SolPaylaşım  
Ana Sayfa  |  Yönetim Paneli  |  Üyeler  |  Giriş  |  Kayıt
 
OTURUYORSAN KALK; AYAKTAYSAN YÜRÜ; YÜRÜYORSAN KOŞ!
Yurt ve dünya sorunlarına soldan bakan dostlar HOŞGELDİNİZ .Foruma etkin katılım yapabilmeniz için KAYIT olmalısınız.
Yeni Başlık  Cevap Yaz
Gerilim Yılları ve...           (gösterim sayısı: 5.382)
Yazan Konu içeriği
Üye Profili boşluk
şibusa
[ ]
Üye Silindi
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi:
İleti Sayısı: 0
Konum: Gizli
Durum: üye silinmiş
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder


Konu Yazan: şibusa
Konu Tarihi: 16.10.2013- 20:04



Gerilim Yılları ve Çözücü-Kurucu Dinamikler Üzerine- İlhan Kamil Turan


13 Ekim 2013 Pazar 16:44:52



Büyük Haziran Direnişinin ilk günlerinde Erdoğan için, geri dönüşü yok, iktidar mücadelesi veriyor, başkaldıran kitleler iktidarı ele geçirme amacı taşımasa da “Hükümet istifa”, “Diktatör istifa” sloganlarıyla onun iktidardan gitmesine işaret ediyor, iktidarının doruğunda da iktidar mücadelesi vermek zorunda, diye düşünmüştüm. Halk hareketine karşı sergilenen şiddetin dozu ve ölçeği bu nedenle çok sert ve yaygın idi hatta bu durum direniş öncesinde oluşmaya başlamıştı.


Erdoğan direniş boyunca ve sürekli olarak, devletin zor/şiddet aygıtlarını, partisini ve kitle tabanını tahkim etmeye, güçlendirmeye çalıştı. Direniş sürerken söylediği, “yüzde 50’yi evinde zor tutuyoruz” sözleri, hedef kitlesini, çerçevesi kendisi tarafından çizilecek militan bir duruşa davet anlamına geliyordu. Bu yaklaşım, her ne kadar AKP’ye oy veren kitlelerde görünür bir yankı bulmasa da Erdoğan’ın kendi durum ve motivasyonunu yeterince açıklayıcıdır.


Erdoğan en son Eylül ayının sonlarında, “Büyük Doğu Düşüncesi ve Necip Fazıl Kısakürek'in Eserlerinde İdeal Türk Gençliğinin Nitelikleri” konulu makale yarışmasının ödül töreninde yaptığı konuşmada, gençlere hitaben, “Birilerinin sesi çok çıkıyor diye, birileri arsız diye, birileri barbarca yakıp yıkıyor diye pısıp geri adım atmayacaksınız” diyerek kendi cephesine yönelik tahkimat çabalarını sürdüreceğini gösterdi. Bu sözlerinin devamında söylediği, “Şiddet, silah, molotof, taş, şu, bu bunlar şu karşımda gördüğüm gençliğin tarzı asla değildir ve olmayacaktır. Siz her biriniz birer Necip Fazıl olacaksınız” sözleri ise gerekli supapları oluşturmak yanında gençler üzerinde bir belirlenim oluşturmak içindir. Erdoğan’ın örnek gösterdiği Kısakürek’in “Gençliğe Hitabe”sinde, bir süre önce kendisinin de kullandığı malum sözleri anımsayalım. Erdoğan’ın üstadı, o hitabesinde, “Dininin, dilinin, beyninin, ilminin, ırzının, evinin, kininin, kalbinin dâvacısı bir gençlik... Halka değil, Hakka inanan; meclisinin duvarında ‘Hâkimiyet Hakkındır’ düsturuna hasret çeken, gerçek adâleti bu inanışta bulan ve halis hürriyeti Hakka kölelikte bilen bir gençlik...” diyordu. Erdoğan, dindarlık, kindarlık, kölelik gibi gericiliğin ideolojik deposuyla beslenen milliyetçi-muhafazakâr-İslamcı sentezler temelinde toplumsal karşıtlıkları körüklemekte, gerisini “güvenlik” aygıtlarına ve ünlü “kontr” yöntemlere devretmektedir. Erdoğan’ın kendisine bağlı kitle ve gençlere yönelik tahkimat girişimleri aynı zamanda devletin zor/şiddet aygıtlarını belirlemekte, koşullandırmakta ve bu etki eşliğinde devreye sokmaktadır.


Bu genel yaklaşımın poliste ve Haziran Direnişindeki kitlelere ideolojik-kültürel yabancılık ve düşmanlık besleyen, milliyetçilik-İslamcılık sentezinin sindiği en gerici tabanda bir karşılık bulduğu görülebiliyor. Palalı, sopalı güruhların saldırıları ile direnişin daha ilk gününden itibaren İstanbul ve Ankara’da bazı bankamatiklere saldıran, oluşan kaotik kaynaşma durumunda kıran-yıkıp döken “siviller”in kontr-gerillavari yöntemlere başvurmaları, gerçekte faşizmin “devlet-toplum birliği” arzu ve yöneliminin bazı örnekleri, nüveleri arasında yer aldı.


Doğrusu bu durum, 1960’ların sonları ve 1970’lerin siyasal ortamını yaşamış olanlarımızda eminim canlı çağrışımlar yapmıştır. Zira bıçak, zincir, demir ve odundan sopaların gerici-faşist güruhlar tarafından ilk kullanımı o zamanlar başlamış, ardından silahlar devreye sokulup devrimciler, aydınlar, işçi önderleri ve halk hedef alınmıştı. Yukarıdan aşağıya örgütlenmiş, CIA ve Alman istihbaratı ile bağlantılı MİT’i, polisi, askerli-“sivil”li kontr-gerillası ve “devlete yardımcı” MHP’li “ülkücü” faşist güçleri, hep birlikte, toplumsal uyanış-düzene karşı çıkış atmosferini şiddet araçlarıyla dağıtma işlevini üstlenmişlerdi. Aynı güçlerin Maraş ve Çorum’da solcu-Alevi halka yönelik vahşi katliamları da hafızalardadır. Bu ortamın egemen olduğu 1970’lerde, kısmi, kesimsel “iç savaş” anları ve görüntülerinin yaşandığı biliniyor.



Genel olarak AKP iktidarı ve özellikle son “ustalık” dönemi, kapitalizmin sermaye birikim süreçleriyle bire bir bağıntılı olan, emek ve aydınlanma düşmanlığı diye, iki temel eksene indirgenebilecek gerici icraatlarına karşı oluşan yeni toplumsal uyanış-ayağa kalkış hamlelerine karşı önlemlerle belirlenmektedir. İktidarın, oluşmakta olan yeni sınıfsal-toplumsal kutuplaşmayı hızlandırıcı ve 1970’lerin yöntemlerini de içeren tarzdaki sertliği, Türkiye’de yeni bir evreyi başlatmıştır. Büyük Haziran Direnişi bu koşullarda oluşmuş, başlamış, sürmüştür. Halk hareketi ile kendi koşulları içinde doruğa ulaşan çok yönlü politizasyon (siyasallaşma), siyasi iktidarı bayağı ürkütmüş ve ona karşı net bir şekilde konumlandırmıştır.



“İç savaş” fayları
Moda tabirle konuşursak, Türkiye’deki düzenin “üç k” kodlamasındaki (komünizm, Kürt, Kızılbaş) karşıtlığıyla belirlenen “fayları”, “iç savaş”a da hazırlıklı kırmızıçizgileri bugün daha da belirginleşmektedir. Ama bunları biraz açmak ve “dahasını” da belirtmek gerekir.


Sırasıyla değinirsek, düzenin ve onun siyasi iktidarının emek ve son çözümlemede komünizm karşıtlığı bakidir. Emekçiler üzerindeki iktisadi, siyasi, ideolojik zor ve belirleme (hegemonya) mekanizmaları bugün dikey ve yatay olarak boyutlanmaktadır. Bu, değişmez, derece derece yayılan, tarihsel-toplumsal bir biçimlenme, boyutlanma alanıdır. Düzen bu alandaki tepkileri çıplak zor, ideoloji-siyaset aygıtlarıyla bastırma yolunu benimsemiştir. Ancak bu alanda ücret yetersizliği, işsizlik, geleceksizlik, yoksullaşma ve yoksulluğun sürekliliğiyle oluşan ciddi birikimler söz konusudur. Kentsel, çevresel, kırsal alanların serbestleştirme, özelleştirme, metalaştırma süreçleri içinde oluşan yeni emek, çevre, üretim, yaşam alanları sorunlarının yeni ve çok boyutlu, çok yönlü tepki birikimine yol açtığı bilinmektedir. Kadınlar ve çocukların, farklı cinsel eğilimleri olanların, emek-beden bütünlüklerinin piyasa belirlenimlerine tabi kılınarak sömürülmeleri ve ezilmeleri de önemli tepki birikimi alanlarıdır. Bunların hepsi, ayrışık değil, aslında aynı sömürü ve ezilme mekanizmalarına sarmal olarak tabi; işçi, kamu emekçisi, küçük üretici veya yoksul çiftçi-köylü, kadın, genç, sağlıkçı, öğretmen, mühendis, “güvenceli”-güvencesiz, işsiz, yoksul, emekli, tüm emekçi kesimlerin iç içe geçen, gerçekte sarmal bir bütünlük oluşturan tepki birikimi alanları olarak değerlendirilmelidir.



Kürt sorununda düzenin ve AKP iktidarının Kürt halkına, sermaye birikim iştahı ve daha ucuz emek sömürüsü temelindeki “Türkiye’nin Çin’ini yaratma” arzularıyla belirlenmiş, bölgesel projeksiyonlarda iktisadi-siyasi boyutlu kullanmaya yönelik aldatıcı, baştan çıkarıcı “çözümler”   dışında bir şey sunmayacağı, gören gözler tarafından biliniyor. Bu arada “çözüm” sözcüğünün, aslında, devrimci sosyalist anlam dışında, içinde yer aldığı her cümleyi ve kurulmaya çalışılan mantığı devrikleştirdiğini, mantıksal tutarsızlıkla malul kıldığını,   egemen burjuva siyasetine eklemlediğini belirtmek gerek. Kürt sorununun yakıcı bir sorun olarak mevcudiyetinin, geleneksel milliyetçi çizgiye, onunla eklemlenmiş yeni öğelerle birlikte kan verdiğini de belirtmek gerekir.



Düzenin, emperyalizmin siyasi manipülasyonlarını da içerir şekilde, Sünni-Alevi şeklindeki dinsel-mezhepsel ayrımları mezhepçiliği kanlı biçimlere evriltecek belirlenimlere sahip olduğu da biliniyor. Kendilerinin besledikleri El Kaide-El Nusra menşeli Reyhanlı katliamını bile “Sünni katliamı” olarak sunan ve Alevileri doğrudan hedefe koyacak denli pervasızlaşan iktidarın, Cumhuriyet tarihinin bu alandaki genetik gelişimini yeni koşullarda nasıl boyutlandırdığı ortadadır. Dahası, AKP iktidarının, Suriye iç savaşına ideolojik, dinsel, mezhepsel ve etnik öğeleri kaşıyarak müdahale ettiği, o iç savaşı nasıl Türkiye’nin bir “iç sorunu” olarak sunduğu da ortadadır. Bu noktada, emperyalist kampın Suriye’ye doğrudan askeri müdahaleyi şu an için dışlamak zorunda kalmasının, Suriye’yi düze çıkardığı yanılsamasına kapılmamak gerekir. Emperyalizmin ve AKP iktidarının Suriye’deki kaotik ortamın dinci, mezhepçi, etnikçi çatışmalarla birçok biçimde sürmesini isteyecekleri kesindir. Diğer yandan, 1970’li yılların Maraş ve Çorum katliamlarına hatta 1990’ların Sivas katliamına tarihselci yöntemle, Türkiye’de bugün geliştirilen dinci-mezhepçi ayrım ve çatışma dinamikleri ışığında baktığımızda, bu dinamiklerin söz konusu “fay hatları”nda nasıl sürekli bir şekilde bir yer edinmiş olduğunu görürüz.



Dahası, Türkiye’de, iktidar mücadelesinde geriletilen ordu içinde, yapısal olarak faşist, NATO’cu egemen eğilimlerin dışında, etki-tepki diyalektiğinde hem tutuculaşmaya, hem de başkalaşmaya açık aydınlanmacı bireysel tepkilerin Türkiye’nin diğer iktisadi, siyasi, toplumsal sorunları ile iç içe geçerek ileride kendini bir “eğilim” olarak göstermesi de bir olasılık olarak kaydedilmelidir. Haziran halk hareketi içinde, hem halk hem de ondan ayrışık bir şekilde konumlandırılmış olan ordu içinden, hukuksal adaletsizlikler ve rejim dönüşümüne duyulan bireysel veya tikel tepkilerin başka siyasal baskılara, toplumsal eşitsizliklere karşı çıkış ile kaynaşabileceği de görülmüştür. Bunun bir eğilim olarak biçimlenmesi olasılığı orta ve uzun erimde kendini gösterebilecektir.



Dahası, siyasal, toplumsal, uluslararası çelişkilerin tam kızıştığı anlarda ne devlet bütünlüğü, ne de ordu bütünlüğünün kalmayacağı siyasi tarihte birçok kez görülmüştür. Bu ölçüde olmasa da, yakın tarihte örneğin Kürt hareketinin yürüttüğü silahlı mücadelenin önlenememesi ve sürekliliğinin devlet ve dolayısıyla ordu merkezi nezdinde çözücü etkiler yarattığı, konunun yeni iktidar biçimlenmelerine kapı araladığı açıktır. Önemli ulusal ve uluslararası, siyasi, askeri konjonktürlerin etkilerine hiçbir yapı ve toplum mutlak olarak direnememiştir, direnemez, tam tersine belirlenir, değişir, ayrışır, yeni nedenselliklerin oluşum ve karşıtlaşma süreçleri yaşanır.


Çözüm

AKP iktidarı yukarıda değinilen gerilim alanlarında “dibine kadar” gitme, vurma eğilimindedir. Bu tekelci, otoriter, sermayeci-piyasacı güdülere sahip faşizm ve siyasal İslam belirlenimli bir iktidar mücadelesidir. Erdoğan ve AKP’nin geri dönüşü yoktur. Gerçekte barışçıl demokratik mücadele biçimlerinin başat olduğu Haziran Direnişinin oluşum süreci, gerçekleşme anları ve gelişiminde halk tamamen meşru savunma yöntemleriyle direnirken, iktidar Türkiye’ye adeta bir “iç savaş” yaşatmıştır. Bu durum, rejim dönüşümü sancısı içindeki yeni Türkiye’nin, söz konusu rejim dönüşümünün ötesine geçen kırılganlıklara ve dinamiklere ne denli açık olduğunu göstermiştir.



Kim ne derse desin, tarihsel-toplumsal gerçek çözüm, üç temel biçime, ideolojik, siyasi, ekonomik mücadele boyutlarına sahip olan sınıf mücadelesi ile gerçekleşecektir. Her birinin elbette özgül önem ve ağırlıkları da vardır ama bu mücadele biçimleri güçlü bir bütünlük sağlayacak ilişkisellik içinde yürütülmelidir. Sınıf mücadelesi, gerçekte Marksist tarih kuramının ana kavramıdır ve Mahir Çayan, sınıf mücadelesini Marx, Engels, Lenin’e uygun olarak “Marksist doktrinin ana çatısı” olarak açıklamıştır (Toplu Yazılar, BirGün Kitap Yayınları, İkinci Baskı, 2013, s. 47). Lenin, diyalektiği, Marx-Engels gibi toplumbilimde sınıf mücadelesi örneği ile açıklamıştır (“Diyalektik Sorunu Üzerine”, Felsefe Defterleri, Sosyal Yayınları, Birinci Baskı, Mart 1976, s. 303; veya Materyalizm ve Ampiriokritisizm, Sol Yayınları, İkinci Baskı, Nisan 1988, s. 413). Engels, “modern tarihte, bütün siyasal savaşımların sınıf savaşımları oldukları ve sınıfların bütün kurtuluş savaşımlarının, zorunlu olan siyasal biçimlerine karşın –çünkü her sınıf savaşımı bir siyasal savaşımdır– son tahlilde ekonomik kurtuluşun çevresinde döndükleri tanıtlanmıştır” demiştir (Ludwig Feuerbach ve Klasik Alman Felsefesinin Sonu, Sol Yayınları, s. 50-51).



Burada önemli olan, yıkıcı ve kurucu çelişki ve dinamiklerin yapılanma ve gelişim seyrine uygun tarihsel-toplumsal devrimci öznenin yaratılmasıdır. Burada sol açısından en önemlisi, kendisine özne misyonu biçmiş parti veya hareketlerin öznel boyutlarına sıkıştırılmamış, asli tarihsel-toplumsal boyutlu özne uzamıdır, bu uzamı onların yardımıyla kuracak olan emekçi kitlelerin devrimci özne boyutuna ulaşmasıdır.


Diğer yandan, düşünce dünyamızı doğal olarak çok meşgul eden bir konuya da değinmek gerekir. Emareleri bugünün içinde de bulunabilir ama esasen orta ve uzun erimde, Türk ve Kürt ulusalcılıklarının kendi içlerinde yaşanacak sınıfsal, siyasal ayrışmaları da gözetmek gerekir. Ayrıca onları aşan sınıfsal-toplumsal pratikler içinde, Türk-Kürt ve bu ülkede yaşayan bütün azınlıklardan insanların, Tekel ve Haziran Direnişlerinde olduğu gibi kardeşleşmesini sağlayacak yeni aşkın pratiklerin yaşanacağı da mutlaka gözetilmelidir.


Düzen ve AKP’nin yönelimleri ile Haziran Direnişi, isyanı-kalkışması, halk hareketi, birçok açıdan çözümlenmeyi gereksiniyor. Bu yazı da “bir” açıdan bugün ve gelecek uzamlı bir değerlendirme olarak bir anlam taşırsa ne âlâ.


*     *     *



Şefik Hüsnü’ler, Ethem Nejat’lar sonrası, Türkiye sosyalizminin farklı açılardan Türkiye özgüllüğüne dair vurgu ve yönelimleri olan ve belirli birer Marksist teorik-ideolojik formasyonun taşıyıcısı olan üç insanını, bazı sohbetlerde, Hikmet Kıvılcımlı, Behice Boran ve Mahir Çayan olarak belirtmişimdir. Dün Behice Boran’ın, bugün Hikmet Kıvılcımlı’nın ölüm yıldönümü imiş (10, 11 Ekim), bu yazıyı yazarken bir yerlerde gördüm. Hepsine saygı ve sevgimiz bakidir. Bu vesileyle, yazıyı, sevgili Behice Boran’ın 14 Mayıs 1976 gecesi İstanbul’da düzenlenen Şili Halkıyla Dayanışma Gecesi’nde söylediği şu sözlerle bitirmek istiyorum:



“Bugün dünyada mücadele aynı düşmana karşı verilmektedir. Vietnam’da, Angola’da, Şili’de, Türkiye’de aynı düşmana karşı savaş verilmiştir ve verilmektedir. Yerli faşizmler ise emperyalizmin ortaklarıdır. Faşizm ve emperyalizm bir madalyonun dışa ve içe dönük iki yüzü gibidir. Tüm dünyada emperyalizm tek ve bir bütündür. Faşizm de tek ve bütündür. Faşizme ve emperyalizme karşı halkların, işçi sınıfının, emekçi kitlelerin verdiği mücadele de tek ve bütündür”

İlhan Kamil Turan








Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
şibusa
[ ]
Üye Silindi
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi:
İleti Sayısı: 0
Konum: Gizli
Durum: üye silinmiş
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder


Cevap Yazan: şibusa
Cevap Tarihi: 16.10.2013- 20:40


Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
melnur
[ Gelenek ]
Kurucu
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 02.08.2013
İleti Sayısı: 10.955
Konum: İstanbul
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder

50 kere teşekkür edildi.
36 kere teşekkür etti.
Cevap Yazan: melnur
Cevap Tarihi: 26.10.2013- 00:27


Solculuğun tanımı içine pek çok şey sokulabilir. Ama en basit ve başat tanımıyla piyasacılığa, emperyalizme ve gericiliğe karşıtlık denilebilir. Hem özelde Haziran direnişinde ve hem de 11 yıllık iktidarında AKP'nin hem siyasi ve dinci anlamında bir gericiliği, hem en vahşi biçimde sürdürdüğü piyasacılığı ve hem de, belki Cumhuriyet tarihinde hiç bir siyasi iktidarın aklının ucundan bile geçiremediği kadar emperyalizmin taşeronluğunu yerine getirdiğini görebilmeliyiz. AKP budur. Bu durum kavrandığında gerçek solculuğun da ülkemizde nasıl bir çerçeveye oturması gerektiği açıklık kazanacaktır. Piyasacılığa, emperyalizme ve gericciliğe karşı çıkmak en somut biçimiyle AKP'ye karşı çıkmaktır. AKP konusunda sallanan ve yeri geldiğinde "ama bunu da iyi yaptı" türünden bir yetmez ama evetçiliğe soyunan bir kişi ağzıyla kuş tutsa solcu olamaz.

Olguları bu şekilde değerlendirmeye ve kişilere bir de bu gözle bakmakta solculuk adına oldukça yarar var.



Yeni Başlık  Cevap Yaz



Forum Ana Sayfası

 


 Bu konuyu 2 kişi görüntülüyor:  2 Misafir, 0 Üye
 Bu konuyu görüntüleyen üye yok.
Konuyu Sosyal Ortamda Paylas
Benzer konular
Başlık Yazan Cevap Gösterim Son ileti
Konu Klasör Ukrayna'da emperyalist gerilim tırmanıyor proleter 11 8533 20.03.2014- 19:53
Konu Klasör Cumhuriyetin ilk yüzyılı: Cumhuriyetin kuruluş yılları... melnur 0 172 27.10.2023- 04:00
Etiketler   Gerilim,   Yılları,   ve.
SOL PAYLAŞIM
Yasal Uyarı
Sitemiz Bir Paylasim Forum sitesidir Bu nedenle yazı, resim ve diğer materyaller sitemize kayıtlı üyelerimiz tarafından kontrol edilmeksizin eklenebilmektedir. Bu nedenden ötürü doğabilecek yasal sorumluluklar yazan kullanıcılara aittir. Sitemiz hak sahiplerinin şikayetleri doğrultusunda yazı ve materyalleri 48 Saat içerisinde sitemizden kaldırmaktadır.
Bildirimlerinizi info@solpaylasim.com adresine yollayabilirsiniz.
Forum Mobil RSS