SolPaylaşım  
Ana Sayfa  |  Yönetim Paneli  |  Üyeler  |  Giriş  |  Kayıt
 
OTURUYORSAN KALK; AYAKTAYSAN YÜRÜ; YÜRÜYORSAN KOŞ!
Yurt ve dünya sorunlarına soldan bakan dostlar HOŞGELDİNİZ .Foruma etkin katılım yapabilmeniz için KAYIT olmalısınız.
Yeni Başlık  Cevap Yaz
TKH: Büyük Ekim Devrimi 102 yaşında...           (gösterim sayısı: 2.241)
Yazan Konu içeriği
Üye Profili boşluk
melnur
[ Gelenek ]
Kurucu
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 02.08.2013
İleti Sayısı: 10.954
Konum: İstanbul
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder

36 kere teşekkür etti.
50 kere teşekkür edildi.
Konu Yazan: melnur
Konu Tarihi: 03.11.2019- 18:56


Ekim’den Türkiye’ye


Türkiye hem emperyalist işgali yenebilmek hem savaştaki bazı büyük cephelerin kapatılmasını sağlamak hem de askeri-ekonomik destek sağlamak için, sosyalist Rusya ise hem güneybatısından gelebilecek askeri tehditleri ortadan kaldırmak hem de dünya üzerindeki emperyalist tahakkümü geriletmek için diğer tarafa ihtiyaç duyuyordu.

Resim Ekleme
Orhan Deniz


1.Dünya Savaşı’na katılan iki büyük imparatorluk savaş bittiğinde tarihe karışmıştı. Rus İmparatorluğu ve Osmanlı İmparatorluğu yıkılıp dağılırken, her iki imparatorluğun yayıldığı coğrafyalarda çok sayıda yeni devlet kurulmuştu. Ekim Devrimi ortaya çıkan bu sonucu yaratan en büyük olaydır ve Çarlığı yıkarak iktidarı eline alan Rus işçi sınıfı sadece diğer ülkelerdeki sınıf kardeşlerinin değil, tüm bölge halklarının da kaderini etkileyecek adımı atmıştır.

Ekim Devrimi’nin yarattığı etkiler oldukça geniş ve kapsamlı. Bu yazıda Ekim Devrimi’nin bizim topraklarımıza olan etkilerinin genel bir çerçevesini çizmeye çalışacağız.

İlk olarak birkaç benzerliğin altını çizebiliriz. Gerek Rus gerekse de Osmanlı İmparatorluğu güçlü bir merkezi devlet yapısına sahip, çok sayıda halkın yaşadığı geniş coğrafi alanlara yayılmış, ciddi krizlerle boğuşan ve savaşı toparlanmanın ve kurtuluşun bir yolu olarak gören devletlerdi ve 1.Dünya Savaşı başladığında her iki ülke için de bir dağılma halinin söz konusu olduğunu söylemek abartı olmaz.


Osmanlı Devleti’nin dağılmadan kurtuluş yolunu Osmanlıcılık, İslamcılık ve Türkçülükte aradığı bilinir. Dönemin İttihat ve Terakki liderlerinin yenilmez görünen Almanya ile birlikte savaşa girme isteği de büyük oranda Osmanlı’nın kurtuluş yolu arayışlarının bir parçası olarak görülebilir. Bu durum aslında Osmanlı’daki ve sonrasında Anadolu’daki siyasi kadroların pragmatizmini gösterir ve pragmatizm hem o dönem hem de sonrası için Türk dış politikasının en önemli kilit kavramlarından olur.

Çarlık Rusyası için de durum pek farklı değildir. Onlarca yıldır savaşların içerisinde olan ve gitgide yükselen devrimci hareketlerin tehdidini hisseden bu “gericiliğin en büyük kalesi” kurtuluşu büyümekte ve yayılmakta görüyordu. Rus İmparatorluğu’nun bu hevesi uzun sürmedi ve savaşın başlangıcından üç yıl sonra gerçekleşen Ekim Devrimi çok şeyi değiştirdi.

İlk büyük ve önemli değişiklik savaşa karşı barış denmesiydi. Barış,   Bolşevikleri iktidara taşıyan ana sloganlardan biriydi ve devrimden yaklaşık 4 ay sonra imzalanan Brest-Litovsk Antlaşması’yla sosyalist ülke resmi olarak da savaşın dışına çıkmış oluyordu. Antlaşma uyarınca Kars, Ardahan, Batum ve Artvin Osmanlı’ya bırakılıyordu ve Brest-Litovsk Osmanlı’nın toprak kazandığı son antlaşmaydı.

Sonraki yıllarda Bolşeviklerin ve yeni kurulan sosyalist iktidarların resmi muhatabı Anadolu ve Anadolu’da yükselen ulusal kurtuluş savaşının önderleri oldu. Cumhuriyet ilan edilmeden önce imzalanan Gümrü, Moskova, Kars Antlaşmaları ve cumhuriyetin hemen sonrası imzalanan Türkiye-Sovyetler Birliği Dostluk ve Tarafsızlık Antlaşması ikili ilişkilerin yazılı belgeleri oldu. Cumhuriyetin ilanı öncesi imzalanan antlaşmaların kendi içeriklerinden bağımsız olarak taşıdıkları bir önem de Ankara’nın ilk defa uluslararası düzlemde başka bir ülke tarafından resmi olarak tanınmış olmasıdır.

Kurulan bu ilişkilerin oldukça karmaşık, ideolojik ve politik belirsizliklerin ortalıkta yüzdüğü, farklı iktidar alternatiflerinin kendilerini var etme çabası sergiledikleri bir zemine sahip olduğu mutlaka göz önünde bulundurulmalıdır.

Anadolu’da emperyalist işgale karşı yürütülen bir savaş vardır ve savaşın fiili merkezi olan Ankara’nın nasıl bir ülke kurguladığı bile net olarak bilinmemektedir mesela. Savaş sonrası tekrar saltanatın devam edeceğini düşünenlerin sayısı az değildir, ama Ankara’daki önderlik bir cumhuriyetin kurulacağının sinyallerini açıkça vermekte ve kapitalizmden yana tercihte bulunacağını hem söylem olarak hem de pratik uygulamalarıyla göstermektedir. İttihat Terakki önderleri tekrar iktidarı almanın yollarını aramakta, farklı dinamiklerle bağ kurmaya çalışmaktadır. Diğer yandan Rusya’da iktidarı ele geçiren Bolşevikler ve işçi sınıfı için de durum çok sarih değildir. Karşı-devrim hemen saldırıya geçmiştir, iktidarı korumak için çok farklı toplumsal katmanlar ve bunların siyasi temsilcileriyle geçici ve somut ilişkiler kurulmak durumunda kalınmıştır. Devrim öncesi vaat edilen barışın sağlanması için adımlar atılmıştır, ama bu sosyalizmi kurmaya çalışan o toprakların kapitalist ülkelerin saldırısına uğramayacağı anlamına gelmemektedir. Bolşeviklerin bu tablodaki yaklaşımları iki türlü değerlendirilebilir: 1) Alman devrimi beklentisi ve o güne kadar sosyalizmi ayakta tutmak/sosyalist kuruluşun adımlarını atmak, bunları yaparken çevre ülkelerde mümkün olduğunca sosyalist propagandayı örgütlemek ve 2) daha somut bir adım olarak, Beyaz Ordu’yu yenilgiye uğratmak ve askeri saldırı olasılığını minimize edecek güvenli sınır bölgeleri yaratmak.

Tüm bunları değerlendirerek baktığımızda göreceğimiz şey açıktır: Türkiye hem emperyalist işgali yenebilmek hem savaştaki bazı büyük cephelerin kapatılmasını sağlamak hem de askeri-ekonomik destek sağlamak için, sosyalist Rusya ise hem güneybatısından gelebilecek askeri tehditleri ortadan kaldırmak hem de dünya üzerindeki emperyalist tahakkümü geriletmek için diğer tarafa ihtiyaç duyuyordu.
Buradaki çok önemli bir parametre Ekim Devrimi’nin ya da Bolşevikliğin Anadolu’daki direniş üzerinde bıraktığı etkidir. Rus Çarlığını deviren ve tüm toplumun eşitliğini ve özgürlüğünü savunan bu yeni düzen Anadolu’da önemli bir rüzgar yaratmıştır. O zamana kadar İstanbul, İzmir, Bursa, Zonguldak gibi illerde izlerini görebildiğimiz sosyalist düşünceler, şüphesiz farklılaşarak hızlı bir şekilde yayılma imkanı bulmuşlardı. Bolşeviklik bir anlamda yeni bir kurtuluş reçetesinin de adı olmuştur. Siyasetçilerin birbirlerine yoldaş diye hitap etmeye başlamaları, kırmızı rengin giyim kuşamda daha çok kullanılmaya başlanması gibi şekilci davranışların artması, İslam ile Bolşevikliği harmanlamaya çalışanların varlığı, farklı şehirlerde sosyalist yayınların çıkarılmaya başlanması bu döneme ait özgünlüklerdir. Tüm bunların üzerine eklenecek bir şey de siyasette etkili kişi ya da partilerin Bolşeviklerle ilişki kurmak için harekete geçmesidir.

Bu havanın Bolşevikler tarafından yapılan ilk okumasının Anadolu’da bir sosyalist devrim gerçekleşmesinin olanaklarını irdelemek olduğunu tahmin etmek zor değil. Fakat bu olasılık çok güçlü görünmemiş ve yüzünü kapitalizme dönmüş ama emperyalist ülkelere karşı ulusal kurtuluşçu bir iktidarın desteklenmesi daha reel bulunmuştur. Tabi bu durum Türkiye’de mücadele eden gerçek komünistlerin örgütlenme ve politikalarında da etkili olmuştur. TKP’nin kuruluşu ve sonrasında izlediği örgütlenme ve politikalar bu gerçeklikle de ele alınmalıdır.

Velhasıl, Ekim Devrimi’nin ülkemizde yarattığı devrimci hava 1921 yılı başlarına kadar güçlü eserken, özelikle Suphilerin katlinden sonra Anadolu’daki ulusal kurtuluş savaşı ile Rusya’daki işçi iktidarının karşılıklı çıkarlarının ve bunun somut adımlarının öne çıktığı bir süreç yaşanmaya başlamıştır. Kurtuluş Savaşı’nın kazanılması için en ciddi askeri ve ekonomik yardımlar Bolşeviklerden gelmiş, cumhuriyet Türkiye’sinin inşasında önemli roller üstlenmiş bir çok kurum da yine Sovyetler Birliği’nin sağladığı destekle inşa edilmiştir.

https://gazetemanifesto.com/2019/pusula-ekimden-turkiyeye-308812/



Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
melnur
[ Gelenek ]
Kurucu
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 02.08.2013
İleti Sayısı: 10.954
Konum: İstanbul
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder

50 kere teşekkür edildi.
36 kere teşekkür etti.
Cevap Yazan: melnur
Cevap Tarihi: 03.11.2019- 19:00


Kan denizinden kızıl şafağa - Demir silahtar


Parti Merkez Komitesi’nin oluşturduğu Devrimci Askeri Komite’nin emriyle 25 Ekim (7 Kasım) gecesi Aurora kruvazöründen başlatılan top atışları eşliğinde Kışlık Saray’a hücuma kalkan binlerce Bolşevik işçi ve asker çoktan ömrünü tamamlamış burjuva Geçici Hükümeti devirerek devlet iktidarını Sovyetlerin eline verdi.

Resim Ekleme

28 Haziran 1914 günü on dokuz yaşındaki Sırp milliyetçisi Gavrilo Princip’in tabancasından çıkan kurşunlar Avusturya Macaristan İmparatorluğu tahtının varisi Arşidük Franz Ferdinand’ı son yolculuğuna uğurladığında paylaşım savaşının hızla boşalan zembereği, on yıllardır emperyalistler arası rekabet ve silahlanma yarışı nedeniyle son noktasına kadar döndürülüp sıkıştırılmış vaziyetteydi.

Kapitalist üretimin gitgide daha yüksek bir gelişim aşamasına ulaşması ve sömürgecilik siyaseti, sermaye ve gelirin en büyük bölümünü elinde bulunduran büyük bankaların sınai sermaye ile bir mali oligarşi oluşturacak biçimde kaynaşmasına neden olarak tekelleri doğurmuş; kapitalist toplumun en fazla kartelleşmiş ana sanayi kolları olan kömür ve demir üretiminde başlıca hammadde kaynaklarına tekeller tarafından el konmuş, rakip tekelci sermaye merkezleri arasında nüfuz bölgelerini genişletmek ve küçük ya da zayıf ulusları sömürmek için dünyanın bölüşülmesi ve yeniden bölüşülmesi uğruna son derece şiddetli bir mücadele başlamıştı.

Hammadde kaynakları üzerinde tekelci denetim kurma arzusunun güdülediği bu yarışa, dünya çapında bir ticaret ve finans ağının kurulması ve çelik, elektrik, petrol, sentetik kimya, içten yanmalı motorlar gibi alanlarda yeni teknolojilerin gelişimi eşlik ediyor; zırhlı, buharlı yeni tip savaş gemilerinin geliştirilmesi, o güne dek Samson’un saçları misali gücünü sanayi devriminin beşiği olmasından ve rakipsiz donanmasından alan Britanya’nın Almanya başta olmak üzere kendisine meydan okuyan yeni güçler karşısında avantajını yitirmesine neden oluyordu.

Yerkürenin Avrupalı emperyalist ülkelerin egemenliğindeki kısmı 1887 yılında %67 iken 1914’e gelindiğinde %84,4 olmuş, yani dünyanın emperyalistler arasındaki paylaşımı   hemen hemen tamamlanmıştı. Tahta çıkar çıkmaz Alman birliğinin kurucusu Başbakan Bismarck’ın Avrupa merkezli dengeci politikalarının yerine kendi dünya politikasını (Weltpolitik) devreye sokarak Almanya’nın ekonomik ve politik yayılmasına hız veren Kayser II. Wilhem’in büyük bir ticaret filosu ve güçlü bir donanma kurarak yeni pazarlar ve sömürgeler arayışına girmesi, dünyanın bir tarafta Britanya diğer tarafta Almanya’nın başını çektiği iki emperyalist kampa bölünmesini beraberinde getirmiş, bu iki kamp arasında doruğa çıkan silahlanma yarışı ve uzlaşmaz rekabet nihayet 1914’te Saraybosna suikastı bahanesiyle dünya çapında bir emperyalist yeniden paylaşım savaşıyla mantıksal sonucuna evrilmişti.

Verdun siperlerinden Sina çölüne, Galiçya’dan Pasifik Okyanusuna kadar yaklaşık on dokuz milyon insanın yaşamını yitirdiği, yirmi milyondan fazlasının sakat kaldığı bu kan denizinin baş sorumlusu olan emperyalist kapitalizm, yok edici kâr hırsının ve açgözlülüğünün bedelini 1917’de dünyanın altıda birinde karşısına dikilen Sovyet iktidarının, Budapeşte ve Berlin’de yükselen barikatların ve sömürgelerdeki ulusal kurtuluş hareketlerinin korkusuyla titreyerek ödeyecekti.

1. Nikolay Romanov’un Rus ordusuna seferberlik emrini verdiği 17 Temmuz 1914’te aklı başında herkes Rusya’nın askerî ve sınai açıdan böyle bir savaşa hiçbir şekilde hazır olmadığının farkındaydı. Kapitalist üretimin hızlı genişlemesi ve yoğunlaşmasıyla kentlerdeki sınıf mücadelesi giderek keskinleşmişti. Kırdaki durum da bundan farklı değildi. Başarısızlıkla sonuçlanan 1905 Devrimi’nin ardından Başbakan Stolypin tarafından varlıklı köylülerin durumunu iyileştirmek ve çarlık rejimine toplumsal desteği arttırmak amacıyla uygulamaya konan reformlar erzak üretimi ve dağıtımındaki sorunları gideremediği gibi kırdaki sosyal çelişkileri de arttırmıştı. Daha savaşın başlamasından birkaç gün önce Stalin’in önderliğindeki Bolşeviklerin Bakü’de başlattıkları genel grev Petrograd’a kadar uzanmış, birkaç gün boyunca başkentteki hemen hemen tüm fabrika ve ticari işletmeler kapatılmış, ayaklanan işçiler ve hükümet güçleri arasında 15 Haziran’a kadar sokak çatışmaları yaşanmıştı.

Ülke giderek yükselen bir toplumsal ve siyasi kriz içerisindeyken ilan edilen seferberlik, başlangıçta tıpkı diğer Avrupa ülkelerindeki gibi geçici bir vatanseverlik rüzgarının esmesine yol açtıysa da gerek hükümetin gerekse komuta kademesinin yetersiz ve beceriksiz yönetimi altındaki ordunun Ağustos sonları ile Eylül başlarında, Tannenberg ve Masurian gölleri savaşlarında ağır yenilgiler alması bu tabloyu hızla değiştirdi.
1916 sonbaharına gelindiğinde orduda dağılma emareleri baş göstermiş, çoğunluğu bir an önce köylerine geri dönmekten başka bir şey düşünmeyen köylülerden oluşan askeri birliklerde firarlar ve kitleler halinde teslim olmalar yaygınlık kazanmıştı. Diğer yandan savaş Petrograd, Moskova ve diğer sanayi şehirlerinde, giderek artan bir konut, yiyecek, giysi ve yakıt sıkıntısı getiriyor, emekçilerin ücretleri enflasyon karşısında hızla eriyor, işçi sınıfının buna cevabı giderek şiddetli, kitlesel ve sık grevler ile yiyecek isyanları örgütlemek oluyordu. Bunlara ilaveten, Çarlığın savaş giderlerini karşılamak için bağımlı halklardan topladığı vergileri olağanüstü arttırması ve o zamana dek askerlikten muaf tutulan halklardan da askeri hizmetlerde kullanılmak üzere işçi toplamaya kalkışması bilhassa Türkmen, Özbek, Kazak ve Kırgız bölgelerinde isyanlara yol açıyor, bir “halklar hapishanesi” olan Çarlığa karşı azınlıklar ve sömürge halklar arasında ulusal kurtuluş arzularını kamçılıyordu.

Çarlık rejiminin başkentte işçi eylemlerini bastırmak için yaptığı bütün detaylı planlara ve uyguladığı teröre rağmen, 1905 Kanlı Pazarının yıldönümü olan 9 Ocak’ta yüz elli binden fazla işçi greve gitti. Uluslararası Emekçi Kadınlar Günü’nde (Çarlık takvimine göre 23 Şubat’ta), uzun ekmek kuyruklarında bekleyen ev kadınlarının başlattığı isyan “Kahrolsun Çar!”, “Kahrolsun Savaş!”, “Ekmek İstiyoruz!” sloganlarıyla bir kitlesel bir gösteriye dönüşerek halk ayaklanmasının fitilini ateşledi. İsyanı bastırmaları için gönderilen Kazak birliklerinin eylemci işçilerin safına geçmesi ve garnizon birliklerinin de cepheyi terk etmesi Çar’ın daha fazla direnme şansını ortadan kaldırdı. 1917 Şubat (Mart) devrimiyle Rus çarlığı işçi sınıfının ve emekçilerin nasırlı elleriyle tarihe gömüldü.

Ayaklanan işçi ve askerler, İşçi ve Asker Temsilcileri Sovyetlerini kurdular. Silahlı halk kendi temsilcilerini gönderdiği Sovyetleri, halk iktidarının bir organı olarak görüyor, onların   devrimci halkın bütün taleplerini yerine getireceğini ve her şeyden önce de barış yapılacağına inanıyorlardı. Oysa o dönemde Sovyetlerin çoğunluğunu oluşturan ve Geçici Hükümette de yer alan   Sosyal-Devrimcilerle Menşevikler, devrimden, savaşı sürdürmek için yararlanmayı tasarlıyorlar, devrimin bittiğini, artık burjuvaziyle yan yana, “normal” bir anayasal düzen kurmanın zamanı olduğunu vazediyorlardı.   Emperyalist savaş karşısında işçi sınıfına ihanet edip kendi ülkelerinin emperyalist burjuvazisine teslim olan II. Enternasyonal partilerinin aksine sosyalizm davasına, proletarya enternasyonalizmine sonuna kadar sadık kalan tek parti olduğunu kanıtlamış olan Bolşevik Parti’nin “Ekmek, Barış, Toprak” sloganı ise milyonların gerçek duygularına hitap ediyor, parti safları yeni katılımlarla gitgide güçleniyor ve Sovyetlerdeki güç dengesi de Bolşeviklerden yana dönüyordu.

Kerenskiy’nin başbakanı olduğu Geçici Hükümet emekçi yığınların sesine kulaklarını tıkayıp, İngiliz ve Fransız emperyalistlerinin arzularını yerine getirerek, 18 Haziran’da cephedeki askerleri taarruza kaldırdı. Sonuç tam bir felaket oldu. Cephenin çökmesi işçi ve askerlerinin devrimci öfkesini kabarttı, kendiliğinden başlayan gösteriler birleşerek, “Bütün İktidar Sovyetlere!” sloganıyla dev bir genel silahlı gösteriye dönüştü. Geçici Hükümet göstericilerin karşısına gerici birlikler, subay ve askeri okul öğrencilerinden oluşan kıtaları çıkardı, cepheden ordu birlikleri çağırarak gösterici işçi ve askerleri kurşunlattı. Bolşevik matbaalar tahrip edildi, hakkında tutuklama kararı çıkarılan Lenin illegaliteye geçmek ve saklanmak zorunda kaldı. Devrim’in barışçıl dönemi sona ermişti, Bolşevikler burjuvazinin iktidarını silah zoruyla devirip Sovyet iktidarını kurmak amacıyla ayaklanma için hazırlanmaya başladılar.

Ağustos ayında İngiliz ve Fransız emperyalistlerinin desteğini arkasına alan General Kornilov güya Çarlık rejimini yeniden tesis etmek amacıyla ordusunu Petrograd üzerine sürünce, Kerenskiy de dahil korkuya kapılan Sosyal-Devrimci ve Menşevik liderlerin yardım diledikleri Bolşevik Parti Merkez Komitesi, işçi ve askerleri karşı-devrime karşı silahlı direnişe geçirerek Kornilov isyanını bastırdı. İsyanın bastırılması Bolşeviklerin gerek Sovyetlerdeki gerekse köylüler arasındaki etkisini her zamankinden daha da güçlendirdi. “Tüm İktidar Sovyetlere!” sloganı tekrar yükseltildi.

Nihayet Parti Merkez Komitesi’nin oluşturduğu Devrimci Askeri Komite’nin emriyle 25 Ekim (7 Kasım) gecesi Aurora kruvazöründen başlatılan top atışları eşliğinde Kışlık Saray’a hücuma kalkan binlerce Bolşevik işçi ve asker çoktan ömrünü tamamlamış burjuva Geçici Hükümeti devirerek devlet iktidarını Sovyetlerin eline verdi.

Emperyalizmin 1914’ten itibaren yarattığı kan denizinin ufkundan, bugün bile dünya işçi sınıfının yolunu aydınlatan Ekim Devrimi’nin güneşi doğmuştu.

https://gazetemanifesto.com/2019/pusula-kan-denizinden-kizil-safaga-308813/




Bu ileti en son melnur tarafından 03.11.2019- 19:02 tarihinde, toplamda 3 kez değiştirilmiştir.
Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
melnur
[ Gelenek ]
Kurucu
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 02.08.2013
İleti Sayısı: 10.954
Konum: İstanbul
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder

50 kere teşekkür edildi.
36 kere teşekkür etti.
Cevap Yazan: melnur
Cevap Tarihi: 03.11.2019- 19:06


Ekim Devrimi’nin kazanımları


“İnsanın özgürleşmesi, yalnızca niteliksel olarak yeni bir toplumsal düzeni müjdelemek amaçlı burjuva toplumunun aşılması durumu ile gerçekleştirilebilir.”  

Resim Ekleme
Umut Kuruç

1917 Büyük Ekim Devrimi’nin kazanımlarını tek tek ve kapsamlı bir biçimde yazmak bu sayfalara sığacak cinsten değil… Burada yazacaklarımız ancak değini olacaktır. Bugün neden Ekim Devrimi’nin insanlığın en büyük birikimi olduğuna dair de ipuçları vermeye çalışacağız. Belki bu satırlar, sosyalizmin insanlık için neden hala en gerçek ve gerekli düzen olduğuna dair de bir fikir verir okurlara…

1917 Büyük Ekim Devrimi insanlığın kurtuluşunun mümkün olduğunu kanıtlamıştır. Halklar hapishanesi tarih öncesinden çıkarken, beraberinde bütün dünya halklarını da ileri sıçratmıştır.

1789 ile aralanan aydınlığın kapısını, 1917 sonuna kadar açmıştır.

Sömürü mekanizmaları ile birlikte üretim araçlarında özel mülkiyet sonlandırılmıştır. Yani toprağın, tarımın, yeraltı ve yerüstü zenginliklerinin, bankaların, ormanların, suların, denizlerin, sahillerin üzerindeki özel mülkiyet toplumun, yani kamunun mülkiyetine geçmiş, insanın insanı sömürmesinin koşulları ortadan kaldırılmıştır. Ekonomik ve toplumsal olarak egemen sınıfın korunmasının güvencesi olan hukuk sistemi de sömürü düzeninin ortadan kalkması ile birlikte baştan aşağı değişmiş, eşitsizlikler ve adaletsizlik ortadan kalkmıştır.

Ekim Devrimi’yle birlikte kurulan Sovyetler Birliği’nde işsizlik, açlık, yoksulluk ve adaletsizlik yok edilirken insan aklının ve benliğinin özgürleşmesi en önemli kazanımlardan biri haline gelmiştir.

Merkezi planlamayla üretim ve sanayileşmede büyük hamleler gerçekleştirilmiştir. Planlama sadece sanayileşme ve üretimle sınırlı değildir. Eşit parasız bilimsel eğitim, toplumun entelektüel gelişimi, kültür ve sanatın bir ayrıcalık olmaktan çıkması, bilimin insanlık için en önemli başlık haline gelmesi, bilimsel ilerlemeler, eşit parasız sağlık hizmeti, kadınların toplumun eşit bileşenleri olarak özgürleşmesi, çalışma saatlerinin kısaltılması, insanın insan gibi yaşamasının koşullarının sağlanması…

Artık hiçbir şey eskisi gibi değildir. Halklar hapishanesi sömürücülerin başına yıkılırken Sovyet halklarıyla beraber dünya emekçileri için de karanlıktan çıkışın kapısı açılmıştır.

Sömürüye, eşitsizliğe ve adaletsizliğe karşı kurtuluşun emekçi sınıfların hakkı olduğu bunun için mücadelenin ve yeni bir düzenin kuruluşunun hem mümkün hem de bir hak olduğu bütün dünya halklarına Büyük Ekim Devrimi ile birlikte gösterilmiştir.

Bugün emperyalizmin bütün göz ardı etme çabalarına ve karalamalarına rağmen tarihsel gerçek açıktır: Sovyetler Birliği İkinci Dünya Savaşı’nda yirmi milyondan fazla insanını kaybederek faşizmi yenmiş ve bu zaferi de insanlığa armağan etmiştir.

Bütün dünyada, özellikle emperyalizmin işgal ve tahakkümündeki ülkelerde kurtuluş mücadelelerinin ateşi yanmaya, anti emperyalizm başat bir mücadele başlığı haline gelirken Sovyetler Birliği’nin siyasi ve toplumsal pratikleri dünya emekçilerine ilham olmuştur. Kapitalizm tavizler verirken, emekçi sınıflar önemli kazanımlar elde etmişlerdir.

Bu büyük devrimin en önemli kazanımlarından biri de örgütlü gücün karanlığı ve sömürü düzenini alaşağı ederek aydınlık ve eşit bir toplumu kurabileceğini göstermiş olmasıdır. Bu kuruluşun temelinde de örgütlü bir toplumun inşası vardır. Emekçiler iktidardadır ve siyaset bir avuç zorbanın ve patronun elinden alınarak bütün topluma aittir artık.

Bu yeni düzen, karanlığın ve sömürünün tahakkümünde dayatılan cehaletin, bencilliğin ve bugün pek moda oda olan bireysel kurtuluş hülyalarının, çürümüşlüğün, biat etmenin yerine, insanın insan olmasını sağlayan aydınlıkla birlikte aklı özgürleşen, gelişkin, örgütlü yepyeni bir insanın varlığını hedefler. Toplum, ilişkiler buna göre kurulur. Aydınlığın insanı eğitimle, bilimle, kültür ve sanatla yepyeni referanslarla karanlığın insanına karşı mücadele edecektir.

Aydınlığın karanlıkla mücadelesinin bir aşaması kapanmıştır belki ancak emperyalizmin saldırganlığıyla savaşlar, işgaller ve katliamlar milyonlarca insanın yaşamına mal olmaktadır. Buradan çıkışın yolu insanlığın en ileri birikimi olan 1917 Büyük Ekim Devrimi’nde yatmaktadır: Emperyalizme karşı mücadele olmaksızın kurutuluş yoktur!

Kapitalizm gerçek kimliğiyle sömürüyü arttırırken emekçi sınıflar örgütsüzlüğün en yakıcı boyutuyla karşı karşıyadır. Kapitalizmin iyi huylusu yoktur. Tarihsel birikimimiz ve içerisinde yaşadığımız barbarlık bunu açıkça göstermektedir. Kurtuluş emekçiler için haktır, yolu örgütlü mücadeledir. Ekim Devrimi bu gerçekliği bize göstermektedir.

Karanlıkla mücadele olmaksızın kadınların kurtuluşu söz konusu değildir. Kadınların özgürlüğünün zemini ise 1917’yle birlikte nasıl sadece Sovyetler Birliği’nde değil, sosyalizmin varlığıyla bütün dünyada kurulmuşsa yine bu tarihsel birikime dayanarak kurulacaktır!

İnsanın özü safsataları ve bireysel kurtuluş reçeteleri emperyalizmin ve sermaye düzeninin işleyişini sürdürmenin en önemli ideolojik araçlarındandır. Karanlığın insanına karşı aydınlığın insanının mücadelesi tarihseldir, Ekim Devrimi’yle birlikte kurulan toplumsal zemin bize hem bunu hem de insanın özü safsatalarının gerçek dışı olduğunu göstermiştir. Bugün ortaçağ karanlığından kurtuluşun tek tek değil, bir bütün olarak yeni bir toplumsal yaşamda ancak mümkün olduğu tarihsel bir gerçektir.

Sovyetler Birliği ve sosyalizmin çözülüşü için büyük çaba sarf eden kapitalizmin insanlığa vadettiği şey savaş, ölüm, işgal, sömürü ve gericiliktir, karanlıktır. Başkaca da vadedeceği hiçbir şey yoktur. Bugün kapitalizmin-emperyalizmin barbarlığını iliklerine kadar yaşayan insanlığın kurtuluşu sadece ve sadece yeni Ekimlerle olacaktır.

Aksi takdirde bir avuç azınlık bütün kaynaklara, varlıklara ve emekçilerin ürettiği zenginliğe el koyarken, geri kalanımıza gericiliğin ve sömürünün kıskacında karanlık, yoksulluk, işsizlik ve savaş düşmeye devam edecektir.

“Ya sosyalizm, ya barbarlık” sloganı belki de hiç olmadığı kadar güncel ve gerçektir. Tarihsel birikimimiz de bu doğruyu teyit ediyor.

İnsanlığın en büyük kazanımını yeniden ayağa kaldırmak ve bizden çaldıkları aydınlığı, eşitliği, adaleti ve özgürlüğü geri alabilmenin biricik yolu yeni Ekimlerdir.

https://gazetemanifesto.com/2019/pusula-ekim-devriminin-kazanimlari-308814/



Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
melnur
[ Gelenek ]
Kurucu
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 02.08.2013
İleti Sayısı: 10.954
Konum: İstanbul
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder

50 kere teşekkür edildi.
36 kere teşekkür etti.
Cevap Yazan: melnur
Cevap Tarihi: 03.11.2019- 19:09


Bize yeni Ekimler gerek


Birinci Dünya Savaşı’nın sonucu Rus, Avusturya ve Osmanlı İmparatorlukları’nın yıkılmaları oldu. Birinin küllerinden 1917 Devrimi ile SSCB, diğerinin küllerinden 1923 Cumhuriyet’i çıkmıştı. Her iki olgu, dünyada emperyalizmin postalı altında ezilen onlarca mazlum halka ilham kaynağı olmadı mı?

Resim Ekleme
Ali Ateş

1923 Cumhuriyeti’nin kuruluşunda 1917 Büyük Ekim Sosyalist Devrimi’nin müstesna bir yeri bulunuyor. Bugüne kadar anti-komünizmi devlet politikası haline getiren ülkemiz sermaye devleti, bu gerçeğin üzerini hep örtmüş, komünizm bir öcü ve SSCB’yi ise bir tehdit olarak propaganda etmişti.

Ancak tarihi gerçekler, 1919 yılında başlayan Kurtuluş Savaşı’na ilk desteğin sosyalist Rusya’dan geldiğini yazmaya devam ediyor. Diplomatik ve siyasi destek kadar mali ve silah yardımının bizzat Lenin tarafından sağlandığı tarihi belgelerle bir tokat gibi Amerikancıların suratına her gün fazlasıyla vuruyor.

Ama bundan daha önemlisi, 1917 Ekim Sosyalist Devrimi’nin, emperyalizmin sömürüsü altında yaşamaya mahkum bırakılan mazlum ulusların da kurtuluş ümidi olmasıdır. 1917’den hemen sonra Bakü’de toplanan Doğu Halkları Kurultayı, 1917 Ekim Devrimi’nin emperyalist işgale, sömürgeciliğe karşı direnen mazlum halkların mücadele zemini olmuştu. Tıpkı Türkiye gibi.

Birinci Dünya Savaşı olarak tarih kitaplarına geçen aslında emperyalist paylaşım savaşı olarak nitelendirdiğimiz ve bütün Avrupa’yı yıkıp geçen savaş unutulabilir mi? Dönemin Almanya’sı ve İngiltere’si arasındaki rekabetin yol açtığı emperyalist savaşın aslında nasıl bir barbarlık olduğu hala hafızalarımızda. Birinci Dünya Savaşı’nın sonucu Rus, Avusturya ve Osmanlı İmparatorlukları’nın yıkılmaları oldu. Birinin küllerinden 1917 Devrimi ile SSCB, diğerinin küllerinden 1923 Cumhuriyet’i çıkmıştı. Her iki olgu, dünyada emperyalizmin postalı altında ezilen onlarca mazlum halka ilham kaynağı olmadı mı?

Emperyalist dünyanın aç gözlü barbarlığı, Birinci Dünya Savaşı ile sona ermedi. İkinci Dünya Savaşı, görülmemiş hesabı yine masaya getirmişti. Almanya’da faşizm önce ülkesini sonra bütün Avrupa’yı kana bulayan kara bir tarihi kanla yazmıştı. Nazi Almanya’sının doğuşuna ve SSCB’ye saldırısını izleyen ve sosyalizmin yıkılması adına faşizmi görmezden gelen dönemin bütün batı devletleri, faşizm postalının kendi ülkelerini işgale başladığını görünce büyük bir şaşkınlık yaşamışlardı. Eğer bugün dünyada faşizm belası yoksa, yine Berlin’e kadar giren SSCB’nin kızıl ordusu sayesindeydi. Avrupa halklarının faşizm belasından kurtulmasının haklı gururu komünistlerin üzerindedir.

Bugün 1917 Ekim Devrimi’nin kurduğu SSCB yok. 1991 yılında çözülüşten bu yana emperyalizmin bütün dünyayı nasıl kana boğduğunu yaşayarak görüyoruz. Yugoslavya, Ortadoğu, Afganistan’da yaşananlar ilk akla gelenler. İki kutuplu dünyadan tek kutuplu dünyaya geçildi. Ancak bugün emperyalist ülkeler arasındaki rekabet, dünyamızı çatışmalara gebe çok kutuplu bir sürece doğru itmektedir. Bütün dünyada temel tehdit olarak gösterilen SSCB’nin yokluğuna rağmen dünyada savaşların, yıkımların, yoksulluğun ve katliamların ortadan kalkmadığı her geçen gün yeniden ama yeniden görülüyor.

Yugoslavya’yı paramparça ettiler. Afganistan’ı işgal ettiler. Hemen ardından Irak işgali hala bitmeyen sorunlarla devam ediyor. Libya yok edildi. Bugün Suriye’de ve Yemen’de yaşananlar emperyalist dünya barbarlığının sonucundan başka bir şey değil. Yeri geldi doğrudan işgalle, yeri geldi vekalet savaşlarıyla emperyalizm kana hiç doymadı.

Dün “komünistler Moskova’ya” diyenler bugün ülkemizde iktidar. Anti-komünist bir çerçevede ülkemizde siyasal İslamcılardan faşist MHP’ye kadar 1923 Cumhuriyeti’nin en büyük destekçisi SSCB’ye karşı ABD emperyalizminin yanında yer almışlardı. NATO’ya üye olan Türkiye, aslında Gladio’ya üye olmuştu. Bu gizli örgütlenme, ülkemizdeki bütün katliamların sorumlusu. Eğer bugün FETÖ varsa tam da bu ilişki nedeniyle var. “Komünistler Moskova’ya” diyen dinciler ve faşistler, bugün ittifak içinde devleti yönetiyorlar. Sabah akşam ABD ve Avrupa Birliği emperyalizminin tehdidi altında Amerikancılık yapmaya ise devam ediyorlar. İşte bu doğal süreç çok iyi görülmeli.

Ülkemizdeki AKP iktidarının yolunu anti-komünizm döşemiştir. Bugün 1923 yılında kurulan Cumhuriyet ister yıkılmış, ister tehdit altında, ister tahrip edilmiş deyiniz; bu durumun kaynağında AKP’nin 17 yıllık iktidarı olduğu açık olsa gerek. AKP’nin 17 yıllık iktidarı, aslında 1923 Cumhuriyeti’nin reddiyesi ve karşıtlığı üzerine yaşandı, yaşanıyor. Eğer Cumhuriyet’in değerlerine ve kazanımlarına sahip çıkacaksak, açıktır ki, bu değerlerde harcı olan 1917 Ekim Devrimi’ni de sahiplenmek her yurtseverin önüne koyması gereken tarihsel bir gerçektir.

Dünyada ve ülkemizde yaşanan barbarlığın, gericiliğin ve sömürünün panzehiri yeni Ekim’ler. 100 yıl önce Rusya’da kıvılcımı çakılan sosyalist devrim, bugün ülkemizin kurtuluşunun da en önemli referans noktası olmaya devam ediyor.

https://gazetemanifesto.com/2019/pusula-bize-yeni-ekimler-gerek-308815/



Yeni Başlık  Cevap Yaz



Forum Ana Sayfası

 


 Bu konuyu 1 kişi görüntülüyor:  1 Misafir, 0 Üye
 Bu konuyu görüntüleyen üye yok.
Konuyu Sosyal Ortamda Paylas
Benzer konular
Başlık Yazan Cevap Gösterim Son ileti
Konu Klasör Büyük Ekim Devrimi melnur 4 1805 08.11.2023- 06:19
Konu Klasör Ekim Devrimi (Rus Devrimi - Bolşevik Devrim) spartakus 0 5147 22.08.2015- 13:51
Konu Klasör Fransız Devrimi 224 yaşında! melnur 2 4309 26.07.2022- 05:58
Konu Klasör Küba Devrimi 57 yaşında solcu 2 5535 02.01.2020- 07:38
Konu Klasör Alman Devrimi 100 yaşında: Vardık varız, var olacağız melnur 4 2763 16.01.2022- 00:02
Etiketler   TKH:,   Büyük,   Ekim,   Devrimi,   102,   yaşında.
SOL PAYLAŞIM
Yasal Uyarı
Sitemiz Bir Paylasim Forum sitesidir Bu nedenle yazı, resim ve diğer materyaller sitemize kayıtlı üyelerimiz tarafından kontrol edilmeksizin eklenebilmektedir. Bu nedenden ötürü doğabilecek yasal sorumluluklar yazan kullanıcılara aittir. Sitemiz hak sahiplerinin şikayetleri doğrultusunda yazı ve materyalleri 48 Saat içerisinde sitemizden kaldırmaktadır.
Bildirimlerinizi info@solpaylasim.com adresine yollayabilirsiniz.
Forum Mobil RSS