabilir ancak diğer taraftan ezilen nüfusun en yoğun yaşadığı ve kırlara göre çok daha bilinçli olduğu veya bilinçlenmeye açık olduğu bölgeler. Dolayısıyla emperyalizmin mevcut gücünün bir anda tersine çevrilmesi ihtimali de var. Bence Mahir tespitinde Türkiye köylüsünün durağan yapısını ve baskın olan muhafazakar-küçük burjuva karakterini inceleyip ayrıca şehirlere doğru olan gelişimi ve şehirlerdeki dinamiği fark etse yeni sömürgecilik, gizli işgal, emperyalizmin içsel bir olgu olması, suni denge gibi kuramlarını daha farklı bir strateji çerçevesinde geliştirebilirdi.

    UKKTH konusuna Mahir çok kısa bir biçimde değiniyordu. 'İki görüş var biri mutlak ayrılmayı savunuyor' , 'diğeri ise sorunu mutlaka Lozan sınırları çerçevesinde çözmek istiyor' ancak 'bu iki bakış açısı da yanlıştır' deyip 'bu konuya ileride değineceğim' diye bitiriyordu. Ancak tüm yazılarını okuduğunuzda ileri bölümlerde bu konuya değinildiğini görmüyorsunuz. Muhtemelen ömrü yetmedi değerlendirmesini yapmayı. Ancak o yıllarda milliyetçiliği savunan Belli'den farklı noktada olduğu bu kısa yazıdan bile anlaşılabilir.




    Bu ileti en son proletersosyalist tarafından 21.03.2015- 00:50 tarihinde, toplamda 4 kez değiştirilmiştir.
    Yeni Başlık  Cevap Yaz



    Forum Ana Sayfası

     


     Bu konuyu 1 kişi görüntülüyor:  1 Misafir, 0 Üye
     Bu konuyu görüntüleyen üye yok.
    Konuyu Sosyal Ortamda Paylas
    Benzer konular
    Başlık Yazan Cevap Gösterim Son ileti
    Konu Klasör Bir büyük sosyalist aydınımızı, Metin Çulhaoğlu'nu kaybettik. melnur 17 2168 17.10.2023- 08:09
    Konu Klasör Sol aydın ve radikalizm melnur 2 4684 27.06.2020- 10:39
    Konu Klasör 6 ayda bin gazeteci kovuldu umut 1 4558 16.07.2014- 22:12
    Konu Klasör 'AKP gitsin 1 ayda düzelir' ayhan 0 2804 17.06.2015- 22:10
    Konu Klasör 'Aydınlanma nedir?' 233 Yaşında! melnur 14 10937 01.03.2020- 07:46
    Etiketler   Aydınlık,   Sosyalist,   Dergiye,   Açık,   Mektup
    SOL PAYLAŞIM
    Yasal Uyarı
    Sitemiz Bir Paylasim Forum sitesidir Bu nedenle yazı, resim ve diğer materyaller sitemize kayıtlı üyelerimiz tarafından kontrol edilmeksizin eklenebilmektedir. Bu nedenden ötürü doğabilecek yasal sorumluluklar yazan kullanıcılara aittir. Sitemiz hak sahiplerinin şikayetleri doğrultusunda yazı ve materyalleri 48 Saat içerisinde sitemizden kaldırmaktadır.
    Bildirimlerinizi info@solpaylasim.com adresine yollayabilirsiniz.
    Forum Mobil RSS