SolPaylaşım  
Ana Sayfa  |  Yönetim Paneli  |  Üyeler  |  Giriş  |  Kayıt
 
OTURUYORSAN KALK; AYAKTAYSAN YÜRÜ; YÜRÜYORSAN KOŞ!
Yurt ve dünya sorunlarına soldan bakan dostlar HOŞGELDİNİZ .Foruma etkin katılım yapabilmeniz için KAYIT olmalısınız.
Yeni Başlık  Cevap Yaz
Ya cehalet ve dinci dikta ya aydınlanma ve özgürlük!           (gösterim sayısı: 4.301)
Yazan Konu içeriği
Üye Profili boşluk
melnur
[ Gelenek ]
Kurucu
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 02.08.2013
İleti Sayısı: 10.994
Konum: İstanbul
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder

36 kere teşekkür etti.
50 kere teşekkür edildi.
Konu Yazan: melnur
Konu Tarihi: 20.01.2017- 11:02


Ya cehalet ve dinci dikta ya aydınlanma ve özgürlük!
Merdan YANARDAĞ


Suriye’de esir alınan iki Türk askerinin, IŞİD adlı dinci terör örgütü tarafından diri diri yakılarak, ikisinin de başlarından vurularak vahşice öldürülme görüntülerinin yer aldığı video kaydı, sergilediği ilkelliğin yanı sıra, Türkiye’nin itibarı ve onurunu da ağır bir şekilde yaraladı.

Bir dönem AKP iktidarının desteklediği, bu partiden dışişleri bakanlığı ve başbakanlık yapan Ahmet Davutoğlu tarafından “öfkeli Sünni gençler” diye nitelendirilen Irak Şam İslam Devleti (IŞİD) adlı mezhepçi terör örgütünün nasıl bir ortaçağ barbarlığını temsil ettiğini hep birlikte gördük.

Görüntülerin doğruluğunun kesinleşmesiyle, gerici medya ve sanal ortamdaki (sosyal medya) trollerin gerçeği gizleme çabası da çöktü. Yakılan iki kişiden birinin asker değil, IŞİD’e katılan ve sonradan pişman olan –ki örgüt tarafından ajanlıkla suçlanıyor- Konyalı bir İslamcı militan olduğu yönündeki iddia ise olayın özünü, vahşi bir dinci cinayet ile karşı karşıya olduğumuz gerçeğini değiştirmiyor.

Ayrıca bu iddianın kendisi, yakılan iki kişiden birinin Türk askeri olduğunu da doğruluyor. Iğdırlı olan askerin ailesi hala devletten resmi bir açıklama bekliyor. Savaş hukuku kurallarının bile çiğnendiğini ortaya koyan bu video, hala internet ortamında dolaşıyor.

Bu akıl almaz vahşeti gerçekleştirenler arasında Türkiye’den giden cihatçılar da bulunuyor. Cinayet mahallinde henüz alevler sönmeden kameraya Türkçe konuşarak Ankara'yı tehdit eden kişinin Hasan Aydın adlı Adanalı eski bir Hizbullah militanı olduğu belirtiliyor.

Sadece bu tablo bile, AKP gericiliğinin Türkiye’yi nasıl bir felakete ve Ortaçağ bataklığına sürüklediğini göstermeye yetiyor. Bu sonuç, yalnız radikal ve siyasallaşmış İslam’ın iflasını değil, aynı zamanda AKP’nin en parlak modelini oluşturduğu belirtilen ‘Ilımlı İslamcılığın’ da tükenişi anlamına geliyor.

Bilindiği gibi, 5 yıl süren kanlı boğazlaşmanın ardından, küresel gericilik ve emperyalizmle birlikte, Erdoğan-AKP iktidarı da Suriye savaşını kaybetti. Gericilik, Halep zaferiyle birlikte ağır ve kesin bir yenilgiye uğradı. Nitekim 20 Aralık tarihinde Rusya, İran ve Türkiye arasında imzalanan Moskova Deklarasyonu bu yenilginin AKP iktidarınca kabul edildiğinin belgesi niteliğinde. Türkiye, bu Deklarasyonun daha ilk maddesinde yer alan şekliyle, “Seküler Suriye devletini ve rejimini" tanıdığını, bu ülkenin "toprak bütünlüğüne saygı göstereceğini” ilan etti.

Sonuçta, bölge jeopolitiği ve güç dengeleri köklü bir değişime uğradı.

AKP SAĞ VE MUHAFAZAKAR BİR PARTİ OLMADI

AKP ve siyasal / radikal İslamcı hareket arasındaki ilişki her zaman tartışma konusu oldu. Tayyip Erdoğan ve AKP yöneticileri başlangıçta İslamcı bir parti oldukları yönündeki eleştirileri kesin bir dille reddetti. Parti sözcüleri ısrarla "muhafazakar demokrat" bir hareket olduklarını iddia etti.

Ancak AKP, hiçbir zaman sistem içi ve rejimin temel niteliklerini sorgulamayan sağ, merkez sağ ya da muhafazakâr bir parti olmadı. AKP, merkez sağ ve muhafazakar seçmenleri de kapsamaya çalışan islamcı bir partiydi ve hep öyle kaldı. Çünkü, AKP’nin rejime, cumhuriyete, bu cumhuriyetin temsil ve ima ettiği bütün değerlere ve ilkelere köklü bir itirazı vardı. Ancak bu itirazını hiçbir zaman açıkça ortaya koymadı. Bütün islamcı hereketler gibi bu itirazını belli dolayımlar üzerinden, iki yüzlü ve sinsi bir siyaset tarzıyla ifade etti.

Bu anlamda AKP, sağ-muhafazakâr bir parti olmaktan çok, kökleri Tanzimat dönemine kadar giden, Abdülhamit gericiliğini içeren, Emevi teolojisi ve İmam Gazali öğretisini temel alan, Ortaçağ artığı bir karşı devrim örgütü olarak doğdu. Bu nedenle Türkiye’de ve Ortadoğu’da başta Müslüman Kardeşler ve Hamas gibi, terörü de sık sık politik mücadele aracı olarak kullanan dinci örgütler olmak üzere, siyasal İslamcı hareketlerle her zaman yasak bir ilişki içinde oldu.

AKP’nin izlediği iktidar stratejisi sürecinde uyguladığı kimi taktik (takiye) adımları, bu partinin “ılımlı” ve “müslüman demokrat” bir hareket olduğunun kanıtı şeklinde yorumlamak tam bir ahmaklıktı. Liberallerin bu konudaki derin bir bilgisizlik, dahası bilime ve aydınlanma değerlerine ihanet ederek ileri sürdükleri tez, kısa sürede yaşam tarafından dramatik şekilde yanlışlandı. Çünkü AKP, başından itibaren, ılımlı da olsa bir şeriat düzeninden ve İslam devletinden yanaydı ve hep öyle kaldı.

Liberallerin en büyük yanılgısı, AKP’nin ve siyasal islamcıların kurulu düzene yönelik itirazlarından özgürlükçü bir eleştiri çıkarmaya çalışmalarıydı. Oysa bu, eşyanın doğasına aykırıydı. Çünkü, siyasal islamcıların Cumhuriyete yönelik itirazları tarihsel olarak gerici, kategorik bakımdan ise karşı devrimciydi. İnsanlığın bütün ilerici birikimini ve tarihsel kazanımlarını ret ve inkara dayanıyordu. AKP, bu ret ve inkarın parçasıydı.

Sonuç olarak tablo ortadadır! AKP’nin yönettiği Türkiye daha demokratik bir ülke olmadı. Tersine Erdoğan’ın diktatörlük heveslerine kurban edilmek istenen, laik nitelikleri budanmış, eğitimi dinselleştirilmiş, bölgesinde ve dünyada bütün pırıltısını kaybeden, kadınları örtünmeye teşvik edilen,   baskıcı, anti-demokratik, faşizan bir Ortadoğu ülkesi olmak yolunda hızla ilerliyor.

TÜRKİYE’DE ANTİ-KOMÜNİZM ANTİ-KEMALİZMDİR

Türkiye, NATO’nun anti-komünizm histerisine, Soğuk Savaş’a, diğer bir anlatımla solun karşısına her türden dinci gericilik ve tutuculuğun çıkarılma stratejisine kurban edildi. Cumhuriyet devriminin iktidardan tasfiye ettiği gericilikle sağ kanat kemalistler ve cumhuriyetin muhafazakar unsurları uzlaştı ve devrimi feda etti.

Bu dönemin gözden kaçan ya da sol entelijensiya tarafından yeterince bilince çıkarılamayan önemli özelliği şuydu; Türkiye’deki anti-komünist siyasal hareket ve akım, aynı zamanda anti-kemalist bir karaktere sahipti. Bu özellik, hem kaynakları Osmanlı uleması ve gericiliğine uzanan bir yapıya sahipti hem de Soğuk Savaş döneminde şekillenen bir karakteristikti. Soğuk Savaş milliyetçiliği bu anlamda "milli" değildi, işbirlikçi ve CIA-NATO güdümlüydü. Bu durum, Soğuk Savaş dönemi anti-komünist hareketin hem milliyetçi hem de islamcı kanatları için geçerliydi. (*)

Dolayısıyla, Soğuk Savaş dönemi milliyetçileri ve sağcıları da hızla Cumhuriyet devriminin tasfiye ettiği gericiliğin kontrolüne girdi. Bu anlamda Türkiye’de milliyetçilik, burjuva devrimler çağının ilerici ulus kuruculuğuna dayanan köklerinden uzaklaşarak tutucu, faşizan ve bir ucuyla faşist bir karakter kazandı. Milliyetçiliğin zamanla yüzyılın başındaki demokratik ulus kuruculuğuyla ve kemalizmin altı okundan (ilkesinden) biriyle pek ilgisi kalmadı. Aktül milliyetçilik, gericilikle iç içe geçen ve cumhuriyetin temsil ettiği değerlere düşmanlık duyan bir dokuya sahip oldu.

Bu nedenle Soğuk Savaş döneminde Türkiye’de komünizm tehdidi gericiler tarafından dünyanın hiçbir ülkesinde olmadığı kadar abartıldı. Komünistlerin sayısının neredeyse bir avuç aydından oluşan dar çevreden ibaret olduğu yıllarda bile, söz konusu tehdidinin akıl almaz şekilde abartılmasının nedeni, Cumhuriyetin ilerici niteliklerine duyulan düşmanlıktı. Bu anlamda saldırılan şey komünizmden çok, cumhuriyetin kazanımları ve kemalizmdi. Öyle ki, Türk edebiyatını ve sanatını yaratan önde gelen aydınlar, sanatçılar, yazarlar ve gazeteciler içinde Soğuk Savaş yıllarında neredeyse hapis yatmayan tek kişi bile kalmamıştı. Bu aydınların önemli bir bölümünün ise (Rıat Ilgaz, Zekeriya Sertel, Cevat Şakir, Sebahattin Ali vb. gibi) komünizmle ilgisi yoktu. Onların ilerici ve aydınlanmacı olmaları tutuklanmaları için yetiyordu.

Çünkü Cumhuriyetin laiklik, kadın hakları, seküler kamusal düzen, akıl ve bilimin önceliği gibi ilerici kazanım ve nitelikleri sinsi bir şekilde komünizmle ilişkilendiriliyordu. Cumhuriyetin kazanımlarına ve Mustafa Kemal’e duyulan kin, komünizm üzerinden dolaylı ve iki yüzlü bir şekilde ifade ediliyordu.

Soğuk Savaş yıllarında kurulan Komünizmle Mücadele Dernekleri ve Milli Türk Talebe Birliği gibi anti-komünist örgütlerden esas olarak laiklik, cumhuriyet ve Mustafa Kemal düşmanı bir kadro yetişmesinin nedeni de buydu.

Bugün belli bir yaşın üzerinde olan bütün İslamcı, milliyetçi-muhafazakar, dinci faşist ve laiklik düşmanlarının siciline bakın, aynı şeyi göreceksiniz; bu kesim ve kadrolar anti-komünist oldukları kadar anti-kemalist olmak gibi ortak bir özelliğe sahiptir. Özetle; Türkiye'de anti-komünizm anti-kemalisttir.

Sonuçta, anti-komünist hareket içinde yetişen ve cumhuruyetin ilerici birikimine düşman olan bu kadro, 70 yıllık sancılı bir karşı devrim sürecinin ardından bugün devleti bütünüyle ele geçirmiş görünüyor. Ülkeyi bu kadro yönetiyor.

AKP işte böyle bir tarihin ürünü ve sonucudur.

KESİN HESAPLAŞMA VE KIRILMAYA DOĞRU


Hiçbir şey bitmiş değil, kavga henüz devam ediyor. Ülke ve toplum, tarihsel gericilikle nihai bir kapışmaya, son bir hesaplaşmaya doğru akıyor. Türkiye, kaderinin yeniden çizileceği bir tarihsel eşiğe doğru sürükleniyor. Toplum ya cehalet ve dinci barbarlıktan ya da aydınlanma ve özgürlükten yana tercih yapacak. Toplum ya yeniden bir önceki çağın değerler dünyasına iade edilecek, ya da yeniden tarihsel ilerleme yatağına girerek, aydınlanma, bilim, akıl ve modernleşme yolunda yürüyecek. Bu ilkeler son çözümlemede burjuva değerlere işaret etse de solun üzerinde yükselebileceği yegane/asgari zemini oluşturuyor. Ve bu ikilemin bir orta yolu bulunmuyor.

Öyle görülüyor ki, bu süreç sancılı, çatışmalı, kırılgan ve inişli çıkışlı olacak. Sadece başkanlık dayatması bile yakın gelecekteki tablo hakkında bir fikir veriyor. Çünkü, ülkenin ve toplumun kader anının belirleneceği eşiklerden biri başkanlık ve yeni anayasanın oylanacağı bu referandumdur. Cumhuriyeti yıkan ve fakat yerine kendi rejimini henüz kuramayan siyasal İslamcılar, bu yolla nihai hedeflerine ulaşmak istiyor. O nedenle kazanmak için ellerinden geleni yapacaklar. AKP, referandumu kaybetse bile iktidarı bırakmak istemeyecek.

Böyle olacağını çok yakın geçmişten biliyoruz; 7 Haziran 2015 seçimlerinden sonra yaşananlar hafızalarda tazeliğini koruyor. AKP’nin 7 Haziran seçim sonuçlarını tanımadığı andan itibaren ülkenin darbelere açık hale geldiği de siyasal-tarihsel bir gerçektir. Eğer yeniden benzer bir tablo oluşursa, yani AKP kaybettiği halde sonucu kabullenmez ve iktidardan çekilmezse, bu durum daha sert bir çatışma ve daha öncekilerle karşılaştırılamayacak kadar ağır bir kriz hali demektir.

Eğer gündemde beklenmedik bir gelişme olmazsa bu konuyu bir sonraki yazımda açmaya çalışacağım.

* Bu konuda, Ertuğrul Meşe'nin yeni yayımlanan 'Komünizmle Mücadele Dernekleri' adlı kitabına (İletişim Yayınları, 2016) ve kitap hakkında kısa ama iyi bir inceleme olan Deniz Ali Gür'ün İleri Haber'de yayımlanan, 25 Aralık 2016 tarihli yazısına göz atmanızı öneririm.



Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
melnur
[ Gelenek ]
Kurucu
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 02.08.2013
İleti Sayısı: 10.994
Konum: İstanbul
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder

50 kere teşekkür edildi.
36 kere teşekkür etti.
Cevap Yazan: melnur
Cevap Tarihi: 20.01.2017- 11:03


Yeni kaos döneminde çıkış ve darbe olasılıkları
Merdan YANARDAĞ


Geçen yazımdaki tespiti tekrarlayarak başlamak yerinde olacak; Türkiye, bir kez daha kaderinin belirleneceği yeni bir tarihsel eşiğe doğru sürükleniyor. Toplum, yüz yıldır ertelenen ve yarım kalan siyasal, tarihsel, felsefi ve kültürel bir hesaplaşmayı tamamlayacağı bir kavşağa doğru akıyor. Bu eşik, içinden geçilen dönemeçte başkanlık anayasası için yapılacak referandumdur.

Bıraktığımız yerden devam edelim; Nisan 2017’de yapılması beklenen referandum, ya Türkiye’nin 14 yıllık mezhepçi faşizan iktidardan kurtulması ve karşı devrim momentumunun kırılmasını sağlayacak ya da yıkıcı ve karanlık bir dinci faşist diktatörlük dönemine girilecek.

Bastırılan 15 Temmuz askeri kalkışmasının yol açtığı krizi fırsata çevirerek kendi darbesini yapmaya yönelen Erdoğan-AKP iktidarı, kurulan fiili rejimi hakuksal bir temele kavuşturarak güvenceye almak istiyor. Bu amaçla yapılan baskı nedeniyle Türkiye’nin toplumsal fay hatlarında biriken gerilim, şiddetli bir kırılmanın yaşanacağını gösteriyor. Ülke herkesin tahmin ettiği, hatta bildiği, ama yine de gerçekleşeceğini sanmadığı ya da istemediği bir cinayet anına doğru şuursuzca ilerliyor.

Her şeyi bir yana bırakın, hiç kimsenin can, mal ve gelecek güvencesinin bulunmadığı bir ortam yaşanıyor. Bu durum, kapitalizmin neredeyse kutsal sayılan ve olmazsa olmaz nitelikteki ilke ya da koşulunun bulunmadığı bir siyasal-hukuksal ortama işaret ediyor. Tablo, modern kapitalist bir ülkeyi değil, adeta bir kabile düzenini çağrıştırıyor.

AKP iktidarı, Türkiye’nin ulusal birliğini sarsmış, hatta ortadan kaldırmış bulunuyor. Artık bu ülkede bir birinden kültürel, siyasal ve psikolojik bakımdan kopmuş, dolayısıyla ortak kaygıları, sevinçleri ve gelecek tasavvurları olmayan birden çok 'millet' oluştuğu görülüyor.

Niteliksiz, bilgisiz, görgüsüz, birikimsiz bir kadro hile ve tertiple ülkeye el koydu. Bu İslamcı kadro, toplumun en geri, cahil, saldırgan, intikamcı ve en yağmacı kesimlerine dayanak, dahası onları harekete geçirerek yaklaşık 200 yıllık bir derinliğe sahip aydınlanma çizgisinde köklü bir kırılma yarattı.

* * *

Türkiye vasatın, yobazlığın ve ortaçağın isyanıyla karşı karşıya. Ülke örgütlü, imal edilmiş ve toplumsallaşmış bir cehaletin saldırısı altında. AKP iktidarının 14 yılı, toplumu bir arada tutan son bağları da kopardı. Toplumu birleştiren ulusal, sınıfsal, kültürel ve tarihsel bütün zeminler imha edilmiş durumda. Ülke ve ulusu birleştirecek ortak değerler, referans alanları ve kültürel çerçeve neredeyse kalmadı.

Bu nedenle, ülke ve toplumun sürüklendiği tarihsel kavşakta, Türkiye ya modern değerler üzerinde yeniden inşa edilecek ya da bütün unsurlarına doğru çözülerek dağılacak.

Toplumun en ileri, aydınlanmış, üreten, kültürünü ve sanatını yaratan, bu anlamda demokratik bir rejimin temelini oluşturacak kesimlerine karşı, böylesine ilkel bir kin ve derin bir aşağılık kompleksinden beslenen düşmanlıkla saldırarak, ne “tek millet” olunur ne de “tek devlet” korunur!..

Türkiye bu islamcı faşizan saldırıyı püskürtmek zorundadır. Bu nedenle başkanlık anayasası için yapılacak referandumda oluşacak “hayır” cephesi, ideolojik önyargılardan arındırılmış bir perspektifle olabildiğince genişletilmelidir. Toplumun en geniş bir kesimlerini kapsayan cumhuriyetçi, yurtsever ve demokratik bir hat kurulmalıdır. Ülkenin geleceği için yaşamsal bir döneme girildiği bilinmelidir.

* * *

Erdoğan ve AKP yenilebilir. Çünkü AKP’yi iktidara getiren bütün iç ve dış dinamikler köklü bir değişime uğramış durumda. Özellikle 12 Eylül 2010 Referandumundan sonra büyük ölçüde devlete egemen olan AKP, kendi dar ideolojik (islamcı) programını uygulamaya yöneldikçe, sadece toplumun değil, egemen sınıf ve güçler arasındaki ortak zeminlerin de imha olmasına yol açtı. Eski iktidar bloku büyük ölçüde dağıldı, ancak yerine yeni bir iktidar bileşimi oluşturulamadı.

Uzunca bir süre emperyalizm, küresel sermaye ve Türkiye büyük burjuvazisi için en kullanışlı araç olarak işlev gören AKP’nin, giderek bu kesimlerin başına “bela” olduğu görülüyor. Küresel sermayenin bütün kirli işlerini gören AKP, rolünün bittiği ortaya çıktığında, 7 Haziran 2015’te de görüldüğü gibi iktidarı terk etmiyor. Bütün radikal örgütler gibi, kendi dar mezhepçi programını topluma dayatma ısrarını sürdürüyor. Ancak, AKP iktidarı kendi “uygarlık” projesini yaşama geçirmeye çalıştıkça, dinci faşist bir karakter kazanıyor.

Dolayısıyla AKP, kendi ideolojik (dinci) hedeflerine ulaşmak için toplumu zorladıkça, başlangıçta belli çekincelerle de olsa destek veren İstanbul burjuvazisinin, artık bütünlüklü olarak Erdoğan’ın arkasında durmadığını saptamak gerekiyor.

Aynı şey, Batılı emperyalist güçler ve küresel sermaye ile AKP’nin ilişkisi için de geçerli. Artık işi biten, ama iktidarı terk etmeyen AKP’nin bugün ABD ve Batılı güçlerle çatışıyor görünmesi son derece aldatıcıdır. AKP’nin bütün çabası, Batı ve ABD’ye, “Bana mecbursunuz” demek, “benimle anlaşmak zorundasınız” tezini kabul ettirmektir. Çünkü AKP, “Türkiye’ye biz hakimiz ve alternatifimiz yok” görüşünü dayatmaya çalışmaktadır.

Durum böyle olunca, AKP’nin bugünkü samimiyetsiz ve salt ideolojik-kültürel gerekçelere dayalı Batı karşıtlığından, bazı ulusalcıların yaptığı gibi, “anti-emperyalist” bir çizgi çıkarmak saçmalıktan öte bir şey değildir.

AKP ve Erdoğan, 1 Kasım 2015 seçimlerinde büyük sermaye çevreleri ve Batı’yı son kez ikna etmeyi başarmış olsa da; öngörülemeyen, güvenilemeyen ve özel bir ajandaya (programa) sahip olduğu ortaya çıkan bir parti ve lider olarak kuşkuları gidermeyi başaramadı.

* * *

Erdoğan-AKP iktidarı, rejim değişikliğini tamamlamak ve ülkeyi öngördükleri siyasal ve toplumsal hedeflere taşımak konusundaki ısrarını sürdürüyor. Aktüel olarak bu hedef, başkanlık sistemi ve yeni anayasa şeklinde toplumun önüne konulmuş durumda. Günümüzdeki siyasal ve toplumsal çatışma hattı da tam buradan geçiyor.

Bütün iç ve dış iktidar dinamiklerini yitiren AKP’nin meşru zeminde kalarak iktidarını sürdürmesi çok zordu. Dahası, AKP iktidarı için tek güç ve meşruiyet kaynağı olan sandık da yetmeyecekti. Nitekim öyle oldu ve AKP 7 Haziran 2015 seçimlerini kaybettiği halde iktidarı bırakmadı. Bu durumda AKP iktidarının sürdürebilmesi için olaysız baskı ve şiddet aygıtlarını devreye sokmaktan başka çare yoktu. Öyle de yaptı.

Aslında AKP iktidarından kurtulmak için bütün nesnel şartlar hazır. Ancak bilmek gerekiyor ki, bu iktidar kendiliğinden gitmeyecek. Bir mucize de olmayacak. Örneğin şiddetli bir ekonomik kriz, beklenenin aksine   otomatik şekilde bu iktidarı tasfiye etmeyecek. Kaldı ki, böyle bir ekonomik kriz, tam tersine sonuçlara da yol açabilir.

Özetle, AKP iktidarından kurtulmak için öznel (sübjektif) koşullar hazır değil. İşte bu durum toplumda çürütücü bir etki yaratıyor. Ülke kıstırıldığı köşeden çıkamıyor. Tarih ve toplum acı çekiyor.

Diğer taraftan öznel koşulları hazırlamak bizim ellerimizdedir. Değilse, sürdürülemez olan bu durum (fiili rejim) karşısında başka çözüm girişimlerinin devreye girmesi kaçınılmazdır.

* * *

Türkiye 7 Haziran 2015’ten beri darbelere açıktır. Başkanlık dayatması, toplumu sindirme girişimi ve zaten çok sınırlı olan demokratik hak ve özgürlüklerin askıya alınması, istikrar değil tam tersine yeni darbeler için uygun ortam yaratacaktır. Bu, Amerikancı-devletçi bir darbe olabileceği gibi, Erdoğancı-İslamcı 20 Temmuz darbesinin derinleşmesi, örneğin, yeni bir militarist hamleyle açık diktatörlük niteliği kazanması şeklinde de olabilir.

Erdoğancı açık darbe hamlesi, Nisan 2017 referandumunun kaybedilmesi ya da kaybedileceğinin ortaya çıkması halinde gelişebilir. Her iki halde de ülkenin bir iç savaşa sürüklenme olasılığı çok yüksektir.

Görece çatışmasız ve sistem içi denebilecek tek çıkış yolu ise, muhalefetin, AKP’ye destek vermeyen toplum kesimlerini kendi değerleri etrafında birleştirmesinin sağlayacağı kuşatma sonucu Erdoğan yönetiminin iktidardan indirilmesidir. Bu kuşatma AKP’yi bölebilir ve işleri kolaylaştırabilir. Bu durumda toplumu tatmin edecek şey, Erdoğan-AKP iktidarının hesap vermesi ve yaratılan tahribatın radikal bir programla onarılması olacaktır.

Belirtmeye gerek var mı bilmiyorum, ama yine de bir not düşmekte yarar görüyorum; yukarıda işaret ettiğim olasılıklar benim tercihlerimi değil, ülkenin sürüklendiği tarihsel kavşakta onu bekleyen kimi yolları ifade ediyor, o kadar. Önemsiz mi? Hayır! Tam tersine çok, ama çok önemli.



Yeni Başlık  Cevap Yaz



Forum Ana Sayfası

 


 Bu konuyu 1 kişi görüntülüyor:  1 Misafir, 0 Üye
 Bu konuyu görüntüleyen üye yok.
Konuyu Sosyal Ortamda Paylas
Benzer konular
Başlık Yazan Cevap Gösterim Son ileti
Konu Klasör 'Aydınlanma nedir?' 233 Yaşında! melnur 14 11015 01.03.2020- 07:46
Konu Klasör A’dan Z’ye Emek ve Özgürlük İttifakı ... melnur 25 2803 29.04.2023- 00:04
Konu Klasör Çürüme, cehalet, diktatör… ilkay 0 4347 03.04.2014- 14:19
Konu Klasör Örgütlü cehalet bu düzeye geldi melnur 1 4075 12.04.2018- 05:40
Konu Klasör Karl Marx özgürlük için savaştı... melnur 0 1535 26.06.2020- 03:53
Etiketler   cehalet,   dinci,   dikta,   aydınlanma,   özgürlük
SOL PAYLAŞIM
Yasal Uyarı
Sitemiz Bir Paylasim Forum sitesidir Bu nedenle yazı, resim ve diğer materyaller sitemize kayıtlı üyelerimiz tarafından kontrol edilmeksizin eklenebilmektedir. Bu nedenden ötürü doğabilecek yasal sorumluluklar yazan kullanıcılara aittir. Sitemiz hak sahiplerinin şikayetleri doğrultusunda yazı ve materyalleri 48 Saat içerisinde sitemizden kaldırmaktadır.
Bildirimlerinizi info@solpaylasim.com adresine yollayabilirsiniz.
Forum Mobil RSS