SolPaylaşım  
Ana Sayfa  |  Yönetim Paneli  |  Üyeler  |  Giriş  |  Kayıt
 
OTURUYORSAN KALK; AYAKTAYSAN YÜRÜ; YÜRÜYORSAN KOŞ!
Yurt ve dünya sorunlarına soldan bakan dostlar HOŞGELDİNİZ .Foruma etkin katılım yapabilmeniz için KAYIT olmalısınız.
Yeni Başlık  Cevap Yaz
Sosyal demokrasinin iflası-yenilgisi...           (gösterim sayısı: 2.535)
Yazan Konu içeriği
Üye Profili boşluk
melnur
[ Gelenek ]
Kurucu
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 02.08.2013
İleti Sayısı: 10.954
Konum: İstanbul
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder

36 kere teşekkür etti.
50 kere teşekkür edildi.
Konu Yazan: melnur
Konu Tarihi: 18.02.2020- 08:34


Sosyal demokrasinin iflası denildiğinde ilk akla gelen sanırım   Bernstein, Kautsky ve 2.Enternasyonal'dir. Süreç biliniyor, Bernstein'ın Marksizm konusundaki savrulması, diyalektiğe aykırı olarak ''sıçramalı değişim'' yerine kendiliğinden bir evrimci çizgiye gelmesi, ve bunun sonucu, salt parlamenter mücadele yöntemleriyle kapitalizmin sosyalizme evrileceği ve hatta devletin sınıfsal niteliğinin de görmezlikten gelinerek Marksizmin bir (gerici-sağ) revizyona tabi tutulması... -hem sosyal demokrasinin (revizyonizmin) doğuşu ve hem de doğduğu anda iflası (yenilgisi) anlamına gelmekteydi. Sonrasında çeşit çeşit sosyal demokrat tavırlarla karşılaştık... Mutlaka Marksizmin ideolojik tahribatı anlamında da değil, doğrudan doğruya güncel siyasette tutulan yol ve alınan tavır da bir anlamda sosyal demokrasinin iflası anlamına gelmiyor mu? Lenin ikinci enternasyonal anlayışını ''döneklik'' olarak yerin dibine gömerken ideolojik-teorik bir yanlışlığın değil daha çok siyasal bir yanlışlığın savunulması nedeniyle çılgına dönüyordu. Kuşkusuz ideolojik-teorik sapma veya yorumlar da eleştiri dışı tutulamaz ama,   sosyal demokrasinin görünen özelliği olan günceldeki yer tutuş asla göz ardı edilmemelidir.

İnternette başka bir şey ararken karşıma ''eski'' bir Aydemir güler yazısı çıktı. Okuduğumda da aklıma bunları getirdi. Hiç kuşkusuz ayrıntılandırılmalıdır; günümüzle çok ilintili olduğunu düşünüyorum. Ama önce Aydemir Güler'in yazısı.




Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
melnur
[ Gelenek ]
Kurucu
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 02.08.2013
İleti Sayısı: 10.954
Konum: İstanbul
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder

50 kere teşekkür edildi.
36 kere teşekkür etti.
Cevap Yazan: melnur
Cevap Tarihi: 18.02.2020- 08:39


Belge'nin tarih çiziktirmeleri - Aydemir Güler


Murat Belge son olarak “Hopa’da adam öldüğü, bir başkasının ağır yaralandığı haberini okuyordum. Nedir, nedendir, Türkiye’de ‘siyaset’ denince böyle bir şey anlamak gerekir? Ortalık kan revan içinde kalmadıkça siyaset siyaset olmaz? Birileri bununla AKP’ye oy kaybettireceğini umuyor herhalde” incisiyle gündeme geldi.

Böylece Belge dört dörtlük bir AKP'ci yorum ortaya atmış ve kanı dökülen solcuların anti-AKP bir seçim kampanyası yürüttüklerini iddia etmiş oluyordu.


Belge'nin aklına Erdoğan'ın, 2009 itibariyle sol oyların yüzde 60'ın üzerinde ve AKP oylarının ise yüzde 30'un altında olduğu Hopa'da ne sebeple miting yaptığını sormak gelmemişti.

Ama Belge yaşamını kaybeden Metin Lokumcu'nun ÖDP üyesi olduğunu da mı duymamıştı? Bilmeyen veya unutanlar için not edersek, Murat Belge de bir süre öncesine kadar aynı partinin üyesiydi!

Murat bey, İletişim yayınlarının Modern Türkiye'de Siyasi Düşünce, cilt 8, Sol kitabına yazdığı “ana çizgiler” yazısında ÖDP üyeliğini belirtir. Bu kitabın birinci baskısı 2007, ikinci baskısı 2008'de yapılmış...

Belge'nin eski partili arkadaşı hakkındaki bu Tayyipvari bakışı bu yazının vesilesi. Ama konumuz bu değil. Konumuz “Türkiye'de Sosyalizm Tarihinin Ana Çizgileri”.

1960'ların Demokrasisi
Belge'nin Sol derlemesine birinci yazı olarak giren çalışması bir vesileler girişiyle başlar ve Osmanlı-Türkiye tarihine ilişkin, solu tartışmak için bir arkaplan sunma amacıyla sınırlı bir özetle devam eder.

Yazının kurgu ve dilindeki özensizliği ve savrukluğu bir kenara bırakacağım. Ama sosyalist hareketin 1920'deki kısa süreli toplumsal canlılığından sonra, asıl önemli ve kitlesel bir güç haline geldiği 1960'lara bakışın üstünden atlayamayacağım.

“27 Mayıs'ın getirdiği 1961 Anayasası, nüfusun büyük çoğunluğunun köylü (ve mantık gereği 'cahil') olduğu bir toplumda, bu seçmenleri kandıracak kötü niyetli bir hükümetin kazandığı iktidarı suiistimal etmesini önleyecek hükümlerle dolduruldu ve buna göre kurumlar kuruldu. Seçim düzeni DP'nin devamı olduğunu iddia eden partiyi iktidara getirmişti sonunda ama 27 Mayıs ürünü yasalar ve anayasa iktidarın iktidar kullanımını kısıtlıyordu. Anayasayı yapanlar, okumuş kentli nüfusu cahil kırsal yığınların yanlış siyasi tercihlerinden korumak için aldıkları tedbirlerle 'yürütme'yi kısıtlamış oldular bu da, Türkiye'nin kendine özgü koşullarında, bir 'demokratikleşme' imkanı gibi göründü.” (s.25)

Bu pasaj karakteristiktir. Ancak biraz anakroniktir de. Zira Belge, olsa olsa günümüz “AKP solculuğunun” uyacağı böyle bir arkaplanın önüne 1960'lardan bir sol bulup yerleştiremeyecektir. Ana çizgiler, aslında 1960-1980 dönemi solculuğun üstüne atılan çizikler olacaktır.

1961 Anayasasının nüfusun çoğunluğunun önünü kesmeyi gözettiği fikri yazıda desteklenmeksizin bırakılır. Oysa yazar, istese 1960'ların ikinci yarısından 1980'lerin başına kadar, yani on beş yıla yakın bir süre, 1961 Anayasasının topluma bol geldiği, istikrarsızlığa neden olduğu yolundaki sağ argümanlara kolaylıkla ulaşabilirdi. 27 Mayıs darbesinin resmi bayram olduğu koşullarda Demirel ekolünün eleştirisi böyle bir kisveye bürünmüştü. Sağa kalırsa, 27 Mayıs Türkiye'de hiç yapılmaması gereken bir işi yapmış ve solu serbest bırakmıştı!

12 Mart döneminde başlayan Anayasayı tırpanlama denemeleri, asıl hedefine 12 Eylül sonrasında ulaşacaktı.

Kentli azınlığın köylü çoğunluktan “korunduğu” ise, kısaca ve özetle doğru değildir. 1961 Anayasasının konuyla bağlantılı hassasiyeti, 1950'lerin siyasal iktidara neredeyse tekel gücü ikram eden yapısını değiştirmekle ilgiliydi. O kadar ki, yeni rejime eşlik eden seçim sistemi, içerdiği milli bakiye hesaplamasıyla tek bir oyun mecliste karşılıksız kalmaması arayışındaydı. Türkiye İşçi Partisi bu sayede aldığı oyların oranına milimetrik biçimde isabet eden bir temsil oranına kavuşacaktı.

Eğer köylülük Türkiye sağı anlamına geliyorsa, 1960'lar “demokrasisi”nin diğer dinamiklere de adaletli bir temsil olanağı sunduğu ve bu anlamda pratikte ve ister istemez sağa “tedbir getirdiği” söylenebilir. Ancak içinde adalet duygusunu barındıran ve Demirel'i, 12 Mart generallerini üzen bu tedbirlerin Murat Belge'yi neden rahatsız ettiği belli değildir.

Tarihsel olarak 1960'ların yarattığı rahatsızlık, düzenin istikrarsızlaşması ile açıklanmıştır ve bu, kuşkusuz sağ, muhafazakar, konformist bir açıklamadır. Belge ise, çoğunluk-azınlık demagojisiyle daha örtük bir sağcılık geliştirmeyi denemektedir.

Öte yandan 27 Mayıs'ın bir askeri darbe olması, onu önceleyen dönemin aydınlık, izleyen dönemin ise karanlık olmasını gerektirmez. Kırların kentlere oranla daha cahil olması ise dalga geçilecek bir tuhaflık değil, açık seçik bir dünya gerçeği değil midir?

Kimin demokrasisi?
Zaten asıl konuya, sol harekete geldikçe, 1960'ların dalga geçilen demokrasisi ile kısa süreli de olsa solun yaşadığı bahar eşleşecektir. Yeri gelmişken, demokrasi tartışmasının solsuz ve emekçisiz, bütünüyle düzen içi yapılar çerçevesinde yürütülmesine bir itiraz notu düşmek isterim. 1960'lar dahil herhangi bir periyot demokrasi açısından değerlendirilecekse, emekçilerin özgürlük alanı ve solun etkisi birinci derecede dikkate alınmak durumundadır. Demokrasi burjuva siyasetinin kanatları arasındaki dengeden çok daha fazla mücadele halindeki toplumsal sınıflar arasındaki ilişkilerle ilgili bir konudur. Bana sorarsanız, 1960'ları görece demokratik kılan da aralarında Türkeş'in de yer aldığı subayların eyleminin kendinden menkul özellikleri değil, işçi sınıfının ve onu temsilen sosyalist hareketin doldurduğu alandır.

Sinop'tan Bakü'ye yol var mı?
Sonra sola geliyoruz... Belge'nin Mustafa Suphi'yi Sinop'tan Bakü'ye kaçırmasına ise bir özensizlikten ibaret olmakla birlikte takılmak durumundayım. Karadeniz değil Hazar kıyısındaki Bakü, Suphi'nin daha sonraları gittiği yerlerden biridir ve 1920 Eylülünde hem Komintern'in Doğu Halkları Kurultayı, hem de TKP'nin Kuruluş Kongresi de burada toplanacaktır.

Ama Bakü, Suphi'nin 1914'te Sinop'tan kaçtığı ve “sosyalizmle tanıştığı” yer olmak için biraz uzak kalır!

Çekoslovakya böler mi?
Lakin Türkiye solunun “parçalanması”nı Çekoslovakya ile açıklamak, özensizlikten de öte bir yanlıştır.

Çekoslovakya olaylarına 34. sayfanın ikinci sütununun sonunda girilir. Aybar'dan başlayarak konuyla ilgili Türkiye solunun konumlanışlarına şöyle bir değinilir. Bunun bittiği nokta 35. sayfanın birinci sütununun son paragrafıdır:

“Böylece sol harekette parçalanma da başlamış oldu. Zamanla bu parçalanma artarak devam etti ve '70'lerin sonunda kırk küsur fraksiyondan söz edilir oldu.” (s. 35)

Solda bölünme süreçlerinin Çekoslovakya olaylarıyla bağlantısı pek kısmidir. Dönemin TİP Genel Başkanı Aybar ile Boran-Aren arasında ilk etapta bir farklılık da kendini göstermemiştir. Elbette konu çok önemlidir. Ancak bölünmeleri belirlemesi hiçbir biçimde söz konusu olmamıştır. Kim bilir, belki de unutkan Belge'nin içinden solun parçalanmasında bir Rus parmağı görmek geçmiştir!

Özensizlikse sürer. Solun parçalanmaya başladığı tespitinin hemen ardından “1968'den 12 Mart'a Doğru” ara başlığını görürüz. Bu ara bölümün içinde Talat Aydemir hareketinden de söz eder yazar. Bu sırada tarih olarak “60'lar” denmekte ve okuyucu basitçe yanılgılar karşısında savunmasız bırakılmaktadır. Zira Talat Aydemir ilk darbe girişimini 1962'de, ikincisini 1963'de denemiş, 1964'te de idam edilmiştir. Olay ara başlıkla açılan 1968'den dört yıl önce kapanmıştır aslında!

Aşırı uçlar
Ancak iri yanlışların yanında bu tür sürçmeler sevimli bile sayılabilir.

“Solun hapishanede geçirdiği yıllarda örgütlenmesini genişletme imkanlarını bulan MHP ve onun gençlik örgütü Ülkü Ocakları, bir 'kan davası'na hazırlanmıştı. Çatışma bir kere başladıktan sonra, aşırı sağın da manevra alanı alabildiğine genişleyecekti.” (s. 40)

12 Mart sonrasına böyle giriliyor. 1970'lerin sonları ise şöyle yorumlanıyor:

“'Sağ' ile 'Sol' arasında, herhangi bir modern toplumda varolması son derece normal olan, kıyasıya geçmesi de yine olağan sayılan çatışma, böylece, bu görüşleri en 'uçta' temsil edenlerin denetimine verilmiş oldu.” (s. 41)

Murat Belge'ye göre 1970'lerin çatışma ortamı aşırı uçlar arasında bir düello, bir kan davasıdır. Bu yaklaşımın aşırı yüzeysel olduğunu söylemek durumundayım. Dahası, zaten yürütülen operasyon 1960'larda emekçilerin mücadelesini, işçilerin hak arayışlarını, ülkenin bağımsızlığını, aydınların demokrasi taleplerini, Kürtlerin eşitlik ve adalet isteğini vb ifade eden “sol”u, uça itmeyi hedefliyor, bu anlamda önce siyaset yelpazesinde marjinalleştirmeyi amaçlıyordu. Sol, halkın vicdanı sayılmaktan çıkıp “aşırı uç” haline geldiğinde kaçınılmaz biçimde daralma, ufalma yoluna da sokulmuş olacaktı.

Faşist hareketin ve devletin terörünü böyle okumak gerekir. Bu anlamda sosyalist hareket gayrı meşru bir “aşırı uç” değildir.

Faşist hareket ise, düzenin merkez güçlerinin çok çok sağında, özerk bir bölgede iş çevirmiyordu. 1970'lerin ikinci yarısında giderek berraklık kazanan, askeri darbeye uygun bir atmosfer yaratma stratejisi düzenin (ve emperyalizmin) merkezi yaklaşımı olmuş, MHP bu anlamda merkezi bir misyon ifa etmiş, hiç de “aşırı uç”ta yer almamıştır!

Ancak Belge darbeye giden yolu da bir tuhaf yorumlar:

“Bu adı konmamış iç savaş durumu büyük bir gerilim ortamı yarattı (...) sağın ve solun 'ana' partileri, savaşan uçları durduramazlardı, çünkü o uçlar üzerinde böyle bir otoriteleri yoktu. Bu durumda demokrasiyi korumak için yanyana gelebilirlerdi. Oysa Demirel'in hırçın politikası bunu aşağı yukarı imkansızlaştırmıştı (...)
“Böylece toplum 1980'de gerçekleşen üçüncü darbeye doğru, dümensiz ve serdümensiz sürüklendi.” (s. 41, 42)

Burada emperyalizmin Şili'den Afganistan'a, Türkiye'ye kadar geliştirdiği önlem seti yok. Dünya ekonomisinin İkinci Dünya Savaşı sonrasına damga vuran büyüme evresini kapatan kriz yok. Kalkınmacı, sanayileşmeci, ithal ikameci dönemin sonuna gelinişi yok. Faşist çetelerin CIA ve TSK bağlantılarıyla düpedüz kontrgerilla olarak yapılandırılması yok. İşçi sınıfının mücadelesi yok. Demirel'in hırçınlığı var!

Belge'nin hafızasını mı kutlayalım, bilimsel yöntem anlayışını mı siz karar verin!

Geri sol, çıkışsız sol
Belge'nin hatırladığı sol, “liberal” ve “entelektüel” her şeye düşmandır! (s. 46) Milliyetçidir. Devletçidir. Altı okçudur. Ve cahildir.

“Daha eğitimli üst sınıflar, 'egemen sınıf' kategorisine girdiği için, 'sosyalist militan' onları ve değerlerini dışlamak durumundaydı.” (s. 46)

Öyle ki, sosyalist hareketin olağan durumu, kadını aşağılamayı içeriyordu. Solcunun ne yemek zevki vardı, ne müzikten anlardı. Sanat yararsız addedilirdi.

Murat Belge ise aşırı ölçülerde unutkan değilse, solu aşağılamayı ilke edinmiş bir yalancı olarak görülebilir.

Türkiye sosyalist birikimini abartmak yersiz ve temelsizdir. Ancak, genel olarak solcu olanların tamamını falan değil, sadece komünistleri, TKP'nin tezgahından geçmiş olanları bile 20. yüzyıl Türkiye'sinin entelektüel yaşamından dışarı atarsanız, geriye bir enkaz kalacağından emin olabilirsiniz. Ruhi Su varken, solun müziksiz olduğunu söyleyebilmek cüret işidir doğrusu.

Sosyalist hareketin düzenin çeşitli sektörlerine yaptığı kadro transferlerini iyi bilen Belge'den biraz daha titizlik beklerdim doğrusu!

Bitiriyorum. Belge, sosyalist hareketin kendisini önceleyen akımlar tarafından belirlendiğine işaret ediyor ve son cümleyi şöyle yazıyor: “Böyle bir ortamda sosyalizmin gelişmesi imkansız değilse de çok zor olmalıdır.”

Belge çizgilerin üstüne işte böyle çizik atıyor. Kuşkusuz AKP eteklerinde yorumculuk yapmak sosyalizmin gelişmesi için çabalamaktan daha kolay oluyor.


Murat Belge, “Türkiye'de Sosyalizm Tarihinin Ana Çizgileri”, Modern Türkiye'de Siyasi Düşünce, cilt 8, Sol, İletişim yayınları, İkinci baskı, İstanbul, 2008.

https://haber.sol.org.tr/yazarlar/mlam-tarih-komisyonu/belgenin-tarih-ciziktirmeleri-43284



Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
melnur
[ Gelenek ]
Kurucu
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 02.08.2013
İleti Sayısı: 10.954
Konum: İstanbul
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder

50 kere teşekkür edildi.
36 kere teşekkür etti.
Cevap Yazan: melnur
Cevap Tarihi: 19.02.2020- 09:38


''AKP eteklerinde yorumculuk yapmak'' diyor yazısının son paragrafında Aydemir Güler. Murat Belge'ye açıkça ''yalancı'' da diyor. Çünkü Belge yalan söylüyor, yaşananları tahrif ediyor, yanlış yorumluyor ve tam da   siyasi iktidarın işine gelecek şekilde evirip çeviriyor. Murat Belge'nin yazısı da Aydemir Güler'in ona yönelttiği eleştiriler de 2008 sonrası ve dolayısıyla Murat Belge hiç de yalnız değildir. Dinci gericiliğin sağ liberal çevrelerle işbirliği yaptığı süreç ''çevrenin merkeze yürüdüğü'' bir demokrasi ve insan hakları yürüyüşü olarak yorumlanıyordu ve bu yürüyüşe o zamana kadar solun içinde, kenarında olduğu varsayılan bir kısım çevreler de doğrudan veya dolaylı olarak katkı vermeye başlamışlardı. Aydemir Güler Murat Belge'yi yakalamış ve onun   şahsında bu sol liberal avaneye hakettiği yanıtı vermiş. İyi de her şey bu kadar değil; bir dönem AKP ve hatta cemaatin de içinde bulunduğu gerici yapılanmaya destek veren, ona ideolojik ve entelektüel tahkimatta bulunanlar sadece bu sol liberal kesim de değildi. Forumları, bu sözde sol, sosyalist ve dahi enternasyonalist forumları hiç es geçmeyelim. Şimdilerde ''kaka liberalizm'' söylemlerine aldanmayın, onlar o zamanlar neyse, şimdi de aynı yerdeler. O zaman da   ''gizli AKP'ci''ydiler, şimdi de öyle. Köylü kurnazlığı içinde o zaman da AKP'ye toz kondurmuyorlardı, şimdi de. O zamanlar için tek tehlike kendilerine benzemeyen her siyasi yapıyı, ne olduğunu bile bilmeden ''ulusalcı'' olarak nitelediği kesimlerdi; şimdi de çok farklı değiller.

Bir saplantı haline mi geldi; neden hemen her konuyu ''sözde sol, sosyalist ve dahi enternasyonalist forumlar''la ilişkilendirmek diye akla gelebilir. Yanıtı çok net, o kadar çok kirlettiler, sol, sosyalizm ve enternasyonalizm kavramlarını o kadar çok yanlış yorumladılar ve buralara girip çıkan sol sempatizan gençliği öylesine çok yanılttılar ki, yıka yıka çıkmaz. Gerçekliği kendi bilinçlerinde de artık düzelmeyecek bir şekilde tersine çevirdiler, o ayrı, yapacak da bir şey yok. Ne var ki, nesnelliğin bu forumlara nasıl yansıdığı konusu mutlaka ele alınmalı, bıkıp usanmadan tekrar tekrar yorumlanmalıdır. Sürdürülen yanlış öyle böyle değil, somutlaştırılarak ve örneklerle bu yanılsama göz ardı edilmemeli, peşi bırakılmamalı... Nerelerde yanlış yapıldığı, yaşananları kavramak, o şarlatanlığı tanımak ve bir daha o yanlışlığa da düşmemek adına bu hesaplaşma mutlaka gerçekleştirilmelidir. Sorun sadece Murat Belge veya benzer üç beş isim olsa hiç önemli değil, ama sorun o kadar büyük ve bu sorunun tam merkezinde de özellikle bu sözde sol forumlarda yazılanlar, çizilenler varken ...

***
Sosyal demokrasi, reformizm veya günümüzde Türkiye gerçeğindeki karşılıkları sol liberal olarak nitelendirilen kesimlere yöneltilen eleştiriler, İşçi sınıfını inkar, proleter diktatörlüğün reddi ...vb. değildir. Aydemir Güler'in yazısında da görülebileceği gibi, yakın tarihi yorumlamak, güncel gelişmeler karşısında tutulan yol, ideolojinin siyasete aktarılmasındaki ipe sapa gelmez yanlışlıklar...-özetle güncelle ve siyasetle ilişkili olanlar bağlamında yapılmaktadır. Dün de bugün de AKP'ye teğet geçerek, üzerinden atlayarak siyasi bir konumlanış almanın proleter diktatörlüğü savunuyor ya da savunmuyor olmasının veya proletaryanın öncülüğünü kabul etmenin veya etmemenin   ne kadar önemi olabilir ki? Gericilik adım adım tek adam diktatörlüğüne dönüşürken, proletarya ve diktatörlüğü konusunda gevezelikte bulunmak doğrudan veya dolaylı yoldan dinci faşizmin ekmeğine yağ sürmek anlamına geldiği sanırım anlaşılmadığı sanılıyor. Oh, ne güzel ve ne kadar tehlikesiz! Ülkenin en az yarısı bu otoriter tek adam rejimine karşı her türlü tehdit, baskı ve hapisliği göze alıp mücadele ederken bir yerlerde ''proleter diktatörlük, devletin sınıfsallığı'' gevezelikleriyle oyalan!!

Ne Murat Belge yalnız...
Ve ne de bu tipler sadece köylü kurnazı...
Samimiyetsiz bunlar...
Enternasyonallikleri de sadece burjuva kozmopolitizmi anlamına geliyor.

''Sosyalizm'' ve ''enternasyonalizm'' lafları edişlerine bakılmasın, dün de öyleydiler bugün de...İçinden geçmekte olduğumuz sürecin ihtiyacı olan Bernşteinleri, Kautsky'leri bunlar...


Hiç farkları yok!






Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
melnur
[ Gelenek ]
Kurucu
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 02.08.2013
İleti Sayısı: 10.954
Konum: İstanbul
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder

50 kere teşekkür edildi.
36 kere teşekkür etti.
Cevap Yazan: melnur
Cevap Tarihi: 11.03.2020- 08:13


Dün akşam telefon etti, daha önce sözünü ettiğim ve bir zamanlar bizde yazıp ta ne olduğunu, neyi savunduğunu bir türlü anlayamadığım, ve açıkçası kendisinin de ne olduğuna neyi savunduğuna bir anlam veremediğini düşündüğüm ama nedense ''enternasyonalistim'' diyerek bir şeylerin üzerini örttüğünü sanan arkadaşım; evet aradı ve ''ne o şimdi de beni Bernstein ve Kautsky mi ilan ettin?'' diyerek yakındı.

''Nerden çıkardın, seni düşünerek yazdığımı?'' diye yanıtladım. Elimden geldiğince bir analiz yapmaya çalışıyorum ve Türkiye'de ve dünyada siyasal devrimin öncelikle ulusal bir karakter taşıdığı, hepimizin önceliği bu konuya ayırmamız gerektiği, bu konuda en ileri yorumun da ''devrimin hazırlanması'' gerçeğinde yattığını söyledim. Dinlemiyor, enternasyonalizm olmadan ulusal ölçekteki devrimin bir anlamı olmadığını ve komünizmin tamamlanması için enternasyonal bir partinin şart olduğunu, gerçek özgürlüğün enternasyonal düzeyde yazılacağını...-falan, anlatıp duruyor. ''araya bir de boğaz köprülerinin galata köprüsünden daha uzun olduğunu sıkıştırsaydın'' diyorum. Ya da ''Karadeniz'in sularının Marmara'dan daha yüksekte olduğu ve bu yüzden üstten Marmara'ya doğru sürekli bir akıntının olduğu...'' Anlamadı.

''Sen sadece ulusal ölçekteki siyasal devrimin hazırlanması yolunda bir siyaseti savun'' diye devam ettim. ''Bırak şu enternasyonalizm çerçevesindeki gevezelikleri...Her ülke kendi siyasal devrimini gerçekleştirecek, her devrimden sonra emperyalizmden bir halka kopacak ve bu süreç süreklilik kazanarak emperyalizmin dünyasal egemenliğine son verilecek. Maddi anlamda da enternasyonal birlik te o zaman gerçeklik kazanacak. Enternasyonalizm tek bir dünya partisinin organizasyonunda bir dünya devrimi olmadığı gibi, gereksiz gevezeliklerle ulusal ölçekteki siyasal devrimin hazırlanması sürecini sulandırmak ta olmamalı. Ve üstelik enternasyonal örgütlenme sadece bir ulusal ölçek devrimcisinin elinde olmayan bir şey. Başka ülkelerde de devrimci partiler ortaya çıkacak, bunlar da bir dayanışma içinde sosyalizmin teorik ve pratik sonuçlarını ve emperyal kapitalizmin dünyadaki durumunu analiz edecekler, siyasetler üretecektir. Tekrar olsun, enternasyonal kavramı sosyalizmin bilimselliğini ve Marks'a göndermeyi içerir. Ulusal ölçekte başlayan sürecin uluslararası düzeyde sonuçlanacağı anlamını içinde taşır. Ama bizim ülkemizde özellikle Troçkist geçinenlerin ve Troçkist olduklarını söylemeseler de Troçkist sitelerden etkilenip tırtıklama yapanların ulusal ölçekte devrim kaçkınlığının bir malzemesi haline gelmiş, getirilmiştir.'' Dedim. Gönlünü almak için de ''bu sözlerim sana değil, yanlış anlama'' diye de ekledim.

Enternasyonal bir devrimci sürecin   ulusal ölçekteki devrimlere   maddi ve moral destek vermesi bir yana aynı zamanda tamamlayıcısıdır. Ulusal ölçekteki devrimleri daha ileri taşıyabilme gibi bir niteliği de olacaktır. Ne var ki bütün bu gerekçeler bir ulusal ölçekteki devrimin   öncelikle o ölçek içinde öznellik ve nesnellikle ilintili olduğu gerçeğini önemsizleştirmez; dünyada enternasyonalist bir oluşum olsa da olmasa da, böyle bir birliğin sağlanmasında yeterli ortak irade ortaya çıkmış olsa da olmasa da, bir sosyalistin önceliği o ulusal ölçekte siyasal devrimin hazırlanmasına katkı sunmasıdır.

Enternasyonal birlik ya da devrimin boyu bugünün dünyasında dünün dünyasına göre daha fazla uzamıştır. Marks'ın hayaletinin Avrupa'da dolaştığı zamanlarda hem ulusal ölçekteki devrimler ve hem de bu devrimlerin birbirine bağlanma aralığı nispeten yakındı. Avrupa devrimden devrime koşuyordu çünkü. Bugünün dünyası ile o günün dünyası bir ve aynı değildir. Kapitalizmin eşitsiz gelişmesi ile her ülkedeki siyasal devrim koşullarının farklılığı hem ulusal ölçek devrimlerini ve hem de birbirlerine bağlanma süreçlerini farklılaştırmıştır. Bu durum enternasyonalin önemini ve gerekliliğini azaltmaz kuşkusuz ama enternasyonalizm gevezeliklerini ve ulusal ölçekteki siyasal devrim perspektifini sulandırma çabalarının devrim kaçkınlığı olarak nitelenmesine yol açar.

Sosyalizmin tamamına ermesi için emperyalizmin dünyadaki hegemonyasına son vermek gerek argümanı arkasında enternasyonalizm gevezelikleriyle oyalanmak, bir daha söylüyorum, devrim kaçkınlığından başka bir şey değildir.   ''Sen öncelikle siyasal devrim perspektifiyle donan, bu uğurda ikirciksiz bir siyasal tavır takın, enternasyonalizm için zaten çok zaman olacaktır'' da dedim. Anladı mı, anlamadı mı bilmiyorum ama bu kez ''Bernsetein ve Kautsky benzetmene ne diyelim?'' diye sordu.

Bernstein ve Katsky'nun en öne çıkan tavrı siyasal devrimin gereksizliğinden yola çıkıp reformlarla ve evrimci bir çizgide sosyalizm edebiyatı yapmak değil miydi? İşte ben de buna dayanarak bu örneklemede bulunmuştum. Siyasal devrim perspektifini sadece lafta kullanıp enternasyonalizm zevzeklikleriyle bulanık hale getirenlerin bu reformistlerden ne farkları var? Üstelik emin ol, adını sosyal demokrasi olarak koyacaksak ben bu tür bir siyaseti savunanları dahi Troçkist gevezeliklerle oyalananlardan çok daha bütüncül ve samimi buluyorum.

Bana öyle geliyor.








Bu ileti en son melnur tarafından 12.03.2020- 03:25 tarihinde, toplamda 1 kez değiştirilmiştir.
Yeni Başlık  Cevap Yaz



Forum Ana Sayfası

 


 Bu konuyu 1 kişi görüntülüyor:  1 Misafir, 0 Üye
 Bu konuyu görüntüleyen üye yok.
Konuyu Sosyal Ortamda Paylas
Benzer konular
Başlık Yazan Cevap Gösterim Son ileti
Konu Klasör Sosyalizmin yenilgisi barbarlığın yükselişi melnur 1 3010 28.10.2017- 20:09
Konu Klasör Sosyal yurtseverlik, sosyal şovenizm vesaire... melnur 0 4507 14.08.2013- 15:33
Konu Klasör 'Demokrasinin zerresi dahi yok' dayanışma 4 3643 12.05.2014- 18:09
Konu Klasör Demokrasinin geleceğine ilişkin tartışmalar yeni bir boyut kazanıyor... melnur 3 828 22.09.2022- 16:40
Konu Klasör CHP: Sosyal demokrat mı liberal mi? melnur 4 4174 15.05.2020- 11:44
Etiketler   Sosyal,   demokrasinin,   iflası-yenilgisi.
SOL PAYLAŞIM
Yasal Uyarı
Sitemiz Bir Paylasim Forum sitesidir Bu nedenle yazı, resim ve diğer materyaller sitemize kayıtlı üyelerimiz tarafından kontrol edilmeksizin eklenebilmektedir. Bu nedenden ötürü doğabilecek yasal sorumluluklar yazan kullanıcılara aittir. Sitemiz hak sahiplerinin şikayetleri doğrultusunda yazı ve materyalleri 48 Saat içerisinde sitemizden kaldırmaktadır.
Bildirimlerinizi info@solpaylasim.com adresine yollayabilirsiniz.
Forum Mobil RSS