SolPaylaşım  
Ana Sayfa  |  Yönetim Paneli  |  Üyeler  |  Giriş  |  Kayıt
 
OTURUYORSAN KALK; AYAKTAYSAN YÜRÜ; YÜRÜYORSAN KOŞ!
Yurt ve dünya sorunlarına soldan bakan dostlar HOŞGELDİNİZ .Foruma etkin katılım yapabilmeniz için KAYIT olmalısınız.
Yeni Başlık  Cevap Yaz
Cumhuriyeti nasıl kutlayacağız?           (gösterim sayısı: 3.627)
Yazan Konu içeriği
Üye Profili boşluk
umut
[ umut yarın ]
Yasaklı
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 12.09.2013
İleti Sayısı: 3.105
Konum: Gizli
Durum: üye uzaklaştırılmış
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder


Konu Yazan: umut
Konu Tarihi: 28.10.2015- 12:27


Cumhuriyeti nasıl kutlayacağız?
Can Soyer  
 

Malum, yarın 29 Ekim. Ülkemizde cumhuriyetin kuruluşunun yıldönümü. İsteyen kutlayacak, isteyen anacak.

Fakat kutlanan ya da anılan şey, esasında bir yokluk artık. Yani 29 Ekim’de kutlanan cumhuriyet bir süredir bir boşluk, bir yıkıntı.

Emperyalizmin, sermaye düzeninin, gericiliğin el birliğiyle; emek, halk, aydınlanma düşmanlığıyla; aşındıra aşındıra gelen uzun yılların ardından sert darbelerle yerle bir edildi cumhuriyet.

Bilinen hikayedir; cumhuriyet, “eski rejim”e karşı mücadelesinin sonucunda burjuvazinin öncülüğünde kurulmuş bir siyasal düzendi. Tek başına burjuvazi değil tabi; hatta iş sokaklarda barikat kurmaya, kanını akıtmaya, zorbaları alaşağı edip hesap sormaya geldiğinde, daha çok da yoksul emekçilerin, köylü ve işçilerin, halkçı aydın ve sanatçıların emekleriyle hayat buldu cumhuriyet.

O zamanlar burjuvazinin cumhuriyete ihtiyacı vardı velhasıl. İşini gördü, ihtiyaç ortadan kalktı. Cumhuriyet, yavaş yavaş, adım adım çürütüldü, kurutuldu, öldürüldü.

Şimdi bir yokluk, ancak eksikliği söz konusu olduğunda adı zikredilen, hatırası yaşantılarımızın içinde derin derin zonklayan bir yokluk olarak söz edebiliriz cumhuriyetten.

***

Öte yandan, bir yıkıntıya dönüşmüş cumhuriyetin, ülkemizde hala en canlı mücadelelerin konusu olması açıklanmaya muhtaçtır.

Öyle ya, madem artık bir cumhuriyet yok, madem geçmişteki cumhuriyetin yerinde kocaman ve karanlık bir boşluk sırıtıyor bizlere, madem cumhuriyet eski zaman savaşlarında yağmalanmış kentler gibi talan edilmiş durumda, o halde neden hala bir cumhuriyet mücadelesinden, eşit, özgür, kardeşçe bir yaşamın zeminini kuracak siyasal ve toplumsal düzen arayışından vazgeçilmiyor?

Vazgeçilmiyor, çünkü burjuvazinin ihtiyacı değilse de, ülkemizin işçilerinin, kadınlarının, gençlerinin, Kürtleri ve Alevilerinin, kısacası insanca ve barış, adalet, refah içinde yaşamak isteyen emekçi halkın bir cumhuriyete ihtiyacı sürüyor.

Cumhuriyet, hem kurumsal hem düşünsel boyutlarıyla laikliğin, aydınlanmacılığın, eşitlikçiliğin, kamuculuğun, dayanışmacılığın, yurttaşlık ve yurtseverliğin, kardeşliğin ve halkçılığın çerçevesini çizmeye devam ediyor.

Cumhuriyetin ötesine ya da berisine geçmeye niyetlenen her arayışın, bir yerden sonra laiklikten, kamuculuktan ya da halkçılıktan mahrum kalması sebepsiz değil.

Zaten burjuvazinin mantığı da aynı şekilde işlemedi mi? Eşitlikçiliği, kardeşliği, yurtseverliği bir kenara atmanın en kısa yolu olarak cumhuriyeti yıkmaya girişmedi mi?

Demek ki, tarihin mantığı, burjuvazinin mantığı ile tersten buluşuyor. Burjuvazinin ilk elden çıkardığı cumhuriyet, bizim ilk kazanmamız gereken cephe oluyor. Cumhuriyet için mücadele etmeden, yeni bir cumhuriyeti kuracak toplumsal iradeyi şekillendirmeden, ne laiklikten ne kardeşlikten ne de özgürlükten bahsedilebiliyor.

Sosyalizm için, eşit, özgür ve kardeşçe bir ülke için cumhuriyet farz oluyor.

***

Bugün cumhuriyet fikrine mesafeli durmanın mazereti olarak öne sürülen geçmişin kanlı, baskıcı, inkarcı uygulamaları, esasen tam da burjuvazinin cumhuriyeti bizden söküp almak için yaptıklarıdır.

Oysa cumhuriyet fikrinin geleceğe uzanan ufku, bırakın tüketilmeyi, daha kat edilmemiştir bile. Cumhuriyet, daha gerçek sahiplerinin, emekçilerin eline geçmemiştir. Bu yüzden, cumhuriyet, hala ve hatta ivedilikle bizim ihtiyacımızdır. Ne sermaye sınıfı ne de halk düşmanları; cumhuriyete ihtiyacı olan Türkiye’nin eşitlik ve kardeşlik arzusundaki halkıdır.

Sömürüyü, baskıyı, aşağılanmayı kim yaşıyorsa; kimin içkisine, eteğine, yönelimine müdahale ediliyorsa; kim okumak ya da iş bulmak için din sınavına zorla sokuluyorsa; kim çocuğunun cansız bedenini buzdolabında saklamak zorunda kalıyorsa; kimin kardeşi zırhlı araçların arkasına bağlanıp yerlerde sürülüyorsa; kim ağaçları kesilmesin, dereleri kurutulmasın, parkları yağmalanmasın diye nöbet tutuyorsa; kimler katledilen çocuklarının hesabını sormak isterken suçlu durumuna düşürülüyorsa; kimler arkadaşlarının parçalanmış cesetlerini elleriyle toplamaya mecbur kalıyorsa; ülkemize çöreklenmiş gerici vahşet kimlere saldırıyorsa yani, işte cumhuriyete ihtiyacı olan onlardır.

Üstelik, yeni bir cumhuriyet için, halkçı bir cumhuriyet için, emekçilerin cumhuriyeti için nereden güç alacağımız, sırtımızı nereye dayayacağımız da belli olmuştur. Türkiye, ihtiyacı olan cumhuriyeti kuracak halkçı, dayanışmacı, kardeşlik, adalet, barış ve özgürlük temelli bir iradeye çoktandır sahne olmaktadır. Tekel’den Gezi’ye, Gezi’den bugüne kadar farklı farklı yüzleriyle kendini gösteren şey, işte bu yeni cumhuriyetin üzerine bina edileceği ilerici zemindir.

***

Yarın 29 Ekim. İsteyen kutlayacak, isteyen anacak.

Bize düşen ise, bunlarla yetinmeyip, yeni bir cumhuriyet için mücadeleyi bir adım daha ileriye taşımak olacak. Bizim cephede cumhuriyet böyle kutlanacak.



Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
umut
[ umut yarın ]
Yasaklı
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 12.09.2013
İleti Sayısı: 3.105
Konum: Gizli
Durum: üye uzaklaştırılmış
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder


Cevap Yazan: umut
Cevap Tarihi: 28.10.2015- 12:41


Cumhuriyet
Ergun Çağlayan  


Cumhur sözcüğünün anlamını ileri sayılabilecek bir yaşa kadar bilmezdim. Cumhuriyet, askeri tören demekti bizim nesil için. Askeri nizamda atılan nutuklar, bağırıp çağıran “gomtan”lar, tanklar, tüfekler…

Cumhuriyet sözcüğünün latince eş anlamlısı halk sözcüğünden türemiştir. Ama Osmanlıca’da cumhur hem seçkin bir zümreyi hem alelade bir insan topluluğunu imleyebiliyor. İkisi de halk değil. En doğrusu güncel anlamları yüklü olanıdır diyelim. Cumhuriyet halkçı devlettir diyelim geçelim.

Ülkemiz büyük sermayenin arsız saldırılarının, mezhepçiliğin ve de ırkçılığın ölümcül tehdidi altında. Ama ne biz Kenan Evren nutukları dinleyerek haylazlık etmiş nesil, ne de bizden sonra gelenler Cumhuriyet’in anlamını tam olarak bilemedik. 1980-2000 cumhuriyeti kötü ve hatta cumhur düşmanı olduğu için değil. Bunun daha da dibinin, çok daha kötüsünün yakın tehlike haline geleceğini düşünemediğimizden.

Ama sorun daha büyük: Cumhurcak felaketin farkına vardık, ama oralı olmuyoruz!.. Cumhuriyetçilik ortak paydası, hâlâ çalışmıyor. Yani ülkede doğuştan özürlü büyük sermayeyi koyun bir kenara, diğer sınıfları kesen bir ulusal bütünlük bilinci zayıf. Üstelik diyelim bu zaafiyetin adresi insaların en az yarısı, cumhuriyetçiliğin bizi tarihte geriye, Arap kabilelerine köleliğe götürecek karanlık yollardan uzak tutacak önemli bir mevzi olduğunun farkında. “Hadi canım!” demeyin, kaba bir hissiyat olarak   bugün ülkede kabaca cahiller ve cumhuriyetçiler diye ayırabileceğimiz iki büyük heterojen payda var diye düşünüyorum.

Her iki paydanın da ağırlıklı kesimlerini emekçiler oluşturuyor. Ortada burjuvazinin çözemediği bir kuruluş sorunu olduğundan bile bahsedebiliriz. Öyle değil mi ya, her sıkıştığında gericilikten medet uman, bu refleks genlerine yazılmış olan sınıf burjuvazidir. Karşısında işçi sınıfının hayaletini görünce hilafete geri dönmeye hazır olan, öz be öz bizim burjuvalarımızdır.

Çözülemeden kalan sorunu bir örnekle somutlamaya çalışayım: Merkel küstahlığına karşı Yunan halkı, büyük sermayesi hariç tüm siyasi yelpazesiyle büyük bir tepki verebiliyor. Hatta, “ekmek kapıları” olan Alman turistler ülkede istenmeyenler olarak ilan edilebiliyor! Normal olan buyken, bizde bundan yirmi yıl kadar önce ABD üslerinden kalkan uçaklar Balkan halklarını bombalıyor diye protesto etmeye kalkanlara esnaf, işlerimiz bozuluyor diye polisle birlikte saldırıyordu. Ah gericiler, Cumhuriyet biterse bu coğrafyadaki cumhurun bir Arap kabilesi gibi bile yaşamaya hakkı olmayacağını bilmezler ki…

Bir kısmımız Türkiye halklarının ortalaması, birlikte yaşamayı hak etmiş, bunun sorumluluğunu hisseden insanlardan oluşmuyor diyecektir. Ama açıkçası bunun gerçek olması ihtimaline dahi hep birlikte meydan okumak zorundayız. Cumhuriyetin yaşatılması sorununu, ancak ve ancak, tüm Ortadoğu coğrafyasında etkili olacak şekilde, insanlık tarihinin en ileri atılımlarından birini inşa ederek çözebiliriz.

Peki. Burjuvazimiz tarihsel misyonunu yerine getiremedi ve ülkemiz kendini coğrafi, kentsel, iktisadi, kültürel vs. tek parçaymış gibi görmüyor. Yani ortak paydasını hissedemiyor. Burada iç savaş kapıyı çalmadan önce sola düşen acil görev nedir? Evet sermaye düzeninde artık hayatta olmaz, ama bunu söylemek, ne yazık ki bu soruyu yanıtlamak anlamına gelmiyor…

Cumhuriyet fikri, “Arap finansörlü bölücü imam tüccarlarla da yolumuzu buluruz” diyen Türkiye burjuvazisi tarafından solun önüne terk edilmiş bir altın fırsat mıdır? Yoksa faşizm ve ırkçılıkla kirletilmiş, gençler tarafından sahip çıkılmayan elitist bir ileri yaş nostaljisi midir? Bunu tayin edecek olan sanırım Kürt ve Türk emekçi gençlerinin yani yurttaşların - gerçek hedefleri olan - ortak mücadelesi olacaktır.



Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
umut
[ umut yarın ]
Yasaklı
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 12.09.2013
İleti Sayısı: 3.105
Konum: Gizli
Durum: üye uzaklaştırılmış
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder


Cevap Yazan: umut
Cevap Tarihi: 29.10.2015- 12:32


29 Ekim; hangi Cumhuriyet?
Nurettin Abacıoğlu  
 

Bugün 29 Ekim…

En büyük bayram…

Kimilerine göre, adının hatıra gelmesi bile, sınıf kinlerini, nefret duygularını daha da derinleştiriyor.

Böylece, ‘Yeni Osmanlıcılık’ hayaletini diriltmeye çabalayan bir gericilik ve tutunduğu insanlık dışı vahşet, yurdun her köşesinde kol geziyor…

Oysa Cumhuriyetçiler, Anadolu’nun ilericilik tarihinin en şanlı gününün ne anlama geldiğini, ne anlam taşıdığını çok iyi biliyor…

Çıkış kapısına buradan bakıyor…

Yani bu ülkenin emekçi halk sınıfları, sosyalistleri, komünistleri, damarlarında dolaşan yurtseverliğin, cumhuriyetçiliğin, laik, kamucu, aydınlanmacı bir toplumculuğun, yegâne gelecek ve hayat suyu olduğu bilincine her geçen gün daha çok eriyor. Özgürlük, eşitlik, kardeşlik mücadelesinin yolunun, ancak Büyük Türkiye Devrimiyle taçlanarak utkuya ulaşacağının bilincinde duruyor…

Yani saflarımızın içindeyiz…

Cumhuriyeti savunmak ve ileriye taşımak için mevzide, siperde, barikatta, üniversitenin kürsüsünde, fabrikanın üretim hattında, toprağın, tarlanın sıcağında, kısaca hayatın içindeyiz…

Bizim cenahın büyük gününü kutluyorum…

***

Gün büyük, tamam; oysa geldiğimiz noktada ülke ve emekçi halkın, yani cumhurun kolu kanadı kırık…

Öyleyse soru hangi cumhuriyettir?

Anadolu isyanını, söz yok emekçi halklar yapmıştır.   Cephede öleni, şose yolu yapanı, demiryolunu döşeyeni, tarlayı süreni, fabrikaların bacasını bir bir dikeni, velhasıl cumhuriyeti kuran kurtuluşun ve kuruluşun cumhurudur; o büyük ve emekçi bir ahalidir.

Kuşkusuz cumhur, kendi başına sipere durmamıştır. Kuvvacıların, yani ulusal güçlerin liderliğini Sarı Paşa ki, büyük bir devrimcidir ve arkadaşları yapmıştır. Ne ki, tarihsel koşulların palazlandırmaya devam ettiği egemen bloğun kendisi olan güdük burjuvazi, o haliyle bile iktidar bloğunun içinde hep var ola gelmiş, cumhuriyetin kuruculuğundan nasiplenip, gücüne güç kattığında ve yani cumhuriyete ihtiyaç kalmadığında, bugünün gerici iklimini neredeyse başlangıçtan bu yana ve yeniden Anadolu halklarına dayatmıştır…  

Kurtuluş ve kuruluş başlangıcında, Cumhuriyet, yarına tutunulacak, aydınlanmanın yeni iklimiyken, burjuvazinin iktidara hepten yerleşmesinden sonra 29 Ekimler şekli törenlere dönüşmüş ve cumhur, cumhuriyetin kendinden giderek uzaklaştığını ne yazık ki ancak yenilerde fark etmiştir.

Cumhuriyet, bir devlet aygıtı olarak hayatın içine daldığında, özellikle II. Paylaşım Savaşı sonrasında, demokrasi edebiyatına karşın hiç demokrat olamamış nice hükümetlerin yataklığında ceberutluğa sürüklenip gitmiştir. Bu da doğaldır ki, halkın tepkisini de çok çekmiştir…

Burjuvazi uyanıktır; çıkarını kollamasını, egemenliğini perçinlemesini iyi bilir. Her yolu mubah sayar; halkın inançlarıyla beceriklice oynar ve cumhura verdiği her eza ve cefanın kefaretini 29 Ekim ve Cumhuriyetin üstüne atar. Yani har vurup harman savura, yurdun temellerini kemire kemire bu güne gelmiştir.

Ordusunu NATO bekçisi, meclisini sermaye menfaatleri kollama tetikçisi haline getirmiştir. Yargısı, üniversitesi, esir alınmış ve emperyalizme taşeron kılınmış bir ülke manzarasından, yeniden ‘Yeni Osmanlıcılığa’ soyunma kültü yaratılmıştır…

Kültün adı ‘ileri demokrasidir’. Yani ne çekiyorsak, başımıza gelen felaketlerin bütün nedeni, şimdi kendilerinin koymaya talip olduğu ileri demokrasidir.

Burjuvazi, başlangıçta, yani 29 Ekime erdiğinde, tarihsel olarak devrimciydi. Daha önceki bir toplumsal düzeni yenisiyle değiştirirken, ümmetten, eşit yurttaşa büyük bir sıçrama yapmıştı…

Ne ki, burjuva devriminin, demokratik devrime dönüşmesinde en önemli adım atılamadı. Toprak, ağadan, mütegallibeden alınıp, köylüye, ırgat ve marabaya dağıtılamadı. Cumhuriyetin siyaseten eşit yurttaş kıldığı emekçi, kuruluş döneminde kendi emeğinin ve alın terinin sahibi kılınamadı.

Sonrası hüzünlü bir hikâyedir…

Toprak ağalarının iktidara tırmandığı 1950 li yıllardan bu yana da içi boş bir demokrasi laf-ı güzafıyla ve burjuvazinin dayattığı envai çeşit vesayet mekanizmasıyla bu ülke halkı, canı ve malı pahasına uğraştırılmaktadır.

Demek ki, demokratik cumhuriyetin kökeninde emekçinin sınıf gücü yatmaktadır. Bu silkinmeyi becerecek güç olmadığında ve cumhuriyetin kurulmasında önder olacak siyasi kadrolar içinde sınıf öncüleri yer almadığında, burjuvazi, çıkarına işleyen bir müesses nizam kurmakta hiç geri durmamıştır. Nitekim geri hiç basmadığı gibi, yırttığı damardan günümüze kadar halkın kanını içerek gelmiştir.

Buna rağmen, bu Cumhuriyet bizimdir…

Çalışan, üreten, savaşta ölüme gönderilen; hak için ses çıkardığında boynu vurulup işi bitirilen; el kapısında sermayenin birikimine köle edilen her kimse, bu cumhuriyetin asıl sahibi onlardır.

O nedenledir ki demokratik cumhuriyeti kuracak olan biricik gerçek, sosyalist cumhuriyet olacaktır. Yani emek safları kimden ve nasıl oluşuyorsa, toplumcu şiar ve iktidar bu ülkenin geleceğini kuracaktır…

Bunda kararlı olduğunu gösteren “Haziran” bu 29 Ekimden tezi yok yeniden yola revan olmalıdır.

Bağımsız, birleşik bir hatla, sınıf safında, toplumsal kurtuluş yolunda; haydi ileri…



Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
umut
[ umut yarın ]
Yasaklı
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 12.09.2013
İleti Sayısı: 3.105
Konum: Gizli
Durum: üye uzaklaştırılmış
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder


Cevap Yazan: umut
Cevap Tarihi: 29.10.2015- 12:35


Fatih Yaşlı yazdı: Cumhuriyet ve sol siyaset

"Sosyalistler bir burjuva cumhuriyetine baktıklarında nasıl bir kazanım görebilirler? Saltanatın ve hilafetin tasfiyesi, Tevhid-i Tedrisat yasası, eksikli de olsa laikliğe dair atılan adımlar, aydınlanmacı bir eğitim anlayışı, medeni kanun, tebaadan yurttaşa geçiş, kadın erkek eşitliğine dair yapılanlar…"


Resim Ekleme

Yazıya, Yalçın Küçük’e referansla, Türkiye’de her bir on yılın kendisinden önceki on yıldan farklı olduğunu, farklı toplumsal ve siyasal dinamikleri bünyesinde barındırdığını, dolayısıyla farklı krizlerle, çalkantılarla ve müdahalelerle somutlaştığını, yani her on yılın kendisine özgü bir ruhu olduğunu hatırlatarak başlayayım. Bu hatırlatmadan maksadım ise herhangi bir konuya ya da kavrama dair tartışmalarımızı, ne söylediğimizi ve siyasi pozisyonumuzu belirleyenin tam da o sözünü ettiğim “zamanın ruhu” olması, yani o ruh içerisinden konuşuyor olmamız.  

Cumhuriyet meselesine dair tartışmalarımız da bundan azade değil elbette: 70’ler Türkiye’sinde yaşıyor olsak muhtemelen -kimi genel geçer doğrularımızı dışarıda bırakarak söylüyorum- başka şeyler yazıyor ve konuşuyor olacaktık meseleye dair; bugün, yani 2015 Türkiye’sinde ise o günlerle kıyaslandığında bambaşka şeyler yazıyor ve konuşuyoruz.

Buradan devam edelim. 1970’ler Türkiye’sinde, (özellikle ikinci yarısında) gücünün ve hegemonik etkisinin zirvesinde olan Türkiye solu için Kemalizm büyük ölçüde hesaplaşılmış ve geride kalmış bir burjuva ideolojisidir artık.   Aynı şekil de Cumhuriyet de, azınlıklar ve Kürt sorunu gibi konular yavaş yavaş konuşulur olsa da, esas olarak sınıfsal özüne yönelik eleştirilerdeki yükselişe paralel bir şekilde burjuva cumhuriyeti olarak kodlanmış ve analizlerdeki yerini öylece almış durumdadır. Bu dönemde, doğal olarak, dinsel akımların fazlaca bir etkisi bulunmadığı ve Cumhuriyet düşmanlığı gibi bir mesele Türkiye siyasetinin gündeminde olmadığı için “Cumhuriyet tehdit altında mı, Cumhuriyeti savunmak gerekir mi, sosyalistler cumhuriyetçi midir” gibi soruların etrafında örülen bir Cumhuriyet tartışması yoktur henüz ve 2000’lere kadar da görülmeyecektir zaten.  

1980’ler, Türkiye solcusunun sivil toplumu ve sivil toplumculuğu keşfettiği yıllardır. Bir yanda sınıflar üzeri ve kadir-i mutlak devlet, öte yanda sivil toplum vardır ve tartışmalar da bu minval üzere yürür.   Bir sınıf aygıtı olarak devletle bir rejim biçimi olan cumhuriyetin aynı şey sayılıp özdeşleştirildiği ve öyle değerlendirildiği, İttihatçılıktan Kemalizme ve Osmanlı’dan Cumhuriyete bir süreklilik ilişkisinin tanımlandığı, bu sürekliliğin de “ceberut devlet”te somutlaştığının iddia edildiği zamanlardır bunlar.  

1990’larda sivil toplumculuğun adı İkinci Cumhuriyetçilik olmuştur, devletin sınıfsal karakteriyle hesaplaşma iddiasından artık bütünüyle vazgeçen ve liberalleşen solcuların yeni düşünsel hobisi olarak İkinci Cumhuriyetçilik için 1923 Cumhuriyeti “bütün kötülüklerin anasıdır” adeta ve onun anti-tezi olan İkinci bir Cumhuriyetin kurulmasıyla Türkiye düze çıkabilecektir ancak. Liberaller ve liberal solcular İkinci Cumhuriyet tartışmasını hummalı bir şekilde yürütmektedirler ama aynı dönemde sosyalistler de Kemalizm ve Cumhuriyeti yeniden ama başka bir bağlamda tartışmaya başlamışlardır bu sefer: Kürt sorunu bağlamında.

PKK 1970’li yıllarda kendi ideolojik hattını oluştururken Kemalizmi de Cumhuriyeti de, haliyle Kürt sorunu bağlamına yerleştirir ve öyle okur. Kürdistan’ın bir sömürge olduğu yönündeki tez üzerine kurulu olan bu okuma biçimine göre Cumhuriyet bir sömürge rejimi, Kemalizm de bir sömürge ideolojisidir. 1990’lar Türkiye’sinde siyasete damgasını vuran gelişme Kürt hareketinin yükselişi ve bunun beraberinde getirdiği savaş olunca, sol da Cumhuriyeti Kürt hareketiyle aynı perspektiften değerlendirmeye başlar: Cumhuriyet, Kürtlere yönelik inkâr, imha ve asimilasyon politikaları demektir. Örneğin “Paradigmanın İflası” bu dönemde yazılır ve solun başucu kitabı olur.

2000’li yıllar ise AKP’li yıllardır ve AKP’nin 13 yıllık iktidarının özellikle 2009-2010’a gelene kadarki kısmı boyunca, Cumhuriyet tartışmalarının belirleyeni, 80’ler ve 90’lardan alınan mirastır. Türkiye tarihini devlet-toplum ikiliği üzerinden okuyan liberal paradigmanın entelektüeller arası bir tartışma olmaktan çıkıp medya aracılığıyla topluma benimsetildiği ve hegemonik hale geldiği bu yıllar boyunca, AKP arkaik Cumhuriyet rejimine karşı demokrasinin temsilcisi olarak görülmüş ve sol tarafından doğrudan ya da dolaylı olarak desteklenmiştir. Ergenekon süreci, bu desteğin bütün çıplaklığıyla görülebildiği tarihsel bir süreçtir. Solun genelinin bu sürece ilişkin tutumu, “yesinler birbirlerini”den “sonuna kadar gidilsin”e uzanan bir olan biteni anlayamama halidir. Ergenekon, Balyoz, ODA TV, KCK ve diğer davaların yeni bir rejim inşa etmek için gereken tasfiyeleri yapmak adına gerçekleştirilen düzmece davalar olduğu anlaşıldığında iş işten geçmiş, AKP-Cemaat koalisyonu devlet aygıtının yeni sahibi olmuştur.  

2010 sonrasında ise manzara yavaş yavaş değişmeye başlar. 1980’ler ve 90’lar boyunca sivil toplumculuk virüsünü kendisinden uzak tutmayı başaran ve AKP’ye en başından beri en ufak bir kredi açmamış olan bir siyasal hat, Ergenekon sürecini de doğru bir şekilde okur ve anlaşılabilir kaygılarla en başta biraz çekingen davransa da, meselenin adını çok geçmeden “rejim değişikliği” olarak koyar. AKP’nin sıradan bir parti olmadığı, 1923 paradigmasını tasfiye etmek istediği ve Cumhuriyetin kazanımlarına dair elde kalan ne varsa ona yönelik büyük bir saldırı dalgasıyla karşı karşıya olunduğu tespiti yapılarak söylemin merkezine yerleştirilir ve son derece önemli bir ideolojik müdahalede bulunulur. Yazının sorunsalı değil ama geçerken belirtelim, bu siyasi hatta yönelik yapılabilecek en büyük eleştiri, söyleminin merkezine yerleştirdiği bu tespitlerin gereğince bir siyasi müdahale girişiminde bulunmamış olmasıdır.

İşin aslına, yani “ideolojik müdahale” kısmına gelecek olursak, “Cumhuriyetin kazanımları”nın savunulması, 2010’lar Türkiye’sine ait bir tür “zorunluluk” olarak addedilmelidir. Yalçın Küçük’ün biraz ironik bir şekilde söylediği gibi “biz sosyalisttik, AKP bizi Kemalist yaptı” sözü tam da zamanın ruhunu ortaya koymaktadır, çünkü Cumhuriyet çökertilmek üzeredir. Kuşkusuz sosyalistlerin Kemalist falan olduğu yoktur ama “Cumhuriyetin kazanımları”na bir barikat örülmüş, burası kırmızıçizgi olarak belirlenmiş ve bunun gerisine düşülmemesi gerektiği açık seçik bir şekilde ortaya konulmuştur. Çünkü AKP, üst ilkesi ve kurucu paradigması İslam olan bir rejim inşasını yürürlüğe koymuştur ve bu inşanın söylemsel inşası Osmanlı’ya atıfla yapılmakta, Cumhuriyet hedef tahtasına yerleştirilmektedir.

“Cumhuriyetin kazanımları” ile kastedilen nedir peki? Sosyalistler bir burjuva cumhuriyetine baktıklarında nasıl bir kazanım görebilirler?

Sorunun yanıtı kimi solcularımız için hala pek anlaşılır olmasa da, bizim için gayet açıktır: Saltanatın ve hilafetin tasfiyesi, Tevhid-i Tedrisat yasası, eksikli de olsa laikliğe dair atılan adımlar, aydınlanmacı bir eğitim anlayışı, medeni kanun, tebaadan yurttaşa geçiş, kadın erkek eşitliğine dair yapılanlar…

Bunların hepsi eksikli gediklidir, hepsi eleştiriye açıktır, hepsinin geç gerçekleşmiş bir burjuva devriminin asker-sivil bürokrat taşıyıcılarının sınıfsal ufkuyla sınırlı olması gibi bir gerçeklik elbette ki söz konusudur, ancak bunlar yirminci yüzyılın başındaki bir köylü toplumu için önemli, büyük, radikal adımlardır ve hele hele günümüzde bu önemi tartışmak dahi abestir. “Günümüzde” ile kastedilenin ne olduğu ise bellidir: Saraydan yönetilen bir ülke, halife olup olmayacağı tartışılan bir Cumhurbaşkanı, ilkokul birinci sınıf seviyesine indirilmiş olan din dersleri ve hayatın her alanını kuşatmaya çalışılan dinci gericilik; yani topyekun bir dinselleşme süreci.

O halde “cumhuriyetçilik (Kemalistlik değil) günümüz Türkiye’sinde siyaset yapmak isteyen bir sol özne için olmazsa olmaz önemdedir” demek kaçınılmaz hale gelmekte, “solun yeni bir Cumhuriyet kurmak adına, Cumhuriyetin kazanımlarını sahiplenirken, bu kazanımların yitip gidiyor olmasından endişe duyan ve hayli kalabalık olduğunu Gezi’den beri bildiğimiz bir toplamla temas kurması gerekir” diye de eklemek gerekmektedir.

Bunu bir çırpıda söylemek kolaydır elbette ama mesele tam da bunun nasıl yapılacağı sorusunda düğümlenmektedir. Günümüz Türkiye’sinde, sol siyasetin alanı bir yanda “sosyal demokrasi” öte yanda “radikal demokrasi” tarafından kapatılmış durumdadır ve her ikisinin de dinselleşmeyle özsel bir derdi bulunmamakta, her ikisi de gericilikle mücadeleyi bir gündem başlığı olarak görmemektedir.

AKP’nin geriletilmesi adına yapılan taktik seçim ittifakları, destek açıklamaları, CHP-HDP birlikteliği gibi arayışların ötesinde, Türkiye solunun uzun vadedeki ana hedefi, bu iki parti tarafından kapatılan alana müdahale etmek ve kendine bir yol, bir varoluş alanı açarak, Türkiye siyasetinin güçlü öznelerinden, aktörlerinden biri olmak değil midir?

Sorunun yanıtı eğer “evet” ise bunun yolu, Cumhuriyetçi kitleleri kendi siyasi projesine eklemleyebilmekten, onları harekete geçirmekten ve dönüştürmekten geçmektedir. Peki bu nasıl yapılacaktır? Hiçbirimizin elinde sihirli bir değnek yok elbette ama sanıyorum ki 1 Kasım seçimlerinden sonra hepimizin – ama hepimizin- önümüze şapkamızı koyup düşünmesi gerekmektedir. Çünkü, görebildiğim kadarıyla, 1923 paradigmasının sonunun ötesinde, coğrafi sınırlarıyla birlikte de “bildiğimiz Türkiye Cumhuriyeti’nin sonu”na doğru hızla yaklaşılmaktadır ve sol dışındaki bütün siyasi aktörler, kendilerini bu sona hazırlamakta, buna yönelik bir siyasi pozisyon geliştirmeye çalışmaktadırlar. O halde bize düşen bir kez daha “ne yapmalı” sorusunu çok daha güçlü bir şekilde ve acilen sormak olmalıdır.



Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
umut
[ umut yarın ]
Yasaklı
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 12.09.2013
İleti Sayısı: 3.105
Konum: Gizli
Durum: üye uzaklaştırılmış
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder


Cevap Yazan: umut
Cevap Tarihi: 29.10.2015- 12:36


Güray Öz yazdı: Cumhuriyet'ten anladığım

"Kim Cumhuriyeti korumak ya da 'bitti bu iş yenisini kuralım' diyorsa hep birlikte Aydınlanma ışığında yola koyulmakta yarar var."

Resim Ekleme

Güray Öz - İleri Haber

Yeryüzünde iyi, kabul edilebilir bir Cumhuriyet bulunduğunu sanmıyorum. Her zaman önümüzde az sayıda alternatif vardır; biz bunlardan birisi için harekete geçmek, çaba göstermek zorundayızdır. Kuşkusuz tarihsel olarak "en iyisini" seçmek gerekecektir, biz bu konuda oldukça şanslıyız ve sağlam kaynaklara sahibiz. Ama seçme işinde de çok özgür olduğumuzun sanılmasını istemem. Özgürlüğümüz de görecelidir ve zorunluluklar tarafından belirlenmiştir. Bütün bu tatsızlıkların nedeni ise olmaz olası sınıflardır! Tabi o eski zamanlara, tarih öncesi sayılan dönemlere gidelim demiyorum. Gelmişiz bir kere. Ve artık sınıflar dünyasındayız. Onları tarihin çöplüğüne gömene kadar uğraşacağımız, buna zorunlu oluğumuz besbellidir. Sıkı bir kavga olduğu, daha da olacağı, bu güne kadar mek parmak ilerleyebildiğimiz, kimi zaman proletarya devletinden-cumhuriyetinden halk devletine doğru adımlar attığımız zehabına kapılsak da öyle olmadığı çabuk ortaya çıktı; öteki sınıfların dünya çapındaki saldırısı bizi, öyle olmayabilseydi keşke ama başladığımız yere geri gönderdi.

Olsun, tutunabildiğimiz yerde tutunmaya bakalım.

Neredeyiz? Dünyadaki genel gidişe aykırı olmayan bir adım atmayı başarmışız; o genel gidişin güçlü devletleriyle ya da bir imparatorluktan kurtulma çabasındaki devletlerle kapışarak "iyi" bir yere geldiğimizi kimse inkar etmemeli. İyi sözcüğünü tırnak içine almam küçümsediğim için değil, tarih içinde daha iyi bir yere doğru gitme umudumu koruduğum içindir. Kendini şeriat ve fütuhatla tanımlamış bir imparatorluktan bir cumhuriyet çıkarmak kolay iş değildir. Üstelik bunu sınıfların geliştiği bir toplumda değil, köylülüğün, geri toplum biçimlerinin hemen her açıdan egemen olduğu bir kültür ortamında gerçekleştireceksiniz. Zor iştir. Zor iştir; üstelik Batı ile savaşarak Batılı olduğu kuşku götürmez Aydınlanma felsefesinden ilham alarak, onun verileri ve hedefleriyle uzlaşarak yapılmıştır. Dahası o Aydınlanma felsefesi ile akrabalığı kesin olan devrimle de en azından başlangıç döneminde sıkı ilişkiler içinde gerçekleşti bizim zor işimiz.

Kurtuluşun kuruluş dönemi daha sarsıntılıdır. Cumhuriyetin artık hem bir statüye kavuşması, istikrar kazanması, hem de filizlenen sınıflar bir yana, o sınıfların dünyadaki gölgeleriyle ilişkiye geçmesi, sınıflar mücadelesine bir şekilde katılması kaçınılmazdı. Kaçınılmazdı derken keşke kaçınabilseydik demek istemiyorum, ama cumhuriyeti, aydınlanma felsefesini ilerletmek, aşkın bir şekilde yorumlamak isteyenler için uygunsuz koşullarda bir savaştı bu. Yine de kaçınılmaması, çekilen zorluklara, hapislere, işkencelere karşın iyi olmuştur. Tutuklamalar, Mustafa Suphilerin Karadeniz'de boğulması, Nazım'ı yıllarca zindanda tutmalar, Sabahattin Ali'yi ve daha sonra pek çok arkadaşımızın, yoldaşımızın öldürülmesi, hala sürüp giden kırımlar, kıyımlar cumhuriyetin hanesindedir. Cumhuriyetin kabahati değil ama Cumhuriyeti ideolojik olarak belirleyen sınıfların ve onların siyasetçilerinin hanesi demek istiyorum kuşkusuz.

Demek ki cumhuriyeti başka türlü belirlemek de mümkündür. Mümkündür ve bu belirlemeyi de mümkün olan en kısa zamanda yapabilmek gereklidir. Çünkü yine içinde bulunduğumuz tehlikeli dönemeçte cumhuriyetin despotik bir türünü egemen kılmak isteyenler güçlü bir şekilde karşımızda duruyorlar. Pek çok belirtisinin yanı sıra medyanın tek sesli hale getirilmesi, "halk artık yalnızca izin verileni duysun" anlayışının egemen kılınmaya çalışılması bu durumun tipik işaretidir. Şimdi yapılması gereken cumhuriyeti despotik bir cumhuriyete dönüştürmek isteyenlerle sıkı bir kavgaya girişmektir. Sosyalistlerin cumhuriyetle ilişkilerinin kilit noktası da burasıdır. Bu kavgaya yalnız girmek çok da akıllıca bir iş değildir. Yalnız olmayacaksak, anlaşmalar, sözleşmeler, sonra terk edeceğimizi önceden belirleyeceğimiz kimi ittifaklar, cepheler mi kuracağız. Bunların çok anlamlı sözler olduğunu sanmıyorum. Kim Cumhuriyeti korumak ya da "bitti bu iş yenisini kuralım" diyorsa hep birlikte Aydınlanma ışığında yola koyulmakta yarar var.

Artık başta söylediğimiz gibi olmaz olası sınıflar dünyasının kavgasındayız. Cumhuriyet de bu dünyanın mümkün olan en "iyi" formu gibi görünüyor. En iyi diyorum çünkü devletin sönümlemeye doğru gideceğini, gitmesi gerektiğini söyleyenler açısından da bu form tarihsel olarak mümkün olan en iyi formdur.

Türkiye'den söz ediyoruz nihayet; ben de kurtuluş ve kuruluş dönemlerinin inişli çıkışlı zamanlarında tıpkı o günlerin siyaseti gibi inişli çıkışlı bir hayatı olmuş hala da siyasetle ilişkisini zamanın ve zorunlulukların belirlediği bir gazetede çalışıyorum. Adını o tarihsel olarak mümkün olan "iyi" formdan almış o da. Kötü zamanları, iyi zamanları, cumhuriyetin farklı sihirlerinden ve zehirlerinden nasibini o da almıştır. Sayıları iyice azalmış, eskiden öyle denirdi; "refikleri" gibi, baskı altında yaşamaya çalışıyor. Farklı yerlerden, farklı açılardan Cumhuriyet'in ve tabi gazete olanın da canına okuyamasınlar, sıkılmış boğazımızdan özgürlüğün sesi çıkabilsin   diye despotik bir rüzgara karşı hep birlikte direnebilmenin derdindeyiz. İyidir direnmek, Cumhuriyet de iyidir.

Devletin kaybolup gedeceğini vazeden ideolojik iyimserliğin içinde barınabileceği en iyi form odur.

Sonunda devletsiz ve olmaz olası sınıflarsız bir cumhuriyete ulaşmaktır muradımız.



Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
umut
[ umut yarın ]
Yasaklı
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 12.09.2013
İleti Sayısı: 3.105
Konum: Gizli
Durum: üye uzaklaştırılmış
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder


Cevap Yazan: umut
Cevap Tarihi: 29.10.2015- 12:38


Hilmi Yarayıcı yazdı: Cumhuriyet bağımsızlığın sembolüdür

"Yıkılmaya, yok olmaya mahkum bir şekilde Emperyalist işgale karşı direnilerek elde edilen ve zaferle taçlandırılan bağımsızlığımızın sembolüdür Cumhuriyet."


Resim Ekleme

Hilmi Yarayıcı - İleri Haber

Cumhuriyet’in 92. Yıl dönümünü kutlamaya hazırlandığımız bir zamanda iki farklı duyguyu bir arada yaşıyoruz. Bir yandan padişahlık sistemine son vererek, halkın iktidarda söz sahibi olduğu bir Cumhuriyet’i kurmanın onuru ve gururunu yaşarken, diğer yandan Cumhuriyet karşıtlarının kazanımlarımızı bir bir yok etmeye çalışmalarının endişesini bir arada yaşıyoruz.

Küllerinden yeniden doğan genç devletin Mustafa Kemal önderliğindeki kurucularının ilk icraatlarından birisi, yıllarca kul olmaktan öteye geçemeyen Anadolu insanına, ilk kez kendi kendilerini yönetme şansını veren Cumhuriyeti ilan etmek olmuştur. Bu rejimle beraber devlet ile olan kulluk bağı, yerini, herkes için eşit haklar içeren yurttaşlık bağına bırakmıştır.

Bu genç Cumhuriyetin kurucu önderi Atatürk koyduğu hedef, aklın ve bilimin rehberliğinde ileri bir toplum olarak en kısa sürede çağdaş uygarlık düzeyine erişmek, uluslararası ilişkilerde bağımsız ve eşit bir üye olarak demokratik ve lâik kurallar içinde mutlu bir yaşam sürmemizi amaçlayan, çağdaş bir düşünce sistemini hayata geçirmek olmuştur.
Önce hilafete son verilerek Cumhuriyet’in ilanının önü açılmış; Cumhuriyetin ilanı ve sonrasında ise hayata geçirilen harf devriminden   kılık kıyafet devrimine kadar, çağdaş batı uygarlığının hemen hemen bütün değerleri   toplumsal hayatın işleyişinde yer alması sağlanmıştır.

Bu devrimlerden belki de en önemlisi ise 1937 yılında hayata geçirilen “Laiklik” ilkesi olmuştur. Devletin dini ibaresi yerine, laiklik ilkesi konularak, devletin din işlerinde belirleyiciliğine son verilmiş böylece devletin her tür inanca eşit mesafede durmasının yolunu açmıştır. Bu süreçte bir takım olumsuzluklar veya eksiklikler yaşanmış olsa da, dinin kamusal alanın dışında Allah ve kul arasında yaşanan bir ilişkiye çekilmesi başlı başına büyük bir devrim olmuştur.

Dönemin koşulları gereği tam anlamıyla hayata geçirilemeyen “Laiklik” ilkesinin eksikliği bu günlere varan toplumsal ayrışmaların da kaynağını oluşturmuştur. Devletin bin yıllık dinsel temelde yönetimden, bir anda kendini geri çekmesinin yaratacağı sıkıntıyı gören Cumhuriyet kadroları, tekke ve zaviyelerin de kapatılmasının da yaratacağı boşluğu göz önünde bulundurarak Diyanet İşleri Başkanlığı yoluyla oluşacak boşluğu doldurmaya çalışmıştır. Bu da öngörülemeyen bir şekilde bu Başkanlığın giderek İslam’ın tek bir yorumunu temel alarak diğer mezhep ve inançları yok saymasına neden olmuş ve hala toplumumuzun önemli bir kısmını oluşturan Alevi’lerin yok sayılmasını engelleyememiştir. Yine de bu durum Laiklik ilkesinin Cumhuriyet’in en önemli devrimlerinden birisi olduğu gerçeğini değiştirmemektedir.

Devrimler tabi ki bunlarla sınırlı kalmamıştır. Mustafa Kemal ve arkadaşları kurdukları bu yeni sistemde bir çok batı ülkesinden bile önce, kadınlara seçme ve seçilme hakkı verilmesinden, güzel sanatlara kadar bir çok alanda yenilikleri hayata geçirmişlerdir.

Yıkılmaya, yok olmaya mahkum bir şekilde Emperyalist işgale karşı direnilerek elde edilen ve zaferle taçlandırılan bağımsızlığımızın sembolüdür Cumhuriyet. Bu rejimin sağladığı haklarla, bugün Cumhurbaşkanlığı makamında oturan şahsın iddia ettiği gibi, “milletin taciz edildiği” bir sistem olmamıştır Cumhuriyet. Tam tersine kul olarak görülen halkın bireye dönüştürülmesi ve yönetiminde söz hakkı sahibi olmasıdır. Kadının evden çıkarak toplumsal hayatın parçası olmasıdır Cumhuriyet. Cumhuriyet eğitimdir, bilimdir, akıldır.

Cumhuriyet’in çok partili siyasal yaşama geçiş sonucu demokrasi ile buluştuğu tarihten günümüze kadar sağ iktidarların demokratik kazanımlarını sürekli olarak Cumhuriyet’e karşı kullanmaları ibretlik bir tablodur. Özellikle AKP iktidarınca demokrasiye düşman bir tavırla, laik ve demokratik hukuk ilkelerine dayanan devlet yapısının diktatörlükle değiştirilme çabaları adeta içimizi acıtmaktadır.

Önce ekonomik kazanımları birilerine peşkeş çekilerek bir bir yok edilen Cumhuriyetimizin, bu gün siyasi kazanımlarının da yok edilmeye çalışıldığı bir süreçten geçiyoruz.

Ancak biz, yani Türkiye'nin ilerici ve aydınlanmacı halkı, bu kazanımlarımızın yok edilmesine, demokrasi ile taçlandırılan Cumhuriyetimizin bir diktatörlüğe dönüştürülmesine asla ama asla izin vermeyeceğiz.



Yeni Başlık  Cevap Yaz



Forum Ana Sayfası

 


 Bu konuyu 1 kişi görüntülüyor:  1 Misafir, 0 Üye
 Bu konuyu görüntüleyen üye yok.
Konuyu Sosyal Ortamda Paylas
Benzer konular
Başlık Yazan Cevap Gösterim Son ileti
Konu Klasör Tank Cumhuriyeti'nden TOMA Cumhuriyeti’ne dayanışma 0 4536 24.05.2014- 22:33
Konu Klasör 2022 kutlu olsun. Ama neyi kutlayacağız? melnur 1 1220 01.01.2022- 08:14
Konu Klasör Biz bu hale nasıl geldik, nasıl kurtulacağız? melnur 3 2609 18.01.2020- 09:43
Konu Klasör Bu nasıl bir zihin yapısı, nasıl bir ruh halidir böyle... melnur 1 2509 13.05.2020- 13:17
Konu Klasör Hurma Cumhuriyeti munzur 0 3471 15.05.2016- 19:09
Etiketler   Cumhuriyeti,   nasıl,   kutlayacağız
SOL PAYLAŞIM
Yasal Uyarı
Sitemiz Bir Paylasim Forum sitesidir Bu nedenle yazı, resim ve diğer materyaller sitemize kayıtlı üyelerimiz tarafından kontrol edilmeksizin eklenebilmektedir. Bu nedenden ötürü doğabilecek yasal sorumluluklar yazan kullanıcılara aittir. Sitemiz hak sahiplerinin şikayetleri doğrultusunda yazı ve materyalleri 48 Saat içerisinde sitemizden kaldırmaktadır.
Bildirimlerinizi info@solpaylasim.com adresine yollayabilirsiniz.
Forum Mobil RSS