SolPaylaşım  
Ana Sayfa  |  Yönetim Paneli  |  Üyeler  |  Giriş  |  Kayıt
 
OTURUYORSAN KALK; AYAKTAYSAN YÜRÜ; YÜRÜYORSAN KOŞ!
Yurt ve dünya sorunlarına soldan bakan dostlar HOŞGELDİNİZ .Foruma etkin katılım yapabilmeniz için KAYIT olmalısınız.
Yeni Başlık  Cevap Yaz
Devrimin Gölgesinde: Ekim Devrimi sonrası siyasetten Leninizm dersleri...           (gösterim sayısı: 1.281)
Yazan Konu içeriği
Üye Profili boşluk
melnur
[ Gelenek ]
Kurucu
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 02.08.2013
İleti Sayısı: 10.988
Konum: İstanbul
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder

36 kere teşekkür etti.
50 kere teşekkür edildi.
Konu Yazan: melnur
Konu Tarihi: 29.04.2020- 06:56


Kemal Okuyan'ın yazdığı ve alt başlığı ''Berlin, Varşova, Ankara 1920'' olan Devrimin Gölgesinde adlı kitap Nevzat Evrim Önal tarafından yorumlanarak SOLportal'da bir yazıya dönüştürülmüş. İyi de yapmış. Çünkü hemen her konuda, belki ''önemli'' her kitapta bu tür değerlendirmelere ihtiyaç var ki, onunan şey açısından daha da ufuk açıcı bir derinlik oluşabilsin. Sanırım devamı da olacak bu yazının. Yazının başlığındaki ''Ekim Devrimi sonrası siyasetten Leninizm dersleri'' ibaresi Nevzat'ın okumasından çıkardıklarının da bir özeti...

Kemal Okuyan'ın kitabının tanıtımı ilgili bölümüzde layıkıyla var. (   https://www.solpaylasim.com/k7927-kemal-okuyan-yazdi-devrimin-golgesinde.html ) Ama Nevzat'ın yazısı sıradan bir kitap tanıtımının ötesine   geçmeyi hak eden bir çalışma. İçinde geçen başlıkların belki de her biri ayrı bir tartışma/inceleme konusu... Bu yüzden ayrı bir başlık ihtiyacı duyulmuştur. Yazarın yazısı tamamlandığında ayrıca da yorumlanabilir düşüncesindeyim.

Devrimin Gölgesinde (1) üzerine: Ekim Devrimi sonrası siyasetten Leninizm dersleri...
NEVZAT EVRİM ÖNAL


Birkaç gün önce 150 yaşına basan ölümsüz yoldaşımızın anısına saygıyla…

Leninizme yönelik, sahiplenenleri arasında dahi yaygın bir yanlış (ya da işe geldiği gibi) anlama onun bir “pratik yöntemi”nden ibaret görülmesidir. Buna göre Marx işin bilimini yapmış, kapitalizmin işleyiş yasaları ve zaaflarını ortaya koymuş, Lenin de buradan çıkarttığı sonuçları siyasete tahvil edip Rusya’da devrim yapmıştır. Bu düşüncenin “zannettiği” Lenin bir karikatürdür: Şubat Devrimi’yle curcunaya dönmüş 1917 Petrogradı’nın dalgalı siyaset denizinde gemisini yürüten bir işbilir kaptan; kafasında kırk tilki gezinip kırkının da kuyruğu birbirine değmeyen, bir gün bir şey deyip ertesi gün tam tersini söyleyen ve allem edip kallem edip sonunda iktidara çöreklenen bir komplocudur resmedilen. Düşmanlarının onu böyle görmesi, böyle anlatması normal; ama Marx’ın temellerini attığı teorik birikime en önemli katkıyı yapan, devrimci olmayan nice emperyalizm tanımı ve kuramının karşısına tek devrimci emperyalizm kuramını koyan komünistin kimi “taraftar”larınca da bu biçimde övgüye mazhar olmasında bir tuhaflık var.

Düşmanın eleştirilerinin övgüye çevrilip içselleştirilmesi bir zayıflık patolojisidir; çocuksu bir özgüven eksikliğinden kaynaklanır, solda başka örnekleri de vardır ve bizden uzak olsun. Ama bunun ötesinde, bu indirgemeci bakış çok önemli bir soruna kapı açıyor: Lenin’in siyasetinin günübirlik, teoriden kopuk ve dolayısıyla “parçalı”, işe gelen enstantanelerinin bağlamından kopartılıp bir takım alakasız argümanları desteklemekte kullanılabileceği, işe gelmeyen kısımlarının da göz ardı edildiği bir değerlendirmesine.

Bizim iddiamız ise şudur: Lenin Ekim Devrimi ve sonrasında siyaset yaparken ortamın inanılmaz karmaşıklığı içerisinde sürekli olarak Bolşeviklere mal edeceği tutarlı (ve olabildiğince sade) bir devrimci doğrultu yakalamaya çalışıyor; bunu yapmak için her şeyden önce Marksizmin, bir kısmını bizzat geliştirdiği teorik önermelerine yaslanıyor, gelişmeleri onların sağladığı mercek altında inceliyordu. Bu zaman zaman çok çetrefilli bir işti, “sıfır hatayla” yapılması imkânsızdı (ve zaten yapılamadı) ama nihayetinde başarıya ulaştı. Sovyetler Birliği, o parlak başarının eseriydi.

Bu yazı, bu iddia doğrultusunda, Kemal Okuyan’ın son kitabı Devrimin Gölgesinde: Berlin, Varşova, Ankara 1920’nin bir okuması ve tartışması olarak yazılıyor.2

Anlamanın anahtarları
Ömrünü adadığı devrimci mücadelenin dar ya da geniş herhangi bir kesitinde Lenin’i anlamanın (ve daha önemlisi, yanlış anlamamanın) iki anahtarı olduğunu düşünüyorum.

Bunlardan birincisi, tüm sosyalizm mücadelesi tarihinde, dogmatizmden Lenin kadar arınmış ve aynı anda Marx’ı Lenin kadar içselleştirmiş bir Marksist bulmanın imkânsız olduğunu bilmektir. Lenin çok gelişkin bir diyalektik materyalistti. Onun dünya kavrayışında tek bir olgu ya da ilişki dahi değişmez değildi. Burada kastım liberallerin pek sevdiği bir kronik sorgulayıcılık, cin fikirlilik, aykırı olmayı marifet sayma davranışı değil. Lenin, somut koşulların somut tahlili için teoriye güvenirken, daima koşulların öznenin eylemine ne denli olanak tanıyacağı ve güç sağlayacağına bakardı. Açık söylemek gerekirse, hayatı boyunca tek bir olgu ya da ilişkiye kendisinin ve parçası olduğu kolektif öznenin dönüştürücü eylemini hesaba katmadan, bir seyirci gibi baktığını düşünmüyorum.

Tek bir örnek vermek yeterli olacaktır: Lenin, Şubat Devrimi ardından döndüğü Rusya’da Nisan Tezleri’ni yazdığında ilk karşılaştığı engel bizzat Bolşevik Parti saflarındadır.3 İtirazlar biri daha açık ifade edilen iki zeminde gelmektedir. Birincisi Lenin’inkinden çok daha geri, dogmatik bir Marksizm kavrayışının ürünüdür: “Hiçbir toplumsal düzen taşıyabileceği tüm üretici güçler gelişmeden yok olmaz” sözünü bizzat Marx söylememiş midir? Dolayısıyla burjuva devrimin daha yeni gerçekleştiği ve henüz tamamlanmadığı Rusya’da sosyalist devrim nasıl yapılabilir? İkincisi ise daha samimi, ancak duygusaldır: “Güçsüzüz, yapamayız.”

Oysa varoluşu tüm Bolşevik yoldaşlarından daha diyalektik biçimde kavrayan Lenin hiçbir toplumsal olgu ya da ilişkinin kendi gelişme sürecini bir mükemmel olgunluğa ulaşarak tamamlayamayacağını, ancak böyle bir noktaya yakınsayabileceğini bilmektedir. En ileri, devrimci halini bizzat formüle ettiği emperyalizm teorisi ışığında kapitalist üretim biçiminin birbirinden izole “Rus kapitalizmi”, “Alman kapitalizmi” gibi parçalara bölünerek ele alınamayacağını ve üretici güçlerin dünya çapında ulaştığı gelişmişlik düzeyinin eşitsiz biçimde tüm ülkelerde devrimi mümkün hale getirdiğini görmektedir. Ve hayatı boyunca gerçekçilikten kopmaksızın aramayı hiç bırakmadığı devrim koşullarının, yine hayatı boyunca olabildiğince bu koşullara uygun biçimde kurmaya gayret ettiği özneyi yani öncü partiyi, sınıflar mücadelesinin diyalektik yasaları gereği inanılmayacak boyutta ivmelendirebileceğini bilmektedir.

Kurşunu öldürücü kılan boyutu değil kazandığı hız ve hedeflediği gövdede ne kadar can alıcı bir noktaya isabet ettiğidir. Sınıflı bir toplumda can alıcı nokta baştır, siyasi iktidardır. Bu da bizi, onu anlamanın ikinci anahtarına getirir.

İkinci anahtar “amaç disiplini”dir.

Lenin’in tüm hayat eylemi, siyasi iktidarı, tarihin sınıflı toplumlar parantezini kapatmak için işçi sınıfı adına ele geçirme mücadelesiydi.4 Örneğin, aşağıda daha detaylı ele alacağız, bu çerçevede Paris Komünü deneyimini çok özel bir dikkatle incelemişti. Kelimenin geri kalan çoğu şeyi önemsizleştirecek biçimde tek bir konuya odaklanma (fiksasyon) anlamında kesinlikle saplantılıydı.5 Bu, kapitalizmin yıkılışının devrimsiz olamayacağı yönündeki temel Marksist önermeyi içselleştirmesi kadar bu ülküye, yani kapitalizmin yıkılıp sınıfsız, sömürüsüz toplumun kurulması amacına tutkuyla sarılmasıyla alakalıydı. Lenin’in hayat hikâyesi bu amacın dışında kalan ve vaktini çaldığını düşündüğü şeylerden vazgeçme öyküleriyle doludur. Ve buna rağmen bu nitelikli devrimci ne bilim ne sanat konusunda asla sığlaşmamış, bilakis amacına odaklandıkça bu alanlarda da daha derin analiz ve eleştiriler yapabilir hale gelmiştir.

Lenin, bu amaç tekliği ve odaklanmışlık akılda tutulmadan anlaşılamaz. Lenin’in hayatı boyunca yazdığı her satır, aldığı her karar, yaptığı her siyasi konuşma ancak bu üst belirleyen bağlamında incelendiğinde bir anlam ifade eder. Zaten öteki türlüsü, Lenin’in hayatının insanlık tarihinin bugüne dek en hızlı aktığı elli yıla denk geldiği de (ki, Lenin’i Lenin yapan bu tarihsellik ve bu tarihselliğe doğru yanıtları verebilmesidir) düşünüldüğünde, tarih-dışı bir anlama çabası olacaktır. Böyle okuduğunuzda, temel eserleri bile, örneğin İki Taktik ve Nisan Tezleri, birbirini çelecektir.

Bu iki temel anahtarı akılda tutarak, meseleyi özne-eylem bütünlüğü içerisinde incelemeye çalışacağım. Sorumuz şudur: Devrimin Gölgesinde’de ele alınan kesitten Leninist örgüt ve siyaset adına hangi dersler çıkıyor?

Örgüt tasarımı: Titizlik mi, sekterlik mi?

"Devrimi soyut bir ülkü olarak arzulayan değil, öznel bir tutkuyla arayan Lenin böyle bir fırsatın kendi siyasi yaşantısında olsa olsa bir kez geleceğinin farkındaydı ve devrimci koşullara mümkün olan en devrimci partiyle girme çabasındaydı."

Kitapta Alman devrimine dair, devrimin çeşitli aşama ve yönlerinin sağladığı olgularla desteklenerek sunulan temel tahlil, bir özne-devrim uyumsuzluğu. Almanya savaşın son aylarından başlayarak hayli uzun sürecek bir devrimci krize yuvarlanıyor ve Alman işçi sınıfı, bir ölçüde Ekim Devrimi’nden de aldığı ilhamla, birden fazla kez kendiliğinden (ya da büyük ölçüde kendiliğinden) kalkışmalarla iktidarın eşiğine geliyor; ne var ki Almanya Komünist Partisi bir türlü bu çalkantıyla rezonansa giremiyor. Giremiyor, çünkü devrim başlayana dek ortada örgütlü bir parti değil, Alman sol hareketinin en ileri kadrolarının Spartacus dergisi çevresinde öbeklenmesiyle oluşmuş “enformel bir şebeke” var.6 Başka, nesnel olumsuzluklar da var kuşkusuz, her şeyden önce Alman burjuvazisi siyaset yapmayı Rus burjuvazisinden çok ama çok daha iyi biliyor; ama devrimci partinin örgütsüzlüğü her dönemeçte kendisini çarpıcı biçimde gösteriyor, olmadık insanlar kendilerini olmadık rollerde buluyor, korkunç trajediler yaşanıyor ve nihayetinde devrim yeniliyor.

Lenin’in devrimci örgüt konusunda sürekli altını çizdiği mesele amaç doğrultusunda örgütlülüktü.7 Devrimci örgütün nasıl olması gerektiği konusunda görece erken dönemde yürüttüğü tartışmalarda temel vurgusu daima buydu. Tek amaç doğrultusunda örgütlülük, bu doğrultuyu garanti altına alacak kanatsız, merkeziyetçi yapı ve tüm örgütün verili herhangi bir anda ortak tek bir gündemle siyaset yapması. Lenin böyle bir örgüt kurmak için o denli şiddetli polemikler yürüttü ki, bu çaba doğrultusunda yazdıkları bağlamından kopartılıp bol bol sekterliğe malzeme yapıldı.

Oysa mesele “küçük olsun, bizim olsun”culuk değildi. Lenin için parti yalnızca devrime öncülük etmek için vardı8 ve daha ötesi, diyalektik gereği kendisini gerçek bir özne olarak ancak devrimci durumda ortaya koyabilirdi. Devrimci duruma kadar geçecek tüm zaman canlı siyasetin içerisinde sürdürülecek bir hazırlıktı ve kendi dönemini önceleyen modern devrimlerin tümünü dikkatle inceleyen Lenin iki şeyden emindi: (1) Devrimci durumda egemen ve ezilen sınıf arasındaki temel ilişki çözülmeye başlayacağı için bütün toplumsal yapı-üstyapı bütünlüğü da beraberinde çözülecek, ortaya benzersiz bir kaos çıkacaktı. Bu ortamda ezilenler adına iktidarı ele geçirmeye soyunacak öznenin toplumun geri kalanıyla birlikte çözülmeye uğramaması, aksine burjuva siyaset aygıtları çözülüp dağılırken kendi bütünlüğünü koruyabilmesi esastı. Bir amaç disiplini etrafında ve görev disiplini çerçevesinde, hiyerarşik olarak örgütlenmiş kadrolardan oluşan bir parti bu yüzden mutlak bir gereklilikti. (2) Devrimci durum öznenin iradi müdahalesiyle değil, kapitalizmin biriken iç çelişkilerinin patlaması sonucunda ortaya çıkacaktı. Hiç yoktan, iradi müdahaleyle devrimci durum yaratılamazdı. Öte yandan, emperyalist bir dünya sistemi haline gelmiş olan kapitalizmin hiyerarşik yapısı krizleri ortadan kaldıramıyor ancak mütemadiyen erteliyor, erteledikçe de sistemin tamamında çelişki birikiyordu. Bu çelişkinin dünya çapında hangi ülke ya da ülkelerde ve hangi siyasi başlık üzerinden patlak vereceğini öngörmek çok zordu; ancak kriz patladığında, değerlendirilmezse kapanacak büyük bir fırsat penceresi açılacaktı.

Devrimi soyut bir ülkü olarak arzulayan değil, öznel bir tutkuyla arayan Lenin böyle bir fırsatın kendi siyasi yaşantısında olsa olsa bir kez geleceğinin farkındaydı ve devrimci koşullara mümkün olan en devrimci partiyle girme çabasındaydı.

Lenin için, en yakınındaki yoldaşı tarafından dahi şaşkınlıkla “devrimci durum patladığında basbayağı kâhine dönüştü” denmesinin sebebi, bu hazırlıklılıktır.9

Alman devrimcilerinin en ileri olanlarının dahi bu öncü, disiplinli örgüt ve devrime hazırlıklılık fikirleriyle arası iyi değildi, hiç olmadı. Ekim Devrimi’nin ardından Rosa Luxemburg “Lenin ve Troçki’nin diktatörlük teorisinin barındırdığı zımni varsayıma göre, sosyalist dönüşüm, devrimci bir partinin cebinde taşıdığı ve sadece enerjik bir biçimde pratiğe geçirilmeyi bekleyen hazır bir formüldür. Bu ne yazık –ya da çok şükür ki- doğru değildir” diye yazıyordu.10 Troçki şöyle dursun, Lenin’in elinde bir reçete olduğu ve bunu uygulamaya koyduğu bir safsatadır. Luxemburg kendisini safsatalara kaptırmayacak çapta bir devrimci olduğuna göre bu satırlarda itiraz edilen Bolşeviklerin devrimci atılımlarını hangi siyasi karar süreçleriyle gerçekleştirdikleri değil öncülük müessesesidir. Kendi adıma bu itirazın (en azından bir ölçüde) ilkesel olmaktan ziyade yokluktan kaynaklandığını; kendisi de devrimci durumun eşiğindeki Almanya’da devrimi aramakta olan Luxemburg’un çubuğu elde olmayana (öncü parti) değil olana (kendiliğinden bir kitlesel kaynama halinde olan, siyasi bilinç ve tecrübesi daha gelişkin işçi sınıfı) büktüğünü düşünüyorum.

Ne var ki, Alman devrim ve karşı devrimi Lenin’i haklı çıkarttı. Devrimci durum patladığında yerleşik düzen ortadan kalktı ama sadece devrimcilerin işine gelecek biçimde değil, herkes için… Devrimci bir özne sürece örgütlü biçimde ağırlık koyamadıkça bulanık ortamda11 herkes her şeyi yapabilir, her kılığa girebilir, en önemlisi de sosyal demokratlar işçi sınıfına her türlü ihaneti edip onun adına siyaset yapmaya devam edebilir hale geldi.

Sonuç yenilgi ve trajedi oldu. Devrim fırsatı kaçırıldı, Almanya Komünist Partisi’nin pek çok kadrosu ve Alman işçi sınıfının öncü işçileri katledildi. Karşıdevrim 1924-1929 arasında dünya çapında yaşanan lale devriyle soluklandı, sonra nasyonal sosyalizmle komünizmin sadece Almanya’da değil tüm dünyadaki kazanımlarına korkunç bir saldırı başlattı.

Siyaset icrası: Pragmatizm mi, diyalektik mi?
"Dünya savaşı kendinde bir şey değil emperyalist dünya krizinin bir sonucudur ve normal koşullarda emperyalist sistem nasıl çelişki biriktiriyorsa, kriz koşullarında da sermaye değersizleşmesiyle birlikte çelişki tahliye eder..."

Okuyan’ın kitabı ele aldığı dönemi esasen Sovyet dış politikası üzerinden incelerken, Leninist siyaset pratiği konusunda çok önemli dersler sunuyor.

Daha önce de vurguladığımız üzere Leninizmin en önemli güçlerinden biri, teorik kavrayışıdır. Sovyet dış politikası söz konusu olduğunda bilhassa önemli hale gelen emperyalizm teorisinin Lenin tarafından geliştirilmiş olması bu açıdan bir “tesadüf” olarak görülmemelidir. Lenin hiçbir konuya devrim mücadelesinden bağımsız bir kişisel merak üzerinden yaklaşmazdı ve emperyalizm teorisi konusunda gösterdiği hassasiyet devrimin teorik zeminini burada görmesinden kaynaklıydı.

Leninist teori emperyalizmin kapitalizmin herhangi bir aşaması, ya da çağdaş aşaması değil, “son aşaması” olduğunu vurgular.12 Kapitalizm artık coğrafi olarak yayılamayacak bir dünya sistemidir ve zaten bu yüzden bir dünya savaşına sürüklenmiş; yine bu yüzden dünya savaşı ile dünya devrimi arasında ayrılmaz bir diyalektik bağ oluşmuştur. Lenin’in emperyalizm teorisinde savaş ile devrim arasında kurduğu ilişkinin Emperyalizm broşürünü savaş sırasında yazıyor olmasından kaynaklı bir “geçici duruma göre teori üretme” olduğu büyük bir yanlış kanaattir. Lenin broşürde “sömürgeci yayılmacılığın sonuna gelindi, bundan sonrası yalnızca emperyalistler arası rekabet” demektedir. Savaş bu rekabetin mantıki ve kaçınılmaz sonucudur ve bu, tek bir dünya savaşıyla kalmayacaktır. Emperyalist dünya sistemi var olduğu müddetçe paylaşılmış dünyanın yeniden paylaşımı için rekabet sürekli savaş eğilimi yaratacak, her savaş ise bir sonrakinin tohumlarını ekecektir.

Lenin “dünya savaşına cevap olarak her ülkede iç savaş” tezine bu düşünce sistematiğiyle varır. Bu tez Emperyalizm broşürünü önceler, Lenin’in o teorik sıçramasına giden ideolojik mücadelesinde bir basamaktır.

1917’de Rusya’da bu başarılmıştır ve 1918’in ikinci yarısından itibaren Almanya benzer bir sürecin sancılarını çekmektedir. Okuyan kitabında Rusya ve Almanya’daki devrimci durumların farklılıkları kadar benzerliklerini de vurguluyor.13 Benzerlikler önemli bir işaret aynı zamanda; zira kendi kapitalistleşme süreçleri ve toplumsal mirasları arasında önemli farklar olsa da emperyalist savaşın iki tarafındaki Almanya ve Rusya, aynı sistemin görece denk parçaları oldukça benzeşmeye, benzer nesnellikler sergilemeye başlıyor. Asıl farklılık ise, yukarıda işaret ettiğimiz üzere, devrimci ve karşıdevrimci öznelerin niteliğinde kendisini gösteriyor.

Bu ortamda Ekim Devrimi, Sovyet Rusya’nın konsolidasyonuna yönelmek ile Alman Devrimi’ne el uzatmak arasında sıkışıyor ve bu başlık dış politikayı sadece belirleyen değil, çatallandıran bir nitelik kazanıyor. Konu o kadar karmaşık ki Bolşevik Merkez Komite’nin pek çok üyesi farklı pozisyonlar takınıyor, pozisyonlarını sık sık değiştiriyor, yeni kurulan Üçüncü Enternasyonal ile Sovyet Rusya Dışişleri Komiserliği arasında ciddi gerilimler ortaya çıkıyor.14

Bu karmaşık dönem, dikkatli incelendiğinde, Lenin’in teorik gelişkinliğini nasıl dâhice siyasete tahvil ettiğini belki de en fazla gösteren ipuçlarını sunuyor. Marksizm bilgisi ve emperyalizm kavrayışı Lenin’e iki çok önemli “eğilim verisi” sunuyor: (1) Savaş yorgunu emperyalistler arasında Sovyet Rusya’ya karşı bir “karşı devrim enternasyonali”15 kurulmuş olsa da, bu cephe kendi iç rekabetleriyle her zaman istismar edilebilecek (ve mutlaka istismar edilmesi gereken) çatlaklar barındıracaktır. (2) Dünya savaşı kendinde bir şey değil emperyalist dünya krizinin bir sonucudur ve normal koşullarda emperyalist sistem nasıl çelişki biriktiriyorsa, kriz koşullarında da sermaye değersizleşmesiyle birlikte çelişki tahliye eder; yani kriz sonsuza dek sürmeyecek ve kriz hafifledikçe karşı devrim enternasyonalinin iç çelişkileri de hafifleyecektir.

Lenin’in bu kavrayışı Ekim Devrimi’nin doğru zamanlanabilmesini sağlamıştır.16 Aynı kavrayış Lenin’in, kitapta ayrıntılarıyla ele alınan dış politika maharetine zemin teşkil etmiştir; zira aslında benzer (ya da en azından benzer bir düşünce sistematiğiyle ele alınabilecek) bir durum söz konusudur. Alman Devrimi de zamana karşı yarışmaktadır ve 1919’un başındaki ilk yenilginin ardından fırsatın kaçıyor olduğu her geçen gün daha belirgin hale gelmektedir.

Sayısız problem barındıran bu süreç, çok sayıda sarsıntının yanı sıra, büyük kayıplara sebep olmamakla birlikte nihayetinde yenilgiyle sonuçlanan Polonya seferine rağmen başarılı biçimde yönetilmiştir. Dönemin Dış İşleri Komiserliği görevini yürüten Çiçerin’in anlattıklarına17 bakılırsa Sovyetler Birliği’nin kuruluş sürecine emperyalistlerle yürütülen müzakerelerde Lenin’in öngörüleri büyük rol oynamıştır. Bu beceriyi bir önceki bölümde ele aldığımız “hazırlıklılık” meselesine bağlayan bir vurguyu Çiçerin “hepimiz için yeraltı devrimci partisinin eski görüşlerinden iktidardaki hükümetin gerçekliğine olan dönüşüm oldukça zor oldu” sözleriyle yapmaktadır. Lenin tüm Bolşevikler içerisinde bu dönüşümü en hızlı kavrayıp içselleştirendir ve Nisan Tezleri’nden itibaren Bolşeviklere mümkün olan en etkili biçimde öncülük yapabilmesini sağlayan en temel unsur bu “iktidar bilinci” sıçraması olmuştur.

Bu iktidar bilinci ve iktidara gelmiş olmanın oluşturduğu yeni diyalektik ilişkiler göz ardı edildiğinde, Lenin’in 1917 sonrası yazdığı ve yaptığı pek çok şey pragmatizme, hatta oportünizme malzeme yapılabilir. Okuyan kitapta Lenin’in bu biçimde en fazla suiistimal edilen eseri olan Sol Komünizm üzerinde bu yüzden bilhassa duruyor.18 Zira Ekim Devrimi ile Alman devrimini birleştiren devrimci dönem bütünlüklü biçimde kavranmadan ve Ekim Devrimi’nin dünya devrimi açısından ne denli büyük bir kazanım, işçi sınıfı açısından ne denli büyük bir silah anlamına geldiği anlaşılmadan; 1919 yılı ilerlerken her gün daha şüpheli hale gelen Alman devrimine destek vermek için Ekim Devrimi’nin kazanımlarının tehlikeye atılmasının nasıl giderek anlamsız hale geldiği, Lenin’in bu zor ama zorunlu kararı nasıl verdiği de anlaşılamaz. Bu anlaşılamadığında da Sovyetler Birliği konusundaki en önemli tartışma başlıklarından biri olan “tek ülkede sosyalizm” meselesinde doğru biçimde akıl yürütmek mümkün değil.

Sonuç
Başta not düştüğüm üzere bu tartışma, kitabı çok sınırlı bir çerçevede ele almış oluyor. Öte yandan, insanlar kitleler halinde evlere kapanmış olsa da tarihin çok hızlandığı, emperyalist hiyerarşinin giderek çözümsüz hale gelen bir krizle dağılmaya başladığını görüyoruz. Tarih pek yakında bizim de önümüze Lenin ve yoldaşlarının önüne koyduğuna benzer sorular koyacak ve bu sınavı geçenler insanlığın geleceği adına söz söyleme görev ve olanağına kavuşacak. Devrimin Gölgesinde bu yüzden mutlaka okunması ve tartışılması gereken bir kitap.

1 Kemal Okuyan, Devrimin Gölgesinde: Berlin, Varşova, Ankara 1920, İstanbul: Yazılama, 2019. Yazı boyunca bu kitaba verilecek referanslar yalnızca sayfa numarası olarak notlanacaktır.
2 Okuyan’ın kitabı kesinlikle bu konuya daraltılamayacak derecede çok boyutlu. Her şeyden önce eser, Birinci Savaş’ın ardından patlayıp sönen başarısız Alman devrimine dair çok kapsamlı ve değerli, bol ders barındıran bir eleştiri sunuyor. Benzer biçimde Ekim Devrimi ile Kemalist devrim arasındaki ittifakın daha önce tartışılmamış boyutlarına dair özgün tezler barındırıyor. Bu yazıda, eldeki konuyu derinlemesine tartışabilmek için, kitabın bu ve başka pek çok zenginliğine hemen hiç değinmemiş olacağız.
3 Dönemin hararetli tartışmalarına dair yeni bir katkı için bkz. Serap Emir, “Bir Kopuşun İzinde: Nisan Tezleri”, soL Gazete, 24 Nisan 2020, https://shorturl.at/fnBDT, Erişim tarihi: 24 Nisan 2020.
4 Önemli olduğunu düşünüyorum: Bu “devrim”e yani iktidarın fethine indirgenemeyecek bir bütünlüktür. Lenin asla devrimi “tarihin sonu” olarak kodlamamıştı. Onun anlayışında devrim işçi sınıfının, kapitalizmi tarihe gömmesi için yeni ve çok kullanışlı bir araç olacak olan siyasi iktidarı ele geçirmesiydi. Burjuva egemenliği altında zorunlu ve yerine başka bir şey konamayacak bir ilk adımdı ama asla kendinde bir sonal amaç değildi. Aksi takdirde, devrimden sonra en az devrim öngününde olduğu kadar ne yaptığını bilen performansını açıklayamayız. Lenin hayatı boyunca sadece devrime değil, ele geçirilecek iktidarı kullanmaya da hazırlanmıştı. Lenin’i bir komplo uzmanı olarak görenlerin (örneğin onu bu yanlış kavrayış üzerinden seven anarşistlerin) anlamadığı temel meselelerden biri budur.
5 Kemal Okuyan, “Lenin Miti: Büyük Bir İhtilalciyi Değersizleştirmek”, Gelenek 137, Ocak 2019, https://shorturl.at/fGMPZ, Erişim tarihi: 24 Nisan 2020.
6 S.21
7 Yüzlerce örnekten yalnızca biri: Lenin 1904’te Paris Komünü üzerine yapacağı bir konuşma için hazırladığı notlarda “Komün’ün eksileri”ni şöyle sayıyor: Sınıf bilinci eksikliği, örgütsüzlük, milliyetçi ve devrimci lafazanlık tutkusu. Vurgu Lenin’e ait. (Collected Works, Cilt 41, 3. Baskı, Moskova: Progress Publishers, 1977, s.117)
8 Bu yukarıda yaptığımız “Leninizmin ufku devrimle sınırlı değildir” vurgusuyla çelişmiyor; zira devrime öncülük eden ve siyasi iktidarı işçi sınıfı adına ele geçiren parti, artık yepyeni görevler üstleneceği ve eski üstlendiği görevlerin de önemli bir kısmını tamamlamış olacağı için ciddi ölçüde eskisiyle kıyas götürmeyecek ölçüde başkalaşacak, adeta baştan kurulması gerekecektir.
9 Josef Stalin, Works, Cilt 6, Moskova: Foreign Languages Publishing House, 1953, s.63.
10 Rosa Luxemburg, Rus Devrimi, İstanbul: Yazılama, 2009, s.54
11 Hem de ne bulanık ortam. Okuyan, kitabında siyasete odaklanıyor ve konuyu dağıtmıyor; ancak 1918-1924 Almanyası burjuva toplumlar tarihinde eşi benzeri görülmemiş bir toplumsal çürümeye de tanıklık ediyor.
12 Bu “son aşama” tahlili bilhassa başka bir turnusol kâğıdıdır: Lenin’den sonra kapitalizme yeni bir aşama icat etmeye çalışan herkes döner dolaşır, Kautsky’nin ultra-emperyalizm teorisinin bir varyantına varır.
13 S.19.
14 S.120-121.
15 S.146-150.
16 Okuyan’ın “Bir Meşruiyet Kavgası: Ekim Devrimi’nin Güncelliği” makalesi bu zamana karşı yarışı ele alır ve kanımca incelediğimiz Devrimin Gölgesinde kitabına çok uygun bir ön okuma metnidir. Gelenek 97, Kasım 2007, https://shorturl.at/klmY5, Erişim tarihi: 24 Nisan 2020.
17 Georgiy Çiçerin, “Lenin ve Dış Politika”, soL Gazete, 22 Nisan 2020, https://shorturl.at/bhnA2, Erişim tarihi: 24 Nisan 2020.
18 S.129-138.

https://sol.org.tr/gelenek/devrimin-golgesinde-1-uzerine-ekim-devrimi-sonrasi-siyasetten-leninizm-dersleri-2983



Yeni Başlık  Cevap Yaz



Forum Ana Sayfası

 


 Bu konuyu 1 kişi görüntülüyor:  1 Misafir, 0 Üye
 Bu konuyu görüntüleyen üye yok.
Konuyu Sosyal Ortamda Paylas
Benzer konular
Başlık Yazan Cevap Gösterim Son ileti
Konu Klasör Kemal Okuyan yazdı: Devrimin Gölgesinde melnur 3 2486 07.11.2019- 04:21
Konu Klasör Devrimin ve karşı devrimin yasaları denizcan 0 3656 04.03.2016- 16:50
Konu Klasör Para ve din siyasetten dışarı! toplumcu 0 4029 25.01.2014- 13:35
Konu Klasör Siyasetten kaçışa “ideolojik” kılıf-Doğan Ergün denizcan 0 3278 13.11.2014- 19:48
Konu Klasör Leninizm melnur 9 8852 09.02.2022- 00:22
Etiketler   Devrimin,   Gölgesinde:,   Ekim,   sonrası,   siyasetten,   Leninizm,   dersleri.
SOL PAYLAŞIM
Yasal Uyarı
Sitemiz Bir Paylasim Forum sitesidir Bu nedenle yazı, resim ve diğer materyaller sitemize kayıtlı üyelerimiz tarafından kontrol edilmeksizin eklenebilmektedir. Bu nedenden ötürü doğabilecek yasal sorumluluklar yazan kullanıcılara aittir. Sitemiz hak sahiplerinin şikayetleri doğrultusunda yazı ve materyalleri 48 Saat içerisinde sitemizden kaldırmaktadır.
Bildirimlerinizi info@solpaylasim.com adresine yollayabilirsiniz.
Forum Mobil RSS