SolPaylaşım  
Ana Sayfa  |  Yönetim Paneli  |  Üyeler  |  Giriş  |  Kayıt
 
OTURUYORSAN KALK; AYAKTAYSAN YÜRÜ; YÜRÜYORSAN KOŞ!
Yurt ve dünya sorunlarına soldan bakan dostlar HOŞGELDİNİZ .Foruma etkin katılım yapabilmeniz için KAYIT olmalısınız.
Yeni Başlık  Cevap Yaz
AKP’nin ‘misak-ı milli’si           (gösterim sayısı: 3.715)
Yazan Konu içeriği
Üye Profili boşluk
melnur
[ Gelenek ]
Kurucu
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 02.08.2013
İleti Sayısı: 11.020
Konum: İstanbul
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder

36 kere teşekkür etti.
50 kere teşekkür edildi.
Konu Yazan: melnur
Konu Tarihi: 20.10.2016- 11:34


AKP’nin ‘misak-ı milli’si

Ender HELVACIOĞLU



Tarih tartışmaları yoğunlaşmaya başlarsa eğer, hesaplaşma yakın demektir. Tarihin yeniden yazılması gündeme gelmiş ve getirilmiştir. Kozlar tarihte açılıyormuş gibi gözükür ama aslında yaşanan, güncel politik çatışmalardır.

Yani akademik bir tarih tartışması yapılmıyor; tartışma bal gibi arazidedir ve zor araçlarıyla yapılmaktadır.

AKP sözcülerinin “Abdülhamit”, “Lozan” ve “misak-ı milli” temalarını neden dillerine doladıkları herkesin malumu. Irak ve Suriye savaşlarına bodoslama giren AKP, tarihi kendince yeniden yazarak, tarihsel meşruiyet elde etme peşinde. Ama tarih son derece tehlikeli bir alan.

Çok iyi kavramak ve süzmek gerek. Çünkü güne uzanan kolları var ve o kollar sizi alıp yükseltebilir de, bir ahtapota dönüşüp boğabilir de. En az gelecek kadar sürprizlerle doludur tarih. Yeniden yazacağım derken, tarihin çöplüğüne süpürülmek de var. Son günlerin gözde kavramı “misak-milli”ye değineceğiz bu yazıda.

***

Mustafa Kemal ve arkadaşları Kurtuluş Savaşı’nın hemen sonrasında Türkiye’nin sınırlarını -Musul’u özellikle vurgulayarak- şöyle çizmişlerdi: “Avrupa’da İstanbul ve Meriç’e kadar Trakya; Asya’da Anadolu, Musul arazisi ve Irak’ın yarısı.”

Atatürk’ün “misak-ı milli”sinin çerçevesi bu şekilde tespit edilmişti. Musul ve çevresinin özellikle vurgulanmasının (Lozan’da da en önemli tartışmalardan biri buydu) sosyolojik ve politik nedenleri vardı; birazdan geleceğiz. Fakat Türkiye Cumhuriyeti’nin sınırları içinde görülen Musul ve Irak’ın yarısı vatana dahil edilemedi.

Kemalist iktidarın gücü buna yetmedi. Bugün tamamen farklı koşullarda AKP iktidarı Kuzey Irak’ı ve Musul’u yeniden gündeme getiriyor, tarihsel hak iddiasında bulunuyor; Lozan’ı olumsuzlayıp “misak-ı milli”ye gönderme yaparak. Sanırsınız ki çakma başkumandan Erdoğan, Kemalistlerin yarım bıraktığını tamamlamaya soyunmuştur; onların beceremediğini becerecektir.

Kemalistlerin misak-ı millisi ile Erdoğan’ın misak-ı millisini karşılaştıralım o halde. İlkinin nelere yol açtığını ve ikincisinin nelere yol açabileceğini de irdeleyerek…

***

Birincisi, Mustafa Kemal ve arkadaşlarının misak-ı millisi, topraklarının büyük çoğunluğunu yitirmiş, parçalanmış, emperyalistler tarafından dört koldan işgal edilmiş, sömürgeleştirilme tehdidi altındaki bir “hasta imparatorluk”tan, yeni bir vatan yaratma mücadelesinin formülüydü.

Amaç “büyümek” değil, mümkün olduğunca büyük bir parçayı emperyalistlerden kurtarmaktı. Kemalistlerin kimsenin toprağında gözü yoktu. Tam tersine vatanlarına göz dikenlerle mücadele halindeydiler. Kısacası, Atatürk’ün misak-ı millisi anti-emperyalistti ve bu nedenle sosyalist Sovyetler Birliği tarafından desteklendi, bütün mazlum milletlere umut ışığı oldu.

Erdoğan’ın misak-ı millisi ise, vatanları emperyalistler tarafından işgal edilmiş, parçalanmış, gerici bir iç savaş dayatılmış iki ülkenin, Irak ve Suriye’nin topraklarından pay kapmanın “bahanesi” olarak gündeme gelmektedir. AKP iktidarı başından itibaren komşu ülkelere yapılan bu emperyalist müdahalenin taşeronu rolünü üstlenmiştir ve şimdi de toprak talep etmektedir. Erdoğan’ınki komşu ülkelerin toprağına göz diken fetihçi bir söylemdir. Atatürk’ünki gibi “vatan kurtarma” hedefli değil, -komşular aleyhine ve emperyalist müdahalenin yarattığı ortamı fırsat bilerek- “büyüme” hedeflidir.

Misak-ı milli, bunun bahanesi olarak kullanılmaktadır. AKP’nin hedefi Irak ve Suriye’ye yönelik emperyalist müdahaleye -Türkiye’nin çıkarları adına da olsa- göğüs germek olsaydı, Musul ve misak-ı milli hiç gündeme getirilmez, tersine komşularımızın toprak bütünlüğü savunulurdu. İlle yakın tarihten bir örnek verilecekse, AKP iktidarının tutumu tam da Kurtuluş Savaşı öncesindeki Yunanistan Hükümetinin tutumuna benziyor.

Yunan Hükümeti de İngiliz emperyalistlerinin kışkırtmasıyla ve “tarihsel hak” iddia ederek İzmir’i ve Ege bölgesini işgale girişmişti. Sonuç biliniyor!

***

İkincisi, Atatürk’ün misak-ı millisinin asıl amacı “milleti birleştirmekti”. “Millet”ten kasıt da vatanın iki asli unsuru olarak tanımlanan Türkleri ve Kürtleri birleştirmekti. Vatan, “Türklerin ve Kürtlerin ortak vatanı” olarak tanımlanmıştı.

Kemalistlerin Kuzey Irak’ı ve Musul’u ısrarla misak-ı milli çerçevesine dahil etmek istemelerinin nedeni, petrol falan değil, Kürtlerin tamamının kapsanması hedefiydi. “Tek bir Kürt köyünün dahi” dışarıda bırakılmaması için mücadele ettiler. “Ortak vatan”ın ancak bu şekilde oluşabileceği, Kürtlerin bir bölümünün dışarıda kalmasının gelecekte sorunlar yaratabileceği öngörülüyordu.

Kemalistlerin bu konuda ne kadar samimi oldukları, cumhuriyet kurulduktan sonra neden adım adım “ortak vatan” yaklaşımından vazgeçildiği, Musul ve K. Irak’ın alınamamasının bu noktadaki rolü ayrı bir tartışma konusu. Fakat şurası nettir ki, Atatürk’ün misak-ı millisi, -en azından başlangıçta- etnik Türk milliyetçiliğine değil, “Türk-Kürt kardeşliğine ve ortaklığına” dayanmaktaydı.

Zaten Kurtuluş Savaşı’nın başka türlü başarıya ulaşması olanaksızdı. Türk-Kürt ittifakı sağlanamasaydı Sevr kaçınılmaz olurdu. Erdoğan’ın misak-ı millisi ise birleştirici değil, bölücüdür. İlkel bir milliyetçilik ve Kürt düşmanlığı ile yürütülmektedir. Kürtlerle barışmanın yolları aranmadan, dahası Türk-Kürt çatışması körüklenerek kalkışılan bir “Musul seferi” ava giderken avlanma olasılığını da artırıyor.

Musul’da, K. Irak’ta (Kürtlerin yaşadığı bölgelerde) hak iddia ediyorsunuz, ama ülkenin içinde Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı illerin Musul’dan farkı kalmamış. Erdoğan Musul’u kaşıyor ama Türkiye’de emperyalistlerin kaşıdığı ve daha da kaşımasına açık sürüyle Musul yaratmıştır. Kısacası, bu açıdan da Atatürk’ün ve Erdoğan’ın misak-ı millileri birbirinin zıddıdır.

***

Üçüncüsü, Atatürk’ün misak-ı millisinin temeli cumhuriyetçilik ve laikliktir. Kemalist önder kadroların hoşuna böyle gittiği için değil, ortaçağ kalıntılarının hüküm sürdüğü coğrafyadan bir vatan çıkarmanın başka bir yolu olmadığı için. Aşiretlere, cemaatlere, tarikatlara, farklı mezheplere bölünmüş, ağalığın-marabalığın hüküm sürdüğü ümmet toplumunda bir toplum sözleşmesi, bir ulusal antlaşma (misak-ı milli) yapmanın ve sürdürmenin olanağı yoktur, hele emperyalistlerin yoğun saldırısı altındayken.

Laiklik ve cumhuriyetçilik, misak-ı millinin zorunluluğuydu. Laikliğe ve cumhuriyete savaş açtığını açıkça dillendiren AKP ise mezhepçidir, ideolojisi Sünni İslamcılıktır. Böyle bir ideolojiyle bölgeye girilmesi, yıllardır süren etnik ve mezhepsel çatışmalara bir de Türkiye’den fiili katkı koymak anlamına gelir. Sünni gericilikle bölgeye girebilirsiniz ama çıkabilmeniz çok zordur; nerede kaldı misak-ı milli…

Toparlarsak: Kemalistlerin misak-ı millisi ile Erdoğan’ın diline doladığı misak-ı milli, birbirine zıt iki pakettir. Bir yanda anti-emperyalizm, vatan savunması, laiklik, cumhuriyetçilik, yurtta-bölgede barış ve Türk-Kürt kardeşliği; diğer yanda emperyalizm taşeronluğu, fetihçilik, Osmanlıcılık, dinci gericilik, mezhepçilik, iç savaş kışkırtıcılığı, komşulara düşmanlık ve ilkel milliyetçilik (Kürt düşmanlığı).

***

Diyebilirler ki: dün dündür bugün bugündür; bugün misak-ı milliyi tamamlamanın yolu Osmanlıcılıktan, İslamcılıktan, Sünnicilikten geçmektedir. Olabilir, ama Abdülhamit yetmez, Yavuz Sultan Selim’e kadar geri gitmeniz gerekir! 500 sene öncesinin koşullarından esinlenerek politika tespit etmenin ise delilikten öte bir anlamı yok.

Şaka bir yana, Erdoğan fırsatçılık yapıyor. Kasaba kurnazlığıyla da misak-ı milliyi kullanmaya kalkıyor. Fakat bu çok tehlikeli bir oyun. ABD’nin bölgedeki stratejisi, Irak ve Suriye’yi bölerek (hatta birkaç parçaya ayırarak), ikinci İsrail niteliğinde bir Kürt devleti kurmak ve bu devleti mümkün olduğunca Akdeniz’e doğru genişletmek. Erdoğan-AKP iktidarının hedefi ise ABD’nin bunu Kürtlerle değil Türkiye ile yapması.

Suriye harekâtının ve Musul iddialarının nedeni bu. Yani bölgede ABD-Türkiye çekişmesinin nedeni, AKP’nin, emperyalist “böl ve yönet” politikasına karşı durması değil. Böyle olsaydı Türkiye, Irak ve Suriye’nin meşru hükümetleriyle işbirliği yapar, yıkıcı terör örgütlerine açık cephe açar, komşularının toprak bütünlüğüne saygı gösterirdi.

Erdoğan’ın ABD’ye kırgınlığı, ABD’nin bu inisiyatife izin vermemesi ve PKK-PYD’den vazgeçmemesinden; ABD’nin Erdoğan’a kızgınlığı ise fazla ısrarcı olması ve hizayı zorlamasından. Yoksa ortada “millicilik”, “Avrasyacılık”, “vatan savunması” gibi bir olumlu tutum değişikliği yok. Kısacası, AKP açısından Amerikan stratejisinin “böl” kısmında bir sorun bulunmuyor, sadece “yönet” kısmında bir inisiyatif tartışması yaşanıyor. Yani AKP “öncelikli taşeron” olma arzusunda. Böylece Türkiye “büyüyecek” ve Erdoğan da “toprak kazanan lider” payesi alarak iktidarını sağlamlaştıracaktır. Tehlikeli bir hayal!

Neden?

Birincisi, ABD, AKP’ye göre çok daha gerçekçi. Bölge stratejisini bir bölge gücüyle (PKK-PYD) yürütmeyi yeğliyor. Bölgeye yabancı bir güç olan Türkiye’nin “büyümesinin” bölge devletleri ve halklarının çok sert tepkisiyle karşılaşacağını, işlerin iyice sarpa saracağını, hatta stratejisinin tümden tehlikeye gireceğini görüyor. Kaldı ki, bölgede işler ABD açısından da iyi gitmiyor. Dolayısıyla ek sorunlar çıkmasına izin vermemekte (gerekirse bu ihtiraslı ortağını devirip yerine daha “uyumlu” bir ortak getirerek) kararlı.

İkincisi, Türkiye bu “gerçek dışı” politikada ısrar ederse tamamen yalnızlaşacaktır. “Böl” politikasına destek verdiği için Irak-Suriye yönetimleri ve İran-Rusya gibi Avrasya güçleriyle karşı karşıya geleceği gibi, “yönet” kısmındaki ABD ile çelişmesinde de yanında kimseyi bulamayacaktır.

Erdoğan politikası,

1) Bölge savaşını Avrasya güçleri kazanırsa, bütün komşularıyla düşman ve iç karışıklıklar girdabına düşmüş bir Türkiye;

2) Atlantik güçleri kazanırsa, parçalanmış ve “yeni bir Sevr” ile karşı karşıya kalmış bir Türkiye sonucunu verecektir.

Erdoğan’ın misak-ı millisi, nerede kaldı Kuzey Irak’ı ve Musul’u almak, Diyarbakır’ı, Antep’i, Adana’yı, hatta İstanbul ve Ankara’yı tehlikeye atmaktadır. PKK ve IŞİD’in dış güç değil, birer iç güç olduğunu, güneyimizdeki hengâme bitse bile bunlarla karşı karşıya kalacağımızı da unutmayalım. Uzun lafın kısası, AKP-Erdoğan iktidarı Türkiye’yi bir çıkmaza sürüklüyor. Bu iktidar devam ettiği sürece, iktidarın çıkmazları giderek bir ülke çıkmazı haline dönüşüyor. Bedelini bütün bir ülke ve toplum olarak ödemek zorunda kalacağız.

***

Peki, ne yapmalı? Bu çıkmaz nasıl bertaraf edilebilir? Solun bölge sorunlarını da kapsayacak biçimde Türkiye’ye önereceği bir strateji yok mudur? Sınırların ortadan kalktığı ve sorunların iç içe geçtiği bu bölgede, solun, sadece Türkiye’yi değil Irak ve Suriye’yi de kapsayacak yeni bir “toplumlar sözleşmesi” (misak-ı bölge) önerisi olmayacak mıdır? Sadece Türkiye’nin değil, bütün bölge toplumlarının -birbirlerinin aleyhine değil- birlikte “büyümesi” olanaksız mı?

Bu çok boyutlu, kaotik hesaplaşmada, bölge halklarının da ortak bir çıkış girişimi olamaz mı?

Bu soruları da sonraki yazımızda tartışırız.



Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
melnur
[ Gelenek ]
Kurucu
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 02.08.2013
İleti Sayısı: 11.020
Konum: İstanbul
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder

50 kere teşekkür edildi.
36 kere teşekkür etti.
Cevap Yazan: melnur
Cevap Tarihi: 21.10.2016- 11:47


Erdoğan'ın Musul sevdası

Özgür Şen



Türkiye'nin artık 1923 ruhuyla hareket edemeyeceğini söylüyor Cumhurbaşkanı Erdoğan. Haksız sayılmaz. Çünkü uzun AKP iktidarı boyunca 1923 Cumhuriyeti'ne ne yapıldığını en iyi hareketin başındaki Erdoğan biliyor olmalı. Öyle bir cumhuriyet yok artık. 1923 Cumhuriyeti tarihe karıştı ve bir daha o haliyle geri dönmeyecek.

Bu cumhuriyetten arta kalanın üstünde yükselmeye gayret eden başka bir ülkenin, AKP Türkiyesi'nin lideri olarak Erdoğan'ın, 1923'ü referans almayacağını söylemesinde şaşılacak bir yan yok. Musul tartışmasını buraya bağlamasında da...

1923 Cumhuriyeti'ni tanımlayan temel özellikler geçmişte kaldı. Ancak bu özelliklerin yerine konulacak olanların sabitlendiğini, Erdoğan'ın deyimiyle AKP Türkiyesi'ne dair temel bir “ruh” üzerinde anlaşıldığını da kimse söyleyemez. AKP Türkiyesi'nin karakteristik niteliklerinin ortaya çıkması ile, bu özelliklerin bir devlet ve ülkeyi tanımlar hale gelmesi iki farklı olgu çünkü.

AKP Türkiyesi'nin, bu yeni ülkenin sınırları bile belli değil daha!

Yeni bir ülkenin yerine kurulduğuyla ilişkisini tanımlamak zorunlu olunca, sınırlarla ilgili tartışma da doğal olarak 1923'e atıfla yapılmak zorunda kalınıyor.

Dolayısıyla Erdoğan, Musul'u, Musul'a yapılan operasyonu tartışıyormuş gibi yapsa da, aslında her fırsatta müdahale ettiği noktaya tekrar dokunmaya çalışıyor. Erdoğan, 1923'le ve onun bakiyesi ilericilikle hesaplaşıyor.

Yoksa Erdoğan, Türkiye'nin Musul konusunda yüzyılın başında kalan iddialarını tekrar masaya getiremeyeceğini gayet iyi biliyor. Bu iddia bugün yalnızca tek bir şekilde, Musul'daki yerel güçlerden bir tanesine AKP'nin sırtını yaslamasıyla somutlanabilir. Başika kampında veya şehirde ve şehrin etrafında yürütülen başka faaliyetlerde de amaç bu zaten.

Türkiye, silahlı kuvvetleriyle ne Irak'ta ne de Suriye'de kalıcı bir operasyona girişebilir. Ortadoğu'nun ve bölgenin iyice karmaşık hale gelen dinamikleri ve dünyadaki düzen bunu kaldırmaz. Türkiye'nin Ortadoğu'da buna gücü yetmez veya daha başka bir deyişle AKP bunun için icazet alamaz.

AKP liderliğindeki Türkiye de aslında oyunu kuralına göre oynuyor ve ittifak halinde olduğu veya yönlendirebildiği yerel unsurlarla Musul'da süren savaşa dahil olmak istiyor. Ama gücü bu kadarına yetiyor ve etkisi sınırlı oluyor.

Ancak AKP'nin bölgedeki konumunun Erdoğan'ın ifade ettiği şekliyle olmasa da, biraz değişeceğine dair işaretler var. Örneğin, TSK'nın Musul operasyonuna sınırlı da olsa katkı koyması konusunda görüşmelerin sürdüğü söyleniyor. Bu konuda bir anlaşma sağlanması sürpriz olmaz...

TSK'nın operasyona dahli uzun vadede Musul konusunda Türkiye'nin etkisini değiştirmez, ancak kısa vadede Erdoğan'a görüntüyü kurtarmak için bir fırsat sunabilir.

Dahası, bizzat PKK liderliği tarafından ifade edildiği gibi Barzani-Erdoğan ittifakı, PKK'yi bölgeden uzak tutmak konusunda da şu ana kadar başarılı. Bu başarının da Erdoğan'ın konuşmalarında çizdiği çerçeveden uzak olduğu açık. Ama belli ki Türkiye yok hükmünde de değil.

Çünkü Türkiye bölgede yok hükmünde sayılamayacak kadar büyük bir ülke. Mesele yalnızca özellikle operasyonel gücü son dönemde oldukça tartışmalı hale gelmiş ordusunun kabiliyetleriyle ilgili değil.

Türkiye'de patronlar, AKP'li yıllarda sınır ötesi harekat yeteneklerini oldukça artırdılar ve bu bölgede kalıcı ilişkiler kurdular. Türkiye sermayesinin AKP ile iyi anlaştığı bir konuydu bu. Barzani ile ittifakın temellerinde yalnızca PKK'ye karşı ortak hareket etme isteği değil, iktisadi çıkarlar da vardı. Irak'ın savaş sonrası ekonomisinde Türkiye, kuzeydeki Kürt bölgesi merkezli olarak etkisini artırdı.

1923'e atıfla yapılan Musul tartışmalarında Kerkük'ün neden gündeme hiç gelmediğini niye kimse sorgulamıyor? Bugün, Musul'un demografik yapısı hakkında başta Erdoğan olmak üzere atıp tutanlar Barzani, Kerkük'te istediği gibi at oynatırken neden ses çıkarmadı?

Bu ikiyüzlülüğün yalnızca stratejik değil iktisadi bir temeli de var. Tıpkı Musul'un geleceğinde Türkiye'nin tamamen yok sayılmayacağı gerçeğinin ekonomik bir temeli olduğu gibi...

Erdoğan tüm bunları biliyor. Üstelik Musul'daki belirsizliğin yıllarca sürebileceğinin de farkında.

Ama Erdoğan'ın bu tartışmada aklının bir köşesinde başka bir dert duruyor: Türkiye ilericiliği...

1923 Cumhuriyeti'nin yerine yeni bir “cumhuriyet” inşa edememenin sancılarını çeken Erdoğan Musul örneğinde görüldüğü gibi her fırsatta 1923'ün üzerinde tepiniyor çünkü kendi hayalindeki ülkeyi kurmasının, AKP Türkiyesi'ni mantıksal sonuna götürmesinin tek yolu Türkiye ilericiliğiyle hesaplaşmak ve onun daha da geriye çekilmesini sağlamak.

Hep söylediğimiz gibi, buna da karar verecek olan Erdoğan ve AKP değil. Onların ne istediği, nerede durduğu, nasıl bir ülke istedikleri belli.

Peki ya Türkiye ilericiliği... Belirsizlik o tarafta işte. Türkiye ilericiliği bu kavgada nasıl bir ülke istediğine karar vermeli artık.



Yeni Başlık  Cevap Yaz



Forum Ana Sayfası

 


 Bu konuyu 1 kişi görüntülüyor:  1 Misafir, 0 Üye
 Bu konuyu görüntüleyen üye yok.
Konuyu Sosyal Ortamda Paylas
Benzer konular
Başlık Yazan Cevap Gösterim Son ileti
Konu Klasör AKP’nin sınırları var mı? melnur 2 2810 03.11.2019- 04:33
Konu Klasör Metin Akpınar: Devrim lazım... melnur 1 2874 25.03.2019- 08:20
Konu Klasör Türkiye AKP’den de TÜSİAD’dan da kurtulmalıdır! proletkült 7 1548 25.10.2021- 15:13
Konu Klasör Bir Metin Akpınar bir daha gelmez. melnur 1 1082 27.11.2021- 08:19
Konu Klasör Erdoğan'ın 'müjde'si AKP’nin yeni bir hamasetidir melnur 1 2257 23.08.2020- 06:36
Etiketler   AKP’nin,   ‘misak-ı,   milli’si
SOL PAYLAŞIM
Yasal Uyarı
Sitemiz Bir Paylasim Forum sitesidir Bu nedenle yazı, resim ve diğer materyaller sitemize kayıtlı üyelerimiz tarafından kontrol edilmeksizin eklenebilmektedir. Bu nedenden ötürü doğabilecek yasal sorumluluklar yazan kullanıcılara aittir. Sitemiz hak sahiplerinin şikayetleri doğrultusunda yazı ve materyalleri 48 Saat içerisinde sitemizden kaldırmaktadır.
Bildirimlerinizi info@solpaylasim.com adresine yollayabilirsiniz.
Forum Mobil RSS