SolPaylaşım  
Ana Sayfa  |  Yönetim Paneli  |  Üyeler  |  Giriş  |  Kayıt
 
OTURUYORSAN KALK; AYAKTAYSAN YÜRÜ; YÜRÜYORSAN KOŞ!
Yurt ve dünya sorunlarına soldan bakan dostlar HOŞGELDİNİZ .Foruma etkin katılım yapabilmeniz için KAYIT olmalısınız.
Yeni Başlık  Cevap Yaz
Düzen ve Akıldışılık           (gösterim sayısı: 2.668)
Yazan Konu içeriği
Üye Profili boşluk
spartakus
[ .... ]

Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 23.11.2013
İleti Sayısı: 624
Konum: İstanbul
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder


Konu Yazan: spartakus
Konu Tarihi: 02.12.2015- 12:10


Düzen ve Akıldışılık
Volkan Koyutürk





Gerçekliğini yitirmiş bu düzene karşı verilen ‘yeni bir gerçeklik savaşı’nda iç savaş kaçınılmazdır. Yani devrim için mücadele ederken iç savaş olmasın demek gerçekçi değildir.


Resim Ekleme

“Hiç bir felsefi sav, Hegel’in ünlü ‘Gerçek olan her şey ussaldır, ussal olan her şey gerçektir’ savı kadar; yeteneksiz hükümetlerde bu denli şükran duygusu ve onlardan daha az yeteneksiz olmayan liberallerde de bu denli öfke uyandırmamıştı. Bu açıkça, var olan her şeyin kutlulaştırılması, despotluğun, Polis devletinin, keyfi adaletin, sansürün onaylanması değil miydi? İşte böyle yorumladı bunu Friedrich Wilhelm III, onunla birlikte de uyrukları. Oysa Hegel’de var olan her şey, hiç de öyle birdenbire gerçek değildir. Gerçeklik sanı, Hegel’de ancak, aynı zamanda zorunlu olana uygulanır, ‘gerçeklik açılıp ortaya çıkışında zorunluluk olarak kendini ortaya koyar’; onun için Hegel ne olursa olsun her türlü hükümet önlemini gerçek saymaz, bizzat Hegel ‘belli bir hazinesel kurum’ örneğinden söz eder. Ama zorunlu olan son aşamada, aynı şekilde ussal olduğunu da gösterir ve o zamanın Prusya devletine uygulanınca, Hegel’in savı bu devlet ussaldır, zorunlu olduğu ölçüde de ussaldır anlamından başka bir şey anlamına gelmez; bununla birlikte, bu devlet bize kötü görünüyorsa ve kötü olduğu halde gene de var olmakta devam ediyorsa, bu hükümetin kötü niteliğinin kanıtını ve açıklamasını, uyrukların buna uygun düşen kötü niteliğinde bulur. O zamanın Prusyalılar layık oldukları hükümete sahiptirler.

                  Oysa Hegel’e göre gerçeklik, hiçbir şekilde, her koşulda ve her zaman, şeylerin belirli bir siyasal ve toplumsal durumuna uygun gelen bir san değildir. Tam tersine Roma Cumhuriyeti gerçekti ama onun yerini alan Roma İmparatorluğu da aynı şekilde gerçekti. 1789 Fransız monarşisi, o kadar gerçek dışı, yani tüm zorunluluktan yoksun, o kadar usa aykırı olmuştu ki, Hegel’in her zaman büyük bir coşku ile sözünü ettiği Büyük Devrim tarafından yıkılmalıydı. Bunun sonucu olarak burada, monarşi gerçek dışı, devrim ise gerçek olandır. Ve böylece gelişmesi sırasında, daha önce gerçek olan her şey gerçek dışı olur, zorunluluğunu yitirir, var olma hakkını, ussal niteliğini yitirir. Can çekişen gerçekliğin yerini, yeni ve yaşayabilir bir gerçeklik alır.”( Marx – Engels, Felsefe İncelemeleri Sol Yay.)

Marx ve Engels yukarıda yaptığımız alıntıda siyasal bir sistemin, düzenin nasıl gerçek ve gerçek dışı olabileceğini Hegel üzerine incelemelerinde bizlere göstermektedir. Gerçi gerek Marx gerek ise Engels, kendilerinin yukarıda aktardığımız iddialarının bu şekliyle Hegel’de bulunmadığını belirtirler ve Hegel’in dar bir burjuva kafa yapısına sahip olduğunu söylerler. Bu dar kafalılık onu mutlak bir sisteme götürmüştür. Bu götürüş Hegel’in düşünsel sistemini anlayamasalar da Prusya Devleti’nin de resmi felsefi görüşü haline gelmiştir. Ancak bu yazıda amacımız, Hegel felsefesinin bir incelemesini yapmak değil; bir sistemin nasıl ussal ve us dışı olduğu üzerinde durmaktır.

Ülkemizde küçük burjuva dar görüşlülüğünden kurtulamayan bazı aydınlarımız, AKP iktidara ilk geldiği anda onun bir takım ‘reform’ politikalarını ilericilik olarak karşılamışlardı. Fakat bu gün gelinen noktada, AKP’nin faşist politikaları ile net bir şekilde tanışmaları sonucu hata yaptıklarını söylemektedirler. Oysa ki görülemeyen bir şey söz konusuydu; Marksizm-Leninizm’i ekonomik indirgemecilikle suçlayan bu entelektüel kesim, emperyalizm olgusunu onun şekillenişini ve faşizmin ülkemizde emperyalizmden bağımsız ele alınamayacağını göz ardı ettiler. Bu durumun sonucu olarak son dönemlerde artan baskı ve şiddet politikalarını akıl-dışı olarak sunmaktadırlar. Doğru. Bu sistem artık akıl dışıdır. Ama akıl dışılığı son üç yıl içinde olmadı.

Düzenin akıl dışılığı üretici güçlerle üretim ilişkileri arasındaki uzlaşmaz çelişkinin sonucudur. Eskiyen her üretim ilişkisi akıl dışılaşır ve eskiyen bir gerçekliği ifade eder. AKP’nin akıl dışı politikaları da (içerde ve dışarda) aslında sistemin akıl dışılaşmasının bir ürünüdür. Bu sistem yönetememekte, can çekişmektedir. Bu noktada artık yeni bir gerçekliğe ihtiyaç vardır. Fakat iktidar ve iktidar çevresindeki düşünürler sistemin mutlak bir gerçekliğe sahip olduğu konusunda hemfikirdir. Yani değişmez bir gerçeklik.

Ve sol hala iç savaş korkusu yaşıyor

Bu doğrultuda iktidarın Rus uçağını düşürmesi, Suriye politikası, Can Dündar ve Erdem Gül’ün tutuklanması, Tahir Elçi’nin öldürülmesi, patlayan bombalar, katliamlar iktidar ve onu çevresindekiler için ussaldır. Çünkü var olan gerçeklikten başka bir gerçeklik yoktur. Ve buna karşı mücadele edenler akıl dışıdır. Oysa ki sistem artık ussal değildir, bu yüzden sistemin uyguladığı politikalar da us dışıdır. Bu bize tuhaf gelmemelidir. Çünkü sistemin akıl dışılaşması onun çelişkilerinin eskiyen gerçeklik üzerinden çözülemeyeceğinin sonucudur. Bu yüzden çözüm yeni bir gerçekliktir.

Özellikle solda sistemin gerçekliğini yitirmiş olduğunu anlayamayan yazarlar hala çözümü bu akıldışı sistem içerisinde arıyorlar. Bir yandan iç savaş çıkar mı korkusu içerisindeler. Dünyada bu gün bir savaş sürmekte zaten, adına ister 3. Dünya Savaşı deyin ister başka bir şey ama dünya savaş halinde.

Ya Türkiye…

İktidar halka savaş açmış durumda; devrimci, demokrat, muhalif kesimleri tutukluyor, katlediyor. Ve sol hala iç savaş korkusu yaşıyor. Oysa iç savaştan neden korkulsun ki. Gerçekliğini yitirmiş bu düzene karşı verilen ‘yeni bir gerçeklik savaşı’nda iç savaş kaçınılmazdır. Yani devrim için mücadele ederken iç savaş olmasın demek gerçekçi değildir.

Kimi köşe yazarlarında, hükümetin mevcut politikalarından vazgeçmeleri yönünde çağrılar görülmektedir. Oysa bu çağrılara yanıt verilmesi tarihin işleyişine terstir. Çünkü hükümetin politikaları hem iradi hem de deterministtir. Deterministtir, çünkü sistem gerçekliğini yitirmiş, çürümüş can çekişmektedir. İradidir, çünkü hepsinin bu sistemi ayakta tutmak için çıkarları vardır. Fakat halkın bu sistemi ayakta tutmakta hiçbir çıkarı yoktur. Onun çıkarı kuracağı yeni ve yaşayabilir bir gerçekliktedir. Yukarıdaki alıntının devamında şunları yazar Marx ve Engels: “… ve bu, eğer şeylerin eski durumu direnç göstermeden ölecek kadar usçul olursa barışçıl yolla, yok eğer zorunluluğa karşı durursa zor yoluyla olur.”(a.g.e) Birincinin bu gün geçerli olmadığını kör olmayanlar ve iyimserler haricinde (iyimserlik körlüktür) herkes görebilir.

gezite




Bu ileti en son spartakus tarafından 02.12.2015- 12:14 tarihinde, toplamda 1 kez değiştirilmiştir.
Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
spartakus
[ .... ]

Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 23.11.2013
İleti Sayısı: 624
Konum: İstanbul
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder


Cevap Yazan: spartakus
Cevap Tarihi: 02.12.2015- 12:13



Lenin: “Her devrim bir iç savaştır”


Çatışmalar, katliamlar ve infazlardan gözü korkanlara Lenin yanıt veriyor: “Kurttan korkan ormana girmesin!”

Resim Ekleme

Kaynak: “Bolşevikler Devlet İktidarını Koruyabilecekler mi?”, Seçme Eserler, 6. Cilt içinde. Çev: Saliha N. Kaya. İnter yayınları, 1995.

… Beşinci argüman, Bolşeviklerin iktidarı koruyamayacaklarından ibarettir, çünkü “durum olağanüstü karmaşık”tır.

Ah şu çokbilmişler! Devrime rıza göstermeye pekâlâ hazırlar —tek şu “olağanüstü karmaşık durum” olmasa. Böyle devrimler yoktur ve böyle bir devrim iç çekişlerinin ardında bir aydının gerici sızlanmalarından başka birşey yoktur. Bir devrim görünüşte pek karmaşık olmayan bir durumda başlamış olsa bile, devrimin kendisi gelişimi içinde daima olağanüstü karmaşık bir durum yaratır. Çünkü gerçek bir devrim, derinlemesine bir devrim, Marx’la söylemek gerekirse, bir “halk” devrimi, eski toplum düzeninin ölümü ve yeni bir toplum düzeninin, on milyonlarca insanın yeni bir yaşam tarzının doğumunun inanılmaz karmaşık ve acılı sürecidir. Devrim en şiddetli, en vahşi, en çılgınca sınıf mücadelesi ve iç savaştır. Tarihte hiçbir büyük devrim iç savaş olmadan gerçekleşmedi. İç savaşın ise “olağanüstü karmaşık durum” olmadan düşünülebileceğini, ancak dar görüşlü, dünyadan bihaber insanlar varsayabilirler.

Olağanüstü karmaşık bir durum olmasaydı, devrim de olmazdı. Kurttan korkan ormana girmesin.

Beşinci argümanda tahlil edilecek hiçbir şey yok, çünkü ne ekonomik, ne politik, ne de herhangi bir başka düşünce içermiyor. Sadece devrimin içini kararttığı ve ürküttüğü insanların iç çekişlerini içeriyor. Bu iç çekişleri karakterize etmek için izninizle iki küçük kişisel anımı aktaracağım.

Temmuz Günleri’nden kısa süre önce zengin bir mühendisle görüşme. Mühendis bir zamanlar devrimciydi, Sosyal-Demokrat Parti, hatta Bolşevik Parti üyesiydi. Şimdi işçilerin ele avuca sığmazlığı, dizginsizliği karşısında dehşet ve öfke içinde. “Hiç olmazsa Alman işçileri gibi olsalardı!” diyordu (yurtdışını tanıyan kültürlü bir adamdı), “genelde toplumsal devrimin kaçınılmazlığını elbette anlıyorum, fakat, savaşın işçilerin seviyesini böylesine düşürdüğü ülkemizde … bu devrim değil, uçurumdur.”

Tarih bizi, tıpkı bir Alman ekspresinin istasyona girişi gibi barışçıl, sakin, pürüzsüz ve sağlıklı biçimde devrime götürmüş olsaydı, toplumsal devrimi benimsemeye hazır olurdu. Terbiyeli kondüktör vagon kapılarını açar ve seslenir: “Toplumsal Devrim durağı. Herkes insin.” O zaman neden kapitalist bayların hizmetinde bir mühendis olmak konumundan, işçi örgütlerinin hizmetinde bir mühendis konumuna geçmesindi?

Bu adam grevler gördü. En barışçıl zamanda bile en basit grevin ne büyük coşku fırtınaları yarattığını biliyor. Sınıf mücadelesi dev bir imparatorluğun tüm emekçi halkını karıştırdığında, savaş ve sömürü, yüzyıllardan bu yana toprak sahipleri, onlarca yıldan bu yana da kapitalistler ve Çarlık memurları tarafından yağmalanan ezilen milyonlarca insanı neredeyse umutsuzluğa sürüklediğinde, bu fırtınanın milyonlarca kez daha güçlü olacağını biliyor. Bütün bunları “teorik olarak” kavrıyor, tüm bunları ağzıyla kabul ediyor, sadece, olağanüstü karmaşık durum gözünü yıldırmış.

Temmuz Günleri’nden sonra, o zamanlar Kerenski Hükümeti’nin beni şereflendirdiği özellikle şefkatli dikkat sayesinde illegal yaşamak zorunda kalmıştım. Tabii ki beni saklayan bir işçiydi. Petrograd’ın ücra işçi mahallelerinden birinde küçük bir işçi evinde öğle yemeği yenecek. Evin kadını ekmeği getiriyor. Evin erkeği: “Şu ekmeğin güzelliğine bak” diyor. “Belli ki artık ‘onlar’ kötü ekmek vermeye cesaret edemiyorlar. Petrograd’da iyi ekmek de olabileceğini neredeyse unutmuştuk.”

Temmuz Günleri’nin bu sınıfsal değerlendirmesi beni şaşırttı. Düşüncelerim, olayların politik anlamı etrafında dönüyor, olayların genel seyri içinde bunların rolünü değerlendiriyor, tarihin bu zikzaklı yolunun hangi durumdan kaynaklandığını ve hangi duruma yol açacağını, değişen koşullara uyum sağlamak için şiarlarımızı ve Parti aygıtımızı nasıl değiştirmemiz gerektiğini araştırıyordu. Hiç yoksulluk yaşamamış bir insan olarak ekmeği düşünmemiştim. Ekmek benim için, yazınsal çalışmanın bir tür yan ürünü olarak kendiliğinden gelen bir şeydi. Düşünce her şeyin temelinde yatan şeye, ekmek uğruna sınıf mücadelesine, olağanüstü karmaşık ve karışık bir yoldan politik tahlille ulaşmıştı.

Fakat, iyi ücret alan ve son derece zeki bir işçi de olsa, ezilen sınıfın bir temsilcisi, hayranlık uyandıran bir yalınlık ve düzlükle, sağlam bir kararlılıkla, biz aydınların çok uzak olduğu şaşırtıcı bir görüş berraklığıyla öküzü boynuzundan yakalıyor. Dünya iki kampa bölünmüş durumda: “Biz”ler, emekçiler, ve “onlar”, sömürücüler. Olup bitenden mahcubiyetin izi bile yok: bu, emeğin sermayeye karşı uzun mücadelesindeki muharebelerden biridir. Odun kesilen yerde yonga uçuşur.

Devrimin bu “olağanüstü karmaşık durumu” ne kadar da acı verici —burjuva aydını böyle düşünüp böyle hissediyor.

“Onları” sımsıkı yakaladık, “onlar” eskisi gibi küstahlaşmaya cesaret edemiyorlar. Daha sıkı tutarsak işlerini tamamen bitiririz —işçi böyle düşünüp böyle hissediyor…

gezite



Yeni Başlık  Cevap Yaz



Forum Ana Sayfası

 


 Bu konuyu 1 kişi görüntülüyor:  1 Misafir, 0 Üye
 Bu konuyu görüntüleyen üye yok.
Konuyu Sosyal Ortamda Paylas
Benzer konular
Başlık Yazan Cevap Gösterim Son ileti
Konu Klasör Bu düzen değişmelidir melnur 1 3662 28.05.2020- 09:06
Konu Klasör Düzen ve rejim, siyaset ve devrim melnur 3 3563 10.06.2019- 04:33
Konu Klasör Metin Çulhaoğlu ve düzen siyasetinde başatlık konusu... melnur 0 2273 19.01.2020- 09:25
Konu Klasör TKP: Eşitlikçi, adil, özgür bir toplumsal düzen kurmak için iktidara talibiz! melnur 0 1979 16.04.2020- 08:43
Konu Klasör Yeni-Osmanlıcılık ve Osmanlı'da feodal düzen... melnur 3 2083 13.08.2020- 08:20
Etiketler   Düzen,   Akıldışılık
SOL PAYLAŞIM
Yasal Uyarı
Sitemiz Bir Paylasim Forum sitesidir Bu nedenle yazı, resim ve diğer materyaller sitemize kayıtlı üyelerimiz tarafından kontrol edilmeksizin eklenebilmektedir. Bu nedenden ötürü doğabilecek yasal sorumluluklar yazan kullanıcılara aittir. Sitemiz hak sahiplerinin şikayetleri doğrultusunda yazı ve materyalleri 48 Saat içerisinde sitemizden kaldırmaktadır.
Bildirimlerinizi info@solpaylasim.com adresine yollayabilirsiniz.
Forum Mobil RSS