SolPaylaşım  
Ana Sayfa  |  Yönetim Paneli  |  Üyeler  |  Giriş  |  Kayıt
 
OTURUYORSAN KALK; AYAKTAYSAN YÜRÜ; YÜRÜYORSAN KOŞ!
Yurt ve dünya sorunlarına soldan bakan dostlar HOŞGELDİNİZ .Foruma etkin katılım yapabilmeniz için KAYIT olmalısınız.
Yeni Başlık  Cevap Yaz
 Toplam 2 Sayfa:   Sayfa:   «ilk   <   1   [2] 
Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
melnur
[ Gelenek ]
Kurucu
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 02.08.2013
İleti Sayısı: 10.954
Konum: İstanbul
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder

50 kere teşekkür edildi.
36 kere teşekkür etti.
Cevap Yazan: melnur
Cevap Tarihi: 21.06.2019- 11:50


Olguyu kavramak - Ender Helvacıoğlu

Seçimden önceki son yazı. Uzatmadan birkaç noktayı vurgulayalım.

Bu seçim İstanbul belediye başkanlığı seçimi olmaktan çoktan çıktı. Yıldırım ile İmamoğlu arasındaki bir yarış olmaktan da çıktı. Bu seçim, AKP-Erdoğan iktidarının son bulması (veya en azından kulağının çekilmesi) yolunda bir adım atılmasını isteyenler ile bu iktidarın sürmesini tercih edenler arasındaki bir bilek güreşine dönüştü. Uzun süreceği ve sert olacağı belli olan bir hesaplaşma sürecinin bugünkü raunduna dönüştü.

Bu bir olgu. Raundun zemininden, biçiminden, ringe çıkan boksörlerin niteliklerinden, tarzlarından, davranışlarından, söylediklerinden bağımsız ve onların üzerinde nesnel bir durum.

Herkes şunu kendine soracak ve tutumunu belirleyecek: Kişisel yaşamım, ailemin geleceği, varsa politik örgütümün çıkarı, halkın ve ülkemin geleceği için iktidar bloğu adayının kazanması mı daha iyi olur muhalefetin adayının mı? Fark etmez diyenler de çıkabilir; ama toplumun en az yüzde 85’i için fark ettiği açıktır.

Dolayısıyla 23 Haziran’da sandığı gidecek olan herkes, belki Yıldırım veya İmamoğlu adlarından birine mührü basacak ama aslında AKP iktidarının sürüp sürmemesi konusundaki tercihini belirtecek. Sürsün diyenler Yıldırım’a, sürmesin (veya bu şekilde sürmesin) diyenler de İmamoğlu’na oy verecek. Bu rauntta başka bir seçenek ne yazık ki yok. Ama elbette sonraki rauntlarda da olmayacağı anlamına gelmiyor. Bu süreç daha çok su kaldırır.

***

Bu olguyu kavrayamayanlar, başta Erdoğan olmak üzere iktidar bloğu sözcülerinin söylemine bakabilirler. Öne çıkan iki adayın arasında dikkate alınacak bir fark yoksa, ikisi de mollaysa, mollalar arasında tercih yapmak anlamsızsa, neden iktidar sözcüleri bu kadar çırpınıyorlar, neden her türlü yalanı, kumpası, komployu göze alıyorlar? Çünkü onlar olguyu çok iyi kavramışlardır. Bu seçimde alınacak bir yenilginin iktidarlarını tehlikeye sokacak bir zincirleme reaksiyon yaratma potansiyeli olduğunu görüyorlar ve var güçleriyle bunu engellemeye çalışıyorlar.

Aslında iktidara muhalif olan geniş halk kesimleri de bu olguyu kavrıyor. Kimse kör değil, aptal değil. Herkes, ringe çıkan boksörünün hatasını-sevabını, yanlışını-doğrusunu herkes kadar görüyor. Kimse, hiç kimsenin göremediği bir şeyi gördüğü kibrine kapılmasın. Kitleler, ana hedef doğrultusunda bugün için ne yapılabileceğini (koşulların henüz neyi elverdiğini) tespit ediyorlar ve ona göre tutum alıyorlar. Ana hedefe kilitlenilmişse eğer (ve politika yapılmak isteniyorsa) yapılması gereken de budur.

***

“Olgu, olgu” diye tekrar etmemin nedeni şu: Modern siyaset biliminin temel ilkesi, “olması gerekene” göre değil “olana/olguya” göre politika tespit etmektir. Bilimsel Devrimin siyaset bilimi alanındaki yansımasıdır bu. Tarih, sınıf mücadeleleri tarihidir ve “olması gereken” her sınıfa göre farklıdır. Dolayısıyla bize göre olması gerekeni, beklemek, söylemek, yorumlamak, savunmak yetmez; onu oldurmamız gerekir. Oldurmak ise, pratikle, olabileceklerin tespitiyle ilgili bir konudur.

Bırakın modern siyaset bilimini, modern matematikte dahi iki nokta arasındaki en yanlış yol, bir doğrudur; çünkü ortamın doğasına aykırıdır, olanaksızdır. Mükemmelin ve pür-i paklığın peşinde koşanlar, -hele hele siyasette- o kadar yanlış bir konuma düşerler ki yanlış bile yapamazlar.

Herkes (iktidar yanlısı da muhalif de) bu seçimde bir zincirleme reaksiyon yaratma potansiyelini görmüştür ve ona göre oy verecek. Bu potansiyeli değerlendirmeyen, gelecekteki olası daha radikal reaksiyonlarda kenarda kalacağını bilsin. 23 Haziran’da sandığa gitmeyen ve kenarda duran, 24 Haziran’da da -sonuç ne olursa olsun- kenarda kalacaktır; ne üzüntüyü paylaşabilecektir ne de sevinci.

***

Sadede gelelim. Bu ülkenin AKP-Erdoğan iktidarından kurtulması gibi bir hedefimiz varsa, 23 Haziran’da sandığa gidip İmamoğlu’na oyumuzu vereceğiz. İmamoğlu’nun kişiliğinden tamamen bağımsız bir olgunun gereğidir bu. Daha ileri hedeflerin olanağını artırmanın yolu da bu olguya göre hareket etmekten geçiyor.

https://www.abcgazetesi.com/olguyu-kavramak-22341



Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
melnur
[ Gelenek ]
Kurucu
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 02.08.2013
İleti Sayısı: 10.954
Konum: İstanbul
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder

50 kere teşekkür edildi.
36 kere teşekkür etti.
Cevap Yazan: melnur
Cevap Tarihi: 25.06.2019- 00:03


Yılların birikmiş öfkesi 23 Haziran'da sandıkları patlattı. ''Her şey çok güzel olacak'' sloganı aslında gericiliğin hegemonyasından kurtulma umudunun adıydı ve sonuçta başarıldı. TKP-TKH dışındaki hemen hemen tüm solun, CHP, HDP, İYİP, Saadet'in de kurumsal destekleriyle böyle bir başarı sağlandı. Hiç kuşku yok, özellikle sosyalistlerin bu desteği de tam olarak bu noktadaydı; İmamoğlu'nun seçilmesiyle ne fabrikalar ve tarlalar emeğin olacak ve ne de siyasi iktidar el değiştirecek; bunu ne söyleyen var ve ne de savunan...

Özellikle TKP'li dostların facebook'taki söylemlerine katılmak mümkün olmadığı gibi, anlayabilmek de zor oluyor. AKP'nin İstanbul yerelinde iktidardan uzaklaştırılma mücadelesini düzen siyaseti olarak değerlendirmeleri akıl alır bir şey değil. ''Boykot değil sandığa gitmeme kararı''nı Leninistlikle nitelemeye çalışıyorlar ve '' komünistler düzen partilerine oy vermezler'' söylemiyle de neden oy vermediklerini açıklamaya çalışıyorlar.

Beni en çok şaşırtan Kemal Okuyan'ın İmamoğlu için ''İslamcı patron'' etiketini kullanması. Daha önce iki kez ''İslamcı'' olarak nitelemişti İmamoğlu, sanırım daha etkili olması için bu kez ''patron'' tabirini de kullanmak istemiş! İmamoğlu'nun dindar bir kişi olduğu çok açık ama onun din-inancın rehber olarak alınması gerektiği yönünde hiçbir açıklamasına rastlamamıştım. Anlama çabamızın bilim olması yönündeki açıklamalarını ise duymuştum. K.Okuyan bu söylemiyle gerçekten şaşırtıyor. Sanırım sandığa gitmeme kararını açıklamakta zorlanıyorlar.

******
TKP'nin kararı şadece şaşırtmadı, üzmedi ve aynı zamanda parti konusunda kaygılarımı da arttırdı. Partinin çok monolitik bir yapıda olduğu ve   Aydemir Güler ile K.Okuyan'ın egemenliğindeymiş gibi bir görüntüsü var. Hatta belki de ''gibisi'' fazla. Aklıma şöyle bir soru geliyor; bir şey olsa ve bir şekilde Aydemir ya da Kemal partiden ayrılsa, politikayı bıraksa sözgelimi, TKP'nin bir ağırlığı ve etkisi kalır mı? Üyelerin durumu ise bir başka vehamet konusu.   SAdece iyi niyet ve haftasonları dergi satışı vb. bir komünist partisine üye olmak için yeterli mi oluyor? Lenin'in Bolşevik parti için Menşeviklerden farklı olarak partinin bir seksiyonunda görev alma koşuluyla söylenmek istenen bu mu?

****

İyi tarafından bakalım; TKP'nin özellikle 23 Haziran kararı çok net biçimde partide var olan sorunları (bana göre) açığa çıkardı. Partide aslında büyük sorunlar var. Parti belli bir program dahilinde farklı görüşlere açık olmalıdır; partide düşünsel zenginlik yaratılmalıdır. Çulhaoğlu ile Kurtuluş Kılçer'le, Haluk Yurtsever'le ve daha onlarca, belki yüzlerce sosyalist aydınla buluşmalıdır. Bunun zemini yaratılabilmelidir. Bu parti işleyişi, ve bu üye yapısıyla -kendimizi kandırmanın bir anlamı yok- partinin sosyalist solda bir çekim merkezi haline gelmesi ve eşik atlayabilmesi hiç mümkün gözükmüyor.






Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
melnur
[ Gelenek ]
Kurucu
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 02.08.2013
İleti Sayısı: 10.954
Konum: İstanbul
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder

50 kere teşekkür edildi.
36 kere teşekkür etti.
Cevap Yazan: melnur
Cevap Tarihi: 28.06.2019- 09:24


''İstanbul seçimi, Türkiye toplumunun kabaca yüzde 50’sini oluşturan fiili bir muhalefet bloku tarafından kazanıldı. Bu muhalefet bloku ilk defa Gezi kalkışmasında kendiliğinden filiz verdi. Giderek siyasî partilere, hareketlere intikal etti. 2015 Haziran seçimlerinde, 16 Nisan referandumunda ve sonraki seçimlerde etkili oldu.

Bu blokun bugünkü bileşenleri arasında önemli ideolojik, politik anlaşmazlıklar var. Bunları herkes biliyor. Siyasî liderler, AKP iktidarına karşı muhalefete öncelik verdiler; anlaşmazlıkları deşmeyecek olgunluk gösterdiler. İktidar-karşıtı muhalefet blokunun sürdürülmesi, bu olgunluğa bağlıdır. Güç bir ön-koşuldan söz ediyorum.
 
Peki, iktidara muhalefetin güncel hedefi nedir? Muhalefet ittifakında yer alan partilerin, hareketlerin ortak talebi, hukuk devletine dönüş diye özetlenebilir. Gerçekleşirse İslamcı faşizme geçiş frenlenmiş olur. Fiili bir anti-faşist cephenin asgarî hedefi olarak da yorumlanabilir.

AKP’nin 23 Haziran seçiminden yenik çıkması, İslamcı faşizme gidişin frenlenmesine katkı yaptığı ölçüde hepimizi sevindirmelidir. Bu yenilgi, Türkiye’nin kapitalizme özgü sınıfsal yapısını, emperyalizme bağımlılığını elbette değiştirmemiş, hatta ilk aşamada etkilememiştir.

Muhalefet blokunun ortak paydası, yani “hukuk devletine dönüş” çağrısı, bu tür bir radikal programı esasen içermemektedir. Ancak, bu tür asgarî hedefler, tarihsel anti-faşist mücadelelerin tümü için geçerlidir.
Ancak bu tespit, muhalefet ittifakının siyasî bileşenleri için geçerlidir. İstanbul seçimini oylarıyla kazanan tabana, yani halk sınıflarının muhalefet saflarında yer alan öğelerine baktığımızda, hukuk devletine dönüş talebinin çok ötesine giden özlemler ve arayışlar söz konusudur.  

Bunların varlığını, İstanbul seçimleri sırasında tesadüfen ortaya çıkan; hızla benimsenen slogan yansıtıyor: Her şey çok güzel olacak…

Bu basit sloganın İstanbul’dan Karadeniz’e Türkiye halkının önemli bölümlerince benimsenmesi, bence iki nedenden ötürü değerlidir.

Birincisi, “her şeyin kötü olduğu” algısı, teşhisi içerdiği için… Bu, aynı zamanda, “her şeyi çirkinleştirenlerin tespiti” anlamına geliyor. O yüzden, “aynı geminin yolcuları…” söylemine uzak duruyor.

İkinci olarak, halkımız, “her şeyin güzel olacağı bir Türkiye” arayışında ise, mutlu olmalıyız. Zira, “yeni bir dünya özlemi” bu güzellik arayışında içkindir. Bir anlamda, altı yıl öncesinin Gezi kalkışmasında ortaya çıkan radikal, hatta devrimci çağrılara açılımdır.

Halk sınıflarının “yeni ve güzel bir dünya özlemi”, elbette, Türkiye’yi hukuk devletine ve Haziran 2015’e dönüş gündeminin ötesine taşıyacak öğeler içermektedir. Bu öğeleri siyaset alanına taşıma işlevini, muhalefet blokunun sol kanadı üstlenecektir. Ama zamanı gelince… ''

http://haber.sol.org.tr/yazarlar/korkut-boratav/istanbul-secimi-siradan-gozlemler-265518



Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
melnur
[ Gelenek ]
Kurucu
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 02.08.2013
İleti Sayısı: 10.954
Konum: İstanbul
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder

50 kere teşekkür edildi.
36 kere teşekkür etti.
Cevap Yazan: melnur
Cevap Tarihi: 30.06.2019- 18:38


Korkut Boratav hocanın yorumuyla birlikte bir aklı selim yorum da Taner Timur hocadan geldi. Yazı BirGün pazar ekinde yayınlanmış, ben face'ten hocanın sayfasından bir bölümünü aldım.


Yol Ağzı ve Umut Işıkları..

Önce herkesin bildiği, fakat üzerinde yeterince durulmayan bir gerçeği hatırlatalım: 31 Mart ve 23 Haziran seçimleri aslında Ekrem İmamoğlu ile Binali Yıldırım arasında yapılmadı. Terazinin bir kefesinde Ekrem İmamoğlu varsa, öbür kefeye ağırlığını koyan Binali Yıldırım değil, bizzat AKP Başkanı Erdoğan oldu. Ve kuşku yok ki, Binali Bey, seçimi kazanmış olsaydı bile, ancak “başbakan”lığı kıvamında bir “belediye başkanı” olacaktı. İktidar açısından bu bir “vekâlet seçimi” idi!

Aslında İstanbul, son 25 yılda hep R. T. Erdoğan’ın denetiminde yaşadı. Daha iki yıl önce, Tayyip Bey, şehrin seçilmiş belediye başkanını istifaya zorlamış ve yerine daha uysal bir “vekil” atamıştı! Son seçimlerde de Binali Bey’i Meclis Başkanlığı’ndan alıp İstanbul’a aday yapan yine Tayyip Bey oldu. Üstelik kampanyayı da “aday”a bırakmamış, ilçe ilçe dolaşarak bizzat kendisi yürütmüştü. 16 Haziran’da adaylar arasındaki TV tartışmasından memnun kalmayınca da ekranlara çıktı ve son sözleri yine kendisi söyledi.

Bu son aşamada artık eleştiri eşiği aşılmış, tehdit ve teslim alma operasyonu başlamıştı: Vali ve emniyetçiler İmamoğlu’na dava açmaya teşvik ediliyor, mahkûm olan –üstelik “Pontus”lu (!)- bir insanın zaten belediye başkanı olamayacağı söyleniyordu. Seçime iki gün kala ise İmralı’dan garip mesajlar gelmeye başladı! Artık her şey mubahtı; çünkü “İstanbul demek, Türkiye demekti”..
Ne var ki bu kaba operasyonlar ters tepmeye mahkûmdu ve de öyle oldu. Artık Beştepe’nin her türlü siyasi sürprizine alışkın olan yandaş çevrelerde bile isyan duyguları kabarmıştı. Ve sonunda seçmenlerin yanıtı da çok sert oldu. 23 Haziran akşamı, ekranlar, siyasi tarihimize geçecek bir ibret tablosu sergiliyordu. Kazanan İmamoğlu ise, kaybeden, Binali Bey’den de çok, R. T. Erdoğan olmuştu.

***
Peki, oylamadan sonra durum anlaşıldı, mesaj alındı mı? Örneğin Tayyip Bey’in seçim sonucu için “başımızın üstünde yeri var!” demesi, bir “demokratik açılım” işareti olabilir mi? Yoksa bunu ummak ve beklemek daha çok iyimserlik ve hayalcilik mi sayılmalı?

Aslında Tayyip Bey, daha birkaç gün önce seçim sonuçlarını yorumlarken, durumu “anladıklarını” değil de, “kendilerini anlatamadıklarını” söylüyordu. Kimse de çıkıp kendisine “peki, neydi anlatamadıklarınız?” diye soramadı! Öyle görünüyor ki işin özü burada yatıyor ve sorun da Erdoğan ve yakınlarının “siyaset” anlayışlarından kaynaklanıyor.

(...)

23 Haziran zaferi - paylarını kuşkusuz kimse yadsıyamazsa da- İmamoğlu ve CHP’nin ötesinde tüm demokratik güçlerin zaferini temsil etmektedir. Demokrasi tarihimizde yeni bir yol ağzına gelinmiş, bu kez doğru yönde bir adım atılmıştır. Ne var ki yol uzun, engebeli ve her türlü sürprize gebe bir yoldur. Yine de ışıklarla donanmış bir yoldur. Bu kavşakta “metal yorgunları”na düşecek olan da -en iyimser bir ifadeyle- artık sağduyuya sığınmak ve bu yenilgiyi hezimete dönüştürmemek için geçmişteki hata ve hayallerden sıyrılmaya çalışmak olacaktır.''



Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
melnur
[ Gelenek ]
Kurucu
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 02.08.2013
İleti Sayısı: 10.954
Konum: İstanbul
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder

50 kere teşekkür edildi.
36 kere teşekkür etti.
Cevap Yazan: melnur
Cevap Tarihi: 30.07.2019- 14:45


''Ne oldu, her şey güzel mi oldu? Maaşlarımız mı arttı, çarşı-pazar mı ucuzladı? Üstelik İmamoğlu'nun laiklikle de hiçbir ilgisi yok. '' Böyle diyorlar, haziran ayındaki belediye seçimlerinde '' boykot değil, sandığa gitmeme'' kararı alanlar ve bunun gereğini yapanlar. Kısaca AKP'nin yerel iktidardan uzaklaştırılma eylemlerine hiçbir katkı koymayanlar hala, bu ve benzeri cümlelerle kendilerini savunmaya çalışıyorlar!

Şaşırmamak ve üzülmemek elde mi?


Seçim bitti ve AKP kaybetti. Bu bile başlıbaşına bir güzellik değil mi? AKP'nin üç büyükşehir başta olmak üzere önemli merkezlerden uzaklaştırılmasının hiç mi önemi yok? Hadi, varlığını Kemalizm, Cumhuriyet ve CHP düşmanlığı yaparak sürdüren ve kendini solcu, sosyalist vb sanan kişiler için ''hiçbir şey değişmedi'' lafazanlığının bir ''anlamı'' var diyelim; peki ama AKP'nin ne olup ne olmadığını iktidara geldiği günden beri dillendiren ve güncel siyasette buna göre haklı bir konumlanış alan TKP'li dostlara ne oluyor? Hala ''ne oldu ki, ha Erdoğan ha İmamoğlu olmuş'' söyleminden nasıl bir siyasal beklenti içine girebiliyor? Böyle bir tavrın TKP'ye karşı bir sıcaklık, bir sempati duyan kitleler üzerinde bir iticilik   yarattığının farkında değiller mi?


Bir aya yakın bir zamandır, İstanbul dışında bir sahil kasabasındayım. Bazı işlerim için iki günlüğüne döndüm, yarın tekrar gideceğim. AKP'nin özellikle İstanbul yenilgisinin Marmara bölgesindeki bu sahil kasabasında bir etkisi olduğunu bile gözlemleyebilmek mümkün. Sadece bu bile, AKP'nin sandıkta yenilebilir oluşu bile gericiliğin bu topraklarda sürgit egemen olamayacağının bir göstergesi. Geçen yıllarda büyük bir özgüvenle açık seçik dinci gericiliği savunanlar bu kez epey ''durulmuşlar''. Bir özgüven yitimi yaşıyorlar. Tam bir biat anlayışıyla dinci gericiliği savunanlar bu kez savunacak pek bir şey bulamıyorlar gibi. Sessizler. ''Dünyaları biz yarattık, cumhuriyet parantezini kapatacağız'' havasından oldukça uzaklaşmışlar. Erdoğan'ın yenilgisi tam bir yılgınlık yaratmış.


23 Haziran seçim sonuçları dinci gericiliğin önüne bir set çekmiştir. AKP'nin yereldeki yenilgisi sadece gericilerde bir yenilmişlik duygusu yaratmaklar kalmadı, AKP'nin karşısındaki muhalif kitleler üzerinde de bir güven duygusunun oluşumuna yol açtı. Kitleler sdinci gericiliğin karşısında cumhuriyet ve laikliğe sahip çıkıyorlar. Söyleyenler haklı, 23 hazirandan sonra ''her şey çok güzel olacak'' değil; ''oldu''! 23 Haziran öncesiyle sonrası arasındaki farkı kavrayamayan bir zihnin sol-sosyalist bir siyaset yapabilmesi ve umduğunu bulabilmesi hiç de mümkün değil. Sol açısından hiçbir şey bitmiş değil; seçim sonuçları bir büyük ve önemli adımdı, sonrasında da doğru siyasetlerle sürdürülmesi gerekiyor; ama böyle değil!

''Ne oldu ki, ne değişti ki!'' şaşkınlığıyla hiç değil.

Konuya böyle bir yaklaşım, hem siyasi iklimi koklayamamak ve hem de siyasi zeminin dışında kalmaktan başka bir işe yaramayacaktır.



Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
melnur
[ Gelenek ]
Kurucu
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 02.08.2013
İleti Sayısı: 10.954
Konum: İstanbul
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder

50 kere teşekkür edildi.
36 kere teşekkür etti.
Cevap Yazan: melnur
Cevap Tarihi: 17.08.2019- 10:13


Defalarca yineledik; ve her defasında yinelemek gereği hissediyoruz: Türkiye'nin sosyalizme ve sosyalizmin de bir öncü partiye ihtiyacı var. Türkiye geç kalmış bir burjuva devrimiyle gerçekleştirmek zorunda kaldığı kapitalizmle sorunlarının üstesinden gelemez. Bu yüzden sosyalizmin özellikle Türkiye için güncel olduğunu yinelemek durumunda kalıyoruz. Merkezine sosyalizmi almadan ileri sürülecek her reçete ve her çözüm önerisi   yetersizliğe mahkumdur ve sorun çözücü bir niteliği de olmayacaktır. Ne var ki sorun sadece bu kadar değildir. Türkiye için AKP dışarıda bırakılarak ve değerlendirmeye alınmayarak çizilen kurtuluş önerilerinin de eksikli bir yanı hep olacaktır. AKP yerelden ve merkezi iktidardan alaşağı edilmedikçe ve devlete ve toplumsal yaşama etkileri ve izleri silinmeden de sosyalizm yolunda sağlıklı adımlar atabilmek pek mümkün görünmemektedir. Bu yüzden AKP'nin merkezi iktidardaki egemenliği sürdükçe sosyalizmi bir güç haline dönüştürmenin yolunun iyi kötü AKP karşıtlığında yer alan muhalif kesimlerin karşısına dikilmekten geçtiğini savunan görüşlere pek de sıcak bakmadığımı ve doğru bulmadığımı söylemeliyim. Sosyalist örgütlerden değil de sosyal demokratlardan yana bir siyasi çizgide ısrar edenleri kendi örgütlerine yöneltmenin yolunun böyle bir siyasi söylemden geçtiğine inanmıyorum. Bu siyasi tavrın doğru bir yaklaşım olduğunu ve sonuç alıcı bir yanı olduğunu hiç düşünmüyorum. Biraz ağır kaçsa da, böyle bir siyasetin AKP'nin değirmenine su taşımaktan başka bir işe yaramayacağını söylüyorum. Bu tavır parti üst yönetiminden gelen her türlü söylemi pek de sorgulamadan savunmaya çalışan birtakım parti üyeleri dışında taraftar toplayamayacağı imamcını taşıyorum. Hatta dahası var, bu tavır partiye yakın duran kesimlerin de partiye yaklaşımlarında olumsuzluk ortaya çıkardığını da görüyorum. Başta TKP olmak üzere 31 Mart seçimlerinden bu yana muhalefete muhalefet etme çabasını öne çıkartanların siyasi duruşlarını gözden geçirmeleri gerektiğini ve aha önce de söylemiştim, amaç doğru olmakla birlikte amaca uygun bir siyasi söylem ve pratikte bir sorun var.

Bu siyasetin bir revizyona ihtiyacı olduğunu düşünüyorum.



Yeni Başlık  Cevap Yaz
 Toplam 2 Sayfa:   Sayfa:   «ilk   <   1   [2] 



Forum Ana Sayfası

 


 Bu konuyu 1 kişi görüntülüyor:  1 Misafir, 0 Üye
 Bu konuyu görüntüleyen üye yok.
Konuyu Sosyal Ortamda Paylas
Benzer konular
Başlık Yazan Cevap Gösterim Son ileti
Konu Klasör Dünyanın en güzel insanlarından dünyanın en güzel marşlarından biri: Çav Bella. melnur 0 1645 11.07.2019- 23:47
Konu Klasör HDP ve birçok şey... melnur 7 1954 28.11.2020- 05:06
Konu Klasör TKP 100 yaşında: Güzel günler göreceğiz! melnur 13 5842 19.09.2021- 03:55
Konu Klasör “Bir şey yapmalı”... melnur 0 785 30.04.2022- 09:27
Konu Klasör Yeni yıl için hiçbir şey öngöremiyoruz! melnur 0 1024 01.01.2022- 09:07
Etiketler   Her,   şey,   çok,   güzel,   olacak.
SOL PAYLAŞIM
Yasal Uyarı
Sitemiz Bir Paylasim Forum sitesidir Bu nedenle yazı, resim ve diğer materyaller sitemize kayıtlı üyelerimiz tarafından kontrol edilmeksizin eklenebilmektedir. Bu nedenden ötürü doğabilecek yasal sorumluluklar yazan kullanıcılara aittir. Sitemiz hak sahiplerinin şikayetleri doğrultusunda yazı ve materyalleri 48 Saat içerisinde sitemizden kaldırmaktadır.
Bildirimlerinizi info@solpaylasim.com adresine yollayabilirsiniz.
Forum Mobil RSS