SolPaylaşım  
Ana Sayfa  |  Yönetim Paneli  |  Üyeler  |  Giriş  |  Kayıt
 
OTURUYORSAN KALK; AYAKTAYSAN YÜRÜ; YÜRÜYORSAN KOŞ!
Yurt ve dünya sorunlarına soldan bakan dostlar HOŞGELDİNİZ .Foruma etkin katılım yapabilmeniz için KAYIT olmalısınız.
Yeni Başlık  Cevap Yaz
Yeni bir cumhuriyet: Sosyalist Cumhuriyet           (gösterim sayısı: 3.138)
Yazan Konu içeriği
Üye Profili boşluk
melnur
[ Gelenek ]
Kurucu
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 02.08.2013
İleti Sayısı: 10.955
Konum: İstanbul
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder

36 kere teşekkür etti.
50 kere teşekkür edildi.
Konu Yazan: melnur
Konu Tarihi: 28.10.2019- 08:59


Yeni bir cumhuriyet: Sosyalist Cumhuriyet


Yeni bir cumhuriyet bir zorunluluktur. Yeni bir cumhuriyetin sınıfsal bir temelde kurulmak dışında yolu da pek yoktur, çünkü dünyanın ve ülkenin geldiği nokta sınıf mücadelelerindeki sıkışmanın arttığı, bu sıkışmaların açığa çıkaracağı enerjinin liberal, belirsiz, kaçak dövüşen siyasi aktörleri silip atacağı bir noktadır.

Resim Ekleme
Orhan Deniz

Cumhuriyet kodlamasının tarihsel olarak ileri, gelişkinliği gösteren ve kendinde pozitif bir içeriğe sahip olduğu kabul edilir. Şüphesiz bu durumda cumhuriyete karşıt olarak monarşinin, teokratik rejimlerin, askeri diktatörlüklerin konulmasının büyük payı var ve bu haliyle ilk cümledeki genel kanı bir gerçeklik olarak görülebilir. Ama cumhuriyet fikrini, cumhuriyetle ilgili tartışmaları sadece böylesi bir kavrayış düzleminde ele almak doğru olmayacaktır. Çünkü, bu düzlem önemli eksiklikler içerir.

En önemli eksik, cumhuriyetin bir biçim, verili durumdaki bir çok farklı dinamiğe bağımlı bir biçim olması ve bu biçimin tüm toplumsal katmanların ihtiyaç ve talepleri için en uyumlu hali yansıtmasıdır. Uyumu yansıtamayan, tüm toplumsal katmanları bu uyuma ikna edemeyen biçim er ya da geç yıkılacak ve yeni bir biçim inşa edilecektir. Bu açıdan, günümüz modern toplumunda sıkça örnek ülkeler olarak gösterilen İsveç ve Norveç’in yönetim şeklinin krallık olduğunu hatırlatabiliriz. Bu ülkelerdeki biçim, yönetim biçimi, krallığın devam ettiği, parlamentonun etkin olduğu bir şekilde toplumdaki uyumu ya da meşruiyeti, şu an için, sağlayabiliyor ve klasik bir cumhuriyete ihtiyaç duymuyor.

İşte bu durum, yani cumhuriyetin aslolarak bir yönetim biçimi olması, şekille ilgili olması, cumhuriyetle ilgili tartışmanın doğru şekilde yapılacağı düzleme de işaret ediyor: Cumhuriyet tartışması sınıf mücadelelerinden bağımsız yapılamaz ve bu tartışma öz olarak bir devlet ve halkın devlet yönetimine katılımı tartışmasıdır. Marx’ın 1848 devrimlerini incelerken yazdıkları öğreticidir: “Haziran isyancılarının yenilgisinin, üzerinde burjuva cumhuriyetinin kurulabileceği, inşa edilebileceği zemini hazırlamış, düzlemiş olduğu doğrudur; ama bu yenilgi aynı zamanda, Avrupa’nın gündeminde ‘cumhuriyet mi monarşi mi?’den başka sorunların bulunduğunu göstermişti. Burjuva cumhuriyetinin burada bir sınıfın diğer sınıflar üzerindeki sınırlandırılmamış despotizmi anlamına geldiğini ortaya çıkarmıştı.”

Evet, 1848 Haziran yenilgisine kadar tüm işçi, emekçi, ezilen, muhalif kesimlerin yürüttüğü mücadelenin hedefi cumhuriyettir. Başka bir deyişle hedef kralın, aristokrat sınıfın, din adamlarının düzeninin yıkılması, halkın yönetimde söz sahibi haline gelmesidir. 1848 yenilgisinden sonra cumhuriyetin tüm halka ait olma özelliği izafileşmiş, cumhuriyet burjuva sınıfın iktidarının gölgesinde bir demokrasi oyununun kurumsal haline dönüşmüştür.

Tabi, 1848’in çetin günlerinde sonuçları kanlı katliamlardan başka bir şey olmayan bu “despotizm”, zaman içerisinde gelişmiş ve farklı koşullarda farklı tepkiler üretmiştir. Burjuva sınıfı, özellikle, halkın iradesinin doğrudan ifadesi sayılan genel oy hakkını kullanarak kendi sınıf iktidarını meşrulaştırma yollarını geliştirmiştir. Özellikle Ekim Devrimi sonrası, halkın iradesinin toplumsal yaşama o güne kadar ki en yetkin şekilde yansıması ve sosyalist cumhuriyetlerin bu dönüşümün yönetim biçimi olması, burjuva cumhuriyetlerinin “despotizmini” “sınırlandırmış” ve sosyalist ve kapitalist devletlerin varlığında bir yönetim biçimi olarak cumhuriyet daha kalıcı ve katı hale gelmiştir. En başta söylediğimiz, cumhuriyetin tarihsel olarak ileri karakteri de bu kalıcılık ve katılıkla birlikte yerleşikleşmiştir.

Gelelim bizim topraklarımıza…
Bizim topraklarımızda cumhuriyetin kuruluşu dünyadaki birçok kuruluş örneğiyle karşılaştırılamayacak kadar çetin ve sert olmuştur. 1923 yılında ilan edilen cumhuriyet emperyalist işgale karşı verilen savaşın içinden, saltanatı ve hilafeti de yıkarak, yüzlerce yıl tebaa olarak görülen insanları özgür yurttaşlara dönüştürerek kuruldu. Hemen yanı başında yeni kurulan sosyalist ülkeyle kurulan ilişkiler, kapitalist bir ülke kurma hedefine rağmen ve uluslararası gelişmelerin yarattığı koşullar sonucu, devletçi, planlamacı ve kalkınmacı bir yol izlenmesini sağladı. Kısacası, 1923 cumhuriyeti Osmanlı Devleti’nden, özellikle siyasal ve toplumsal yaşam açısından, köklü ve radikal bir kopuş olurken, aynı zamanda Mustafa Kemal ve arkadaşlarının, kurucu kadronun, altı temel okundan biri olarak diğer ilkelerin uygulanmasını sağlayan zemin oldu. Devlet örgütlenmesi ve tüm yapısal kurumlar artı toplumsal yaşam cumhuriyet esaslarına göre düzenlendi.

Cumhuriyete ve cumhuriyetin hayata geçirdiği dönüşümlere sahip çıkmak ülkemiz ilerici hareketinin temel unsurlarından oldu. Tabi, cumhuriyetin ilanı ve sonrasında atılan adımlar, yani 1923 cumhuriyetinin öz itibariyle bir burjuva cumhuriyet olması, yaşanan dönüşümlerin sonuna kadar hiçbir zaman götürülmediği, hep yarıda bırakıldığı ve hatta geri çekildiği bir tablo da doğurdu, ama buna rağmen bağımsızlık, laiklik, devletçilik ülke kimliğinin önemli bir parçası oldular.

Bu tablo özellikle 1950’li yıllarda bozulmaya başladı. Küçük Amerika hayalleri bağımlılığa, Menderes’in demokratlığı dinci gericiliğin palazlanmasına yol açarken, cumhuriyetin kazanımları ülkedeki ilericilik-gericilik kavgasının ana başlıklarından oldular.

Yukarıda belirtmiştik, sınıfsal bir zemin üzerinden yürütülmeyen kavgaların sapma, manipüle edilme, hedefi kaybetme olasılıkları yüksektir ve ülkedeki ilericilik-gericilik kavgasını sınıfsal özü gözardı ederek retorik bir bağımsızlık-işbirlikçilik, laiklik-dincilik kavrayışına indirgeyenler cumhuriyetin kazanımlarının ayaklarının altından kayıp gittiğini fark edememişlerdir. İşte 1950’lerle başlayan bozulmanın önce 1923 cumhuriyetinin yıkılışını hazırlaması ve bugün ülkeyi onlarca yıl geriye götüren tuhaf bir başkanlık sistemine geçirişi cumhuriyeti işçi sınıfı iktidarıyla birleştirememenin cezasından başka bir şey değildir.

Ülkemizin resmi adı Türkiye Cumhuriyeti’dir, ama cumhuriyet de her niyete yenen muz değildir. Ülkede kurulmuş olan siyasal mekanizma, halkın iradesinin seçim zamanları birbirinden farkı olmayan sermaye partilerinden birine oy vermeye indirgenmiş olması, eğitim sisteminin, hukuk sisteminin, toplumsal yaşamın gelmiş olduğu nokta içinde yaşadığımız yönetim biçiminin cumhuriyetle ilgisi olmadığını apaçık göstermektedir. Şu anki Türkiye daha ziyade bir kabile devleti görünümündedir; ülkenin tüm kaynakları şef ve şefin çevresindekilerin ikbali için kullanılmakta, hoyratça harcanmaktadır.

Bu saçma yapının kendisini cumhuriyet diye adlandırması kabul edilemez. Türkiye’de yaşayan tüm halklar, emekçi sınıflar bir cumhuriyet rejiminde yaşamadıklarını bilmeli ve yeni bir cumhuriyetin kurulması için mücadelenin içine çekilmelidir.

Yeni bir cumhuriyet bir zorunluluktur. Yeni bir cumhuriyetin sınıfsal bir temelde kurulmak dışında yolu da pek yoktur, çünkü dünyanın ve ülkenin geldiği nokta sınıf mücadelelerindeki sıkışmanın arttığı, bu sıkışmaların açığa çıkaracağı enerjinin liberal, belirsiz, kaçak dövüşen siyasi aktörleri silip atacağı bir noktadır. Yani, cumhuriyet kavgası ile hürriyet kavgası, cumhuriyetin kuruluşu ile toplumun kurtuluşu hiç bu kadar yakın olmamıştır.

Yeni bir cumhuriyetin kurulacağı temel üretim araçlarındaki özel mülkiyetin kaldırılması olacaktır. Yani, yeni cumhuriyet bir sosyalist cumhuriyettir. Bağımsız, laik, kamucu, devrimci ve barıştan yana bir cumhuriyet. Cihatçı çetelerin giremediği, tarikatların barınamadığı, asalak yandaşların kaçacak delik aradığı, ülke emekçilerininse özgür, eşit, güvenli, adil yaşadığı. İşçi tulumunun elini kolunu sallaya sallaya dolaştığı…

https://gazetemanifesto.com/2019/pusula-yeni-bir-cumhuriyet-sosyalist-cumhuriyet-307003/



Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
melnur
[ Gelenek ]
Kurucu
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 02.08.2013
İleti Sayısı: 10.955
Konum: İstanbul
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder

50 kere teşekkür edildi.
36 kere teşekkür etti.
Cevap Yazan: melnur
Cevap Tarihi: 28.10.2019- 09:07


Ekim’in penceresinden Cumhuriyet’e bakmak


Anadolu’da Ulusal Kurtuluş Mücadelesi başlamış ve ilk destek yine Sovyetlerden gelmişti. Sovyetler tarafından işgal altındaki Anadolu’ya gönderilen silah ve para yardımları Ankara Hükümeti’ne, dolayısıyla yeni kurulacak cumhuriyete can suyu olmuştu.

Resim Ekleme
Gökmen KILIÇ

Cumhuriyet, bundan tam 96 yıl önce 29 Ekim 1923’te ilan edildi. Yüzlerce yıllık Osmanlı saltanatı tükenmiş, yerine yeni tipte, modern bir burjuva cumhuriyetin temelleri atılmıştı. Bu dönüşüm hiç de kolay olmamış, onlarca yıllık bir mücadelenin birikimiyle hayata geçebilmişti. Genç Cumhuriyet, hem imparatorluğun geri unsurlarıyla hem de sömürgeci, emperyalist devletlerin işgal planlarıyla mücadele etmişti.

Birinci Dünya Savaşı’nın başlamasıyla emekçiler açlığa ve ölüme mahkûm edilmiş, egemen güçler Osmanlı başta olmak üzere birçok ülkenin yeniden paylaşılmasına girişmişlerdi. Emperyalizmin saldırgan politikalarına ilk başkaldıranlarsa Bolşevikler olmuştu. Bolşevikler, Ekim Devrimi’yle birlikte emperyalist savaşa dur diyerek, halkların birbirine kırdırılmasına karşı çıkmışlardı. Genç Sovyet Cumhuriyeti halkların milliyetçi duygularla savaşmalarını ve emperyalizmin oyuncağı olmalarını istemiyor, en kestirme yoldan barışa gidilmesini öneriyordu.

Sovyetler yürüttüğü bu politikayla, işçi sınıfının iktidar mücadelesiyle sömürgeciliğe karşı direnen ulusların mücadelesini aynı noktada buluşturdu. Çarlık Rusya’sının hinterlandında bulunan çeşitli uluslar, Sovyetlerin varlığı ve desteği sayesinde birer birer bağımsızlıklarına kavuştular.

Birinci Dünya Savaşı’yla parçalanan Osmanlı’da da benzer bir mücadele yürütülüyordu. Anadolu’da Ulusal Kurtuluş Mücadelesi başlamış ve ilk destek yine Sovyetlerden gelmişti. Sovyetler tarafından işgal altındaki Anadolu’ya gönderilen silah ve para yardımları Ankara Hükümeti’ne, dolayısıyla yeni kurulacak cumhuriyete can suyu olmuştu.

Bu durum, genç cumhuriyet kadrolarının Sovyetlere ve sosyalizme olan ilgisinin artmasına neden oldu. İslamcılık, Osmanlıcılık ve Türkçülük içinde yıllarca bocalayan Osmanlı yönetici sınıfı, Sovyet iktidarını doğal müttefiki olarak görüyor ve ondan ilham alıyordu.

Öte yandan, Osmanlı’nın yönetici kadrolarının ve aydınlarının sosyalizmle ilişkisi pragmatik bir pozisyondan öteye gidemiyordu. Genç Osmanlı burjuvazisi, sınıfsal pozisyonu gereği tutarlı bir antiemperyalist çizgiye sahip değildi. Ancak egemen devletlerin kendilerine yaşam hakkı tanımaması, Kemalist kadrolarla Bolşevikleri zorunlu olarak yan yana getirdi. Bu birlikteliğin sınıfsal farklılığa dayanması ise ilişkinin inişli çıkışlı sürdürülmesine neden oldu. Tüm sınıfsal farklılıklara rağmen genç cumhuriyet ile genç Sovyet iktidarının birlikteliği özgün bir tarihsel kesitte buluştu ve cumhuriyetin kuruluşunu önemli derecede etkiledi.

Cumhuriyet öncesi Sovyet ilişkileri
Cumhuriyetin kuruluş öncesine dayanan ikili ilişkiler anlaşılır nedenlerle karşılıklı ihtiyaç ve menfaatlere dayanıyordu. Osmanlı yönetici sınıfı, Birinci Paylaşım Savaşı’nda ağır bir yenilgi alan İmparatorluğun parçalanmasını durdurmak için çareler ararken, başka bir coğrafyada Ekim Devrimi Çarlık Otokrasisini çoktan tarih sahnesinden silmişti. Devrimle birlikte Bolşeviklerin yürüttüğü barış politikası, İtilâf Devletleri’nin önemli bir üyesi olan Rusya’nın savaştan çekilmesi ve Osmanlı’nın Doğu cephesinde devam eden savaşın sona ermesi anlamına geliyordu.

1914’te başlayan Birinci Paylaşım Savaşı önemli kaynaklar ve geniş bir coğrafya üzerinde kurulu olan Osmanlı’nın hızla parçalanmasına yol açmıştı. Osmanlı Devleti zaten 1912 Balkan Savaşı’nda Batı’daki topraklarının önemli bir bölümünü yitirmişti. Birinci Dünya Savaşı’yla birlikte Osmanlı, Ortadoğu ve Kuzey Afrika’da da ağır yenilgiler alarak toprak yitirmeye devam etti.

Rus Çarlığı da 1904 Japon yenilgisinin şokunu atlatamadan Doğu’da ve Batı’da toprak kaybetmeye devam etti. Toprak ve nüfuz kaybını telafi etmek isteyen Çarlık Rusya’sı Birinci Paylaşım Savaşı’na İngiltere ve Fransa gibi egemen devletlerin oluşturduğu İtilâf Devletleri’nin yanında katıldı.

Her iki imparatorluk farklı ittifakların parçası olarak savaşa katılırken, Rusya’da Bolşevikler savaşa karşı barış taleplerini yükselterek savaşın emperyalist niteliğine vurgu yaptılar ve “emperyalist savaşı, iç savaşa çevirme” stratejisi ile Şubat 1917’de mevcut Çarlık rejimine son verdiler.

Şubat Devrimi ile birlikte Rus burjuvazisini temsil eden Kerenskiy Hükümeti ile İşçi ve emekçileri temsil eden Sovyetler ikili bir iktidar odağı olarak ortaya çıktı. Rusya işçi sınıfı ve Bolşevikler, Çarlık otokrasisinin çökmesi ile oluşan boşluğu burjuva hükümetlerin doldurmasına müsaade etmeden Ekim Devrimi’ni gerçekleştirerek tarihin ilk sosyalist işçi devletini kurdular.

Genç Türk burjuvazisinin ise imparatorluğu kurtarmaya dönük arayışları sonuçsuz kalırken, emperyalist işgal Anadolu’da gittikçe yayılıyordu. 30 Ekim 1918’de Mondros Mütarekesi ile Osmanlı Devleti silah bırakarak tamamen teslim oldu. 2 Kasım’da Osmanlı’nın önde gelen yöneticileri; Enver, Talat ve Cemal Paşalar yurt dışına kaçtılar. 13 Kasım’da Osmanlı’nın 465 yıllık başkenti olan İstanbul galip devletler tarafından işgal edildi.

Başkentte bunlar yaşanırken, 15 Mayıs 1919’da İngilizlerin desteği ile silahlandırılan Yunan ordusu İzmir’e çıkarak Anadolu’nun fiili işgalini başlattı. 16 Mart 1920’de Osmanlı’nın parlamentosu olan Meclis-i Mebusan işgal güçleri tarafından dağıtıldı ve yerine kukla bir meclis kuruldu. Meclisin dağıtılmasından sonra düşman askerleri Osmanlı Devletine ait resmi daireleri işgal etmeye başladı. 10 Ağustos 1920’de imzalan Sevr Antlaşması ile Osmanlı ağır yenilgi şartlarını tamamen kabul etmiş oldu.

Bu gelişmelerin ardından Osmanlı’da biçimsel olarak Rusya’dakine benzeyen ikili bir iktidar ortaya çıktı: Saltanatı temsil eden ve işgale seyirci kalan İstanbul Hükümeti ile işgale direniş ile yanıt verme kararı alan ve yeni tipte bir burjuva cumhuriyeti isteyen Ankara Hükümeti.

Ankara Hükümeti Mustafa Kemal öncülüğünde hazırlıklarını önceden tamamladığı Büyük Millet Meclisi’ni 23 Nisan 1920’de Ankara’da açarak, mevcut durumu kabul etmediğini ilan etti.
Bu sayede Osmanlı’nın yeni kurucu öznesi olma iddiasındaki Kemalist kadrolar ile Rusya’nın yeni işçi iktidarının temsilcisi olan Bolşeviklerin yolları tarihsel bir dönemde kesişmiş oldu.

Ankara Hükümeti ile ilk temas
Mustafa Kemal’in ve Osmanlı kurmaylarının 19 Mayıs’ta Samsun’a çıkmasından kısa bir süre sonra, ilk Türk-Sovyet görüşmesi Havza’da gerçekleşti. Mustafa Kemal ve Sovyet heyetinin başında bulunan Albay Semyon Budyonni’nin (kimi kaynaklarda Sovyet diplomat Polikarp Mdivani) görüşmesinde Sovyetler, işgalin sonlandırılması için silah, cephane ve para yardımında bulunmayı vaat ederek, Anadolu’daki direnişe destek vermek istediklerini belirtti. Emperyalizme karşı ortak bir mücadele öneren Sovyetler, Ankara Hükümeti’ne her türlü desteği verecekleri taahhüdünde bulundu.

Resim Ekleme

Afyonkarahisar’da Mustafa Kemal Atatürk, Sovyet heyetiyle birlikte. Soldan sağa; Batı Cephesi Komutanlığı Kurmay Başkanı Asım Gündüz, Batı Cephesi Komutanı Tümgeneral İsmet İnönü, Sovyet Rusya temsilcisi K.K. Zvonarev, Sovyet Rusya büyükelçisi Semyon Aralov, Azerbaycan Sovyet’i temsilcisi İbrahim Ebilov ve Birinci Ordu Komutanı Ali İhsan Paşa, (31 Mart 1922)

Sovyetler ayrıca Batum’un bırakılması karşılığında Kars ve Ardahan’dan çekilerek Doğu Cephesi’ndeki savaşı sonlandırmak istediklerini belirtti. Sovyetlerin bu teklifi, Ankara Hükümeti’nin elindeki tek düzenli ordu olan Doğu Cephesi birliklerinin Batı’ya dönmesi anlamına geliyordu. Bu teklif Ankara Hükümeti için bulunmaz bir nimet olmuştu.

Ankara Hükümeti ve Sovyet Hükümeti varılan anlaşma sonucunda sırasıyla; Gümrü Antlaşması (3 Aralık 1920), Moskova Antlaşması (13 Mart 1921) ve ardından Kars Antlaşması’nı (13 Ekim 1921) imzalayarak savaşa son verdiler. Burada dikkat çekilmesi gereken önemli bir nokta; antlaşmaların Osmanlı’yı temsilen Ankara Hükümeti ile yapılmış olmasıdır. Ankara Hükümeti ilk kez başka bir ülke tarafından Osmanlı’nın meşru hükümeti olarak tanınmış, Çarlık Rusya’sıyla imzalanmış olan eski antlaşmalar ise geçersiz sayılmıştı.

Kurtuluş Savaşı’nda Sovyet desteği
Sovyetler söz verdiği gibi Kars, Ardahan ve Batum’un da içinde bulunduğu topraklarda savaşı sona erdirilmiş, İttifak Devletleri ile imzalanan Brest-Litovsk Antlaşmasıyla birlikte savaştan çekilmişti. Çarlık Rusya’sının emperyalist ülkelerle imzaladığı gizli antlaşmaları da yayınlayan Sovyet iktidarı, emperyalizme karşı açıktan Osmanlı halkının yanında durmuştu.

Türk ve Sovyet heyetlerinin Havza’daki görüşmesiyle başlayan ilişkiler, Cumhuriyet’in kuruluşuna kadar artarak devam etti. Özellikle Kurtuluş Savaşı’na giden yolda Sovyetlerden alınacak silah ve para yardımı büyük önem taşıyordu.

1920 yılına gelindiğinde, Sovyetlerin Ankara Hükümetine yapmayı taahhüt ettiği silah ve cephane yardımına başlanmıştı. Bu malzemeler Rusya’nın Tuapse, Novrosisky ve Batum limanlarından alınıp Trabzon’a getirilerek Anadolu’daki direnişe gönderiliyordu.

Sovyetler tarafından gönderilen ilk yardım malzemeleri şu şekildeydi:
22 Eylül 1920’de bir motorla 184 adet tüfek, 192 kasatura ve 422 sandık cephane. 25 Eylül 1920 tarihinde, Salih Efendi’nin Hayrettin motoruyla 315 adet tüfek, 315 kasatura ve 299 sandık cephane. 27 Eylül 1920 tarihinde, Şükran motoruyla 191 adet tüfek, 191 kasatura ve 59 sandık cephane. 1 Ekim 1920 tarihinde, Harun Kaptan’ın Yıldız motoruyla 205 adet tüfek, 205 kasatura ve 30 sandık cephane. 4 Ekim 1920 tarihinde, Nazım Kaptan’ın Mebruke motoruyla 858 adet tüfek, 1108 kasatura ve 727 sandık cephane.

Resim Ekleme
Sovyetlerin genç Cumhuriyet’e yardımları 1920-1922 yılları arasında düzenli olarak devam etti. Anadolu’ya gönderilen toplam yardımın, dönemin şartları içerisinde hiç de hafife alınmayacak miktarlarda olduğunu söylemeliyiz.

Türk ve Rus kaynaklarında ufak farklılıklar olsa da, Kurtuluş Savaşı süresince (1920-1922) Anadolu’ya gönderilen toplam yardım miktarı aşağı yukarı şu şekildedir:

Tüfek: 39.325, Tüfek Mermisi: 62.986.000, Top: 54, Top Mermisi: 147.079, 100 Atımlık Top Barutu, El Bombası: 4.000, Şarapnel mermisi: 4.000, Makineli Tüfek: 327, Gaz Maskesi: 20.000, Kılıç: 1.500, Altın: 200,6 kilogram (Erzurum, Eylül 1920), Altın Ruble: 10.000.000 (Nisan 1921’den, Mayıs 1922’ye kadar).
Bu yardımlara ilaveten 3 Ekim 1921’de Jivo ve Jutkoy adlı iki destroyer Bolşevikler tarafından Trabzon’da Ankara hükümetine hibe edilmiştir.

Cumhuriyetin ilk dönemi ve Sovyet ilişkileri
Ankara Hükümeti’nin Ulusal Kurtuluş Mücadelesinden zaferle ayrılması aynı zamanda iktidarı ele geçirmesi anlamını taşıyordu. Zaferin ardından 1 Kasım 1922’de 600 yıllık Osmanlı Saltanatına son verildi. 17 Kasım’da Osmanlı’nın son padişahı Vahdettin ve ailesi bir İngiliz zırhlısına binerek ülkeyi terk ettiler.


Askeri zaferin bir sonucu olarak 24 Temmuz 1923’te imzalan Lozan Antlaşması ise Türkiye Cumhuriyeti’nin varlığının tüm dünyada onaylanması anlamına geliyordu. Lozan’ın ardından, 29 Ekim’de Cumhuriyet ilan edildi ve Osmanlı’ya ait eski devlet mekanizması köklü değişikliklere uğradı.

Cumhuriyet’in ilanıyla gerçekleşen reformlar Sovyetler tarafından ilerici adımlar olarak görüldü ve ikili ilişkiler koparılmadan devam etti. Ancak son tahlilde kurulan genç Türkiye Cumhuriyet’i bir burjuva cumhuriyetiydi ve tüm burjuva devrimlerdeki gibi sermaye sınıfının karakteri baskın hale gelmeye başlamıştı. Savaş yıllarında kurulan sıkı dostluk ilişkiler yerini diplomatik ve ekonomik alandaki çıkar ilişkilerine bırakmıştı.

Cumhuriyet kadroları işgal yıllarında dahi Batı kapitalizmi ile köklü bir kopuş yaşama niyeti taşımamışlardı. Batı’yla mücadele etmelerindeki temel motivasyon, Batı’ya kendilerini egemen bir ulus devlet olarak kabul ettirme çabasıydı.

Resim Ekleme
Sovyet Mareşal Kliment Voroşilov ve Mustafa Kemal Atatürk 10. yıl kutlamalarında. (Ankara 29 Ekim 1933)


İktidarı hedefleyen cumhuriyet kadrolarının ise Sovyetlerin uzattığı bu dost elini tutmaktan başka çaresi yoktu. Ancak sosyalizmin kısa zamanda popüler hale gelmesi ve Türkiye’de komünist hareketin emekçi sınıflar içerisinde kendisine alan bulması, genç Türkiye burjuvazisi tarafından korkuyla izlendi. Aynı yıllarda Bakü’de TKP’nin kurulması da bu korkuyu daha fazla arttırdı ve realize etti.Sovyetler bu gerçekten epeydir haberdardı ve cumhuriyet kadrolarının sosyalizmle yatkınlığının dönemsel ihtiyaçların ürünü olduğunu biliyorlardı. Bu gerçekliğe rağmen Doğu Halkları Kurultayı’nın (1-7 Eylül 1920) aldığı karara uyarak Osmanlı’nın ilerici güçleri ile yardımlaşma içerisinde olmaya devam ettiler. Amaçları; Osmanlı’daki bağımsızlık yanlısı kadrolara cesaret vererek emperyalist güçlerin yenilmesini sağlamaktı.

Komünizm gerçeği özellikle Lozan görüşmelerinde Batı ile ilişkileri düzeltmek isteyen Cumhuriyet kadroları için yeni fırsatlar sunuyordu. Avrupa’nın da hissettiği “komünizm tehdidi” ilişkileri yeniden tesis etmek için iyi bir fikirdi ve genç Türkiye burjuvazi ilk fırsatta sınıfsal gerçekliğine dönüş yaparak kendi yolunda ilerlemeyi tercih edecekti.

Ekim Devrimi ve Sovyetler olmasaydı…
Tarihe olasılıklar üzerinden bakmak metodolojik olarak doğru kabul edilemez. Tarihsel bir olgunun olması ya da olmaması üzerinden tarihe bakmak ve yorumlamak, tarihin düz bir doğrultuda ilerlediğini sanmak olurdu. Bu metodolojiye sadık kalmaya çalışarak yine de şunların söylenebileceğini düşünüyoruz:
Ekim Devrimi ya da Sovyetler olmasaydı; Türkiye yine varlığını sürdürebilirdi lakin emperyalizme karşı egemenliğini sağlamak bakımından eli çok daha zayıflamış olurdu.

Ekim Devrimi’nin itici gücü ve desteği olmasaydı; 1923 Cumhuriyeti hem askeri bakımdan hem de diplomatik olarak kuruluş aşamasındaki başarısını bu denli sağlayamazdı.

Cumhuriyet’in kuruluş aşamasında, Sovyetlerin olmadığı bir ağır sanayinin nasıl oluşacağı büyük bir soru işareti olarak kalırdı. Sovyet mühendisliğinin ve finansal desteğinin olmadığı bir durumda bugün özelleştirmelerle kapitalizme peşkeş çekilen; Makine Kimya’nın, TÜPRAŞ’ın, İSDEMİR’in, Sümerbank’ın, Aliağa’nın, cam fabrikalarının, madenlerin, limanların olmayacağını bilmemiz gerekir.

Sovyetler olmadan; Devlet Planlama Teşkilatı’nın, beş yıllık kalkınma planlarının, kamuculuğun nasıl var olacağı cevap beklemektedir.

Çocuk Esirgeme Kurumu, Sosyal Güvenlik Kurumu, eğitim sistemine getirilen Tevhid-i Tedrisat Kanunu gibi örnekler bu kadar hızlı hayata geçebilir miydi?

Köy Enstitüleri ve Halkevleri’nin arkasındaki Aydınlanmacı anlayış Sovyetler olmadan da gelişebilir miydi?
Eisenstein, Pudovkin, Dovçenko, Vertov ve Kuleşov gibi Sovyet sinemacılar olmasaydı, Türk tiyatro ve sineması o yıllarda, bir Muhsin Ertuğrul ya da Neyyire Neyir ortaya çıkarabilir miydi?

Haksızlık etmeyelim ama Sovyetlerin büyük şairi Mayakovski olmasaydı komünist şairimiz Nazım Hikmet “putları” bu kadar kolay kırabilir miydi?

Daha sayacağımız birçok başlık için aynı soruları sorabiliriz. Kısacası genç Cumhuriyet’in yelkenleri Ekim’in devrimci rüzgârıyla dolmuştu ve iyi ki de dolmuştu diyoruz.

https://gazetemanifesto.com/2019/pusula-ekimin-penceresinden-cumhuriyete-bakmak-306994/



Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
melnur
[ Gelenek ]
Kurucu
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 02.08.2013
İleti Sayısı: 10.955
Konum: İstanbul
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder

50 kere teşekkür edildi.
36 kere teşekkür etti.
Cevap Yazan: melnur
Cevap Tarihi: 28.10.2019- 09:11


Burjuvazi Cumhuriyet’e ihanet etti!


CHP, Türkiye’de kapitalizmin kuruluşunu, milli burjuvazi yaratma hedefini hayata geçirmiş, Demokrat Parti kapitalizmin gelişmesinin önündeki engelleri bertaraf etmiş, Özal emperyalizmle bütünleşmenin önünü açmış ve AKP ise burjuvazinin çıplak gerici diktatörlüğünü kurmuştur.

Resim Ekleme
Ali Ateş

Yürüttüğümüz Cumhuriyet tartışması aynı zamanda rejim tartışmasıdır. Kuşkusuz bugün kapitalist sistem, AKP iktidarı ile birlikte kendi gerçek yüzünü daha fazla gösteriyor. Emek sömürüsünün yoğunlaştırıldığı, gericiliğin siyasi tahakkümünün her geçen arttığı ve padişahlık yetkilerine benzer bir başkanlık modelinin kurulduğu bir sonuç karşımızda. Kapitalist yolun, emperyalist sisteme bağlanmanın ve gericileşen burjuva sınıfının tercihleri olarak karşımıza çıkan bu durum, aynı zamanda 1923 yılında kurulmuş Cumhuriyet’in bütün değerlerini de ayaklar altına almıştır.

Emperyalist işgal ve saltanat yıllarında kurulan Cumhuriyet, bugün AKP iktidarı ile birlikte geriye götürülmüştür. Osmanlıcılık, padişahlık yetkileri, emperyalizmle işbirliği, hilafet hayranlığı, bugün 1923 Cumhuriyeti ile taban tabana zıttır. Bu zıtlığın kaynağında ise 1923 yılında kurulan Cumhuriyet’in kuruluş dinamiklerinin özgünlüğü ve sonrasında kapitalist yolun tercih edilmesi ve bu yolun sahibi burjuvazinin çıkarları ve politikaları bulunmaktadır.

1923 Cumhuriyeti, tarihsel olarak ileri bir adım. Aynı zamanda Türkiye’nin burjuva devrimidir. İktidarın sınıfsal karakteri, burjuvazi tarafından belirlendikçe Cumhuriyet’e ihanet kaçınılmaz olmuştu. Bugün AKP iktidarının gerici dönüşümünün altında yatan işte bu ihanet sürecidir. Burjuva sınıfı emek sömürüsü üzerine kurduğu iktidarını, adım adım diktatörlüğe taşımış, gericilik bu diktatörlüğün ideolojisi haline gelmiş, sonuç ise AKP tarafından bütün Cumhuriyet değerlerinin tasfiyesi olmuştur.

Özgünlük
1923 Cumhuriyet’in özgünlüğü, Birinci Paylaşım Savaşı’nın içinden çıkmasıyla ilgilidir. Dönemin büyük emperyalist devletleri İngiltere, Fransa ve İtalya olmak üzere Rus Çarlığı ile anlaşmış, büyük bir emperyalist paylaşım savaşının hedefine Osmanlı oturtulmuştu. Osmanlı Birinci Paylaşım Savaşı ile birlikte parçalanmış, emperyalistler Osmanlı’yı paylaşmış, başkenti İngiltere tarafından işgal edilmişti. Anadolu toprakları İngiltere, Fransa ve İtalya işgaline uğramış, emperyalizm destekli Yunan kuvvetleri Anadolu’ya girmişti.

Özgünlüğün ikinci yanı ise, emperyalist işgalin başarısızlığını bütün boyutlarıyla üzerinde taşıyan ve emperyalizmle boyun eğen saltanat ve hilafete karşı Cumhuriyet ilan edilmesidir.

İşte Cumhuriyet, emperyalist işgal koşullarında, bu işgale ve emperyalizme hayır diyerek kurulmuştu. Cumhuriyet, emperyalizme teslim olan hilafet ve saltanat makamına karşı direnişin adı olarak ortaya çıkmıştır. Bu anlamıyla 1923 yılında kurulan Cumhuriyet’in kuruluş paradigmalarında hilafet, saltanat ve emperyalizm karşıtlığı önemli bir yer tutar.

Özgünlüğün bir diğer yanı ise Birinci Dünya Savaşı’nın bir emperyalist paylaşım savaşı olarak Rusya’da komünistlerin 1917 devrimidir. Bu devrim, emperyalizmin hesaplarını bozmuş, emperyalizmin işgali ve sömürgesi altında yaşayan mazlum ulusların kurtuluş umudu haline gelmişti. Rusya’daki Lenin önderliğindeki Bolşevik Devrim, Anadolu’da Mustafa Kemal’in önderliğinde başlayan ulusal kurtuluş mücadelesinin başından itibaren yanında yer almış, Anadolu topraklarının işgalden kurtarılması için gerekli mali ve askeri desteği sağlamakta tereddüt etmemişti. Cumhuriyet’in kuruluşu ve Lozan ile birlikte Cumhuriyet’in kuruluş döneminde de Sovyet etkisi Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş dinamiklerinde hep etkili olmuştu.

Cumhuriyet sola doğmuştu.
1923 Cumhuriyeti’nin kuruluş dinamikleri görülmeden, Cumhuriyet’in kuruluş paradigmaları anlaşılamaz. Aynı zamanda AKP tarafından başkanlık rejiminin bir “hükümet sistemi değişimi” değil tersine Cumhuriyetin temel paradigmalarında köklü bir değişim olarak karşı-devrim ve rejim değişikliği anlamına geldiği görülemez.

Burjuvazinin tarihsel gericiliği
İşaret edilen bu özgünlük ile Cumhuriyet’in kurucu kadrolarının tercih ettiği yol arasındaki çelişki, Cumhuriyet’in bütün kazanım ve değerlerinin adım adım tasfiyesinin altındaki gerçek olarak okunmalı. Cumhuriyet’in kurucu kadroları kapitalist bir yolu seçerek milli burjuvazi yaratmayı önlerine koydular. CHP, Türkiye’de kapitalizmin kuruluşunu, milli burjuvazi yaratma hedefini hayata geçirmiş, Demokrat Parti kapitalizmin gelişmesinin önündeki engelleri bertaraf etmiş, Özal emperyalizmle bütünleşmenin önünü açmış ve AKP ise burjuvazinin çıplak gerici diktatörlüğünü kurmuştur.

İzmir İktisat Kongresi ile birlikte genç Cumhuriyet’in tercih ettiği kapitalizm ve yaratmış olduğu burjuva sınıfı kendisine ihanetin adı olmuştur. 1929 yılına kadar liberal bir siyaset izlemeye çalışan, ancak ekonomik krizin ortaya çıkmasıyla birlikte Sovyetler Birliği’nden esinlenen devletçi ekonomi Türkiye Cumhuriyeti’nin ayakta durmasını sağlayan çok büyük başarı örneğidir. Devletçilik politikası, bir yandan ‘ürkek ve zayıf burjuvazinin yapamadığını devlet yapsın’ görüşü olarak ortaya çıksa da son kertede devlet mülkiyeti örneği göstermesi bakımında değerli bulunmalıdır. Hatta bugün AKP’nin satıp satıp bitiremediği işte bu devletçi ekonominin yaratmış olduğu değerlerdir.

Burjuvazi kendi sınıfsal çıkarları için emperyalizmle işbirliğini her geçen gün artırarak işçi sınıfının mücadelesini bastırmak için gericiliği beslemiştir. Sadece ülkemizde değil bütün dünyada burjuva sınıfı iktidara gelir gelmez gerici güçlerle ittifak etmekten çekinmemiştir.

1923 Cumhuriyeti, Türkiye’nin burjuva devrimi olurken, burjuvazinin tarihsel olarak gericileştiği bir dönemde ortaya çıkmıştır. Tarihsel olarak gerici bir sınıf olan burjuvaziye bırakıl Cumhuriyet, adım adım kendi zıttına dönüşmüştür.

İşte bütün bu süreç, 1923 Cumhuriyeti’nden bugün karşımızda bulunan AKP rejimine geçişin kaba özetidir.

AKP’nin karşı-devrimi
AKP gökten zembille inmedi. Türkiye kapitalizminin gelişme dinamikleri ve sermaye sınıfının çıkarları düşünülmeden AKP’yi sınıflar üstü ve tarih üstü bir yere oturtarak büyük yanlış yaparız. 1923 yılından bugüne burjuva sınıfının ranta, yağmaya ve emek sömürüsüne dayanan iktidarı, çıkarları, tercihleri ve politikalarının kesiştiği yer AKP iktidarı olmuştur. Başkanlık sistemi tek başına Erdoğan’ın hevesleriyle değil aynı zamanda sermaye sınıfının merkezileşme talebiyle de örtüşür.

AKP, gerici kimliği kadar en fazla sermaye partisi olarak değerlendirilmelidir. AKP’yi iktidara getiren süreç Türkiye kapitalizminin ihtiyaçları, burjuva sınıfının çıkarları ve emperyalist dünyanın tercihleridir.
Cumhuriyet, emperyalizme karşı kurulmuştu. AKP, emperyalizme göbekten bağladı. Yabancı sermayeye bütün değerler peşkeş çekildi. Ortadoğu politikası ortada. Bugün AKP iktidarı, aslında tarihsel olarak bir karşı-devrim süreci olarak görülmeli. Birinci Cumhuriyetin tasfiyesi yerine gerici, emek düşmanı, tek adam yönetimine dayanan ve emperyalizme göbekten bağlı ikinci cumhuriyetin kurulması. AKP, ne derse desin, bugün Türkiye’de bir rejim değişikliğine imza atmıştır.

Cumhuriyet’in evrensel değerleri
Sadece ülkemizde değil dünyada da bütün burjuva devrimleri benzer bir süreç izledi. Cumhuriyet fikrini bütün dünyaya yayan 1789 Fransız Devrimi sonrasında burjuvazinin tarihsel olarak gericileştiğini görüyoruz. 1848 devrimlerinde burjuvazinin krallara karşı mücadelesinin yerini işçi sınıfına karşı mücadele almıştır. Gerici sınıflarla müttefiklik burjuva sınıfının temel karakteri haline gelmiştir.
1789 yılının anayasa, Parlamento, seçim ve örgütlenme özgürlüğü olarak öne çıkan Cumhuriyet’in değerlerinin, burjuva sınıfının iktidarı söz konusu olduğunda Avrupa tarihi ayaklar altına alındığı onlarca örnekle doludur.

Bugün de ülkemizde benzer bir süreç AKP iktidarının son noktayı koymasıyla vuku buldu. Başkanlık rejimi aslında tek adam yönetimi olarak anayasayı simgesel bir metne indirgemiş, Meclis’i bir tasdik kurumuna dönüştürmüş, yargıyı tamamen kendisine bağlamış, seçimler gerektiğinde iptal edilebilir hale gelmiş, seçilmişler yerine atanmışlar siyasetine geçilmiş durumda. Adı Cumhuriyet olan ancak Cumhuriyet’in evrensel değerleriyle uyuşmayan bir burjuva diktatörlük karşımızda.

Cumhuriyet’in yerel değerleri
AKP iktidarının rejim değişikliği aynı zamanda 1923 Cumhuriyeti’nin temel paradigmalarının tasfiyesi şeklinde gerçekleşmiştir. Saltanat ve hilafet yeniden gündemdedir. Ülkenin yer altı ve yer üstü bütün zenginlikleri emperyalist şirketlere teslim edilmiştir. Hanedanlık yönetimine karşı Ankara’da kurulan Meclis, bugün tek adam yönetimiyle birlikte geriye çektirilmiştir.

AKP, hilafet yanlısı, Osmanlıcı, işbirlikçi ve tek adam yönetimi ile birlikte yeni bir rejimin temellerini atmış, 1923 Cumhuriyeti’nin kuruluş paradigmalarını ortadan kaldırmıştır.

https://gazetemanifesto.com/2019/pusula-burjuvazi-cumhuriyete-ihanet-etti-307020/



Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
melnur
[ Gelenek ]
Kurucu
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 02.08.2013
İleti Sayısı: 10.955
Konum: İstanbul
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder

50 kere teşekkür edildi.
36 kere teşekkür etti.
Cevap Yazan: melnur
Cevap Tarihi: 28.10.2019- 09:14


Yaşasın Cumhuriyet!


Başkanlık rejimi ise “yeni” düzenin tesisinde önemli bir aşamadır. Başkanlığa geçiş “dönüşümün” de bir anlamı ile son noktası olmuştur. Devletin yeniden yapılandırıldığı, bütün kurum ve mekanizmalarının yeniden tarif edildiği bu süreçte önceki rejimden arta kalanlarda yapıya adapte edilmekte, “yeni” rejime uyum göstermemekte direnenlerse tasfiye edilmektedir.

Resim Ekleme
Bilgütay Hakkı Durna

Emperyalizme karşı verilen bir savaş sonrasında ilan edilen 1923 Cumhuriyeti kuşkusuz tarihsel olarak bir ilerlemeyi ifade etmektedir.

Konusu bu topraklarda kurulan cumhuriyete (artık cumhuriyetlere) dair olan bir yazının, bu önerme ile başlaması gerektiğini düşünüyorum. Başa yazılması gereken budur. Evet, bu topraklarda cumhuriyet emperyalizme karşı verilen bir savaşın sonrasında, saltanatı ortadan kaldırarak kurulmuştur. Eklemek gerekiyor ki, 29 Ekim 1923 yılında ilan edilen cumhuriyet bir bütün olarak kamucu, aydınlanmacı ve bağımsızlıkçı bir kimlik oluşturmuştur.

Cumhuriyet kısa sürede devrimci atılımlarını yapmış, saltanatın kaldırılması sonrasında halifeliği de kaldırmış, tekke ve zaviyeleri kapatmış, laikliği devletin temel niteliği olarak kabul etmiş, kadının toplumsal yaşamdaki rolüne ilişkin önemli aşamalar kat etmiştir. Yine kuruluş ile birlikte, ülkenin kalkınması için de sanayi alanında önemli altyapı hamleleri yapılmıştır.

Esasen 1923 bir burjuva devrim sürecinin sonuçlanmasının simgesel bir tarihidir. Türkiye’nin devrimi kapitalist üretim ilişkilerinin az gelişmiş olduğu, burjuvazisinin ise emekleme aşamasında olduğu bir dönemde gerçekleşmiştir.

1923’ün bir tercihi de kapitalizm olmuştur. Bu daha cumhuriyet ilan edilmeden İzmir İktisat Kongresi’nde ifade edilmiştir. Bu tercihin (doğal) bir sonucu olarak, Türkiye Cumhuriyeti kuruluştaki ilerici kimliğini ileriye doğru taşımak bir yana çok kısa bir sürede içini boşaltmış ve nihayetinde terk etmiştir. Burjuvazinin egemenliği ve emperyalizme bağımlılık Türkiye’yi nihayetinde bugün içinde bulunduğumuz noktaya getirmiştir. 2. Emperyalist Paylaşım Savaşı sonrasında tercihini emperyalizmle tamamen bütünleşmekten yana yapan burjuvazi, bu sürecin de asli sorumlusudur. Kore’ye asker gönderilmesini ve ardından NATO’ya girişi ise bu dönemin simgesi olarak kabul edebiliriz.

İşgale ve saltanata karşı bir kurtuluş savaşı vererek bağımsız bir devlet olan Türkiye Cumhuriyeti elde ettiği bağımsızlığını bu sefer “işgale uğramadan” kaybetmiştir.

Kaybedilense tek başına bağımsızlık olmamıştır.

İkinci Cumhuriyet
AKP iktidarının on yedi yıl boyunca hayata geçirdiği süreç yeni bir rejimle noktalanmıştır. Bu yıllar boyunca düzen siyasetinde bir mücadele yaşanmış, toplumsal alanda ise bir dizi direnç ortaya çıkmıştır. Ancak, nihayetinde “yeni” rejim kurulmuştur. Yaşanan süreç içerisinde dönemin başlangıcını kesin bir tarih üzerinden tanımlamak mümkün olmasa da 12 Eylül 2010 Anayasa Referandumu ve takip eden 12 Haziran 2011 Genel Seçimleri baz alınabilir.

Bu dönemi İkinci Cumhuriyet kavramı ile adlandırmayı tercih ediyoruz. Kastedilense esas olarak Türkiye Cumhuriyeti’nin felsefesinde ve rejiminde köklü bir dönüşüm, 1923 Cumhuriyeti’nin tasfiyesidir. Kuruluş felsefesinden, aydınlanmacı, bağımsızlıkçı kimliğinden tamamen ayrı bir hatta yeni bir “cumhuriyet” kurumsallaştırılmaktadır. Bir yandan dinselleşmenin kurumsallaşması ve hukuksallaşması hedefi ile hareket edilmekte, diğer yandan dış politika da hayaller hayata geçirilmeye çalışılmaktadır. Tüm bunların yanında emeğe ve emek güçlerine karşı kuralsız müdahalelerde bulunulmaktadır.

1923 Cumhuriyetinin çözemediği ve bu oranda da krize dönen başlıklarından biri olan “gericilik” başlığı, yeni dönemde rejimin en üst değeri haline dönüşmüştür. Başkanlık rejimi ise “yeni” düzenin tesisinde önemli bir aşamadır. Başkanlığa geçiş “dönüşümün” de bir anlamı ile son noktası olmuştur. Devletin yeniden yapılandırıldığı, bütün kurum ve mekanizmalarının yeniden tarif edildiği bu süreçte önceki rejimden arta kalanlarda yapıya adapte edilmekte, “yeni” rejime uyum göstermemekte direnenlerse tasfiye edilmektedir.

Burada hatırla(t)mak gerekiyor ki İkinci Cumhuriyetin tek savunucusu AKP değildir. Kaldı ki başkanlık sistemi de (güçlü bir yürütme) esasen AKP’nin değil sermaye sınıfının tercihidir ve bu da yalnızca Türkiye’ye özgü bir arayış/çözüm değildir. Tüm bunlardan öte düzen içi hiçbir aktörün İkinci Cumhuriyet rejimi ile “artık” bir sorunu da bulunmamaktadır. Aralarındaki “mücadele” yalnızca rejimin yapılandırılmasının nasıl olacağına ilişkindir.

Normalleşme
Şimdi gelinen nokta “normalleşme” arayışıdır. Düzenin içinde bir “normalleşme” arayışı bulunmaktadır. Gerek sermaye sınıfının gerekse emperyalist odakların talepleri ya “gönüllü” ya da “zorunlu” olarak dikkate alınmaya başlanacaktır. Eskisi ve yenisi ile düzen içi aktörlerde buna göre hazırlıklarını yapmakta ve dizilmektedir. Zaten iktidar cenahı da şu anda gündemde olan Yargı Reformu Strateji Belgesi üzerinden Türkiye’nin hem AB’ye tam üyelik isteğinin devam ettiği hem de 2002’den bu yana yürüttüğü reform iradesini sürdürdüğü sonucuna varılmaktadır demektedir.

Sol açısından sorun, bu normalleşmenin sanki bir “demokratikleşmeye” tezahür etmesi gerektiği düşüncesidir. Bu nedenle ya “normalleşme” olasılığına itiraz edilmekte ya da sonuçları nedeni ile hayal kırıklığına uğranılmaktadır. Oysa kastedilen 2017 Nisan’ında yapılan Anayasa Referandumunda kabul edilen başkanlık sisteminin (Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi) kurumlarının oturtulması isteği ve çabasıdır. Burada da basit bir bürokratik meşgaleyi kastetmediğimiz sanırım anlaşılıyordur. Çaba İkinci Cumhuriyet olarak adlandırdığımız, AKP eli ile vücut bulan ve 1923 Cumhuriyeti’nin kuruluş paradigmalarının yerine inşa edilen rejimin yerleştirilmesi çabasıdır. Tekrar belirtelim ki düzen içinde yürüyen mücadele, rejimin yapılandırılmasının nasıl olacağına ilişkindir. Bu başlıkta arayışlar çok yönlüdür ancak seçenek hala belirsizdir.

Kurtuluş- Kuruluş
Tüm bunların yanında, kapsanamayan/kapsanması mümkün olmayan geniş bir toplam (cumhuriyetçi, yurtsever kesimler) rejimin kriz başlıklarından birine dönüşmüştür. Kürt sorununda da düzen içi çözümler bir türlü hayata geçirilememektedir. Önceki cumhuriyetten devralınan bu başlık çözülememektedir.
Bahsi geçen geniş toplam, ısrarla “ne yapmalı” sorusuna cevap aramaya devam etmektedir. Bu soruya doğru bir şekilde yanıt vermek içinse, bu yazının kısıdı içinde oldukça sınırlı şekilde ifade ettiğimiz “yeni” dönemi, rejimin kavuşmuş olduğu görünümü ve bunun siyasal ve toplumsal alana nasıl yansıyacağını doğru bir şekilde okumak ve analiz etmek gerekmektedir.

Birinci Cumhuriyet sona ermiştir. Türkiye Cumhuriyeti’nin dengelerinde geri dönülemez değişiklikler gerçekleştirilmiştir. Evet, kamuculuktan, aydınlanmadan, bağımsızlıktan eser kalmamıştır. Ancak bu değerler topraklarımıza kök salmıştır ve sökülemezler. Kapitalist sistem ise bakidir. Sermaye egemenliği devam etmektedir. Burada tartışmasız bir süreklilik bulunmaktadır.

Diğer yandan, böylesi vakitler herkesçe “kurtuluş”un da arandığı dönemlerdir. Arayış yine, 1923’te olduğu gibi çok yönlüdür. Ancak, artık kapitalizmin sınırları arasında formüller arama çabası bırakılmalıdır. Orada kurtuluş yoktur. Kamuculuk, aydınlanmacılık, bağımsızlıkçılık sosyalizmin (de) ayağını bastığı zemini ifade etmektedir. Ve aslında bu değerler günümüzde ancak sosyalizm tarafından ileriye taşınabilir durumdadır. Başkaca bir sahibi de bulunmamaktadır. Şöyle bir bakıldığında dahi bu durum anlaşılmaktadır.
Evet, herkesçe “kurtuluş” aranmaktadır. Oysa unutmamamız gereken, bu arayışımızın cumhuriyete ilişkin olduğudur. Bu nedenledir ki, aradığımız “kurtuluş” ile birlikte “kuruluş”tur.

https://gazetemanifesto.com/2019/pusula-yasasin-cumhuriyet-307028/



Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
melnur
[ Gelenek ]
Kurucu
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 02.08.2013
İleti Sayısı: 10.955
Konum: İstanbul
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder

50 kere teşekkür edildi.
36 kere teşekkür etti.
Cevap Yazan: melnur
Cevap Tarihi: 29.10.2019- 03:33


29 Ekim 1923: Cumhuriyet kuruldu...

Kanun, birçok konuşmacının “Yaşasın Cumhuriyet!” sesleriyle alkışlanan konuşmalarıyla kabul edildi.

Resim Ekleme

Osmanlı Devleti’nin   1. Dünya Savaşı’ndan yenik çıkmasıyla, emperyalizm tarafından pay edilme planlarına karşı bağımsızlık savaşı verilmiş, işbirlikçi saltanat ve hilafet sevdalılarına rağmen Cumhuriyet kurularak yeni bir kapı açılmıştı.

1919-1922 yılları arası emperyalist işgale karşı Mustafa Kemal önderliğinde gelişen Anadolu direnişi başarıyla kazanılmıştı. Bu zaman içerisinde   23 Nisan 1920’de Meclis açılmış; 20 Ocak 1920’de ilk halk anayasası kabul edilmiş ve 1 Kasım 1922’de saltanat kaldırılmıştı. Ülke, seçilmiş vekiller tarafından yönetiliyorsa da siyasi iç ve dış bazı gelişmelerde sıkıntı doğuruyordu.

27 Ekim 1923’te İcra Vekilleri Heyeti’nin istifası üzerine yeni bir kabine daha kurulamayınca, 28 Ekim 1923 gecesi Çankaya Köşkü’nde Mustafa Kemal Paşa; İsmet Paşa, Kazım Paşa ve Fethi Bey’in olduğu masada “Efendiler… Yarın Cumhuriyet’i ilan edeceğiz!” diyerek yeni yönetim biçimine geçileceğini duyurmuştu. Akşamında İsmet Paşa ile yeni kanun tasarısı hazırlanmış, 29 Ekim 1923’te Meclis’e sunulmuş ve Cumhuriyet ilan edilmişti.

Kanun, birçok konuşmacının “Yaşasın Cumhuriyet!” sesleriyle alkışlanan konuşmalarıyla kabul edildi. Cumhuriyet’in ilanı Ankara’da 101 pare top atışı ile duyuruldu.

https://gazetemanifesto.com/2019/29-ekim-1923-cumhuriyet-kuruldu-307588/



Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
melnur
[ Gelenek ]
Kurucu
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 02.08.2013
İleti Sayısı: 10.955
Konum: İstanbul
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder

50 kere teşekkür edildi.
36 kere teşekkür etti.
Cevap Yazan: melnur
Cevap Tarihi: 29.10.2019- 08:42


TKP: Yaşasın Cumhuriyet!

Türkiye Komünist Partisi bugün yayımladığı bir bildiriyle, 96 yıl önce ilan edilen Cumhuriyet'in temelini oluşturan mücadele, onun uluslararası etkileşimleri ve sınıfsal temelleri hakkındaki görüşlerini paylaştı ve patronların Cumhuriyet'in içini boşaltarak, çürütüp tasfiye ettiğini savundu.

Resim Ekleme
Türkiye Komünist Partisi Cumhuriyet'in ilan edildiği günün 96. yıldönümünde yayımladığı kutlama bildirisinde Cumhuriyet'in temelini oluşturan mücadele, Türkiye Cumhuriyeti'nin uluslararası etkileşimleri ve sınıfsal temelleri hakkında görüşlerini paylaştı.

İnsanın insanı sömürmediği, bağımsız, egemen bir sosyalist cumhuriyet kurmak için kenetlenme çağrısı yapan TKP, yayımladığı bildiride patronların Cumhuriyet’in içini boşaltarak, çürütüp tasfiye ettiğini savundu. "Cumhuriyet fikri sömürücü sınıfların reklam filmleriyle, balolarla, resepsiyonlarla değil, emekçi halkın mücadelesiyle ayağa kalkacaktır. Türkiye nasıl 1919’da emperyalizme ve gericiliğe teslim olmadıysa, bugün de uluslararası tekellerin egemenliğini asla kabullenmeyecektir" denilen bildiride, yeni bir Cumhuriyetin, sermayeye karşı emeğin, emperyalizme karşı yurtseverliğin, gericiliğe karşı aydınlanmanın ürünü olacağı belirtiliyor.

TKP'nin "YAŞASIN CUMHURİYET!" başlığıyla yayımladığı bildirinin tam metni şöyle:

YAŞASIN CUMHURİYET!

Kurtuluş Savaşı yalnızca emperyalist işgale karşı değil, işbirlikçi ve çürümüş Osmanlı Sarayı’na karşı verilmiştir. 1923’te kurulan Cumhuriyet, emperyalist ülkelere olduğu kadar artık ömrünü tamamlamış saltanata karşı da bir meydan okumadır. Her kim ki bu gerçeği unutturuyorsa, o iflah olmaz bir gerici, açık bir Cumhuriyet düşmanıdır.

Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunun ve ulusal kurtuluş mücadelesinin tüm ulusu birleştirdiği iddiası doğru değildir. Türkiye Cumhuriyeti bu ülkenin gerici ve işgalcilerle işbirliği yapan kuvvetlerinin yenilgiye uğratılmasıyla ortaya çıkmıştır.

1923’te kurulan Cumhuriyet, devletin dinsel referanslardan arındırılması olmaksızın gerçek anlamını kazanamazdı. 1928 yılında “Devletin dini İslam dinidir” ibaresinin Anayasa’dan çıkarılması, 1937 yılında laiklik ilkesinin Anayasa hükmü haline gelmesi Cumhuriyet’in kuruluşunun bir parçasıdır.

Türkiye Cumhuriyeti, 1917 Ekim Devrimi ile birlikte kurulan Sovyetler Birliği’nin askeri, siyasi ve ekonomik desteğini alan devrimci bir mücadele sonucunda kurulmuştur. Anadolu’da emperyalizme karşı mücadele eden Kemalist hareket ile Bolşevikleri buluşturan dönemin devrimci hedefleridir.

Bugün 1923 yılında kurulan Cumhuriyet ortadan kaldırıldıysa, bunun sorumlusu tek başına AKP olamaz. Bugünden geriye gidecek olursak, Süleyman Demirel’den Turgut Özal’a, Kenan Evren’den Adnan Menderes’e kesintisiz bir çizgiyle karşılaşırız. Bu çizgi, 1923’ten itibaren Cumhuriyet’e damgasını vuran Türkiye’nin patron sınıfının, yani kapitalistlerin çizgisidir.

Patronlar Cumhuriyet’in içini boşaltmış, çürütmüş ve tasfiye etmiştir.

Cumhuriyet fikri sömürücü sınıfların reklam filmleriyle, balolarla, resepsiyonlarla değil, emekçi halkın mücadelesiyle ayağa kalkacaktır. Türkiye nasıl 1919’da emperyalizme ve gericiliğe teslim olmadıysa, bugün de uluslararası tekellerin egemenliğini asla kabullenmeyecektir.

Yeni bir Cumhuriyet, sermayeye karşı emeğin, emperyalizme karşı yurtseverliğin, gericiliğe karşı aydınlanmanın ürünü olacaktır.

Yeni bir Cumhuriyet, insanın insanı sömürmediği, bağımsız, egemen bir SOSYALİST CUMHURİYET kurmak için güçlerimizi birleştirelim, TKP’de kenetlenelim.

YAŞASIN CUMHURİYET

YAŞASIN EŞİTLİK, YAŞASIN ÖZGÜRLÜK


https://haber.sol.org.tr/turkiye/tkp-yasasin-cumhuriyet-273264



Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
melnur
[ Gelenek ]
Kurucu
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 02.08.2013
İleti Sayısı: 10.955
Konum: İstanbul
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder

50 kere teşekkür edildi.
36 kere teşekkür etti.
Cevap Yazan: melnur
Cevap Tarihi: 30.10.2019- 09:29


TÜRKİYE İŞÇİ PARTİSİ'NDEN 29 EKİM MESAJI

Türkiye İşçi Partisi 29 Ekim’e ilişkin bir mesaj yayınladı. TİP’in mesajı şu satırları içeriyordu: “Yoksul Anadolu halkının emperyalist işgale ve saltanata karşı mücadelesinin meyvesi, coğrafyamızın tarihsel bir ileri adımı olan cumhuriyetin ilanını kutluyor, halkların eşitlik ve barış içinde yaşayacağı sosyalist cumhuriyetin kuruluşu için mücadelemizi sürdürüyoruz.”

https://ilerihaber.org/yazar/29-ekim-notlari-cumhuriyetin-buruk-yil-donumu-sol-dusmanligindan-halk-dusmanligina-105533.html



Yeni Başlık  Cevap Yaz



Forum Ana Sayfası

 


 Bu konuyu 1 kişi görüntülüyor:  1 Misafir, 0 Üye
 Bu konuyu görüntüleyen üye yok.
Konuyu Sosyal Ortamda Paylas
Benzer konular
Başlık Yazan Cevap Gösterim Son ileti
Konu Klasör Yeni bir Cumhuriyet, Sosyalist Cumhuriyet... melnur 11 1944 25.10.2023- 09:03
Konu Klasör Yeniden Cumhuriyet mi, Yeni bir Cumhuriyet mi melnur 0 4251 28.10.2013- 21:46
Konu Klasör Yalnızca sosyalist cumhuriyet denizcan 0 2697 23.01.2016- 11:58
Konu Klasör SF'de ''sosyalist cumhuriyet'' tartışmaları... melnur 5 3637 15.01.2018- 14:24
Konu Klasör Sözde sol-sosyalist forumda cumhuriyet düşmanlığı... melnur 10 7256 29.10.2022- 08:38
Etiketler   Yeni,   bir,   cumhuriyet:,   Sosyalist
SOL PAYLAŞIM
Yasal Uyarı
Sitemiz Bir Paylasim Forum sitesidir Bu nedenle yazı, resim ve diğer materyaller sitemize kayıtlı üyelerimiz tarafından kontrol edilmeksizin eklenebilmektedir. Bu nedenden ötürü doğabilecek yasal sorumluluklar yazan kullanıcılara aittir. Sitemiz hak sahiplerinin şikayetleri doğrultusunda yazı ve materyalleri 48 Saat içerisinde sitemizden kaldırmaktadır.
Bildirimlerinizi info@solpaylasim.com adresine yollayabilirsiniz.
Forum Mobil RSS