SolPaylaşım  
Ana Sayfa  |  Yönetim Paneli  |  Üyeler  |  Giriş  |  Kayıt
 
OTURUYORSAN KALK; AYAKTAYSAN YÜRÜ; YÜRÜYORSAN KOŞ!
Yurt ve dünya sorunlarına soldan bakan dostlar HOŞGELDİNİZ .Foruma etkin katılım yapabilmeniz için KAYIT olmalısınız.
Yeni Başlık  Cevap Yaz
Çağlayan Eyleminde Üst Akıl Bulmaya Çalışanlar Okusun           (gösterim sayısı: 3.612)
Yazan Konu içeriği
Üye Profili boşluk
proletersosyalist
[ Bekir Sami ]

Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 15.09.2014
İleti Sayısı: 709
Konum: İstanbul
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder


Konu Yazan: proletersosyalist
Konu Tarihi: 12.04.2015- 03:53


''İdeolojik örgütler yönlendirilemez''

DHKP-C'ye yönelik operasyonları ve istihbarat toplama faaliyetleriyle tanınan, 1990'larda bazıları yargısız infazla sonuçlanan pek çok operasyonu yöneten Hanefi Avcı, Cumhuriyet'e verdiği röportajda yıllardır 'mücadele ettiği' örgütü Cumhuriyet'e verdiği röportajda anlattı.


Türkiye, 31 Mart 2015'i acıyla noktaladı. Berkin Elvan'ın katillerinin bulunması amacıyla Çağlayan Adliyesi'nde Savcı Mehmet Selim Kiraz'ı rehin alan eylemciler ve Kiraz, öne sürülen taleplerin kabul edilmemesi ve ardından gerçekleşen polis operasyonu sonrasında hayatını yitirdi. Rehine eylemi DHKP-C tarafından üstlenildi. Bu olayın ardından o cümle sıkça telaffuz edildi: ''Türkiye bu karanlık filmi, tanıyor.''

YÖNLENDİRİLEBİLİR DİYEN YALAN SÖYLER

1990'lı yıllarda   DHKP-C operasyonlarında kritik görevlerde bulunan kıdemli bir isim olan eski Emniyet Müdürü Hanefi Avcı, sicilini, ilişkilerini, eylem tarzını çok iyi bildiği örgütü Cumhuriyet Gazetesi'nden Selin Ongun'a verdiği röportajda anlattı. Avcı, söyleşide ''DHKP-C ve benzeri ideolojik örgütlerin istihbarat teşkilatları tarafından yönlendirilemeyeceğini'' sıklıkla tekrarladı. Hafızalardaki ''taşeron örgüt'' kavramını ise ''ideolojik örgütleri yönetemezsiniz, bunu söyleyen yalan söyler'' diyerek kesinlikle reddetti. Avcı'nın söyleşide verdiği bazı yanıtlar şöyle:

HEDEF SEÇİMİ KİŞİYE DÖNÜK DEĞİL: Geçmişte de yargı mensuplarına saldırdılar. Burada özel bir kişiye dönük hedef olduğunu zannetmiyorum. Dava için çabalayan savcı ifadesi, bizim fikrimiz. Örgüt, böyle okumaz. Örgüt, yargı devlettir, der. Devlet de bu suçları kapatmaya kalkar, diye bakar.

SULTANAHMET SALDIRISI NEDEN ÜSTLENİLDİ: Örgüt belirli eylemleri yapması konusunda militanlarını görevlendiriyor. O militan zamana ve yere göre inisiyatifini kullanıyor. O arada hiç akla gelmeyen başka biri eylem yapıyor. Sultanahmet'te bu anlamda anormal bir şey yok.

DHKP-C TARZINA UYGUN: Olayın biçimi DHKP-C gerçeğine uygun. Bu örgütü şöyle anlatayım. İkinci Dünya Savaşı bitmiş, bunlar adada kalan Japon askerleri gibi. 30 sene öncesinin argümanlarıyla saldırı yapıyor. Rejimin yıkılacağını zannediyor.

ÖRGÜTÜN PATRONU KENDİSİ: Örgütün patronu kendisi. Bana göre Türkiye şartlarında yetişen, oluşan bir örgüt. Ben, PKK'nın, Hizbullah'ın da taşeron olduğu söylemlerine inanmam. Türkiye'de her şeyi komplo teorisi ile açıklama alışkanlığı var. Yaşananlara ve delillere bakarak buna katılmam. Üstelik ideolojik bir örgütü yönlendiremezsiniz. Bunu söyleyen yalan söyler.

İSTİHBARAT EYLEME SÜRÜKLEYEMEZ: Şu olabilir; hem MİT hem BND bu kişiye kanca atarak, onu bilgi almak için kullanabilir. Ama eylem yapma, yönlendirme vs. bunlar olmaz. Yerli istihbaratın ya da başka bir istihbarat teşkilatının, bunların eylemlerini yöneteceği fikrine hiç inanmam. Bazen istihbarat teşkilatı örgütü yanlış veya kötü kullanabilir. Fakat bunları asla bir eyleme sürükleyemez ya da örgütü yönlendiremez.

YÖNLENDİRME YAPTINIZ MI?: İstihbarat teşkilatlarının örgütü maniple etme gücü olamaz çünkü örgütün bir ideolojisi vardır, o ideoloji de kolay değişmez. Sadece eylemlerin ertelenmesi, geciktirilmesi konusunda etki olabilir. Yapamazsınız, buna gücünüz yetmez. Sadece pratik olarak bazı olaylarda görev alacak elemanınız vasıtasıyla olayı geciktirebilirsiniz ya da belki eyleme mani olursunuz.

CASUS TEŞKİLATI GİBİDİR: Bu örgüt de devlete bilgi vermemek adına, geçmiş deneyimlere bakarak, olağanüstü yöntemler geliştiriyor. Hatta bunların kullandığı birçok yöntemi bir casusluk teşkilatı ancak kullanabilir. Bir casus teşkilatı ne kadar tedbir alırsa bunlar da o kadar alır. İnanılmaz bir gizlilik ağları vardır. Bu örgüt, Türkiye’de hiçbir mensubunu yan yana konuşturmaz. Yani bir hücre elemanı başka bir hücre elemanının yerini asla bilmez. Telefonunu bilmez, buluşmasını bilmez. Siz burada bir hücre elemanıysanız, yurt dışıyla irtibat kurarak örgütle ilişki kurabilirsiniz. Her şey yurt dışıyla irtibatlıdır. Yani yakalanırsa, bir hücre sadece kendisini ele verir, ikinci hücreyi ele vermez. Ayrıca tüm buluşma ve konuşmalarını mutlak bir polis takibinde oldukları ya da içlerine polisin sızdığı felsefesiyle yaparak, özel tedbir alırlar. Örgüt şöyledir: Gizli, profesyonel, militan kadro. Ve militan kadroya destek, bilgi, rapor veren destekçileri, legal kesimleri.

MİLİTAN KADROYA ELEMAN SOKMAK ZORDUR: Bu tip örgütlerde ifşa olmadan örgütte kalmak zordur. Militan kadroya eleman sokmak çok zordur. Militan kadrosuna eleman sokarsanız da, onu orada yıllarca tutamazsınız. Ancak geri planda, bilgi toplayan, militanlara destek veren destekçileri arasında yer alırsınız. O şekilde mesafe alınır. Geçmişte kendi militanlarından şüphelenerek çok kişiyi öldürdüler. Çok dürüstçe söyleyeyim; öldürdüklerinin hiçbirinin devletle bir irtibatı yoktu. Şüpheden dolayı, ajan diye kendi insanlarını öldürdüler. Bu durum Hizbullah, TİKKO için de geçerli.

Kişisel Not: Bazı 'solcularımız' ne yazık ki Hanefi Avcı kadar bile olamıyorlar. Hanefi Avcı kadar düşünmüyorlar, kendilerine solcuyum dedikleri halde Hanefi Avcı kadar bile sola inanmıyorlar. Yılların emniyetçisi ve sağ görüşlü kişisi Hanefi Avcı'dan bile sola çok daha düşmanlar. Hanefi Avcı gibi bir istihbaratçı açık açık itiraf ederken bu örgütlerin taşeron olarak kullanılamayacağını bunlar Hanefi Avcı'dan bile daha iyi bilirler örgütün yapısını (kaldı ki sol örgütlerde yetişen bireyler, entelektüel donanım açıdan güçlü, sorgulayan, araştıran kimselerdir. Dünyanın en zor işidir onları kandırmak. Çağlayan eylemcisi iki gencin kim olduğuna az biraz bakılırsa ne kadar zeki olduklarını anlarsınız da. Ayrıca köken olarak 40 yıldan fazla süredir var olan bir örgüt taşeronluk yaparak ne soldaki en geniş kitle tabanlarından birine sahip olabilir, ne bu kadar yıl varlığını devam ettirebilir nede mücadeleleri uğrunda ölecek onca insan bulabilir).

Neden böyleler? Çünkü kendileri sola olan inançlarını, devrime olan inançlarını, halka olan inançlarını kaybetmişler. İki gencin halkımız sizi seviyoruz diyerek halkı için kendine feda etmesi onlar için açıklanamayacak bir akıl tutulması. Böyle bir şeyi sadece bilinçsizler, kör cahiller yada taşeron olarak kullanılanlar yapabilir bu devrim kaçkını, liberal zihniyete göre. Ne gerek var devrimci mücadeleye? Otur oturduğun yerde, 3-5 konuşma yap, yazı yaz, birilerinin arkasına takıl, oyunu da verip vatandaşlık görevini yap yeter. Halklar kendiliğinden ayağa kalktığında onun arkasına takılır en keskin devrimciyi de oynarsın. Kimse yemez. Ahmakça ve adice tabii. Bilmezler ki sosyalistler bunların yüzünü teşhir etmekten vazgeçmeyecekler ve bu düzen içi, teslimiyetçi çizgiye mahkum olmaktan halkımızı kurtaracaklar...




Bu ileti en son proletersosyalist tarafından 12.04.2015- 04:15 tarihinde, toplamda 4 kez değiştirilmiştir.
Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
proletersosyalist
[ Bekir Sami ]

Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 15.09.2014
İleti Sayısı: 709
Konum: İstanbul
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder


Cevap Yazan: proletersosyalist
Cevap Tarihi: 12.04.2015- 04:07


Aşağıda paylaşacağım yazı devrim kaçkını, düzenin sınırları dışında düşünemeyen tiplerin karakterini anlatan güzel bir yazı;

Orta sınıfın Çağlayan Adliyesi eylemiyle imtihanı

Vigilanteleri ancak filmlerde seven insanlar


Ayçe Can


''Bazıları için iki insanın adalet arayışı ya da adil bir dünya için için canlarını tehlikeye atmaları, ancak bir komplo olabilir. Hayatlarında bu insanlarla hiç karşılaşmamışlardır, karşılaştıklarında bu insanları aptal ve hor görmüşlerdir, bu insanlar hayatlarını boşa harcıyorlardır.''


Sizleri iyi tanıyorum, nitekim bir şekilde aynı orta ya da orta-üst sınıfın çocukları olarak doğduk. Sizlerle çok vakit geçirdim. Fakat sonra sizden biraz sıkıldım. Sıkılmaktan öte, değiştim.

Üniversitenin ilk yıllarında sol fikirlerle tanıştım, Marx'ı ailenin ve özel mülkiyetin bi takım temellerini, sonra Frankfurt Okulu'nu filan öğrendim. Kandırıldığımı hissettim, öfkelendim. Dürüst olmak gerekirse ilk başta öfkemi yanlış odaklara çevirmiştim, belki şimdikilerin ulusalcı diyeceği tiptim. Öyle vatan millet edebiyatı yapmıyordum tabii, benimki üçüncü dünya ülkesinde siyasete ilk kez angaje olan gencin tepkiselliğinden ibaretti. Latin Amerika'daki devrimleri okumuştum, etkilenmiştim, ondan kapitalizmden önce emperyalizme duyduğum büyük öfke dünyanın her yerini aynı şekilde değiştiren, çürüten dinamiği görmemin önüne geçiyordu.

Bir yandan da umutlanıyordum. Katili tanıyınca alt etmek daha kolay olabilirdi. Dedim ya, belki bazılarına göre biraz geçtir, ama ben üniversitede hayatıma bir şekil yön veren bu fikirlerle ilk kez tanışmıştım. Heyecanlanmıştım açıkçası.

İlk yıllarda örgütlü değildim, örgütlülerin etrafında da değildim, özel üniversitede okumuş olmamdandı muhtemelen. E hadi o zaman, biliyoruz, ne duruyoruz gibi bir heyecan vardı içimde. Bunları anlatıp geçen hocaların, öylece anlatıp geçmelerini anlayamıyordum. Bize bir izlek sunuluyor gibiydi ama öyle de değildi sanki.

Yakınma ustaları, sizleri tanıyorum


Böyle böyle ilk hevesim az çok kırılmış, kendimi saftirik, fazla heyecanlı bir genç gibi hissetmiştim. Öyle hissettirmişlerdi yani. Çok geçmeden bazı insanların bu meseleleri sadece konuşmaktan, ucuz felsefe malzemesi yapmaktan, ortamlarda entelektüel görünmek adına -bence- hiçbir zaman içselleştirmedikleri sol fikirleri başkalarına satmaktan hoşlandıklarını anlamıştım.

Bunlar genelde hocalar, kendilerine sanatçı diyenler ve genel olarak akademi dünyasına asılı kalmış, hayatında hiç örgütlenmemiş kişilerdi.

Başka bir kesim daha vardı. Özal döneminde çocuk olmanın, ya da sadece orta, orta üst sınıf olmanın getirdiği apolitik halle Türkiye'de esen liberalizm dalgasına kapılma banalliği içinde olanlar. Onlara göre emperyalizmden bahsetmek aptallıktı, Türkiye'de laiklik boş yere abartılıyordu, özelleştirmeler yoluyla ilerleyecektik, AKP iyiydi vesaire.

İşte böyle bir zamanda ulusalcı, ya da takoz solcu diye damgalandığımı söylemenin lüzumu yok sanırım. Ama sağ, muhafazakar, neoliberal ve dinci bir partiden nasıl bir değişim beklediklerini anlayabilmem hiçbir zaman mümkün olmadı.

Sizleri tanıyorum. Ben kör bir şekilde ilerlemeye çalışır, fakat hiç değilse değişirken, siz olduğunuz yerde sekmiş, aynı meta evrenine hapsolmuştunuz sanki. Hala günboyu HBO 1 dizilerinden, bilumum konserden, modadan ve bilmem ne indiriminden bahsediyordunuz. En iyi yaptığınız şey de yakınmaktı.

Tüm gün arkadaşlarınızdan, size tırnak kadar değer vermediği belli olan bir çocuktan, işyerinizdeki ''beyinsizlerden'' ve elbette bazen politikadan yakınabilirdiniz. Bazılarınız ise giderek aşırı ''normalleşmiş'' adeta zihinsel olarak gerilemiş, düzen ve onun getirdiği hırs, büyük şirketlere girip kazanılan parayla kendi değerini belirleme ve bununla duyulan gurur ve böbürlenme gibi ''dünyevi'' itkilere kendini fazla kaptırmıştı.

Ben ise, hala ergen bir çocuk gibi, insanların nasıl bu kadar değişebileceğini anlamıyordum. Yine arada, sık olmasa da bu arkadaşlarımı görüyordum bir şekilde, ben insanlardan öyle kolay kopamam, ama ben mi tuhaftım, onlar mı böylesine değişmiş ve hayatında metadan başka bir şey yok gibi görünen insanlara dönüşmüşlerdi bilmiyordum.

O sıralar ilk kez örgütlenmiştim, hatta bu deneyim hayatımda öyle ya da böyle en çok etkide bulunan deneyimlerden biri olabilir. Az kişiydik önce ve ufak tefek işler yapıyorduk. İlk kez toplantılara gitmek, kendim gibi düşünen insanlarla tartışmak ve birlikte bir şeyler yapmak kendi dünyama hapsolmuşluğumu ve yalnızlığımı biraz olsun gidermişti.

Daha çok işçi sınıfı çocukları vardı bizim örgütte. Arada akşamları dışarı çıkıyorduk, fakat bu zamanların hiçbirinden sıkılmamıştım. Büyük idealleri, yamuk düzeni değiştirme derdi olan ve bunun adına bir şeyler yapan insanlarla vakit geçirmekten çok daha fazla hoşlanıyordum.

O sıralar orta sınıf arkadaş kesiminin bana ''napıyosunuz ki, neyi değiştireceksiniz ki'' deyip motivasyonumu kırmaya çalışması (bunu gayet sezebiliyordum) pek umurumda olmamıştı. Benjamin demiyor muydu, ''yıldızlar uzaktır, belki onlara erişemezsiniz ama karanlıkta yolunuzu aydınlatırlar'' diye?

Bu arada orta sınıf diye bahsettiğim, ebeveynleri zamanın orta ya da orta üst sınıfı olan (çoğu Özal döneminde zenginleşmiş) insanlardı. Bazısının yaşamak için sürekli çalışmaya ihtiyacı yoktu, bazısı da gayet işçi sınıfıydı aslında bu insanların. Bazısı işsizdi, bazısı emeğini satmadan yaşayamazdı. Bu şekil çelişkileri fazla olan insanlar sömürüyü elbette görüyorlardı ama nihilist bir ruh haliyle, daha savaşmaya kalkışmadan öğrenilmiş çaresizliğe düşmüşlerdi. İşte Sartre'ın bence ''kötü kader''e düşmüş olmakla tanımladığı insanlardı bunlar.

Gezi'de tribünlere oynayanlar


Bunları neden yazıyorum bilmiyorum, bu insanlardan nefret ettiğim filan yok aslında, yalnızca söyleniyorum. Geçen onca yıl içinde birçok farklı çevrede bulunmuş olmanın getirisi olarak zihnimde birçok fenotip oluştu.

Özellikle Gezi Ayaklanması'ndan sonra herkeste bir politikleşme başladı, bu ne olursa olsun güzel bir şey elbette. Yine de bu insanlar kendileri ve kendilerinden aşağı gördükleri, kendilerinin ancak döküldüğü meydanlarda yıllarca polis dayağı yiyen, işinden atılan, evinden sürülen insanlarla arasına bir mesafe koymaktan geri durmuyolardı.

Onlar çoktan mükemmel bir oportünizmle tribünlere oynama tercihi yapmışlardı. Gezi Ayaklanması yalnızca park içindi, derdimiz parktı, diğerleri provokasyon yapıyordu. Saldıran polislere karşı koyulmamasını bekliyordu bu insanlar. Karşı koyanları, polisi alandan sürmeye çalışanları yine provokasyonla suçluyorlardı. Hayatlarında belki de ilk kez polisle karşı karşıya kalmışlardı, o yüzden polisle konuşarak anlaşılabileceğini, çiçek uzatarak gönlünün alınabileceğini sanıyor gibiydiler.

Zaman geçtikçe, Türkiye'de skandal ardına skandal patladıkça ve bunlara rağmen AKP'nin desteklendiğini gördükçe tavırları iyice değişti. Birden herkese düşman oldular. ''Bu ülkeden bi bok olmaz''dı, ''kaçıp gitmek lazım''dı, ''halk aptal''dı, ''yapılacak bir şey yok''tu falan filan.

Bir şeyleri değiştirmek ve insanlara yardım etmek için yapılması gereken her şeyi yaptığına ikna olmuş bir kibirle hareket eden Grace'in, yine bu yardım ettiği insanlar tarafından ihanete uğrayınca tüm Dogville kasabasını ateşe vermesi gibi bir öfke içindeydiler. Ben tüm gün sosyal medyada yazmaktan öte herhangi bir siyasi aktivite ya da örgütlenme içinde bulunmayan insanların bu öfkesini de anlamıyordum.

En az 40 sene önce olduysa: I love devrimci eylem

Bu insanlarla tartışabilirdiniz, elbette. Zaten sürekli tartışmak durumunda kalıyordunuz. Örneğin sabah akşam ülkede adalet ve hukuk diye bir şeyin kalmadığından, yolsuzluklardan, baskıdan, faşist AKP'den ve katil devletten bahseden bu insanlar, devletin bir savcısı devrimciler tarafından rehin alındığında hep bir ağızdan devrimcilere sövmeye başlayabiliyorlardı.

Mahir Çayan, Deniz Gezmiş fotoğraflarını paylaşıp, RAF eylemlerini ''kuul'' bulan ve bu insanlar birden böyle bir eylemle Türkiye'de hukuka inançlarını nasılsa birden tazeleyebiliyorlardı (''Savcı katilleri az kalsın yakalayacaktı''). Mahir Çayan'ın polislere çiçek uzatarak bugün dünya çapında örnek bir devrimci olduğunu sanıyorlardı muhtemelen.

Yine mesafe almayı seçerek (zira o mesafe alınmadan olmazdı), ''adaleti sağlamazsanız işte böyle şeyler olur, adaleti sağlayın!'' gibi asgari bir çıkışta bulunabilecekken, onlar devletin hukuk sağlamasına ramak kalmış bir savcısının öldürüldüğüne dair havuz medya haberlerini paylaşmayı tercih ediyorlardı.

Daha geçen gün annesine Erdoğan tarafından hakaret davası açılan ve 22 aydır adalet arayışında olan Abdocan'ın abisi Zafer Cömert'in olay hakkındaki açıklamasını değil, Berkin'in anne ve babasının ''uzlaşmacı'' mesajını paylaşmayı seçiyorlardı. Berkin'in ebeveynleri Gülsüm ve Sami Elvan'a saygım sonsuz, ama Berkin'in davası şu an topluma, toplumun vicdanına mal olmuş, hepimizin adalet arayışının adı olmuş bir davadır.

ki devrimci tek bir taleple, Berkin'in katillerinin açıklanması talebiyle savcıyı rehin almıştı. ''Katilleri söyleyin, savcıyı bırakacağız'' demişlerdi. Devlet katilleri açıklamaktansa odada kendi savcısı dahil iki genci katletmeyi seçti. ''Berkin'in katilleri neden açıklanmıyor'' ya da ''devlet uzlaşabilecekken iki genci ve kendi savcısını katletti'' demektense, ''bunlar AKP'nin eline oynuyor'' gibi bugün yaşadığımız faşizm koşullarında hiçbir mantığı bulunmayan şeyler söylemeyi tercih ediyorlardı. AKP'nin daha fazla baskı uygulaması için mazerete ihtiyacının olduğunu sanan, Berkin'in davasından adil bir sonuç çıkacağını bekleyen saflık sahiden şaşılasıydı.

Bu arada zamanında AKP'nin büyük sözcülüğünü yapan DSİP'li eski üniversite hocalarım da eylemi yermekten geri kalmıyorlardı. Diğer yerenler de elbette şu sıralar tek umudu seçimlere bağlamış ve şiddet retoriğini olabileceği en banal şekliyle (yüzyıldır bu retorik değişmemişti, bir Frantz Fanon estetiği ve bilgeliği yoktu örneğin) tekrar eden orta sınıf ''solcu''lardı.

Hakikaten, dikkat etmiştim, yıllardır aktif taban mücadelesi yürüten tanıdığım hiçbir solcu, dava uğruna ölüme giden bu iki genci itibarsızlaştırmayı seçmemişti. Sosyal medya aktivisti olarak betimlediğim ve hiçbir şeye dair aslında hiçbir umut beslemediğini bildiğim insanlar ise eylemi yermeyi seçmişlerdi.

Nihilistlere bir şey beğendirmek zordur, hayatlarında bir amaç edinmeyi başarmadıkça da anlayamazlar. Örneğin bazıları için iki insanın adalet arayışı ya da adil bir dünya için için canlarını tehlikeye atmaları, ancak bir komplo olabilir. Hayatlarında bu insanlarla hiç karşılaşmamışlardır, karşılaştıklarında bu insanları aptal ve hor görmüşlerdir, bu insanlar hayatlarını boşa harcıyorlardır.

Zira onlar için hayatın savunulacak bir yanı yoktur.

Ama bilmezler ki, ''Yaşamlarını tehlikeye atanlar genelde ölüm, acı veya hastalıklı kibir üzerinden değil, yaşam üzerinden düşünürler'' Gilles Deleuze

Diyeceğim, sizi tanıyorum. Siz de bir gün kendinizi tanıyabilecek misiniz?

Vigilante: yasal yetkisi olmadığı halde meşruluğunu düzenin işlemediği durumlardan alarak, adaleti kendi uygulayan kişi (Editörün notu).


http://gezite.org/vigilanteleri-ancak-filmlerde-seven-insanlar/





Bu ileti en son proletersosyalist tarafından 12.04.2015- 04:17 tarihinde, toplamda 3 kez değiştirilmiştir.
Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
yorum2006
[ yorumcu ]

Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 15.08.2013
İleti Sayısı: 772
Konum: Gizli
Durum: Gizli
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder

2 kere teşekkür edildi.
Cevap Yazan: yorum2006
Cevap Tarihi: 12.04.2015- 04:37


Şimdi de polis ve MİT'çi Hanefi Avcı'nın söyledikleriyle eylemlere bakılacak öyle mi? Onun söyledikleri ancak istihbaratçı kafası ile sınırlı olabilir. Sosyalistlerin eyleme bakış açısı istihbaratçı kafasıyla, istihbaratçı yönlendirmeleriyle ve yalanlarıyla mı değişecek?

Sosyalistler onun bunun demesiyle hareket etmez. Yapılan silahlı eyleme ve sonuçlarına bakmadan da "halkımıza aşkımızı gösterdik" diye hamaset dolu laflar etmez. Bu eylem niye yapıldı diye sorulunca, bunun yanıtı "halkımızı seviyoruz ondan" değildir, olamaz. Bunu söyleyenler, bunun yanıtını veremiyor veya vermek istemiyor demektir.

Silahlı eylem niye yapılır? Sistemi çökertmek, en azından sarsamak için yapılır. Halk kitlelerine de bunlardan korkmayın, çekinmeyin, işte böyle zayıf bunların faşist aparatı demek için yapılır. Burada böyle bir durum var mı?

Eylem bunları yıpratmış, zayıflatmış değildir. Halk üzerinde böyle bir izlenim vermediği kesin. Yapılışı olarak da, sonucu olarak da vermiş değil.

Bu eylem AKP iktidarına ilaç gibi gelmiştir. Tam faşist güvenlik yasaları Meclis'ten geçerken ona gerekçe oluşturmuştur. Tam elektrik kesintileri bunların çarpık ekonomi politikasını gözler önüne serecekken, bunu gündemden düşürmüştür. Tam Arınç ile Gökçek birbirini yemeye başlamışken ve AKP'yi yıpratırken, bu da gündemden düşmüştür.

DHKP-C liderleri belki yurt dışından ülkeyi izleyemiyor ama, ülkeyi bilen, izleyen, nabzını tutanlar bu eyleme olur veremez, bu eylemi destekleyemez. (Hanefi Avcı bile bunları yıllar önce ıssız adada kalmış ve dünya ile iletişimi bitmiş Japon savaşçılarına benzetmiş. Bu ülkenin sosyalistleri zamanın gerisinde kalmış Japon savaşçısı olmak zorunda mı?)




Bu ileti en son yorum2006 tarafından 12.04.2015- 04:42 tarihinde, toplamda 3 kez değiştirilmiştir.
Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
proletersosyalist
[ Bekir Sami ]

Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 15.09.2014
İleti Sayısı: 709
Konum: İstanbul
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder


Cevap Yazan: proletersosyalist
Cevap Tarihi: 12.04.2015- 05:02


Alıntı Çizelgesi: yorum2006 yazmış

Şimdi de polis ve MİT'çi Hanefi Avcı'nın söyledikleriyle eylemlere bakılacak öyle mi? Onun söyledikleri ancak istihbaratçı kafası ile sınırlı olabilir. Sosyalistlerin eyleme bakış açısı istihbaratçı kafasıyla, istihbaratçı yönlendirmeleriyle ve yalanlarıyla mı değişecek?

Sosyalistler onun bunun demesiyle hareket etmez. Yapılan silahlı eyleme ve sonuçlarına bakmadan da "halkımıza aşkımızı gösterdik" diye hamaset dolu laflar etmez. Bu eylem niye yapıldı diye sorulunca, bunun yanıtı "halkımızı seviyoruz ondan" değildir, olamaz. Bunu söyleyenler, bunun yanıtını veremiyor veya vermek istemiyor demektir.

Silahlı eylem niye yapılır? Sistemi çökertmek, en azından sarsamak için yapılır. Halk kitlelerine de bunlardan korkmayın, çekinmeyin, işte böyle zayıf bunların faşist aparatı demek için yapılır. Burada böyle bir durum var mı?

Eylem bunları yıpratmış, zayıflatmış değildir. Halk üzerinde böyle bir izlenim vermediği kesin. Yapılışı olarak da, sonucu olarak da vermiş değil.

Bu eylem AKP iktidarına ilaç gibi gelmiştir. Tam faşist güvenlik yasaları Meclis'ten geçerken ona gerekçe oluşturmuştur. Tam elektrik kesintileri bunların çarpık ekonomi politikasını gözler önüne serecekken, bunu gündemden düşürmüştür. Tam Arınç ile Gökçek birbirini yemeye başlamışken ve AKP'yi yıpratırken, bu da gündemden düşmüştür.

DHKP-C liderleri belki yurt dışından ülkeyi izleyemiyor ama, ülkeyi bilen, izleyen, nabzını tutanlar bu eyleme olur veremez, bu eylemi destekleyemez. (Hanefi Avcı bile bunları yıllar önce ıssız adada kalmış ve dünya ile iletişimi bitmiş Japon savaşçılarına benzetmiş. Bu ülkenin sosyalistleri zamanın gerisinde kalmış Japon savaşçısı olmak zorunda mı?)



Eylemin neden yapıldığı açık. Berkin'in katillerinin adının açıklanmasının istenmesi. Ve Berkin'in katillerinin adının açıklanmasını istemek tam da ''halkımız sizi seviyoruz'' sözüne uygun düşer ki bu sözde hamaset değil devrimcilerin bireysel çıkarları için değil toplum için mücadele ettiklerinin ve toplum için gerekirse ölümü göze alacaklarının ifadesi olmuştur. Çağlayan'da da iki tane yiğit devrimci genç bu düzenin kokuşmuşluğunu, adaletsizliğini yeniden ortaya sermiş ve hiç düşünmeden Berkin'in için, adaletin sağlanması için canlarını ortaya koymuşlardır.

Eylemin AKP iktidarına ilaç gibi geldiği düzenin içine sıkışmış kafaların devrimci mücadeleyi gölgelemek için yaptığı karalama. O bahsettiğiniz iç güvenlik yasasının önemli bir bölümü zaten Meclisten geçmişti. Ayrıca faşistler ne zamandan beri gerekçeye ihtiyaç duyar olmuşlar? Bu ülkede on dört yıldır 241 çocuk katledilmedi mi? Gezi'de 8 tane genç katledilmedi mi? Kobane eylemlerinde onlarca insan ölmedi mi? Ve yoksul mahallerde halklar her gün polisle, akreplerle karşı karşıya gelmiyor mu? Yaşadığımız düzen zaten dibine kadar faşist. Ve bu faşist düzen yıllarca hiç bir gerekçe olmadan 1 Mayıs'lara, eylemlere, grevlere saldırıyor. Daha ne olabilir ki?

Eylem bu düzenin faşist, katil karakterini yeniden ortaya sermiştir. Polisler tarafından katledilen insanların davalarının nasıl unutturulduğunu, geçiştirildiğini ve devletin sadece adalet isteyen iki genci ve kendi savcısını nasıl katlettiği gösterilerek devletin katil özü yeniden teşhir edilmiştir. Ve halklara devrimcilerin adaleti kendileri sağlamaktan imtina etmeyeceği, tüm o ''Yeni Türkiye'', ''Güçlü Türkiye'' lafızlarına rağmen bunun göstermelik olduğu, ''Yeni Türkiye''nin kağıttan kaplan olduğu, en korunaklı yerlerine bile sızılabileceği çok net bir şekilde gösterilmiştir.

Devrimci saflara ise tüm o düzen içi mücadele çizgisine çekilmeye çalışılmaya inat düzen dışı, radikal mücadelenin devam ettirilmesi gerektiği yolunda bir canlandırma getirmiştir.

Cephe eleştirilebilir, strateji ve taktikleri eleştirilebilir ama hiç kuşkusuz bu eylem hem devletin katil özünü teşhir etmek açısından hem halklara devletin görüldüğü gibi güçlü olmadığı, çok rahat bir şekilde sistemin içine sızılabileceği, darbeler vurulabileceğini göstermesi açısından ve devrimci mücadeleye verdiği canlanma açısından başarılı olmuştur. Mesele bu radikal, düzen dışı ve halkı için ölümü göze alacak çizginin kitleselleşmesini ve sınıfsallaşmasını sağlamaktır...





Bu ileti en son proletersosyalist tarafından 12.04.2015- 05:04 tarihinde, toplamda 1 kez değiştirilmiştir.
Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
bedrettin
[ ..... ]

Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 30.08.2013
İleti Sayısı: 907
Konum: Trabzon
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder


Cevap Yazan: bedrettin
Cevap Tarihi: 12.04.2015- 09:35


İki devrimci gencin gerçekleştirdiği Çağlayan olayını tüm boyutlarıyla düşünüp, önyargılarla yaklaşmamasına rağmen hala iki devrimciyi suçlama modunda hiç bir değişiklik olmayanlar ya devrimi unutacak, ya da bu halk onları devrim saflarından uzaklaştıracak. Öldürme kastı taşımadan girdikleri bir binanın 6.katındaki bir odada davaları için kendilerini rehin haline getirebilen bu gözüpek insanlara, onların davalarına, inançlarına, halk sevgisine, ölümü bile göze alabilecek yiğitliklerine laf etmeyi sürdürenler bizden değildir. Bu kadar kesin konuşmak istiyorum, çünkü bu ''sağ'' duruşu içime sindiremiyor, rahatsız oluyorum. Çekinceniz, eleştirdiğiniz şey nedir sizin? Faşizm mi tırmanacak; tırmanması için neden mi arıyor faşizm? Böyle mi düşünüyorsunuz? Halk ne mi diyecek? Halkın bir bölümü zaten faşizmin kitle tabanını oluşturuyor. Ne söylersen söyle, ne yaparsan yap, o taban bildiği yolda devam edecek. Halk bu kadar umurunuzdaysa, oturun o iki devrimcinin eylemi neden gerçekleştirdiğini, o iki solcu gencin hayatını sosyalist mücadele için nasıl feda ettiğini anlatın. Belki bir iki, üç beş kişiyi ikna edersiniz de sol mücadelenin içine çekersiniz. Bunu da yapamıyorsanız o zaman susun. O iki devrimci gencin anısına, o iki devrimci gencin sosyalist mücadelesine saygı duyabilmek için susun. Yok bunu da yapamıyorsanız ortalıkta boşyere ''solcuyum'' diye gezinmeyin. Faydanız olmuyor, zararınız olmasın.



Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
yorum2006
[ yorumcu ]

Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 15.08.2013
İleti Sayısı: 772
Konum: Gizli
Durum: Gizli
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder

2 kere teşekkür edildi.
Cevap Yazan: yorum2006
Cevap Tarihi: 12.04.2015- 22:37


Halktan kopuk, işçi sınıfından kopuk küçük burjuva radikalizmi ile bir yere varılamayacağı ortadadır.



Yeni Başlık  Cevap Yaz



Forum Ana Sayfası

 


 Bu konuyu 1 kişi görüntülüyor:  1 Misafir, 0 Üye
 Bu konuyu görüntüleyen üye yok.
Konuyu Sosyal Ortamda Paylas
Benzer konular
Başlık Yazan Cevap Gösterim Son ileti
Benzer konu yok
Etiketler   Çağlayan,   Eyleminde,   Üst,   Akıl,   Bulmaya,   Çalışanlar,   Okusun
SOL PAYLAŞIM
Yasal Uyarı
Sitemiz Bir Paylasim Forum sitesidir Bu nedenle yazı, resim ve diğer materyaller sitemize kayıtlı üyelerimiz tarafından kontrol edilmeksizin eklenebilmektedir. Bu nedenden ötürü doğabilecek yasal sorumluluklar yazan kullanıcılara aittir. Sitemiz hak sahiplerinin şikayetleri doğrultusunda yazı ve materyalleri 48 Saat içerisinde sitemizden kaldırmaktadır.
Bildirimlerinizi info@solpaylasim.com adresine yollayabilirsiniz.
Forum Mobil RSS