SolPaylaşım  
Ana Sayfa  |  Yönetim Paneli  |  Üyeler  |  Giriş  |  Kayıt
 
OTURUYORSAN KALK; AYAKTAYSAN YÜRÜ; YÜRÜYORSAN KOŞ!
Yurt ve dünya sorunlarına soldan bakan dostlar HOŞGELDİNİZ .Foruma etkin katılım yapabilmeniz için KAYIT olmalısınız.
Yeni Başlık  Cevap Yaz
Günümüzde sınıf mücadelesi           (gösterim sayısı: 3.389)
Yazan Konu içeriği
Üye Profili boşluk
melnur
[ Gelenek ]
Kurucu
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 02.08.2013
İleti Sayısı: 10.954
Konum: İstanbul
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder

36 kere teşekkür etti.
50 kere teşekkür edildi.
Konu Yazan: melnur
Konu Tarihi: 01.11.2018- 08:26


M.Çulhao?lu'nun ?LER?deki yaz?s?ndan sonra konu ba?l???n? de?i?tirmek daha anlaml? olacakt?. Günümüzde s?n?f mücadelesinin nas?l olmas? gerekti?i konusundaki yorumlar bu yaz?larla birlikte yorumlanabilir.
??çinin tecrübesi: Beden ve ruh - Can Soyer

1980’li ve 90’l? y?llarda marksizme yönelik ele?tiri ve sald?r?lar?n büyük k?sm? s?n?f kavram? ve i?çi s?n?f?n?n siyasal önemi konusuna yo?unla?t???ndan, marksistler aras?nda s?n?flar?n varl???n? kan?tlamaya dayanan bir savunu biçimi yayg?nla?m?? oldu. ??çi s?n?f?n?n varl???n?n dahi reddedildi?i ko?ullarda, ku?kusuz, bu tür bir savunma do?ald?. Ancak, marksizmin s?n?fa böylesi “dura?an” bir bak??la yakla?mas? olacak ?ey de?il. Zaten marksizmin klasik eserlerinde ortaya konulan s?n?f yakla??m?n?n dinamizmi ve i?çi s?n?f? kavram?n?n zenginli?i bu yayg?n al??kanl?ktan hayli ileride.
***
S?n?f? “yap?sal” bir konum olarak gören ve as?l olarak üretim süreci içerisindeki çe?itli noktalara sabitleyen yakla??m, kaç?n?lmaz olarak, kapitalizmde s?n?f ili?kilerinin i?leyi? biçiminin karma??kl???n? kavramaktan uzak kal?r. Ku?kusuz, s?n?f?n üretim sürecindeki konumu, birçok aç?dan ba?lang?ç noktas?d?r. Ancak, esas?nda süreklile?mi? bir ili?ki biçimi olan s?n?f?n, salt sabit bir nokta olarak tan?mlanmas? beraberinde çe?itli sorunlar da getirir.
Öncelikle, böylesi bir bak??, s?n?f?, basitçe üretim süreci içerisindeki konumundan ibaret, kendisine yak??t?r?lan bilinç ortaya ç?kana kadar da fiziksel ihtiyaçlar? d???nda varolu? kazanmayan bir bedene indirger. Bu “beden olarak i?çi s?n?f?” da toplumsal ya?am?n de?i?ik katmanlar?nda yeniden üretilen bir ili?kiyi de?il, üretim sürecinin sabit bir alan?na/kertesine ait “k?s?tl?” bir konumu ima eder.
Esas?nda basbaya?? indirgemeci ve ekonomist olan bu yakla??mda, toplumsal yap?daki ekonomi d??? alanlar?n s?n?f ili?kilerindeki ve s?n?f mücadelesindeki rolü, etkisi ya da özgünlükleri de görmezden gelinir. Sonuç olarak, i?çi s?n?f?, üretim süreci içerisinde kurdu?u/kurmak zorunda oldu?u ili?kilerin ötesine ta?mayan, i?çi olman?n mahiyetini siyasal, ideolojik, kültürel alanlarda deneyimlemeyen bir emek-gücü portresine, yani hayli biçimci ve mat bir içeri?e s?k??t?r?l?r.
Oysa, i?çiyi salt beden olarak gören ve onu piyasada satmak zorunda oldu?u eme?ine indirgeyen bu yakla??ma kar??, marksizmin özgün yöntemi, s?n?f? bir ili?ki, üstelik de toplumsal ve tarihsel bir ili?ki olarak tan?mlar ve böylece s?n?f ili?kilerini ve mücadelelerini toplumsal ya?am?n bütününe do?ru geni?letir. Bu haliyle s?n?f, yine üretim süreci içerisindeki maddi konumlardan hareketle tan?mlanan, ancak toplumsal ya?am?n tüm alanlar?nda yeniden üretilip deneyimlenen bir ili?ki biçimi olur.
Dolay?s?yla, ?ngiliz marksist E. P. Thompson’?n belirtti?i gibi, s?n?f tek ba??na bir yap?, kavram ya da kategori de?il, ayn? zamanda “insanlar aras? ili?kilerde gerçekten var olan bir ?ey”; toplumsal ya?am?n tüm alanlar?nda yeniden üretilen, gündelik hayat?n her an?nda özgün biçimlerde deneyimlenen bir ili?ki biçimidir.
O halde, s?n?f?n dura?an ve cans?z bir portresini betimlemekle yetinmeyerek toplumsal ya?am?n farkl? katmanlar?nda s?n?fsal ili?kinin nas?l tesis edildi?ini, s?n?f aidiyetlerinin ve s?n?fsal varolu? biçimlerinin hangi yollarla deneyimlendi?ini, s?n?flar?n süreklile?mi? mücadelelerini de gündeme almak, k?sacas? gündelik, somut ve “elle tutulur” bir s?n?f kavray???na ula?mak zorunlulu?uyla kar?? kar??yay?z.
***
S?n?f bilinci tart??mas?, bu noktada da önem kazan?yor.
Yukar?da de?indi?imiz anlay??, s?n?f bilincine eri?ene kadar s?n?f?n sergiledi?i toplumsal pratikleri dikkate almaz; hele hele s?n?f bilincinin olu?umunda kültürel temsillerin, ahlaki normlar?n, toplumsal ve geleneksel al??kanl?klar?n, özsayg?, özgüven, namus, onur gibi de?erlerin yerini tümüyle göz ard? eder.
Bu yakla??m, ta??d??? “bilimsellik” kisvesine ra?men, esas?nda s?n?fla köklü bir ba? kurmaya çal??an siyasal hareketlerin alan?n? muazzam ölçüde daralt?r. Elbette, i?çi s?n?f?n?n bu “politika-alt?” bilincinde gerçekd??? siyasal erdemler bulman?n yolu yok; ancak verili ideolojik ve kültürel ko?ullanmalar alt?nda da s?n?f?n siyasal bir hareketin öznesi olmas? arzu ediliyorsa, i?çi ve emekçiler ile toplumsal ya?am?n tüm alanlar?na yay?lm?? bir temas yüzeyine sahip olmak yabana at?lamayacak bir imkan.
Bu aç?dan bak?ld???nda, s?n?f ili?kisinin ve mücadelesinin ekonomik temeli ya da üretim sürecindeki konumu kadar, toplumsal ya?am?n farkl? katmanlar?ndaki d??avurumlar? da ilgiyi hak ediyor. Çünkü s?n?f, tekrar edersek, basitçe bir yap?dan, kavramdan ya da kategoriden ibaret de?il.
S?n?f, ayn? zamanda, hissetme tarzlar?na, gündelik ya?am deneyimlerine, kültürel ve ahlaki ko?ullanmalara da uzanan ili?kiler bütünlü?ü. S?n?f, her anda ve her alanda ya?ayan/ya?anan bir ili?ki yani. ??çi olmak sadece fabrikada veya büroda de?il, sokakta, ailede, kom?ularla ili?kide, çocu?unun okulunda, hastane kuyru?unda da süren ve deneyimlenen bir varl?k biçimi.
Üstelik bu çok katmanl? s?n?f ili?kisi, olmu? bitmi? bir olay? de?il, kesintisiz biçimde sürmekte olan, toplumsal ya?am?n her hücresinde görünen, “bir kere de?il, bin kere öldüren” süreklile?mi? bir deneyimi de ifade ediyor.
??çi olmak 7/24 süren bir tecrübeyi anlat?yor yani.
Bu nedenle, i?çi s?n?f?na yönelen ve onu siyasal mücadelenin öznesi olarak tan?yan sosyalist hareketin, s?n?fla temas kurarken/kurmaya çal???rken nas?l bir portreyle, ne tür bir içerik ve tarzla, hangi tecrübelerle kar??la?aca??na kafa yormas?, me?ru oldu?u kadar, zorunludur da.Zira, i?çinin sadece cebinin de?il, ayn? zamanda ruhundaki bo?lu?un da doldurulmas?; sadece haklar?n?n sa?lanmas? de?il, ayn? zamanda duygusal yaralar?n?n da sa?alt?lmas? gerekiyor.Bu gereklilik, en çok da, i?çi s?n?f?n? bir doktrin veya inceleme konusu, vicdan?n veya özgecili?in romantik nesnesi olarak de?il, siyasal bir özne olarak gören sosyalistler aç?s?ndan geçerli.
??çinin bedeniyle ruhu aras?ndaki bu köprü kurulamad??? zaman, bedeni buralarda olsa da ruhu ço?u zaman gelmez oluyor çünkü.




Bu ileti en son MasteR06 tarafından 06.02.2019- 22:32 tarihinde, toplamda 3 kez değiştirilmiştir.
Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
melnur
[ Gelenek ]
Kurucu
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 02.08.2013
İleti Sayısı: 10.954
Konum: İstanbul
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder

50 kere teşekkür edildi.
36 kere teşekkür etti.
Cevap Yazan: melnur
Cevap Tarihi: 03.11.2018- 09:39


Günümüzde sınıf mücadelesi - Metin Çulhaoğlu


“Aylık soru dizisi” geçtiğimiz ayın sorusunu “Günümüzde sınıf mücadelesi ne anlama gelir?” şeklinde belirlemiş ve bu soruyu dünyanın çeşitli yerlerinde akademisyen olarak görev yapan 14 kişiye yöneltmiş.

Soruyu yanıtlayanlar arasında Türkiye’den iki isim var: Demet Şahende Dinler ve Cenk Saracoğlu.

Soruya verilen kısa ve özlü yanıtların her birine tek tek girmemiz mümkün değil. Burada, hepsinden çıkarabildiğimiz kimi sonuçlara değinmeye çalışacağız. Gene de soruyu yanıtlayanların hemen hepsinin “sınıfı” yapısal ve statik bir olgu saymayıp sürekli oluşum halinde, dinamik bir unsur olarak gördüğünü belirtelim. Aralarından biri (Cintia Arruzza) bu bağlamda E.P. Thompson’a da atıfta bulunarak şöyle diyor: “(…) sınıf, bir başlangıç noktası değildir; bir başka sınıfa karşı verilen mücadele sürecinde, (sınıfın) kendi kendini oluşturduğu tarihsel sürecin varış noktasıdır.” (aynı konuda güncel bir başka değini için bkz. Can Soyer- İşçinin tecrübesi: Beden ve ruh)

Bu yazıda, bir, konunun genel teorik çerçevesi ve iki, üzerinden yürünebilecek belirli bir kavram olmak üzere iki kişinin verdiği yanıtlara odaklanacağız: Sırasıyla Cenk Saracoğlu ve Adam Hanieh.

***

Saracoğlu, sorunun bütünlüklü yanıtı için üç soyutlama düzeyi gözetmek gerektiğini belirtiyor: a) Genel olarak kapitalist üretim tarzı; b) Günümüz kapitalizmi (sermaye birikiminin günümüzdeki biçimleri) ve c) Farklı toplumsal formasyonların oluşturduğu düzey.

Saracoğlu’nun düzeylerine katıldığımızı belirtip bir adım daha atalım: İlk iki düzeyin dünya ölçeğindeki geçerliliği ve belirleyiciliği ne olursa olsun, iş özellikle somut ideolojik ve siyasal süreçlere ve sınıf mücadelesinin alacağı somut biçimlere geldiğinde odaklanılması gereken düzey, belirli toplumsal formasyonları ifade eden üçüncü düzeydir.

Saracoğlu’nun sözleriyle, yanıtlanması gereken asıl önemli soru, “toplumun farklı, hatta zaman zaman birbiriyle çelişen öncelikleri, gündemleri ve talepleri olan kesimlerinden hareketle bir sınıf bloku nasıl oluşturulur” sorusudur. Saracoğlu’na göre bu sorunun yanıtı ancak üçüncü düzeyde, soyutlama düzeylerinin en somutunda verilebilir: Belirli bir toplumsal formasyon...

Doğrudur diyelim ve yazının “entelektüel düzeyini” düşürme pahasına bir ek yapalım: Üçüncü düzeye odaklanmak insanı “ulusalcı” yapmayacağı gibi varsa yoksa birinci düzeye bakmak da kimseyi “enternasyonalist” yapmaz…

Adam Hanieh tarafından kullanılan kavrama geçmeden önce bir bağlantı noktası olarak Saracoğlu’na bir kez daha başvuralım: “Kapitalizmin günümüzdeki krizlerle malul neoliberal ve küresel aşamasında işçi sınıfının bileşimi her zamankinden daha heterojen ve parçalıyken sermaye sınıfı da daha merkezsiz ve ele gelmez durumdadır.”

***

Adam Hanieh’ten hareketle açımlamaya çalışacağımız kavram ise “yukarıdan” sınıf mücadelesidir.

Başka örnekler de olabilir; ancak James Petras’ın bu kavrama daha önce (2014) başvurduğunu hatırlıyoruz: “Latin Amerika: Yukarıdan ve Aşağıdan Sınıf Mücadelesi”
“Yukarıdan” sınıf mücadelesinden kastedilen, başlıca üretim, bölüşüm ve finansman araçlarını elinde bulunduran sınıfın kendi düzenini, belirli bir birikim modelini güvenceye almak ve sürdürmek, belirli bir toplumsal formasyonu yeniden üretmek üzere geniş bir yelpaze içinde yaptıkları/yaptırdıklarıdır.

“Yukarıdan” sınıf mücadelesi, “aşağıda” gene çok geniş bir yelpazede sonuçlara yol açar: Sınıf oluşumunda yeni yönler, sınıfın nicelik olarak büyürken daha fazla parçalanması, yeni mülksüzleşmeler ve yeni alanların metalaşması sonucu “sınıfa” yeni katılımlar, vb. vb. Bütün bunların yol açtığı tepkiler, yönelimler, arayışlar, direnişler ve yeni “baş etme” stratejilerine başvurulması ise “aşağıdan” sınıf mücadelesinin çeşitli görünümleridir.

Daha fazla uzatmadan, görebildiğimiz en kritik noktaya gelelim: Günümüzde gerek işçi sınıfının gerekse sosyalist mücadelenin en önemli sorunu, aslında bir bütünlüğü temsil eden “yukarıdan” ve “aşağıdan” sınıf mücadelesi arasındaki açının büyümesi ve ciddi bir bakışımsızlık durumunun ortaya çıkmasıdır.

Maddeler halinde özetlemeye çalışalım:

1- Sermaye sınıfının “merkezsiz” ve “ele gelmez” durumu (Saracoğlu), bu sınıfın siyasal iktidarlarına toparlayıcılık, sınıfın çıkarları adına koçbaşlığı, siyasal ve ideolojik yeniden üretim gibi alanlarda özel misyonlar yüklemiştir. Başka bir deyişle günümüzde siyasal iktidarlar, “yukarıdan” sınıf mücadelesinin başlıca aktörleri konumuna gelmiştir.

2- “Yukarıdan” sınıf mücadelesinin her adımı, “aşağıdaki” sınıfı nicelikçe artırmakta, ama çeşitli zeminlerde (işkolu, sektör, kadınlar, göçmenler-mülteciler, yeni mülksüzleşenler vb.) daha fazla parçalamaktadır.

3- “Yukarıdan” sınıf mücadelesi siyasal iktidarlar aracılığıyla kendi bütünselliğini gözetebilirken, sözü edilen bu parçalanmışlık “aşağıdan” sınıf mücadelesini ayrıştırmakta, lokalize etmekte ve sonuçta etkisiz kılmaktadır.

“Bakışımsızlık” dedik; ama aslında potansiyel bir bakışım noktası vardır: Siyasal iktidarlar nasıl dağınık görünen bir sınıfın temsilciliğini yapabiliyorsa, parçalı ve yer yer rekabet halindeki “aşağıdan” sınıf da kendi toparlayıcı siyasal temsilini bulabilir.

Bir görevdir ve günümüz koşullarında kargadan başka kuş, klasik sanayi proletaryasından başka sınıf tanımayanların başarabileceği bir görev gibi görünmemektedir.

https://ilerihaber.org/yazar/gunumuzde-sinif-mucadelesi-91261.html



Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
melnur
[ Gelenek ]
Kurucu
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 02.08.2013
İleti Sayısı: 10.954
Konum: İstanbul
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder

50 kere teşekkür edildi.
36 kere teşekkür etti.
Cevap Yazan: melnur
Cevap Tarihi: 18.01.2019- 09:05


Eli kısa kalan sınıf - Metin Çulhaoğlu


TİP’in geçenlerde Ankara’da gerçekleştirdiği toplantının katılımcıları arasında TOKİ işçileri de vardı. Direniş deneyimi yaşamış işçilerden Ömer Özkaya konuşmasında işçilerin hareketlenmesinde iki temel etmenin rol oynadığını söyledi: “Cesaret” ve “bıçağın kemiğe dayanması”…

TOKİ işçileri ve yaşadıkları söz konusu olduğunda “içerden” gelen bir kişinin bu tespiti mutlaka bir gerçeği yansıtmaktadır; orada bırakılmayıp üzerinde durmaya ve biraz daha açmaya değer önemdedir.  

***

Öncelikle, belirli bir sektörde/işkolunda/işletmede çalışanların sergiledikleri direniş örnekleriyle, sınıfın büyükçe bir kesiminin hareketliliği arasında fark gözetilmesi gerektiği kanısındayız. Örneğin 500 kişinin çalıştığı bir işyerinde cesaret ve bıçağın kemiğe dayanması kuşkusuz hareketlendirici, direnişe yöneltici etmenler olabilir.

Sözü edilen etmenleri bu ölçekte tespit edebilir, ölçebilir ve aralarındaki ilişkiyi çözümleyebiliriz. Ancak, ölçek büyüdükçe ülke genelindeki başka pek çok etmen daha devreye girer. O zaman, belirli bir rol oynasalar bile cesaret ve bıçağın kemiğe dayanması bütün bunların arasında “seçilemez” duruma gelir.

Örneğin, 15-16 Haziran 1970 büyük işçi eylemliliği salt cesaretle açıklanamayacağı gibi “bıçağın kemiğe dayandığı” bir durumdan söz etmek de mümkün görünmemektedir.
Cesaretin ve bıçağın kemiğe dayandığı durumların tetiklediği eylemlerle, bu iki etmenin başka etmenlerle harmanlandığı daha genel ve büyük ölçekli eylemler elbette birbirine alternatif değildir.   İlkine “yetersiz”, ikincisine ise “işte bu lazım” deyip işin içinden çıkamayız. Nitekim Türkiye’de 1960’ların ve 1970’lerin ikinci yarısına damgasını vuran işçi sınıfı hareketliliği gökten inmemiş, cesaretin ve “bıçağın kemiğe dayanmasının” belirleyici olduğu küçük ölçekli direnişlerin üst üste birikmesiyle ortaya çıkmıştır.  
 
Toparlarsak, Türkiye’de son dönemde yaşanan küçük ölçekli işçi direnişlerini bir vadede gündeme gelecek daha geniş kapsamlı bir sınıf hareketliliğinin (ve hareketinin) habercileri saymak mümkündür.

***

TOKİ direnişçisi Özkaya toplantıda başka bir şey daha söyledi: Nezaretteyken polisler kendilerine “siz işçisiniz, sizin eliniz kısa, bir şey elde edemezsiniz, oturun oturduğunuz yerde” diyormuş…

“Sizin eliniz kısa…”

Türkiye’de böyle bir sözü 1960’ların Kavel işçilerine, 1970’lerin DGM’ye karşı direnen işçilerine, bunları geçtik 1991’de Zonguldak’tan yürüyen madencilere kimse söyleyebilir miydi?  

Kritik nokta, bizce buradadır.

Bugün işçinin eli “kısa kalıyorsa” (ki öyledir) bunun nedeni, sınıfın direniş ölçeğinin sınırlı kalması, genel olarak toplumun muhalif kesimlerinin ise sınıfa ve sınıf dinamiğine eskisi kadar önem atfetmemesidir. Hiçbir tarafın özel eksiğinden ve kusurundan söz edemeyeceğimiz nesnel bir durumdur. Aşılması ise, toplumsal muhalefetin işçi sınıfının varlığı ve önemi konusunda “eğitilmesiyle” değil, sınıfın etkisinin kendini her kesime kabul ettirecek ölçeğe ulaşmasıyla mümkündür.

1960’ların “Türkiye’de işçi sınıf var mı yok mu” tartışmaları sonunda böyle aşılmıştır.
1970’lerde toplumun muhalif her kesimi işçi sınıfına baktıysa bir anda hidayete erdiklerinden değil sınıf gerçeğinin kendini dayatmasındandır.

***

Son olarak, kimi sol-sosyalist kesimleri kızdırma pahasına iki noktaya daha değinelim.
Birincisi: Sınıfı tanımlamada kullanılan “üretimden gelen güç” deyişi daha fazla sorgulanmalıdır. Günümüz kapitalizminin böyle bir gücü etkisiz kılmanın yollarını bulduğu ortamlarda, işçi sınıfının tarihsel misyonuna hiç atıfta bulunmadan   “üretimden gelen güç” deyip durmak bir tür ekonomizm sayılmalıdır.

İkincisi: Sergey Bondarchuk imzalı 1983 yapımı “Dünyayı Sarsan 10 Gün” filminden esinlenen “basit düşünen, ama bilinçli işçi” tipolojisini (*) kritik dönemeçler ve yol ayrımları dışında her zaman ve her yerde aramaktan vazgeçilmelidir.

Yoksa daha çok bekleriz.

(*) “Bana bak kardeş, anlamıyorsun, iki sınıf var, görmüyor musun? Proletarya ile burjuvazi” (bkz. John Reed, Dünyayı Sarsan 10 Gün, çeviren: Rasih Güran, Ağaoğlu Yayınevi 1968, s.159).




Bu ileti en son melnur tarafından 18.01.2019- 09:07 tarihinde, toplamda 1 kez değiştirilmiştir.
Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
melnur
[ Gelenek ]
Kurucu
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 02.08.2013
İleti Sayısı: 10.954
Konum: İstanbul
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder

50 kere teşekkür edildi.
36 kere teşekkür etti.
Cevap Yazan: melnur
Cevap Tarihi: 28.01.2019- 08:22


TBMM'nden geçen bir yasayla Gaziantep Bilim ve Teknik Üniversitesi'nin adına ''İSLAM'' ibaresi eklendi ve rektörlüğüne de pek çok ünlü ilahiyatçımız Prof.Dr. Nihat Hatipoğlu atandı. Siyasal iktidarın ''dinci ve kinci gençlik'' projesi bir şekilde ve tam gaz sürüyor. Aklıma takılan soru, siyasal iktidarın bu tür hamlelerine karşı sol nasıl bir tavır takınmalı? Soruyu başka şekilde soralım, bu tür siyasetler sınıf mücadelesinin kapsamı dışında mıdır?

Yanıt aslında üstteki yazılarda var, ama bizde alışkanlık olmuş hemen her konu sadece soyutlama düzeyinde ele alınıyor ve soyutlamanın soyutlamasıyla da tamamlanıyor. Sonuç; bir başka sosyalist aydınımızın o soyutlamaya yine soyutlama düzeyinde kalan bir yorumla katılması veya eleştirmesi. Bir şekilde aydınlar arasında bir tartışma veya düşünce alış verişi. Daha önce de söylemiştim; ülkemizde hem bilim ve hem de siyaset ideoloji konusunda popüler bir dile ihtiyaç var. Çok basit, çok sıradan konular hakkındaki yazılar ve yapılan yorumlar ''sıradan insana'' ulaşmadan ''buhar'' olup uçuyor. Amaçlanan işlev de gerçekleşmiyor. Ülkede hatırı sayılır bir sosyalist birikim var ama, sadece var, öyle orta yerde ve soyutlama düzeyinde duruyor. Bir işe de pek yaramıyor. Sosyalist birikim sadece entelektüel uğraş değil ki, entelektüel kesimlerin aralarında top çevirmesi ise hiç değil. Güncel konularda karşımıza dikilen soru toplumsal alanda bir yanıt ve sol bir karşılık bulmuyorsa, ki bulmuyor, o zaman bu soyutlamaların toplumsal alanda hiçbir karşılığının olmadığı gerçeğini neden anlamayız?

Sınıfsal mücadele proletarya ile burjuvazinin sadece ekonomik alandaki karşı karşıya gelişiyle sınırlı değildir ve olamaz. Üstteki yazılar bir bakıma bu gerçeği soyutlama düzeyinde ele almış. Sınıfsal mücadele iki uzlaşmaz sınıf arasında ve toplumsal alanın tamamında süren bir çatışmadır. Leninizmin dışardan bilinci de bu açıdan sadece ekonomik alana sıkıştırılamaz/indirgenemez. Bir üniversitenin bu anlamda gericileştirilme çabaları da bu sınıf mücadelesinin dışında tutulamaz. Bu yüzden üstteki basit örneğe karşı bir tutum   geliştirmek de sınıf mücadelesinin bir parçası olmaktan başka bir şey değildir.



Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
melnur
[ Gelenek ]
Kurucu
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 02.08.2013
İleti Sayısı: 10.954
Konum: İstanbul
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder

50 kere teşekkür edildi.
36 kere teşekkür etti.
Cevap Yazan: melnur
Cevap Tarihi: 29.01.2019- 07:38


Sınıfsal mücadele proletarya ile burjuvazinin sadece ekonomik alandaki karşı karşıya gelişiyle sınırlı değildir ve olamaz. Üstteki yazılar bir bakıma bu gerçeği soyutlama düzeyinde ele almış. Sınıfsal mücadele iki uzlaşmaz sınıf arasında ve toplumsal alanın tamamında süren bir çatışmadır. Leninizmin dışardan bilinci de bu açıdan sadece ekonomik alana sıkıştırılamaz/indirgenemez. Bir üniversitenin bu anlamda gericileştirilme çabaları da bu sınıf mücadelesinin dışında tutulamaz. Bu yüzden üstteki basit örneğe karşı bir tutum   geliştirmek de sınıf mücadelesinin bir parçası olmaktan başka bir şey değildir.

Yeri gelmişken ekleyeyim; bu ülkede yaşanan türban, kuran kursları ve İmam Hatip Liseleri konuları bütünüyle bu kapsam dahilindedir. Hemen her siyasi parti bu konuları ''arka bahçe'' mantığıyla ele almışken, AKP'nin bu konulardaki projesi kendi söylemiyle ''kindar ve dindar bir nesil'' yetiştirmek, daha açık bir ifadeyle gerçekleştirilmeye çalışılan sosyo-politik toplumsal inşanın kadrolarını oluşturmaktır. AKP sadece bu konuda değil, anayasal devlet/yönetim biçimi   konusunda da kendisine uygun bir anlayışı yerleştirmeye çalışmaktadır ve bu konuda '' bize özgü başkanlık sistemi'' konusunda mesafe almaktadır. Bu ve benzer bir yığın uygulama birbirinden bağımsız değildir ve hem ''cumhuriyet parantezinin'' kapanmasına ve hem de Osmanlı motifli bir gerici yapının inşasına yöneliktir. Dolayısıyla solun bu konulardaki muhalifliği ve mücadelesi gerçekte sınıf mücadelesinin zorunluluğundan ve dayatmasından başka bir şey değildir.   Sınıf mücadelesi siyasal alanda birtakım başlıklar altında sürer. Gericilikle mücadele de bu başlıkların en temel olanıdır; hele de cumhuriyet kazanımlarının sürekli tehdit olarak görüldüğü ve geçmişe ve gericiliğe olan özlemin bir bir uygulamaya sokulduğu bir nesnellikte...




Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
Proleter_Devrimci
[ Proleter_Devrimci ]

Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 19.01.2019
İleti Sayısı: 132
Konum: Gizli
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder

26 kere teşekkür edildi.
44 kere teşekkür etti.
Cevap Yazan: Proleter_Devrimci
Cevap Tarihi: 29.01.2019- 13:24


Alıntı Çizelgesi: melnur yazmış

hem ''cumhuriyet parantezinin'' kapanmasına ve hem de Osmanlı motifli bir gerici yapının inşasına yöneliktir.




Türkiye'de zaten akademik özerklik ve bilimsel özgürlük noktasında üniversitelerin yıllardır içinde bulunduğu vasat durum ile yine bu üniversitelerde özellikle toplum bilim, iktisat, tarih gibi alanlarda marksizmin, kaynağını bizzat   hayatın somut gerçekliğinden alan ideolojik perspektifinden yoksun yüzeysel yaklaşımların hakim olduğu düşünüldüğünde, sözü edilen rektör atamaları, malumun ilanından başka bir anlam ifade etmiyor aslında. Hatta yıllardır gizlenmeye çalışılan akademik ve entelektüel hayatın çürümüşlüğünü ve yozlaşmışlığını teşhir etmesi bakımından faydalı olduğunu bile düşünüyorum. Zaten iktidarın sınıfsal olarak burjuvazinin elinde olduğu bir ülkede, düşünsel ve akademik alanın, burjuvazinin fikri egemenliğinden bağımsız olacağını düşünemeyiz. Ayrıca Marksizmi bir saçmalık olarak niteleyen, dışkı yemeyi olağan karşılayan Celal Şengör'ün profesör ünvanını taşıdığı düşünüldüğünde, Nihat Hatipoğlu'nun rektör olması çokta yadırganacak bir durum değil bence...

Belki konu başlığının dışına çıkacağız ama yazınızın yukarıda iktibas ettiğim bölümü dikkatimi çekti. Osmanlı Devleti ile Cumhuriyet arasında bence gereğinden kalın bir çizgi çizmişsiniz. Ben Cumhuriyet ile 19. yüzyıl Osmanlısı arasında bu kadar kalın çizgiler olmadığını, aralarında bir devamlılık olduğunu düşünüyorum. Zaten Mustafa Kemal'de gerici olarak lanse ettiğiniz Osmanlı Devleti'nin içinde yetişmiş, düşünsel yapısı Osmanlı okullarında şekillenmiştir. Mustafa Kemal'i içinde yaşadığı çevreden bağımsız düşünemeyiz. Dolayısıyla Cumhuriyet, bir devrim olduğu kadar, Osmanlı'nın 19. yüzyılda yaşadığı toplumsal devinimin bir sonucudurda. Bu bakımdan aralarında bir devamlılık vardır.

Ayrıca Osmanlı Devleti, en azından içinde barındırdığı kimi entelektüel çevreler ve dar bir çevre ile sınırlıda olsa düşünsel hayat göz önüne alındığında sizin sözünü ettiğiniz kadar köhne değildi. Hatta bugünden daha radikal ve ilerici düşünce biçimlerinden söz edebiliriz. Mesela İskoç gezgin Mac Farlane'in 19. yüzyılın ortalarında ziyaret ettiği İstanbul'da ki Tıbhane binasına ilişkin gözlemleri ilginçtir. Mac Farlane, hayatında materyalizme ilişkin bu kadar kapsamlı kitapların yer aldığı başka bir üniversite kütüphanesi görmediğini söyler. Burada radikal bir din eleştirmeni olan Baron d'holbach'ın kitaplarını okuyan Türkleri görmesi ise onu daha da şaşırtır. Bu bakımdan 19. yüzyılın ortalarındaki bir Osmanlı üniversitesinin, günümüz Cumhuriyetinin çoğu üniversitesinden daha gelişkin bir akademik hayata sahip olduğunu söyleyebiliriz.

Sonuç olarak Cumhuriyeti ortaya çıkaran düşünce dünyasının arkasında, Osmanlı Devleti'nin 19. yüzyıldaki entelektüel birikimini görebilmeliyiz. Öyle ki tarihsel süreci doğru bir şekilde analiz ve tahlil edebilelim.





Bu ileti en son Proleter_Devrimci tarafından 29.01.2019- 13:33 tarihinde, toplamda 5 kez değiştirilmiştir.
Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
melnur
[ Gelenek ]
Kurucu
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 02.08.2013
İleti Sayısı: 10.954
Konum: İstanbul
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder

50 kere teşekkür edildi.
36 kere teşekkür etti.
Cevap Yazan: melnur
Cevap Tarihi: 31.01.2019- 08:09


Marks'ın bilimsel sosyalizmi öncesindeki sosyalist söylemlerden radikal bir kopuştur. Burjuva devrimleri, örmekse 1789 Büyük Fransız Devrimi de feodalizmden radikal bir kopuşun simgesidir. Ancak böyle olması, yani bu devrim ve sıçramaların devasa niteliğinin sanki gökten inmiş gibi, sanki öncesiyle hiçbir ilişkisinin bulunmadığı gibi bir anlama sahip olabilir mi? Ya da öncesindeki bütün gelişmelerin o devrim ve tarihsel sıçramanın koşullarını hazırlamış olmasının o tarihsel sıçramanın veya devrimin önemini azaltabilir mi?

Anlamak mümkün değil gerçekten; nedir bu M.Kemal düşmanlığı, nedir bu Anadolu Aydınlanmasını önemsizleştirme gayretleri?

Özellikle AKP iktidarı döneminde uzunca yıllar ülkenin en ilerici niteliklerini hedef tahtası haline getiren liberal saldırılar meyvelerini mi veriyor, nedir?

Gerçekten anlamak mümkün değil!

Cumhuriyetle   Osmanlı arasındaki çizgiyi ''gereğinden fazla'' olarak nitelemek ya da ima etmek veya Anadolu Aydınlanmasını bir şekilde önemsizleştirme gayretleri? Türkiye solu ne zaman ve nasıl bu hale geldi?

Bizzat cumhuriyetin kendisi monarşik yapıdan radikal bir kopuş değil mi? Hilafetin ve saltanın kaldırılıp, aklın ve bilimin yani laikliğin anayasal bir temel ilke haline getirilmesi, siyasal ve toplumsal alanın en önemli niteliği olarak benimsetilme çabaları yeteri kadar ''kalın'' bir çizgi mi değil?

Kadın erkek eşitliği, seçme ve seçilme hakkını elde etmesi, toplumsal ve siyasal yaşamın bir parçası haline getirilmesi de radikal bir tutum değil?

Eğitim birliği, denetimin kolaylaştırılması; hurafelerin ve tarikat ile cemaatler konusunda yasaklar getirilmesi...

Hukuk sistemi, şeri hukukun kaldırılması...

Şimdi aklıma gelmiyor, daha bir yığın radikal yeniliğin, devrimin yüzlerce yıl gericiliğin tutsağı olmuş bir coğrafyada üstelik altyapıdan gelen bir talep de yokken, jakobenist bir tarzda uygulamaya sokulması devrimci bir atılım mı değil, nedir bu cumhuriyet ve aydınlanma karşıtlığı? Ve üstelik ülkedeki gerici damar bir şekilde iktidara gelmişken, devlet haline dönüşmüşken ve bütün bu kazanımların altını bir bir oyuyorken, oymuşken!

(Sağlı sollu liberallerin ülkenin bu hale gelişindeki suçları hiç az değil. Sadece bu kadar da değil; savunduklarıyla sola öyle bir girdi yaptılar ki, solun zihninden bu çarpıklığı silmek de hiç kolay değil...)

( Kemalizm, yani kuruluş felsefesi, yani bir anlamıyla Anadolu Aydınlanması bu coğrafyada, bu ülkenin başına gelebilecek belki de en güzel, en önemli şey. Tarihsel bir sıçrama olması da bu öneminden ötürüdür. Solun toplumsallaşabilme koşulunun zeminidir aynı zamanda ve böyle olduğu için de, solun ayaklarını bastığı zemindir. Böyle olması kurtuluşumuzun, bu coğrafyadaki kurtuluşun artık Kemalizm olmadığı gerçeğini değiştirmez. Kemalizme sarılarak bu ülke insanına sonal bir kurtuluş da getirilemez. Bu ayrı. Böyle bir gerçeklik olması da, bir daha söylüyorum, ne cumhuriyet kazanımlarının değerini, ne Anadolu aydınlanmasının önemini azaltır. Solculuk öyle basit bir siyasal konumlanış değil ki! Hemen her konuda olduğu gibi bu konuda da   diyalektik korelasyon kurulmuyor, kurulamıyorsa Marksizmden söz etmenin hiçbir anlam ve karşılığı yoktur.)





Yeni Başlık  Cevap Yaz



Forum Ana Sayfası

 


 Bu konuyu 1 kişi görüntülüyor:  1 Misafir, 0 Üye
 Bu konuyu görüntüleyen üye yok.
Konuyu Sosyal Ortamda Paylas
Benzer konular
Başlık Yazan Cevap Gösterim Son ileti
Konu Klasör Sınıf mücadelesi mi, trollük m? melnur 0 656 31.05.2022- 01:58
Konu Klasör Kültür ve sınıf mücadelesi ... melnur 1 255 20.07.2023- 00:02
Konu Klasör Suphilerin mücadelesi bugüne ışık tutuyor melnur 4 3992 29.01.2022- 02:01
Etiketler   Günümüzde,   sınıf,   mücadelesi
SOL PAYLAŞIM
Yasal Uyarı
Sitemiz Bir Paylasim Forum sitesidir Bu nedenle yazı, resim ve diğer materyaller sitemize kayıtlı üyelerimiz tarafından kontrol edilmeksizin eklenebilmektedir. Bu nedenden ötürü doğabilecek yasal sorumluluklar yazan kullanıcılara aittir. Sitemiz hak sahiplerinin şikayetleri doğrultusunda yazı ve materyalleri 48 Saat içerisinde sitemizden kaldırmaktadır.
Bildirimlerinizi info@solpaylasim.com adresine yollayabilirsiniz.
Forum Mobil RSS