SolPaylaşım  
Ana Sayfa  |  Yönetim Paneli  |  Üyeler  |  Giriş  |  Kayıt
 
OTURUYORSAN KALK; AYAKTAYSAN YÜRÜ; YÜRÜYORSAN KOŞ!
Yurt ve dünya sorunlarına soldan bakan dostlar HOŞGELDİNİZ .Foruma etkin katılım yapabilmeniz için KAYIT olmalısınız.
Yeni Başlık  Cevap Yaz
Kimler “restoratör” olacak?           (gösterim sayısı: 3.158)
Yazan Konu içeriği
Üye Profili boşluk
umut
[ umut yarın ]
Yasaklı
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 12.09.2013
İleti Sayısı: 3.105
Konum: Gizli
Durum: üye uzaklaştırılmış
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder


Konu Yazan: umut
Konu Tarihi: 03.07.2015- 13:13


Kimler “restoratör” olacak?
Mesut Odman



Kimler “restoratör” olacak?

Yanıtlamak zor görünüyor.

Zorluk, bir yanıyla, burjuvazinin uzun zamandır nitelikli siyasetçi çıkaramamasından kaynaklanıyor, denebilir. O kadar ki, bugünden geriye doğru gidilerek terimin teknik içeriğini genişleten anlamda bir tür kalibrasyon testi uygulansa, belli bir kaliteyi tutturduğu kabul edilebilecek burjuva siyasetçilerinin en son ortaya çıkışları ta altmışlı yılların ortasına kadar dayanıyor. Başka bir anlatımla, aynı işlem eskiden yeniye gelinerek yapılırsa, o zamanlardan bugüne doğru, burjuva siyasetinde öne çıkanların, git gide niteliksizleştikleri apaçık görülebiliyor. “Sol Meclis”in 21 Nisan 2002 tarihinde İstanbul’da düzenlediği “Türkiye için Sosyalist Seçenek” başlıklı toplantıya sunduğum bildiride, bunu, bizdeki burjuvazinin başlıca politik sıkıntılarından biri olarak şöyle anlatmışım, “toplantı notları” alt başlığıyla yayımlanmış kitaptan aktarıyorum:

“(…) Türkiye burjuvazisi, hemen herkesin açıkça görebildiği ve kendisinin de artık kanıksanmış bir çaresizlik olarak kabullendiği bir siyasi kadro yetersizliği içindedir. Bu sonucun ortaya çıkmasında, buraya kadar değindiğimiz etkenlerin yanı sıra, uzun bir süre boyunca, hep sopa göstererek ve sık sık da sopayı kalkan başlara indirerek yönetebilmiş olmanın payı vardır. Şu tablo sözünü ettiğimiz yoksullaşmanın boyutlarını anlatmaya yeter: Burjuvazinin yarım yüzyıla yaklaşan bir dönemde yetiştirebildiği önemli politikacı sayısı ikidir ve verdikleri son görüntüler bakımından, bunlardan biri pek çaresiz kadro yenileme arayışları sırasında kendi kalelerine attıkları golle saf dışı bırakılmasıyla, öbürü ise biyolojik ömrünün sonlarında, belki de insanlık dışı nitelemesini hak edecek zorlamalarla ayakta tutulurken sergilediği doğal, ama acınası zaaflarla belleklerde kalacaktır.”      

Bugünün gündemindeki restorasyonun olası baş oyuncularını adlandırmaktaki güçlüğün öteki kaynaklarından biri ise şurada aranabilir: Gittikçe karmaşıklaşan bölgesel durum, ülkenin sonu belirsiz bir sıcak savaşa sürüklenme olasılığını da içermek üzere, önceki restorasyon çabalarına, örneğin, üzerinden daha yirmi yıl bile geçmedi dediğimiz bir öncekine oranla çok daha büyük bir önem kazanmış bulunuyor.

Bununla birlikte, zor mor, sonuç olarak burjuvazi bir restorasyon denemesine girişecekse, evet, restorasyon dediğimizin, devrimdeki kadar olmasa bile, bir deneme yanı var, hiçbir biçimde başarı kesin değil, dolayısıyla, son çözümlemede bir denemeden söz edilebilir ve bunun yürütücüleri anlamında restoratörlerin bulunması gerekir. Eğrisi doğrusuna denk gelirse, bu girişimin başarı şansı artabilir. Ama o eğri ile doğru pek öyle denk gelebilecek gibi görünmüyor denilirse, o zaman, iş tümüyle planlamanın başarısına kalır ki, bu da şansın iyice azalması demektir. Öyledir; çünkü, kim ne derse desin, kazandıkları tecrübe, her tarafa yayılma ve hükmetme gücü, ayrıca gelişmiş teknolojik imkânlar, şu bu, pek elverişli sayılsa bile, adı batasıca sınıfın doğası, bu sözcük fazla kaderci görülebilir, değiştirelim, birikimi ve/veya alışkanlıkları, kendi geleceğini akla dayanarak öngörüp ona göre davranma anlamındaki planlamaya pek de uygun sayılmaz. Ayrıca, hangi sınıfın yürüteceği ya da hangi sınıf adına yürütüleceği bir yana, bu işler o kadar da plana programa gelmez.

En son birkaç cümleyi geniş zaman kullanarak yazmış bulunuyorum; dolayısıyla, dikkatli ve takipçi okurlar, geçen yazımdaki “yöntemsel” parantezi hatırlayarak, bunları geçerliliği az çok ortaya çıkmış kuramsal genellemeler olarak düşündüğümü varsayabilirler.

Şimdi, başlıktaki soruya dönerek devam edelim.TKP’nin 29 Ekim 2012’de Ankara’da düzenlediği “Sosyalist Cumhuriyet Kurultayı”nda konuşurken restoratörlerin ruh durumuna ilişkin bazı özelliklere değindiğimi hatırlıyorum. En belirgin ikisi   korku ve güven ya da özgüven olmak üzere, restoratörlerde, birbiriyle çelişik ya da tutarsız duygular ile davranışların bir arada bulunmasını   ve bunların göstergelerinin eşanlı olarak ortaya çıkabilmesini, bu özelliklerin başlıcaları olarak belirtebiliriz.

Bu hatırlatmaya, bir de, Yalçın Küçük imzalı ve geçen hafta sözünü ettiğim Hepileri yazısından şu saptamayı ekleyelim:

“Büyük tehlikeleri geride bırakmış olmak, ancak hâlâ önemli tehlikelerle yüz yüze kalmak, belki de restorasyonun motorlarından en önemlisidir.”

Tümünü birlikte göz önünde bulundurarak akıl yürütmeyi sürdürürsek, ulaştığımız nokta şu oluyor: Yirmi yıl öncenin baş rol oyuncularından hiçbiri ya biyolojik ya da siyasal anlamda hayatta değil,   konumları bakımından bugünkü “muadilleri” ise, bu denkleri yahut eşdeğerleri demek oluyor, sadece konumları açısından öyleler. O halde, olası restoratör adayları, en üstünden en altına her mertebedeki politikacısından asker ve sivil bürokratına kadar, buna kapitalist sınıfın işinde gücünde görünmeyi tercih edeninden siyaset sahnesinde açıkça yer almış ve/veya görevlendirilmiş olanlarına kadar kaymak tabakasını da katabiliriz, hepsi,   işi güçleştirecek ölçüde yeterlilikten uzak görünüyorlar. Buradan yola çıkarak ve bütün o potansiyel adayların korku ile güven arasında gidiş gelişlerinin inanılması güç bir hızla gerçekleşebildiğini de ekleyerek, baş oyuncular konusunda bu defaki restorasyon girişiminin başarı şansının ya da oranının oldukça düşük düzeylerde kalacağını tahmin edebiliriz. Ek bir tahmin olarak, başarı oranının dış etkenlerin ve aktörlerin katkısına şimdi çok daha fazla muhtaç olduğunu ileri sürmek de doğru görünüyor.

Öte yandan, aynı kurultayda altını çizdiğim ve bugünden bakıldığında doğrulandığı görülen birtakım öngörülere değinmenin de şu andaki tartışmamız açısından yararlı bazı ek açıklıklar getirebileceği kanısındayım.

Bunların ilki, Sosyalist İktidar Partisi’nin Eylül 1994 tarihini taşıyan siyasi raporundan:

“Türkiye’nin yakın geleceğinde burjuva siyasetinin en önemli unsurunun dinci gericilik olacağı ortaya çıkmıştır. En önemli unsurdan kasıt, en güçlü veya burjuva sınıfının en belirgin tercihi olmak değildir. Dinci gericiliğin önemi, Türkiye’de yeni oluşacak siyasal ve toplumsal dengelerde ‘değişim’in öznesi olmaya adaylığıdır. (…) Hareketin yıllarca devletin merkezinden dışlandığı varsayımı, Refah demagojisinin sermayeye ne kadar yakın ve bağlı olduğunun anlaşılması ve Türkiye’deki ideolojik çözülme sayesinde geçerliliğini yitirmiştir.”

Tarihleri özellikle belirtiyorum ve, yazının çok uzayabileceğini düşünerek, o tarihlerde olup bitenlere girmeden herkesin belleğine, yaşı tutmayanların ise sorup soruşturma becerisine güvenmeyi tercih ediyorum.

Az önceki alıntıda sergilenen öngörü gücünün bir benzerini, aynı partinin Şubat 1997 konferansındaki şu saptamada da fark etmemek mümkün değil:

“ (…) dinci hareketin burjuva siyasetinin merkezinde elde ettiği yer, bazı açılardan kalıcıdır.   Sermaye sınıfı Refah’ı bir merkez partisi olarak vaftiz etmek istemektedir. Bunun koşulu ise özelleştirmelerden başlayarak bir dizi alanda bu partinin kapitalist programı tereddütsüz bir biçimde ve hızla uygulamaya geçirmesidir.”

O kurultayda yukarıdaki satırları aktardıktan sonra, RP’nin bu koşulu yerine getirmeye ömrü vefa etmemişti, ama onun isyankâr görünümlü itaatkâr çocuğu AKP, Kemal Derviş programını hiç nazlanmadan sahiplenerek sürdürmüş ve daha fazlasını da yaparak sermaye sınıfının merkez partisi olmayı hak etmiştir, demiştim. Hak etmiş olduğu yolundaki düşüncemi şimdi de koruyorum. Hak etmekle hak ettiğini almak arasındaki açı ise ayrı bir konudur; her zaman ve her özne için var olmuştur.

Bitirmeden, bir öykünün hoşluğundan neden yararlanmayalım?

Çokça bilinen bir öyküdür; ama, yanlış bilmiyorsam anonim bir nitelik taşıdığına göre,   bazı yorum ve biçem katkıları da ekleyerek, burada tekrarlamakta yarar var. Bir kez, bilmeyenler olabilir; ikincisi,   hem bilenler hem de bilmeyip burada yeni okuyacaklar için gündemimizdeki konunun hiç değilse bir yanını gülümseterek vurgulamak bakımından işe yarayabilir.

Zamanın birinde, padişah hazretleri, yüklüce bir vergi salmış kullarına, üstelik iki dudağının arasından çıkacak bir buyruğa bakan birtakım malların fiyatlarını da hatırı sayılır ölçüde artırmış. Lâkin, öyle cahil cühela bir zorba olmadığı için hemen de başvezirini huzura çağırmış ve ödevini bildirmiş: “Gönder bakalım adamlarını ahalinin arasına, ne der,   ne ederler?” Buyruğu yerine getiren başvezir, yeterli veriyi topladıktan sonra, demek üç gün beş gün, belki bir iki hafta geçince, huzura çıkmış ve “Hünkârım, durum parlak görünmüyor; ahali homurdanmakta ki, sormayın gitsin!” “Peki” demiş padişah;   ama aradan çok da uzun bir süre geçmeden, yeni bir vergi daha salmakla kalmamış, öncekinden aşağı kalır yanı olmayan zamları da ferman buyurmuş. Hemen ardından, aynı ödevi tekrarlamış başvezir için. Yine yeterince veri toplandıktan sonra, rapor gelmiş: “Aman sultanım, ahalinin homurtusu dünyayı tuttu. Yalnız homurdanmayla kalsa, yine iyi, sizin için ettikleri lafları tekrarlasam, başımı vurdurursunuz.”   Aldırmamış sultan, “İyidir, iyi” demiş; çok geçmeden, yeni bir vergi daha koymakla birlikte eskilerin de oranlarını artırırken, yüklüce zamların yanı sıra, “akşam namazından sonra dışarı çıkmak yasak, yatsıyı da herkes evinde kılsın” diyerek asayişi de sağlama bağlamış. Ancak, halkın nabzını tutmaya yönelik önlemini yine ihmal etmemiş elbet. Gereken nabız yoklamalarının ardından sultanın huzuruna çıkan başvezir ise, bu kez, pek rahat, bir o kadar da şaşkın görünüyormuş: “Padişahım, ben pek anlayamadım ama, telaşa lüzum yok, her şey yolunda; ahali meydanlarda toplaşmış, zil takıp oynuyor.” Tam tersine, sultanda bir telaş, bir telaş, azarı basmış: “Anlamayacak ne var bre gafil! Derhal kesin vergiyi de zammı da, yasağı da, vaziyet sarpa sarıyor!”    

Bu öykünün konumuzun bütünüyle değil, bir bölümü ile, nerede durmak gerektiğinin belirlenmesi ile ilgisini kurmakta güçlük olmasa gerek. Ezip çiğnemekte çok fazla ileri giden bir düzen mutlaka biraz frene basmak, daha ileri mevzilerin peşinde koşmaya ara verip elde etmiş bulunduklarını sağlama almak, bunun için de, gerekiyorsa, bazılarından geri çekilmek ihtiyacı duyar. Böyle zamanlarda, düzenin dışındakilerin, aslında içinde ve temelinde yer alıp var olmasını sağlamakla birlikte ondan bir çıkarı ve umarı bulunmayanların ne yaptıkları, destek mi oldukları, olmasalar bile seyir bakmakla mı yetindikleri, yoksa eylemli bir karşıtlık içine mi girdikleri, belirleyici bir önem taşır.  

Bütün tahmin ve değerlendirmeler bir yana, şu gerçek açık seçik görülebilir duruma gelmiştir: Aradan geçen süre daha yirmi yılı bile bulmadan yeni bir restorasyon ihtiyacının doğmuş olması, artık bu giysinin yama ve dikiş tutmaz olduğunu gösteriyor. Buradan şu soruya geçilebilir: Durmadan kendini onarma zorunluluğu yaratan bu düzenin iflah olmazlığı karşısında, ondan acı çekenlerin tutumu, etkileme gücü ne olacak, nasıl olacak? Yirmi yıl önce, esas itibariyle, seyir bakma konumundan öteye gidememişlerdi.

Bugün de konumlarının çok farklı olabileceğini gösteren bir işaret bulunmuyor. Ancak, sınıf mücadelelerinin teori ve pratiğinden öğrendiklerimiz, buna benzer cümleleri yazıp söylerken, mutlaka, “şu anda” ya da “şimdilik” türü eklemeler yapmamızı gerektiriyor ve bu eklerle ima ettiğimiz zaman aralıkları, kendimizi bile şaşırtacak kadar kısa sürebiliyor.



Yeni Başlık  Cevap Yaz



Forum Ana Sayfası

 


 Bu konuyu 1 kişi görüntülüyor:  1 Misafir, 0 Üye
 Bu konuyu görüntüleyen üye yok.
Konuyu Sosyal Ortamda Paylas
Benzer konular
Başlık Yazan Cevap Gösterim Son ileti
Konu Klasör Türkiye solundaki oryantalistler kimler? melnur 0 3491 20.08.2013- 17:02
Konu Klasör Şeyh Sait'i bu yıl kimler andı: Cumhuriyet düşmanı bir gerici... melnur 3 2658 13.12.2023- 19:05
Konu Klasör Ne olacak şu CHP’nin hâli? melnur 0 3435 17.10.2016- 04:58
Konu Klasör 25 Mart'ta ne olacak toplumcu 9 13978 25.03.2014- 21:46
Konu Klasör Her şey çok güzel olacak... melnur 14 9478 17.08.2019- 10:13
Etiketler   Kimler,   “restoratör”,   olacak
SOL PAYLAŞIM
Yasal Uyarı
Sitemiz Bir Paylasim Forum sitesidir Bu nedenle yazı, resim ve diğer materyaller sitemize kayıtlı üyelerimiz tarafından kontrol edilmeksizin eklenebilmektedir. Bu nedenden ötürü doğabilecek yasal sorumluluklar yazan kullanıcılara aittir. Sitemiz hak sahiplerinin şikayetleri doğrultusunda yazı ve materyalleri 48 Saat içerisinde sitemizden kaldırmaktadır.
Bildirimlerinizi info@solpaylasim.com adresine yollayabilirsiniz.
Forum Mobil RSS