SolPaylaşım  
Ana Sayfa  |  Yönetim Paneli  |  Üyeler  |  Giriş  |  Kayıt
 
OTURUYORSAN KALK; AYAKTAYSAN YÜRÜ; YÜRÜYORSAN KOŞ!
Yurt ve dünya sorunlarına soldan bakan dostlar HOŞGELDİNİZ .Foruma etkin katılım yapabilmeniz için KAYIT olmalısınız.
Yeni Başlık  Cevap Yaz
Adını koyalım artık: Faşizm...           (gösterim sayısı: 2.880)
Yazan Konu içeriği
Üye Profili boşluk
melnur
[ Gelenek ]
Kurucu
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 02.08.2013
İleti Sayısı: 10.954
Konum: İstanbul
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder

36 kere teşekkür etti.
50 kere teşekkür edildi.
Konu Yazan: melnur
Konu Tarihi: 29.06.2020- 19:50


Adını koyalım artık: Faşizm - İhsan Gülhan

Ergin Yıldızoğlu, “Yeni Faşizm” kitabıyla COVID-19 salgınının devletlere sağlık önlemi adı altında olağanüstü hâl uygulamaları fırsatı verdiği günlerde kavramlar dünyasına inen sisi dağıtıyor

Resim Ekleme

Acı
Bir
Rüzgardır
Eser
Dağlardan
Ovalardan
Kapkara
Kanını
Kurutur
Yoksulların
Sonra
Kıtlık
Pahalılık
Ve
Faşizm
Dayan
Ha
Yıkılma…

Enver Gökçe


Macaristan’dan Brezilya’ya kadar dünyanın farklı coğrafyalarında ülkesini demir yumrukla yöneten, yasama ve yargının yetkilerini elinde toplamış, muhalifleri şeytanlaştıran, tanrı katına yükselmiş despotik liderler ortaya çıkarken, bunları adlandırmak için otoriter liberalizm, sağ popülizm, illiberalizm gibi kavramlar türetildi. Faşizm ise modası geçmiş bir kavram muamelesi görmekte. Faşizm kavramından vazgeçilmesinin görünürdeki gerekçesi bugünün dünyası ile 1930’ların Almanya’sı arasında birebir benzerliklerin aranması. Kapitalizm değişebilir, emperyalizm değişebilir ama faşizm 100 sene önceki halinde kalmalı, karşımıza Nazi üniforması içinde gelmeliydi.

Ergin Yıldızoğlu, “Yeni Faşizm” kitabıyla COVID-19 salgınının devletlere sağlık önlemi adı altında olağanüstü hâl uygulamaları fırsatı verdiği günlerde kavramlar dünyasına inen sisi dağıtıyor.

Yıldızoğlu faşizmin değişmeyen özünü ortaya koymakla işe başlıyor, sonra kapitalizmin bugün sahip olduğu olanakların muhalefeti etkisizleştirmekte, kitle pasifikasyonunda başka araçlar kullanmaya elverdiğine dikkat çekiyor. İnternette gezdiğimiz sitelerin, yaptığımız alışverişlerin geride bıraktığı big data bile herkesin peşine polis takmayı gereksizleştiriyor. Takip edilmemeniz gözlenmediğiniz anlamına gelmez.

Kitabın ilk bölümleri klasik faşizmi doğuran koşulların, İtalya ve Almanya örneklerinin incelenmesine ayrılmış. Yıldızoğlu iki ülkedeki faşist hareketi de 1. ve 2. dalgalarına ayırarak irdeliyor. Bu sayede faşist hareketin izlediği strateji değişiklikleri, burjuvazinin güvenini kazanmak için yaptığı manevralar, iktidara gelmek için verilen tavizler, yapılan uzlaşmalar ve iktidarın ele geçirildiğinin işareti olan muhalefete yönelik saldırılar bağlamına oturuyor. Bunlardan kalkarak anti faşist güçler için önemli tüyolar veriyor, işte tam o sırada ülkemizin demokrasi güçlerinin liberal virüsün zehirlemesi sonucu düştüğü tuzağı bir kez daha hatırlıyorsunuz.

Yıldızoğlu, iki tipik faşizm örneği (Almanya ve İtalya) arasında bile farkların olduğuna dikkat çekerek faşist sıfatıyla anılan Franco, Salazar rejimleri ve diğer faşist devletler arasında da önemli farklar bulunduğunun altını çizdiğinde bugünün faşizmin geçmişe göre farklılaşmasının normal olduğunu anlamak için fazla düşünmeye gerek kalmıyor. Liberal, Marksist ve kültürel boyuta odaklanan faşizm tanımlamalarını kısaca verdikten sonra Marksistlerin faşizm tanımının eksikliklerini Poulantzas’a dayanarak eleştiriyor ama ardından Poulantzas’ın zayıf noktasını da gösteriyor. Faşizmin evrensel özelliklerini ortaya koymak için Umberto Eco’yu yardıma çağırıyor. Komintern’in “sosyal faşizm” teorisi de tarihin en büyük hatalarından biri olarak damgayı yiyor.

Bütün mümkünlerin kıyısında
İlerleyen bölümde bugünün dünyasını analiz eden Yıldızoğlu, iklim, gıda, su krizleri, göç gibi büyük belalar etrafında kapitalizmin yaşadığı yapısal krize bakarken, bu sorunların kitlesel sağ ve sol hareketleri yarattığını vurguluyor. Bir tarafta ırkçı, homofobik, maço hareketler yükselirken bunların temsil ettiği dünyaya karşı yeni bir isyan dalgası da dünyayı dolaşıyor.

Hayatımı yazsam 1984 romanı olurdu…
Bir zamanlar okuduğumuz distopik romanların kuvveden fiile geçtiği günümüzde teknolojik gelişmelerin disiplin ve ceza rejimini nasıl etkilediği, devletler arasında sanal alemde yürütülen soğuk savaş, özel güvenlik şirketleri ile yürütülen hibrit savaşlar ile kapitalizmin elini ateşe sokmadan kestaneleri alabildiği resmediliyor. Trump, Orban ve Bolsonaro’ya özel bir bölüm ayrılarak yeni faşizmin özgünlüğünü gösteriliyor.

Peki Türkiye?
AKP’nin faşist olmadığını kanıtlamak için kendini paralayan kimi sol entelektüeller; her ne kadar iktidarın kazanamadığı belediyelere kayyum atayarak seçimleri anlamsız hale getirmesi, düşman ceza hukukunu acımasız biçimde uygulaması, kendisinden olmayana hayat hakkı tanımayan kindarlığını her fırsatta göstermesi, hoşuna gitmeyen haberlere erişim engeli getirmesi, nepotizmi spor yarışmalarına kadar indirmesi karşısında meleklerin cinsiyetini tartışır duruma düşmüş olsalar bile son olmasını umduğumuz cevap hakkı ile konu noktalanmış oluyor. Kitabın son sayfasına kadar Türkiye’ye değinmeyen yazar, finali AKP’nin, Yeni Faşizmin en tipik örneği olduğunu göstererek yapıyor. Bunu da kitabın ilk bölümlerinde anlatılan faşist hareketlerin 1. ve 2. dalgalarında izlediği stratejiyi, kurduğu ve dağıttığı ittifakları, muhalefeti etkisizleştirmesini somutlayarak yapıyor.

Yeni Faşizm kitabı Türkiye solunun teorik keşmekeşin içinden çıkmasına yardımcı olacak parlak bir çalışma olarak okunmayı, tartışılmayı, tavsiye edilmeyi, favori kitaplar arasına alınmayı hak ediyor.

Resim Ekleme

https://sendika63.org/2020/06/adini-koyalim-artik-fasizm-591164/



Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
melnur
[ Gelenek ]
Kurucu
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 02.08.2013
İleti Sayısı: 10.954
Konum: İstanbul
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder

50 kere teşekkür edildi.
36 kere teşekkür etti.
Cevap Yazan: melnur
Cevap Tarihi: 01.07.2020- 20:21


Yazıyazforum'dayken gidişatın faşizm yönünde olduğunu söylediğimizde Almanya ve İtalya örnekleri üzerinden karşı çıkılır ve AKP konusunda liberal bir tutum takınılırdı. Liberal iklim öylesine yaygınlaşmış ve etkin bir hale gelmişti ki, ''vesayet sistemi''nin yıkılışı adına AKP'nin hemen her adımı doğrudan veya dolaylı yoldan desteklenirdi. Bizim ''faşizm'' göndermemize liberaller ve sözde solcular ''vesayet sisteminin aşılması'' olarak yanıt verirlerdi. Adım adım bu günlere geldik.

Bugün Tele1 ve Halk tv'ye 5 gün ''karartma'' cezası verilmiş. Nedeni sanırım Ayşenur Arslan ve Can Ataklı'nın programlarındaki eleştirel   tutum...Üst mahkemeden dönmez ve onanırsa aynı zamanda bu ceza bir ''son ihtar'' olacak. Bir defa daha tekrarlanırsa televizyon lisansının iptali söz konusu olacak(mış). Bir anlamda bu ''muhalif'' kanalların başının üzerinde demoklesin kılıcı durumu. İstedikleri anda lisans iptali gelebilir ve medya tamamen dikensiz gül bahçesine dönüşebilir. Bu kadar da değil. Sosyal medya konusunda da bir ''yasal düzenleme'' hazırlanıyor. Siz mi Erdoğan'ın konuşmasını beğenmezsiniz, alın size ''dislike''!

Muhalefet bir gerçeği anlamalı artık. Önlerinde aşmaları gereken bir sorun var. Adına ''demokrasi cephesi'' mi denir, başka bir şey mi, bilemem ama, bir an önce bu gidişe karşı olan hemen her siyasi görüşü bir araya getirecek bir yapılanma yüksek sesle dile getirilmeli.   Ya güçlü bir set oluşturulmalı ve bu gidişat (yasal yollarla) durdurulmalı ya da bundan sonrasını tahmin edebilmek bile hiç kolay olmayacak. fete

Bir eleştiri de bu dönemde muhalefete muhalefet etmeyi marifet sanan ve ''biz komünistiz...'' şeklinde başlayan gerekçelerle farklı bir yol tutturmaya çalışan kesimlere. Küçük hesapları bir kenara bırakmak gerekmiyor mu? İçinde bulunduğumuz koşullar sosyalist solun AKP muhalifi kesimlerin önüne geçmek için siyaset üretmesini gerektiriyorken, hem nalına ve hem de mıhına bir tavrın bu ülkeye ve ülke soluna   hiçbir yararı olamaz. Ergun Yıldızoğlu adını koymuş, ''yeni faşizm'' diyor bu sürece. ''Devlet bağırsaklarını temizlemiyor'' dediğimizde aslında bu günlerin hazırlıkları yapıldığından söz ediyorduk. Haklı çıktık; ne yazık ki haklı çıktık. Peki ama şimdi oyun bozanlık yapmanın alemi ne?







Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
melnur
[ Gelenek ]
Kurucu
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 02.08.2013
İleti Sayısı: 10.954
Konum: İstanbul
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder

50 kere teşekkür edildi.
36 kere teşekkür etti.
Cevap Yazan: melnur
Cevap Tarihi: 17.07.2020- 16:24


ABD’de, İngiltere’de büyük sermaye, küreselleşmenin bazı öğelerini frenlemeye rıza gösterdi. Yeni faşist iktidarlar, egemen sınıfların küreselleşmeci ve korumacı kanatları arasında (belki de geçici) bir ittifaka dayandı.
 
'Yeni Faşizm' - KORKUT BORATAV

Dünyamızın ve Türkiye’nin bugünkü durumunu kavramamızda “neo-faşizm”in önemli bir yer taşıdığını düşünüyorum. Tarihsel faşizmlerin bazı özelliklerini taşıyan dönüşümlerin bir habercisi…

Bu tespitim, (“neo-faşizm” terimini kullanmadan) Türkiye’nin Faşizmleri ve AKP (İmge, 2015) başlıklı kitapta yer alıyordu. 2015 sonrasında çeşitli yazılarımda da Türkiye ve dünyadaki kimi gelişmeleri   doğrudan doğruya “neo-faşizm” olarak nitelendirdim.

Değerli meslektaşım, arkadaşım Ergin Yıldızoğlu, kavramı Türkçeleştirmiş ve son kitabının başlığına koymuş: Yeni Faşizm (Cumhuriyet Kitapları, Mayıs 2020).

Kitabı kısaca gözden geçireceğim.

'Nazi üniforması giymeyen' faşizm…
Ergin Yıldızoğlu kitabını, Umberto Eco’dan bir alıntı ile başlatıyor: “21’nci yüzyılın en büyük yanılgısı, faşizmin tekrar Nazi üniformasıyla geleceğini sanmasıdır.”

Eco’nun uyarısını Yıldızoğlu kabul ediyor ve günümüzde yaygınlaşan faşist dönüşümleri yeni faşizm olarak adlandırıyor. Kitabın başında ABD’den Filipinler’e uzanan geniş bir coğrafyada bu olgunun gözlendiği çok sayıda ülkeyi sıralıyor. Arada İngiltere, Polonya, Türkiye ve Hindistan’ın yer aldığına dikkat ediyoruz.

Bu sıralama sonrasında, “ilk” (saf) ve “yeni” faşizmleri temsil eden beş ülke incelenecektir. Yıldızoğlu elbette İtalya ve Almanya ile başlayacaktır. Mussolini ve Hitler’in yönettiği rejimlerin uygulamada çok önemli farklar içerdiği   de açıklanacaktır.

Kitapta incelenen “yeni faşizm” örnekleri ise üçtür: ABD, Brezilya ve Macaristan. Bu üç örnek, liderleri ile adlandırılmış: Trump, Bolsonaro   ve Orban…   Yıldızoğlu bu tercihi ile,   “yeni faşizm”in teşhisinde liderlerin ideolojik kimliklerine önem verdiğini gösteriyor.

Bu nedenle de, uygulamada büyük farklılıklar içeren faşizmin, ideolojik olarak açıklanması gerekiyor. Yıldızoğlu bunu, Umberto Eco’nun, İtalyan faşizminden türettiği; ancak çağdaş çeşitlemeleri de içeren uzun bir “özellikler listesi”ni benimseyerek yapıyor (ss.59-60).

Eski ve yeni faşizmleri temsil eden beş ülke örneği gösteriyor ki, siyasal program ve kurumsal yapı bakımından bir genelleme güçtür; bir   “faşist model” inşa edilemez. Faşizm ideolojik olarak “hortlamakta” ve çağdaş siyasete yansımaktadır. Bunları somut olarak, ortaya çıkardığı dönüşümlere mercek tutarak   incelemek, eleştirmek gerekecektir.  

Yıldızoğlu bu tespiti yaptığı için “yeni faşizmi”, Alman nazizmi, İtalyan faşizmi ile yapay paralellikler arayarak tespit etme yükünden kurtuluyor. Örneğin Türkiye faşizmini eleştirme alanını böylece genişletiyor.

Popülizm mi? Faşizm mi?
Batı’da yeni faşizm, liberal düşünürlerin, küreselleşmeci burjuvazinin eleştirileriyle karşılaştı. Ancak, bu eleştiriler, doğrudan “faşizm” suçlaması ile değil, “popülizm” terimi kullanılarak yapılmaktadır.   Üstelik, emekçi sınıfların çıkarları açısından neoliberalizme karşı çıkan “sol”   muhalefetle birleştirilerek… Örneğin, Brezilya’da sınıf mücadelelerinin karşı saflarında yer alan faşist Bolsonaro ile solcu Lula, popülizmin “sağ” ve “sol” kanatlarını temsil eder.

Bu terminolojinin ardında, bence, yeni faşizme saygınlık kazandırma, meşrulaştırma çabası yatıyor. Kapitalizmin özü ile kavgalı olmayan faşistlerin iktidara yaklaştığı dönemeçlerde, büyük sermaye onlarla işbirliği seçeneğini açık tutmalıdır. Burjuva medyasının, faşistleri “popülist” olarak nitelemesi, bu işbirliğini kolaylaştırmaktadır. ABD’de Trump’a, İngiltere’de Johnson’a iktidar kapısı aralayan   bu tür ittifak örneklerini   bu köşede vurguladım.

Yıldızoğlu arkadaşımız İngiltere’de yaşıyor. Johnson’un iktidara gelmesini bu açıdan (ne yazık ki) incelemiyor. Ama, yeni faşizmin özelliklerini sayıyor. Bunların “popülizm”   olarak nitelenmesini benzer gerekçelerle reddederek düğümü kesiyor: “[Bugünlerde] şekillenen baskı türünün aldığı (popülizm, otoriterlik, ulusalcılık, güçlü adam rejimi,   illiberal demokrasi gibi) isimleri biliyoruz; o isimlerden en uğursuz, acımasız   olanı,   faşizmi [seçiyoruz]” (ss.17-19).

“Yeni faşizm”   kavramını yeğlemesi, liberal çerçeveyi aşan sol bir eleştiriyi güçlendirdiği için doğrudur. Örneğin AKP iktidarını, CHP gibi “tek adam rejimi, anti-demokratik, otoriter” yaftalarıyla kınamak zayıf kalmaktadır.   Yaşadığımız dönüşümün “faşist” niteliğini, “İslamcı” özelliği ile birlikte   teşhis, etkili bir eleştirinin ilk adımıdır.   Yıldızoğlu da bu eleştiriye ve tespite katılıyor (s.85, 109).

Yeni faşizmi yükselten güç: Entelijensiya…
Ergin Yıldızoğlu “eski” ve “yeni” faşizmlerin ortak bir özelliğinin “sivil” kökenli olmalarında görüyor. Askeri darbelerle değil, temsilî demokrasinin araçlarını kullanarak iktidara ulaşırlar (s.48).   Güçlü seçmen desteği gerekir. Bu da, emekçi ve orta sınıf saflarında etkili örgütlenmelerle gerçekleşir. Bu örgütler bazen “milis-tipi” vurucu güçler içerebilir.

Diğer merkez/sağ partilerden kritik farklılık iktidar sonrasında ortaya çıkar. “Millî iradenin tecellisi”ni   kalıcı   kılma gündeme gelir. Yürütme erkini kısıtlayan tüm anayasal, kurumsal engelleri aşma çabaları öne çıkar. İdeolojik hegemonyayı topluma yerleştirme mücadelesi ile birlikte “süreç olarak faşizm” başlar (s.86-87). İktidarı değiştirme yöntem ve seçenekleri yok olduğu anda faşizme geçiş tamamlanmış olacaktır.

Yıldızoğlu “süreç olarak faşizmin” sınıf haritasına değiniyor. Ama belirleyici dinamiği bu haritada değil “entelijensiya” diye adlandırılan “toplumsal kategoride”   tespit ediyor. Çarlık Rusyası’nın muhalefet akımlarından kaynaklanan bu kavramı ilk kullandığında İngilizce “intellectual” (“aydın”) sözcüğüne referans veriyor; ama “aydın anlamında değil;   bağlamlar-arası bilgi üreten kişi” olarak tanımlıyor. “Sanatçı, din adamı, filozof hatta polis bile olabilir” (s.27).  

Bir “kafa emekçisi”, ama biraz ötesi… Üstelik, rejim değiştirecek bir gücü var: “Kapitalizme sadık bir entelijensiya, milliyetçilik, ırkçılık, dinci bağnazlık gibi ideolojik-kültürel biçimlerle öfkeli kitlelerin enerjisini birleştirebiliyor ve bu bileşimden… iktidar yaratabiliyor” (s.108). Burada sözü geçen iktidar, “yeni faşizm” sürecinin   tamamlanmış hali olacaktır.

Yeni faşizmin sınıf dinamikleri
Yıldızoğlu’nun bu üstyapı çözümlemesi, bence, “yeni faşizm”in temel nedenini, dinamiklerini açıklayamaz. “Öfkeli kitleler” tespitinden hareket eden aşağıdaki sınıfsal açıklamayı yeğliyorum:  

Yeni faşizmin kaynağında kırk yıl önce başlatılan sermayenin sınırsız tahakkümünü tüm dünyaya yerleştirme tasarımına emekçi sınıfların (Yıldızoğlu’nun da değindiği) “öfkeli” tepkileri yatmaktadır. “Neoliberalizm” bu tasarımın adıdır.

Neoliberalizmin ilk yirmi yılı, emekçi sınıflar   tarafından “başka seçenek yok” sloganının etkisi altında sineye çekildi. Ağır sonuçlar, yeni yüzyıl başlarken direnme dalgalarını tetikledi. İlk sonuçlar, Latin Amerika’da neoliberalizmin bölüşüm sonuçlarını hafifleten, kısmen tersine döndüren sol iktidarların yaygınlaşması oldu. Yıldızoğlu’nun da vurguladığı 2008 krizi (s.84) sermayenin tahakkümüne karşı yeni bir halk muhalefeti dalgasını ABD’de, AB’nin zayıf halkalarında başlattı. 2011’de Tunus, Mısır halkları ayaklandı.

İsyankâr halk muhalefetine karşı sermayenin tahakkümünü hafifletecek ödünler vererek uzlaşma seçeneği gündemdeydi. Batı’nın egemen sınıfları, “Altın Çağ” benzeri, sınıflar-arası yeni bir “toplumsal sözleşme”ye geçme fırsatını kolektif olarak reddetti. “Güney” coğrafyasının direnme odakları, emperyalizmin geleneksel yöntemleriyle; sivil, açık darbelerle, şiddetle, kan dökerek yok edildi.

Bu yöntemlerin imkansız olduğu toplumlarda ise, emekçi sınıfların tepkileri, her toplumda farklı biçimlerde var olan “milliyetçi, ırkçı, dinci” bağnazlıklarla beslenen “yeni faşist” akımlara yönlendirildi. Yeni faşizm, böylece, halk muhalefetinin sınıfsal tepkilerini etkisizleştirdi; bu anlamda eski faşizmin işlevini üstlendi.

ABD’de, İngiltere’de büyük sermaye, küreselleşmenin bazı öğelerini frenlemeye rıza gösterdi. Yeni faşist iktidarlar, egemen sınıfların küreselleşmeci ve korumacı kanatları arasında (belki de geçici) bir ittifaka dayandı.   Sermayenin sınırsız tahakkümünü reddeden sol seçenekler etkisiz kılındı; öfkeli kalabalıklar faşizmin seçmen tabanını oluşturdu.

Yeni faşizm, bence, sınıf haritasındaki bu dönüşümlerin sonucudur.

***

Ergin Yıldızoğlu arkadaşımız, günümüzde dünyanın, Türkiye’nin hazin manzarasına Yeni Faşizm kitabı ile ışık tutmuş. Verimli tartışmalara yol açacağını umuyorum.

Eline sağlık.

https://sol.org.tr/yazar/yeni-fasizm-9800




Bu ileti en son melnur tarafından 17.07.2020- 16:26 tarihinde, toplamda 1 kez değiştirilmiştir.
Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
melnur
[ Gelenek ]
Kurucu
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 02.08.2013
İleti Sayısı: 10.954
Konum: İstanbul
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder

50 kere teşekkür edildi.
36 kere teşekkür etti.
Cevap Yazan: melnur
Cevap Tarihi: 28.08.2020- 06:09




''...AKP'nin ilk iktidar olduğu günden bugüne gelen süreci, Ergin Yıldızoğlu'nun kitapta sık kullandığı “süreç olarak faşizm” kavramıyla ele alabiliriz. İdeolojik ve politik tavizler vererek, liberal demokrasiye içkin söylemleri öne çıkararak, toplumun tamamının karşı duracağı düşmanlar yaratıp, buna uygun ittifaklar kurarak bir dönemin üstesinden geldiler. Sürecin ikinci aşamasında devletin tüm organlarını, güvenlik aygıtlarını, medyayı, yargıyı ele geçirip yeniden yapılandırdılar. Sınıf hareketi, sendikalar etkisizleştirildi, sokağın gücü geriye düşürüldü. Sermayenin iç ilişkileri yeniden düzenlendi, rejimden nemalanan ayrıcalıklı bir tabaka ortaya çıkarıldı. Ve nihayet bugün, insanları faşizme boyun eğmeye hazır hale getirecek bezginliği, üstün kılınmaya çalışılan faşizm psikolojisini, sokağa hakim hale gelme hedefiyle şekillenen paramiliter güçleri örgütleme çabasındalar.

Türkiye'de görülen bu dönem tablosu elbette sadece Türkiye'yle sınırlı değil. Yıldızoğlu, kitabında, Macaristan'ın faşist lideri Orban'ın iktidar olma sürecini de özetliyor. Okuduğunuzda, Türkiye ile benzerliklerin gözden kaçması mümkün değil. Trump'ın başkan olmasıyla birlikte, ana akım iktidar biçimine dönüşen ve özellikle göçmen karşıtlığıyla, ırkçılıkla mayalanan siyasal anlayış dünyanın her yerine virüs hızıyla yayılıyor. Hindistan'da “Hinduların Trump'ı” olarak adlandırılan ırkçı, mezhepçi   Narendra Modi, Brezilya'da “Tropiklerin Trump'ı” olarak anılan bal gibi faşist Jair Bolsonarolar ortaya çıkıyor. İtalya'da, Fransa'da, Almanya'da, Avusturya'da Polonya'da, İsveç'te, Filipinler'de ırkçı faşist liderler ya iktidar oluyor yahut mevcut iktidarların alternatiflerine dönüşüyor.

Türkiye dahil, dünyanın birçok ülkesinde neoliberal kapitalist sistemin sahipleri, yaşadığı krizi; sınıfsal ayrımları büyüterek, tüm hak ve özgürlükleri yok ederek ve daha derin bir eşitsizliğe yaslanan varlığını güvence altına alacak silahlı güçleri tahkim ederek “yeni faşizm”i inşa ediyor. Meseleye bu kesinlikle yaklaşmazsak, kısa süre önce sadece Cumhurbaşkanı'nın kararıyla kurulan ve belli ki sadece Cumhurbaşkanı'na karşı sorumlu olacak Takviye Hazır Kuvvetler Müdürlüğü'nün hangi amaca hizmet edeceğini saptayamayız. AKP iktidarı, 50 kişiyi öldürecek silahı evinde depolayan gerici kadrolarıyla, Ayasofya'dan çıkarak hilafet naraları atacak şeriatçı milisleriyle ve devlet bütçesinden beslenerek cumhurbaşkanı emriyle harekete geçecek paramiliter güçleriyle dünyaya egemen olmaya çalışan “yeni faşizm”in Türkiye kolunu temsil ediyor.

***

Yıldızoğlu da, dünyanın farklı coğrafyalarında benzer özellikler göstererek egemen hale gelen baskıcı yönetim biçimlerini, “sağ popülizm”, “otoriter neoliberalizm” veya “neo-illiberalizm” (devletin bireyin haklarını ve özgürlüklerini kısıtlamaya, yaşamına müdahale etmeye başlaması) gibi kavramlarla açıklamanın yetersiz olacağını bunun yerine “faşizm” kavramı üzerine düşünmenin akla yakın olduğunu söylüyor.

Günümüzde egemen olan faşist rejimler, “klasik faşizm” olarak da adlandırılan 1920-30'ların faşist iktidarlarıyla benzerlikler taşımasının yanında önemli farklılıklar da barındırıyor. Yıldızoğlu bu farklılıklar tablosunun, faşist yönetim anlayışının özüne ilişkin değil, kapitalizmin geçirdiği tarihsel evrime, değişen koşullara dair olduğunu ve yeni bir biçim oluştuğunu söylüyor. Dolayısıyla, “Bu nedenle, bir ve aynı özün kendini farklı, çağımız kapitalizminin izlerini taşıyan, yeni bir biçim altında ortaya koyuyor olmasından dolayı, 'Yeni Faşizm' kavramını kullanmak gerektiğini düşünüyorum."** diyor.

Örneğin, bugün kapitalist sistemin sahibi olan seçkinler; toplumsal, siyasal ve ekonomik yaşamımızı 2010'lu yılların başından itibaren büyük ölçüde belirleyen “internet”e sansür uygulamanın yanında, iktidarlar tarafından denetlenen bilgi balonları, yalan haber seli yaratarak ve bireylerin eğilimlerini belirleyecek algoritmalar üreterek “yeni faşizm”e ait yeni bir davranışı da ortaya çıkarıyor. Böylece, Yıldızoğlu'nun da değindiği, önemli işlevi muhalefeti ezme, kitle pasifizasyonu ve seçimlere müdahale olan kahverengi ya da kara gömlekli milislerin yapısını da yeniden tanımlayabiliyorlar. Bu yenilik aynı zamanda yeni faşizme, ağın gücünü, ağ bağlantılı protesto hareketlerine karşı kullanma stratejisini üretme olanağı da sunuyor.

***

Yeni faşizmi; seçim platformunun etkisini yitirmesi, yargının iktidarın sopasına dönüşmesi, güvenlik güçlerinin paramiliter biçimde yapılandırılması, siyasette ve diplomaside organize yalancılık, medyaya şiddet, göçmen düşmanlığı, sağcılığın aşırı militarizasyonu (fetihçilik ve kelle avcılığı), kadına yönelik resmi nefret (faşizmin çok belirgin bir niteliği “erkeği yüceltme”dir), toplumsal ve kültürel yapının parçalanarak kutuplaşmanın artması, gelir dağılımdaki eşitsizliğin sermaye lehine güvence altına alınması, hesap vermeyen yöneticilerin devlet olanaklarıyla zenginleşmesi olarak özetlediğimizde, Türkiye'nin bu özete uygun bir rejimle yönetildiğini de söyleyebiliriz.

Şimdi yeri gelmişken şu soruyu sormamız gerekiyor: Türkiye'de yerleşik bir tanıma kavuştuğunu söylemek için birçok emarenin ortaya çıktığını iddia ettiğimiz “yeni faşizm”e karşı mücadele stratejisini nasıl oluşturacağız?

Bir sonraki yazıda buradan devam edeceğiz ama ilk elden şunları söyleyebiliriz.

Birincisi, kitabın yazarı Yıldızoğlu'nun da belirttiği gibi, faşizme karşı mücadele salt parlamento yoluyla, küçük sokak eylemlerine dayanılarak başarılabilir değildir.

İkincisi, Faşist psikolojinin kitlesellik kazanmasına ve faşist rejime karşı mücadelede, sosyalist hareketin belirleyeceği devrimci siyaseti üstün kılmak tayin edici önemdedir. Öte yandan, bu devrimci siyaset ancak bir “cephe” zemininde kitlesellik kazanabilir.

Üçüncüsü, bu açıdan değerlendirildiğinde, Türkiye'de sosyalistlerin geçtiğimiz günlerde Selahattin Demirtaş'ın önerdiğine benzeyen düzen içi “demokrasi ittifakı” modellemeleriyle yetinmesi doğru değildir. Faşizme karşı mücadele döneminde, düzen içi (sosyal demokrat) aktörlerin de dahil olduğu geniş (ve dönemsel) ittifak zeminlerini bütünüyle yadsımak değil söz konusu edilen. Ancak çok daha fazlasını hedefleyen, eşitlikçi, özgürlükçü, devrimci bir iktidar programının öne çıkması için ısrarcı olmak ve AKP faşizmini tarihten temizlemek için devrimci eylemin gerekliliğine inanmak...''

* Yeni Faşizm, Ergin Yıldızoğlu, Cumhuriyet Kitapları, Mayıs 2020

** Yeni Faşizm, s.22


https://ilerihaber.org/yazar/yeni-fasizm-ve-turkiyenin-direnis-hatti-116772.html



Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
melnur
[ Gelenek ]
Kurucu
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 02.08.2013
İleti Sayısı: 10.954
Konum: İstanbul
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder

50 kere teşekkür edildi.
36 kere teşekkür etti.
Cevap Yazan: melnur
Cevap Tarihi: 19.09.2020- 05:07


11. Tez ve günümüz Türkiye’si (nereden nereye demeyin…) - Metin Çulhaoğlu

Kimi dinlerseniz, kimi okursanız okuyun ortada bir tür “ikilem” olduğunu kabul etmek gerekir: Bugünkü rejim, her girişimini, attığı her adımı, ileriye dönük bir perspektifle inceden inceye hesaplayarak mı gerçekleştirmektedir, yoksa ne yapacağını kendisi de tam olarak bilememekte, orayı burayı yoklayıp “belki bir yol buluruz” düşüncesiyle mi hareket etmektedir?

Başkaları ayrı; ama başkalarına göre belirli bir formasyona, donanıma ve çözümleme araçlarına sahip olan sosyalistlerin yukarıdaki iki durumdan birincisine daha fazla ağırlık tanımaları bir yerde kaçınılmazdır. Öyle ya; bizler “bilimsel sosyalistleriz”, sınıfsallığa, sınıf ilişkilerine bakarız, ekonomik kriz koşullarını çözümleyip buradan çıkarımlar yaparız, “yönetememe durumunu” tespit ederiz, vb. Böyleyken kalkıp “Sersem sepelek bir gidiş var, yarın ne olacağı belli değil” dersek kendi formasyonumuzu çizdirmiş olmaz mıyız?

Peki, iki durumun birlikte, iç içe geçerek var olduğunu söylersek bu bir “çözüm” sayılabilir mi?

Yabana atılacak bir öneri değildir.

Ama bizim başka bir önerimiz olacak.

***

Marx’ın Feuerbach Üzerine Tezlerinden en kısası 11’inci tezdir: “Bugüne dek filozoflar yalnızca dünyayı çeşitli yollardan yorumlamışlardır; (oysa) mesele onu değiştirmektir.”   En kısası ve en yalın ifade edileni olsa bile daha sonra en çok tartışılan tez olmuştur.

Teze ilişkin değerlendirmeler arasında bizce en isabetli olanlardan biri, Marx’ın bu teziyle felsefe dünyasından teori ve tarihsellik dünyasına kesin bir geçiş yapmış olduğudur. İşin içine teori ve tarihsellik girdiğinde artık “somut durumlar ve koşullar” kendini dayatacaktır.

O zaman somut durumlar ve koşullar ile “değiştirme” fiili arasındaki ilişki nasıl kurulmalıdır?

Eğer felsefe dünyasından teori ve tarihsellik dünyasına geçmişsek, ek bir 11. Tez yorumunun da şöyle olması gerektiğini düşünüyoruz: “Önce, somut durumu ve koşulları yorumlayalım, sonra eyleme geçeriz” denmemelidir; çünkü değiştirmeye yönelik fiilin bizatihi kendisi, somut durumu ve koşulları daha net biçimde yorumlayıp anlamanın bir yoludur…  

***

Gelmek istediğimiz nokta herhalde anlaşılmıştır.

Türkiye’de bugünkü rejimin ne olduğunu ve ne yapmak istediğini anlama açısından “teori” ve “tarihsellik” diyorsak, elimizde “klasik faşizm”, “yeni faşizm”, “post faşizm”, “totaliter demokrasi”, “sağ popülizm” dahil pek çok kavramın öne çıktığı geniş bir literatür vardır. Bu kavramların istisnasız her biri bugünkü rejime bir yerinden değecek, ancak hiçbiri bizim bu rejimi ve yapabileceklerini tam olarak kavramamızı sağlamayacaktır.

Tarihsel deneyim, bu deneyimin ortaya çıkardığı teoriler ve kavramlar belirli bir ülkedeki, örneğin günümüz Türkiye’sindeki “somut tarihsel durumun” kendi özgüllüğüne “tam oturmayacak”, bu açıdan yetersiz kalacaktır. Boşa koysan dolmuyor, doluya koysan almıyor durumlarından kaçınmak en iyisidir.

O zaman?

***

Görüşümüz, net olarak şöyle: Eğer Türkiye’deki rejim kendisine atfedilebilecek görece daha uzun vadeli kimi niyetlerin dışında oraya buraya dokunarak, yokladığı nabza göre taktik değiştirerek, el yordamıyla yol aldığı izlenimi de veriyorsa, bunun temel nedeni, karşısında, kendisini alan daraltmaya ve sadeleşmeye zorlayacak güçte örgütlü bir muhalefet olmamasıdır.

Kısacası, 11. Tezin günümüz Türkiye’si bağlamındaki yorumunu aktarmış oluyoruz: Bugünkü rejime karşı örgütlü muhalefet eylemi, rejimin daha iyi anlaşılmasını ve kavranmasını sağlayacaktır.

Bu arada bir ihtimalden de söz edelim: Belki Kemal Kılıçdaroğlu da “Özel olarak uğraşmamız gerekmiyor, zaten gidiyorlar” derken böyle bir yorumdan hareket etmiş, “Ne yapacağını kendi de tam bilmeyen bir rejime karşı ciddi bir muhalefet sergileyip adamları daha net tanımlanmış bir alanda daha kararlı bir çizgiye zorlamanın ne alemi var?”   diye düşünmüş olabilir…

Son söylenen elbette şaka idi…

Şu ise şaka değildir: İşçilerin, emekçilerin, doktorların, hukukçuların, öğretmenlerin, çeşitli toplumsal hareketlerde yer alanların, sosyalistlerin, Cumhuriyetçilerin vb. rejime karşı örgütlü ve süreklilik taşıyan direnişi, rejimin gerçek mahiyetinin ve niyetlerinin kavranmasında en yetkin literatür taramasından bile daha işlevli olacaktır.  

https://ilerihaber.org/yazar/11-tez-ve-gunumuz-turkiyesi-nereden-nereye-demeyin-117471.html



Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
melnur
[ Gelenek ]
Kurucu
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 02.08.2013
İleti Sayısı: 10.954
Konum: İstanbul
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder

50 kere teşekkür edildi.
36 kere teşekkür etti.
Cevap Yazan: melnur
Cevap Tarihi: 12.03.2021- 00:48


Günümüz faşizmi de, her seferinde, egemen sınıfların kapitalizm açısından tehlikeli gördüğü devrim-dışı bir tehdidi önlemek üzere iktidara gelmiştir.

Günümüz faşizmi üzerine - KORKUT BORATAV

Necmi Erdoğan’ın önemli bir yazısını değerlendirmek istiyorum: “Günümüz Faşizmi Üzerine Bazı Notlar”, Birikim, Şubat-Mart 2021.

Ergin Yıldızoğlu’nun Yeni Faşizm kitabını, 17 Temmuz 2020’de Sol Haber’de incelemiştim.   Aynı konuya Necmi Erdoğan’ın makalesi vesilesi ile dönelim.

Genel çerçeve…
Necmi Erdoğan’ın yazısı, “günümüzün malum siyasal fenomeninin faşizm olarak nitelenmesi” gerektiğini belirterek başlatıyor.

“Günümüzün malum siyasal fenomeni” ifadesi ile Türkiye’nin de kastedildiğini anlıyoruz. Yazının sonraki bölümlerinde, 21’nci yüzyılda var olan faşizmlerin, klasik faşizm ile benzeşen, farklılaşan özellikleri anlatılıyor.

Ülke ayrıntılarına girilmiyor. ABD, Macaristan, Hindistan’a sadece değiniliyor. Meslektaşımız, günümüz faşizmini Türkiye odaklı olarak tartışmamayı yeğlemiş. Ama, bazı tespitlerinin ülkemizden kaynaklandığı açıktır.

Önerdiği genellemeler, elbette tartışmalı olacaktır. Ülke ayrıntılarına girildiğinde boşluklar doldurulur.

Önemli, doğru vurgulamalar

Necmi Erdoğan’ın bazı önemli vurgulamaları var.

Ona göre “günümüzü ortak siyasal fenomeni”, popülizm, otoriterlik, otoriter demokrasi, post-faşizm terimleri ile değil, doğrudan doğruya faşizm kavramı ile incelenmelidir. Alternatif terimlerden her birinin geçersizliği, yetersizliği açıklanıyor. Haklıdır. Bir eklenti yapayım: “Popülizm” terimi, günümüz faşizmine belli bir meşruiyet taşımak amacıyla da kullanılmaktadır.

Günümüz faşizmini ırk, din, milliyetçilik sınırları içinde incelemek, Necmi Erdoğan’a göre eksiktir. Eleştirel bir çözümleme, faşist iktidarın “göreli özerkliği” sorununu kapsamalı; sınıf fraksiyonları, küçük burjuvazi, emekçi sınıflar ile bağlantılarına odaklanmalıdır.  

Yazar, faşizmle mücadelenin liberal hedeflerle sınırlı kalmasına karşıdır. Faşist rejime karşı parlamenter rejim, hatta radikal demokrasi seçenekleri yetersizdir. Devrimci alternatif, “sermayenin sınırsız büyümesi ve oligarşinin sınırsız iktidarına karşı halkın karar sahibi olması mücadelesi[dir]" .

Makale, günümüzde anti-faşist bir mücadelenin gerektirdiği kritik bir ön-koşula değiniyor. Aktarayım:

“Günümüz faşizminin muhalifleri, olmaması gerekenin olması karşısında yurttaş ve
hatta insan olmanın utancı içinde. Egemenlerin utanmazlığı karşısında utanan, buna nasıl izin verebildiklerini sorarak kendilerine öfkelenen insanlar topluluğu... Eyleme konu olmadığı sürece sonuç vermez elbette. Ama duygudaşlarının elleriyle birleştirmek, umuda geçişin başlangıcı olacaktır.”

Necmi Erdoğan, haklı olarak, “faşizme karşı eylem” tartışmasına girmiyor. Eylem, “sermayenin sınırsız iktidarına karşı halkın mücadelesinin” örgütlenme, yürütülme alanıdır. Yazısının sınırlarını aşmaktadır.

Günümüz faşizminin özellikleri


Necmi Erdoğan’a göre, “günümüz faşizmi, devlet aygıtları yoluyla yukarıdan aşağı inşa edilen” süreçler içinde anlaşılabilir.

Yazısı, bu süreçlere ilişkin örnekler içeriyor. Bunlar, çelişkiler, gösterisellik, mikro faşizm, duygu siyaseti, endişe ve denetim rejimi başlıkları altında anlatılıyor.   Bu gezintiden aşina gelecek birkaç örnek vermekle yetineceğim.

Günümüz faşizminin iktidar söylemi içsel çelişkilerle doludur; tutarsızdır. Ama bu durum bir zafiyet değil, bir güç kaynağıdır. Zira tabanının, seçmenlerinin, hatta “toplumun   önemli bir bölümünün benzeri çelişkilerle malul olması, günümüz faşizminin hayat bulmasını sağlar.”

Bu avantaj, toplumsal ilişkilere yerleşmiş bir dizi yozlaşmayla da açıklanabilir. Aktarıyorum: “Faşist devlet büyük ve merkezî bir kara delik; gündelik hayatta üreyen mikro faşizmler de küçük kara deliklerdir ve faşist devletle rezonans halindedir. İşyerinde faşizm, mahallede faşizm, trafikte faşizm, toplumsal cinsiyet ilişkilerinde faşizm... Çete mantığıyla işleyen sermaye grupları veya cemaatler... Sokakta veya internette bir anda toplaşıp cezayı infaz eden linç rejimleri...”

Bu acımasız betimleme gerçekçidir. Bunların yaygınlığının, günümüz faşizminin belli ölçülerde yerleştiği dönemlerle sınırlı olduğunu düşünüyorum. Her birinin öncesinde, halk sınıflarının örgütlülük düzeyinin ve demokrasi kültürünün çok daha güçlü olduğu “altın çağlar” yaşanmıştı. “Mikro faşizmler”in marjinal kaldığı dönemler…

Yazı, günümüz faşizminin, klasik faşizmi andıran bir kitle örgütlenmesi peşinde olmadığını vurguluyor. “Sözgelimi kayda değer bir gençlik örgütlenmesi yoktur. Kalabalık etkisi yaratacak olan fotomontajlar daha önemli. İhtiyaç hissettiği anlarda kitlenin içinden paramiliter öbekler yaratıp işe koşar; bunlar da dağınık özellik taşır; onları manipüle etmeyi bilir.”  

Günümüz faşizmi, hem seçmenler, hem de gerektiğinde kullandığı “öbekler” içinde emekçi sınıflardan, “dağınık, manipüle edilebilen” destek sağlamıştır. Necmi Erdoğan’a göre bu durum, “bu sınıfların uzun zamandır çeşitli yalıtıcı hegemonik etkilere maruz kalmış olmaları ve onlara gerçek bir kolektif yüz kazandıracak bir muhalif öznenin yokluğu ile açıklanabilir.”

Burada da, “altın çağlar”ın örgütlü sınıf muhalefetlerini çökertmiş olan (12 Eylül gibi) “hegemonik şoklar” önem taşıyor.

Liderlik, faşizme tam geçiş…

Necmi Erdoğan, günümüz faşizminin “bir lidere indirgenemeyeceğini” ileri sürüyor. Bence yanılıyor. Bu faşizm, derli toplu bir ideolojiden, programdan, ütopyadan yoksundur; ama kalabalıklarla bağlarını sağlayan, en azından sembolik bir lidere gereksinim duyar.

Nitekim, yazıda da bu gereksinime, 19’ncu yüzyılın ortalarına dönerek işaret ediliyor. Marx’ın Onsekizinci Brumaire’inde Louis Bonaparte için kullandığı “kahraman rolünü oynayan grotesk vasatlık”, günümüzün faşizmi için de geçerli bir lider niteliğidir. Liderin kahramanlık rolünün karşılığı, takipçisinde de vardır: “Kendini davayı cansiperane savunmuş gibi göstererek maddi çıkar sağlayan küçük adam…”

Necmi Erdoğan’a göre, “günümüz faşizmi   'ütopik işlev'e esasen sahip değildir. ‘Yeniden kendimiz olmak’ gibi bir fanteziyi dillendirse de bu, kendisinin bile ciddiye almadığı bir fantezidir.”  

Ütopya yokluğu, bir “düşman” icat edilerek kapatılmalıdır. Özellikle, “sermayenin sınırsız tahakkümü”nün halk sınıflarında yarattığı çöküntünün, birikmiş tepkilerin yöneleceği bir hedef… Bu “hedef””, kapitalizm ve sermaye dışında bir “suçlu” olmalıdır. Ülkeye göre değişir. Seçkinler, bölücüler, komünizm, Çin, göçmenler, AB, dış güçler, laikler, Siyonistler, Müslümanlar…

Günümüz faşizmi ile Louis Bonaparte’ın 1850 sonrasında Fransa’da oluşturduğu rejim arasındaki benzerlikler, bence klasik faşizmden daha yakındır. Kitle tabanı ve düzensiz baskı yöntemleri açısından…

Yazıda günümüz faşizminin bu düzensiz, tutarsız baskı yöntemlerine örnekler veriliyor: “Zindana atmadıklarını açık havada nefessiz bırakır. Muhaliflerin partisini kapatmaz ama kadrolarını hapsederek etkisizleştirir. Muhalif gazeteleri topyekûn yasak getirmeden kadrolarını tutuklayarak, cezalarla yaşayamaz hale getirir. Toplantı özgürlüğü vardır fakat serbestçe yapılan bir toplantının suç teşkil etmesi mümkündür.”

Günümüz faşizmi, iktidarını henüz sürekli kılamamıştır; bu arayış içindedir. Yıldızoğlu bu arayışa “süreç olarak faşizm…” diyor. Nihaî yöntem bulununca faşizme geçiş tamamlanacaktır.

Bizdeki son anayasa girişimi, bu geçiş yöntemi midir? Yoksa, muhalefetin fiilen etkisizleştiği, kalıcı iktidarın bu sayede sağlandığı “yumuşak geçiş” mi yeğlenecektir?

Günümüz faşizmi iktidara niçin geldi?

Necmi Erdoğan, doğru bir tespiti eksik bırakıyor; bu nedenle günümüz faşizminin sınıfsal işlevine yeterince ışık tutmuyor.

Aktarıyorum: “Günümüz faşizmini özgül kılan temel bir özellik devrimci hareketin yarattığı tehlikeden beslenmiyor oluşudur.”

Klasik faşizme ilişkin tespit doğrudur: Bolşevik devriminin yarattığı ortamda işçi sınıfının iktidara gelme seçeneğini önlemek; yani kapitalizmi “kurtarma” işlevini faşizm üstlendi.

Günümüz faşizmi de, her seferinde, egemen sınıfların kapitalizm açısından tehlikeli gördüğü devrim-dışı bir tehdidi önlemek üzere iktidara gelmiştir. Aradaki fark, 20’nci ve 21’nci yüzyıl kapitalizmlerinin “tehdit” algılamaları ile ilgilidir.

ABD, Britanya, Brezilya, Hindistan örneklerinde faşistlere iktidar kapısını açan sınıfsal etkenleri zaman zaman inceledim. Bunlar Türkiye’nin Faşizmleri ve AKP (İmge, 2015; yeni baskı 2021) başlıklı bir kitapta yer alıyor.

Türkiye de aynı senaryoya uyan, uzun bir öyküdür. Sürekli anlatıyor; tartışıyoruz.

https://sol.org.tr/yazar/gunumuz-fasizmi-uzerine-27777



Yeni Başlık  Cevap Yaz



Forum Ana Sayfası

 


 Bu konuyu 1 kişi görüntülüyor:  1 Misafir, 0 Üye
 Bu konuyu görüntüleyen üye yok.
Konuyu Sosyal Ortamda Paylas
Benzer konular
Başlık Yazan Cevap Gösterim Son ileti
Konu Klasör S.Demirtaş: Artık AKP'yi değil, geleceği konuşmalıyız melnur 3 2217 29.03.2022- 05:36
Konu Klasör 12 Eylül ve Faşizm... umut 8 5428 13.09.2021- 11:07
Konu Klasör Sokaktaki faşizm... melnur 0 753 14.06.2022- 10:36
Konu Klasör 'Faşizm' üzerine birkaç not... melnur 0 2813 26.05.2019- 08:28
Konu Klasör Sol başaramazsa faşizm kapıda... melnur 2 2548 15.03.2020- 08:29
Etiketler   Adını,   koyalım,   artık:,   Faşizm.
SOL PAYLAŞIM
Yasal Uyarı
Sitemiz Bir Paylasim Forum sitesidir Bu nedenle yazı, resim ve diğer materyaller sitemize kayıtlı üyelerimiz tarafından kontrol edilmeksizin eklenebilmektedir. Bu nedenden ötürü doğabilecek yasal sorumluluklar yazan kullanıcılara aittir. Sitemiz hak sahiplerinin şikayetleri doğrultusunda yazı ve materyalleri 48 Saat içerisinde sitemizden kaldırmaktadır.
Bildirimlerinizi info@solpaylasim.com adresine yollayabilirsiniz.
Forum Mobil RSS