SolPaylaşım  
Ana Sayfa  |  Yönetim Paneli  |  Üyeler  |  Giriş  |  Kayıt
 
OTURUYORSAN KALK; AYAKTAYSAN YÜRÜ; YÜRÜYORSAN KOŞ!
Yurt ve dünya sorunlarına soldan bakan dostlar HOŞGELDİNİZ .Foruma etkin katılım yapabilmeniz için KAYIT olmalısınız.
Yeni Başlık  Cevap Yaz
19 Mayıs 1919, Kurtuluştan Kuruluşa...           (gösterim sayısı: 1.976)
Yazan Konu içeriği
Üye Profili boşluk
melnur
[ Gelenek ]
Kurucu
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 02.08.2013
İleti Sayısı: 10.954
Konum: İstanbul
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder

36 kere teşekkür etti.
50 kere teşekkür edildi.
Konu Yazan: melnur
Konu Tarihi: 19.05.2020- 04:46


Mustafa Kemal Atatürk'ün Samsun'a çıkışının 101.yıldönümü. Öncelikle kutlu olsun. 19 Mayıs tarihi bu coğrafya için önemli bir tarih ve sanılanın tersine bu tarihe, bu tarihin önemine en çok da solcular, sosyalistler sahip çıkabilmelidir.   Çünkü 19 Mayıs emperyalist işgale karşı Anadolu yerelinde ortaya çıkan direnişleri tek bir önderlik altında toplama idealinin   başlangıcıdır. 19 Mayıs 1919 Kurtuluştan Kuruluşa giden yolun ilk adımıdır. 19 Mayıs 1919 1908'de başlayan bir devrimci sürecin tamamlanması ve monarşiden cumhuriyete geçilmesi yolunda atılan en önemli tarihsel adımdır.
Resim Ekleme

Kurtuluş Savaşı anti-emperyalist karakterli bir savaştır. Hem kurtuluş ve hem de kuruluş döneminin önemli bir sürecidir. Türkiye'de önce 12 Eylül 1980 faşizminin etkisi, ve sonra reel sosyalizmin çözülüşüyle birlikte ideolojik etkinliğinliğini sağlı sollu liberallere kaptıran solda yaşanan savrulmaların Kurtuluş ve Kuruluş konusunda da yaşanmaması mümkün değildi. Öylesine bir iklim yaratıldı ve bu iklim özellikle   sosyal medyaya ve sözde sol, sosyalist forumlara öylesine yansıdı ki, bu coğrafyada tarihsel anlamda ilerici olan hemen her şey ötekileştirildi ve düşmanlaştırıldı. Böyle davranmak sanki solcu olmakla eş anlamlıydı. Böyle davranıldı. Devletleşme yolunda tırmanışa geçen gericiliğin değirmenine su taşındığının bile farkına varılamadı. Kurtuluş ve kuruluşa düşmanlığın Fransız solunun 1789 Büyük Fransız Devrimi'ne düşmanlıkla aynı anlama geldiği, böyle bir siyasi tavrın akıl dışı olduğu da anlaşılamadı; sonrasında bugünlere geldik. Türkiye soluna bir kama gibi giren bu gerici tavır şimdilerde bir ölçüde tavsasa da yeri geldiğinde sürekli hatırlatma çabasının yararlı olduğunu düşünüyorum. Başlığın amacı da bu, hatırlatma.


Bu vesileyle 19 Mayıs bir kez daha kutlu olsun ve başta Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere tüm devrimci kadrolara da buradan selam olsun, diyelim.










Bu ileti en son melnur tarafından 19.05.2020- 04:50 tarihinde, toplamda 1 kez değiştirilmiştir.
Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
melnur
[ Gelenek ]
Kurucu
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 02.08.2013
İleti Sayısı: 10.954
Konum: İstanbul
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder

50 kere teşekkür edildi.
36 kere teşekkür etti.
Cevap Yazan: melnur
Cevap Tarihi: 19.05.2020- 04:55


Maksat Osmanlı'yı kurtarmak değildi

Kurtuluş Savaşı’nın ilk bakışta görülen esası budur: Yenik imparatorluğun topraklarına doluşan işgal ordularına karşı mücadele. İşgal edilen, onuru kırılan imparatorluğun yeniden ayağa kaldırılması. Savaşın liderliğini yürüten çekirdeğin ufkuysa bu değildir. Hedef işgale son verilen topraklarda Cumhuriyet’tir.

Resim Ekleme
Mustafa Kemal’in Karadeniz Bölgesi'ndeki çete faaliyetlerini engelleme göreviyle Samsun’a ayak bastığı 19 Mayıs 1919 günü, Kurtuluş Savaşı’nın başlangıcı olarak sonradan edindiği sembolik önemle hep tartışma konusu oldu. Bir yandan Türkiye’nin geç burjuva devriminin kritik bir evresine denk düşen 1919-1923 uğrağının sınıfsal bağlamından koparılarak salt bir bağımsızlık mücadelesine ve askerî dehanın öne çıktığı bir kahramanlık destanına indirgenmesine vesile oldu 19 Mayıs. Diğer yandansa Mustafa Kemal’in Nutuk’ta Kurtuluş Savaşı’nı kendisinin Anadolu’ya geçişiyle başlatmasının, halihazırda Anadolu’da şekillenmekte olan direnişi önemsizleştirdiği ileri sürüldü.

Liberallere göre Mustafa Kemal ve beraberindeki birkaç Osmanlı paşası, her zamanki gibi İstanbul’dan gelip Anadolu’daki hareketlenmenin başına geçmiş, devleti kurtarmaya soyunmuşlardı. İslamcılarsa, Mustafa Kemal’i kendi adına Kurtuluş Savaşı’nı başlatması için gizli görevle Anadolu’ya yollayanın bizzat Sultan Halife Vahideddin olduğunu söylemekten hiç vazgeçmediler. Dertleri bazen Mustafa Kemal’in tarihsel rolünü önemsizleştirmek, bazense meşruiyetini kaybetmiş Osmanlı’ya ve hain sıfatını kazanmış Vahideddin’e itibarını iade etmekti.

Mustafa Kemal’in attığı tarihsel adımın üzerinden 101 yıl geçti, ama bu adımın arkasında yatan saiklere, 19 Mayıs’ın ardından şekillenen yeni mücadeleye ve bu mücadelenin içinde billurlaşarak ortaya çıkan Cumhuriyet fikrine ilişkin tartışma hâlâ sürüyor. Kuşkusuz açık olan bir nokta var. Kurtuluş Savaşı büyük fedakarlıklarla sürdürülen askerî bir mücadeleydi ve eğer bu mücadele sahada kaybedilseydi, sadece ülke bağımsızlığını yitirmekle kalmaz, Türkiye burjuva devriminin temsil ettiği siyasal, toplumsal ve kültürel dönüşüm de kadük kalırdı. Emperyalistlerin Anadolu’daki zaferi, aynı zamanda Osmanlı gericiliğinin de zaferi anlamına gelirdi. Ancak bu askerî mücadelenin kazanılmasını sağlayan da başta Mustafa Kemal olmak üzere Kurtuluş Savaşı’nın lider kadroların askerî becerileri kadar, 1911 yılından beri aralıksız bir şekilde savaşan yorgun Anadolu halkının bir kez daha silaha sarılmasını mümkün kılan siyasi seferberlik oldu.

Mustafa Kemal Nutuk'ta neyi itiraf ediyor?

Mustafa Kemal Nutuk’ta, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin açılmasının ardından hükümet teşkili hakkında bir teklifte bulunduğu zaman, hissiyatı ve anlayışları göz önünde bulundurmak zorunluluğu olduğunu, bu zorunluluğa tabi olmakla beraber, maksadı saklı bulunduran teklifini bir önerge halinde sunduğunu söyleyecekti. Kısa bir tartışmanın ardından bazı itirazlara rağmen kabul edilen teklifte, Meclis'te yoğunlaşan milli iradenin, bilfiil vatanın mukadderatına el koyduğunun kabul edilmesinin temel ilke olduğu belirtiliyordu. Üstünde hiçbir kuvvet mevcut olmayan Türkiye Büyük Millet Meclisi kanun yapma ve icra salahiyetlerini kendinde toplamıştı. Baskı ve zorlamadan kurtulduğu zaman padişah ve halifenin de Meclis'in düzenleyeceği kanuni esaslar çerçevesinde vaziyetini alacağı not edilen teklif için Mustafa Kemal Nutuk’ta şöyle diyordu: ‘‘Efendiler, bu esaslara dayalı olan bir hükümetin mahiyeti kolaylıkla anlaşılabilir. Böyle bir hükümet, milli hakimiyet esasına dayalı halk hükümetidir; Cumhuriyet'tir.’’


İşgale karşı mücadelenin çatışan hedefleri
1919-1923 devrimi tarihteki pek çok başka devrim gibi, savaşla toplumsal ve siyasal mücadelelerin iç içe geçtiği, birbirini beslediği, ileriye doğru ittiği bir sürecin ürünüydü. Üstelik söz konusu mücadele sadece saltanat makamının korunması için ülkenin işgal edilmesini bile kabullenmiş İstanbul hükümetiyle, Anadolu’da şekillenen yeni iktidar odağı arasında yaşanmadı. Ülkeyi emperyalist işgalden kurtarmak için harekete geçen kadrolar da kurtuluşun ardından kuruluşun nasıl gerçekleşeceğine, yeni siyasal sistemin hangi temeller üzerinde kurulacağına, saltanatın ve hilafetin bu sistemde bir yeri olup olmayacağına dair farklı görüşlere sahiplerdi. Bu farklılıklar savaşın zaferle sonuçlanmasından önce de gerilim ve tartışmalar üretti.

Pek çok Osmanlı subayının, İmparatorluğun ayaklar altına alınan onurunu kurtarmak, ülkenin parçalanmasını önlemek, hatta geleneksel sadakat bağlarıyla bağlı oldukları saltanat ve hilafet makamlarını kurtarmak için Anadolu’ya geçerek Millî Mücadele’ye katıldığı açıktır. Ancak genellikle görmezden gelinen nokta, Anadolu Hareketi’nin liderliğini üstlenen genç kadronun, uzun bir devrimci birikim süreci içinde şekillenmiş olduğudur. Kurtuluş Savaşı’nda sorumluluk üstlenen önde gelen 25 komutanın yaş ortalaması 38’di ve bu isimlerin hemen tamamı İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin kuruluşunda ve İkinci ve Üçüncü ordularda örgütlenmesinde görev almışlardı. Gençliklerini burjuva devriminin düşünce dünyası içinde geçirmiş, subay olarak ilk görevlerini milliyetçilikle sosyalizm fikirlerinin birlikte boy attığı Makedonya dağlarında yapmışlardı. Bunlardan bir bölümü Mustafa Kemal gibi süreç içerisinde İttihat ve Terakki’nin merkezinden uzaklaşmış olsalar da 1908 sonrasının çalkantılı yıllarını, yükselen karşı devrim tehdidini, 31 Mart vakasını, İttihat ve Terakki’nin 1912’de iktidardan düşürülmesini, Bâbıâli baskınını, Birinci Dünya Savaşı felaketini yaşamışlardı. Aralarında, imparatorluk emperyalist işgal altında can çekişirken, kurtuluşun sadece askerî bir başarıyla değil, topyekûn bir siyasal, toplumsal ve kültürel atılımla gerçekleşebileceğine kanaat getirenlerin olması hiç de tesadüf değildi.

İşgalle sonlanan çöküş Cumhuriyet'in önünü nasıl açtı?
II. Meşrutiyet devriminde İttihat ve Terakki Cemiyeti’nde somutlaşan burjuva devrimciliğinin, bir siyasal alternatif olarak Cumhuriyet fikrini açıkça gündemine almamış olmamasının iki temel neden vardı. Bunlardan ilki, İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin çok uzun bir süre boyunca iktidarı eski rejimin kimi unsurlarıyla paylaşmak zorunda kalması, karşı devrimin aldığı darbelere rağmen hiçbir zaman başının ezilememesiydi. Karşı devrimin direnci ve temsil ettikleri toplumsal sınıfların göreli güçsüzlüğü nedeniyle iktidarlarından emin olamayan İttihatçılar, 31 Mart vakası ve Bâbıâli baskını gibi fırsatlar çıktığında bile siyasal rejimin dönüştürülmesini gündeme almadılar. Saltanatın ve hilafetin sorgulanmamasını sağlayan ikinci temel nedense, çok geniş bir coğrafyaya yayılmış Osmanlı İmparatorluğu’nun çok dinli ve çok uluslu yapısıydı. Egemenliğin kaynağı olarak işaret edilebilecek bir milletin yokluğu, saltanatın ve hilafetin geniş toplumsal kesimler için bir sadakat odağı olmayı sürdürmesi anlamına geliyordu.

Mustafa Kemal 19 Mayıs’ta Samsun’a çıktığında, burjuva devrimcilerini Cumhuriyet fikrinden uzakta tutmuş bu iki temel neden, bütünüyle ortadan kalmasa da köklü bir değişim geçirmişti. Karşı devrim ve Vahideddin’in kişiliğinde karşı devrimi temsil eden saltanat makamı artık İmparatorluğun parçalanması anlamına gelen emperyalist işgalle birlikte anılıyordu. Dahası Balkan Savaşları ve Birinci Dünya Savaşı sonrasında İmparatorluk, dinî ve etnik açıdan daha türdeş bir yapıya kavuşmuştu. Bu egemenlik üzerinde hak iddia edecek bir millet fikrinin de gerçeklik kazanmaya başlaması demekti.

Kuşkusuz bu yapısal dönüşümler, Cumhuriyet fikrinin doğrudan bir siyasal programa dönüşmesi anlamına gelmedi. Fakat çalışmalarını Ankara’da hakimiyet-i millîyeyi temsil edecek bir meclisin kurulmasına yoğunlaştırırken Mustafa Kemal’in aklındaki hükümet şekli son derece açıktı.

https://sol.org.tr/haber/maksat-osmanliyi-kurtarmak-degildi-4719




Bu ileti en son melnur tarafından 19.05.2020- 05:01 tarihinde, toplamda 1 kez değiştirilmiştir.
Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
melnur
[ Gelenek ]
Kurucu
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 02.08.2013
İleti Sayısı: 10.954
Konum: İstanbul
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder

50 kere teşekkür edildi.
36 kere teşekkür etti.
Cevap Yazan: melnur
Cevap Tarihi: 19.05.2020- 04:58


Mustafa Kemal Samsun'a inerken... Padişahlar ve hainlerin işleri

Mustafa Kemal 19 Mayıs 1919’da Anadolu içlerine ilerleyip işgale karşı direnişi örgütlemek için Samsun limanında emektar gemiden inerken, İstanbul emperyalist işgal güçlerine yaranmak için birbirleriyle yarışanlardan, çıkarları için ihanet içinde olanlardan geçilmiyordu. Vahdettin bu tiplerin önde gelenlerinden biriydi sadece.

Resim Ekleme

19 Mayıs 1919’da Mustafa Kemal Anadolu içlerine ilerleyip direnişi örgütlemek için Samsun limanında emektar gemiden inerken İstanbul’da emperyalist işgal güçlerine yaranmak için birbirleriyle yarışanlar vardı.

Bunlardan biri İngiliz Muhipleri Cemiyeti’nin kurucusu Sait Molla’ydı. Molla, bu derneği İngilizlerin de teşvikiyle Yunanistan’ın İzmir’e asker çıkarmaya karar verdiği sırada kurmuştu. Ülke işgal altındaydı ve yaranmaya çalıştığı İngilizler de işgalciler arasındaydı. İşgale karşı Büyük Sultanahmet Mitingi'nin yapıldığı gün belediye lerine telgraf çekip, kurduğu cemiyeti yeni mahalli şubeler açmak suretiyle desteklemelerini istedi. 1921’de Kurtuluş Savaşı yeni bir ülkenin tohumlarını atarken o hala İngiliz Muhipleri Cemiyeti’nin kongrelerini yapmakla meşguldü.

Sait Molla bütün bunları Padişah Mehmed Vahdettin adına yapıyordu. Yeni İstanbul gazetesini ve İngiliz Muhipleri Cemiyeti'ni Sultan'ın inayetiyle kurmuştu. Vahdettin’in İngilizleri dostluğuna ikna etmek için kullandığı sıradan bir şarlatandı yani. Said Molla’nın çabalarının bu işe yetmeyeceğini anlayınca yeni bir proje hazırladı. Damat Ferit projeyi Padişah adına 30 Mart 1919 tarihinde İngiliz Yüksek Komiseri'ne sundu. Projeye göre İngiltere lüzum gördüğü yerleri 15 yıl süreyle işgal edebilecekti. Osmanlı Bakanlıkları'na ve hatta Valiliklere İngiliz müsteşarlar atanacaktı. Seçimler İngiltere’nin denetiminde yapılacak, maliyeyi İngilizler denetleyecekti. Fakat nasıl olacaksa Sultan İmparatorluk'un dış politikasını yönetmekte özgür olacaktı.

Vatana ihanet tek başına olur mu? “Asılacaksan İngiliz sicimiyle asıl” lakırdısının atasözü sayıldığı zamanlardı, herkes tek kurtuluş yolunun İngiliz Mandası olduğuna inanmaktaydı. Vahdettin bu tiplerin önde gelenlerinden biriydi sadece. Başka nasıl olabilir ki, ucunda tahtı vardı nihayetinde?

Vahdettin'in fetvacısı hin Şeyhülislam

Bu tiplerden biri de Kurtuluş Savaşında Vahdettin’in direnişçilerin öldürülmesi emrini bir fetvayla onaylayarak suça ortak olan Şeyhülislam Fakir Dürrizade Esseyid Abdullah’tır.

İlginç bir tarihi var Dürrizade’nin.1908’de velinimeti Hamid devrilince Dürrizade için de karanlık günler başlamış. Önce kızağa çekmişler, sonra, 1909’da Anadolu Kazaskerliği'ne atanmış. Ancak İttihatçılar peşini bırakmayınca, 1912’de istifa etmiş. İttihatçılar çekilince Padişah emriyle Şeyhülislam olarak atanmış. Damat Ferit hükumetinin önemli ayaklarından biridir.

Damat Ferit Hükümeti yeni Şeyhülislam Dürrizade’den Anadolu direniş hareketine karşı bir fetva istemiş. Yazdığı fetva Yunan uçakları ve İngiliz gemileri ile Anadolu’ya taşınmış, dağıtılmış.

Damat Ferit Paşa Paris’e gittiğinden vekâleten başbakan koltuğuna o oturmuştu. 1920’de, Anadolu İhtilali'nin en kanlı zamanında Vahdettin’in emriyle Saltanat Şurası düzenledi, hükümet temsilcisi olarak Şura'ya katıldı. Orada eski Şeyhülislam Mustafa Sabri ile birlikte Sevr’in kabulü yönünde görüş belirtti. Millî Mücadele'nin zaferini görünce 1922’de Rodos’a kaçtı, oradan İtalya’ya geçti. 1923’te Cumhuriyet ilan edilirken o hac için Mekke yolundaydı. Orada öldü. 1923 bütün Şeyhülislamlar'ın ortak ölüm tarihidir.

Bastonu için daha fazla telaşlandı
1918’de, ülke 10 yıllık uzun iç-dış savaştan paramparça çıkarken büyük umutlarla tahta oturtulmuştu. Duyduğunda “Ben bu makam için hazırlanmadım” diye mırıldandı. Kendisine biat edilmek için yola koyulduğunda bastonunu unuttuğunu fark etti, “Bu bir felaket” diye dövünmeye başladı. Bütün saltanatı felaketlerle geçti ama gözleri önünde bir ülkenin yitip gitmesine bastonunu unuttuğu anki kadar tepki vermedi. Bastonları ülkesinden daha değerliydi.

Fakat işler umduğu gibi gitmedi. Kemalistler Anadolu içlerinde denetimi sağlamak üzereydi. Üzerine bir de Damat Ferit kabinesinin düşüşü gelince paniğe kapıldı. Son bir hamleyle İngilizlerden güvenliğinin sağlanmasını, tahtından düşürülmesine engel olunmasını “rica” etti. Gotthard Jaeschke’nin “Kurtuluş Savaşı ile İlgili İngiliz Belgeleri” adlı çalışmasında Yıldız’da titreye titreye oturduğunu not ediyor. Sonrası malum, bir İngiliz gemisiyle Malta Adası’na doğru yola çıktı. Çabaları ancak bu kadarına yetmişti. Vapur limandan ayrıldığında İngiliz uşağı Vahdettin de tarihten silinmişti.

İngiliz belgelerinin gösterdiği gibi son padişah açıkça İngiliz uşağıdır. Hatta çıkarı olan herkese uşaklık yapmaya teşne bir hali vardır.

Vatanı yoktu ki, hain olabilsin

Şimdi AKP’ye danışman olan Tarihçi İlber Ortaylı, Vahdettin’e “İngiliz uşağı” dememek gerektiği yönünde bir çıkış yaptı yakın zamanda. Abdülhamit’e yaslanan, hatta İstanbul’daki GATA’nın adını değiştirip “Sultan Abdülhamit Hastanesi” yapan iktidar Vahdetttin’in de suçlarını unutturmak için hamleler yapıyor. Halbuki ikisi de pek çok defosu olan sıradan gericilerdir. Hamit sıradan bir borsa simsarıdır gerçekte, çöken bir imparatorluğun en tuhaf tiplerinden biridir. Fakat bugüne bakınca bu ithamlar pek masum görünmektedir. Hamit, düştükten sonra bir zavallıya dönüşmüştü. İngiliz gemisiyle sıvışmış olmasına rağmen Ortaylı’nın dediği gibi Vahdettin Cumhuriyet aleyhine beyanda bulunmamış, akıbetini sessiz sedasız kabul etmişti.

Ama bunlara karşı, Kadir Mısırlıoğlu adlı İslamcı bir yazar 10 Kasım nedeniyle paylaştığı bir mesajda “10 Kasım’da saat 09.05’te kenefe gidin” diye yazabilmiştir. Sonra nevzuhur sarayda ağırlanmış, hürmet görmüştür. Ardından Vahdettin’e rahmet okuturcasına, Kurtuluş Savaşı’nı kastederek “Keşke Yunan galip gelseydi" diyebilmiştir.

Bir bakıma Vahdettin vatan haini değildi, çünkü bir “vatanı” yoktu. Bizim vatan bildiğimiz yeri o mülk edinmişti. Kaçtı, mülkünü kaybetti. Onu kovaladığımız için bir vatanımız var.

https://sol.org.tr/haber/mustafa-kemal-samsuna-inerken-padisahlar-ve-hainlerin-isleri-4728




Bu ileti en son melnur tarafından 19.05.2020- 04:59 tarihinde, toplamda 1 kez değiştirilmiştir.
Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
melnur
[ Gelenek ]
Kurucu
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 02.08.2013
İleti Sayısı: 10.954
Konum: İstanbul
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder

50 kere teşekkür edildi.
36 kere teşekkür etti.
Cevap Yazan: melnur
Cevap Tarihi: 19.05.2021- 09:56


Yüz yıllık öykü: Antiemperyalizm ve bağımsızlık - Taner Timur

Kurtuluş Savaşı’mız verilirken Rusya’da da çöken Çarlık rejiminin enkazı üzerinde sosyalist bir rejim kurma çabası içindeydiler. Düşman aynıydı; siyaset felsefeleri farklı olsa da, devrimci güçler aynı düşmana karşı savaşmışlardı.

Resim Ekleme

Türkiye Cumhuriyeti, işgal altında bir ülkede kolonyalist ve emperyalist güçlere karşı verilen bir savaşla kuruldu. Bu savaş, adı o yıllarda açıkça konulmamış olsa da, aynı zamanda “cemaat”ten “millet”e, “şer’i” hukuktan “laik” hukuka geçiş kavgasıydı.

Daha Kurtuluş Savaşı’nın başlangıcında ilan edilen Amasya Tamimi’nde “Milletin istiklalini yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır” denilerek “saltanat” hukuken yok sayılmıştı. Zaferden sonra emperyal güçler, hâlâ medet umdukları İstanbul Hükümeti’ni de Lozan’a davet edince fiilen de yok edildi. Ölüm kalım kavgasının “kurtuluş” safhası bitmiş, “kuruluş” safhası başlamıştı.


DÜŞMAN AYNIYDI
Ulusal Kurtuluş Savaşı’mız verilirken Rusya’da da Lenin ve yoldaşları çöken Çarlık rejiminin enkazı üzerinde sosyalist bir rejim kurma çabası içindeydiler. Düşman aynıydı; siyaset felsefeleri farklı olsa da, devrimci güçler aynı düşmana karşı savaşmışlardı.

Rusya’da savaşa karşı çıkan ve “barış, ekmek, toprak!” sloganıyla Sovyetler iktidarını kuran Bolşevikler enternasyonalist bir anlayışın taşıyıcılarıydılar. Mart 1919’da 3. Enternasyonal da bu anlayışla kuruldu. Buna karşılık Anadolu’da, yarı feodal bir yapı üzerinde, ilhamını Fransız Devrimi’inden alan bir “milli devlet” kavgası verilmişti. Bunun ideolojisi de ancak “milliyetçilik” olabilirdi.

Oysa İslamcılığın doğal felsefe sayıldığı o günlerde “milliyetçilik” bile radikal sayılarak açıkça ifade edilemiyor, yer yer hilafetçi doktrin arkasına gizleniyordu. Nitekim Millet Meclisi’nin açılışı da bir Cuma gününe rastlatılmış ve Meclis ilk toplantısını dini törenle yapmıştı.

ELEŞTİRİ EMPERYALİZME


Ulusal Kurtuluş Savaşı bambaşka bir “millet” ve “milliyetçilik” anlayışı ile yürütüldü. Memleket bir “harabe” halindeydi ve M. Kemal Paşa “Biz hayatını, istiklalini kurtarmak için çalışan erbabı sayız, za­vallı bir halkız!” diyordu. Savaş boyunca da emperyalist saldırganlarla halklar arasında bir ayrım yaptı ve halklar hakkında hiçbir düşmanca söz söylemedi. Eleştiri okları kolonyal ve emperyal “sistem”e çevrilmişti.

İTTİHATÇILAR ELEŞTİRİLDİ

Atatürk, 14 Ağustos 1920’de, dolaylı şekilde ittihatçıları eleştirerek, kendi milliyetçilik anlayışını şöyle açıklamıştı: “Vakıa bize milliyetperver derler, fakat biz öyle milliyetperverleriz ki, bizimle teşriki mesai eden bütün milletlere hürmet ve riayet ederiz. Onların bütün milliyetlerinin icabatını tanırız. Bizim milliyetperverliğimiz herhalde hodbinane ve mağrurane bir milliyetperverlik değildir.” Lozan’dan sonra “yurtta sulh, cihanda sulh” politikası da bu anlayış üzerine kuruldu.

Ne var ki sınıfsal olarak daha çok küçük burjuvazinin devrimci kanadına dayanan bu milliyetçilik tek parti döneminde bile tam egemenlik kuramadı. İttihatçı kadroların büyük bir kısmı “Kemalist” olmuş, fakat eski zihni saplantılardan kurtulamamıştı. “Kemalistiz!” diyorlar, fakat “ittihatçı” gibi düşünüyorlardı. Böylece, Mustafa Kemal’in bugün daha çok “yurtseverlik” olarak anabileceğimiz “milliyetperver”liği ile ittihatçı milliyetçilik, aynı ad altında birleşti ve “Kemalizm” adı altında “sağ” ve “sol” kanatları olan bir “milliyetçilik” ortaya çıktı. Zaten zaferden hemen sonra İstanbul ticaret burjuvazisi harekete geçmiş ve daha Lozan bile imzalanmadan toplanan Türkiye İktisat Kongresi’ne damgasını vurmuştu.

ÇELİŞKİLER AÇIĞA ÇIKTI

Gerçekten de M. Kemal Paşa’nın bu Kongre’yi açış nutkuyla, kongrede alınan kararlar arasında açık bir çelişki vardır. Üstelik farklı sınıfsal temellerden kaynaklanan bu çelişki tüm tek parti dönemine de damgasını vurdu. Kurtuluş Savaşı’nı birlikte yöneten asker-sivil aydınlar ile Anadolu eşrafı arasındaki birlik bozulmuş, uluslararası kapitalizmin konjonktürel dalgalanmaları da bu ayrışmada belirleyici hale gelmişti. Liberalizmin egemen olduğu yıllarda İş Bankası ve çevresi ağır basıyor, izleyen buhran yıllarında ise Sovyet Rusya yardımıyla “plancı” bir uygulama başlıyordu.

‘SAĞ KEMALİZM’ YALNIZLAŞTI

Oysa buhran yıllarında bile egemen sınıflar kontrolü tamamen kaybetmedi. Ne var ki kendi solunu budayan ve Marksist sosyalistleri karşı-devrimci yobazlarla aynı kefeye koyarak susturan “Sağ Kemalizm” yapayalnız kalmıştı. Harekete “Türk nasyonalizmi”, “hareket ve tezat mantığı” ve “planlı ekonomi” gibi ilkelerle yeni bir atılım kazandırmaya çalışan Kadro dergisine bile tahammül edemedi ve dergi, İş Bankası çevrelerinden gelen baskılarla yayınına son verdi. Bu koşullar içinde de ileri yönde atılan her adım ters tepmeye, toprak ağalarını da yanına alan ticaret burjuvazisi tarafından püskürtülmeye başladı.
Bu kavgasının son halkalarını da Köy Enstitüleri ile Toprak Reformu girişimleri teşkil etti ve her iki atılım da ilk darbeleri bizzat onu başlatanlar tarafından yediler. Arkadan gelen savaş ekonomisi, Milli Korunma Kanunu, karaborsa ve yokluk çığlıkları da bardağı taşıran damlalar oldular. “Şeflik” sistemi son barutunu da harcamış, artık biçimsel işlevini bile kaybetmişti. İsmet Paşa’nın son bir umutla rejime “demokratik” bir kılıf giydirme çabaları da durumu kurtaramadı, ticaret burjuvazisi-toprak ağaları koalisyonu iktidara yürüdü. Başı da Kurtuluş Savaşı’nın İttihatçı “Galip Hocası” ve Cumhuriyet’in İş Bankası kurucusu Celal Bayar çekiyordu.

SERMAYEYE ALAN AÇILDI

Aslında Türk siyasal yaşamına her dönemde uluslararası kapitalizm ve sermaye akımları damgasını vurdu. Sadece 1960’larda ABD’nin kirli emperyal savaşları, gençlerin başkaldırısıyla tetiklenen kitlesel işçi hareketlerine yol açmış, dünyada devrimci rüzgârlar estirmişti. Bu yıllarda Türkiye’de de antiemperyalist hareketin canlandığını ve sosyalistlerle (TİP, Demokratik Devrimciler vb) Sol Kemalistler (Yön Dergisi, CHP’nin sol kanadı vb) arasında -pek de uzun sürmeyen- bir dayanışmanın kurulduğunu görüyoruz.

Sonra bu dönem 1971 darbesiyle son buldu ve onu da 12 Eylül faşizmi izledi. Artık uluslararası sermaye ve sözcüleri bu topraklarda daha da pervasızca at koşturma olanağına kavuşmuştu.

SINIF ÇELİŞKİLERİ GİZLENDİ

Bizde egemen tarih görüşünün “batılılaşma”, “modernleşme”, “çağdaşlaşma” gibi başlıklar altında sunduğu gelişmeler, aslında toplumun iç dinamiğinden çok, uluslararası sermayenin yüksek kâr arayışlarından kaynaklanmıştır. Adına ne denirse densin, Osmanlı Devleti’nde gerçekten de bir “ilerleme” vardı; fakat bu “ilerleme”nin neye mal olduğu ve yurt içinde nasıl bir sınıflaşmaya yol açtığı çoğu kez gözden kaçırılıyordu. Bu ortamda filizlenen “milliyetçilik” akımı da öncelikle sınıf çelişkilerini gizleyici bir işlev üstlenmişti.

MİLLİYETÇİLİK VE LİBERALİZM

Milliyetçilik bir analiz aracı değildir; egemen sınıfların kontrolünde kolektif bir dayanışma duygusunun seferberliğidir. Sınıflar arasında uçurumların olduğu toplumlarda bu tarz “dayanışma”lar da sadece egemen sınıfların lehine işler. Bu yüzden koyu milliyetçi politikalar hep ultra-liberal uygulamalarla bir arada yürütülür.

Nitekim bizde de öyle oldu. Siyaset kuramcıları Türkçü Ziya Gökalp olan İttihatçıların, maliye bakanlarının da ultra-liberal Cavit Bey olması bir rastlantı değildi ve daha sonraki gelişmeler de bu şemaya uygun oldu. Böylece CHP içinde finans desteğiyle güç kazanan Celal Bayar, bu güçle daha sonra CHP iktidarına son veriyor; siyasete TOBB Başkanı olarak adım atan Necmettin Erbakan daha 1960’larda milliyetçiliğe bir de İslamcı boyut katıyor; silahlı çatışmaların yaygınlaştığı günlerde Demirel, “bana milliyetçiler adam öldürüyor dedirtemezsiniz” diyor; siyasal kariyerini İMF reçetesine ve 12 Eylül cuntasına borçlu olan Özal da kambiyo rejimimizi “Fransa, İtalya ve Yunanistan’dan daha serbest hale” getirmekle övünüyordu. AKP dönemine böyle girdik.

AKP’YE YETMEDİ

Yirmi yıla yaklaşan bu uzun dönemde AKP politikası sadece Özal liberalizmiyle yetinmedi, giderek buna bir de İhvancı boyut ve dış politika aktivizmi ekledi. Tutarsızlıklar içinde uygulanan ve sadece sermaye bağımlılığında tutarlı olan AKP politikası üzerinde durmayacağım; bu politika her alanda -ekonomi, hukuk, etik- iflas etmiş bulunuyor ve bu durum artık seçim anketlerinde de karşılığını buluyor. Ne var ki geride kalacak “miras” gelecek iktidarlara yük olacağa benziyor ve asıl tehlike de buradan doğuyor. Öyle ki, eğer ana muhalefet, sınıfsal analizi bir yana bırakarak AKP ile “milliyetçilik” yarışına girer ve “bağımsızlık” adına AKP’nin dış maceralarını da hararetle desteklemeye devam ederse, geleceğe umutla bakılamaz! Bu tutumuyla ülkenin uluslararası plandaki yalnızlığına da bir almaşık oluşturamaz.

Aslında kapitalizm çoktandır küresel bir sisteme dönüştü ve olumlu, olumsuz yönleriyle- bağımsızlıkları sınırladı. Bu yüz elli yıllık süreç içinde de Osmanlı sarrafları çoktan banker; bezirgânları büyük tüccar ve fabrikatör; mültezimleri de müteahhit haline geldiler. Artık demokrasi kavgaları da küreselleşti ve bu hiç de yeni bir şey değil. Burjuva enternasyonali çağında yaşıyoruz ve buna karşı en geniş cephe de ancak enternasyonal açılımlı, yurtsever ve laik bir halk cephesi olabilir. Uluslararası sermaye de, bu aşamada, ancak böyle bir politikayla kontrol altına alınabilir ve oligarşik çıkarlar yerine, halk çıkarlarına hizmete yöneltilebilir.

*Bu yazı SOL Parti'nin düzenlediği Bağımsızlık Konferansı'nda Taner Timur'un sunumundan alınmıştır.

https://www.birgun.net/haber/yuz-yillik-oyku-antiemperyalizm-ve-bagimsizlik-345173



Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
melnur
[ Gelenek ]
Kurucu
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 02.08.2013
İleti Sayısı: 10.954
Konum: İstanbul
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder

50 kere teşekkür edildi.
36 kere teşekkür etti.
Cevap Yazan: melnur
Cevap Tarihi: 22.05.2021- 11:24


'Milli bayramlar', günümüz ve gelecek - Metin Çulhaoğlu

23 Nisan’ın üzerinden bir ay geçti; 19 Mayıs ise üç gün önce kutlandı. Bu yılın sonuna kadar sırada önce 30 Ağustos, sonra 29 Ekim var.

Bunlar, öteden beri bildiğimiz milli bayramlar…

Bu özel günlerin kutlanması   bir zamanlar rutinleşmişti. Ülkenin geleneksel sağı bu günlerin temsil ettiği tarihsel olgular konusunda fazla ses çıkarmazken solcular da aynı günleri kendi tarih anlayışları çerçevesinde belirli yerlere oturturdu.

Orasını burasını fazla didiklemeden, kurcalamadan…

Son yıllarda işin rengi değişti.

Önemli dönemeçlerini 19 Mayıs, 23 Nisan ve 30 Ağustos günlerinin temsil ettiği bir sürece “Keşke Yunan kazansaydı” hayıflanmasıyla bakılınca, devletin başı sağlık sorunlarını bu günlere denk getirince, 29 Ekim de şimdi kapatılmak üzere olan bir parantezin açıldığı gün ilan edilince, “karşı taraf” da tepkisini gösterecekti. Nitekim, içinde sosyalist solun büyük bölümünü de barındıran Cumhuriyetçi kesim, bu özel günlere geçmişteki rutini aşan bir sahiplenmeyle yaklaşmaya başladı.

Sosyalist sol diyorsak, elbette farklı bir yorumu benimseyenler, bu özel günlere olumsuz atıflarla yaklaşanlar da oluyor.   Ancak, sahiplenici solun daha köklü bir geleneği vardır, yani bu sol 1920’lerden bu yana aşağı yukarı aynı şeyleri söylemektedir. Buna karşılık   reddedici solun bu konulardaki hidayeti henüz yeni sayılır. Onlara bakılırsa   ve sırasıyla gidilirse, bu günler Pontus soykırımını, Kürt direnişinin Mecliste temsil imkanlarıyla yatıştırılmasını, (sadece) Yunan ordusunun yenilmesini ve Ermeni soykırımı suçlamasını savuşturmak için Osmanlı’dan farklı yeni bir devlet kurulmasını simgelemektedir.

Aşağı yukarı hepsi bu kadardır…  

***

Bu kesimle tarih tartışmasına girecek değiliz.

Ancak, apaçık ortada duran bir gerçek vardır ki bunun mutlaka vurgulanması gerekir:   Bugün bu ülkenin halkı ileriye doğru bir hamle yapacaksa, bu ülkede köklü bir dönüşüm geniş halk kesimlerinin katılımıyla gerçekleşecekse, bu katılımın öznesi “geniş halk kesimlerinin” söz konusu özel günlere olumlu atıflarla yaklaşanlardan oluşacağı iki kere iki dört kesinliğindedir.

Öncesine ve sonrasına girmeden söylüyoruz: Türkiye’de 1919-1923 döneminin reddine, karalanmasına, hayali bir başka modelle ikamesine, vb. dayanan, sosyalizm bir yana, “ilerici” herhangi bir hamle, girişim, atılım, vb. olamaz. Olabileceğine kanıt olarak gösterilen “muhafazakar demokrat inkılabın”   bugün hangi noktaya geldiği ortadadır.

***

Tarihe merak ve bu merak sonucu edinilen tarih bilgisi ile tarih bilinci farklı şeyleri anlatır.

Soldan söz ediyorsak, bu yazı çerçevesinde değindiğimiz özel günlere ilişkin bilgi, bu günlere olumlu atıflarda bulunanlar için de olumlu atıfları reddedenler için de aynıdır. Yani ortada bir tarafın bilip öbür tarafın bilmediği “tarihsel gerçekler” yoktur. Bu, “tarih bilgisidir”;   tarih bilinci ise,   tarih bilgisinin güncele ve ileriye doğru “projeksiyonuyla” ilgili bir durumdur. Böyleyse, biz de diyoruz ki özel günleri sol adına sahiplenenlerin, “hepsini içerip aşan” bir gelecek perspektifi olabilir; diğerlerinin “tarih bilinçleri” ise geçmişte olmamış ve olamayacak olanı bugün “oldurma” arayışlarının ötesine geçemez.

Bu açıdan anakronizmle maluldür.

***

Neyse, az önce solun okumuş yazmış, aydın denebilecek kesiminden söz ettik.

Asıl kritik nokta ise bu kesimin dışında kalan, ancak köklü bir değişimin olmazsa olmazı sayılması gereken geniş halk kesimleridir.

Biz bu kesimlerin zihinlerine, bu yazı kapsamındaki özel günleri silip atan, laiklikten medeni kanuna, tevhidi tedrisattan tekke ve zaviyelerin kapatılmasına kadar ne varsa hepsini ikame eden bambaşka bir tarih anlayışı ve gelecek vizyonu “implant” edilebileceğini hiç sanmıyoruz.

Evet, bizim işimiz de zordur, ama imkansız değildir; diğer kesiminki ise tamamen imkansızdır.

O halde;

Anti-emperyalizmse 19 Mayıs ve 30 Ağustos’un, halkın iradesiyse 23 Nisan’ın, yeni bir Cumhuriyet’se 29 Ekim’in gelecek için sahiplenilmesinde hiçbir sakınca olmaması gerekir. Rusya’nın   Narodnik, Çin’in Sun Yat-sen, Küba’nın Jose Marti geleneğinde olduğu gibi…

https://ilerihaber.org/yazar/milli-bayramlar-gunumuz-ve-gelecek-126468.html



Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
melnur
[ Gelenek ]
Kurucu
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 02.08.2013
İleti Sayısı: 10.954
Konum: İstanbul
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder

50 kere teşekkür edildi.
36 kere teşekkür etti.
Cevap Yazan: melnur
Cevap Tarihi: 19.05.2022- 16:34



Resim Ekleme
Anadolu coğrafyasında anti emperyalist mücadelenin başlangıcı olan 19 Mayıs 1919'un 103. yıldönümü kutlu olsun. Kurtuluş ve kuruluş mücadelesi 103 yıl önce başlamıştı, durmayacak, sağdan ve soldan gelen bütün geri çekmelere karşı devam edecek Bu cumhuriyeti demokrasi ve   sosyalizmle mutlaka buluşturacağız. Denizlerin başlattığı Samsun'dan Ankara'ya Tam Bağımsız Türkiye yürüyüşü bitmedi,   sürüyor, sürecek.



Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
melnur
[ Gelenek ]
Kurucu
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 02.08.2013
İleti Sayısı: 10.954
Konum: İstanbul
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder

50 kere teşekkür edildi.
36 kere teşekkür etti.
Cevap Yazan: melnur
Cevap Tarihi: 20.05.2022- 04:18


Aynı ruhla yeniden yola çıkmak...- BARIŞ İNCE

103 yıl sonra aydınlar, emekçiler, gençler yaşamak istedikleri özgür, eşit ülke uğruna mücadeleye girmekten kaçacak mı? Bugün yeniden bir yolculuğa çıkılacaksa devrimci demokratik bir ülkeyi kazanma yolculuğu olmalı.

Resim Ekleme

"1919 senesi Mayıs'ının 19. günü Samsun'a çıktım.”

Nutuk eserine Mustafa Kemal Atatürk bu sözlerle başlar. Kendi siyasi yolculuğunun da ülkenin kurtuluş yolculuğunun da aynı tarihe denk geldiğini ifade eder aslında. Nesnel olarak da baktığımızda Mustafa Kemal ve arkadaşlarının işgale karşı İstanbul’da yürütmekte olduğu gizli istişare, örgütlenme ve toplantılar ancak 19 Mayıs 1919 sonrasında onun Anadolu’ya askeri bir görevle geçmesiyle bir sonuca ulaşabilmiştir. O güne kadar elbette anlık bir takım direnişler ülkenin çeşitli yerlerinde gerçekleşmişti ancak pek çok tarihçinin hemfikir olduğu nokta, bu direnişlerin işgalcilerin halka ettiği zulüm karşısında verilen anlık ve örgütsüz tepkiler olduğudur. 19 Mayıs 1919 sonrası ise Amasya Genelgesi, Erzurum ve Sivas Kongreleri ile hem Kurtuluş Savaşı’nın örgütlenmesi hem de ulus egemenliğine giden çizginin netleşmesi söz konusu. Nitekim 21-22 Haziran’daki Amasya Genelgesi’nde “Milletin bağımsızlığını, yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır” sözleri aslında bugüne kadar tebaa görülmüş bir ulusun kendi geleceğini kendisinin eline alacağı yeni bir yönelimin de ifadesiydi.

Ulusal Kurtuluş, işgale karşı verilen bir mücadele olduğu kadar yeni bir ülke kurma fikrini ve yönelimini de içinde barındırır. Bu konuda Cumhuriyeti kuran kadroların arasında ihtilaflar olduğu, farklı yönelimler olduğu, pek çoğunun cumhuriyetten habersiz olduğu gibi iddialar ortaya atılır. Mustafa Kemal Atatürk’ün kafasında şekillenen devrimler, tüm kadrolar tarafından biliniyor ya da benimseniyor olmayabilir ancak Osmanlı’nın son döneminden itibaren cumhuriyet, kadınlara seçme ve seçilme hakkı, karma eğitim gibi konularda pek çok tartışma vardır. Hatta o dönemin kadın dergilerinde (Kadınlar Dünyası gibi) “intihap hakkı” açıkça savunulur. Kurtuluş Savaşı’nın etkin figürlerinden Halide Edip’e kadınların seçme seçilme hakkı olmadığı dönemde Anadolu’nun çeşitli yerlerinden, destek amaçlı, oy çıkar. Tüm bunlar ülkeye sahip çıkma yani kurtuluş mücadelesi ile ilerleme, devrim fikirlerinin birbiriyle nasıl bir arada yürüdüğünü gösterir.

Resim Ekleme
Mustafa Kemal, Anadolu yürüyüşüne Samsun’dan başladı.

YENİDEN KURMAK İÇİN

Bu tarihi bilginin bugün açısından ne önemi var denebilir? Cumhuriyet devriminin 100. Yılına gelinirken, bugün yeni bir kurtuluş ve yeni bir kuruluş mücadelesine girmenin kaçınılmazlığı ortada. Bu aslında sahip çıkmayı da içinde barındıran bir mücadele... Ancak koruma-sahip çıkma bugün artık yerinde sayma ile mümkün olmayacak. Çünkü 1919-1950 arasındaki kimi hatalara, eksiklere rağmen sürdürülen ilerleme 1950’den sonra büyük bir geri dönüş ve yıkıma sahne oldu. Bir avuç sömürgenin ve toprak ağasının talepleri uğruna devrim ihanete uğradı, ekonomik bağımsızlığımız emperyalistlerin eline bırakıldı. Bu çıkarcı gruplar, ağalar, beyler, paşalar siyasi rantlarını dini sömürerek, halkın dini duygularını istismar ederek gerçekleştirmek istediler. Devrimlerin en önemlilerinden laiklik ilkesini aşındırarak toplum ve siyaset yaşamından çıkarmaya çalıştılar.

MEDENİYET TERCİHİ

Aynı güçler, cumhuriyet devrimini, bağımsızlık ve sosyalizmle taçlandırmak isteyen devrimci gençlerin üzerine ABD-NATO eğitimli faşist komandoları ve tarikatçıları saldılar. Emekçilerin taleplerini faşist uygulamalarla bastırdılar. Darbelerle hem devrimcileri yok etmeye çalıştılar hem de cumhuriyetin ilerici kazanımlarını elimizden aldılar. Bu ülkenin aydınlık kuşaklarını işkencelerden geçirirken utanmadan bayrak ve Mustafa Kemal Atatürk’ün fotoğraflarını kullandılar. Aşındırıp yıktıkları cumhuriyetin kurucusunu kendilerine kalkan yaptılar!

Tüm bu gelişmelerin sonucunda 2002’de, ülke tarihinin en gerici ve en işbirlikçi kesimi, düzen içi çatışmalarda aradan sıyrılarak, iktidarı ele geçirdi. Bu dönem boyunca hem ülkenin kamusal varlıkları eşi benzeri görülmemiş bir hızla satıldı, hem de tarikat-cemaat ağları mobilize bir kitle tabanı olarak halkın içerisinde devlet desteği ile örgütlendi. Ülkemiz önce Büyük Ortadoğu Projesi ile ABD’nin Ortadoğu’daki ılımlı İslam vizyonunun taşıyıcısı olarak konumlandırıldı sonra da Eğit-Donat ile cihatçı çetelerin beslendiği yer haline getirildi. Tüm bunlar sürerken yuka- rıdan aşağı tek parti iktidarı, aşağıdan yukarı tarikat-cemaat grupları toplumsal yaşamı belirlemeye başladılar. “Bu dine uymaz, şu haram bu helal” gibi ifadelerle, İslam’ın bir yorumunu esas alan yasaklar, baskılar gündeme geldi. Tüm bunlar Gezi gibi çeşitli sosyal patlamalara neden olunca, iktidarını sağlamlaştırmak isteyen hükümet, 1919’dan itibaren başlayan meclisli siyasi yaşamın yerine, hileli bir referandumla yeniden sarayı koydu. Tek partiden tek adama dönüşmüş, devlet içerisindeki dışındaki kimi çete yapılarını da tahkim etmiş olan saray iktidarı, çıkardığı yasalarla ülkeyi ekonomik olarak tarumar ettiği gibi, sosyal hayatı da Ortaçağ zihniyetine hapsetti.

DEVRİMCİ PRATİKLE

Oysa ne hayat ne tarih onların dar zihniyetleriyle hareket ediyor. Dünyanın her yerinde doğanın tahribine, ekonomik eşitsizliklere karşı insanlar
bir arayış içerisinde. Gençler dünyaya daha açık ve dar bir fanusta yaşamak istemiyor. Türkiye’deki saray iktidarı da hamasetle gençleri kazanamıyor. Ülkede tek bir kağıt fabrikası bile yokken, verimli topraklar işlenmiyorken, her gün her şeye zam gelirken, üstüne bir de baskı ve terör iklimi yaratmak fayda sağlamıyor. 1919’dan itibaren kurucu kadrolar, tarihin akışını görerek halka öncülük ettiler. Bugün de ülkeyi yeniden kurmak için yeni bir devrimci ruh gerekiyor. Aşındırıp gericileştirilen cumhuriyeti aynı devrimci ruhla, iddiayla yeniden kurmak gerekiyor.

19 Mayıs 1919’un 103’üncü yılında elbette ki coşkulu kutlamalar olacak, anmalar olacak, Mustafa Kemal ve silah arkadaşları hatırlanacak. Bu aynı zamanda Atatürk havalimanını yıkıp orada Fetih gösterisi yapmak isteyenlere yönelik bir tepkiyi de içerecek hiç kuşkusuz. Ama bir de gerçeklik var ki Atatürk bununla yetinmemişti. Tarihten ilham alarak onu da aşmak için yola çıkan 68 kuşağı, 78 kuşağı da yetinmedi. 103 yıl sonra bu ülkenin aydınları, emekçileri, gençleri yaşamak istedikleri özgür, eşit ülke uğruna çetin bir mücadeleye girmekten kaçacak mı? Bugün yeniden bir yolculuğa çıkılacaksa o yolculuk devrimci demokratik bir ülkeyi kazanma yolculuğu olmalı. NATO üslerinin kovulduğu, parayla toprağımızın, evlerimizin zengin yabancılara satılmadığı bir ülke mücadelesi... İnsanların eşit olduğu, birlikte üretip yönettiği, katılımcı, sosyalist, doğayla barışık, gerçekten laik bir ülke mücadelesi... Tarih bir nostalji değil bir ilham kaynağı olduğunda anlamlıdır. “Muhtaç olduğumuz kudret”, Samsun’da, Dumlupınar’da, Nurhak’ta, Gemerek’te, Kızıldere’de mevcuttur.

https://www.birgun.net/haber/ayni-ruhla-yeniden-yola-cikmak-388431



Yeni Başlık  Cevap Yaz



Forum Ana Sayfası

 


 Bu konuyu 1 kişi görüntülüyor:  1 Misafir, 0 Üye
 Bu konuyu görüntüleyen üye yok.
Konuyu Sosyal Ortamda Paylas
Benzer konular
Başlık Yazan Cevap Gösterim Son ileti
Konu Klasör Lenin'in 1919 tarihli konuşması iskra 1 3933 08.09.2013- 14:24
Konu Klasör Lenin'in 1919'da yaptığı 1 Mayıs konuşması proleter 1 7398 24.04.2014- 20:23
Konu Klasör Karanlığı yakan ışık: 19 Mayıs 1919 tarihselmaddeci 2 3944 21.05.2015- 09:46
Konu Klasör 1919-1920 Sevr sürecinde Kürtler owert 0 3297 31.01.2016- 15:55
Konu Klasör İstanbul'da 1 Mayıs... melnur 1 4028 01.05.2019- 19:59
Etiketler   Mayıs,   1919,   Kurtuluştan,   Kuruluşa.
SOL PAYLAŞIM
Yasal Uyarı
Sitemiz Bir Paylasim Forum sitesidir Bu nedenle yazı, resim ve diğer materyaller sitemize kayıtlı üyelerimiz tarafından kontrol edilmeksizin eklenebilmektedir. Bu nedenden ötürü doğabilecek yasal sorumluluklar yazan kullanıcılara aittir. Sitemiz hak sahiplerinin şikayetleri doğrultusunda yazı ve materyalleri 48 Saat içerisinde sitemizden kaldırmaktadır.
Bildirimlerinizi info@solpaylasim.com adresine yollayabilirsiniz.
Forum Mobil RSS