SolPaylaşım  
Ana Sayfa  |  Yönetim Paneli  |  Üyeler  |  Giriş  |  Kayıt
 
OTURUYORSAN KALK; AYAKTAYSAN YÜRÜ; YÜRÜYORSAN KOŞ!
Yurt ve dünya sorunlarına soldan bakan dostlar HOŞGELDİNİZ .Foruma etkin katılım yapabilmeniz için KAYIT olmalısınız.
Yeni Başlık  Cevap Yaz
Zarrab davası ve Kılıçdaroğlu belgeleri           (gösterim sayısı: 3.142)
Yazan Konu içeriği
Üye Profili boşluk
melnur
[ Gelenek ]
Kurucu
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 02.08.2013
İleti Sayısı: 10.994
Konum: İstanbul
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder

36 kere teşekkür etti.
50 kere teşekkür edildi.
Konu Yazan: melnur
Konu Tarihi: 29.11.2017- 12:02


Zarrab davası ve Kılıçdaroğlu belgeleri
Kemal Okuyan

Erdoğan, parayı elinde tutanların kendileri için daha uygun bir Türkiye yaratmak için önünü açtıkları bir isimdi; hatta evet Erdoğan bir projeydi.

Resim Ekleme

Parayı elinde tutanlar, yerli ve yabancı tekeller ya da daha doğru bir ifadeyle uluslararası tekeller, Erdoğan’ın arkasına ellerindeki bütün kuvveti yığdılar. Bir bölümü asli unsur haline gelirken, bir bölümü de “uyumlu” unsurlar olarak bu uğursuz projeye katkı koydu. Solcuyum diye ortada dolanan liberalleri de, bu güruhtan kopmayarak suça ortak olanları da burada sayın.

Erdoğan ve arkasındaki kuvvet misyonunu yerine getirdi. Yıllar boyunca örselenmiş; piyasacılığın   ve NATO’culuğun ve de antikomünizmin kirlettiği Türkiye Cumhuriyeti’nde 1923’ten geriye kalan ne varsa, hepsinden kurtuldular; parayı elde tutanları rahatlattılar.

Ancak Türkiye’de ya da dünyada sermaye sınıfının ne yapsa çözemeyeceği büyük bir sorun var: Bugünkü düzenin, yani kapitalizmin bir geleceği yok. Erdoğan’ın projesi, “yıkarken” başarılıydı ama   yerine ne konacak?

Erdoğan’ın kendince bir çözümü vardı: Osmanlı’yı 21. yüzyılda diriltmek!

Halk buna geçit vermedi, Suriyeliler buna geçit vermedi, dahası emperyalist sistemin içindeki dengeler buna izin vermedi.


Ne ki Erdoğan, parayı, zenginlikleri elinde tutan sınıf adına bir yıkımı gerçekleştirirken Yeni-Osmanlıcılıktan yararlanmıştı. Dış politikada sınırların yeniden belirlenmesi daha doğrusu belirsizleşmesi, ümmetçilik, serbest bölgeler, özel ordular, kabileleşme… İç politikada kuralsızlık ve dinselleşme… Ekonomide giderek daralan bir ekibin ya da Erdoğan ailesinin denetlediği ve her durumda emekçi halkın ezildiği bir yağma düzeni…

Padişahım çok yaşa!

İşler iyiyken böyleydi ama bu fantezi duvara tosladığında proje adına aşırı güçlendirilen baş aktörü denetlemek, mütevazı bir role ikna etmek gerekecekti. Ancak ne içeride-dışarıda yaratılan onca kir ne de ailede biriken ve kutulara sığmayıp bütün dünyaya yayılan milyarlarca dolar denetime tâbi olabilirdi.

Bir de üstüne ABD-Rusya-Çin-Almanya denklemindeki karmaşa eklenince Erdoğan’ı kontrol etmekten ona diz çökertmeye ve bu becerilemiyorsa ondan kurtulmaya dönük bir stratejiye geçildi.

Projede ABD’nin ağırlığı vardı, bugünkü stratejide de ağırlık Vaşington’da. Ama sadece ağırlık… Meseleyi ısrarla Amerikan emperyalizmine daraltmak isteyenler, o çıkar şebekesinin başka büyük aktörlerini örtmek isteyenlerdir.Emperyalizm çok katmanlı bir sistemdir; iç çelişkileri onun aynı zamanda bir bütünlüğü olduğu gerçeğini değiştirmez. Dahası, emperyalist sistemde iç çelişkiler ülke sınırlarını gösteren siyasi haritalara bakarak anlaşılmaz. Sadece bir örnek: Bugün ABD ile bilek güreşine giren Putin Rusyası’nda çıkarları Amerikan tekellerinkine daha yakın büyük sermaye grupları vardır.

Bir eğilim olarak, dünya sistemi bu Erdoğan’la yapamaz.“Uyum”lu aktöre dönüşmek için büyük bir manevra yapmaya kalkarsa (ki bunun yollarını arıyor) Erdoğan, eskisi gibi olamaz.

Zarrab davasının geldiği nokta ve dün Kılıçdaroğlu’nun açıkladığı ve açıklamadığı belgeler, Erdoğan’ın bu manevrayı yapmakta zaten geciktiğini gösteriyor.

Kimsenin kuşkusu olmasın, dava ve belgeler aynı operasyonun parçasıdır. Erdoğan’a, pazarlık amacıyla da olsa, emperyalist dünya içindeki dengelerle bu kadar oynama iznini vermezler.

Hâlâ FETÖ kavramı etrafında bir tartışma sürüyor. Bugün yine yüzlerce asker hakkında yakalama kararı çıktı. Ne demiştik? Ortada dar anlamıyla bir örgüt yok. Daha açık söyleyeyim, Fethullah Gülen zamanında Erdoğan’ın arkasında konumlandırılan büyük kuvvetin birleştirici unsurudur ve Rasim Ozan Kütahyalı “o olmasa yeni Türkiye’yi yaratamazdık” derken mutlak olarak haklıdır. Burada bizim anladığımız anlamda bir örgüt yok; imamlar, ablalar filan bunlar işin elbette önemsiz olmayan “teknik” yanları. Eğer bu kavramda ısrar edilecekse, o zaman söyleyelim, Erdoğan projesinin arkasına yığılan herkes FET֒cüdür. “Ağlak imamın peşinden gidenler”le dalga geçenler oturup bir düşünmelidir.

Şimdi de Erdoğan projesinden geriye kalanı toparlamak için yapılan hamleleri dar anlamıyla FETÖ ile ilişkilendirmek saçma. Türkiye’nin patronları, AKP’nin ağırlıklı bazı isimleri, Almanya ve ABD ve her zamanki gibi daha sessiz bir biçimde İngiltere Erdoğan’ın dansına son vermek istiyorlar. Ya bir yere sabitleyecekler ya da ve daha güçlü olasılık müziği kesecekler. Daha önce de yazdık S-400’ler Erdoğan’ı korumak için üretilmedi; Putin’in Erdoğan’a sunacağı kaçış yolunun tamamen açık olduğu büyük bir efsanedir.

2002’de bizler AKP iktidara gelirken projeye dikkat çekmiş ve buna karşı mücadeleye çağırmıştık. Bu mücadelenin asla mevcut düzeni ya da önceki iktidarları savunmak anlamına gelmediğini vurgulayarak. Kimileri o zaman “AKP asker vesayetini yıksın hele bir” havasındaydı. O hava bir uzun hava oldu ve Türkiye’de solculuğun tarihine kara leke olarak kaydoldu.

Şimdi de “hele bir Erdoğan gitsin”ciler peydahlandı. Bunların önemli bir bölümü 2002’de “AKP’ye yol verelim”ciydi…

Türkiye biraz da bu kafa yüzünden 15 yılını kaybetti.

Parayı elinde tutanlardan, emperyalizmden, tekellerden kopmayan hiçbir strateji meşru değildir. Ortaya konan yolsuzluk belgelerine bu nedenle göz kapatacak değiliz. Dört yıl önce de kapatmadık, bunlar bildiğimiz şeyler. Erdoğan kuşkusuz ve derhal istifa etmelidir; yol arkadaşları da…

Ancak aynı anda ve çok güçlü bir biçimde geçmişte AKP projesinin arkasına yığınak yaptıran ve yığınak yapanlarla hesaplaşacak bir iradeyi yaratamazsak vay Türkiye’nin haline…

Man Adası’na yollanan dolarlar ne kadar kirliyse, TÜPRAŞ’ın, TELEKOM’un, Sümerbank’ın, SEKA’nın ve diğerlerinin yağmalanmasıyla elde edilen kârlar da o kadar kirlidir.   Ve bu kirler birbirine bağlıdır, birbiriyle ilişkilidir. Türkiye’de ve dünyada düzen Erdoğan ve çevresinin aşırı zenginleşmesine yıllar boyunca “hizmet karşılığı” göz yummuştur. Bunu sorgulamadan dekont sallamak riyakarlıktır.

Sonra, “Türkiye’yi batı ittifakından koparıyor” iddiasıyla yapılan muhalefet Erdoğan’a madalya takmaktır.

Türkiye cemaatlerle, Gülen’le, Erdoğan’la, Koçlarla, Sabacılarla, Avrupa Birliği lobicileriyle, NATO’cularla bir bütün olarak hesaplaşmadıkça kendi kuyruğunu kovalayan kedinin durumuna düşecektir.

Susmayalım, örgütlenelim, boyun eğmeyelim… Ve “hele bir…” diye emperyalist projelere destek vermeyelim.

Halkımıza bu yakışır.




Bu ileti en son melnur tarafından 29.11.2017- 12:49 tarihinde, toplamda 2 kez değiştirilmiştir.
Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
melnur
[ Gelenek ]
Kurucu
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 02.08.2013
İleti Sayısı: 10.994
Konum: İstanbul
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder

50 kere teşekkür edildi.
36 kere teşekkür etti.
Cevap Yazan: melnur
Cevap Tarihi: 30.11.2017- 05:09


Erdoğan'ı kesin olarak yenmek için-Özgür Şen

AKP ve Erdoğan kaybediyor. Ama AKP'yi ve Erdoğan'ı, onun muhalefeti olarak görülen Kılıçdaroğlu ve Akşener'i üreten, paranın hakimiyetine dayalı bu düzen, zenginlerin düzeni kaybetmiyor. Onlar kaybetmeyince, AKP ve Erdoğan'ın kaybetmesine rağmen, birilerinin iddia ettiğinin aksine, biz, Türkiye'nin geniş emekçi kesimleri olarak kazanamıyoruz.

Üstelik, biz kaybettiğimiz, patronlar ve onların düzeni kazandığı için, Erdoğan ve AKP'nin bile kaybetmesine garanti gözüyle bakılamıyor. Kural böyle çünkü. Düzen kendi çocuğuna her an yeniden ihtiyaç duyabiliyor.

Türkiye büyük bir ülke. Türkiye'de şu anda işleyen düzenin de hafife alınabilir yapısı yok. Hangi kriterle bakarsanız bakın, bu ülke, dünya üzerinde önemli bir yerde duruyor. Bu önem nedeniyle gözden çıkarılamayan bir memleketi yönetenler, aynı önem nedeniyle bazen önlerinin açıldığını, bazen de tıkandığını görebiliyorlar.

Bu sebeple geçmişte çokça örneğini gördüğümüz gibi Erdoğan'a hayat öpücüğü verilme ihtimali hiç ortadan kalkmıyor mesela.

Ya da örneğin ABD ve müttefikleri, Sarraf davasıyla, sızdırılan belgelerle, örtük iktisadi yaptırımlarla AKP'nin üzerine gelirken, Ortadoğu'da Türkiye'yle işbirliği yapmak için adım atabiliyorlar.

AKP'nin Suriye politikası gerçek anlamda çökmüşken, bu çöküş yalnızca Erdoğan ve arkadaşlarını değil ABD'yi de gayet olumsuz etkilemişken, ABD ile Türkiye ilişkileri en zorlu dönemine girmişken, hâlâ başka sinyallerin de gözlenebiliyor olmasının tek bir anlamı var; tüm dünya Türkiye kapitalizminin etkisinin bölgeden silinemeyeceğini biliyor. Bunun nedeni son zamanlarda ABD'li yetkililer veya dış basındaki uzmanların dillendirdiği gibi sadece "coğrafya" değil. Coğrafya, başka bir belirleyenin kendisini somutladığı bir ara yüzey sadece. Sebep askeri başarılar veya AKP'nin esnek, oynak ve fırsatçı dış politikası da olamaz. Tam tersine... Bunların başarısız olmasına rağmen, Türkiye bölgesel varlığını sürdürüyorsa bunu temelde sermaye sınıfının gelişkinliğine borçlu.

Bütün bu olgular Türkiye'nin AKP döneminde dışa daha bağımlı bir ülke haline gelmesiyle de çelişmiyor. Hatta gayet uyumlu görünüyor. Hem uluslararası tekeller hem de Türkiye sermayesi bu bağlantıları ve bağımlılık ilişkisini karşılıklı olarak pek güzel kullanıyorlar. Unutulmasın, bağımlılık esas olarak patronlar için değil halk için bir sorun.

Bu ülkenin AKP'lilerin iddia ettiği kadar güçlü bir ekonomisi yok elbette. Üstelik şu anda sıcağı sıcağına gözlendiği gibi krizlere karşı oldukça kırılgan ve kalıcı sorunlara sahip bir yapı bu. Ama Türkiye tek kaynağa bakan basit bir petrol ekonomisi de değil. Tüm dış bağımlılığına karşın bu ülke kendi ölçeğinde mal ve hizmet üreterek, kalabalık denebilecek nüfusunun da etkisiyle dünyanın büyük ekonomilerinden birisi haline gelmiş. Bu büyüklüğün günlük yaşantımızda bize olumlu bir etkisi olmasa da, pastadan asıl payı alanlar bu hacmin hem keyfini sürüyorlar hem de bu hacimden gelen gücü kullanıyorlar.

Türkiye'deki sermaye sınıfı, yani patronlar bu nedenle gelişkin ve güçlü bir sınıf.

Bu gelişkinliğin hem dışarıda hem içeride oldukça önemli sonuçları var. AKP'nin Türkiye'ye dayattığı dönüşümün sınırlarını patronların ve onların düzeninin beklentileri çiziyor mesela. İlk anda tahmin edileceği gibi AKP'yi iyi anlamda sınırlayan bir gelişkinlik değil bu. Patronların laikliği, cumhuriyet değerlerini zerre kadar umursamadığını defalarca gördük. İslami bir tonla yürüyen değişimin sınırları bu sınıf tarafından belirlenen bir modernizmle değil, basbayağı piyasaya ait kurallarca çiziliyor. İktisadi olarak AKP'nin bu düzenin kurallarına karşı koyması elbette imkansız ama Erdoğan ve arkadaşları dünya tarafından standartlaştırılmış bazı uygulamaları da geriye çeviremiyorlar. Borsayı tasfiye etmek düşünülmüyor bile ya da birtakım düzenleyici kurumlar bir şekilde varlığını sürdürüyor veya İslami bir pazar ve bankacılık modeli ancak söylemsel düzeyde karşılık buluyor. Tüm bunlar, sömürü, talan ve yağmanın tüm hızıyla devam etmesiyle birbirini bütünlüyor.

Bu ülkenin efendilerinin huzuru kaçmadıkça, AKP kaybetse dahi biz bir şey kazanmıyoruz. Patronlar kazanmaya devam ediyor ve patronlar kazandıkça Erdoğan bile ihtiyaç duyulduğunda tekrar kazanır hale gelebiliyor.

Gerçek bu... Ama şimdilik...

Şimdilik gerçek bu çünkü sermaye sınıfının gelişkinliği, Türkiye'yi dünya düzeni açısından önemli ve gözden çıkarılamayan bir ülke yapan bu maddi altyapının başka sonuçları da var.

Türkiye bölgenin en geniş gelişkin, kentli, eğitimli emekçi sınıfına sahip ülke. Üstelik patronların zenginliği ve gücü, düzenin yapısal sorunlarını gidermiyor, krizleri kendi başına çözmüyor. Türkiye hâlâ siyasi ve iktisadi açıdan kırılgan bir krizler ülkesi.

Yerli ve yabancı tekellerin üzerine titrediği bu düzen işte bu nedenlerle, şimdilik ne kadar güçlü görünürse görünsün yıkılabilir bir düzen.

Erdoğan ve AKP gerçekten kaybetsin istiyorsak bizim kazanmamız lazım. Bizim kazanmamız içinse düzenin başındaki patronların kaybetmesi...

Madem ki patronlara bu gücü veren düzen, bizim kazanmamız için de bir fırsat sunuyor. Neden denemiyoruz?

 




Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
melnur
[ Gelenek ]
Kurucu
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 02.08.2013
İleti Sayısı: 10.994
Konum: İstanbul
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder

50 kere teşekkür edildi.
36 kere teşekkür etti.
Cevap Yazan: melnur
Cevap Tarihi: 04.12.2017- 10:25


Bu panik korkutucu-Ergin Yıldızoğlu


Zarrab’ın itirafları, CHP’nin açıkladığı belgeleri karşısında siyasal İslamın seçkinleri gündemi belirleme gücünü kaybedince paniğe kapıldılar.

Şizofreni ve şiddet
Biri “ABD ile savaşırız. Yokum diyen şimdiden gitsin” diyor, bir başkası “acımasız direniş hattı” kurmaktan söz ediyor; “Türkiye’ye yönelik yeni operasyon dışarda ABD, içerde CHP üzerinden yürüyor” suçlamasıyla CHP’yi, vatan haini ilan etmeye çalışıyor. Akıl gittikçe istikrarını kaybediyor: Yüzlerce kez “yanıldım”... sonra kalk “önemli mevkidekiler yanıldım diyemez”, ya da, Zarrab... Önce vatansever, sonra iftira yalan komplo... Şimdi devlet sırrını açıkladı, hain...

Realiteyle bağları çoktan kopmuş bir yazara göre, “Türkiye’nin varlık nedeni İslami yörüngenin öncü gücü olmasıdır”. Bu sırada, Suudiler, Körfez ülkeleri, Ürdün, İsrail ile yakınlaşıyor. Mısır yönetimi AKP yönetimini, darbe komplosuyla suçluyor. İran ise kendi planlarıyla meşgul. “İslami yörünge” filan yok, kimsenin de bu öncü güçten haberi yok. Yazarsa, sayıklamaya devam ediyor: “İslamın önünü açmaya odaklanırsak kimse diz çöktüremez bize”.

Bu ruhsal durum, şizofreniye çok benziyor. Şizofreni realiteyle bağların kopmasına, anormal davranışlara yol açan bir akıl hastalığıdır; yanlış inançlar, kafa karışıklığı, başkalarının duymadığı sesler duymak, başkalarının görmediği şeyler görmek, paranoya gibi belirtileri vardır. Kimi zaman da realite ile hastanın kafasındaki düşünceler arasındaki uyumsuzluktan kaynaklanan, intihara, öldürmeye kadar varabilen bir şiddet eğilimi ortaya çıkabilir. Tamamen içine kapanmadıysa, şizofren hasta, arada sırada, geçici bir süre için realiteye dönebilir.

Bugün ülkeyi yöneten İslamcı seçkinler (entelijansiya) hem, realiteye dönemiyorlar, kendi kafalarındaki kurguların (fantezilerin) içinde yaşıyorlar, hem de bir şiddet dili gittikçe güçleniyor.

Bu sırada realite
Zarrab’ın ifadelerine, ifadelerde Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın adının de geçmeye başlamasına bakan yorumcuların kullandıkları ifadeler utanç, kaygı verici boyutlara ulaştı. ABD’de, iki partiden uzmanlardan oluşan Bipartisan Policy Centre, “Erdoğan Türkiye’sinde İktidar ve Yolsuzluklar” başlıklı bir rapor yayımladı. The Atlantic’de, “Recep Tayyip Erdoğan’ın inatçı paranoyası” başlıklı kapsamlı bir araştırma yazısı var.

ABD’nin, dış politikada en etkili düşünce kuruluşu, Council on Foreign Relations’ın dergisi Foregn Affaires’de, Deniz Harp Okulu lisans üstü bölümünden Prof. Gingeras’ın yazısı, “Türkiye bir MAFİA devletine mi dönüşüyor” diye soruyor. Yazıda, son 10 yılda, Türkiye’de örgütlü suçlardaki artışa, para aklamaya, IŞİD topraklarıyla Türkiye arasında petrol kaçakçılığı ve diğer yasadışı işlere, Türkiye sınırını kullanan “yabancı savaşçılara”, Türkiye yönetiminin bu alanlardaki tutumuna değiniliyor. Hükümetin, güvenlik kurumlarına kendi taraftarlarını doldurabilmek için ülkenin eğitim standartlarını düşürdüğü ileri sürülüyor...
Washingon Post ve New York Times, Zarrab davasına Erdoğan’ın da ismi karıştı derken, NewsWeek, kapsamlı bir araştırma yazısında, Flynn’in itiraflarıyla Erdoğan yönetimini birbirine bağlamaya başlıyor. AKP liderliği realiteden kopmuş, “ABD bizi yargılayamaz” diyor... “Atı alan Üsküdar’ı geçti” bile...

Yaklaşık 10 yıldır hep birlikte gözlemlediğimiz gibi, AKP’de temsil edilen siyasal İslamın devlet, toplum yönetme anlayışı ile kapitalist ekonominin uzun dönemli gereksinimleri ve kapitalist devletin parlamenter biçiminin özellikleri arasındaki uçurum gittikçe derinleşiyor. Seçimleri ilahi irade ile karıştırıyorlar: Kazanan her şeyi yapar anlayışıyla seçim kazanmak için, en temel seçim kurallarını yok sayıyorlar. Hükümeti eleştiren, hele düşürmek isteyen, akçeli işlere karışan yöneticileri ifşa eden herkesi, darbeci, terörist, ya da ajan/hain ilan ediyorlar. İktidarda kalmak için her türlü şiddete başvurmaya kararlı bir anlayış bu!
Bu YSK ile, OHAL altında seçimlere “Hayır” demek, caydırıcı olabilmek için de solda geniş bir direniş cephesi yaratmak gerekiyor!



Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
melnur
[ Gelenek ]
Kurucu
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 02.08.2013
İleti Sayısı: 10.994
Konum: İstanbul
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder

50 kere teşekkür edildi.
36 kere teşekkür etti.
Cevap Yazan: melnur
Cevap Tarihi: 04.12.2017- 10:38


Rıza itiraf ediyor, Kılıçdaroğlu belge sallıyor, halk ne yapacak?
İlker Belek


AKP’yi ABD atadı.

Erdoğan hiçbir resmi sıfatı olmadığı halde Beyaz Saray’da kabul edilme şerefine erişmişti. Daha belediye başkanlığı döneminde Türkiye’den ABD’ye istihbarat geçiliyordu. Geleceğinin parlak, taban desteğinin büyük olduğu vurgulanıyordu. Erbakan fazla “antibatıcı”ydı ve piyasayla uyum gösterecek bir İslamcı partiye acilen ihtiyaç vardı.

Göreve getiren ABD şimdi götürmeye çalışıyor.

Nedeni AKP’nin işini tamamlamış olmasıdır. Görev Mustafa Kemal cumhuriyetini yıkmak, Suriye’yi parçalamaktı. Ne kadar başarılı oldu ayrı konu. Ama yeni konjonktür epey zamandır yeni bir atamanın yapılmasını gerekli kılıyor. Türkiye değişti, Suriye değişti, AKP kendisine görev verildiği andan beri ABD açısından çok değişti.

Rıza’nın mahkemedeki her cümlesinden sonra kanıt olarak sunduğu tapeleri, Kılıçdaroğlu’nun salladığı belgeleri kendi çabalarıyla elde ettiklerini, geriye gidelim, 17-25 Aralık kayıtlarının durduk yere ortalığa saçıldığını düşünmüyoruz herhalde.  

ABD gibi emperyalist bir odak, gücünden eskisine göre çok şey yitirmiş ve pek çok konuda Rusya’ya karizmayı çizdirmiş olsa bile Türkiye’den vazgeçmez, vazgeçemez. AKP’nin başına buyruk davranışlarını, Rusya ile flörtünü, Suriye’de YPG’ye atıp tutmasını görmezden gelemez. Çok basit: Çünkü Türkiye NATO’nun doğu karargahı ve Rusya ile komşu eyaletidir. NATO’nun güvenliği için Türkiye’nin sağlama alınması zorunludur.

NATO ise şekil ve işlev değiştirse de, emperyalizmin vazgeçemeyeceği örgüttür.

Ha şu olur: ABD müdahale eder, başaramaz ve sonuçta Türkiye’nin AKP eliyle başkalarına teslim edilmesini engelleyemez. Tamam böyle olabilir. Ama ABD o noktaya kadar elinden geleni ardına koymaz. Zamanında atamayı yapanın, verdiğim görevi layıkıyla yerine getiriyor mu, haberim dışında başkalarıyla iş pişiriyor mu diye gereken dinlemeleri, izlemeleri yapması da işin tabiatı gereğidir.

Rıza olayı budur. Kılıçdaroğlu’nun bu kapsamlı harekatın asli unsurlarından birisi olarak eş zamanlı biçimde devreye girmiş olması da bununla ilişkilidir.

Bu söylediklerimizin aslında en net kanıtı da CHP’nin belgeleri açıklarken ABD’nin, AKP’nin sebebiyet verdiği, içinde yer aldığı bütün bu kirli işlerdeki sorumluluğuna dair tek kelime etmeyişidir.  

Tek kelime etmiyorlar çünkü dünyalarını piyasacılık ve Amerikancılık şekillendiriyor. ABD’den habersiz, O’na rağmen herhangi bir şey yapmak gibi bir planları bulunmuyor.

Hep söyleye geldiğimiz gibi antiemperyalizmin ve bağımsızlığın gerek koşulu antikapitalizmdir. Antikapitalist olmayanın antiemperyalist ve bağımsızlıktan yana olması mümkün değildir. CHP yalnızca bu sıradan gerçeğin tezahür etmiş hallerinden birisidir. Piyasacı bir parti olarak dünya emperyalist sistemi içinde var olmanın emperyalizme biat etmeye bağlı olduğunu çok iyi bilir. CHP açısından ABD batılılaşmanın en ileri noktasıdır.

CHP karakteri gereği ABD konusunda sessizdir ve kendisine iş olarak eline iliştirilmiş belgelerle son kullanım tarihi dolmuş AKP’ye yüklenmeyi seçmiştir. 2013 Haziran halk ayaklanmasından özenle uzak durmayı tercih etmiş olan CHP, “Türkiye’de laiklik tehdit altında değildir” diyen CHP, “imam okullarını biz açtık” diye övünen CHP, AKP ile AKP’lileşerek mücadele etmeye çalışan CHP.

İlk yapmamız gereken şey bu kapsamlı planın farkında olmak.

AKP’nin indirilmesinin, Erdoğan’ın başkanlığının engellenmesinin dikkate değer bir değişim yaratamayacağını görebilmek.

İş, sağlık, eğitim, emeklilik, laiklik, bağımsızlık, eşitlik, ekonomik kalkınma istemiyor muyuz? Hangi düzen partisi verecek bunları bize? Hangi düzen partisi patron sömürüsüne engel olabilecek? Kamulaştırmadan, ABD üslerinin kapatılmasından hiç söz etmeyenler mi? Olmaz.

İhtiyaç ve taleplerimiz doğrudan sosyalizmi tanımlıyor. O halde istediklerimizin ABD’nin yeni memurunun elinde heba olmasına izin vermememiz gerekiyor.

Yani ilk yapılacak iş ikircimsiz biçimde düzenin değişmesi gerektiği noktasına odaklanmak. Gerisini ancak bundan sonra konuşabileceğiz.

“Hele bir AKP gitsin sonra bakarız” demek ise tam ABD’nin istediği şey. Çünkü yönetenin değil düzenin değişmesi gerekiyor ve AKP’nin gitmesini öne aldığımızda aslında düzen içi bir aktörün iktidarı için onay vermiş oluyoruz.

Yine zaman kaybıyla geçecek kim bilir kaç yıl.

Oysa şimdi sosyalizmin tam zamanı.



Yeni Başlık  Cevap Yaz



Forum Ana Sayfası

 


 Bu konuyu 1 kişi görüntülüyor:  1 Misafir, 0 Üye
 Bu konuyu görüntüleyen üye yok.
Konuyu Sosyal Ortamda Paylas
Benzer konular
Başlık Yazan Cevap Gösterim Son ileti
Konu Klasör Yalçın Küçük Reza Zarrab'ın tutuklanmasıyla ilgili ayhan 0 3259 30.03.2016- 14:24
Konu Klasör İmamoğlu Davası: 2 yıl 7 ay ceza ve siyasi yasak... melnur 1 508 17.12.2022- 01:01
Konu Klasör Gezi davasının bu kararı seçim startının verildiğini gösteriyor. melnur 1 977 28.04.2022- 04:37
Konu Klasör Yolsuzluk belgeleri Erdoğan'a uzanıyor umut 1 3614 13.12.2014- 20:49
Konu Klasör Baransu elindeki belgeleri açıklarsa... solcu 2 3801 09.08.2014- 20:37
Etiketler   Zarrab,   davası,   Kılıçdaroğlu,   belgeleri
SOL PAYLAŞIM
Yasal Uyarı
Sitemiz Bir Paylasim Forum sitesidir Bu nedenle yazı, resim ve diğer materyaller sitemize kayıtlı üyelerimiz tarafından kontrol edilmeksizin eklenebilmektedir. Bu nedenden ötürü doğabilecek yasal sorumluluklar yazan kullanıcılara aittir. Sitemiz hak sahiplerinin şikayetleri doğrultusunda yazı ve materyalleri 48 Saat içerisinde sitemizden kaldırmaktadır.
Bildirimlerinizi info@solpaylasim.com adresine yollayabilirsiniz.
Forum Mobil RSS