SolPaylaşım  
Ana Sayfa  |  Yönetim Paneli  |  Üyeler  |  Giriş  |  Kayıt
 
OTURUYORSAN KALK; AYAKTAYSAN YÜRÜ; YÜRÜYORSAN KOŞ!
Yurt ve dünya sorunlarına soldan bakan dostlar HOŞGELDİNİZ .Foruma etkin katılım yapabilmeniz için KAYIT olmalısınız.
Yeni Başlık  Cevap Yaz
İdeolojiden politikaya           (gösterim sayısı: 3.674)
Yazan Konu içeriği
Üye Profili boşluk
denizcan
[ devrimci ]

Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 24.12.2013
İleti Sayısı: 2.431
Konum: Trabzon
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder


Konu Yazan: denizcan
Konu Tarihi: 31.01.2016- 18:36


İdeolojiden politikaya I-Ercan Gündoğan  

Soldan sosyalizm geliştiğinden, özellikle Marks'tan bu yana, teori-pratik ilişkisini tartışıyoruz. Bu sorunu, ideoloji- politika ilişkisi olarak da ele alabiliriz. İdeoloji politik sistemi anlamak için kullanılan inançlar ve düşünceler sistemi olarak tanımlanabilir. Bu tarif, ideolojiyi kavramsal gözlük olarak görür. Takılan gözlüğe göre, görür, sonra da yorumlarız.

İnançlar ve düşünceler, sistemli olarak üretilir. Ancak, ideolojinin sistemli olması ideolojiyi benimseyen ve o çerçevede düşünenlerin sistemli düşündüğü anlamına gelmez. İdeolojisini sistemli düşünenler, kullananlar, sadece ideologlardır. Piyasa ekonomisinin propagandasını yapan televizyon yorumcusunun Adam Smith'i bilmesine ve onun gibi düşünmesine ne gerek vardır, bu ne de olanaklıdır. Özel mülkiyet eleştirisi yapan bir kişinin Proudhoncu ya da Marksist olması gerekmez. Ama sistemli düşünüp liberal ya da Marksist ideolog olanlar olur.

İdeoloji edinme sürecinde, hangi etken, kurum ve ortam belirleyicidir, tartışmalıdır. Aile, anne ve babanın otoriterliği. Ya da okul, müfredat, okunan kitaplar, öğretmenler. Elbette ilk edinilen ahlaki değerler, arkadaşlıklar, dönem, yaşanılan yer. Ya da, idoller, medya, ülkenin yaşadığı sorunlar, kişinin özel yaşam macerası, kişilik yapısı, evliliği. Burada bireye, onun neyin içine doğduğuna, neyin içinde geliştiğine, bakmış oluyoruz.

Ancak, Marks'ın dediği gibi, egemen sınıfın düşünceleri egemen düşünceler olarak, toplumsal alanda dolaşımdadır. Bu düşünceler, kitlesel tüketime uygun biçimde, kitlesel ve yaygın biçimde üretilirler. Ancak bireysel düzeyde sistemli ve bütün halde tüketilmezler. Parçalar halinde ve diğer ideolojilerle karışarak. Bu nedenle, ideolog olmayan birey, biraz liberal, biraz sosyalist, biraz İslamcı, olabilir. Ulusalcı olanda sosyal demokratlık, sosyalistlik ve liberallik pekala yan yana bulunabilir. İdeologlar ideolojilerini olanca saflığıyla üretmeye çalışır. Ama, alıcı, pek çok ideolojiden "yararlanır", beslenir. "İdeoloji karın doyurmaz" bilinciyle hareket edip, tümüyle pratik ve pragmatik bir kişiye dönüşebilir. Çoğu zaman da böyle olur. Ama, pratik ve pragmatik olmak da belli ideolojileri seçmeyi gerektirir. Kaldı ki, her zaman seçim söz konusu değildir. Seçim burada, yemek listesinden seçim yapmaya benzer.

İdeoloji sadece kavramsal bir gözlük değildir. Toplumla ilişki kurma aracıdır. Kişi edindiği ideoloji ya da ideolojiler aracılığıyla kendi yaşamını yaşadığı topluma bağlar. Yaşadığı topluma kendi yaşamını yerleştirir. Bu nedenle, ideoloji sadece anlama, anlamlandırma işlevi değil, toplumsallaşma işlevi de görür. Liberal kişi liberal olarak toplumsallaşır. Eğer faşistse, faşist olarak toplumsal ilişkilerini kurar. Toplumsallaşma seçenekleri, yine Marks'ın "egemen ideoloji" tespitini dikkate alırsak, geniş kitleler için bol değildir. Hakim ideolojiler ve onların çeperinde bulunan ideolojiler de vardır. Karşıt olanları da. Dolaşımda olan ideolojilerin gücü ve etkisine göre, toplumsallaşmanın niteliği belirlenir.

Bir kişi niye liberal olur? Tam olarak bilemeyiz. Ama, toplumun önemli bir kesimi neden liberal olur, bilebiliriz. Bu ideoloji hakim sınıf ya da fraksiyonu tarafından benimsenmiştir. Peki, bu sınıf ya da fraksiyon neden liberalizmi benimsemiştir, daha önemli ve açıklayıcı bir sorudur. Zaten söz konusu kişinin liberalizmi benimsemiş olmasının en önemli nedeni de budur, diyebiliriz.

***

Bireyin içine doğduğu toplumda hazır bulduğu ideolojilerin nitelikleri, kullanıma uygun olup olmadıkları, ideolojiler piyasasının "yasaları" tarafından belirlenir. Bir toplumda ya da toplumun bir kesiminde "eşitlik" yüksek bir değer olarak benimsenmiş olabilir. Ama, bu değer henüz politik anlam ifade etmeyebilir. Değerlidir, ama "para" etmeyebilir. Marks gibi söylersek, bu değerin henüz "mübadele değeri", "piyasa değeri" yoktur. İdeolojik değeri olan, politik değerine hemen kavuşmaz. Diğer deyişle, ideoloji hemen politik güce dönüşmez. Burada da Engels gibi düşünelim ve şöyle diyelim: Bir ideolojik değer "ihtiyaç" haline gelmediyse, "keşif" ve arayış konusu da olmaz.

Sosyalizm için, değer olarak "eşitlik" düşüncesi ve bu düşüncenin, değerin, "ihtiyaç" olması, yaşamsaldır. Sosyalizm güçlü mü sorusu, eşitlik "başka" değerlerle yarışabilecek güce kavuşmuş mudur sorusudur. Eşitsiz ortamdan eşitlikçi düşünce hep çıkar, ama, kitlesel düzeyde alıcısını bulamaz. Eşitsizlik, eşitlikçi düşünceyi değil, rekabeti ve bölünmeyi teşvik eder. Bireye çare olarak bireysel kurtuluş stratejisi kalır.

Sosyalizmin en önemli değeri olan "eşitlik" düşüncesi, kitlesel düzeyde hala alıcı bekliyor. Sosyalist düşünce, sosyalist değerler, parça parça, gün be gün, bireyin önüne geliyor elbette. Bir işçinin de, bir öğrencinin de, bir Kürdün de, bir İslamcının da, bir Ali Koç'un da. Ancak, ideolojiler piyasasında alıcısı bol mallar, henüz başka mallardır. Eşitlik bir değer olarak, henüz, mezhepler, etnik gruplar, cinsiyetler, halklar arası eşitlenme mücadelesinin konusudur. Kimlikler arası eşitlik sınıfsal içeriğiyle görünse ve gösterilse bile, bu haliyle "alıcı" bulmakta henüz zorlanmaktadır.

İdeolojik değerlerin politik güce kavuşması, örneğin "eşitlik" gibi bir değerin "piyasa değeri" elde etmesi, bu değerin diğer "malları" (değerleri) piyasadan kovmasıyla olanaklıdır. Burjuvazi, kendi değerlerini uzun bir mücadelenin sonunda hakim değerler haline getirdi. Bunu yaparken de, diğer "değerleri" ideoloji piyasasından kovdu ya da onları yeni içeriklerle donattı. Bireysel özgürlük, özel mülkiyet, sözleşme, piyasa, rekabet... Bu değerlerin üzerine liberal parlamenter devlet yönetimi... Kuvvetler ayrımı, hukukun üstünlüğü düşüncesi... Feodal beylerin "onur" anlayışı yerine, "gurur"...

Burjuvazinin kendi ilke ve değerlerini hakim hale getirebilmesi, sadece ideolojik mücadeleyle gerçekleşmedi elbette. Bu düşünsel egemenlik, piyasanın ve modern devletin oluşumuyla birlikte gerçekleşmiştir. Ancak, dikkat edilmesi gereken nokta, ideolojik değerlerin çoğunun, üretim, tüketim ve bölüşümle, siyasi iktidarın niteliğiyle ilgili olmasıdır. Burjuvazi yükseliş mücadelesi verirken savunduğu ilke ve değerleri, kısaca ideoloji diyoruz, hem ekonominin, hem siyasal iktidarın diline çevirdi. Özel mülkiyet tek başına savunulmadı, bireysel özgürlüğün bir şartı ve parçası olarak gösterildi. Tanımladığı ve ürettiği birey için nasıl bir devlet ve hukuk sistemi gerektiğini de gösterdi. İdeolojisini bütünsel olarak sundu ve savundu. Bireyden topluma tüm bağlantıları kendi sınıfına göre kavramsallaştırdı ve kurdu.

Bu yazının sosyalist okuru, burjuvazinin yükseliş mücadelesini model olarak mı alalım diye soracaktır.

Sosyalizme ve özel olarak sosyalist "eşitlik" ilkesine alıcı bulmakta zorlanıldığı doğrudur; ancak, ideolojiler piyasasına sık sık başkalarının mallarıyla ya da bizzat sahte mallarla girildiği de bir o kadar doğrudur. İdeolojiler piyasasına, sosyalist değerlerle girilmelidir.

Bu ideoloji şimdilik, ne ekonomik alana ne de politik alana nüfuz edebilecek güçtedir. Çalışma hayatının da, siyasal iktidarın da, dışındadır. Bu anlamda da, sadece "ideolojik" alandadır.

Öyleyse, mücadeleye yoğun biçimde, ideolojik alandan çıkarak yapma zorunluluğu vardır.

Nasıl mı?

Örneğin sadece "eşitlik" kavramını, değerini, ilkesini, yaşamın her alanında işleyerek. Kaba da olsa, her şeyde, eşitliği savunarak.

"Devletler arası eşitlik" anlamında anti-emperyalizm ve "bağımsızlık", inanan-inanmayan ve özel olarak Alevi-Sünni ya da Müslüman ve Müslüman olmayan arasında eşitlik anlamında "laiklik", siyaset yapma imkanlarının eşitliği, temsilde eşitlik, ücretlerde eşitlik, her anlamda kadın-erkek eşitliği, beslenmede eşitlik, temiz hava solumada eşitlik, eğitim, ulaşım ve sağlık hizmetlerinde eşitlik...

Toplumsal alanda he türden eşitlik. Eşitliğin her alanda savunulması.

Oldukça ideolojik, ama, oldukça politik de bir mücadele. Hem bireye, hem onun toplumsal yaşamına seslenen bir mücadele. Birey-toplum ilişkisini sosyalistçe kuran bir mücadele.

Sadece "eşitlik" üzerine gidelim, yeterlidir.

Gerisi çorap söküğü gibi gelecektir.

***

İdeolojik alanın dışına mı çıktık acaba?



Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
denizcan
[ devrimci ]

Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 24.12.2013
İleti Sayısı: 2.431
Konum: Trabzon
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder


Cevap Yazan: denizcan
Cevap Tarihi: 31.01.2016- 18:37


İdeolojiden Politikaya II- Ercan Gündoğan  

İlk ideolojiler büyüyle ilgiliydi ve gelişip dinleri oluşturdular. Modern dönem din dışında kendi ideolojilerini üretti.Liberalizm, ona tepki olarak gelişen muhafazakarlık ve sosyalizm. Sonra muhafazakarlık ve liberalizm sosyalizme karşı yakınlaştı, sosyalizm de komünizme evrildi. Liberalizm sadece muhafazakarlıkla yakınlaşmadı, sosyal devlet anlayışını da benimsemeye başladı, sosyalleşti. Elbette, milliyetçilik de gelişiyordu. Milliyetçilik gelişirken, ırkçılık da.

Bunlar ana ideolojilerdir, aralarında geçişler, olmuştur. Her birinin daha ılımlı ve daha radikal biçimleri vardır. Elbette, hepsi de evrilir ve "yeni" biçimlerini üretirler. Bir yelpazeye yerleştirirsek ideolojileri, en sola anarşizmi, en sağa faşizmi yerleştirebiliriz.

Ancak, ideolojiler yelpazesinde hep Avrupa model alınır. Avrupa dışına çıkıldığında, yelpazede değişiklikler yapılması gerekir. Ana model, Avrupa modeli, pek çok nedenle, değişime uğrar.

Avrupa liberalizmi "sosyal" nitelik kazanmaya başlarken, sosyalizm de iki farklı ideolojiye bölünmüştür. Komünizm ve sosyal-demokrasi olmak üzere. Modern ideolojileri bu dönemde geliştirmeye, edinmeye başlayan Avrupa dışı ülkeler, Avrupa'nın orijinal modellerini değil, evrilmiş modellerini görür. Bir de, milliyetçilik sorunu vardır ki, ideolojik bilinçlenme, karmaşık hal almaya başlar. Buna bir de bizde İslamcılığı eklersek, modern ideolojilerin orijinal hallerinin epey dışında bir ideolojik ortamla karşı karşıya kaldığımız kolaylıkla anlaşılabilir.

Osmanlı Türkiyesi için konuşursak, Osmanlıcılık, İslamcılık, milliyetçilik, gelişirken, bu ideolojilere ilkel bir liberalizm de eşlik eder. Ferdi hürriyet, ferdi teşebbüs kavramları anayasal düzen arayışlarıyla aynı dönemdir. Üstelik, tüm bu düşüncelere Fransız Devrimi'nin jakobenliği de eklenir. Zamanla, sosyalist düşünce de gelişir, fakat embriyon haldedir, en azından Birinci Dünya Savaşı sonunu beklemek gerekir.

Avrupa'da liberalizm, muhafazakarlık, sosyalizm, komünizm ve sosyal demokrasi vardı.Sonra faşizm de eklendi. Bizde, Osmanlıcılık, İslamcılık, milliyetçilik vardı. Bunlara sosyalizm ve komünizm de eklendi. Ancak, Birinci Dünya Savaşı ve Cumhuriyet'le birlikte, Osmanlıcılık ve sosyalizm bitti ya da tasfiye edildi. İslamcılık ise, yer altına girdi. Liberalizm ise, 1929 Dünya ekonomik bunalımıyla birlikte, geri plana itildi.

Avrupa modeli yerle bir olmuştur. Muhafazakarlık, liberalizm ve sosyalizm yerine, sadece, Kemalist dönemin milliyetçiliği.

Modern Avrupa ideolojilerinin tekrar ortaya çıkışı, ya da billurlaşması, bizde ideal düzeyde olmamıştır. Menderes dönemini liberalizm olarak görmek olanaklı değil. Sadece, Kemalist devletçiliğe karşı, liberal piyasa ekonomisi, "ferdi teşebbüs" kavramı, tekrar öne sürülmüştür. Bu liberallik muhafazakarlığa, İslamcılığa da göz kırpmış, bir de üstüne, otoriter yönetim modeli kurmuştur. Gelişmekte olan sosyalist hareketse, hem muhatap olarak Kemalizmi, muhafazakar Menderes liberalizmini, hem de, Marks'ı değil, Lenin'i, Mao'yu, Castro'yu kendine model ve muhatap almaya başlamıştır.

Orijinal Avrupa modellerinin evrilmiş, karışmış halleriyle karşılaşılmış, bu ideolojik ortam içinde Türkiye'nin kendi sorunları çözümlenmeye çalışılmıştır.

Bir liberal için bir tarafta Keynes'in liberal ve devletçi müdahaleciliği, bir tarafta ise, İslamcılık ve milliyetçilik vardır. Klasik Avrupa modelinin epey dışında bir ideolojik sentezdir bu.

Sosyalizmse, Sovyet, Çin ve Küba modelleriyle karşı karşıyadır. Kemalist devrimle ilişkisini netleştirememiş, onun tamamlanıp tamamlanmadığı tartışmasına girmiştir. İşçi sınıfı gelişmektedir, ama, köylülük hala başattır. 27 Mayıs Anayasası özgürce örgütlenme ve propaganda olanağı vermiştir.

İslamcılarsa, liberal-muhafazakar-milliyetçi sağ partiler içinde sadece bir küçük fraksiyondur. Diğer ideolojiler gibi, saf bir model üzerinden gelişme olanağı bulamamıştır. İslamcılık sadece Türk-İslam sentezinin bir kanadı olarak gelişir. "Türk" kısmı olmadan, sadece tarikata, cemaate, sivil topluma dönüşür.

İdeolojik sentezlerden söz ettik. Milliyetçilik ve İslamcılık bir sentez yaratırken, sosyalizm ve Kemalizm de başka bir sentez yaratmıştır. İlki Türk-İslam sentezi ismini alırken, diğeri, Milli Demokratik Devrim sentezini, tezini, stratejisini üretmiştir. İlk sentez içine piyasa liberalizmini alarak, olabildiği kadar, liberalizmi içinde tutabilmiştir. Tuhaf sentezlerden biri de budur. Milliyetçilik, İslamcılık ve liberalizm, Türkiye'de aynı ideolojik cephe içindedir.

Tuhaf sentez diyoruz, çünkü, laik liberal ideolojiyle, İslamcılık yan yana gelebilmiştir. Tuhaf diyoruz, liberal bireycilik yanında milliyetçilik de bulunmaktadır.

Tuhaflık sol cephede de bulunmaktadır. Kemalizm sosyalizm tarafından kabullenilmiş, hatta, sosyalist devrim için bir temel olarak görülmüştür. Kısmen doğrudur, Kemalist Devrim bir burjuva devrimi olarak tarihsel alt yapıdır. Ancak, tuhaflık şudur; bir burjuva devrimcisi, kendine tarihsel alt yapı olarak feodalizmi görmez, onu tamamlamaya çalışmaz. O başka bir düzendir, ve kendi, başka bir düzen peşindedir. Bir burjuva devrimcisi, feodalizm tamamlanmış mıdır diye, sormaz. Sadece, feodalizm dönüşüyor mu, oradan bir burjuva-kapitalist düzen çıkabilir mi, diye sorar. Burjuvazi, devriminden çok önce kendi mücadelesini başlatmıştır. Sadece önceki sistemin çözülüşünü, çelişkilerini, olanaklarını görür ve kendi sistemini savunmaya başlar.

Türkiye'de sosyalist ideolojinin gelişiminde Kemalizmin özel bir yer işgal etmesi, Birinci Dünya Savaşı sonrası ülkenin işgal edilmesi ile, İkinci Dünya Savaşı sonrası Amerikan emperyalizminin rahatsız edici ağırlığa kavuşmuş olmasından kaynaklanır. Haliyle, sosyalizm, milli bağımsızlık ve anti-emperyalizm sorunlarıyla karşı karşıya kalmıştır. Bağımsızlık ve anti-emperyalizmin ön plana geçmesi, sosyalizmin anti-kapitalist niteliğinin geri plana düşmesine neden olmuştur. Burada, bağımsızlıkla anti-emperyalizmin yan yana konulması da tuhaftır. Kurtuluş Savaşı ve ardından kurulan Kemalist Cumhuriyet'in bağımsızlıkçı olduğu kadar anti-emperyalist olup olmadığı tartışmalıdır. Siyasi olarak bağımsız ya da egemen devlet kurmakla, anti-emperyalist olmak aynı şey değildir. Emperyalizmin gelişmesinden bu yana, anti-emperyalizm sadece sosyalizm mücadelesi anlamına gelmemektedir, ama, sosyalistler için, sosyalist devrim anlamına da gelmektedir.

Türkiye sosyalizmi, anti-emperyalizm ve anti-kapitalizm arasındaki ilişkiyi hala netleştirememiştir dersek, abartmış olmayız.

İdeolojilerimizin evriminde, yeni sentezler ortaya çıkmıştır. Özal dönemiyle birlikte, liberalizm değil ama, bir tür neo-liberalizm, yeni-muhafazakarlık, ya da yeni-Sağ diyebileceğimiz bir hakim ideoloji üretilmiştir. Bu ideolojinin klasik liberalizmle ilişkisi epey tartışmalıdır. Çünkü, bireyciliği piyasayla sınırlıdır. Ferdi teşebbüsçüdür. Toplumsal düzeyde, cemaatçidir. Milliyetçiliği kısmen geri plana atıp, dışa açılmayı savunur. Modernlik ve İslami muhafazakarlık yan yanadır.

Sosyalist solsa, Leninizm'den, Maoculuk'tan, Castroculuk'tan uzaklaşıp, malum, sivil toplumculuğu, yeni-Solu, Euro-komünizmi, post-Marksizmi benimsemeye başlamıştır. Faşist, otoriter devlete, askeri vesayete, onun 12 Eylül Anayasası'na karşı, sivil toplumu ve bireyi, dışlanmış ve bastırılmış kimlikleri kendine konu edinmeye başlamıştır. Onun ideolojisi artık, "devlete karşı toplum"dur, bireysel özgürlüklerdir, otoriteye ve vesayete karşı çıkmaktır. Sol artık demokrattır, biraz da radikaldir.

Sosyalist sol, ilk gelişiminde bile Avrupa modelinden uzaktır. Diyebiliriz ki, doğrudan Leninizm'le başladı. Sonra Maoculuk adı altında bir Kemalist sosyalist evrim yaşadı. 12 Eylül'den sonra da, önemli bir kısmıyla, radikal demokrasiye evrildi. Ancak, bu yönde evrilmeyenler de vardır. Bu gün hızla güçleniyorlar.

Liberallere, muhafazakarlara, milliyetçilere neler oldu?

Hepsi Recep Tayyip Erdoğan ile Devlet Bahçeli oldu.

Tüm sağ, ayrı ayrı bir liberalizm, muhafazakarlık, milliyetçilik yerine, Cumhuriyetçi değil, Osmanlıcı bir sağ koalisyon kurmuş durumdadır. Bu koalisyon içinde Türk-İslam sentezi de, Kürt-İslam sentezi de bulunuyor. Ancak, Türkiye bu sentezlerin zor sentezler olduğunu da her gün yaşamaktadır. İslam ön plana çıkınca, milliyetçilik gerilemekte, milliyetçilik öne geçince, İslamcılık gönül koymaktadır. Liberalizm ise, cemaatçilikle takviye edilmiş, sadece piyasada birikim yapmaya indirgenmiştir. Muhafazakarlık ise, içi boş bir dindarlık, dinciliktir.

Bu arada, Kemalizme ne oldu? Perinçek'in Vatan Partisi oldu ve orijinine uygun olarak, muhafazakarlarla cephe kurdu. CHP "ortanın solu" projesinden, "sosyal-demokrasi" ya da "demokratik sol" macerasına, oradan da Kemal Derviş'in Dünya Bankası soluna evrildi ve Kemalizm'le ilişkilerini tümüyle kesti. Altı oksa, sadece tarihi bir amblemdir.

***

Tüm bu yazılanlardan sonra, okuyucu, Türkiye'de Avrupa modeline uygun ideolojiler hiç yok mu diye soracaktır.

Bence, yoktur, çünkü, Türkiye yepyeni ideolojiler, ideolojik sentezler üretmeye uygun ve mahkum bir ülkedir. Bizde İslamcılık ve milliyetçilik, milliyetçilik ve Kemalizm, Kemalizm ve sosyalizm, İslamcılık ve liberalizm, liberalizm ve milliyetçilik, kolaylıkla yan yana gelebilmiştir. Aslında Avrupa modelinde bulunan ideolojiler de o kadar saf değildir. Ancak, Avrupa modelinde, Marks'ın Kapital'de vurguladığı gibi, sınıfların "billurlaşması" diyebileceğimiz bir süreç yaşanmıştır. Öyle ki, artı değerin parçaları ve ücretler, dört sınıfı tarif edecek biçimde "billurluğa" kavuşabilmiştir.

Bizde sınıflar, ücret ve artı değerin parçaları yeteri kadar, hala, billurlaşmamıştır. İdeolojiler de billurlaşamamıştır haliyle.

Olması da pek beklenemez!

Sosyalistler için karamsar bir durum gibi görünebilir, ama hiç de öyle değildir.

Çünkü, ideolojiler arası geçişler, haliyle sentezler, olanaklıdır. En umut verici durumsa şudur: Türkiye'de milliyetçilik de, İslamcılık da, liberalizm de, oldukça zayıftır. Bu nedenle, güçlenmek için yan yana, çoğu durumda blok halde, bulunmak durumundadırlar.

***

Bir önceki yazıda, sosyalizmin "eşitlik" değeri üzerinden bir ideolojik-politik mücadele önerilmiş, sınıfsal ilişkilerin kaldırılmasıyla sağlanacak toplumsal eşitlik demeye ihtiyaç duyulmamıştı. "Komünizm"den, propagandası yapılmadan, bahsedilmişti.

Çünkü, rakip ideolojiler her zaman reaksiyoner ama tek başlarına zayıf, bu nedenle de çoğu zaman yan yana, sık sık da blok halde, bulunuyorlar.



Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
denizcan
[ devrimci ]

Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 24.12.2013
İleti Sayısı: 2.431
Konum: Trabzon
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder


Cevap Yazan: denizcan
Cevap Tarihi: 07.02.2016- 12:58


İdeolojiden politikaya III-Ercan Gündoğan  


İdeoloji ve politika o kadar iç içedir ki, aralarındaki ayırıma dikkat etmeyiz. Politika yapanın ideolojisi vardır, hatta, o ideoloji çerçevesinde olmanın ötesi, bizzat o ideoloji için politika yapıldığını söyleyebiliriz. Ancak, ideolojik olanla politik olan arasında ciddi, yaşamsal ayrımlar vardır.

Politik bir kampanya düşünelim: Televizyonlarda parti temsilcileri "propaganda" konuşması yapıyorlar. Bir "popülist" sağ parti temsilcisinin konuşmasında, "millet", "mili irade", din, ahlak, "adalet", "ekonomik kalkınma"dan bahsedilirken, birlik, bütünlük mesajları mutlaka verilir. Seslenilen kişi, her anlamıyla "ortalamayı" temsil eden kişidir. Hatta, o kişiye değil, onun "sağduyusuna" seslenilir. Elbette, bolca vaatte de bulunulur. Bu temsilci, "ideal" ve aşırı örneğinde, tam bir "Zübük" olarak karşımıza çıkar. Bu temsilci ideolojinin alasını yaptığı halde, hiç de ideolojik görünmez. Hatta, tümüyle "politika" yaptığını söyleyebiliriz.

Bir de, bir komünist parti temsilcisinin "propaganda" konuşmasını düşünelim: Eşitsizlikten, işsizlikten, işçi sınıfının yaşam koşularından bahsederken, dış politikada emperyalistlerle birlikte hareket edildiğinden, yöneticilerin halkı kandırdığından, sendikal haklardan, örgütlenme özgürlüğünden bahsetmekte, sosyalist iktidarın ilk aşamasında neler yapılacağını ilan etmektedir. Zübük'ün tam tersi bir dil kullanmakta, gerçeklik ve gelecek için konuşmaktadır. Komünist parti temsilcisi, Zübük'ün tam tersidir, düşmanıdır. Kendisi tümüyle ideolojiktir, politika adeta, ideolojisinin dile getirilmesinden ibarettir.

İlk örnek, ideal düzeyde Zübük'tür, politiktir, politika yapar. İkinci örnekse, büyük ölçüde ideolojiktir, politika geri plandadır.

İdeoloji - politika ayrımında, temel ölçüt, kime, neye seslenildiğidir. Zübük doğrudan vatandaşa, onun en temel, güncel gereksinimlerine, duygularına, çıkarlarına seslenmektedir. Seslendiği kişi, her anlamda toplumun ortalamasıdır, bu nedenle de çoğunluk olandır. Marjinal konumda olanlara kesinlikle seslenilmemektedir. Akla ve mantığa değil, "sağduyuya", güncel ve basit olana yönelik konuşulur. İkinci örnekte ise, açıkça teorik-ideolojik bir kullanılarak, toplumsal dönüşüm için seferberlik çağrısında bulunulur. Örgütlenme, bilinç ve dönüşüm çağrısı, sınıf ilişkilerinin bir çözümlemesini takip eder. Kimlere seslenilmektedir? En bilinçli işçilere, sosyalist öğrencilere, sosyalist aydınlara, rakip sosyalist partilere... Mevcut ya da potansiyel öncü güçlere. Çoğunluğa ve ortalama bireyin sağduyusuna değil, bilinçli kesim ve katmanların aklına, hatta vicdanına seslenilir.

Burada yapılan, ideolojik bir dil kullanılması ve ideolojik bilinçlenmeye dönük propagandadır. Aslında, ideoloji topluma takdim edilmekte,övülmektedir.

İdeolojik olmakla politik olmak arasındaki temel farkı göstermiş olmakla birlikte, formüle etmiş bulunmuyoruz henüz.

Politika yapmak, açıkça destek istemek, destek toplamaktır. Bu destekle elde edilecek olansa, iktidardır. Ancak bu iktidar özel olarak siyasal iktidardır. Arkasından da devlet iktidarı hedeflenir. Politika yapan, yönetilmekte olana, yönetici olma vaadinde bulunmaktadır. Ya da, yönetici-yönetilen ayrımı üzerinden konuşmaktadır. Bu nedenle de "politik" alanda yeralır.

İdeolojik olmak ya da ideolojinin sunulmasıyla yetinmekse, henüz sadece bir düşüncenin, idealin ya da olası bir geleceğin propagandasını yapmaktır. Düşüncelere, zihne, seslenilir. İdeolojik olan, bütünsel çözümlemeler yapar, sorunların köküne iner. Esas çağrı, toplumsal dönüşümdür. Bir seçmen desteğiyle hükümete gelmek, kullanılan ideolojik çerçeveye göre zaten talep edilmez. Politika değil, devrimci propaganda yapılmaktadır.

Sosyalist okur, "devrimci propaganda" da politika değil midir, diye soracaktır elbette.

Burada, Lenin'den bu yana "devrimci politikanın" merkezi kavramı "öncülük" konusunda bazı tespitlerde bulunmak gerekiyor. Leninist gelenekte, öncülük, hem sınıf, hem parti, hem de kadrolar için kullanılmaktadır. Parti öncüdür, öncü kadroları vardır, öncü sınıf içinde de en bilinçli, öncü katmanlar bulunur. Evet, ama, tüm bu öncüler, kime öncülük yapacaktır. Kitle halinde, halk halinde bulunan, bir devletin yurttaşı olan emekçiler, işçi sınıfı, devrimci propagandanın ideolojik diliyle kendi arasına her zaman mesafe koyar. Çünkü o dil, öncülerin dilidir. Bu dil de, öncülerin kendi iç tartışmalarıyla biçimlenir, gelişir. Bu nedenle, politik propaganda konuşması yapan komünist parti temsilcisi, ideolojik alandan politik alana geçemez. O öncülerin kendi içlerinde geliştirdiği öncü dilini konuşur.

İdeolojiden politikaya geçmek için, halka, sınıfa gitmek gerekir. Ancak, burada, halkın ve sınıfların politik alanda nasıl yer aldıklarına dikkat edilmesi gerekir. Politik alanda, sınıflar, sınıf olarak değil, en genel anlamıyla "yurttaş" ve "yönetilen" olarak bulunur. Politika eğer ayrı bir alansa, yurttaşın sorunları, yönetilen-yöneten ilişkisi merkezi sorunları oluşturur. Bu nedenledir ki, yoksul ya da işsiz kişi, yaşamını anlamlandırırken, sınıfları değil, kapitalizmi değil, yaşadığı yeri, anne babasının iş ve mesleklerini, cinsiyetini, mezhebini, etnik kimliğini düşünmeye başlar.

Marks Kapital'i yazarken, işçiler de okusun diye yazmıştır. Ancak, "öncüler" bile Kapital'i okumakta zorlanırlar. Bu gerçek bize, teoriyle-pratik arasındaki uçurum kadar, ideolojiyle politika arasındaki büyük ayrımı da anımsatmalıdır. Ancak, Marks'ın kendi entelektüel-teorik eserinin bu konuda anımsattığı bir başka gerçek daha vardır: Marks, ayrı bir ideoloji teorisi üretmemiştir? Nedeni sadece bireysel yaşamının kısıtlılığıyla açıklanamaz. Kendi dönemi, politik mücadeleyle ideolojik bilinçlenmenin, hatta, sınıf örgütlenmesinin, eş zamanlı olarak geliştiğine tanıklık ediyordu.

Biz bu "eş zamanlılık" olanağından yoksunuz. O nedenle de, oldukça politik, ya da oldukça ideolojik olunabiliyor. Zübük ideolojiler yokmuş gibi politika yapabiliyor. Bir komünist ise, politika yokmuş gibi, ideoloji.

İdeolojiyle politikanın eş güdümlü ve eş zamanlı harekete geçirilebilmesi içinse, sadece şu öneri ve saptamalarda bulunabiliriz:

İşçiler, emekçiler, politik alanda bir halk halinde, yönetilen yurttaşlar halinde, bulunurlar. Politik alan, ekonomik alanın "sınıfsal" ilişkilerini böyle dönüştürür. Politika alanda işçi, patronunu, ücretini değil, politikacıyı, bürokratı, memuru, vergileri, kamu hizmetlerini düşünür.

Demek ki, politik alan sadece ideolojik alandan değil, "ekonomik" alanın sorun ve gündemlerinden de farklıdır.

Bu konu gelecek yazının konusu olacak.



Yeni Başlık  Cevap Yaz



Forum Ana Sayfası

 


 Bu konuyu 1 kişi görüntülüyor:  1 Misafir, 0 Üye
 Bu konuyu görüntüleyen üye yok.
Konuyu Sosyal Ortamda Paylas
Benzer konular
Başlık Yazan Cevap Gösterim Son ileti
Konu Klasör İdeolojiden politikaya-Ercan Gündoğan melnur 10 7291 22.05.2017- 22:20
Konu Klasör Şafak Pavey: Politikaya herhalde devam etmem melnur 0 4173 14.11.2013- 14:54
Konu Klasör Selahattin Demirtaş: Aktif politikayı bırakıyorum... melnur 0 201 01.06.2023- 06:42
Etiketler   İdeolojiden,   politikaya
SOL PAYLAŞIM
Yasal Uyarı
Sitemiz Bir Paylasim Forum sitesidir Bu nedenle yazı, resim ve diğer materyaller sitemize kayıtlı üyelerimiz tarafından kontrol edilmeksizin eklenebilmektedir. Bu nedenden ötürü doğabilecek yasal sorumluluklar yazan kullanıcılara aittir. Sitemiz hak sahiplerinin şikayetleri doğrultusunda yazı ve materyalleri 48 Saat içerisinde sitemizden kaldırmaktadır.
Bildirimlerinizi info@solpaylasim.com adresine yollayabilirsiniz.
Forum Mobil RSS