SolPaylaşım  
Ana Sayfa  |  Yönetim Paneli  |  Üyeler  |  Giriş  |  Kayıt
 
OTURUYORSAN KALK; AYAKTAYSAN YÜRÜ; YÜRÜYORSAN KOŞ!
Yurt ve dünya sorunlarına soldan bakan dostlar HOŞGELDİNİZ .Foruma etkin katılım yapabilmeniz için KAYIT olmalısınız.
Yeni Başlık  Cevap Yaz
Sol, sosyalist bir siyaset de, nasıl?           (gösterim sayısı: 3.383)
Yazan Konu içeriği
Üye Profili boşluk
melnur
[ Gelenek ]
Kurucu
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 02.08.2013
İleti Sayısı: 10.992
Konum: İstanbul
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder

36 kere teşekkür etti.
50 kere teşekkür edildi.
Konu Yazan: melnur
Konu Tarihi: 29.08.2019- 07:15


Yıllar önce kendini enternasyonalist komünist olarak nitelendiren biriyle konuşuyorduk; kendilerini bir şekilde ''enternasyonalist'' olarak tanımlayanların çoğunun olduğu gibi genellikle liberal karalamaları sosyalist tez , ve gerçekte burjuva kozmopolitizminden farksız görüşleri de proletarya enternasyonalizmi sanan bir tipti. İdeolojik ve teorik donanımı sanalın sözde sol-sosyalist forumlarına yansıtılanlardan da pek öteye geçmiyordu. Solculuk özetle kuyrukçuluktu, bu zihniyete göre. ''İşçilerin vatanı yoktu'' ve insanlığın kurtuluşu da bir dünya devriminden geçiyordu. Hem ülke ve hem de dünya koşulları dünya devrimine uygun olmadığı için Kürt hareketinin siyaseti desteklenmeliydi. Hatta savunulan şey bir ''destek''ten öte, biattı, kuyrukçuluktu...

Kuyrukçuluk dışında her türlü siyasi yapılanma bu zihniyet için yanlıştı. Yanlış ne kelime, ''sosyal şovenlik''ti, ''ulusalcılık''tı, ''neo-faşistlik''ti vesaire. Kürt hareketinin bilimsek sosyalizmle bir ilgisi yoktu, Kürt hareketinin legal ve illegal temsilcilerine kuyrukçuluk yapmayanların tamamı ise en hafif tabirle 2.enternasyonalistlerdi ama bu zihniyete göre yani ''enternasyonalist komünistlere'' göre bu koşullarda Türkiye sosyalist devrimini gerçekleştirecek ve ''devrimin doruklarına kızıl bayrak dikecek''lerdi. Arkadaş bu ''ezberleri'' sıralarken ''ama Mars'ta hayat yok ki'' dediğimi hatırlıyorum. Eklemiştim; ''Türkiye ve dünya devrimi için Mars'tan adam getirmeyi aklınızdan geçiriyorsanız, Mars'ta uygarlık yaratan bir canlılık yok!''

Aydemir Güler'in SOLportal'daki yazısını okuyunca nedense aklıma bu anekdot geldi. Yanlış da anlaşılmamalı, Aydemir'in yazısına en küçük bir eleştiri yöneltmek istemiyorum. Dahası her satırına katıldığımı da eklemeliyim. Ama bu ve benzer yorumlar bana bir hayli eksik geliyor. Evet, sol-sosyalist bir siyasette ısrar edilmelidir, tartışmasız bir doğru bu, tamam da, bu sonuca varmak yeterli mi? Türkiye sosyalist solunun bu bölük pörçük yapısıyla sosyalist bir siyasette ısrarcı olmak, bu parça pincik yapı sürdüğü sürece çözüm olabiliyor mu? Bu sosyalist yapılaran hemen tamamının da vardığı sonuç ''sol-sosyalist siyaset'' de ısrarcı olmak değil mi? Siyaset bir bilim dalı değil ki, bunun, hemen her koşulda bir karşılığı olabilsin! Her sol yapı tutturduğu yolun sosyalist siyaset olduğu kanısında değil mi? Evet, bu bölük pörçük yapılara son verebilmek ve yeni yeni parçalanma ve bölünmelerin önüne geçebilmek için kitleselleşme yolunda önemli bir adım atmış ve diğer yapılardan belirgin bir şekilde farklılaşmış bir sosyalist özneye ihtiyaç var ama, sadece ''sosyalist bir siyaset'' hedefi bu sorunu çözebilmeye yeterli mi?

Sosyalist bir siyaset hedefi de sorunu çözmeye yeterli gelmiyor ki! Mars'tan da adam getiremeyeceğimize göre...

Aydemir Güler'in yazısını buraya alalım, sonrasında yorumumuza devam ederiz.

Hangi siyaset, nasıl siyaset? - Aydemir Güler

Çok berbat bir çağdan geçtiğimiz doğrudur. Siyaset kurumu da bir acayip oldu…

Marx “normalini” çok zaman önce yazmıştı. “Her bir sınıfın kendisini bütün toplumun çıkarının temsilcisi” olarak sunması yolundaki belirleme, siyasal hareketlere, partilere, siyasetçilere uyarlanabilir. Kimse “ben sömürmek için varım” diyemez, gerçek var oluşunu çıplak gözle görünecek şekilde sunamaz. Kendisini seçeneklerin en iyisi; öyle olmuyorsa, “en az kötüsü” olarak dayatmaya çalışır.

Artık diyemez-di, sunamaz-dı, çalışır-dı diye düzeltmek durumundayız…

Olağanüstü devlet biçimleri veya rejimlerde bu eğilim bir kenara bırakılır, mekanizma kendisini örten kılıflardan sıyrılırdı. Ama kalkıp da olağandışı hoyratlıkları, kuralsızlıkları, hukuksuzlukları sıradan şeyler haline getirirseniz basbayağı delilik öyküleri yazar ve içinde yaşarsınız!

Şimdi bu son cümleyi de düzeltmeliyiz. İnsanlık, emekçi insanlık delilik öyküleri içinde yaşayamaz, yaşamayacak!

Bugün dünyada giderek artan sayıda siyasetçi, yalanını gizlemeye, deli saçması görüşlerini estetize etmeye, zalimliğini meşrulaştırmaya çalışmaz oldu. Trump’tan başlayın, Brezilya’ya inin, Hindistan’a geçin. Avrupa’da gelen meczup giden meczubu aratıyorsa, Berlusconi ve Sarkozy neredeyse özlemle yad edilecek noktaya gelindiyse berbat bir dönemden geçtiğimiz açıktır.

Maksat hayıflanmak değil, bu koşullarda nasıl mücadele verilmesi gerektiğini yanıtlamaktır.
Türkiye bu dünya halinin gerisinde kalmamış, hatta bir dizi branşta dünya rekorlarını ele geçirmiş bulunuyor.

Bugün deniyor ki, kadınlar, birtakım kadın hakları tanındığı için öldürülüyorlar. Çözüm olarak haklarını elinden alalım.

Çocuklara tecavüz edilebilir. Bir yaşındaki bebekle bile evlenilir ve artık ne yapacağı kocasının insafına kalmıştır. İnsafına karışırsanız, o da buna katlanamayacak ve öldürecektir.

16 yaşında ehliyetsiz bir çocuk sağanak yağmur altında motosikletle servise çıkartılabilir. Ölür. Hizmet sektörünün gelişmesi için bu tür acı bedeller ödenmesinin gerekli olduğu bile anlatılmaz. “Arkam sağlam” denilir!

Artık komşu veya uzak ülkeye asker yığmak için uygarlığın taşıyıcısı olduğunuza “kamuoyunu” ikna etmenize gerek yoktur. “Ben yaptım oldu”, kendi başına yeterli bir mantık haline getirilmiştir.
Bizimkiler çeteleri tasfiye etmek için imza karşılığı kurdukları “kontrol noktalarını” aynı çeteleri beslemek için kullanır. Suriye ordusu duruma müdahale edince Moskova’ya koşup daha karpuz kesecektik der, yeni silah anlaşmaları yaparlar.

ABD, savaşı bitirmek için atom bombası kullanmak zorunda kaldığına dünyayı ikna etmişti. Şimdi bizim eski başbakan terörle mücadele etmek için terörü yarattık demeye getiriyor, ve bu sıradan delilik öykülerimizden biri oluyor.

Burada durulamazdı. Egemen siyasetin biçimi ve üslubunun, muhalefet dinamikleri dahil bütün düzene yayılmayabileceğini nasıl düşünebilirdik ki?

Kürt hakları çiğnendi diye Türkiye’nin bütün ormanlarını yakacağını ilan edenler ve bütün yangınları bizzat çıkartmakla övünenler Trump’lı, Tayyip’li, Bolsonaro’lu, Modi’li dünyanın doğrudan parçasıdır.

İki hafta önce anısına yazdığım Cüneyt Cebenoyan’ın cenazesinde “ablasının katillerine bile gerekirse sahip çıkabilecek kadar… iyi insan” olduğunu anlatmışlar. Orada yoktum, haberini gördüm.

Dün bir milletvekili, kayyum atamalarıyla HDP dışındaki siyaset dünyasının sınava tabi tutulduğunu anlatıyordu bir kanalda. Oysa üç belediyede darbe yapılmasının arife gecesi, başka bir kanalda HDP’ci bir “siyaset bilimci”, hükümetin yeni bir barış sürecine mecbur olduğunu anlatıyor ve çıtayı yüksek tutup “demokrasisiz olmaz” diyordu. Olmazmış ve zaten bir önceki “süreç” de demokrasiyle paralel ilerlemiş-miş!  
Hangi siyaset? Nasıl siyaset?

Artık siyasetin kirlenmeyi zorunlu olarak içerdiği lafını duymaya bile dayanamamalıyız.

Paçamıza çamur sıçramasından korkmamalıymışız, siyaset “reel”miş, steril bir zemin aramakla bu işler olmazmış…

Yok, hayır! Bu pislik çukuruna bulaşmamak, bulaşıklık varsa arınmak işçi sınıfı siyasetinin ilkesi, ayrılmaz parçasıdır. Hep öyle olmalıydı. Artık zorunludur. Bu kire karşı mücadele edenin bayrağı tertemiz olacak.
Bizim siyasetimiz dobra dobra konuşacak, katile katil, kundakçıya kundakçı diyecek. Kapitalizmi aşma perspektifi olmayana düzen siyaseti, düzen partisi diyecek. Yalana, sahtekarlığa bulaşmayacak. Bizim siyasetimizin ayrı kuralları olduğunu bileceğiz. Bizim siyasetimize düzen cephesinden kimsenin ikna olmayacağını da bileceğiz. Ve yalnızlıktan endişe etmeyeceğiz. Çünkü insanlığın bu kabusa sığmayacağına güvenimizi koruyoruz. Hatta delilik öykülerinin çoğalmasında yeni bir şafağın kızıllığını görmeye başladık bile. Biz kazandığımızda düzeni bütün pislikleriyle gömeceğiz.

http://haber.sol.org.tr/yazarlar/aydemir-guler/hangi-siyaset-nasil-siyaset-269263



Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
melnur
[ Gelenek ]
Kurucu
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 02.08.2013
İleti Sayısı: 10.992
Konum: İstanbul
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder

50 kere teşekkür edildi.
36 kere teşekkür etti.
Cevap Yazan: melnur
Cevap Tarihi: 14.09.2019- 07:42


Siyasetten kaçış ya da ikamecilik siyaseti - Kamil Tekerek

Siyasetten kaçışın, ikamecilik siyasetinin bir diğer adına “taktikler siyaseti” de denilebilir. Siyasal mücadelede sınıf siyasetinin başlıkları ya da stratejisi yerine gündelik bazı taktikleri geçirme hastalığı “faşizm cephesi”ne karşı “demokrasi cephesi”ni gündeme getirenlerde daha fazla görülüyor.

Siyasal mücadelenin bazı temel başlıklarını pas geçerek “muhalefet etmenin” başlı başına “siyaset yapmak” olarak gündeme geldiği günlerden geçiyoruz.

Türkiye solunun özellikle son birkaç yıllık pratiği muhalefet dinamiklerini harekete geçirmeye, sınıflar mücadelesinin yeri geldiğinde reddiyesine ve bu bağlamda düzen muhalefetinin de yardımıyla “AKP’yi geriletmeye” odaklanmış durumda.

Ve bu durumun kendisi işçi sınıfının kurtuluş ve adlı adınca sosyalizm mücadelesinin yerine geçen bir “ikamecilik siyaseti”ni beraberinde getiriyor. AKP’nin temsil ettiği değerlere ve yaptıklarına ya da yapacaklarına karşı duruşun önemsiz olduğunu söylemiyoruz. Ancak koskoca sermaye düzeninin ve bunun diğer unsurlarının bu yüzden görmezden gelinmesi yanlış.

Elbette muhalefet edilen başlıkların önemsiz olduğunu da iddia edecek değiliz. Bazıları toplumsal alanda geniş bir karşılık da bulabiliyor. Ancak gerçek anlamında sınıf siyasetinden kopukluk ve örgütsüzlük beraberinde birkaç şeyi getirebilir: Adı geçen başlıkların hızlı bir şekilde önemsizleşmesi, anlık tepkilere hapsedilmesi, tencerenin buharının alınması, insanlarda yine başaramadık duygusunun oluşması bunlara örnek olarak verilebilir.

Bugün düzenin büyük bir kanadına karşı yine düzenin bir dizi öznesinin bileşiminden oluşan başka bir kanadı işaret ediliyorsa bilin ki, siyasetten kaçış ve ikamecilik siyaseti tam da o yüzden gündeme geliyordur.


Bizim kitabımızda işçi sınıfının siyaseti yazıyor. Eşitlik, özgürlük mücadelesinin esasları piyasacılıkla amansız bir mücadele, gericiliğe karşı duruş ve emperyalizm ile hesaplaşmadır. Bunların bileşkesinin işaret ettiği yer sosyalist devrim, bunun öznesi ve öncüsü ise işçi sınıfıdır. Bahsettiğimiz yanlışlar tam da bu ezberlerin gündem düşürülmesi nedeniyle oluyor onu not edelim ve geçelim.

Özellikle son seçimlerde ortaya çıkan tablo, tam da bu siyasetsizlik dediğimiz olguya örnek olarak verilebilir. AKP’nin seçimlerdeki yenilgisi üzerinden, Erdoğan’ın ya da AKP’nin iktidardan düşüş ve/veya rejimin yeniden yapılanması senaryolarına dair yapılan yatırımlar düzen siyasetinin birer bileşeni olmaya endeksli halde.

Örneğin, AKP’den CHP’ye ya da kayyumlardan HDP’ye geçen belediyelerdeki israf, yandaş zengin etme ya da tarikatları ihya siyasetine karşı yapılanlar, ele aldığımız konunun sonuçları ve toplumsal yansımaları ile ilgili. Daha doğrusu bunların hepsi karşı çıkılamayacak ve hatta sahiplenilecek olgular olarak siyaset yapmanın yerini alıyor çoğu zaman.

Oysaki bizler açısından sermayenin el değiştirmesi olarak ifade edeceğimiz sürecin mücadele edilecek onlarca boyutu hala varlığını korumaya devam ediyor. O yüzden “muhalefet hareketi”nin “görece halkçı” ya da popülist uygulamalarını bir kenara koyalım ve neyle, nasıl mücadele edilmesi gerektiğini ifade etmeye çalışalım.

Kazdağları’nda sadece çevreciliğe sıkıştırılan mücadele ne madencilik konusunda doğruların ortaya konulabilmesini ne de emperyalist şirketlere karşı gerçek bir mücadele hattının oluşmasını sağlıyor.
Ekonomik krizin sadece sonuçlarına ya da AKP’nin bazı politikalarına indirgenerek sorgulanması gerçek anlamda devletçiliği, emperyalizm karşıtlığını ve sermaye sınıfı ile hesaplaşmayı ertelediği oranda burjuvazinin kendisini aklamaktan başka bir işe yaramıyor.

AKP’nin dış politika açılımı olan ve artık işbirlikçiliğin sembolü olarak görülebilecek “güvenli bölge” meselesini Kürt siyasi hareketi ve liberallerin penceresinden bakarak eleştirme yanlışına düşmek bunun başka bir örneği.

Siyasetten kaçışın, ikamecilik siyasetinin bir diğer adına “taktikler siyaseti” de denilebilir. Siyasal mücadelede sınıf siyasetinin başlıkları ya da stratejisi yerine gündelik bazı taktikleri geçirme hastalığı “faşizm cephesi”ne karşı “demokrasi cephesi”ni gündeme getirenlerde daha fazla görülüyor.


Önümüzde seçimler mi var? Hemen Davutoğlu ya da Gül projesi gündeme gelsin, Türkiye solu da fazla ses çıkarmadan onlara destek atsın isteniyor. Daha doğrusu taktikler nedense eşitlik ve özgürlük için yapılması gereken siyasete üstün geliyor.

AKP’ye karşı mücadele ya da duruş mu dediniz? Sessiz kalınmaması ve susulması yönündeki bazı çıkışlar tüm toplumda yankı uyandırsa da, hemen tepkinin siyasallaşmaması için önlemler alınıyor ve “gerekli açıklamalar” yapılıyor: “Amacımız siyaset değil, önemli olan tepki göstermek” denilip geçiliyor, yeri geldiğinde kimlik siyaseti kutsanıveriyor. Liberalizm etkisini hızlı gösteriyor. Ya da iki sınıf arasındaki mücadele işçi sınıfının farklı düzlemlerindeki iki bireyi arasındaki yanlışlar ya da doğrulara indirgenerek perdeleniveriyor.

O yüzden bu topraklarda komünistlerin yapacağı çok iş var. Siyasetin hakkının verilmesi ve işçi sınıfı siyasetinin, komünist siyasetin yükseltilmesi gibi büyük bir görevimiz var.

10 Eylül vesilesiyle son söz: 99 yıl önce bahsettiğimiz siyasi hattı cesaret, kararlılık ve umutla bu topraklara taşımak için büyük bir hamle yapanlar; Mustafa Suphi, Ethem Nejat ve diğerleri bugün böyle konuşabilmemizin temel nedeni olarak tarihte yerlerini aldılar. Cesaret adı altında sağa sola yalpalamak da, kararlılık adı altında siyasetten kaçış da, umut adı altında sermaye düzenine eklemlenmek de bizden uzak olsun.

Bizim yolumuz belli. Haydi şimdi bu yolun hakkını vermek için harekete geçelim. Düzen güçleri örgütsüzlüğü ve siyasetten kaçışı kutsuyorsa biz “önce örgüt, önce siyasal mücadele” diyelim…

https://gazetemanifesto.com/2019/siyasetten-kacis-ya-da-ikamecilik-siyaseti-293514/




Bu ileti en son melnur tarafından 14.09.2019- 07:42 tarihinde, toplamda 1 kez değiştirilmiştir.
Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
melnur
[ Gelenek ]
Kurucu
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 02.08.2013
İleti Sayısı: 10.992
Konum: İstanbul
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder

50 kere teşekkür edildi.
36 kere teşekkür etti.
Cevap Yazan: melnur
Cevap Tarihi: 20.09.2019- 06:39


Çok uzun zamandır   HDP ve özellikle CHP içinde sıkışmış solun asli kaynağına dönmesi ve TKP içinde yerini alması gerektiğini yazıp çizmeye çalışıyorum. Sürekli yinelenmeli ve gereği de yapılabilmeli; Türkiye'nin sosyalizme ve sosyalizmin de TKP'ye ihtiyacı var. 12 Eylül öncesinde başlayan ve sonrasında da devam eden sol içi parçalanmanın önüne geçilmesi ve emekçi kitlelerin önüne toplumsal bir güç haline gelmiş/getirilmiş bir devrimci özneyle çıkabilmenin başka bir yolu yordamı yok. Bu yüzden TKP ihtiyaç var. TKP'yi toplumsal bir güç haline dönüştüremediğimiz sürece ülkenin ve dünyanın kurtuluşu anlamına gelen bilimsel sosyalizm de bu coğrafyada   maddi bir güç haline gelemeyecek, ne yaparsak yapalım, ne söylersek söyleyelim sosyalizmi kitlelerle buluşturabilmek ve bir umut haline getirebilmek de mümkün olamayacaktır.

Aydemir Güler'di, sanıyorum, ''bu ülkede TKP düşmanlığı ile sosyalizm düşmanlığı arasındaki mesafe o kadar büyük değil'' mealinde bir söz söylemişti. Epey oldu, ve Aydemir Güler'in söylemek zorunda kalfdığı bu cümle, o zaman bana gerçekten çok acıklı gelmiş ve içimi acıtıp durmuştu. Bu ülkenin sola-sosyalizme ihtiyacı vardı ama gerçekten de sol-sosyalizm konusunda safını belirlemiş samimi unsurların -özellikle sanalda- TKP düşmanı olarak biçimlenmeye ve Kürt hareketine kuyrukçuluk yapmaya yönlendirilmesi ve belki çok daha önemlisi enternasyonalist olmanın Kürt ulusalcılığı/milliyetçiliğine biat etmekten geçtiği şeklinde bir algıyla yoğurulması ne kadar da trajikti! Ülke ve hatta bölge AKP eliyle gerici bir hedefe doğru koşar adım ilerliyordu ama özellikle sanalın sözde sol-sosyalist forumları Kürt hareketinin dümen suyuna girmiş kapitalizmin ideolojik dünya görüşünden başka bir şey olmayan liberalizmi sağ ya da sol bir yorumla savunur hale gelmiş, getirilmişti.Ne yaptıklarını, nerelere savrulduklarını bilmez halde, akıl alır gibi de değil, CHP ve TKP düşmanlığı başta olmak üzere muhalefete muhalefet etmek ulusalcı, sosyal şoven ve neo-faşist olmamanın kıstası/ölçütü haline gelmişti. Yanılgı üzerine yanılgı, savruluş üzerine savruluş!

Gelmek istediğim nokta, bütün bu savruluşların ötesinde ve AKP'nin iktidar olduğu, muktedir hale geldiği bir süreçte, etkin, sonuçlandırılabilir bir AKP karşıtlığını bir yana bırakmak ve ''üzerimize toz, toprak, çamur değmemeli'' gerekçesiyle AKP'yi önemsizleştirecek ve gündemden düşürecek bir siyasi perspektif geliştirmeye çalışmak olmalıdır.. Sosyalizmin gündemden hiç düşmemesi, düşürülmemesi ve sosyalist ideolojinin, sosyalist siyasetin kirlenmemesi ve kirletilmemesi ne kadar önemliyse, AKP devlet ve otoriterliğine karşı mücadele de o oranda önemlidir. AKP karşıtlığına karşı etkin siyasi mücadele üzerimize toz toprak, çamur sıçramasına neden olacaksa varsın o kadar olsun.   TKP hiçbir gerekçeye sığınarak AKP ile mücadeleyi ikinci plana atamaz, atmamalı. Muhalefete muhalefet etmeye kalkışmak,iyi kötü AKP karşıtlığına muhalefet etmekten başka bir kapıya çıkamaz. Böyle bir tavrın TKP'ye yakıştığını da hiç düşünmediğim gibi, Türkiye'ye olduğu kadar TKP'ye de hiçbir yarar getirmeyecektir. TKP hem bağımsız sosyalist siyaset şiarıyla hareket etmeli ve hem de AKP'ye karşı mücadelede asla geriye düşmemelidir.




Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
melnur
[ Gelenek ]
Kurucu
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 02.08.2013
İleti Sayısı: 10.992
Konum: İstanbul
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder

50 kere teşekkür edildi.
36 kere teşekkür etti.
Cevap Yazan: melnur
Cevap Tarihi: 25.09.2019- 12:24


Konuyla ne kadar ilgisi var, pek kestiremiyorum ama, değinmek gerek. Enternasyonalizm adı altında Kürt hareketine biat etmek, kuyrukçuluk yapmak, gündemi Kürt hareketinin yaklaşımlarıyla yorumlayıp değerlendirmek ve ona göre bir siyasi duruş belirlemek çok uzunca bir dönem solcu olmakla, sosyalist, komünist olmakla eş anlamlı tutuldu. Hiç ilgisi yoktu, aslında. Bir ulusalcı/milliyetçi hareketin dümen suyuna girmeyi sınıf mücadelesiyle ilişkilendirmenin ne ilgisi olabilir? Üstelik o Kürt hareketi ki, ''AKP ve Erdoğan'ı iktidarda biz tutuyoruz'' diyebilmiş; AKP'nin devletleşmesi yönündeki çabalara destek vermiş, AKP karşıtlığında yerini alan düzen içi veya düzen dışı her türlü siyasal perspektifi -özellikle sanalda- ötekileştirmekten ve düşmanlaştırmaktan kaçınmamıştır. Bu siyasal tavrın solla, sosyalizmle veya enternasyonalizmle hiçbir ilgisi bulunmadığının altını tekrar tekrar çizmek gerekiyor. Enternasyonalizmin etnik siyasetle, AKP yandaşlığı ile ve sağlı sollu liberal çözümlemelerle ise hiçbir ilgisi olamaz. Onların enternasyonalizm adını verdikleri siyaset proleter enternasyonalizmi değil, burjuva kozmopolitizmiydi. Burjuva kozmopolitizmi bu sözde sol-sosyalist ve dahi sözde enternasyonalist sitelerde sanki proleter enternasyonalizmin bir başka deyişle sosyalist-komünist olmanın bir önkoşulu gibi yorumlanıyor ve genç sempatizanlar için böyle bir algı yaratılmaya çalışılıyordu. Bir daha yinelemekte fayda var; oysa, bu tavrın ve bu siyasi konumlanışın solculukla, sosyalist veya komünist olmakla hiçbir ilgisi bulunmuyordu.

Enternasyonalizm bilindiği gibi sosyalistler için işçi sınıfının uluslararası birliği, mücadelesi, çıkarları olarak özetlenebilir. Kurulan cümleye göre daha geniş anlamlar da kazanır. Kapitalizmin oluşturduğu tarihsel sınır olgusunun koşullar oluştuğunda ortadan kalkacağı/kaldırılacağı anlamlarını da içerir. Ama bütün bu olguların temelinde   proletaryanın ulusal ve enternasyonal çıkarları yatar. Bir sosyalist/komünist için enternasyonalizm tam da budur. Proletaryanın ulusal ve uluslarası ölçekteki çıkarları ve bunun da en somut hali, ulusal ölçekte siyasal devrim perspektifidir. Sosyalist devrim perspektifi yoksa hiçbir şey yoktur; var olan tek şey gevezeliktir, yalan dolan ve çarpıtmadır. Bir kişi veya bir siyasi anlayış istediği kadar demokrasi, özgürlük bağlamında enternasyonalizmden söz etsin, pratik işçi sınıfına alan açmıyorsa ve bilimsel sosyalizm bir hedef olmaktan çıkmışsa daha önemlisi, yürütülen siyasi kavga iki halk arasında duygusal bir kopuştan başka bir şeye yaramıyorsa o siyaset, o mücadele sol-sosyalist bir siyaset ve pratik değildir.   Sözde sol-sosyalist forumlarda yılardır yapılan şey sadece sola-sosyalizme düşmanlık ve sol sempatizan gençliği Kürt ulusalcılığının kuyruğuna takmaktır.









Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
melnur
[ Gelenek ]
Kurucu
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 02.08.2013
İleti Sayısı: 10.992
Konum: İstanbul
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder

50 kere teşekkür edildi.
36 kere teşekkür etti.
Cevap Yazan: melnur
Cevap Tarihi: 27.03.2023- 05:49


İlgimi çekti bu başlık. Yazıların bir yerinde şunları yazmışım :)

Çok uzun zamandır   HDP ve özellikle CHP içinde sıkışmış solun asli kaynağına dönmesi ve TKP içinde yerini alması gerektiğini yazıp çizmeye çalışıyorum. Sürekli yinelenmeli ve gereği de yapılabilmeli; Türkiye'nin sosyalizme ve sosyalizmin de TKP'ye ihtiyacı var. 12 Eylül öncesinde başlayan ve sonrasında da devam eden sol içi parçalanmanın önüne geçilmesi ve emekçi kitlelerin önüne toplumsal bir güç haline gelmiş/getirilmiş bir devrimci özneyle çıkabilmenin başka bir yolu yordamı yok. Bu yüzden TKP ihtiyaç var. TKP'yi toplumsal bir güç haline dönüştüremediğimiz sürece ülkenin ve dünyanın kurtuluşu anlamına gelen bilimsel sosyalizm de bu coğrafyada   maddi bir güç haline gelemeyecek, ne yaparsak yapalım, ne söylersek söyleyelim sosyalizmi kitlelerle buluşturabilmek ve bir umut haline getirebilmek de mümkün olamayacaktır.

Diğer yorumları okumadım. Buradan devam edilebilir.



Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
melnur
[ Gelenek ]
Kurucu
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 02.08.2013
İleti Sayısı: 10.992
Konum: İstanbul
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder

50 kere teşekkür edildi.
36 kere teşekkür etti.
Cevap Yazan: melnur
Cevap Tarihi: 28.03.2023- 03:32


TKP'nin KP ve HTKP olarak ilk ayrışmasında elbette şaşkınlık yaşamıştık. O zamanlar Kemal Okuyan Aydemir Güler grubunun elinde kalan NHKM'ye önce gider, sonra hemen bir kaç sokak ötesinde HTKP'ye kalan Metin Çulhaoğlu Erkan Baş grubunun binasına uğrardım. O dönemde bu ayrışmanın sorumlusu olarak nedense Metin Çulhaoğlu'nu görmüştüm. Sanki her şey onun elindeymiş de, istese bu ayrışma olmazmış gibi... Bir gün   bu HTKP'nin binasına gitmiş, arka taraftaki küçük bahçede arkadaşlarla sohbet ederken HDP'ye yakınlaşmanın sosyalist ideolojide bir sorun yaratıp yaratmayacağı konusunu tartışmaya başlamıştık. Bir arkadaşımız ''ideoloj hep aynı, ne yaparsan yap, çok da değişmez, önemli olan siyaset'' mealinde bir   cümle kurmuştu. Çok da üzerinde durmamıştık. Konuşuyorduk ama üzerimizde öylesine   büyük bir şaşkınlık ve üzüntü vardı ki, birbirimizi dinlediğimizi sanmıyordum.

Şuraya gelmek istiyorum; sosyalist partilerimiz arasında ideolojik olarak çok da büyük farklar yok. Hepsinin programlarını okuduğum söylenemez ama soyalizmin marksist ya da bilimsel olanını diğer sosyalizm yorumlarından ayıran temel nitelik özel mükiyet karşıtlığıdır ki, bu karşıtlık sosyalist partilerimizin tamamı için de geçerlidir, diye düşünüyorum. Sosyalist partileri birbirinden ayıran daha çok siyasi pozisyonları, siyasetleridir. Sosyalist partilere olan yakınlık ve uzaklığımız da ( pek çok bireysel neden olmakla birlikte) daha çok bu siyasi pozisyonla ve partinin savunageldiği siyasetlerle ilgilidir. Partiye sempati duyulması ve benimsenmesinde ülke ve dünya sorunlarına nasıl yaklaştığı ve nasıl bir siyaseti savunduğuyla ilgili değerlendirmelerin belirleyici olduğuna inanıyorum.

Türkiye'de bugün bir saray rejimi, tek adam diktatörlüğü var. Bu rejimin temel özelliği cumhuriyet karşıtı olması, neo-osmanlıcı düşler kurması ve cemaatlerle ve tarikatlarla birlikte ülkeyi yönetmeye çalışmasıdır. 21 yıllık iktidarında düşündüğü pek çok şeyi de gerçekleştirmiş, yıkmak istediklerini yıkabilmiş, ''yenisini'' kurumsallaştırabilmeye de ramak kalmıştır. Bu süreç baştan belliydi ama ne yazık ki, TKP dışında bu süreci öngörebilen bir sosyalist parti de olmamıştır. Lberaller hem AKP'ye ve hem de Kürt ulusalcılığına yön vererek, entelektüel ve ideolojik bir destek vererek bugünlerin hazırlanmasının kilometre taşlarını döşemişlerdir. Ergenekon ve Balyoz süreçleriyle birlkte devletin içi boşaltılırken toplumun çok büyük bir kesimi bu süreci demokratikleşme olarak okumuş ve destek vermiş, Arınç'ın sözleriyle ''devlet bağırsaklarını temizliyor'' demiştir. Unutmuyorum, BirGün'ün manşeti bile ''yesinler birbirini'' şeklindeydi.

Süreci doğru okuyan, '' AKP bağırsak temizliği yapmıyor, boşalttığı yerlere yerleşmenin hesaplarını yapıyor'' diyerek uyarılarda bulunan TKP'ydi. TKP'yi savunmamızın nedeni de buydu, TKP'yi halkın gözünde belli bir saygınlığa oturtan da buydu. Tekrar etmekte yarar var, mesele ideolojinin bizatihi kendisinde değil, o hemen hemen tüm sosyalist yapılarda benzerdi. Günceli okuyabilmek ve sonra o okumaya uygun bir siyaset izlemek önemliydi. TKP çok uzun bir zaman bu doğru siyasi pozisyonda konumladı kendini ve bu yönde saygı duyulası bir mücadele verdi. Başına da gelmedik kalmadı, yalnızlaştırıldı o dönem, ulusalcı, sosyal şoven, ve hatta neo-faşst olarak bile damgalandı. (Sözde sol, sosyalist ve dahi enternasyonalist forumlarda hakaretin küfrün bini bir paraydı.)

Benim açımdan her şey İBB seçimleriyle tersine döndü. Bence AKP gericiliğine karşı verilen mücadele AKP tarihin çöplüğüne atılıncaya kadar sürdürülmeliydi. TKP İBB seçimleriyle kulvar değiştirdi. AKP'yi ne kadar eleştiriyorsa muhalefeti, CHP'yi, İmamoğlu'nu da o kadar eleştirmeye başlamıştı. Eleştirmekle kalmadı üstüne üstlük bir de aday çıkardı. TKP aday çıkarır da TKH durur mu? Bir aday da o çıkardı. İkisinin aldığı oy toplamı İstanbul'da 13 bine yakındı. İmamoğlu seçimi 13 bin farkla kazandı. Seçimi kaybetmeye ramak kalmıştı.

İmamoğlu tanınmamış bir ilçe belediye başkanıydı, seçimi kazanacağı pek de önörülmüyordu. Büyük olasılıkla TKP de böyle tahmin etmişti, aday çıkarmasının nedeni buydu, diye avutmuştum kendimi. Bu arada inanılmaz bir şey olmuş, İstanbul Binali Yıldırım ve Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın bütün çabalarına rağmen kazanılmıştı. Sadece bir seçim kazanılmamıştı. Aynı zamanda AKP'nin yenileceği konusunda da bir koca umut yeşermişti. Kılıçdaroğlu da kendince planlar yapıyor, beş benzemezi bir araya getirerek AKP ve saray rejimini iktidardan etmenin   programını oluşturuyordu.

İBB seçimlerinin kazanılmasıyla topluma bir güven de gelmişti. Devlet haline gelmiş bir iktidarı gerçekten de sandıkta yenilgiye uğratmak mümkündü. Sosyalistler bu iklimin, bu umut ve heyecanın dışında kalamazlardı. Ama TKP bir kez daha şaşırttı. Rejimin oylanacağı bir referandum haline dönüşmüş Cumhurbaşkanlığı seçiminde aday çıkaracağını ilan etti. Hiç geri adım da atmadı. Sanki sıradan bir seçimmiş gibi   diğer sosyalist partiler başta TİP olmak üzere doğru bir siyasi pozisyon alırken bu mücadelenin kenarında-dışında kalmayı tercih etti. ( Aydemir Güler de o dönemde veciz bir söz söylemişti :''Faşizm seçimle yenilmez.'')

Sonra yalpalamalar başladı. Ama ne söylenirse söylensin, dikiş tutmuyor, ilk düğme yanlış iliklendikten sonra gerisi   yerine oturmuyordu. TİP de tam tersine AKP ve saray rejimiyle   mücadelenin en önündeki safta yerini almıştı. İBB seçimlerine kadar doğru siyaseti savunan, doğru pozisyon alan TKP bu seçimle birlikte (bence) yerini TİP'e bırakmıştır. AKP ve saray rejimine karşı mücadelenin sosyalist saflardaki önderliğini de halen sürdürüyor.

( Şu anda tüm sosyalist partiler saray rejiminin oylanacağı cumhurbaşkanlığı referandumunda aynı çizgiye geldiler ve TİP'in ''bir günlük ittifak'' diye özetlediği siyasi pozisyon mümkün hale gelmiştir. Ama iş sadece oy vermek değil ki, yanlış siyaset, yanlış siyasi konumlanış pek çok yanlışlığı da beraberinde getiriyor. Bu süreçte de böyle oldu. Onu da bir başka yazıda   yorumlamaya çalışırım.)

Bir üstte yaptığım alıntıda söylenildiği gibi o günlerde TKP'nin, bugünlerde TİP'in siyasetini doğru buluyor olmamın ve desteklememin nedenleri aşağı yukarı böyle...

( Devam ederiz.)




Yeni Başlık  Cevap Yaz



Forum Ana Sayfası

 


 Bu konuyu 1 kişi görüntülüyor:  1 Misafir, 0 Üye
 Bu konuyu görüntüleyen üye yok.
Konuyu Sosyal Ortamda Paylas
Benzer konular
Başlık Yazan Cevap Gösterim Son ileti
Konu Klasör Nasıl bir sol siyaset? melnur 2 1895 19.12.2020- 07:59
Konu Klasör Korona sonrası için nasıl bir siyaset? melnur 6 2751 23.05.2020- 11:12
Konu Klasör Türkiye solu ne yapmalı, nasıl bir siyaset? melnur 1 3179 08.10.2019- 08:09
Konu Klasör Temel çelişki siyaset sahnesine nasıl yansır? melnur 0 2673 16.11.2019- 09:59
Konu Klasör 14 Mayıs seçimleri, iki sosyalist parti ve iki farklı sosyalist siyaset... melnur 2 528 17.05.2023- 09:03
Etiketler   Sol,   sosyalist,   bir,   siyaset,   nasıl
SOL PAYLAŞIM
Yasal Uyarı
Sitemiz Bir Paylasim Forum sitesidir Bu nedenle yazı, resim ve diğer materyaller sitemize kayıtlı üyelerimiz tarafından kontrol edilmeksizin eklenebilmektedir. Bu nedenden ötürü doğabilecek yasal sorumluluklar yazan kullanıcılara aittir. Sitemiz hak sahiplerinin şikayetleri doğrultusunda yazı ve materyalleri 48 Saat içerisinde sitemizden kaldırmaktadır.
Bildirimlerinizi info@solpaylasim.com adresine yollayabilirsiniz.
Forum Mobil RSS