SolPaylaşım  
Ana Sayfa  |  Yönetim Paneli  |  Üyeler  |  Giriş  |  Kayıt
 
OTURUYORSAN KALK; AYAKTAYSAN YÜRÜ; YÜRÜYORSAN KOŞ!
Yurt ve dünya sorunlarına soldan bakan dostlar HOŞGELDİNİZ .Foruma etkin katılım yapabilmeniz için KAYIT olmalısınız.
Yeni Başlık  Cevap Yaz
7 Haziran: İhtimaller, hesaplar, planlar           (gösterim sayısı: 3.140)
Yazan Konu içeriği
Üye Profili boşluk
denizcan
[ devrimci ]

Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 24.12.2013
İleti Sayısı: 2.431
Konum: Trabzon
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder


Konu Yazan: denizcan
Konu Tarihi: 03.06.2015- 17:14


7 Haziran: İhtimaller, hesaplar, planlar

"7 Haziran seçimleri büyük burjuvazi ile rejim/Saray arasında ya da aynı anlama gelmek üzere “normatif devlet” arayışıyla “imtiyaz devleti” inşası arasındaki seçim sonrasına da sarkacak bir mücadeleye sahne olacaktır. Bu ikisi arasındaki mücadele devam ederken üçüncü bir gücün gidişata müdahale edip edemeyeceği ise sol siyasetin temel sorusu olarak şekillenecektir."

Resim Ekleme
Fatih Yaşlı - İleri Haber

Senaryo 1: HDP barajı geçer, AKP kıl payı 276’nın üzerine çıkar

HDP’nin barajı geçmesi, CHP ve MHP’nin ise oylarında kısmi bir artış olması durumunda ortaya çıkacak bu tablonun hem TÜSİAD’da temsil edilen yerli, hem de küresel sermaye açısından en arzu edilen sonuç olduğu söylenebilir. Böyle bir tabloda, sermaye açısından hala işlevsel olan AKP tek başına ama burnu sürtülmüş bir şekilde iktidar olacak, Erdoğan’ın başkanlık hayalleri tamamen suya düşecek, HDP barajı geçeceği için hem merkeze yürüyüşüne devam edecek hem de çatışmalar yeniden başlamamış olacaktır. Ancak burada sermayenin arzuladığı “düzenin istikrarı”yla “AKP rejiminin istikrarı” arasında bir açı farkı ortaya çıkacak, bu da nihayetinde istikrarı imkânsız kılacaktır. Çünkü Erdoğan’ın defalarca kez belirttiği üzere 10 Ağustos Cumhurbaşkanlığı seçimleri itibariyle, AKP rejimi kendi sınırlarına gelip dayanmış, Türkiye’de parlamenter rejim bekleme odasına alınmıştır ve bu bir kriz halidir.

Peki AKP rejimi böylesi bir tabloda bu krizden çıkabilir mi? Buradan iki farklı şekilde çıkış mümkündür

Bir: Parlamenter sistem yeniden işletilir hale getirilir ve Erdoğan başkan gibi davranmaktan vazgeçerek cumhurbaşkanlığı makamını anayasada tarif edildiği biçimiyle kullanmaya başlar; yani Saray büyük ölçüde siyaset dışı bırakılır. Böylece belli bir “normalleşme” yaşanır ve AKP ülkeyi yönetmeye devam eder.

İki: 330’un altında kalındığı için anayasa değişikliği ve referanduma gidilemeyeceğinden Başkanlık sistemine geçiş için yeni bir yol denenir. Seçim yasasında, AKP’nin seçimlerden 330 vekille çıkmasını sağlayacak bir değişiklik yapılır ve 1 yıl sonra erken seçime gidilir. Böylece, 1 yıl sonra anayasa değişikliği ve başkanlık sistemi Türkiye’nin gündemine bir kez daha getirilir ve referandum yapılır.

Ancak bu iki çıkış yolunu da hayata geçirmek öyle kolay görünmemektedir. “Durursan düşersin” felsefesiyle hareket eden Erdoğan’ın dört yıl boyunca siyasetin dışında durmayı ve Sarayda hiçbir şey yapmaksızın oturmayı göze alamayacağını bildiğimize göre, parlamenter rejime dönüş öyle kolay görünmemektedir. Bu böyledir ama “haydi” deyince seçim sistemini değiştirecek bir yasa değişikliğini yapmak da, zaten zayıflamış bir AKP iktidarında öyle kolay görünmemektedir. Böylesi bir girişime hem Meclis muhalefetinin hem de toplumsal muhalefetin çok sert bir direnç göstereceğini söylemek kehanet anlamına gelmeyecektir.

Tam da bu nedenle, sermaye düzeninin istikrarı için en arzulanır olsa da, bu sonuç AKP rejiminin krizini çözmeye yetmeyecek, AKP rejiminin krizi de eninde sonunda sermaye düzeni açısından istikrarsızlık anlamına gelecektir.

Senaryo 2: HDP barajı geçer, CHP ve MHP oylarındaki artışla birlikte AKP 276’nın altında kalır.  

Böyle bir tabloda, CHP ile MHP’nin ya da CHP ile HDP’nin vekil sayısının bir koalisyon hükümeti kurmaya yetmeyeceğini, bir CHP-MHP-HDP koalisyonunun kurulmasının ise imkânsız olduğunu biliyorsak, üç olasılıkla karşı karşıya kalacağımızı düşünebiliriz.

Bir: AKP “koalisyon istikrarsızlık getirir” söylemiyle, yeni bir hükümet kurma girişiminde bulunmaksızın hemen erken seçime gider ve örneğin birkaç ay içerisinde yeniden bir seçimle karşı karşıya kalırız.

İki: Dışarıdan destekli ve Türkiye’yi bir yıl içerisinde seçime götürecek bir azınlık hükümeti kurulur. Böylesi bir azınlık hükümetine bir yıl içerisinde seçime gitmek kesin koşuluyla üç partiden herhangi biri destek verebilir. Destek verme ihtimali en yüksek parti “devlet partisi” olma iddiasıyla MHP olacaktır. CHP yönetimi, sermaye çevrelerinin “istikrar” talebiyle böylesi bir seçim hükümetine rıza gösterebilir. HDP’nin böyle bir desteği kati surette vermeyeceğini söylemek ise imkânsızdır. HDP, AKP’nin çözüm sürecini yeniden başlatacağına ve izleme heyeti gibi başlıklarda birtakım somut adımlar atacağına inanırsa, ülkeyi seçime götürecek bir AKP hükümetine güvenoyu verebilir.

Üç: AKP, parti-devleti konfigürasyonunu bozacağı için pek istemese de mecburen bir koalisyon arayışına girer ve örneğin sermaye çevrelerinin istediği gibi bir AKP-CHP koalisyonu ya da MHP’yle bir “milliyetçi cephe” hükümeti için çaba gösterilir. HDP’yle bir koalisyon ise hem “devlet aklı” açısından hem de HDP’nin uzun vadeli çıkarları düşünüldüğünde imkânsıza yakın görünmektedir. Bugünden bakıldığında, hiç kuşkusuz siyasal hesaplar değişebilir ama CHP ve MHP’nin de bir sonraki seçimi düşünerek AKP’yle koalisyon kurmaya kolay kolay yanaşmayacaklarını söylemek yanlış olmayacaktır.

Her durumda, AKP’nin 276’nın altında kalması, Erdoğan’ın başkanlık hayallerinin tamamen bitişi anlamına geleceği gibi, AKP için de çöküş ve çözülüş anlamına gelecektir. Böylesi bir tablo, parti içi bir mücadelenin başlaması, Gül’ün yeniden siyaset sahnesine dönmesi ve bölünmeye kadar gidebilecek bir sürecin başlaması anlamına gelebilir. Başka bir ihtimal ise AKP’nin erken seçime kadar bölünmeden gitmeyi başarması ve seçim sonuçlarına göre yeni senaryoların ortaya çıkması olacaktır.

Senaryo 3: HDP barajı geçemez, AKP 300 civarı milletvekili çıkarır  

İster HDP’nin oyları barajı geçmeye yetmesin, ister baraj altında bırakılsın, AKP rejimi açısından en arzu edilen tablolardan biri budur. AKP bir seçimden daha önemli sayıda milletvekiliyle çıkacak, anayasa değişikliği ve başkanlık sistemi için gereken 330’u bulamasa da, güçlü bir şekilde parlamentodaki yerini alacak ve kendi rejim inşası doğrultusunda kanuni düzenlemeleri yapmaya ve parti-devleti rejimine uygun bir şekilde devlet kurumlarını kontrol etmeye devam edebilecektir. Böylesi bir durumda, her ne kadar başkanlık sistemine geçilemese de Erdoğan’ın ülkeyi fiilen partili cumhurbaşkanı olarak yönetmesi daha kolay olacağı gibi, Davutoğlu da partisini seçimden başarıyla çıkardığı için hedef tahtasına oturtulmayacak, parti içerisindeki hesaplaşmalar daha ileri bir tarihe ertelenecektir. Yani bu durum, rejimin kendi krizini bir süreliğine de olsa ötelemesi anlamına gelecektir.

Peki bu tablo, AKP rejimi açısından “dikensiz gül bahçesi” anlamına mı gelir? Bu soruya net bir şekilde “hayır” yanıtını vermek gerekmektedir. Çünkü HDP’nin Meclis dışında kaldığı bir durumda, Kürtlerin “siyasal temsiliyeti”nin hangi mekanizmalar aracılığıyla sağlanacağı açık bir sorun haline gelecektir. Hiç kimse böylesi bir tabloda, Kürt siyasi hareketinin bölgede fiili bir demokratik özerklik ilanına girişmeyeceğinin garantisini veremez. Dahası böyle bir tabloda, “çözüm süreci”nin devam edip etmeyeceği ve eğer edecekse nasıl yürütüleceği, HDP’li vekiller üzerinden yapılan görüşmelerin kimler üzerinden yapılacağı, İmralı-Kandil trafiğinin nasıl sağlanacağı gibi AKP rejiminin hayli zorlanacağı meselelerin ortaya çıkacağı aşikârdır. Sürecin bitmesi ya da askıya alınması halinde ise silahların yeniden devreye girmesi kaçınılmaz hale gelecektir ki; bu, AKP açısından yönetilmesi hayli zor bir Türkiye ve elbette ki yeni bir kriz başlığı olma anlamını taşıyacaktır.

Senaryo 4: HDP barajı geçemez, AKP 330’un üzerinde milletvekili çıkarır

Gerek kamuoyu araştırmalarından gerekse seçim atmosferinden gözlemleyebileceğimiz üzere, bu tablo, gerçekleşmesi en imkânsız tablo gibi görünmektedir; çünkü HDP barajı geçemese dahi, AKP’nin alacağı oylar 330 vekil çıkarmasına yetmeyecektir. Ancak, bunun kati surette gerçekleşmeyeceğini iddia etmek yanlış olacaktır. Çünkü başkanlık ve yeni anayasaya böylesine kilitlenmiş bir Erdoğan’ın, bu hedefini gerçekleştirmek için elindeki son şans 7 Haziran seçimleridir ve belki de hiçbir zaman parti-devletinin kendisine sağladığı olanaklar böylesine geniş olmayacaktır. Tam da bu nedenle, 7 Haziran’da sandıklarda ve akşam sonuçlar seçim sistemine girilirken “normal dışı” birtakım gelişmelerin olması, örneğin HDP baraj altında bırakılırken AKP’ye % 45 yazılması, hiç de yabana atılacak bir ihtimal değildir.

Peki bu göze alınabilir mi? Böylesi bir durumda baraj altında bırakılacak HDP tabanıyla birlikte, CHP ve kısmen MHP tabanının da “hile”yi görüp sokağa çıkması hiç de şaşırtıcı olmayacak, belki de çok daha geniş katılımlı ikinci bir “Gezi” yaşanacaktır. Rejim ise uzun zamandır böyle bir şeye hazırlanmaktadır ve İç Güvenlik Yasası gerçek anlamıyla ilk kez böyle bir durumda yürürlüğe sokulacaktır.

Sonuç:

7 Haziran’a günler kala, seçim sonuçlarının Türkiye’de rejimin kaderini ve bundan sonraki macerasını belirlemek açısından bir milat olma niteliği taşıyacağını söylemek yanlış olmayacaktır. Ancak sadece bu değil, seçim sonuçları düzenin yani Türkiye kapitalizminin kaderini de belirleyecektir. Türkiye kapitalizmi görece daha normalleşmiş, burjuva hukukunun ve kuvvetler ayrılığının söz konusu olduğu bir siyasal rejimle mi yoksa faşizme yakınsayan bir otoriterlikle mi yoluna devam edecektir sorusu bu seçimde az çok belli olacaktır. Büyük burjuvazinin bir restorasyon aracılığıyla “normatif devlet”e yeniden dönülmesi arzusunun gerçekleşebilmesi için HDP’nin barajı geçmesi ve AKP’nin 300 milletvekilinin altında kalması gerekmektedir. Ancak Erdoğan’ın “imtiyaz devleti”nin seçimlere müdahale etmesi ve bunun aksi bir seçim sonucunun ortaya çıkması olasılığı hayli yüksektir. Dolayısıyla 7 Haziran seçimleri büyük burjuvazi ile rejim/Saray arasında ya da aynı anlama gelmek üzere “normatif devlet” arayışıyla “imtiyaz devleti” inşası arasındaki seçim sonrasına da sarkacak bir mücadeleye sahne olacaktır. Bu ikisi arasındaki mücadele devam ederken üçüncü bir gücün gidişata müdahale edip edemeyeceği ise sol siyasetin temel sorusu olarak şekillenecektir.




Bu ileti en son denizcan tarafından 03.06.2015- 17:20 tarihinde, toplamda 1 kez değiştirilmiştir.
Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
denizcan
[ devrimci ]

Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 24.12.2013
İleti Sayısı: 2.431
Konum: Trabzon
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder


Cevap Yazan: denizcan
Cevap Tarihi: 04.06.2015- 14:43


Nefesler tutuldu…- Nurettin Abacıoğlu

Geriye sayımda, bu günden sonra, elde kaldı son iki gün…

Önce şunlara vurgu yapmak bence yerindedir…

1.     Seçim, Türkiye’nin toplumsal kurtuluşuna, şıpın işi kapı falan açmayacaktır. Dolayısıyla her şey demek anlamına gelmeyen seçime atfedilecek en iyi ölçek, AKP’nin parti-devlet rejiminin geriletilmesinde önemi azımsanmayacak bir fırsat ve durum olarak okunmalıdır.

2.     Seçim sonrası denklemleri hayli karmaşıktır. Belirgin olan, seçimin, memleketin siyaset ve ekonomisine istikrar, rahat, huzur, barış gibi bu kabil nitelikleri içeren bir sükûnet dönemi sağlayacağına dair her hangi bir kanıt ortada bulunmamaktadır. Dolayısıyla ortada olacak olan, aslında var olan kaotik durumdan bir restorasyonla hemen çıkış olanağının olmadığıdır.

3.     Bu seçimin belki tayin edici en önemli özelliği de, AKP karşıtı seçmenin, oyunu kime vereceğinden ziyade, AKP’nin alacağı oy önünde, ciddi bir barikat bloğu oluşturup oluşturmayacağıdır.

4.     Seçimden sonra, AKP eski gücünü koruyabilir ve rejimini daha da baskıcı bir biçimde inşa etmeye devam edebilir. Ya da seçim sonuçları AKP’yi mevzilerinden kısmen söküp daha gerilere ve zararsız bölgelere itebilir. Her iki koşul da ne dünyanın sonudur; ne de tek başına kurtuluşun yoludur. Memleketin halk sınıfları, her halükarda ve seçim sonuçlarından bağımsız olarak, Haziran’ın ruhundan doğan bir aydınlanma atılımı için yeniden bir araya gelmek ve örgütlenmek durumundadır…

5.     Öyleyse seçimin kendinden menkul önemiyle sınırlı olarak sandığa gidilmeli, AKP karşıtı bir noktada duranlar oradan onu geriletmeyi olanaklı kılan bir oy bloğu kurmalı ve sandıklar kapandıktan sonra da gözlemci olarak sandıklara sahip olmalıdır.

Başka yazılarda da ifade etmiştim ve aynı olacak ama notu bir kez daha düşelim…

Memleket ahalisi kabaca iktidar yanlısı ve karşıtı olmak üzere iki kesimlidir. AKP’nin yandaş tabanından ve aparttığı oy depolarından beklediği, RTE’nin rüyalarında ulaşmayı arzu ettiği başkanlığa ulaştıracak bir seçim sonucuyla, yani ekseriyetle yeniden tahta oturmaktır…

***

Geriye karşıtlar kalmaktadır…

Karşıtlar cephesi, kendi renginden, yekpare bir iktidar çıkaracak çapta bulunmamaktadır. Daha da ötesi, neredeyse her türlü zerzevattan yapılmış bir çorbayı andırmaktadır. Ne ki, kendini mecliste, muhalefette bir çoğunluk bloğu oluşturacak biçimde bir başarıya imza atmayı istemektedir. Böylece, üç ana öbekte parçalı bir parti dağılımına imza atan seçmenin yüzde on barajını aşacak kabiliyetli bir yüklenmesi, AKP’ye tadına hiç alışık olmadığı bir yenilgi de yaşatacaktır…

İşte bu nedenledir ki, AKP parti-devlet rejiminin karşısında duran seçmen taraftar için, oyunu nasıl, niye ve kime atacağı değil, ona gitmemesi için, nasıl blok olacağı önemlidir…

***

Bu satırlara burun kıvıranı mutlaka çıkabilir. Oysa seçmenin kilitlendiği nesnellik, gerçeklik bu denli sade ve basittir.

AKP cenahında, kendi içinde karnı ağrıyan artık çoktur. Adaylık şansı bulamayanlarla, emekliye ayrılanlarda yeis çoktur. Bu nedenle çekilen karın ağrılarının, doğum sancılarına dönüşmesi, ancak ve ancak AKP’nin sandıktan umduğunu değil, bulduğuyla yetinip çıkmasıyla mümkün olacaktır… Yani başkanlık için referanduma gerek olmaksızın elde edilecek ekseriyete ulaşamamaktan aşağıya doğru kayan sonuçlar, AKP şakirtlerinin yenilgi derecelenmesini belirleyecektir. Sadece bunu da değil; orta vadede belki de bölünüp, dağılmalarını… RTE’nin, Cemaatla birbirlerine karşı giriştiği savaş, bunun en büyük delilidir…

***

Muhtelif senaryolar ve sonuçları ve bunların iç-dış derin konjonktürel bağlantıları analiz edilebilir…

AKP karşıtı seçmenin oylarının, ekseriyetle CHP, MHP ve HDP arasında pay edileceği kuşku götürmezdir…

Bu hesaba bakıldığında CHP’nin kendi kulvarında, yine birinci muhalefet partisi olacağına kuşku bulunmamaktadır. Partinin tepesinden tabandaki seçmenine, oylarda ciddi sayılabilecek bir puan artışı da beklenmektedir.

MHP, her seferinde ve gerektiğinde AKP stepnesi olmaya yazgılı bir parti olmakla beraber, bu seçimlerde oyunu çoğaltmaya ve hatta AKP’ye giden seçmen tabanının önemli bir bölüğünü geri almaya yakın namzet durmaktadır. Bu da AKP karşısından muhafazakâr sağ oyların yeniden aslına rücû edeceğinin bir göstergesi sayılmaktadır.

HDP, hem Türkiye partisi olma söylemiyle ortada dolaşmakta ve hem de Kürt gerçekliğinin görüntüsü olarak seçim sandığında barajı aşmaya talip olmaktadır. Seçmen sayısına ve Kürt oylarının şimdiye değin gerçekleşen dağıtımlanmasına bakıldığında, bu partinin bu seçimde barajı aşma umuduna en fazla yaklaştığını söylemek mümkündür. Görünen köye kılavuz istemeden bakılırsa, HDP barajı aşacak olduğunda, AKP’nin tek başına 276'ya dahi ulaşamama ihtimaline dair hesaplar yapılmaktadır. Öyleyse ve basit bir mantıkla, HDP’nin barajı aşabilmesi, AKP’ye “dönülmez akşamın ufkundayız, vakit çok geç” segâh makamını terennüm ettirecektir…

***

Seçim sonuçlarına ilişkin “olmak ve olmamak” üzerinden çeşitli kurgular üretilebilir… Bu kurguların yine iki cephesi olduğunu unutmamak gerekir…

Olmak üzerinden düşünüldüğünde, AKP cephesi, referandumsuz bir meclis çoğunluğu; olmadı referanduma kendi karar alabileceği bir 330 vekil çoğunluğunu ve en kötü senaryo olarak da, 276 ile tek başına hükümet kuracak bir başarı silsilesini beklemektedir. Bu sayılanlar, AKP karşıtı cephenin “olmamak” diye nitelenecek yenilgileridir.

Muhalefetin “olmak” kurgusu önce yüzde on barajını alt etmeye endekslenmiştir. CHP ve MHP'nin bu fasıldan yana bir sıkıntısı yoksa da, HDP kritik bir eşikte sandığın önüne gelmiştir. Bu parti, yaşanan süreçlerde eli de, beli de hayli oynak bir görüntü sergilemiştir. Sosyalizme öykünen söylemlerden, Said-i Nursi methiyesine varan dalgalanmalara değin ve çözüm süreci denilen “Amerikancı” siyaset senaryolarının aparatçılığı olma zorunluluğu, HDP’ye inandırıcılık ve eşik atlamada ciddi engeller de oluşturmaktadır. RTE’nin HDP’ye yüklenmede her türlü bel altı vuruşunu yaptığı ve seçimden sonra olası bir olumsuzlukta yine de Kürtlere hiç tereddüt göstermeden koşabileceği de kenarda yazılı durmaktadır…

Kısacası muhalefet cephesinden hiçbir parti tek başına iktidar olma adayı sayılmamaktadır. En iyi ihtimalle AKP’yi 276 altına düşüren bir blok çıkışı yapabildikleri taktirde bile, üçü bir araya gelip koalisyon hükümeti oluşturamazlarsa meclis çoğunlukları bir işe yaramayacaktır. Bu da eşyanın tabiatına aykırılıktan dolayı gerçekleşmeyecek bir olgu diye boşluk hanesine yazılmaktadır.

Yani seçimin böylesi bir sonuç getirisi, AKP’nin muhalefet bloğundan bir koalisyon ortağı bulmasına veya bir erken seçime kadar dıştan destekli bir azınlık hükümeti kurmasına kadar yelpaze genişliği getirebilir… Burada da AKP’ye dış destek konusunda muhtemel en yakın aday, “çözüm süreci” pazarlıklarının diğer kanadı olma hasebiyle, HDP olarak temayüz etmektedir.

Her şeye karşın, muhalefet cephesi için “olmak” ölçeği bakımından en olumlanabilecek kazanım, AKP’ye, burnu sürtülecek bir yenilgi tattırmaktır. Hele sol açısından, neredeyse kuşaklar boyu yenilgi görmenin acısını bir nebze saracak olan ufak bir sandık başarısına oy atacak ciddi bir seçmen tabanı bulunmaktadır. Siyaseten anlamı olmasa da, toplumsal moral değer olarak, bu isteğe insani bakılmalıdır.

***

Seçimin sonuçları bakımından taşıdığı bunca belirsizliğe karşın, RTE kendi hesabına var olma mücadelesi vermekte ve azıcık soluklanmak için durursa kafası üstü çakılacağını görmektedir. Korku dağları bekler; böylesi bir çakılmadan AKP’yi ve şakirtlerini kapsayacak okyanus depreminin boyutlarını kimse bilememektedir. Bu bilinemezliğin yegâne bilinir tarafı, bunda kararlı olan bir Haziran Direniş aklının bulunduğudur…

***

Kuşkusuz seçim sonrası için kenarda yazılı duran ve yarının Türkiye’sinde kartların nasıl karılacağına veya denklemin ne olacağına hipotetik olarak ışık tutan birkaç başka ihtimal bulunmaktadır…

İlki, son günlerin faş eden TIR meselesidir. RTE ekibi ile beraber fena halde yakalanmış ve BM’den bile sarı kart görmüş vaziyettedir. RTE’nin eşbaşkan ortaklığıyla öğündüğü patron siyasetleri, yani ABD ve AB bu gelişmelerden mutlu olmamakta ve RTE paçavra diye yırtınsa da yabancı matbuat RTE’yi çileden çıkaran bir ağızla konuşmaktadır. Kuşkusuz her siyasetin bir etme, bulma tarafı bulunmaktadır. İyi günde,   RTE tarafından övülenler, şimdi kasise düşüğünü yazıp, bastığında büyük bir şiddetle yerilmektedir. Yeni olanı ise, Cumhuriyet Gazetesiyle düştüğü ihtilaflı mesele, hepsinin üstüne tuğ dikmiştir. Hadisenin biçimi ve RTE’nin çıkışına dünyadan da karşı bir duyarlılık gelişmiştir. Bu duyarlılığın dile gelişine bakılırsa, RTE eğer gökten kayan bir yıldıza dönerse, işin sonraki boyutunun sonucu başına hayli çorap öreceğidir…

Doğrusu bu TIR meselesi, Türkiye’nin Suriye ve Ortadoğu politikalarında bir kesişim noktası ve bam telidir. Suudi-Katar-Türkiye üçgeni, ABD’nin ikna olmaya niyet göstermediği bir Sünni eksen yaratma çalışmasında, ABD’den hayli bağımsızlaşmaya yol açar görünmektedir. Rusya, İran ve Çin’in kendi bölgesel çıkarlarına uyumlu olan ve Suriye ardında duran politikaları, ABD’nin bölgesel elini hayli tutuklaştırırken, RTE’nin Türkiye’yi dizginlerinden boşaltma çabaları ve özellikle bölgede verdiği görüntüyle, ABD’ye sorun oluşturmaya başlayan örgütlere arka çıkılması, büyük abiyi ciddi tedirgin etmektedir. Seçim sonrası, bu denklem çözüm beklemektedir. RTE’de elini kuvvetli tutma babında tık nefes sandığa yüklenmesinin bir nedeni de bundan kaynaklanmaktadır. Yoksa ihtimal olarak ötesini kendisi bile düşünmek istememektedir…

Ortadoğu meselesi sadece bir dış politika ve komşularla ihtilaf sorunu değil, onun iç uzantısı olan Kürt Meselesiyle de ilgilidir. Seçim karşıtı aktörü olarak RTE’nin HDP’ye verdiği mücadele, bu bağlamdan yukarıda biraz değerlendirilmiştir… Aynı fasıldan olmak üzere, seçim sonrası bu konuda her türlü kaygan zeminde şekillenecek bir ip cambazlığı memleketi beklemektedir. Ancak ilginç olan KCK eşbaşkanı Cemil Bayık’ın Kandil’den verdiği röportaj ve mesaj hayli çarpıcıdır. Bayık’ın niyet okumasına bakılırsa, RTE’nin seçim sonrası hedefi, barış çubuklarının gömülmesi ve silahsız dönemin bitmesidir… Eğer bu değerlendirme doğruysa RTE hem içte ve hem de dışta her türlü savaşı göze almış bulunmaktadır. Bu da seçim sonuçlarının bir restorasyon kurgusuyla uyuşmadığına delil oluşturmaktadır. Kısaca kriz daha derinleşmeye mutlak adaydır…

Geçen yazıda da vurgulamıştım; seçim furyasının hararetinden, çok da derinden duyumsanmayan bir yeniden silkiniş gelişmektedir. Metal işçileriyle başlayan ve sarı sendika ile MESS’i karşısına alan, gelişmekte olan işçi eylemliliğinin içine yapılacak soldan desteğe bile kendini kapayan grevler, Haziran halkının uyanışında yeni bir boyuttur. Bu grevler nedeniyle ve bir defa daha iyi anlaşılmıştır ki, kendinden menkul bir sınıf öncülüğü akıllara zarardır. Zira sınıfın içinde olmayan ve bağı bulunmayan bir öncülüğün kendini ifadesi, sınıf partisini dinamo falan kılamamaktadır. Kısacası işçi sınıfı seçimden sonraya kendini yeniden kurgulamaktadır…

***

Haftaya Perşembe sandıklar kapanalı ve oylar sayılalı beş gün geçmiş olacak. Anlatılmaya çalışılan belirsizliklerin pek çoğu üzerinden bulutlar da kalkacak. “Ya Herrü; Ya Merrü” çoktan görülmüş ve “olmak ve olmamak” üzerinden ilk değerlendirmeler de yapılmış olacak…

Haziran halkı adına bir olumsuzlukla karşılaşılırsa, bu dünyanın sonu değildir. Zira AKP hanesine yazılacak bir başarısızlık da Haziran halkının hemen kurtuluşu olmayacaktır. O nedenle soluğumuzu ve enerjimizi, sabırlılığa ve serinkanlılığa yazmak ve bu hayat deneyimlerinden sahici ve halkçı çözümler üretmek boyun borcu sayılmalıdır.

Başta söylenenle sözü bağlamalıyım…

Ben kendi hesabıma sandık başında ve bir oyumla olacağım. Kime, niye, nasıl, neden oy vermem gerektiğinin ayrıntılarından ziyade, “kime niçin oy vermeme bilinciyle” ve gericiliğin soluğunun kesilmesinin, ona enerji taşıyan bir destekten daha evla olduğu cihetiyle görevimi yapacağım.

Haziran Direnişinin ve Birleşik Haziran Hareketinin örgütlü öngörüsüne sadık kalarak…

Yani Haziran Halkından bir sıra neferi olarak…

Emeğin Cumhuriyeti sevda ve mücadelesinden vazgeçmeden…



Yeni Başlık  Cevap Yaz



Forum Ana Sayfası

 


 Bu konuyu 1 kişi görüntülüyor:  1 Misafir, 0 Üye
 Bu konuyu görüntüleyen üye yok.
Konuyu Sosyal Ortamda Paylas
Benzer konular
Başlık Yazan Cevap Gösterim Son ileti
Konu Klasör 'Hayırlı' hesaplar…-Ender HELVACIOĞLU melnur 0 3070 05.05.2017- 02:47
Konu Klasör Türkiye'de bütün hesaplar altüst oldu melnur 0 3358 03.08.2013- 14:43
Konu Klasör 7 Haziran’da +1 olan, 8 Haziran’a -1 olarak girer umut 0 3375 04.06.2015- 11:21
Konu Klasör Haziran’dan sonra Haziran denizcan 2 3119 06.07.2015- 08:36
Konu Klasör İki Haziran umut 0 3775 24.05.2014- 22:13
Etiketler   Haziran:,   İhtimaller,   hesaplar,   planlar
SOL PAYLAŞIM
Yasal Uyarı
Sitemiz Bir Paylasim Forum sitesidir Bu nedenle yazı, resim ve diğer materyaller sitemize kayıtlı üyelerimiz tarafından kontrol edilmeksizin eklenebilmektedir. Bu nedenden ötürü doğabilecek yasal sorumluluklar yazan kullanıcılara aittir. Sitemiz hak sahiplerinin şikayetleri doğrultusunda yazı ve materyalleri 48 Saat içerisinde sitemizden kaldırmaktadır.
Bildirimlerinizi info@solpaylasim.com adresine yollayabilirsiniz.
Forum Mobil RSS