SolPaylaşım  
Ana Sayfa  |  Yönetim Paneli  |  Üyeler  |  Giriş  |  Kayıt
 
OTURUYORSAN KALK; AYAKTAYSAN YÜRÜ; YÜRÜYORSAN KOŞ!
Yurt ve dünya sorunlarına soldan bakan dostlar HOŞGELDİNİZ .Foruma etkin katılım yapabilmeniz için KAYIT olmalısınız.
Yeni Başlık  Cevap Yaz
12 Eylül ve üç tanık...           (gösterim sayısı: 2.357)
Yazan Konu içeriği
Üye Profili boşluk
melnur
[ Gelenek ]
Kurucu
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 02.08.2013
İleti Sayısı: 11.002
Konum: İstanbul
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder

36 kere teşekkür etti.
50 kere teşekkür edildi.
Konu Yazan: melnur
Konu Tarihi: 24.09.2020- 20:48


12 Eylül ve üç tanık - Metin Çulhaoğlu

Üç gün önce 12 Eylül’ün 40’ıncı yılı dolayısıyla pek çok şey söylendi.

Solda söylenenlerden ve yazılanlardan anlaşıldığı kadarıyla 12 Eylül darbesinin faşist niteliği konusunda herhangi bir görüş ayrılığı yok ya da “artık kalmamış…”

Böyle dememizin nedeni, bu kadar kesin bir görüş birliğinin bundan kırk yıl önce olmayışıdır. Gerçekten ilginçtir: 1980 öncesinin birbirine taban tabana zıt iki sol-sosyalist çizgisi, kuşkusuz çok farklı gerekçelerden yola çıkarak, darbeye en azından bir süre “faşist” demiyor ya da diyemiyordu.  

Bunlardan biri Aydınlık hareketinin Türkiye İşçi Köylü Partisi (TİKP) diğeri de dönemin Türkiye Komünist Partisi’dir (TKP).

Bu ilginç durumu, kendi görüşlerimizi katmadan, dönemin kimi “tanıklarının” daha sonra yazdıklarıyla anlatmaya çalışacağız.

***

TİKP’nin o dönemki liderlerinden Gün Zileli’nin geriye dönük biraz da mizahi anlatımına göre 12 Eylül şöyle bir “şey” idi:

“Sovyet sosyal emperyalizmi”nin ülkeyi bölmek için “sahte sol”u kendine alet ederek yürüttüğü “terör”, aşırı sağcı MHP’nin de körüklemesiyle, ülke çapında bir yangına dönüşmüştü. “Ulusal güçlerin” başında gelen ordu, işte bu durumu önlemek için askeri müdahalede bulunmuştu. Stratejik saflaşmada ordu, bizimle Sovyetler Birliği ve “terör odakları” arasında “ara güçtü”. Görevimiz, bu “ara gücü” “halkın saflarına” kazanmak, Sovyetlerin ve terör odaklarının üzerine sürmekti. Komutanların ilk açıklamalarından da anlaşılacağı gibi, ordu “Sovyetçi güçlerin” ve “terör odaklarının” üzerine yürümekte kararlıydı. Bizim “doğru” siyasetlerimiz, bu gelişmeyi daha da teşvik edici yönde olmalıydı. (Gün Zileli, Havariler 1972-83, İletişim Yayınları 2016, s. 453).

***

TKP’ye geçmeden, dönemin Türkiye İşçi Partisi (TİP) ile ilgili bir giriş gerekiyor.

TİP’in 12 Eylül darbesinden bir ay sonra yaptığı açıklama (Çark Başak) net biçimde askeri faşist darbeden ve faşizmden söz ediyor. Ancak, kendisi Avrupa’da yaşayan ve 12 Eylül’den sonra Avrupa’ya geçen Behice Boran ve Nihat Sargın’la bir dönem yakın mesai içinde olan Doğan Özgüden’in anlattıklarına göre TİP’in başlardaki bu net tavrı daha sonra pek sürmüyor. Özgüden’e göre bunun nedeni, Türkiye’deki rejime “faşist” denmesini Türkiye ile SSCB arasındaki ilişkiler açısından doğru bulmayan TKP’nin TİP üzerindeki etkisi…

Özgüden’in anlattıklarına göre Nihat Sargın “cuntanın faşist olarak nitelendirilmesi konusunda tereddütleri bulunduğunu” belirtiyor ve yayınlarda bu konuda daha “temkinli” ifadeler kullanılmasını tavsiye ediyor. Sargın bir ara Sofya’ya gidiyor ve oradan döner dönmez yaptığı bir özel görüşmede cunta için “faşist” nitelemesinin kullanılmasından duyduğu rahatsızlığı Özgüden’e bir kez daha iletiyor (Doğan Özgüden, Vatansız Gazeteci, Cilt 2, Belge Yayınları 2011, s. 320-321).

Özgüden’i takip edersek, daha sonra Behice Boran da cuntanın faşist olup olmadığına ilişkin tartışmalara soğuk bakmaya başlıyor. Özgüden Boran’ın bir gün kendisine şöyle dediğini anlatıyor:

“Biliyorum, TKP’liler bu nitelemeden son derece rahatsız. Geçenlerde salonda otururken, birisi omuzuma vurdu. Döndüm baktım, Laz İsmail’di. Acayip bir adam. ‘Nasılsın kız?’ diye hatırımı sordu. Sonra epey konuştuk. Türkiye’de iktidarda kim olursa olsun, Sovyetler Birliği’yle iyi komşuluk ilişkilerini sürdürdükçe, bu ilişkileri bozacak çıkışların zararlı olacağını söyledi. Avrupa’daki TİP’lilerin tavrını eleştirdi.”   (Özgüden, a.g.e. s. 330).

***

Peki, TKP’nin 12 Eylül rejiminin niteliğine ilişkin tavrı TİP’i etkilerken TKP’nin kendi mutfağında ne vardı?

Bu da bizi dönemin üçüncü tanığına, Oya Baydar’a götürüyor.

Oya Baydar 1980’lerin başında başka TKP’lilerle birlikte Moskova’da bir enstitüde “eğitim görüyor.” Derslerden birinde Baydar “Türkiye’de faşist bir askeri darbe oldu” deyince Sovyet hoca “Türkiye’de neler oluyor?” diye soruyu TKP Politbüro üyesi Veysi Sarısözen’e yönlendiriyor. Sarısözen bunun üzerine “ordunun çatışmaları sona erdirdiğinden, MHP’lilerin tutuklandığından, Maocu-goşist hareketlere darbe vurulduğundan, bazı aşırı tasarruflar ve uygulamalar olsa da ülkeye görece sükûnet geldiğinden” söz ediyor.

Baydar’ın yorumu şöyle:

“Veysi de cuntanın faşist olduğuna bal gibi inanıyordu ama Sovyet Partisi veya devletinin taktik hattının milim dışına çıkmaktan, gerekirse bu hat konusunda ağırlık koyup öyle değil böyle deme gücünden yoksun olan, TKP’nin resmi görüşünü savunuyordu.” (Oya Baydar (Melek Ulagay’la birlikte), Bir Dönem iki Kadın, Can Yayınları 2011, s. 362).

***

Gördüğünüz gibi kendi yorumlarımızı katmadan aktarmalar yaptık. Zileli’nin durumu zaten ayrı; diğer iki tanık, Özgüden ve Baydar bugün hayatta.

Gelelim “kaçınılmaz” soruya: Şimdi bu eski defterleri karıştırmanın ne yararı var?

Yanıtımız şu olacak: 40 yıl öncesinin yaklaşım tarzı ve mantığı geçmişe gömülmüş, orada bitip tükenmiş olsaydı, bugün bunca musibetin müsebbipleri için “Ama yaptıkları iyi şeyler de var” diyebilecek bir kişi bile çıkmazdı…

https://ilerihaber.org/yazar/12-eylul-ve-uc-tanik-117304.html  




Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
melnur
[ Gelenek ]
Kurucu
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 02.08.2013
İleti Sayısı: 11.002
Konum: İstanbul
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder

50 kere teşekkür edildi.
36 kere teşekkür etti.
Cevap Yazan: melnur
Cevap Tarihi: 24.09.2020- 20:51


Peyami Arıırk yazdı | TİP ve Behice Boran'ın 12 Eylül'e ilişkin tavrı: Doğan Özgüden'in iddialarına yanıt


"Darbenin niteliğine ilişkin saptama TİP Merkez Komitesi’nin kararıdır. TİP Genel Başkanı Behice Boran’ın her zamanki titiz yaklaşımı onu 12 Eylül’ün hemen ertesinde bir süre için darbenin niteliği konusunda bazı kuşkulara yöneltmişti. Boran Merkez Komitesi’ne bir yazı yazarak Komite’nin yapmış olduğu ”faşist darbe” saptamasına ilişkin olarak kendisinin bir ”rezerv”i olduğunu bildirmiş, bununla birlikte Parti Merkez Komitesi’nin kararına da elbette uyacağına ilişkin tavrının altını çizmişti..."

Resim Ekleme
Peyami Arıırk - TİP Eski Merkez Yürütme Kurulu Üyesi

Metin Çulhaoğlu arkadaşımızın ilerihaber.org’daki 15.9.2020 tarihli "12 Eylül ve üç tanık" başlıklı yazısında "TİP’in 12 Eylül darbesinden bir ay sonra yaptığı açıklama (Çark Başak) net bir biçimde askeri faşist darbeden ve faşizmden söz ediyor” denildikten sonra, Doğan Özgüden’in tanıklığına başvurularak ve onun kitabından (Vatansız Gazeteci, Cilt 2 Belge Yayınları, 2011) yapılan bazı alıntılara dayanılarak "bu net tavrı daha sonra pek sürmüyor” iddiasında bulunuluyor.

Doğan Özgüden’in söz konusu anılarında iddia edildiği gibi TİP’in bu net tavrı daha sonra hiçbir zaman sulandırılmadı ya da bulanıklaştırılmadı ya da sürdürülmesinden vazgeçilmedi. TİP tarafından yayımlanan bütün Çark Başak Dergileri ya da diğer parti yayınları bunu belgeler.

Türkiye İşçi Partisi’nin Ekim 1988 tarihinde yapılan 8. Kongresi’nde bu net tavır şu sözlerle anlatılıyor:

"Darbenin niteliği Çark Başak’ın Ekim 80 sayısında kapsamlı biçimde açıklandı ve sonraki sayılarda da gündemde tutuldu. Bu saptamalar, Merkez Komite’nin Kasım 80 toplantısına sunulan Politik Büro Raporu’na, bu rapora dayanılarak hazırlanan üyelik yenileme belgesinin ilgili bölümüne kaynaklık etti.” (Türkiye İşçi Partisi 8. Kongre Belgeleri, Ekim 1988, Tüstav Yayını.)

Darbenin niteliğine ilişkin saptama TİP Merkez Komitesi’nin kararıdır. TİP Genel Başkanı Behice Boran’ın her zamanki titiz yaklaşımı onu 12 Eylül’ün hemen ertesinde bir süre için darbenin niteliği konusunda bazı kuşkulara yöneltmişti. Boran Merkez Komitesi’ne bir yazı yazarak Komite’nin yapmış olduğu ”faşist darbe” saptamasına ilişkin olarak kendisinin bir ”rezerv”i olduğunu bildirmiş, bununla birlikte Parti Merkez Komitesi’nin kararına da elbette uyacağına ilişkin tavrının altını çizmişti. Boran’ın bu konunun parti içinde tartışılmasına ya da alınmış olan kararın değiştirilmesine ilişkin bir talebi de olmamıştı. Dolayısıyla TİP’in Merkez Komitesi’nin tavrında ya da parti merkez organı yayınlarında darbenin niteliği konusunda hiçbir değişiklik ya da bulanıklık olmadı.

Zaten Behice Boran kısa bir süre sonra bu ”rezerv”ini kaldırdığını ve Merkez Komite’sinin darbenin niteliği konusundaki kararı ile   aynı fikirde olduğunu bildirdi.

Parti içinde 1981 yılında Doğan Özgüden ve onun küçük grubu ile bir ayrılık ortaya çıktığı zaman Tek Cephe Dergisi’nde Doğan Özgüden bu "tavır bulanıklığı” konusunu gündeme taşıdı ve TİP’in, darbeyi "faşist”   olarak nitelendirmeyen TKP ile birleşebilmek için bu konudaki tavrını da değiştirmeye başladığı imasını ya da suçlamasını gündeme getirdi.

Bu konudaki suçlamalara 81 yılının sonbaharına doğru Behice Boran partililere gönderdiği bir yazıda cevap vererek şunları yazdı:

"Sorun, ’cuntaya faşist demekten korkup korkmamak’ değil, faşist cuntaya karşı bütün rizikoları, gerektireceği özverileri göze alarak etkin bir mücadele vermekten korkup korkmamaktır. Cuntanın faşistliğinin ete kemiğe büründüğü, somutlandığı, emperyalizm, tekeller ve büyük burjuvaziden yana, işçi emekçi kitleler, tüm ilerici demokratik güçler düşmanı iç ve dış politikalarına, yaptığı ve tasarladığı işlere, yürüttüğü devlet terörüne karşı birleşik etkin bir mücadeleyi olabildiğince çabuk rayına oturtmak, oturtabilmenin koşullarını hazırlamaktır. Mücadelenin lafazanlığını yapmak değildir.”*

Tarih yazımı bilindiği gibi öncelikle belgelere dayanılarak yapılır. Türkiye İşçi Partisi Doğan Özgüden’in anılarında anlattığı bu olaydan (1980) sonra yıllarca mücadelesini sürdürdü; pek çok parti belgesi ortaya çıktı; Behice Boran ve Nihat Sargın pek çok konuşma yaptı, yazı yazdı; bunlar daha sonra TÜSTAV’da arşivlendi, herkesin kullanımına açıldı. Durum böyleyken Doğan Özgüden acaba neden yıllar sonra "duydum, dediler, tahmin ediyorum” tarzı söylemini bunca yaşanmışlıktan, belgeden daha önemli ve ağırlıklı görerek anılarında (Kasım, 2011) ona yer verdi? Üstelik anılarında yer verdiği bu görüşmelerin diğer tarafı olan Boran’ı ve Sargın’ı da kaybettikten sonra (Ekim 1987; Kasım 2010).

Dahası iddiaların ve ortalığı bulandırmayı amaçlayan lafların tersine bu konuda birkaç yıl sonra tavır değişikliği içinde olan TKP oldu. TKP 1983 yılına gelindiğinde artık darbeyi "faşist” olarak nitelendirmeye başlamıştı.

Hiç olmazsa bunu öğrenemez miydi?

-----------------------------------------------------

* Türkiye İşçi Partisi Antetli,   12 EYLÜL’DEN ÖNCE TÜRKİYE İŞÇİ PARTİSİ’NE KAYDOLMUŞ DEMOKRATİK ÖRGÜT ÜYELERİNE diye başlayan yazı (sayfa 7) .

https://ilerihaber.org/icerik/peyami-ariirk-yazdi-tip-ve-behice-boranin-12-eylule-iliskin-tavri-dogan-ozgudenin-iddialarina-yanit-117432.html



Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
melnur
[ Gelenek ]
Kurucu
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 02.08.2013
İleti Sayısı: 11.002
Konum: İstanbul
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder

50 kere teşekkür edildi.
36 kere teşekkür etti.
Cevap Yazan: melnur
Cevap Tarihi: 13.09.2021- 11:05


Metin Çulhaoğlu'nun yazısı dahil son iki yazıyı okudum. Çulhaoğlu net bir şeklde ifade ediyor; bugün 12 Eylül cuntasının faşist bir yönetim olduğu konusunda hiçbir farklı görüş bulunmamaktadır. Ama faşist darbeyi izleyen günlerde durum hiç de böyle değildi. Çok ayrıntıya girmek istemiyorum, merak edenler Metin Çulhaoğlu'nun yazısını okuyabilirler.

Şuraya gelmek istiyorum, bir ülkede faşizm, gizli ya da açık bir biçimde iktidarı ele geçirip icraatlarını sergilemeye başladığında sol-sosyalizm için güncel olan mücadele biçimi ne olmalıdır? Bu sorunun yanıtı tarihsel süreçte verilmiştir aslında. Demokrasi. Kavramları, süreçlerin çözümlemesinden yoksun ezberci anlayışları bir kenara bırakmak gerekiyor. ''Sınıfsal mücadele, aynı anlama gelmek üzere sosyalist mücadele her koşulda bir sosyalist mücadeledir. Bu yüzden demokrasi lafazanlığıyla liberal rüzgarların etkisine girmemek lazım'' şeklindeki ezberci gevezelikler ya cahiliğin dip yapmış halidir ve ya da AKP trollüğünün yeni biçimidir. Ve başkaca bir şey değildir. Tekrar ediyorum, ezberci zihniyetin günümüzdeki faşizm konusunda nednse ve birdenbire keskin sosyalist mücadeleyi ve keskin sosyalist devrim perspektifini hatırlaması gerçekten en basitinden bir inandırıcılığı bulunmamaktadır. Bir ''arkadaş'' tanıyorum, daha düne kadar kuyrukçuluğun doruklarında AKP karşıtı ne kadar sol-sosyalist parti ve örgüt varsa hepsini ''ulusalcı'', ''sosyal şoven'', ''neo-faşist'' vb. eleştirir durur, hakaretler savurur ve ''oylar HDP'ye'' derken sağdan soldan bulduğu uygun Lenin alıntılarıyla   liberal, AKP ve Kürt ulusalcılığının ittifakına 'soldan(!)destek vermeye çalışırdı. Çünkü enernasyonalist koministlik(!) böyle bir şeydi! Ne sistemli bir AKP karşıtlığı, ne ilkesel bir liberalzm eleştirisi bu zat-ı muhteremlerde bir türlü ortaya çıkmazdı. Bu ittfakın yapmaya çalıştıklarına karştlık içinde olanlara karşı düşmanca tavır aslında dolaylı ya da dolaysız bir AKP değirmenine su taşımaktı ve başkaca bir şey de değildi.

Sonra ne oldu?

AKP ihtiyacı kalmadığında önce liberalleri dışladı, sonra Kürt ulusalcılığıyla kurduğu ''demokrasi masası''nı bir tekmeyle devirdi. Artık bir dönem için ''ayaklar altına aldığı Metin Çulhaoğlu'nun yazısı dahil son iki yazıyı okudum. Çulhaoğlu net bir şeklde ifade ediyor; bugün 12 Eylül cuntasının faşist bir yönetim olduğu konusunda hiçbir farklı görüş bulunmamaktadır. Ama faşist darbeyi izleyen günlerde durum hiç de böyle değildi. Çok ayrıntıya girmek istemiyorum, merak edenler Metin Çulhaoğlu'nun yazısını okuyabilirler.

Şuraya gelmek istiyorum, bir ülkede faşizm, gizli ya da açık bir biçimde iktidarı ele geçirip icraatlarını sergilemeye başladığında sol-sosyalizm için güncel olan mücadele biçimi ne olmalıdır? Bu sorunun yanıtı tarihsel süreçte verilmiştir aslında. Demokrasi. Kavramları, süreçlerin çözümlemesinden yoksun ezberci anlayışları bir kenara bırakmak gerekiyor. ''Sınıfsal mücadele, aynı anlama gelmek üzere sosyalist mücadele her koşulda bir sosyalist mücadeledir. Bu yüzden demokrasi lafazanlığıyla liberal rüzgarların etkisine girmemek lazım'' şeklindeki ezberci gevezelikler ya cahiliğin dip yapmış halidir ve ya da AKP trollüğünün yeni biçimidir. Ve başkaca bir şey değildir. Tekrar ediyorum, ezberci zihniyetin günümüzdeki faşizm konusunda nedense ve birdenbire keskin sosyalist mücadeleyi ve keskin sosyalist devrim perspektifini hatırlaması aslında yine dolaylı bir AKP yandaşlığı ve AKP trollüğünden başka bir şey değildir.

İlginç değil mi, size de öyle gelmiyor mu?

Kürt ulusalcılığı liberaller ve AKP ile birlikte bir demokrasi mücadelesi verirken, HDPli olmak...(Dolaylı AKP yandaşlığı...)
O sürecin hem AKP ve hem de Kürt ulusalcılığında baskın olan eğilim tipik bir liberal yönelimdir. Liberaller sadece AKP üzerinde değil, Kürt hareketi üzerinde de etkindir ve belirleyici konumdadır. Sözde enternasyonalist komünist olan grupların bu harekete, bu ittifaka hiçbir karşıtlık içinde olmadan, hatta bu ittifakın doğal bir parçası durumundayken, yaptıkları, yapmaya çalıştıkları şey ne idi? ''Zaten sosyalist örgütlenmeler yerlerde sürünüyorken'' HDP'den yana tavır almak, HDP'nin AKP ile birlikteliği de göz önüne alındığında ne anlama geliyor ve neye yarar sağlıyordu? AKP'ye değil mi?

Dönem faşizmin adım adım iktidara yerleşmesi ve muktedir olmaya çalışması süreciyken bu süreçte, bu gidişata kendi siyasetleri gereği şu ya da bu şekilde karşı çıkanlara   Lenin'i de meze yaparak tavır alanlar aslında ne yapıyorlarlardı? Böyle bir tavır hangi siyasetin, hangi partinin çıkarına yürütülüyordu? Dinci faşizm ve AKP'nin değil mi?

Sonra ne oldu?

Dolmabahçe'de kurulan masa devrildi. Önce liberaller bu kulvardan dışlandı, sonra HDP karşısında ''ayaklar altına alınan her türlü milliyetçilik'' hatırlandı? Hatırlanmakla da kalınmadı, yeni bir demokrasi ittifakı kuruldu ve dinci faşizmin muktedirliğinin yanına MHP de eklendi. Bu kez bizim enternasyonalist komünistlerimiz, daha önce yaptıkları ve söylediklerini yeniden gözden geçirmek zorunda kaldı. AKP karşıtlığında yerini alan liberallere doğrudan ve yine AKP karşıtlığında mücadeleyi seçen Kürt hareketine karşı ise dolaylı olarak bir tavır yine enternasyonal komünistlik(!) adına yeğlenir oldu. Peki bu sol(!) tavrın kimin ve neyin çıkarına olduğu belli değil mi? Karşımıza yine aynı tabela çıkmıyor mu? Ve o tabelada   AKP'nin ve dinci faşizmin çıkarları yazmıyor mu?

Bunu okumak o kadar zor mu?
''Cahil cühela takımı bu kadar 'inceliği' tasarlayabilir mi? diye sorulabilir.
İşte onun için sürekli yinelemek gereği hissediyorum:
Ya cehaletin dip yapmış hali, ya da başından beri bir AKP trollüğü...
Başka bir açıklaması olabilir mi?

Bu açıklamaların konuyla ilgisini şu şekilde kurabiliriz:. 12 Eylül bir faşist yönetimdir ve bugünün saray rejimi yani AKP-MHP ortaklığı da farklı bir işleyişe sahip değildir. Solun, sosyalistlerin bu süreçteki mücadelesi çok açıktır, çok nettir, suların bulandırılmasına izin verilmemeli. Demokrasi. Demokrasi mücadelesi... Sol, sosyalist mücadeleye aykırılık değildir bu tür okumalar. Çünkü Merdan Yanardağ'ın söylediiği gibi nasıl ki, laiklik karşıtlığına karşı mücadele bir sınıf mücadelesi anlamına geliyorsa, faşizme karşı toplumun en geniş dinamikleriyle birlikte demokrasi mücadelesi vermek de bir sınıfsal mücadeledir. NOKTA. Bu konu, bu süreç hiçbir farklı yoruma müsait de değildir. Kapitalist bir düzende demokrasi mücadelesini sosyalist mücadeleden soyutlamak isteyen şarlatanlığa, cehaletin en dip haline ve dahası AKP trollüğüne karşı çıkmak hem demokrasi mücadelesi ve hem de sınıfsal mücadelenin ta kendisidir. Başka türü bir yoruma da açık değildir.

Özetle 12 Eylül faşizmine karşı çıkmak o dönem için ne denli önemliyse, bugün için de durum farklı değildir ve saray rejimine karşı mücadele etmek de o denli önemli ve solcu-sosyalist olmanın bir gereğidir.

( Ve önemli bir not: Sosyalist siyasette şablonculuğa yer yoktur. Bugünün koşullarında saray rejiminin karşısında çok güçlü bir sosyalist güç olabilseydi ve o sosyalist gücün siyasal iktidarı alabilme potansiyeli olsaydı, tıpkı Şubat devrimi sonrasındaki koşullar gibi Lenin'in demokrasi yerine sosyalizmi öne çıkarması bir anlam taşırdı. Lenin'in o dönemde demokrasi ve sosyalist devrim konusunda söyledikleri ve kıyaslamaları o tür koşullara uygun bir stratejik tavırdır ve doğrudur. Ama bu günün koşullarını 1917 Ekim öncesi koşullarmış gibi yorumlayarak demokrasiyi tu kaka yapmak, bir daha yinelemek istemiyorum ama gerçekten AKP trollüğü saflarına savrulmaktan başka bir şey değildir diye yorumlayacağım ama, belki de bilinçli bir tercih var bu konuda ve bu durum baştan beri AKP'ciliği sol saflarda savunma olarak da nitelenebilir.)

12 Eylül karanlığı bitmedi.
12 eylül karanlığı saray rejimiyle sürüyor.

Ezberlerle hareket etmekten ve tavır almak yanlışlığından sıyrılalım...
Köylü kurnazlıklarına da dikkat edelim...
Ve aman dikkat, AKP trollüğü bu aralar epey yaygın; siz sol saflarda hem ajanlık ve hem de trollük rolünü üstlenmiş insanlar yok mu sanıyorsunuz, yoksa?






Yeni Başlık  Cevap Yaz



Forum Ana Sayfası

 


 Bu konuyu 1 kişi görüntülüyor:  1 Misafir, 0 Üye
 Bu konuyu görüntüleyen üye yok.
Konuyu Sosyal Ortamda Paylas
Benzer konular
Başlık Yazan Cevap Gösterim Son ileti
Konu Klasör Türkiye İşçi Partisi adaylarını tanıttı... melnur 3 486 22.04.2023- 04:36
Konu Klasör 12 Eylül ve Faşizm... umut 8 5467 13.09.2021- 11:07
Konu Klasör Nazım Hikmet'in tanıklığıyla Ermeni soykırımı Hillary 8 5780 26.04.2022- 10:28
Konu Klasör Eylül - SERDAL BAHÇE melnur 1 326 16.09.2023- 00:24
Konu Klasör 12 Eylül'ün 40.yılında Dev-Yol'un liderlerinden Oğuzhan Müftüoğlu... melnur 1 1901 13.09.2020- 10:51
Etiketler   Eylül,   üç,   tanık.
SOL PAYLAŞIM
Yasal Uyarı
Sitemiz Bir Paylasim Forum sitesidir Bu nedenle yazı, resim ve diğer materyaller sitemize kayıtlı üyelerimiz tarafından kontrol edilmeksizin eklenebilmektedir. Bu nedenden ötürü doğabilecek yasal sorumluluklar yazan kullanıcılara aittir. Sitemiz hak sahiplerinin şikayetleri doğrultusunda yazı ve materyalleri 48 Saat içerisinde sitemizden kaldırmaktadır.
Bildirimlerinizi info@solpaylasim.com adresine yollayabilirsiniz.
Forum Mobil RSS