SolPaylaşım  
Ana Sayfa  |  Yönetim Paneli  |  Üyeler  |  Giriş  |  Kayıt
 
OTURUYORSAN KALK; AYAKTAYSAN YÜRÜ; YÜRÜYORSAN KOŞ!
Yurt ve dünya sorunlarına soldan bakan dostlar HOŞGELDİNİZ .Foruma etkin katılım yapabilmeniz için KAYIT olmalısınız.
Yeni Başlık  Cevap Yaz
 Toplam 5 Sayfa:   Sayfa:   «ilk   <   1   2   3   [4]   5   >   son» 
Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
melnur
[ Gelenek ]
Kurucu
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 02.08.2013
İleti Sayısı: 10.928
Konum: İstanbul
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder

50 kere teşekkür edildi.
36 kere teşekkür etti.
Cevap Yazan: melnur
Cevap Tarihi: 09.04.2018- 11:42


Alıntı Çizelgesi: melnur yazmış



Hayatın anlamı...




Face'te gördüm, uzun bir yazının kısa bir bölümü. Meral Okay yazmış, yitirdiği eşi Yaman Okay için...

''Aşk kendinden vazgeçme halidir, kendi benliğini ezmeden 'biz' olabilme halidir...İnsan egosu denetlenmesi en güç şeydir. Bunu ancak aşk becerebilir, sadece aşk ile üstünden atlayabilirsiniz...''

Doğru kuşkusuz ama bu ülkede aşk'ın yaşanması konusunda aşılması epey zor olan engeller olduğu da bir gerçek ve işin trajik boyutu bu engellerin daha çok kendimiz tarafından yaratıldığıdır.

İşte Victoria!
Ve işte bomboş sayfalarla dolu bir yaşam!



Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
melnur
[ Gelenek ]
Kurucu
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 02.08.2013
İleti Sayısı: 10.928
Konum: İstanbul
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder

50 kere teşekkür edildi.
36 kere teşekkür etti.
Cevap Yazan: melnur
Cevap Tarihi: 17.05.2018- 01:10


Alıntı Çizelgesi: melnur yazmış

Yılmaz Erdoğan'ın Ekşi Elmalar'da söylediği gibi '' Şimdi'den başka bir zaman yok.''

Yoktu.

Bilemedik.




Filmin sonuna yetişebildim; Kanal 8'de. Ekşi Elmalar ve '' şimdi'den başka bir zaman yok ''repliği...

Bazen öyle oluyor; bir romanda, bir şiirde, bir tiyatro oyunu veya bir   film sahnesinde karşınıza çıkıveriyor; öylesine, sıradan bir söz öbeği sanki... Ve sanki, dünyalar taşıyor içinde!



Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
melnur
[ Gelenek ]
Kurucu
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 02.08.2013
İleti Sayısı: 10.928
Konum: İstanbul
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder

50 kere teşekkür edildi.
36 kere teşekkür etti.
Cevap Yazan: melnur
Cevap Tarihi: 28.05.2018- 10:16


Şiir Serçin Kayı'nın. Önce face'te rastladım; sonra nette aradım şairinin kim olduğunu. ''Kim bilir neler yaşamıştır'' diye geçirdim içimden, bu sözleri yazan için. Aklımdan geçenler yanındayken, yakınındayken, bir el mesafesinde bulunuyorken sanki yanında, yakınında değilmiş gibi davranmış ve dokunmak için elini uzatmanın yeterli olacağını belki de aklına hiç getirmemiştir. Hani çoğu zaman hep sonradan gelir ya aklımız başımıza... Müziğin sesini de sadece sonradan duyabilmiştir. Öncesizliği   anlatabilmenin başka da bir yolu yok ki! İlle de yaşanacak; ille de o farkındalık hep sonradan gerçekleşecek, iş işten geçmişken... Yazarın ''kaybettikten sonra bulduğumuz şey, nedir o bil, nedir o bil?'' diye dertlenerek sorarken...

Ölümün saati yok

Resim Ekleme


Yanınızdaki kişiye değer verin.
Kırmayın onu.
Durup durup sevdiğinizi söyleyin.
Özel hissettirin.

En ufak bir şeyde bitti demeyin, ağlatmayın, üzmeyin.
Neden mi?
Çünkü ölümün saati yok.

Belki son sarılmanızdır, belki son görüşünüzdür.
Belki saatler sonra ona değil de artık toprağına dokunacaksınız.
O değil de toprağını öpeceksiniz.
Belki ettiğiniz kavgalara bile pişman olacaksınız.
Keşke yanımda olsa da sarılsam diyeceksiniz.

Sevdiklerinizin değerini kaybettikten sonra değil, şu an bilin.
Toprak aldığında geri vermez, çünkü ölümün saati yok..

Serçin Kayı




Bu ileti en son melnur tarafından 28.05.2018- 10:16 tarihinde, toplamda 1 kez değiştirilmiştir.
Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
melnur
[ Gelenek ]
Kurucu
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 02.08.2013
İleti Sayısı: 10.928
Konum: İstanbul
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder

50 kere teşekkür edildi.
36 kere teşekkür etti.
Cevap Yazan: melnur
Cevap Tarihi: 25.06.2018- 21:02


Evet, ölümün zamanı yoktu ve zaman akıp geçerken hayat da sadece yaşandığı kadar olanla sınırlı olmamalıydı.

Ne yaşıyorsak oydu, hayat!
Neyi göze alabiliyorsak o kadardı!

Ne ki, yazar ''yüreğinin götürdüğü yere git'' derken yaşanılacak hayatın önüne hiçbir engel koyma demek istememiş miydi? İnsan hayatı bomboş sayfalardan ibaret olmamalıydı. Sadece bir kez geldiğimiz ve ölümden sonra da bir başka hayatımızın olmadığı bir gerçeklik yeterince ürkütücü değil miydi?

Ne yaşıyorsak o olmamalıydı, hayat!
Hayat göze alabildiklerimizin ötesinde bir anlama sahipti!

Az, biraz cesaret!




Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
melnur
[ Gelenek ]
Kurucu
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 02.08.2013
İleti Sayısı: 10.928
Konum: İstanbul
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder

50 kere teşekkür edildi.
36 kere teşekkür etti.
Cevap Yazan: melnur
Cevap Tarihi: 17.08.2018- 12:12


Gök gürültülü, kirli, kasvetli bir Ağustos sabahı. Yağmur çişeliyor hafiften.   Tek tük arabalar geçiyor evin hemen önündeki sahil yolundan. İnstegramda bir söz ilgimi çekiyor. Önder Göksel imzalı ve ''aşk kırılsan da, kızsan da gün gelip yine ona sarılabilmektir...'' diyor. Doğru mu; ilk bakışta doğru olabilmesi geçiyor insanın içinden. Umut ediyor. Ama biraz düşünüldüğünde gerçeğin hiç de öyle olmadığı anlaşılıyor. İdeal olandı, öyle olması umut edilendi ama öyle değildi ve yaşananlarla, hayatın gerçekliğiyle ilgisizdi; yaşanılan gerçeklik farklıydı!

Yaşanmış bir ilişkide kırılganlıkların ve kızgınlıkların nedenleri bertaraf edilmeden hiçbir şey olmamış gibi ona sarılabilmeyi ummak çok hayalperest ve bireysel hayatımızda karşılığı olmayan bir düşünce, bir eylemdir. Tarihsel süreçte ve toplumsal dinamiklerin etkisinde biçimlenen kişiliğimizin böyle bir eylemin gerçekleşmesine izin verebilecek bir yapıda olmaması da ayrı bir sorun. Görünürdeki bireysel ıssızlığımızın, bireysel gerçekliğin ve durmadan patlayan fırtınaların hep içte yaşanıyor olmasının nedeni de bu.

Üstelik Victoria da ölmüşken...

Sağlığında hemen her şeyi, her çeşit duyguyu sadece içte yaşamışken ve artık sevdiğine hiç de sarılma ihtimali kalmamışken...

Ya da Otto için söylenecekse, yaşamında attığı ve atmadığı her adım onu Victoria'dan uzaklaştırmışken ve sonrasında da Victoria'yı sonsuza değin kaybetmişken..

...kime ve nasıl dönülebilirdi ve sarılmak mümkün olabilir miydi?!

Hayatın mutlak gerçekliği karşısında bu kadar çaresizken yapılabilecek ne olabilirdi, bilmiyorum ama, hayat durmadan ileri akıyordu.   Hayatı geriye döndürebilmek de asla mümkün değildi. İki insanın birbirlerini bulmasının onca zorluklar ve olanaksızlıklarla dolu   olması, böyle bir dünyada yaşıyor olmamız, birbirimizi bulur gibi olduğumuzda ise anlamsız bir gurur ve ego çatışmalarıyla o sevgiyi, dostluğu, arkadaşlığı artık adını nasıl koyarsanız koyun, o duygu anlarının yaşanmasının önüne kendimizce engeller çıkarmamız anlaşılmaz bir şeydi ve böyle olduğu için de hemen her şeyi sadece içimizde yaşıyor ve yaşatıyor olurduk; bir başına ve umarsızca!

Hem sonra Cahit Sıtkı Tarancı'nın o dizeleri de umutsuzluk ve karamsarlığı durmadan çoğaltırdı:

''ne yardan geçilir, ne serden,
korkuyorum bu gecelerden
bel bağladığım tepelerden
gün doğmayabilir bir daha...''

Yağmur şiddetini iyiden iyiye arttırdı. Gökyüzüyle aynı rengi almış, grileşmiş deniz de kıyıdaki kayalara çarparak köpürüyor ve geri çekiliyor. Sonrasında bir daha, bir daha...

Dinliyorum.

Evet, sadece dinliyorum artık; görüntüler ise epeydir seçilemez bir halde ve   o görüntüleri sararıp soldukları yerde artık gerçekten seçemez oldum. Bu yüzden dinlemeye çalışıyorum. Unutmamak istiyorum çünkü.   Elimden bu kadarı geliyor! Ama ne korkunç; o sesler de giderek duyulmaz bir hale geliyor.

Bir kez daha: Victoria geri dön!


( Belki gereksiz bir son söz; Türkiye bir gericilik sarmalının etkisinde karanlık bir tünele girmişken bu küçük burjuva duyarlıklarıyla günü ve zamanı öldürmek, geçiştirmek ne kadar doğru şeklinde bir yorum yapılabilir. Elbette, katılmamak mümkün de değil ama, şu da bir gerçek, ne olursa olsun, toplumsal ve siyasal alanda ne yaşanıyorsa yaşansın, hayatın her şeye rağmen birey için tek bir kişilik anlam ifade ettiği gerçeği de yadsınamaz.Çoğumuz ya toplumsal yaşamlardan uzakta, ilgisiz,   belli bir bireyselliği yaşarken, bir kısmımızın da sanki bireysel bir yaşantımız yokmuş gibi davranması bana pek doğru gelmiyor, acıtıcı geliyor ve hüzün verici. İkisinin biraradalığı en doğru olandı kuşkusuz, ideal olan buydu ama o da bu toplumda ve tarihsel koşulların biçimlediği insan yanımızda pek de mümkün olmuyordu. Belki başka   koşullarda, başka hayatlarda bu sorunun üstesinden gelecektik ama, şimdinin gerçekliği ne yazık bu! Üstteki duygulanımlar bu perspektiften okunduğunda sanırım daha iyi anlaşılabilecektir.)




Bu ileti en son melnur tarafından 17.08.2018- 12:13 tarihinde, toplamda 1 kez değiştirilmiştir.
Cvp:“İçinde bir tutam delilik olmayan hayat, eksik bir hayattır.''
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
melnur
[ Gelenek ]
Kurucu
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 02.08.2013
İleti Sayısı: 10.928
Konum: İstanbul
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder

50 kere teşekkür edildi.
36 kere teşekkür etti.
Cevap Yazan: melnur
Cevap Tarihi: 22.12.2019- 10:17


“İçinde bir tutam delilik olmayan hayat, eksik bir hayattır.'' demiş Paula Coelho. Bu sabah Tolga Binbay'ın SOLportal'daki yazısında rastladım. Yazısının ilk cümlesiydi bu ve doğrusunu söylemek gerekirse,   çarpıcılığından mı, nedir, gerisini pek de okuyamadım. ''İçinde delilik olmayan hayat...''

Öyleydi, tıpkı cesaret gibi, belki az da olsa bir delilik gerektiriyordu hayat. ''Kim ne der'' diye düşünmeden ve sanki sonrasında bir şeyler yitirecekmiş, ve hatta küçük düşecekmiş gibi bir duyguya da kapılmadan...   -az, biraz delilik...

Örnekse, Victoria yalnızlık içinde hayatını yitirir miydi?
Otto kararsızlıkların pişmanlığını yaşar mıydı?

Ve hatta, Sabahattin Ali'nin Rauf Efendi'si, ...sonrasında hiç yaşamıyorken yaşıyormuş gibi yapmak zorunda kalır mıydı?

Bir başka gerçek daha var; yaşadığımız sürece hiçbir şey için geç değil...
Hata olduğunu düşündüğümüz hemen her şey telafiye açıktır, telafi edilebilir.

Eksik bir hayat...
Bomboş sayfalarla dolu bir hayat...
O hiç yaşanmamışlık duygusu...

Korkunç bir şey.

Derinliğine yaşamak varken, yaşar gibi yapıp gitmek...
Ve üstelik yaşayacağımız başka bir hayat da yokken.

Evet, korkunç bir şey.

Haldun Taner belki de bunun için evinin bütün duvarlarını saatlerle süslemişti. Saatlerin hiç durmayan tiktak'larını duymak ve hiç unutmamak, hep hatırlamak istiyordu. Her tiktak bir daha hiç geri gelmeyecek bir hayatın ta kendisiydi...Başka bir anlamı yoktu...Hayat yanıbaşımızdan akıp gidiyordu.

Bir kez daha...
“İçinde bir tutam delilik olmayan hayat, eksik bir hayattır.''



Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
melnur
[ Gelenek ]
Kurucu
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 02.08.2013
İleti Sayısı: 10.928
Konum: İstanbul
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder

50 kere teşekkür edildi.
36 kere teşekkür etti.
Cevap Yazan: melnur
Cevap Tarihi: 26.12.2019- 07:35


O zaman bir delilik yapalım; örnekse, bir günlüğüne de olsa okulu kıralım... yağmur damlalarının ya da kar taneciklerinin vücudumuzu okşamasına izin verelim... rüzgar uçuşsun saçlarımızın arasından...bir insanın elini tutalım, sımsıkı, içten...

Bir şarkı, bir türkü söyleyelim arada bir, belki bağıra çağıra...Köprü üstünde oltalarını denize sarkıtan amatör balıkçıları izleyelim. Ya da atlayıp arabamıza, bir ötobüse ya da, bir kaç günlüğüne terk edip gidelim... bilmediğimiz yerlere, bilmediğimiz sular, sokaklar...

Başka bir dünya yok...
O zaman biraz deliliğin ne zararı olabilir ki?
Ne kaybedebiliriz?

Zamanın tiktakları hiç durmamacasına vuruyorken...
Geçip gidenin sadece zaman olmadığı, hayatımız olduğu gerçeği...

Dışarda hava hala karanlık, ıssız. Gelip geçen arabaların tek tük ışıkları... Lokum'un yemeğini verdim, biraz önce, bitirdi, karşıma gelmiş hala bana bakıyor, hani ''şimdi ne yapacağız?'' diye sorar gibi...

Şimdi?
...ben bunları yazıyorum.



Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
melnur
[ Gelenek ]
Kurucu
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 02.08.2013
İleti Sayısı: 10.928
Konum: İstanbul
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder

50 kere teşekkür edildi.
36 kere teşekkür etti.
Cevap Yazan: melnur
Cevap Tarihi: 24.02.2022- 04:26


Uzun bir zamandır hiç uğramamışım. Bir üstteki karalamayı 2019'un aralık ayında yapmışım. Sabaha karşı ve LOKUM da yanıbaşımdayken. Şimdi Lokum yok, kaybedeli beş ay geçmiş üzerinden. Daha dün gibiydi... Küllenmeyecek belki, belki acısı biraz daha azalacak ama onu hatırlamamak ama işte şu di'li geçmiş zaman...O tür cümleler kurmak bile...

Beş yıl geçmiş üzerinden...
geride kalan, sararıp solan...
Ve artık hiç gelmeyecek olan...
Pek çok şeyle birlkte...
Hayatın diyalektiği..

Hep aynı şeyleri yaşar gibi geliyor bazen. Oysa değişiyor. Geride bırakılan hemen her şeyin bir daha yinelenmeyecek olması bile insanı içinde bulunduğu an içinde çok daha fazla... Lokum'un yanımda olmasını ne çok isterdim!

Aslında gecenin bu vaktinde, aklıma takılan şey Victora'da roman kahramanları arasında yaşanan o korkunç iletişimsizliğin bugünün dünyasında yaşanıp yaşanmadığıydı. Sanmıyorum'' diyorum önce; Victoria feodal bir dönemin ürünüydü, kapitalizm altında, ve kentleşmenin bu denli geliştiği ve teknolojinin bu denli alıp başını gittiği bir çağda böylesine bir iletişisizlik pek de yaşanmaz gibi geliyor ama sonra iletişimsizliğin sadece bir teknolojik sorunu olmadığı insana, insanın bireysel ıssızlızlığına ve belki de umarsızlığına yönelik bir eylem, daha doğrusu eylemsizlik olduğu gerçeği karşısında hala yaşanabilir ve bu çağda bile insanı teslim alabilir diye geçiriyorum içinden.

Yine boboş sayfalarla dolu bir hayat hepimizin hayatında olmasa bile bence çoğumuzun yaşayageldiği bir sorun. İletişimsizlik, sonra kayıtsızlık ve sonra   hemen her şeyin acıtıcı bir rutine dönüşmesi. Acıtıcı yanı hiçbir şey yapmamak, yapamamak ve kuşkusuz zamanın yanıbaşımızdan hızla akıp gitmesi...

Hani şair demiş ya:
Bir tek sevgiye sığınabilirdik.
Ama sevgi, aşk, dostluk...-yaşanmıyordu.

***

Aslında böyle de bırakmamak gerekiyor.
Buram buram bir karamsalık bu yazılanlar...
Ya da öyle geliyor.
Değil.
Sadece bir hatırlatma.
Zamanın akıp gittiğini,
Giden zamanın, geçen her bir günün hayatımızdan bir şeyleri de alıp götürdüğünü,
Ve bir daha asla gerigelmeyeceğini...
Ve yarının da,
Yarınların da...
Hatırlatmak.

Gibi...







Bu ileti en son melnur tarafından 24.02.2022- 04:29 tarihinde, toplamda 1 kez değiştirilmiştir.
Yeni Başlık  Cevap Yaz
 Toplam 5 Sayfa:   Sayfa:   «ilk   <   1   2   3   [4]   5   >   son» 



Forum Ana Sayfası

 


 Bu konuyu 1 kişi görüntülüyor:  1 Misafir, 0 Üye
 Bu konuyu görüntüleyen üye yok.
Konuyu Sosyal Ortamda Paylas
Benzer konular
Başlık Yazan Cevap Gösterim Son ileti
Konu Klasör Şu Cengiz Çandar olayı ve hatırlattıkları... melnur 1 410 21.04.2023- 10:35
Konu Klasör İBB'nin ulaşım zamlarına gösterilen tepkiler ve hatırlattıkları... melnur 0 771 09.04.2022- 10:39
Konu Klasör Sanal medyaya -face'e- yazdıklarımdan kısa notlar... melnur 124 2914 Bugün, 01:33
Etiketler   Victoria;,   bir,   romanın,   duyumsattıkları
SOL PAYLAŞIM
Yasal Uyarı
Sitemiz Bir Paylasim Forum sitesidir Bu nedenle yazı, resim ve diğer materyaller sitemize kayıtlı üyelerimiz tarafından kontrol edilmeksizin eklenebilmektedir. Bu nedenden ötürü doğabilecek yasal sorumluluklar yazan kullanıcılara aittir. Sitemiz hak sahiplerinin şikayetleri doğrultusunda yazı ve materyalleri 48 Saat içerisinde sitemizden kaldırmaktadır.
Bildirimlerinizi info@solpaylasim.com adresine yollayabilirsiniz.
Forum Mobil RSS