SolPaylaşım  
Ana Sayfa  |  Yönetim Paneli  |  Üyeler  |  Giriş  |  Kayıt
 
OTURUYORSAN KALK; AYAKTAYSAN YÜRÜ; YÜRÜYORSAN KOŞ!
Yurt ve dünya sorunlarına soldan bakan dostlar HOŞGELDİNİZ .Foruma etkin katılım yapabilmeniz için KAYIT olmalısınız.
Yeni Başlık  Cevap Yaz
 Toplam 5 Sayfa:   Sayfa:   [1]   2   3   4   5   >   son» 
Türkiye Solunun Yurtseverlik Sınavı           (gösterim sayısı: 15.901)
Yazan Konu içeriği
Üye Profili boşluk
melnur
[ Gelenek ]
Kurucu
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 02.08.2013
İleti Sayısı: 10.954
Konum: İstanbul
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder

36 kere teşekkür etti.
50 kere teşekkür edildi.
Konu Yazan: melnur
Konu Tarihi: 27.09.2013- 19:09


"...Dostunuzdan vazgeçebilir, yerini başkalarıyla doldurabilirsiniz. Özetle, dostunuzu değiştirebilirsiniz.

Yurdunuzu değiştiremeyeceğiz için kolaylıkla, değiştirmek zorundasınız yurdunuzu!

Haksız olan egemense, adaletsizlik baskın çıktıysa, insanın insana kulluğu bir kurala dönüştüyse, kendinizi ve ve toplumu özgür hissetmiyorsanız ve "bizim oranın havası, suyu..."yla bambaşka bir yaşam kurulabileceğine ilişkin hülyalarınız varsa, yurdunuzu değiştireceksiniz, değişim yoluna sokacaksınız.

Yurtseverliği milliyetçilikten ayıran tam da budur aslında.

'Bizim ora'nın zorbasına, zalimine, sömürücüsüne, kötücül güçlerine tahammül etmemek, onları başka diyarlardaki zorbalardan, zalimlerden, sömürücülerden, kötücül güçlerden ayırmamak, onlara hayırhah bakmamaktır yutseverlik.

Yurtseverliğin ontolojisinden, onu evrenselliğe taşıyan çıkış noktasından söz etmiş oluyoruz böylece...

Bundan ibaret değil elbette neredeyse bir suça dönüştürülmek istenen yurtseverlik..."

Kemal Okuyan'ın piyasa yeni çıkmış kitabı, "Türkiye Solunun Yurtseverlik Sınavı"ndan çok küçük bir bölüm. Yurtseverlik üzerine söylenenler elbet, "bundan ibaret değil" Hem bu pasajın önü ve arkası var ve hem de 138 sayfalık kitap baştan sona yurtseverlikle ilintili.

Okunması ve Türkiye solunun kendini bu konudaki sıkışmışlıktan kurtarması dileklerimle...



Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
melnur
[ Gelenek ]
Kurucu
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 02.08.2013
İleti Sayısı: 10.954
Konum: İstanbul
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder

50 kere teşekkür edildi.
36 kere teşekkür etti.
Cevap Yazan: melnur
Cevap Tarihi: 29.09.2013- 18:01


"Ayrıntısıyla göreceğiz ki, milliyetçiliğin panzehiri sosyalizm perspektifidir.

Peki ya başka uluslara karşı önyargı geliştirmek, onları küçümsemek, onların hak ve özgürlüklerine değer vermemek? Ödünsüz bir biçimde sosyalizmden yana olmanıza karşın milliyetçi bir sapma geliştiremez misiniz? Örneğin, Türkiye'de Kürtlerin kurtuluş mücadelesine yeterince destek vermediğinizde otomatikman milliyetçi bir konumlanış içine girmiş olmuyor musunuz?

Ayrıntısıyla göreceğiz, demiştim, sosyalizm perspektifine sahip bir hareket ulusal soruna ulus merceğinden, ulusal çelişki temelinde bakamaz ki! Ulusal sorunu sınıfsal bir bakış açısının içine yerleştirme kararlılığına hep kuşkuyla bakıldı. Artık bir külte dönüşmüş olan bir argümandan cesaret alınarak: Ezilen ulusun milliyetçiliğine hoşgörüyle bakmak gerekir çünkü...

Ulusların kendi kaderlerini tayin etme hakkı bunu emreder!

Bu akıl yürütmeye itiraz ettiğinizde Türkçü olmuyorsunuz, marksist bir yaklaşımda inat etmiş oluyorsunuz.

Etnik bağnazlık, ulusal soruna ilişkin arızalı bir konumlanışın ele verdiği milliyetçilikle değil, sapkın bir sosyalizm algısıyla bağlantılandırılabilir. Örnek olsun, Türkiye solunun çeperlerinde gözlenen Kürt düşmanlığı, bütünüyle sosyalizmsiz bir solculuğun, sınıf perspektifinin yitip gitmesinin bir tezahürüdür. Biraz da sosyalizmsiz Kürt ulusal hareketinin milliyetçi-liberal salınımlarının izdüşümüdür bu düşmanlık.

Kürt düşmanlığının, Kürt hareketinin salınımlarına meşruiyet sağlamak ve hatta o salınımlara tabi olmakla aşılabileceğini düşünenler de en az Kürt düşmanları kadar sosyalizmsiz bir solculuk türü olduğuna inanıyorlar.

Ne demiştik, milliyetçiliğin panzehiri sosyalizm perspektifidir. Sosyalizm perspektifi, "Türk burjuvaları"na etnik arınma telkin etme noktasına varan, emperyalizmle mücadeleyi iç ve dış arasındaki çatışma olarak algılayarak "ulusal" bir ittifak arayan zihniyetle bir arada yaşayamaz.

Sosyalizm perspektifi, emperyalizm olgusunun geçiştirilmesine de izin vermez.

Emperyalizm olgusu nasıl geçiştirilir?

ABD saldırganlığına, daha vahimi kötü Amerikalılara indirgeyerek geçiştirebilirsiniz.

Kapitalist dünyanın genel geçer bir özelliği olarak görerek geçiştirebilirsiniz.

Daha yakın bir düşmana karşı yardım eli uzatabilecek bir dış güç biçiminde kurgulayarak geçiştirebilirsiniz.

Emperyalizm, ABD saldırganlığından ibaret değildir; emperyalizmin her kapitalist ülkeye, bu arada Türkiye'ye içkin olduğunu söyleyerek aslında hiçbir şey dememiş oluyorsunuz; emperyalist ülkelerle ittifakı anlayışla karşılarsanız hain durumuna düşersiniz.

Emperyalizm olgusu, çağımızda devrimci bir strateji açısından merkezi bir öneme sahip olduğu gibi, yurtsever bir konumlanışın bu stratejinin vazgeçilmez bir unsuru haline gelmesini sağlayandır da.

Emperyalizme karşı işçi sınıfının yerli ya da ulusal burjuvazi ile işbirliğini öngörmüyor, tersine, emperyalizme karşı mücadeleyi, kapitalist sınıf ile mücadeleyle örtüştürüyorsanız yurtseverlik neden devrimci bir stratejinin zorunlu parçası haline geliyor?

Çünkü emperyalizm, güçlü kapitalist ülkelerden güçsüzlere doğru inen bir hiyerarşi değil, son tahlilde bir iktidar ilişkisidir; her devlet kendince emperyalist niyetler taşıyabilir ama bir devlete emperyalist karakter veren son derece nesnel kriterler vardır.

Kapitalist sömürüyle derdi olanların, bu iktidar ilişkisine de karşı olmaları, yalnızca her tür eşitsizliği ortadan kaldırma perspektifleriyle açıklanamaz. Emperyalizm aynı zamanda bir dünya sistemi olarak kapitalizmi ayakta tutmakta, emek-sermaye çelişkisine sermaye lehine sürekli müdahalelerde bulunmaktadır.

Okumakta olduğunuz kitapta bunlar var.

Sorular, yanıtlar, yanıta ulaşılamıyorsa bile, bir zemin hazırlığı var.

Türkiye'den bıkmış solcuyla hesaplaşma var.

Sosyalizmin evrensel ilkeleri ile Türkiyeli bir sosyalist iktidar projesi arasında açının nasıl kapanacağına ilişkin düşünceler var.

Marksizmin yurtseverlik başlığında yaşadığı sıkışma var...

Talihsiz bir sıkışma..."

Kemal Okuyan'ın "Türkiye Solunun Yurtseverlik Sınavı" kitabı, "Önsöz, giriş, yurtseverliğe methiye" adını verdiği birinci bölümü, bu şekilde sona eriyor. Sonrasında, burda söylediklerini detaylandırıyor. Solcu-sosyalist olduğunu savunan ve iddia edenlerin mutlaka okuması gereken bir kitap.

En azından yurtseverlik konusundaki yanlış algılarımıza ışık tutacak bir kitap.



Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
melnur
[ Gelenek ]
Kurucu
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 02.08.2013
İleti Sayısı: 10.954
Konum: İstanbul
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder

50 kere teşekkür edildi.
36 kere teşekkür etti.
Cevap Yazan: melnur
Cevap Tarihi: 22.11.2013- 11:18


‘Türkiye Solunun Yurtseverlik Sınavı’/Ahmet Say

Yukarıdaki başlık, değerli arkadaşımız Kemal Okuyan’ın yedinci kitabının adı. Okuyan’ı size tanıtmaya pek gerek yok: Gazetemiz soL’un Genel Yayın Yönetmeni ve yazarı; ayrıca, partinin birçok işine koşan bir MK üyesi…

Kitapla ilgili değerlendirmeme, okurlarımın bildiği bir varsayımla başlamak istiyorum: Dünyada ülke sınırlarının ortadan kalktığı ileri bir uygarlık çağına kadar insanoğlu, yurdunun topraklarını ve ulusal çıkarlarını savunmak zorundadır. Yurdu savunma bilincine “yurtseverlik” denir. Şurası da açıktır ki, emperyalizme karşı yurt savunmasında en ön safta yer alan yurtseverler; sosyalistlerdir. Çünkü onlar, insanlar arasındaki eşitsizliğin ve her tür sömürünün giderilmesi yolundaki uzun yürüyüşte, öncelikle günün görevi olan ülkeler arası eşitsizliğe ve emperyalist sömürüye karşıdır. Sözde kalan bir karşı çıkışla değil, eylemle! Böyle bir ulusal eylem, çağımızın bütün sömürülen ülkelerine örnek olan bağımsızlık ateşini ilkin yurdumuzda yakmıştır: Birinci Dünya Savaşı sonrasında ülkemizin emperyalist devletler tarafından işgal edilmesi üzerine Mustafa Kemal’in öncülüğünde verdiğimiz Kurtuluş Savaşı’yla yurdumuz, emperyalist işgalcilerden temizlenmiştir. Tarih böyle der, bunu değiştiremezsiniz.

“Türkiye Solunun Yurtseverlik Sınavı” başlıklı kitabında Kemal Okuyan, “yurtseverlik” kavrayışını sosyalizm perspektifinden temellendirmek amacıyla yerinde bir kurgu kullanıyor. Söz konusu kurgunun dayanağı olan sosyalist kültürü vurgulamak isterim: Beş bölümden oluşan kitap, birbirini tamamlayan, dahası, bağlantılarının sağlamlığı dolayısıyla okurda uyandırdığı merakı cevaplayan bir içerik sergiliyor. Kitabın “Önsöz”ü ya da “Giriş”i, “Yurtseverliğe methiye” başlığını taşımakla yazarın asıl niyetini açıklıyor. İkinci bölümün başlığı, sosyalist kültürü yetersiz olanlar için ters bir niteleme sanılabilir: “Marx yurtsever olamazdı”. Çok doğru! Çünkü Marx’ın çağında kapitalizmin temel çelişkisi, henüz işçi sınıfıyla burjuvazi arasındaydı. Ne var ki, 20. yüzyılın başlarında Lenin’in açık biçimde belirttiği gibi, kapitalist sömürü, dünya ölçeğinde “emperyalizm” aşamasına ulaştığında, “yurtseverlik” kavramı, “emperyalist sömürü”nün karşısına dikilmiştir. Sosyalistler de emperyalizm çağında “yurtsever” olmadan “sosyalist” olunamayacağını anlamıştır. İşte bu gerçek, kitaptaki “Emperyalizm merkeze yerleşiyor” başlıklı üçüncü bölümü oluşturuyor. Bu bölümü, doğal mantığı içinde şu soruları enine boyuna cevaplayan iki bölüm izliyor: “Türkiye yurtseverliğe yakışmıyor mu?” ile “Yurtseverlik milliyetçiliğe mahkûm mu?”

Kitabın yerinde bulduğum saptamaları arasında, nicedir dile getirilmeyen “millî demokratik devrim” stratejisinden söz açılması da bulunuyor. Bu konuya Kemal Okuyan, Çin Halk Cumhuriyeti’nin kuruluşuyla ilgili sayfalarda yer veriyor. Bu da yerinde ama stratejinin uygulandığı dönemler ve ülkeler açısından eksik: Rusya’da birçok yönden ileri olan 1906 Anayasası’nı getiren ve sosyalizmin yolunu açan 1905 Devrimi de bir “millî demokratik devrim”di. Çin’de Mao öncesi, imparatorluk yönetimini yıkan ve geçici olarak cumhurbaşkanlığı yapan Sun Yat Sen’in başardığı devrim de bir “milli demokratik devrim”di. Özünde antiemperyalist ve antifeodal olan bu devrimler, sosyalizme giden yolu açar. Yol açılmadan yolu asfaltlamak nerede görülmüş?

Kitabında yurtseverliği vurgulaması nedeniyle değerli sosyalist arkadaşım Kemal Okuyan’ı kutluyorum.

http://haber.sol.org.tr/yazarlar/ahmet-say/turkiye-solunun-yurtseverlik-sinavi-83022



Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
toplumcu
[ devrimci ]

Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 03.10.2013
İleti Sayısı: 355
Konum: Tekirdağ
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder


Cevap Yazan: toplumcu
Cevap Tarihi: 13.12.2013- 21:41





Kemal Okuyan Aykırı Sorular'da kitabına ilişkin açıklamalarda bulunuyor.



Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
umut
[ umut yarın ]
Yasaklı
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 12.09.2013
İleti Sayısı: 3.105
Konum: Gizli
Durum: üye uzaklaştırılmış
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder


Cevap Yazan: umut
Cevap Tarihi: 06.01.2014- 18:55


Türkiye Solunun Yurtseverlik Sınavı (Ogün Eratalay)


Kemal Okuyan’ın Yazılama Yayınlarından Eylül ayı içinde basılan eseri hem çok güncel hem de tarihsel olayları içerdiği içeriyor. Yurtseverlikle milliyetçilikle arasındaki farklar kitabın ilk bölümlerinde irdelenmiş. Dünyaya tek bir ulusun penceresinden bakarak, sermaye lehine sınıf uzlaşmacılığı anlamına gelen milliyetçiliğin karşısına, kökünü ayaklarını bastığı ülkeye salmış olan ve güzele dair bir değiştirme iradesi olan yurtseverlik konulmuş. Son dönemde gerçekleşen toplumsal dönüşüm projesi arayışında olan iktidar sahiplerinin karşısına çıkan Haziran Direnişi süreci, emekçi halka giydirilmeye çalışılan deli gömleğini giymeyeceğini göstermiş oldu. Yazar özellikle böylesi bir dönemde yurtseverliğin işçi sınıfının elinde emperyalizm karşıtı bir sosyalist siyasetin olmazsa olmazı olduğunu vurgulayarak başlıyor.

Kitabın güncelden kimi zaman geçmişe uzanan kurgusu oldukça başarılı. Özellikle Marx döneminde marksizmin neden yurtseverlik başlığına eğilmediği konusu. Ulusal soruna sürekli olarak devrimin genel çıkarları açısından bakan Marx, önceliğini Avrupa’daki gelişkin işçi sınıfının mücadelesi olarak belirlemişti. Gözden kaçırdığı emperyalizm faktörü Lenin tarafından düzeltilecekti. Buna rağmen Marx’ın partisi Alman işçi sınıfının öncü örgütü sosyal demokrat parti yanlış tasniflerle çoktan emperyalizmin istediği rotaya girmişti. Milliyetçi ve emperyalist baskının altındaki Alman işçi sınıfı hareketi Birinci Dünya Savaşına kendi emperyalistlerini destekleyerek girecektir. Günümüzdeki Avrupa solunun reformcu geçmişinin kökleri buraya dayanıyor.

Türkiye’deki milliyetçi akıma da ilk dönemlerden bakan yazar Türk milliyetçiliğinin köksüz ve sentetik olduğunu vurguluyor. Köksüzlük ve emperyalizme bağlanma histerisi çok iyi tahlil edilmiş. Burada özellikle Kurtuluş Savaşı yıllarda yaşananlara dair önemli tahliller bulacak okurlar. Ancak herhalde bu döneme dair en ilginç tespit Yunanlıların büyük askeri kütleler olarak Anadolu’ya çıkmadan önce ülkede hiçbir bağımsızlık direnişinin filizlenmemiş olması. Ekim Devrimini yeni yapmış olan genç Sovyet Devleti ile kurulmakta olan Türkiye Cumhuriyetinin birbirlerine çaresiz olarak bağlanmışlıkları da oldukça iyi detaylandırılmış.

Yurtseverliğin milliyetçiliğin aksine sınıf uzlaşısının reddi ve yurdu temizleme iradesi olduğu, sosyalizmi ve iktidarı hedeflemeden yurtsever olunamayacağı da yazarın önemli katkılarından. Yazarın dünya tarihinden verdiği çok sayıda örnek oldukça açıklayıcı olsa da özellikle Küba ile ilgili örnekte anılan Frank Pais daha fazla övgüyü hak ediyor sanki. 26 Temmuz hareketinin şehir örgütlenmesinin sorumlusu olan ve daha 23 yaşında sokak ortasında infaz edilen Pais’i uğurlamak için yapılan 30 Temmuz 1957 Santiago genel grevi ülkedeki devrimci yükselişte önemli bir nokta olmuştur.

Geçerken ulusal soruna dair ve önceki bölümlere atıfla katkıda bulunan Kemal Okuyan, ulusal sorunda kriterin devrim olduğunu ve her ulusal hareketin desteklenmek zorunda olmadığını yinelemiş.

Emperyalizmin artık iç siyasette de önemli bir belirleyen olduğu günümüzde sol siyasetin olmazsa olmazı yurtseverlik kuşkusuz. Bunu algılayıp ideolojik alanda kendisini geliştirmek isteyenlere bu kitabı tavsiye ediyorum. Elbette hala sadece “İşçilerin vatanı yoktur!” diyerek küresel mücadeleye çağrı yapanlar da okumalı. Yokluğun bir erdem, övünülecek bir şey olmadığını algılamaları, iktidarı ve ülke yönetimini ele alarak “Bu memleket bizim!” diyecek işçileri anlamaları için…

Sol



Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
melnur
[ Gelenek ]
Kurucu
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 02.08.2013
İleti Sayısı: 10.954
Konum: İstanbul
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder

50 kere teşekkür edildi.
36 kere teşekkür etti.
Cevap Yazan: melnur
Cevap Tarihi: 22.11.2016- 16:22


''Yurtseverlik her şeyden önce o topraklarda yaşayan insanları sevmektir. O topraklarda yaratılmış ileri değerlere sahip çıkmak, onları daha da yüceltmektir. Yurtseverlik ırkçılığın, milliyetçiliğin panzehiridir. (...) Yurtseverlik kendi hak ve değerleriyle birlikte tüm halkların değerlerini, kardeşliğini savunduğu için evrenselci, ileri ve eşit hedefler için birlikte mücadeleyi önerdiği için enternasyonalisttir. Son olarak yurtseverlik, biz komünistler için devrim ve sosyalizm mücadelesini, güven ve kararlılıkla yürütmenin de koşuludur. Ben bu yurdu, eşitlikçi ve özgürlükçü bir dünyanın kurulmasına, dünyanın Türkiye parçasından anlamlı katkılar yapacağımız coğrafya olduğunu düşündüğüm, sosyalist Türkiye'yi düşündüğüm zaman daha çok seviyorum.''

Haluk Yurtsever / GELENEK, sayı 235



Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
melnur
[ Gelenek ]
Kurucu
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 02.08.2013
İleti Sayısı: 10.954
Konum: İstanbul
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder

50 kere teşekkür edildi.
36 kere teşekkür etti.
Cevap Yazan: melnur
Cevap Tarihi: 14.10.2017- 11:30


SOSYALİST DEVRİM VE YURTSEVERLİK

Aydın Giritli ( Aydemir Güler)


Türkiye sosyalist devrimini düşünüyoruz. Ülkemizi sosyalist devrimin yapılabileceği bir zemin haline nasıl taşıyacağız? İşçi sınıfımızı bu devrimin öncü toplumsal gücü olma yeteneğine nasıl kavuşturacağız?

Kuşkusuz bu sorularla Türkiye komünist hareketinin aydınlanmacı, kamucu yurtsever/bağımsızlıkçı ve enternasyonalist kimliği birbirleriyle doğrudan bağlantılıdır. Bu bağlantıya dair kafalarını zerre kadar çalıştırmayanların, komünist hareketin aydınlanmacılığını 28 Şubat ile bağlantılandırma, kamuculuğu kapitalizmin evrimiyle demode olmuş burjuva devletçiliğine, bağımsızlıkçılığı bir o kadar çağ dışı kalmış otarşi milliyetçiliğine yorma çabalarını sorun etmemekten yanayım. Eğer solu ileriye taşıyacak akıl yürütme ve polemiklerin, solun içerisinden türeyebileceğine dair en küçük bir beklentim olsaydı, bu yazıyı, böylesi bir eksene çekerdim.

Hayır... Türkiye solunda bugün iki ana tipoloji var. Kimileri, ülkenin koyu bir karanlık altında olduğunu saptamakla yetiniyor ve içinde bulunduğumuz dönemi "kaybedilmiş" sayıyorlar. Olası tek pozitif beklenti, gelecek dönemlere mütevazi bir başlangıç yapabilecek güçte bir ekip ve bu ekibi tanımlayan teorik çerçeve devretmek olabiliyor. Her nedense bu umutsuz topluluklar, zaman zaman kontratak golleriyle maçı "götürebilecekleri" düşlerine de kaptırıyorlar kendilerini.

1999 seçimlerinden az önceydi. Bir otobüs yolculuğunda rastgeldiğim bir eski dostum, bir sol ittifak halinde 19 Nisan sabahı ülkede "her on kişiden birinin bizden" olduğunu hissedebilecek sonuçlar alınabileceğini ve böyle bir durumda başta moral gücümüz olmak üzere her şeyin değişeceğini anlatmıştı bana... Sonra seçim ittifakı olmadı ama, bu beklentinin ne denli egemen olduğunu sol kam-panya adına sergilenen ve halkla bütünleşmek gibi pozitif anlam yüklenmesi mümkün sonuçlar da vermeyen tuhaf temalar sayesinde görmüş olduk.

İlle seçimler değil kontratak fırsatı sayılan. Hatta solun, toplumsal etkisi aşağı yukarı olmayan "kendi örgütsel kuruluş" girişimlerine bile böyle bir "fırsatçılık"la yaklaştığının örnekleri var yakın zamanlarda. Solun bir bölümü kaybedilmiş bugünler ile "top yuvarlaktır" umutları arasında gidip geliyor. Daha doğrusu bir yere gitmiyor! İşte bu tablodan, ilerletici dinamik çıkabileceğine ilişkin, dolayısıyla polemiklere teşvik edecek bir umudum yok.

Diğer tipoloji ise burjuva kuşatmanın zayıf noktalarını gözlemliyor. Sınıf mücadelesinde yuvarlak topların işe yaramadığını bilerek sosyalizmi toplumsallaştırmayı bir programlı faaliyetin işi sayıyor ve komünist etkinliği toplumsal ölçeğe, düzenin toplumu saran kabuğunun zayıf bölgelerini delerek çıkartmayı öngörüyor. Üstelik bu karanlık dönemin böyle bir yarma harekatı için çok elverişli olduğunu da iddia ediyor. Yani iddia ediyoruz!

Geleceksiz solculuk, özelleştirmelere karşı kamuculuk dendiğinde, "geçmiş olsun" diye yanıt verip burjuva devletçiliğinin ölümünden söz etmektedir. Dinci gericiliğe karşı aydınlanmacılık dendiğinde, askerlerin alanı kapattıklarına işaret etmektedir. Bağımsızlık dediğimizde küresel kapitalizme karşı ancak küresel mücadele verilebileceğine dair post-modern enternasyonalizm dersleri vermeye başlamaktadır... Belli ki bu solculuk türü, bugün Türkiye’de herhangi bir devrimci imkan görmemekte ve özelleştirmelerin yolsuzluklardan arındırılması, sömürü mekanizmasından ibaret kalite çemberlerinden "çalışanların söz hakkının" türetilmesi, militarizme karşı sivil topluma kişilik kazandırılması, uluslararası emek cephesiyle ya da "emeğin Avrupasıyla" bütünleşerek oradan kan alınması gibi bir demokrasi programına fit olmaktadır.

Bu yazı Türkiye sosyalist devrimi ve anti-emperyalizm ilişkisi ile ilgili bir sesli düşünmedir. Kimilerinin kapkaranlık saydığı şu günlerde devrim için sesli düşünmek iddialarımızın bir parçası sayılabilir.

Demokratik devrimciliğin yel değirmenleri

Türkiye solunda demokratik devrimci tez, işçi sınıfının, tarihsel misyonunu yerine getirecek güçte olmadığını öne sürerken, polemiğin akıntısı içerisinde ilginç bir düşman yarattı kendine. Buna göre, sosyalist devrimci yaklaşım, Türkiye’de bir toplumsal altüst oluşun ya da devrimin yalın biçimde emek-sermaye çelişkisi üzerinden gerçekleşebileceğini iddia ediyordu. Oysa işçilerin emek-sermaye çelişkisinin üzerinde yükselecek bir siyasal hareket ve bilinç ediniminden uzak olmalarının yanı sıra başka çelişkiler de vardı. Örneğin sermaye sınıfının orta kesimleri tekelleşme sürecinden muzdaripti. Devrimci öncü "sosyalist devrim" programıyla bunları ürkütmemeli ve anti-kapitalist vurguların yerine anti-tekel esnetmelere gitmeliydi. Sonra köylülük vardı. Türkiye’nin tarıma damga vuracak ölçüde yaygın küçük ve orta mülk sahibi köylülüğünün bile, kapitalizmle çıkar çelişkileri olabilirdi. Bu çelişkiler karşısında tarımda kolektivizasyon, yerine sahip olunan toprağın ölçeğini artırma yoluna gitmeliydi devrim. Dahası, kapitalistlerin bazı kesimleri uluslararası tekeller tarafından itilip kakılıyordu. Türkiye burjuvazisinin pek küçük bir bölümü emperyalistlerle arasında sıkı bağlar inşa edebilmişti; gerisi ulusal çelişkiler içindeydi. O halde devrim anti-kapitalist vurgulardan bir de ulusal sermaye yönünde esnetilmeliydi.

Bu akla hayale sığmaz ekonomist yaklaşım, ülkede herkesin mutlak anlamda ekonomik çıkarlarının bilincinde hareket ettiğini varsaymakta, siyasal tutumları bir tek buna bağlamaktadır. Galiba bu yeteneğin atfedilmediği tek istisna da işçi sınıfı. İşçiler, hesap bilmediklerinden midir nedir, sömürü ilişkilerinin farkına varamıyor ve ne büyük bir gücü temsil ettiklerini de farkedemiyorlardı. Ama öte yandan işçi sınıfının muhayyel devrimci öncüsü, toplumun çeşitli kesimlerine dağıtacağı çiçekleri işçi sınıfı adına planlayacak ve ardına küçük bir oligarşinin dışında kalan tüm kesimleri toplayacaktı.

Toplumun ekonomik rasyonalite ile hareket ettiği modelin burjuva ideolojisinden oldukça etkilenmiş olduğunu ve bu modelin istisnasını ise işçi sınıfının oluşturması tuhaflığını bir kenara bırakalım.

Ve isterseniz devrim deneylerine bakalım.

Paris Komünü ilk proletarya diktatörlüğü sayılırken, bu hamlede her şeyden fazla rol oynayan dış faktör olmuştur. Paris işçi sınıfı ve yoksulları, ülkelerinin kaderinin ellerinden düşmesi olasılığına, Prusya tehdidine karşı da harekete geçmişlerdi. Komün’ün eksiği Marx’ın analizine bakılırsa programsızlığı olmuştu. Proletarya diktatörlüğünün ne yapıp ne yapmayacağına ilişkin zihni çok karışık bir önderlik iktidarı konsolide edememişti. İsterseniz tersinden okuyun: Kitleler devrim karşısındaki pozisyonlarını hangi kesimlere nasıl ekonomik faydalar sağlanacağının anlatıldığı bir programı okuyarak belirlemiş değillerdi!

1917’nin hem Şubat hem de Ekimi’nde kitleleri harekete geçiren savaş ve barış, yani yıkım ve yaşam ikilemi olmuştu. Savaşa son verme iradesine sahip tek siyasal seçenek, aynı zamanda yokluğa, açlığa da nokta koyacaktı. Üstelik Bolşevikler, çözülmekte olan koca Çarlık Devleti ve düzeninin geleceğine ilişkin bir söz de ortaya atıyorlardı. Kitleler hangi aşamada ne ölçekte sermayelerin devletleştirileceğine, köylerde kolhoz-sovhoz dengesinin nasıl kurulacağına takılmak yerine başka bir alandan enerji buldular.

İspanya İç Savaşı’nda devrim cephesinin adı "cumhuriyetçi" idi.

İkinci Savaş’ın hemen ertesinde Avrupa’da sosyalist iktidarlar işgale karşı ve-rilen anti-faşist bağımsızlık direnişinin ürünü oldu. Hatta Yunanistan Komünist Partisi, savaş sonunda dayatılan yeni dengelerden payına düşen Britanya yanlısı kapitalizme karşı yeni bir cephe açtığında, çağrısı doğrudan devletleştirme ve sosyalist inşa yönünde değil, ulusal kurtuluşun ancak işçilerce sağlanabileceği biçiminde olmuştu... Tersinden, reel sosyalizmin karşısına dikilen kitleler, artı-değer sömürüsünü özlediklerini değil başka talepleri haykırıyorlardı. Bugün Küba’nın sosyalist iktidarı kitleleri genel bir anti-emperyalizmde değil, özel olarak anti-ABD bir dirençle sokaklara döküyor, sosyalizmin arkasına enerji biriktiriyor.

Sosyalist devrim tezinin, devrimci kalkışma zeminini emek-sermaye çatışması ve bu çatışmanın bilincine indirgediği yolundaki eleştiriler, bir yel değirmeni savaşıdır... Yoktur, böyle bir şey.

Sosyalist devrim, yeni iktidarın mülk sahibi sınıflarla paylaşılıp paylaşılmayacağına dair bir tercihtir. Sosyalist devrim, işçi sınıfı iktidarının ertelenip ertelenmeyeceğine verilen bir yanıttır. Sosyalist devrim, kapitalizmden "umut" kesilip kesilmeyeceğine ilişkin bir tartışmanın tarafıdır. Sosyalist devrim, emperyalizmle kapitalizmi, kapitalistlerin çeşitli katmanlarını birbirlerinden ayırmak, ya da bunların içsel bağlantılarını saptayarak karşılarına mülksüzleri çıkartmak arasında bir seçenektir.

Elbette sosyalist devrimin öncü sınıfı ve bu sınıfın partili önderliğinin "zihni", yani programı sosyalizme ilişkin netliğe sahip olmalıdır. Aşama tarifleri bugüne kadar işçi sınıfının kendine güven duyamamasından başka ne getirmiş ki! Mülk sahibi sınıflardan dost ve müttefik çıkartma çabaları ne zaman hüsranın dışında sonuç vermiş ki!

Sosyalist devrimciliği "kargadan başka kuş emek-sermaye çelişkisinden başka çelişki tanımam" olarak kavramış unsurların devrimlere önderlik edebildiğinin hiç görülmediği gibi... Görülmedi, çünkü bu eğilim olsa olsa bir çocukluk hastalığı olabilirdi.



Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
melnur
[ Gelenek ]
Kurucu
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 02.08.2013
İleti Sayısı: 10.954
Konum: İstanbul
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder

50 kere teşekkür edildi.
36 kere teşekkür etti.
Cevap Yazan: melnur
Cevap Tarihi: 14.10.2017- 11:32


Sosyalist devrime evrensel enerji

Sosyalist devrim, kapitalizmin sömürü sistemi nasıl evrenselse, öyle evrenseldir. Sosyalist devrim, dünyanın herhangi bir noktasında sosyalizmin inşa edilmesi olanaklı hale geldiği andan itibaren felsefi ve teorik olarak, tüm dünyada geçerlilik kazanmıştır. Sosyalist devrimin, dünya üzerinde koca bir uluslararası sistem oluşturmasına karşılık, hedefini sosyalizm olarak belirginleştirmeyen bir titrekliğin olsa olsa bir başka niyeti olmalıydı.

Başka niyet, başka sınıf demektir.

Ulusal kurtuluşunu, sömürge statüsünden çıkışı, çağdaşlaşma atağını sosya-lizm hedefiyle birleştirmeyen devrimci hamlelerin sınıfsal sahibi eninde sonunda burjuvazi olmuştur. Başından itibaren; ya da sosyalizm seçeneklerini süreç içinde tasfiye ederek, zayıf düşürerek. İşçi sınıfının ağırlık koyamadığı görece geri örneklerde, sınıfın maddi gelişmemişliğinden ileri gelen boşluğun nasıl kapatılacağına kafa yoruyordu marksistler. Geliştirilen siyasal seçenek hangisi olursa olsun, tamamının üzerinde Sovyetler Birliği ve diğer sosyalist ülkelerin koruma şemsiyesi vardı. Yemen ile Küba, Afganistan ile Vietnam’ın geçtikleri yollar elbette birbirlerinden farklıdır. Ama bu örneklerin yüzlerinin sosyalizme dönük olabilmesi, yalıtılmış iç dinamiklerin ürünü olmamış, bu toplumların kendi başlarına kaldığında üzerilerine sosyalizmin inşa edilmesi güç görünen iç dinamikleri, uluslararası bütünlükten sosyalist enerji türetmişlerdir.

Uluslararası bütünlük bir veri ise, son derece somut olarak 20. yüzyıl boyunca dünyamızın herhangi bir ülkesinde sosyalist olmayan bir kurtuluşu programlaştıran devrimciler yalnızca kendi geriliklerini dışa vurmuşlardır.

Reel sosyalizmin "şemsiyesi" ise sadece sosyalistleri korumaya almadı. Türkiye’nin ve kemalizmin tarihsel önemi, sosyalist şemsiyenin kapitalist-yolcuları da koruyabilme özelliğini örneklemesindedir. Hatta böyle bir özellik biraz da Türkiyeli burjuva devrimcilerinin katkıları, emekleri ve yaratıcılıklarıyla ortaya çıkmıştır.

Bu tablo, yani burjuva karakterli kurtuluş hareketlerinin de reel sosyalizm tarafından korunması veya sosyalist enerjisini iç dinamiklere dayanarak yeterli düzeye çıkartamayan hareketlerin reel sosyalizme "borçlanması", emperyalizme karşı mücadele ile kapitalizme karşı mücadele ilişkilerinin ilginç bir bütünlük oluşturduğunu ifade ediyor.

Reel sosyalizmin gücü, anti-emperyalist hareketleri anti-kapitalizme doğru çekebilmiştir. Ama hepsi bu değil.

Bu bütünlüğün diğer yüzünde emperyalizme karşı mücadele ile kapitalizme karşı mücadele arasındaki bağın kopartılması yer almaktadır. "Kopmaz bağ" tezinin sahibi olan sosyalizmin uluslararası reel pratiği sayesinde, kimi gecikmiş burjuva demokratik devrimcileri bir süreliğine teorinin genellemelerine sığmayan işi yapmışlardır. Ama yalnızca bir süreliğine!

Sosyalizmin katkısı yer yer pratik ile de yetinmemiş ve "kapitalist olmayan yol" tipi tezler, emperyalizm ve kapitalizmi birbirinden ayrı ele almanın, yani sınıf özünü büsbütün örtmenin yolunu açmıştır. Artık bu saatten sonra, sosyalist devrimi hedeflemeyen bir devrimcilik türü, gecikmiş burjuvazinin veya sıkışmış orta sınıfların hareketini temsil etmekten de öteye geçmiş ve işçi sınıfının kendi içindeki program seçeneklerinden biri haline gelmiştir.

Özetle, yukarıda sosyalist devrim tezini eleştirmek için önce bir yanılsama yaratan yaklaşımlara kızmamızın bir sınırı olmalıdır. Aslında uluslararası sosyalist devrim, 20.yüzyılda duraklamalı ve tedirgin bir yolculuk yaşamış, ve bu tedirginliği "aklına" da taşımadan edememiştir. Yönü ne olursa olsun her tür toplumsal hareketlenmeyi sosyalizmle barıştırma arayışı mükemmel örnekler yaratmıştır, ama sosyalizmi likide ettiğine de az rastlanmamıştır. Bizim "demokratik devrimcilik" böyle bir olgudur.

Kimileri reel sosyalizmin açtığı şemsiyeye akıllarını sabitlemiş ve sosyalist olmanın doğal önkoşulunun demokratik devrimcilik olduğunu kayda geçmişlerdi! Ancak bu girilen yolda, önkoşulun tanımı giderek ne pahasına olursa olsun "sosyalizmden kaçış" biçimini alabildi. Bugün Türkiye solunun eski demokratik devrimciliği, tek devrimcilik türü olarak sosyalizm yalnızlaştıkça, en fazla demokratik reformizme dönüşebiliyor.

Yine dış enerji ile bir bağlantı kurulamaz mı? Reel sosyalizmin şemsiyesi kalktığında zamanında anti-emperyalizm ile anti-kapitalizmin geçici sınır boylarında gezinenleri sosyalizm akımının çerçevesi içinde tutacak herhangi bir neden kalmadı.



Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
melnur
[ Gelenek ]
Kurucu
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 02.08.2013
İleti Sayısı: 10.954
Konum: İstanbul
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder

50 kere teşekkür edildi.
36 kere teşekkür etti.
Cevap Yazan: melnur
Cevap Tarihi: 14.10.2017- 11:33


Umut kesildiğinde

İşçiler elbette sağcı da olabilir, solcu da. Sağcı ve gerici olduğunda kişinin mülksüzlüğünde ve artı-değer sömürüsüne tabi olmasında herhangi bir değişiklik yaşanmaz. Ama işçi sınıfının bilinçli siyaseti yalnızca sosyalizme dönük olabilir. İşçi sınıfı kitlelerinin burjuva ideoloji ve siyasetine teslim olduğu durumdan da kendine pay çıkartmaya çalışmak ve "ne de olsa işçi" diyebilmek için sosyalistlikten istifa etmek gerekecektir.

Aslında Marx’ın Manifestosu’ndan bu yana bu açıdan işler tersine dönmüş oluyor. Manifesto, işçi sınıfının tabi olduğu sömürü koşullarının ve genel olarak burjuva toplumsal ilişkilerin, sınıf kitlesini sosyalizme doğru iteceğini varsayıyordu. Şimdi kimi solcular "itmese de olur" demekte, hatta böyle bir ilişkiden umut keserek "hiç olmazsa demokrasiye insan haklarına sömürünün sınırlandırılmasına yönlense" temennisi ile yetinmektedirler.

Bizim konumuzla bağlantısı ise, başlara dönersek, kapitalizm ile emperyalizmin ilişkisine dair.

Lenin’in emperyalizm konusundaki vurgusu ikilidir. Birincisi emperyalizm, kapitalizmin tekelleşme evriminin doğrudan ürünüdür. Lenin’i başka yorumculardan ayıran bu unsur değil. Ayırt edici olan emperyalizmin genel bir gericilik dönemini ifade etmesi. Öyle ki, emperyalist dönemin mantığı, burjuva ilericiliğinin alanını daraltmakta, genel gericilik egemen sınıfı bir bütün olarak batağa saplamaktadır. Bu durumda komünistler için bütün oklar sosyalizmi daha dolayımsız biçimde gösterebilir. Herhangi bir burjuva demokrasisi emperyalist gericileşme yasasını delmeye muktedir olamayacaktır çünkü.

Leninist tez, leninist devrimin önünü açtığı yeni dinamikler sayesinde istisnai parantezlerle delindi. Burjuvazinin toptan gericileştiği bir çağda, anti-kapitalist olmaksızın emperyalizmden kopan bir dizi hareket, sosyalizme dost kılınmıştır. Ancak bu sonuç, leninizmin tanımlayıcı yaklaşımlarıyla uyumludur. Başka sosyal-demokratlar tekelleşme sürecinde kapitalizmin sosyalizme kendiliğinden yakınsaması eğilimi veya kendiliğinden toplu çöküş olasılığı ararken, Lenin, sınıf mücadelesinden başka anlama gelmeyen siyasal mücadelelerin benzeri maddi gelişmeleri beklemeyeceğini, dahası, birtakım maddi gelişimlerin değil, sınıf mücadelelerinin bu gelişmeleri belirleyeceğini vurgulamıştı. Gericileşme bir maddi eğilim ise, bu veriyi dikkate alan işçi sınıfı siyaseti bizzat kendisini maddi bir güç haline getirerek, eğilimleri tersine çevirebilirdi.

Yapılan budur. Reel sosyalizm dünyanın topluca gericileşmesinde, kimi geçici mevziler elde edebilmiştir. Bu komünizmin bir başarısı olarak algılanacağı yerde, kapitalizmin doğasında bir esneme sayılmaya başlanırsa, sorun böyle düşünenlerde aranmalıdır.

Kısmi örnekleri bugün de var. Küba isimli küçük ada Güney Amerika kıtasından başlayarak dünyanın bir dizi kapitalist veya emperyalist ülkesi ile ABD arasında çatlaklar açabilmiş ve bu çatlaklarda nefes almayı başarabilmiş ise, değişim kapitalizme değil, başarı Küba sosyalizmine atfedilmelidir.

Uluslararası marksist harekette, II. Enternasyonal sağı emperyalizm ve kapitalizm ilişkisine dair yine bir sapmayı ifade etmişti. Yukarıda geçerken değindim, buna göre tekelleşme, yani emperyalizm, kapitalizmin yıkıcı karakterini ortadan kaldırıyordu. Artı-değer sömürüsünü reddetmek anlamında anti-kapitalist sıfatını hâlâ taşıyan kimi sosyal-demokratlar, anti-emperyalist bir kimliği akıllarından geçirmiyorlardı!

Benzeri sapmaların çağdaş örneği kuşkusuz Avrupa Birliği ile ilgili olandır. Bugün kapitalizmin yıkılacağı bir geleceği öngören, ama AB emperyalizminin -en azından bizim ülkemizde- güç kazanmasını bu geleceğin pozitif basamağı sayanlardan söz ediyorum.

Sosyalizmi bilime indirgemeye kalkanlardan korkmak gerek. Sosyalizm bir kurtuluş projesi, bir mücadele programıdır. Kurtuluş olasılığından ve mücadelenin başarısından umut kesenlerin sosyalist olarak kalmamaları gerekir. Komünistler ise umutsuzları kısa yoldan karşı tarafa itmeyi değil, başka bir şeyi denerler: Umudu kanıtlamaya... Ama umutsuzlar için değil, işimiz bu olduğu için, bilim bunun mümkün olduğunu gösterdiği için, aklımız ve yüreğimiz yenilgiyi "almayacağı" için...



Yeni Başlık  Cevap Yaz
 Toplam 5 Sayfa:   Sayfa:   [1]   2   3   4   5   >   son» 



Forum Ana Sayfası

 


 Bu konuyu 1 kişi görüntülüyor:  1 Misafir, 0 Üye
 Bu konuyu görüntüleyen üye yok.
Konuyu Sosyal Ortamda Paylas
Benzer konular
Başlık Yazan Cevap Gösterim Son ileti
Konu Klasör Yurtseverlik ve Aydınlanmacıık solcu 2 4684 02.10.2014- 10:28
Konu Klasör Yurtseverlik ve dış politika melnur 0 3799 20.09.2013- 21:47
Konu Klasör Milliyetçilik ve yurtseverlik ilkay 0 5889 18.03.2014- 22:41
Konu Klasör Milliyetçilik ve yurtseverlik üzerine... melnur 26 18465 23.10.2021- 04:19
Konu Klasör Yeniden "yurtseverlik" üzerine... melnur 9 13747 10.11.2014- 19:35
Etiketler   Türkiye,   Solunun,   Yurtseverlik,   Sınavı
SOL PAYLAŞIM
Yasal Uyarı
Sitemiz Bir Paylasim Forum sitesidir Bu nedenle yazı, resim ve diğer materyaller sitemize kayıtlı üyelerimiz tarafından kontrol edilmeksizin eklenebilmektedir. Bu nedenden ötürü doğabilecek yasal sorumluluklar yazan kullanıcılara aittir. Sitemiz hak sahiplerinin şikayetleri doğrultusunda yazı ve materyalleri 48 Saat içerisinde sitemizden kaldırmaktadır.
Bildirimlerinizi info@solpaylasim.com adresine yollayabilirsiniz.
Forum Mobil RSS