SolPaylaşım  
Ana Sayfa  |  Yönetim Paneli  |  Üyeler  |  Giriş  |  Kayıt
 
OTURUYORSAN KALK; AYAKTAYSAN YÜRÜ; YÜRÜYORSAN KOŞ!
Yurt ve dünya sorunlarına soldan bakan dostlar HOŞGELDİNİZ .Foruma etkin katılım yapabilmeniz için KAYIT olmalısınız.
Yeni Başlık  Cevap Yaz
Simon Bolivar bir diktatördü           (gösterim sayısı: 2.356)
Yazan Konu içeriği
Üye Profili boşluk
ayhan
[ .... ]

Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 05.12.2013
İleti Sayısı: 1.076
Konum: Tekirdağ
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder


Konu Yazan: ayhan
Konu Tarihi: 03.01.2016- 14:01


Simon Bolivar bir diktatördü ve kendisi bile farkında değildi

Resim Ekleme

Simon Bolivar, “Mezarımın üzerinden birçok diktatör doğacaktır” demişti.

Doğdu da...

Latin Amerika’da kurtuluş mücadelesi veren ülkelerin eylemleri ve yüklediği özellikler, zorunlu olarak diktatörlerin doğuşunu da gerektiriyordu. Şimdi Ortadoğu ülkelerinde olduğu gibi.

Dünyanın hemen her yerinde bağımsızlık savaşları, sömürgeciliğe karşı yürütülen bir kitle ayaklanması biçiminde gerçekleşmedi. Bu ne Rusya’da oldu, ne Fransız İhtilali’nde ne de Mao’nun Çin’inde... Hepsi birer “köylü” ayaklanması olarak ucu açık bir hak kazanma savaşı olarak ortaya çıktı. Büyük bir heyecanla başlayan Meksika ihtilali bile bu talihsizliği yenmeyi başaramadı. Ne Zapata ne de Panço Villa ardına aldıkları muhteşem kitleleri doğru yönetemediler ve hepsi hüsranla sonuçlandı.

Sonuçta verilen tüm savaşlar halkın bilinçlenmesi yerine askeri donanımların ve değerlerin daha sağlamlaşmasına yol açtı, ama bu arada ekonominin de allak bullak olmasına neden oldu.

Latin Amerika tarihine baktığımızda bunu tüm çıplaklığıyla görmek mümkün. Simon Bolivar’ın bağımsızlık için başlattığı savaş bir süre sonra tamamen kontrolden çıkıp, sermayenin tüm Güney Amerika’ya egemen olmasını sağladı ve ardından da darbeler dönemi geldi. Çünkü sermayeyi koruyacak tek şey askerlerdi. Elbette sermaye de askerleri beslemek zorundaydı.

Simon Bolivar, 1783’te Caracas’ta doğdu. Kendisini Jean Jacques Rousseau’nun etkisi altında kalmış Simon Rodriguez adında bir öğretmen yetiştirdi. Rodriguez, özellikle Rousseau’nun “Toplumsal Sözleşme” adlı yapıtını benimsemiş ve diktatörlük eyleminin de bir ülke için geçerli olduğu düşüncesini Bolivar’ın beynine kazınmıştı.

Bunda kötü bir niyet yoktu. Gelişmemiş veya az gelişmiş toplumlara bazı devrimci eylemleri kabul ettirebilmek için toplumları bir süre diktatörlükle yönetilmesini öneriyordu Rousseau ve bu da Rodriguez’in de Simon Bolivar’ın da aklına yatan bir düşünceydi.

BOLİVAR’IN ORTAYA ÇIKIŞI

Bolivar Avrupa’dan Güney Amerika’ya döndüğünde tarih 1807’yi gösteriyordu. O sıralarda Güney Amerika’nın durumu şöyleydi: Siyasi olayların hızla gelişmesi sonucu her şey de aynı hızla değişiyordu. Bir çok Güney Amerika ülkesinde “devrim” sayılacak ayaklanmalar oluyor, ancak örgütsüzlüğün getirdiği çözülmelerle isyanlar başarılı olamıyordu. Çok uzun zamandır silahlanan ve ülke milli gelirinin çoğunu kendi harcamalarında kullanan askerler çok daha örgütlü ve silahlıydı. Bu nedenle tüm ayaklanmalar acımasızca bastırılabiliyordu.

Bolivar, 1810 yılında Venezuela “cunta”sına katıldı. Destek sağlamak için İngiltere’ye döndü. 1812 yılında 23 kişilik “cunta”nın lideri Miranda’nın İspayollara teslim edilmesinden sonra, 1813 yılında çılgınca bir harekatla Caracas’a girdi. Ama bu harekat bir süre sonra aleyhine döndü ve Bolivar önce Jamaica’ya ardından da Haiti’ye kaçmak zorunda kaldı.

Bolivar, 1816 ylında yeniden Güney Amerika’ya döndü. General Paez’in güçleriyle birleşerek İspanyolları birkaç yerde bozguna uğrattı ve Venezuela Cumhuriyeti’ni yeniden kurdu. And dağlarını aşarak Caracas’ı da ele geçirdi.

Bu arada Venezuela’dan yola çıkan bir başka devrimci grup da And dağlarını aksi yönden aşarak Pasifik kıyılarına varmayı başardı ve Peru’ya geçti. Bu grup daha sonra Şililerde ve gönünüllü İngiliz denizcilerinden de destek alarak Peru’nun başkentine ulaşmayı başardı.

Aslında bu büyük bir “kuşatma” harekatıydı, zira Peru’ya ulaşan birliklere Arjantin ve Şili’den gelen milisler de katılmıştı. Amaç, sömürgeci İspanyolları Güney Amerika’dan tamamen silip süpürmekti.

Ama sonuç tam bir hüsranla bitti. İspanya’nın Napolyon tarafından işgali ve Güney Amerika ile İspanya arasındaki iletişimin kesilmesi gibi olumlu gelişmelere rağmen, devrimci güçler Peru’da istediklerini başaramadılar. Tüm bu olumlu “özgürlük” atılımlarına karşın, Güney Amerika’nın yurtseverleri, İspanya’dan boşalan alanlarda daha insanca bir yaşam kurmayı gerçekleştiremeyecekti.

Oysa Simon Bolivar, Jean Jacques Rousseau’nun “Emile” adlı kitabındaki ilkelere göre kendini eğitmiş, Hobbes’u, İngiliz filizof Locke’u ve Spinoza’yı neredeyse ezberlemişti. Bu dört düşünceyi bir araya getirmeyi de çok iyi becerebilmişti. Bütün bu donanımların sonucunda daha Roma’da eğitim görürken, Güney Amerika’yı İspanyol işgalinden kurtaracağına ilişkin kendine söz vermişti. Sözünde duramamasının bir yığın parametrelere bağlı olduğu, özellikle de yönetim biçimindeki aksaklıkların kendisini zor durumda bıraktığı yıllar sonra ortaya çıkacaktı. O bir “diktatördü” aslında ve kendisi bile bunun farkında değildi.

BAŞKANLIK DİKTATÖRLÜK MÜ?

Venezuela’da kurulan “cunta” 23 kişiden oluşuyordu ve başlarında Miranda vardı. Miranda’nın düşünceleri ise tamamen askeri kanadın güçlendirilmesine dayanıyordu. Bolivar’ın da buna ses çıkaracak durumu yoktu. Askerlerin güçlenmesi ve halkın ekonomik olarak daha da zayıflaması, Güney Amerika’da geçtiğimiz yüzyılın ortalarına kadar sürecek “dareler” dönemini başlatıyordu.

Bolivar, mezarının üzerinden bir çok diktatör çıkacağını söylerken haklıydı, zira tüm Güney Amerikalı liderler sırtını bir şekilde askerlere dayayarak ayakta kalmayı becerebililyorlardı ya da bizzat askerler yönetime el koyuyordu.

Diktatörlük, uzun yıllar Güney Amerika’yı esir alacak ve gerçekten de Bolivar’ın mezarı üzerinde bir çok diktatör filizlenecekti. Ardından da onların yerini “devlet başkanları” alacaktı. Başkanlık sisteminde elbette diktatörün yetkileri olmuyordu, ama aradaki farkı ortaya koymak da son derece güçtü ve ayrı bir çalışma gerektiriyordu.

Şu anda Güney Amerika’da “salt” diktatoryal yönetimlerden söz etmek mümkün değil belki, ama çoğunlukla başkanlık sistemiyle yönetiliyor ülkeler ve parlamenter sisteme ne kadar yaklaşsalar da, kendine özgü bir “başkanlık diktatoryası” hakim. Bu nedenle de dünya üzerinde yeterince ekonomik ve siyasal baskı kuramıyorlar.

Türkiye’de tartışılan başkanlık sistemiyle Güney Amerika’nın birçok ülkesindeki başkanlık sistemi arasında pek benzerlik yok. Örneğin Venezuela’da bir parlamento “başkanı” denetleme, yetkisini artırıp azaltma hakkına sahip. Nitekim 20 Kasım 2013’te başkan Maduro’ya ekonomik ve siyasi alanlarda özel yetkiler vermişti.

Asıl sorun, Güney Amerika da dahil hemen tüm başkanlık sistemlerinde yasamanın yürütmeyi feshetme yetkisi bulunmuyor. Güney Amerika tipi başkanlık sistemlerinde devlet başkanı yasa öneremiyor, ama parlamento (eğer varsa, ki çoğunda var) yasaları veto etme hakkına sahip. Başkanlar, yine Güney Amerika örneği verildiğinde seçimle gelmesi önerilir, ama örneğin Arjantin’de son seksen beş yılda ancak iki devlet başkanı seçimle gelmiş, diğerleri hep askeri darbeler sonucu başa geçmiştir.

Genel olarak bakanlar devlet başkanı ile birlikte çalışır ve yürütme tek elden sağlanır. Yürütme neredeyse tamamen devlet başkanının iki dudağı arasındadır. Devlet başkanı, yürütmeyi sağlayan bakanlar ve ordu ile ortak çalışıyor gibi görünse de son söz devlet başkanına aittir. Devlet Başkanı’nın yetkisi olmadığı tek alan hukuka müdahaledir. Başkanın yargıya müdahale etme, hakimlerin veya savcıların yerini değiştirme veya onlara talimat verme yetkisi yoktur.

Oysa Türkiye’de istenen başkanlık sistemi bunun tam tersi. Zira daha tam başkanlık sistemine geçilmeden bile Türkiye’de yargı, özellikle Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından tamamen kontrol altına alınmış durumdadır. Bunu da 12 Temmuz Anayasa değişikliği ile elde etmişti.

Başkanlık sisteminin yargıya müdahale etmesi ve onu da kendi tekeli altına alması halinde artık başkanlık sisteminden değil “diktatörlükten” söz etmek mümkündür ancak. Ne yazık ki dünyada birçok ülke “başkan” ismini kullandığı halde “diktatörlük” rejimi uygulayan başkanlar tarafından yönetilmektedir.

Kaldı ki, Güney Amerika modellerine baktığımızda, son on, on beş yıl dışında devletin başına geçen başkanların hemen hepsi seçimle değil darbe ile gelmişlerdir. Bu da, kağıt üzerinde yazılı ve bilinen başkanlık sistemini değil “diktatörlüğü” çağrıştırmıştır.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın sembolik bir başkanlık istemediği ortada. Bunun aksi ise, halk tarafından seçilmiş devlet başkanı olarak yürütmenin başına oturmasıdır. Her iki sistem de dünyada uygulanmaktadır, ama yürütmenin başına oturmuş ve hemen tüm yetkileri üzerine almış başkanlık sisteminde parlamenter sistemden söz edilemez, buralarda yasama meclisleri bulunur. Kimi yönetimlerde (şu anda Türkiye, İrlanda, Portekiz vb.) devlet başkanları sembolikken, Türkiye’nin arzu ettiği başkanlık sisteminde oluşacak yasama meclisi veya senato tamamen sembolik görev yapacaktır.

Tek savunulacak alan “istikrar” alanıdır başkanlık sisteminde, ki bu parlamenter sistemle de sağlanabilecek bir yapıdır.

Geçerli olan başkanlık sistemlerinde yasama ve yürütme birbirinden ayrıdır ve iki birim birbirini denetlemekle yükümlüdür. Bu koşulların yerine getirilmesi halinde, devlet başkanının “diktatör” olmasının da önüne geçilmiş olur, ama bu her zaman mümkün değildir.

Arzu edilen de yasama ve yürütmenin tek elde toplandığı bir başkanlık sistemi.

Öyle görünüyor.

Bir tek merkezden ve denetim mekanizmalarının da aynı merkeze bağlı olduğu bir yönetim arzu ediliyor. Bunun insan hakları açısından büyük yaralar açacağı çok açık, ama kim bilir belki de asıl yaşanması gereken de bu.



Mümtaz İdil

Odatv.com




Yeni Başlık  Cevap Yaz



Forum Ana Sayfası

 


 Bu konuyu 1 kişi görüntülüyor:  1 Misafir, 0 Üye
 Bu konuyu görüntüleyen üye yok.
Konuyu Sosyal Ortamda Paylas
Benzer konular
Başlık Yazan Cevap Gösterim Son ileti
Konu Klasör Simón Bolívar: Bir ihtilalcinin portresi melnur 1 3310 27.12.2017- 05:05
Etiketler   Simon,   Bolivar,   bir,   diktatördü
SOL PAYLAŞIM
Yasal Uyarı
Sitemiz Bir Paylasim Forum sitesidir Bu nedenle yazı, resim ve diğer materyaller sitemize kayıtlı üyelerimiz tarafından kontrol edilmeksizin eklenebilmektedir. Bu nedenden ötürü doğabilecek yasal sorumluluklar yazan kullanıcılara aittir. Sitemiz hak sahiplerinin şikayetleri doğrultusunda yazı ve materyalleri 48 Saat içerisinde sitemizden kaldırmaktadır.
Bildirimlerinizi info@solpaylasim.com adresine yollayabilirsiniz.
Forum Mobil RSS