SolPaylaşım  
Ana Sayfa  |  Yönetim Paneli  |  Üyeler  |  Giriş  |  Kayıt
 
OTURUYORSAN KALK; AYAKTAYSAN YÜRÜ; YÜRÜYORSAN KOŞ!
Yurt ve dünya sorunlarına soldan bakan dostlar HOŞGELDİNİZ .Foruma etkin katılım yapabilmeniz için KAYIT olmalısınız.
Yeni Başlık  Cevap Yaz
 Toplam 2 Sayfa:   Sayfa:   [1]   2   >   son» 
Ezberciliğin acınası komikliği...           (gösterim sayısı: 4.854)
Yazan Konu içeriği
Üye Profili boşluk
melnur
[ Gelenek ]
Kurucu
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 02.08.2013
İleti Sayısı: 10.955
Konum: İstanbul
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder

36 kere teşekkür etti.
50 kere teşekkür edildi.
Konu Yazan: melnur
Konu Tarihi: 21.11.2020- 04:41


Metin Çulhaoğlu'nun İLERİ'deki yazısını okurken hatırladım. Geçen haftaydı ve yine Kadıköy'de rastlamıştım. ''İşin yoksa bir çay ısmarlayayım'' diye başlıyor; kıramıyorum. Buradaki yorumlarımı okuyormuş ve çoğuna da katılmıyormuş. Fazla düzen içi, kendi deyimiyle ''burjuva sınırlar'' içinde buluyormuş. Oysa sosyalistler siyasetlerini burjuva sınırlar dışında kurmalıymışlar! Öyle söylüyor ve bir yığın örnek veriyor. Marks'tan giriyor, Lenin'den çıkıyor. Tam bir ezbercilik. söylemeye çalıştıkları içinde bir bütünlük de yok. Yanlış da yorumluyor çoğu şeyleri.

Daha önce de bu karşılaşmalardan söz etmiştim. Solpaylaşım öncesi yazıyazorum'da yazmıştı. O zamanlar tipik bir kuyrukçuydu. O dönemin koşullarına uygun bir şekilde sağdan soldan bulduğu Lenin'in UKKTH içerikli alıntılarını foruma asar, üzerinde çok fazla yorum da yapmadan, yapamadan öylece bırakırdı. Siyasi tavrı tam bir HDP'cilikti. Kürt hareketini destekler bir pozisyonda, kendinden yana olmayanları bir türlü tanımlayamadığı, içini dolduramadığı ulusalcılıkla ilişkilendirir, bazen de   onları sosyal şoven, neo-faşist ve anti-komünist olarak nitelerdi.

Daha önce de sözünü etiğim bu arkadaşa yine Kadıköy'de rastladım. Son zamanlarda, yani bir iki yıldır ''ben kuyrukçu değilim''e bağlamaya çalışıyor. Bir keresinde ''peki Lenin'in o UKKTH alıntılarını neden yazıyordun? Ne söylemek istiyordun?'' diye sorduğum oldu ama bir türlü yanıt alamamıştım. Duymazlıktan, görmezlikten gelmesi tipik özelliklerinden biri. Bir başka özelliği de taklitçiliği. Anlamıyor diyebilirim, güzel bir cümle olduğu kanısına varıyorsa ezberliyor ( sanırım bir kenara not alıyor) ve sonra günümüze, Türkiye'ye ilişkin somut ne anlama geldiğini hiç düşünmeden paldır küldür tekrarlıyor. Bir keresinde Marks'ın İrlanda konusunda söylediği '' başka ulusları ezen uluslar asla özgür olamaz'' sözünü neden sürekli tekrarlıyorsun dediğimde Marks'ın İrlanda'dan yana tavır aldığını, enternasyonalist olmanın ezilen ulustan yana olmak olduğunu...-tekrarlayıp durmuştu. Kuyrukçuluktan ''kuyrukçu değilim''e sıçramaya çalıştığında bu kez ''ama şartlı bir destek'' falan demeye çalışmıştı. Bu konulara gireriz belki de, bu geçen haftaki karşılaşmamızda karşımda başka bir ''enternasyonalist komünist'' vardı! ''Oylar HDP'ye'' çığırtkanlığını bırakmış ya da unutmuş şimdi bağımsız bir komünist siyasetten ve komünist birlikten söz edip duruyor.

Ama ilginçtir, bu arkadaşımızda baştan sona, A'dan Z'ye her şey değişiyor da, bir türlü şu AKP seviciliği hiç değişmiyor. Dün yani kuyrukçu olduğu dönemde AKP'nin yanında ulusalcılık karşıtıydı, ''kuyrukçu değilim'' boyutuna geçtiğinde suya sabuna dokunmayan ''komünistlerin birliği'' jargonuyla yine AKP'nin yanında ''hepsi bir'' pozisyonuna geçmişti. Ve bu konularda öylesine çırpınır halde ki!

Habire anlatıyor. Marks'ın toplumsal devrim çağından başlıyor, Lenin'in proleter devrim çağından çıkıyor. Burjuvazinin gericiliği, gericileştiği ve artık çağımızın sosyalist devrim çağı olduğu, sosyalistlerin bu perspektifle hareket etmesi gerektiği etmezse menşevik olacağı...İnternette bulunan birtakım alıntıların Aristo mantığına bile rahmet okutabilecek bir şekilde alt alta, üst üste getirilmesi ve sonuç...

Evet sonuç ne?

Sormaz olaydım, bu kez düzen içi burjuva siyasetten başladı, TKP'nin zamanın Cumhuriyet Başsavcısı Sabih Kanadoğlu'yla olan pazarlığından söz etti, kafasında kurguladığı şeyleri anlatmaya çalıştı...-bir an gerçekliği yitirmiş diye geçirdim içimden. Farklı bir gerçeklik yaratıyor kafasında ve ona inanıyor. Siz ne derseniz deyin duymuyor. Sözleriniz onun gerçekliğine hiç dokunmuyor bile. Farklı bir dünya kurmuş kendine...

Ezberciliğin geldiği nokta!
Acınası komiklik.
Trajedi.

Çayımızı içtik ayrıldık.
Gün ışığının karanlığında kalabalığa karışıp gitti.

Evet, Çulhaoğlu'nun bugünkü yazısını ( Gömlek kalmadı yüz değiştirelim) okurken aklıma geldi bunlar. Çulhaoğlu da düzen içi siyasete dalmış, burjuva sınırlar içinde bir şeyler söylemeye çalışıyor! Oysa enternasyonalist olmak, keskin komünist militan olmak varken...Öyle mi? Öyle mi yorumlamak lazım?

Zaman zaman konuşuruz.



Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
melnur
[ Gelenek ]
Kurucu
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 02.08.2013
İleti Sayısı: 10.955
Konum: İstanbul
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder

50 kere teşekkür edildi.
36 kere teşekkür etti.
Cevap Yazan: melnur
Cevap Tarihi: 25.11.2020- 03:57


Gömlek kalmadı yüz değiştirelim - Metin Çulhaoğlu

Son bir ay içinde iktidar cephesinde yaşanan gelişmeleri satranç oyununa benzetenler var.
Benzetmeye temelde ciddi bir itirazımız yok. Ancak unutmamak gerekiyor: Bugüne kadarki en uzun satranç karşılaşması 1989 yılında gerçekleşmiş; oyuncular toplamda 269 hamle yapmış ve 20 saat süren oyun beraberlikle sonuçlanmış.

Siyaset elbette çok farklıdır. Bir kere, dar bir zaman kesitine bakıldığında oyun iki taraf arasında oynanıyor görünse bile tarafların hesaba katmaları gereken masa dışı pek çok oyuncu vardır. Sonra, siyasette “sonuç” denebilecek herhangi bir durum saatler değil, aylar hatta yıllar sonra ortaya çıkar. Nihayet, siyaset oyunu yıllar sürse bile tarafların birbirlerine karşı toplam 269 hamle yapmaları pek düşünülebilecek bir durum değildir.

O zaman mevcut duruma “satranç” benzetmesinin ötesine geçerek bakmaya çalışalım.

***

Son birkaç haftanın dikkat çekici gelişmelerini üç grupta toplayabiliriz: 1) Albayrak’ın istifasını izleyen, yargı başta olmak üzere çeşitli alanlarda “reform” söylemleri; Bülent Arınç’ın Kavala ve Demirtaş’la ilgili “yoklamaları”; 2) Osman Baydemir’in 2015 Haziran seçimlerinin ardından HDP olarak AKP’ye koalisyon önerdiklerine ilişkin “ifşaatı” ve AKP kurucularından eski Diyarbakır milletvekili Mehmet İhsan Arslan’ın yakın geçmişe ilişkin gözlemleri; 3) Alaattin Çakıcı’nın tehditleri, Bahçeli’nin bu tehditleri sahiplenmesi ve MHP’den profili fazla yüksek olmayan bir ismin Kavala ve Demirtaş hakkında söyledikleri nedeniyle Arınç’a saldırması…    

Üç grupta topladığımız bu olgular ilk ağızda kim olursa olsun aynı şekilde okunacaktır: Dünyadaki kimi gelişmeleri dikkate alan Erdoğan cephesi “yeni bir yüze” ihtiyaç duymaktadır… Kürt siyaseti (en genel anlamda) içinden bu yeni yüz ihtiyacına “belki bu sefer olur” beklentisiyle yaklaşanlar çıkmaktadır… MHP tarafı ise “Zinhar yaptırtmam” diyerek diş göstermektedir…

İlk ağızdaki böyle bir okumaya “Ne alakası var?” şeklinde kesin bir itiraz mümkün değildir.
Ama, işin aslı bu mudur? Böyle bir okuma akla yakın görünse bile siyasetin bundan böyle bu mecrada gelişmesi, daha önemlisi bu süreçten “demokrasisi onarılmış” (!) bir Türkiye çıkması mümkün müdür?

***
Sürecin olumlu sonuçlar getirmesi olasılığını (son dönemin moda deyişiyle) “satın alanlar” mutlaka çıkacaktır; hem de fazlasıyla… Başta liberaller, ana akım medya dışındaki kanaat önderleri, büyük sermaye çevreleri ve Kürt siyasetinden kimi unsurlar…

Bu gruba CHP ile birlikte AKP çıkışlı yeni partileri de katarsak yaygın olduğu söylenebilecek bu beklentinin görmek istemediği kimi gerçeklere kısaca değinmeye çalışalım:

Erdoğan’ın elinin MHP’ye ve/ya da “Ergenekon”a istemeden mahkûm olduğu şeklindeki değerlendirme bizce yanlıştır. Erdoğan’ın “pragmatist” bir siyasi lider olduğu hep söylenir, doğru da olabilir. Ancak, Erdoğan pragmatist bir siyasetçi olarak bu ülkede milliyetçiliğin iş yaptığını görmüştür ve bu tespit artık pragmatizm ötesinde kalıcı bir ideolojik-siyasal tercihi de beraberinde getirmiştir. Otoriter ve faşizan yönelimlerin ille de etnik temelde olması şart değildir; büyük devlet milliyetçiliği ve şovenizmi de olabilir ve Erdoğan’ın bu kozu olduğu gibi MHP’ye ve/ya da Ergenekon’a bırakmaya razı olacağı düşünülemez.
Milliyetçiliğin CHP’li, Kemalist, laik, vb. kesimlere de hitap ettiğini gören biri neden bunu başkalarına bıraksın ki?

***
“Yargı reformu” söyleminin alıcı bulması ise “acınası” bir duruma işaret etmektedir.
Hukukçu değiliz, “hukuk felsefesi” de bildiğimiz bir konu değildir; ama bir noktanın tespiti için bunlar hiç de gerekli değildir: Fahiş bir hukuksuzluğun düzeltilmesi, bu hukuksuzluktan geri dönülmesi, hukukun tesisi, hukukun “üstünlüğünün” kabulü anlamına gelmez!

Acınası dediğimiz durum, bunun böyle olacağının sanılmasıdır…  

Yarın Kavala ve Demirtaş tahliye edilseler, kendilerine karşı dava açılmasına cevaz veren yasa maddeleri, bu maddelere göre iddianame hazırlayan savcılar, tutukluluk kararı veren yargıçlar ve nihayet hukuku talimatla işleten siyasetçiler yerlerinde dururken Türkiye bir anda “hukuk devleti” mi olacaktır?

***
“Son dönemin gelişmeleri” derken eksik kalmasın: Bir de hiç izlemediğimiz, ancak üzerindeki tartışmalar dolayısıyla sosyalist örgütlerde henüz birtakım bölünmeler olmamasını hayretle karşıladığımız “Bir Başkadır” dizisi var…

İzlemediğimizden bir şey diyemiyoruz; ama “yeni yüz” dalgası yükselirse atıfta bulunulacak bir “kaynak” olabileceği anlaşılıyor…

https://ilerihaber.org/yazar/gomlek-kalmadi-yuz-degistirelim-119723.html



Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
melnur
[ Gelenek ]
Kurucu
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 02.08.2013
İleti Sayısı: 10.955
Konum: İstanbul
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder

50 kere teşekkür edildi.
36 kere teşekkür etti.
Cevap Yazan: melnur
Cevap Tarihi: 26.11.2020- 10:13


Ezberciliğe bir farklı yaklaşım getirilecekse,   en kestirmeden bir şey olma çabası olarak tanımlanabilir sanıyorum. Bir şey öğrenme, bir şey anlatma değil, bu yolla bir şey olma, bir şey olduğuna ilişkin etrafını inandırma, bir şey olduğunu etrafa gösterme ve bana göre en doğrusu bir şeyi kendi kendine inandırma; ego tatmini dediğim şey de bu. Bu tür ezberciliğin bütünüyle amacına ulaştığı söylenebilir mi, bilmiyorum. Belki de   bir iki kişiyi inandırıyordur, egosunun tatminini sağlıyordur ve bu da o kişiliğe yeterli geliyordur; kim bilir!

Bu söylemeye çalıştığım şey, eksik bilgiyle tartışmalara girmemek anlamına mı geliyor; kesinlikle hayır. Tam tersine, hemen her konuda düşüncelerimizi aktarmak vazgeçilmez bir özelliğimiz olmalıdır. Mutlak bilgi, mutlak doğru diye bir şey yok. Her doğrunun göreli bir anlamı da var. Zaman pek çok şeyi değiştiriyor; pek çok şeyi de değil, hemen her şeyi. Evrende değişmeyen tek şeyin değişim olduğu gerçeği bir klasiğe dönüşmüş durumda ve sanırım hepimiz tarafından da bilinir. Sorun neyi biliyorsak veya bildiğimizi sanıyorsak bunu uygun bir dille ve mutlaka samimiyetle ortaya koymaktan geçmektedir. Az biraz önce internette bulunan bir cümleyi hiç anlamadan, hiç kavrama çabasına girişmeden, öylece, sanki yıllardır bilinen ve içselleşen bir bilgiymiş gibi iddialı sözcüklerle yazıya dökmek kadar gereksiz ve gereksiz olduğu kadar samimiyetsiz bir üslup olabilir mi? Ne sanıyoruz, kendimizin çok çok akıllı ve dünya alemin ahmak olduğunu mu? Bu saçmalığın ve bu samimiyetsizliğin eninde sonunda bir yalan söyleme alışkanlığına dönüşeceği ve herhangi biri ya da okuyan pek çok kişi tarafından anlaşılmayacağı ve bu tür ezberciliğin acınası bir komiklikten başka bir anlam içerdiğinin anlaşılmayacağını mı?

Yazıyazforum'dayken kendini keskin solcu göstermeye çalışan bir arkadaşımız vardı. Yeni gelmişti, o zamanlar da yazıyaz dergi adıyla aylık bir e-dergi çıkarıyoruz. Yazılara ihtiyacımız var, gelen gidenlerden bana göre yazabilecek kapasitesi olduklarını varsaydıklarımdan yazılar istiyorum. Çoğu olumlu karşılıyor ve pek azı yazıyordu. Öyle günlerden birinde bu sözünü ettiğim arkadaştan da bir yazı istemiştim. Dergiye göndermedi ama foruma bir yazı asmıştı. Şaşırmıştım, yazıyı da bir yerden hatırlıyordum. Sonra aklıma geldi, yazının okuduğum bir kitaptan bire bir alıntı olduğunu fark ettim. Rahatsızlık duymasın diye özelden yazdım. Tanınmış bir sosyalisin ( Mahir Sayın) ir kitabından alıntı olduğunu ve kendi yazısıymış gibi foruma asmasının doğu olmadığını söylemişim. (Yazıda sadece burjuva yerine devlet değişikliği yapılmıştı.) Kabul etmedi. Kendi yazısı olduğunu iddia etti ve kısa bir süre sonra da forumu terk etti, başka bir forum kurdu.

Çok örnek var; yazıyazforum'u kapatmak zorunda kalıp burayı açtığımızda, foruma başka bir adla girip tepki gösteren ve nerdeyse TKP'ye şikayet edeceğini söyleyen bir keskin enternasyonalist arkadaşımız vardı. Aradan birkaç gün geçiyor, aynı kişi ''biz sol forum kurmak isteyenlere yardım ederiz'' iki yüzlülüğüyle foruma gelip sanki yaptığı normal bir şeymiş gibi yazıp çizebiliyordu.

Garip değil mi?
Şimdi bu durumu solculukla nasıl bağdaştırmak mümkün olabilir?

Söylemek istediğim bu değil. Ezbercilik dediğimiz şey de bu değil. Ama sanırım altını çizmeye çalıştığım ezbercilik bu kişilik yapısına uygun bir özellik. Ezbercilik böyle bir kişilik yapısının üzerine oturduğunda ortaya çıkıyor. ( Ciddiye almamaktan söz ederken de bu tür yazı ve yorumları ve bu tür kişilik yapısını kastediyordum.)

(Dışarı çıkmam gerek) bir sonraki yorumda bu konuya değinmeye çalışırız.

Şunu ekleyeyim son olarak, samimiyet yoksa hiçbir şey olmaz; sadece kendimizi kandırırız.




Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
melnur
[ Gelenek ]
Kurucu
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 02.08.2013
İleti Sayısı: 10.955
Konum: İstanbul
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder

50 kere teşekkür edildi.
36 kere teşekkür etti.
Cevap Yazan: melnur
Cevap Tarihi: 19.01.2021- 04:48


Sosyalizm propagandası, bilimsellik ve devrim - Metin Çulhaoğlu

Soru çok basit görünse de kritik önemdedir: Sınıfa ya da daha geniş anlamda “halka”, (bilimsel) sosyalizmin kurucularının zamanında yazdıklarıyla, söyledikleriyle ve yaptıkları analizlerle mi gidilir?

***

Önce Marx ve Engels’i, ardından Lenin’i düşünürsek göreceğimiz şudur: Bu tarihsel kurucular yaşamları boyunca ağırlıklı olarak bir tür sosyalizm iddiası taşıyanlarla uğraşmışlardır. Marx ve Engels söz konusu olduğunda “muhataplar” arasında Weitling, Proudhon, Blanqui, Bakunin, Lasalle, vb. vardır. Lenin’e geldiğimizde karşı tarafta Legal Marksistleri, ekonomistleri, Menşevikleri, Narodnikleri, SR’leri görürüz. Yelpazenin Lenin’de biraz daha genişleyip liberalleri (özellikle “Anayasacı Demokratlar”) de içine aldığını söyleyebiliriz.

Yaklaşık seksen yıllık bir tarihsel dönem içinde, büyük ölçüde eleştiriler ve polemikler aracılığıyla şekillenen bir öğretinin “hatmedilmesi” değil ama öz olarak kavranması, sosyalizm mücadelesi verenler, bu mücadelede öncülük iddiası taşıyanlar ve kadrolar açısından kuşkusuz gereklidir.

Orası öyle de yaşanan zaman içinde sosyalizm hedefi için harekete geçmesi gereken/beklenen ve sosyalist kadrolardan kat kat daha geniş kesimlere de bu “bilinenler” ve “öğrenilenlerle” mi gidilecektir?

Sosyalist propaganda ve örgütlenme çalışmaları, bu bilinenlerin ve öğrenilenlerin geniş kesimlere anlatılmasına mı dayandırılacaktır?

***

Sosyalizmin sınırlı sayıda insan tarafından sahiplenilen bir öğreti ve hedef olmanın ötesinde çok daha geniş kesimlere hitap etmesi ve bu kesimler tarafından benimsenmesi, sosyalizmi anlatan öncülerle onları dinleyen başkaları arasındaki düz, tek yönlü ve özel ortamlardan bağımsız ilişkilerle sağlanamaz.

Birkaç dolayımdan söz edebiliriz.

Birincisi, ortada, geniş kesimleri kucaklayan bir hareket ve hareketlilik olması gerekir. Hareket ve hareketlilik, kendi içinde barındırdığı çeşitliliğe rağmen, tercihleri ve yönelimleri sadeleştirici bir işleve sahiptir. İkincisi, “verici” durumundaki kadroların süreç içinde aynı zamanda “alıcı” olmayı da öğrenmeleriyle ilgilidir. “Eğitenlerin eğitilmesi” ilkesi burada da geçerlidir.

Sonra, önemli bir nokta daha: Hareket içinde sosyalizmi benimseyen geniş kesimlerden “bilimsel sosyalist” olmaları da beklenmemelidir.

Örneğin, hareketlenen geniş kesimler devletin “egemen sınıfların elindeki bir baskı aygıtı” olduğu fikrine ulaşabilir; ama aynı kesimlerin, bu aygıtın ileride, sosyalist toplumun ileri evresinde “sönümleneceği” fikrine de ulaşmasını bekleyemezsiniz…

Örneğin, ücretler üzerindeki basıncın ve yaygın işsizlik olgusunun kapitalist sistemle doğrudan ilişkili olduğunu pek çok kişi sezebilir, bilebilir ya da öğrenebilir; ama bu olguların “sermayenin organik bileşimindeki değişikliklerle” bağlantısı herkes tarafından kavranmak zorunda değildir...

Sömürüldüğünü “sezen” ya da “bilen” bir işçinin, bu sömürüde nispi ve mutlak artı değer paylarını da bilmesi şart değildir...

Kitle hareketinin, radikal taleplerin, devrimci ortam ve durumların ve nihayet devrimin kendisinin, bilimin ve bilimselliğin sınırları ötesine taşan ayırt edici başlıca özelliklerinden biri de budur.

***

Önemli gördüğümüz bir noktaya daha değinip bitirelim:

Sosyalizmin “benimsenmesi”, insanların mevcut alternatifleri nispeten sakin ortamlarda salim bir kafayla değerlendirmeleri ve sonunda sosyalizmde karar kılmalarıyla gerçekleşebilir. Bu yolu küçümsemiyoruz ve sosyalizme “kadro kazanılmasındaki” önemini kabul ediyoruz.

Ancak, eğer bir devrim, üstelik geniş kitlelerin katıldıkları bir devrim söz konusuysa burada sosyalizm mevcut alternatifler arasında “en iyisi” olamaz; tek alternatif olması, daha doğrusu geniş kesimlerce böyle görülmesi gerekir.

Devrimler, her zaman, alternatiflerden biri diğerlerine göre daha “makul” ya da “gerçekçi” göründüğü için değil başka bir alternatif “görülmediği” için gerçekleşmiştir.

https://ilerihaber.org/yazar/sosyalizm-propagandasi-bilimsellik-ve-devrim-121987.html



Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
melnur
[ Gelenek ]
Kurucu
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 02.08.2013
İleti Sayısı: 10.955
Konum: İstanbul
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder

50 kere teşekkür edildi.
36 kere teşekkür etti.
Cevap Yazan: melnur
Cevap Tarihi: 24.01.2021- 11:16


Basit bir iki soruyla sürdürmeye çalışalım konuyu. Birincisi sosyalist kadroların sosyalist devrim için ihtiyaç duydukları şekilde halkın bilinçlenmesi ve hatta dışarından bilinç konuları ne anlama geliyor ve ikincisi, bu soruyla bağlantılı olarak nasıl bir siyaset? Halkın bilinçlenmesi ve ''geri bilinç''ten kurtulması Marksizmi öğrenmesi anlamına mı geliyor? Dışarıdan bilinç dediğimiz bir pratik bilinçli sosyalistlerin sınıfa bilinç aktarmaları yoluyla mı gerçekleşir? Siyasal devrimin gerçekleşebilme momenti böyle bir yaklaşım ve böyle bir süreç sonunda mı gerçekleşir? Sosyalist siyaset böyle bir şey midir? Sosyalizm mücadelesi ve ''burjuva ışı yönelim'' böyle bir tavır e böyle bir perspektife sahip olmak mıdır? Sosyalistler hükümet veya bir bakanın istifasını istemekle burjuva siyaset mi yapmış olurlar? Sınıfsal siyaset   sosyalist bilimselliğin ne olduğunu anlatmaya halka anlatmaya çalışmak mıdır? Böyle bir şey midir?

Bir iki sorudan söz etmiştim ama epey soru oldu sanırım ama gerçekte hep birbiriyle ilişkili sorular bunlar. Bir üstte Metin Çulhaoğlu'nun anlatmaya çalıştıklarını belki biraz daha genelleştirerek ve sadeleştirerek sorulan sorular... Aranılan yanıt ''halk nasıl kazanılır?'' sorusunun yanıtıdır. Ve yanıt da geniş kitlelerin hiçbir şekilde Marksist tezlerin yinelenerek kazanılamayacağı önermesiyle doğrudan ilintilidir. Halkı kazanmanın yolu ideolojik ezberlerin yinelenmesinden geçmez. Çünkü kitleler sınıflı bir toplumda ve ideolojik bir basınç altında hiçbir şekilde tarihsel çıkarlarının ayırdına varamaz. Bir başka deyişle bilimsel sosyalist bilince ulaşamaz. ( Bunun için de siyasal devrim gereklidir.) Halkı kazanabilmenin ve dönüştürebilmenin yolu siyasettir, siyasetten geçmektedir ve başka bir yolu yoktur.

Bir kez daha yineleyelim, bilimsel sosyalizm Marksist kökenli sosyalistlerin müktesebatıdır. Rehber edindikleri yol/yöntemdir. Ve bilinmeli ki,   siyasal devrim geniş kitlelerin böyle bir müktesebat, böyle bir bilinç edinmeleriyle gerçekleşmeyecektir. Çünkü geniş kitlelerin böyle bir bilinci kitlesel olarak edinmeleri mümkün değildir. İşte bu yüzden siyasete, Marksist siyasete ihtiyaç vardır. Kitleleri kazanabilmenin yolu da bu tür siyasi yaklaşımlardan geçmektedir ve başka bir yolu da yoktur.

''Hükümet istifa'', veya herhangi bir bakanın istifasının istenmesi, tıpkı ekmeğe zammın protesto edilmesi gibi, tıpkı laiklik karşıtı eylemelerde gericiliğin karşısına dikilme ve benzer pek çok yabancısı olmadığımız örnekler verilebilir. Burada yapılan bu tür siyasi tavırlarla bir siyasal devrimin gerçekleştirilmeye çalışılması değildir. ( Şu konuştuğumuz konuya bakın, ilkokul birinci sınıf kompozisyon konusu olamaz ama, ciddi ciddi anlatmaya çalışıyoruz; bu da ülke solundaki(!) bir başka gariplik.) Evet, böyle yapılıyor ve böyle bir siyasi tavır sergilenerek sosyalist kadrolardaki bilimsel sosyalist bilinçle, geniş kitleler arasındaki ''geri bilinç'' arasında bulunan açının bir ölçüde kapanması sağlanıyor. Böyle yapılarak kitleyi siyasete taşımak,   etkileşime girmek, ve onlarla bir temas noktası oluşturarak bağ kurmaya çalışmak amaçlanır. Siyasetin, Marksist siyasetin amacı da budur. Böyle bir yol/yöntem izlenerek geniş kitleleri halkı, sınıfı etkileyen dinamiklerin kimilerinin zayıflatılması ve kimilerinin de güçlendirilmesi yoluna gidilir. Bu yöntem ve bu siyasi yaklaşımlarla   geniş kitlelere bir doğrultu verilmeye çalışılır. O kesimlerden partiye kazandırılanlara da ayrıca Marksit bilinç verilir. ama geniş kitlelere bilimsel sosyalist bir bilinç kazandırma amacıyla yaklaşılmaz. ( Dışarıdan bilinç de böyle bir şey değildir.)

Daha da anlaşılır bir somutlukta ifade edeceksek, ezbercilikle ve çoğu kez ordan burdan aşırılmış   ve çoğu kez de   kavranılmamış alıntılarla kitlelere yaklaşmanın hiçbir anlam taşımadığı, bir yararının olmadığı söylenebilir. Siyaset zordur belli bir bilgi ve birikime gereksinmesi yanında belli bir analiz/çözümleme becerisi de gerektirir. Bu yüzden naçizane bir önerim olacaksa, bana göre, bu konularda keskin söylemleri bir kenara bırakmak, okumak, anlamaya çalışmak ve içselleştirmeyi önemsemek, samimiyetimizin yanına ekleyeceğimiz vazgeçilmez bir alışkanlık olmalıdır.




Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
melnur
[ Gelenek ]
Kurucu
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 02.08.2013
İleti Sayısı: 10.955
Konum: İstanbul
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder

50 kere teşekkür edildi.
36 kere teşekkür etti.
Cevap Yazan: melnur
Cevap Tarihi: 25.01.2021- 07:45


Siyaset, özellikle marksist siyaset üzerinde durmayı sürdüreceğiz. Çok çetrefilli görünmesine rağmen basit bir konu aslında. Çulhaoğlu hocamız da son yazılarında bu konuyu işlemeye çalışıyor. Şunu ekleyelim,   siyaset bir bilim dalı değildir. Güncel olanla ilişkisinin kurulması ve halkla bir etkileşime girilmesinin nasıl olacağı konusunda bir reçete de yoktur. Bir yandan halka dokunmakla ve öte yandan sola alan açmakla doğrudan ilgilidir.

Evet, siyaset konusunu işlemeyi sürdüreceğiz. Ezbercilikle marksizmin anlaşılamayacağı, sosyalist siyasetle halka dokunulmadan, halkla birlikte olunmadan ve bu konuda bir praksis bir eylem birlikteliği oluşturmadan marksist olunamayacağını anlamak gerek. Zor bir iş olduğunu da söylemeye çalışmıştım. Gerçekten de kolay değildir. Nasıl gerçekleştirileceği   konusunda hazır bir reçetesi yoktur. Hazır bir reçetesi olmadığı için Marks, Engels ve Lenin'in kendi dönemlerindeki eleştiri ve polemiklerini orda burda bularak ve çoğu kez de anlamayarak yinelemenin kişiyi ''enternasyonalist komünist'' yapmayacağını, hatta bu şekilde Marksist bile olunamayacağını, belki etrafındaki bir iki kişiyi kandırmaya yeteceğini ama genel anlamda bir komiklikten öteye gitmeyeceğini söyleyebilirim. ( Çok örneği var da, belki şimdi sırası değil.)

Bu sabah SOLportaldaki Çarşamba köylülerinin haberi buraya almakla yetinelim. Haber şöyle verilmiş: Çarşamba halkını hedef gösteren firmaya cevap: Buna provokasyon değil yurtseverlik deniyor İlgili fotoğraf da bu:

Resim Ekleme
( https://sol.org.tr/haber/carsamba-halkini-hedef-gosteren-firmaya-cevap-buna-provokasyon-degil-yurtseverlik-deniyor)

Dediğim gibi siyasetin nasıl gerçekleştirileceği konusunda bir hazır bir reçete yok. Yaşanan maddi gerçeklikle etkileşime geçmenin başka yolları da olabilir. Hatta bu köylü dostlarımıza destek ''yaşasın proletarya enternasyonalizmi'' pankartlarıyla da verilebilir. Hem böylece ve sadece daha keskin bir komünist görünümü elde emiş olmayız ve aynı zamanda kendi sorunlarını dile getirmeye çalışan köylüleri hem şaşırtmış ve hem de güldürmüş oluruz ki, bu içinde bulunduğumuz maddi gerçekliğin yıpratıcılığı karşısında hepimizin ara sıra da olsa gülmeye ihtiyacı var, öyle değil mi? :)








Bu ileti en son melnur tarafından 25.01.2021- 08:56 tarihinde, toplamda 1 kez değiştirilmiştir.
Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
melnur
[ Gelenek ]
Kurucu
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 02.08.2013
İleti Sayısı: 10.955
Konum: İstanbul
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder

50 kere teşekkür edildi.
36 kere teşekkür etti.
Cevap Yazan: melnur
Cevap Tarihi: 26.01.2021- 10:05


Siyaset konusunu sürdürmeye çalışırsak ülkelerin verili koşullarının analizi marksistlerin orada nasıl bir siyaset uygulayacaklarının anahtarını oluşturur. Bu bağlamda silahlı mücadele/silahlı propaganda da bir siyaset şeklidir. Ne var ki, kapitalizmin yol aldığı ve temel ve uzlaşmaz sınıfların ortaya çıktığı ülkelerde doğru bir siyaset yöntemi olmadığının pek çok örneği de vardır. Dahası silahlı propaganda kapitalistleşme sürecinde yol almış ülkelerde bu yöntemle amaçlanan yoğun ve kitlesel desteğin sağlanabilmesi mümkün değildir, mümkün olmamıştır. Dolayısıyla bu tür ülkelerde halka dokunmanın, halkla etkileşime girmenin, halkın sempatisini kazanabilmenin ve onu etkileyen dinamikleri de etkileyerek halka bir doğrultu vermenin ve sonuçta bir bağ oluşturmanın yolu marksist siyasetten geçer. Marksist siyaset de sürece bu şekilde dahil olmanın ve halka bu şekilde dokunmanın gerekli olduğunu kavramak ve bilince çıkarmaktan başka bir şey değildir. Marksizmin, sosyalizmin bilimsel olanının ve devrimci özünün ne olduğunu kavramak elbette önemlidir ama sosyalizmi gerçekleştirebilmenin yolu, ayrıca, adına siyaset dediğimiz başka bir yol/yönteme ihtiyaç gösterir.

Siyasal devrim de devrim sonrası toplumsal dönüşümler de halkla, sınıfla yapılır. Bu yüzden kapitalizm içinde de sosyalist kuruculuk döneminde de halk'a, sınıfa ihtiyaç vardır. Halk kazanılmadan, sınıfla bir bağlantı kurulmadan toplumun geniş kesimlerinin kendiliğinden iradesinin önünde bir öncü güç olarak yer almadan sosyalist   mücadelenin öncelikli amacı olarak iktidar elde edilemez. Mümkün değildir. Siyasete bu nedenle ihtiyaç vardır ve baştan beri sözünü ettiğimiz ve bir şekilde ''komiklik'' olarak nitelediğimiz gereksizliklerin   bu süreçte yararı yoktur, halk üzerindeki anlamsızlığı nedeniyle zararı vardır.

Örneğini yıllarca gördük. Kürt sorununa yıllarca Marks ve Lenin alıntılarıyla yaklaşıldı. Ve kitap okunmadığı konu bir bütün olarak kavranmadığı için ve hem Lenin ve hem de Marks ile Engels'in bu konulardaki temel yaklaşımı da hiç anlaşılmadan papağan gibi Marks şunu dedi, Lenin böyle söyledi denilerek solcu ve dahi enternasyonalist olmanın yolunun bir ulusalcı harekete destek vermek ve onun dümen suyuna girmek olarak algılandı. Böyle algılandığı için de kuyrukçuluğun daniskası yapıldı. Haklı olunan bir şey var, sanaldaki bu örnekler şimdilerde ''ben kuyrukçu değilim, değildim'' teraneleriyle karşılanırken, evet, belki de haklılar. Çünkü ezbercilik alışkanlıkları nedeniyle o dönemde ne yaptıklarını bilmiyorlar, yazıp çizdiklerinin ne anlama geldiğini fark edemiyorlardı. Anlatılmak istenen de budur zaten. Ezbercilikle anlayamazsnız, anlatamazsınız. Ne geçip gideni ve ne de gelecek olanı kavrarsınız. Bir sizler varsınızdır ve bir de sizin gibi omayanlar, yani karşıtlar. Dün böyleydi, bugün de aynen böyle.Bu konuda değişen bir şey yok. Hala anlayamıyorlar, belki bugün anlayamadıklarının farkında olarak sadece etrafında bulunan bir iki kişiyi kandırma ve kendisinin ''bir şey'' olduğuna inandırma çabasındalar. Ve, o kadar!

Geçelim!
Gerçekten ciddiye alınacak örnekler değil.
Samimiyetsizlikten ve bunun sonucu yalan dolana bulanmış bir kişilikten solculuk çıkmayacağını bilelim, yeter!



Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
melnur
[ Gelenek ]
Kurucu
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 02.08.2013
İleti Sayısı: 10.955
Konum: İstanbul
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder

50 kere teşekkür edildi.
36 kere teşekkür etti.
Cevap Yazan: melnur
Cevap Tarihi: 29.01.2021- 03:10


Metin Çulhaoğlu'nun altını çizdiği gibi ''Yaklaşık seksen yıllık bir tarihsel dönem içinde, büyük ölçüde eleştiriler ve polemikler aracılığıyla şekillenen bir öğretinin “hatmedilmesi” değil ama öz olarak kavranması, sosyalizm mücadelesi verenler, bu mücadelede öncülük iddiası taşıyanlar ve kadrolar açısından kuşkusuz gereklidir.'' Önemli bir saptama. Marksist olabilmenin yolunun ezberlemekten, ''hatmetmekten'' geçmediği, öncelikle onun devrimci özünün kavranmasının gerekliliğinin altı çizilmiş. Marksizmi ve onun   siyasi programı olarak bilimsel sosyalizmi sanki her konu ve koşulda   başvurulacak bir reçeteymiş gibi anlamak doğru sonuçlar vermiyor ve üstelik her konu ve koşulu kavramanın reçetesi Marksizme içkinken... Bir çelişki değil. Marksist dünya görüşü ve onun siyasi programı olan bilimsel sosyalizmin devrimci özü bir anlamda dünyanın değiştirilmesi gerçeğini sosyalistlerin, sosyalist kadroların önüne koyuyorsa bu yolun da her şeyden önce birtakım alıntıların sürekli yinelenmesinden değil, siyasetten geçtiği gerçeğinin benimsenmesiyle ilgilidir.

Marksizm, marksist ustaların söylemleri, kuramın ve diyalektik yöntemin kendisi elbette önemli ve bu önem sosyalizmin bilimsel olanının nasıl gerçekleştirileceğinin bilgisini, yol ve yöntemini bize kazandırır. Sosyalistler bu müktesebatla, bu donanımla içinde bulundukları nesnellikte sosyalizme yürüyüşün nasıl gerçeklik kazanacağının çözümlemesini yapar, doğrultusunu saptarlar. Bu süreç siyasetle mümkündür ve siyasetin de hazır bir reçetesi olmaz. Ve hatta siyaset değişen koşullara göre değişkenlik de gösterir. Amaç hep aynı kalır, ama değişkenlere bağlı olarak konumlanış ve hatta söylemle, o söylemin gerektirdiği pratik değişir.

Amaç devrimdir, amaç devrimin çıkarlarıdır, amaç daha güzel bir dünya hedefinin salt sosyalist kadrolara bağlı olmadığı gerçeğinin kavranmasıdır ki, bunun yolunun siyasetten, sosyalist siyasetten geçtiği gerçeği bilince çıkarılmalıdır. Siyaset, yani sınıfla/halkla birliktelik kurma, halka, sınıfa dokunma çabası... Güncel olanla, nesnellikle doğrudan etkileşime girme, sokağa çıkma, ve gerektiğinde yanılmayı, çamura bulanmayı göze alma... Bütün bunlar, yani siyaset ''başka'' bir dil, ''başka'' bir söylem ve ''başka'' bir pratik gerektirir. Bunun da yazılı bir reçetesi yoktur ve olamaz. Çünkü marksizm bir ansiklopedi değil, ezberlenecek bir bilgi yığını hiç değildir. Siyaset bu bağlamda teorik olanın sadeleştirilmesi ve güncel olanda yeniden üretilmesidir.

Ezbercilik değil, bu yüzden...
Marks şunu dedi, lenin bunu dedi-hiç değil.
Marks ve Lenin'i kavrayarak benimsemek...
Ve ille de siyaset.



Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
melnur
[ Gelenek ]
Kurucu
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 02.08.2013
İleti Sayısı: 10.955
Konum: İstanbul
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder

50 kere teşekkür edildi.
36 kere teşekkür etti.
Cevap Yazan: melnur
Cevap Tarihi: 31.01.2021- 10:55


Zaman zaman yinelenir ve halk'a enternasyonalle gidilmez denir. Enternasyonalizmin sol için bir anlam taşımadığından mı? Olur mu öyle şey? Enternasyonal'in yoksul için o verili koşulda bir anlamı olmadığı için. Tıpkı sosyalist tezleri (doğru yanlış) sürekli yinelemenin halk ve sınıfta bir dönüşüm yaratacağı yanılgısı gibi. Son kertede ideoloji ile aynı anlama gelen siyaset bu yüzden farklı bir çözümleme, söylem ve pratik gerektirir. Ve bu yüzden ezberlerle, ezberleme alışkanlığıyla bu iş olmaz. Daha da ileri gidilebilir ve şöyle bir yorum da yapılabilir; Marks'ın o ünlü 11.tezinde altını çizdiği gibi dünyayı değiştirmenin yolunun da siyasetten, sosyalist/ Marksist siyasetten geçtiğini söylemek mümkündür. Yoksa, anlaşılıp anlaşılmadığı belli olmayan, ( ama kavranılmadığı hemencecik belli olan) ve sağdan soldan tırtıklanan ezberleri sürekli tekrar etmekle değil...

Siyaset günceli anlayabilmektir, yani önce doğru okumak ve sonra onu bir Marksist analizden geçirip doğru bir konumlanış almak ve halkı, sınıfa bu doğrultuya akıtacak bir söylem ve eylem pratiği ortaya koymaktır. Elbette örgütlü olmanın ve bu mücadeleyi örgütlü olarak vermenin de altı çizilmelidir. Ve samimiyet de olsa doğru bir siyaset, doğru bir siyasi tavır birtakım önyargılardan uzak durmakla mümkündür. Anlamadığın bilmediğin konularda sanallığın verdiği cesaretle ahkam kesmeye kalkışmamayı da düstur etmeliyiz. Ama işte bir kez ezberciliğin burgaçlarına takılmışsak bir solcuya yakışmayacak davranışlar, söz ve pratik ardı sıra gelir; mahkum oluruz. Yalan söylenir, iki yüzlülük alışkanlığa dönüşür ve bütün bunların sonucunda ilkokul birinci sınıf çocuğunun yazmayacağı, söylemeyeceği şeyler de aman aman bir şeymiş gibi tekrarlanır durur. Bunların da yeterli gelmediği sanısı ardından bol bol hakaret ve küfür de getirir. Neymiş, enternasyonalist komünistmiş!

Kimden söz ettiğim anlaşılmıştır sanıyorum. Önceleri şu bizim yazıyazforum'da yazıp çizen, eskiden açık seçik kuyrukçuluk yapan ve şimdilerde ''ben kuyrukçu değilim'' demeye çalışan, doğru da olabilir aslında şimdilerde nasıl ki ne yaptığını, neyi savunduğunu bilmezken, o zamanlar da ne yaptığını bilmezdi yorumları da yapılabilir hakkında, kendi haline de bırakılabilir aslında, ama işte bir de yoluma çıkmasa, abuk sabuk cümlelerle kafa şişirmese; insan bir taraftan da üzülüyor. Bir garip ve sanal dünya kurmuş kendine, kendince mutlu olmaya çalışıyor da denilebilir.

Geçenlerde tutturmuş, ''28-29 Ocak yaklaşıyor sen yine Atatürk'ü korumaya alırsın'' demeler... Önce anlamadım, sonra M.Suphi ve Onbeşler'in katliamından söz etmeye çalıştığını fark ettim. ''Ne o emri vereni buldun sanırım'' dedim. ''Belli değil mi, bilmiyor musun?'' diye soruma soruyla yanıt verdi. Sonra her zamanki gibi içine girdiği dünyanın etkisinde Nazım'ın o ünlü şiirini okumaya başladı. Büyük bir gizemi çözmüş bir edayla okuyordu. Ve bu kez de, Suphilerin katliamının belgesinin Nazım'ın şiirinde geçen bir dize olduğuna inanmıştı. İnanmıştı ve inandırmaya çalışıyordu. Normal bir davranış değildi kuşkusuz. Önceleri de bu şekilde davrandığı oluyordu, ama bu kez hepsini, her şeyi aşmıştı. Bir keresinde TKP'nin burjuva sınırlar içinde siyaset yaptığının kanıtı olarak çalışıp gelmişti. Sözde Cumhuriyet Başsavcısıyla pazarlık edilmiş ve proleter diktatörlüğün terk edilip artık benimsenmeyeceği garantisi verilmiş, Başsavcılık da Komünist kavramının bir siyasal partide kullanılmasına izin vermişti! Böyle söylüyordu Abuk sabuk cümleler. Ezberciliğe alıştığı için neden sonuç ilişkisi, yok. Söylüyor ve geçiyor. Gerçeklikten kopmuş bir zihin. ''Peki nası anladın?' diye sormuş bulundum. Araştırdığını ve tarihi TKP'nin proletarya diktatörlüğünü savunduğunu ''Okuyan TKP''sinin ise tüzüğünde böyle bir madde olmadığını söylemişti. İnanılmazdı, bu zihinsel yapı elbette ciddiye alınmazdı ama sonuçta bu nasıl bir zihindi ve bu kadarı nasıl olabiliyordu?

Son karşılaşmamızda evet, o kadar da olur, bu kadar da olur, dedirtti. Nazım'ın bir dizesi ve sonuç ''Kesinlikle emri Atatürk verdi''. Bu kadar. Enternasyonalist komünist analizi   bu ve neden sonuç ilişkisi bağlamında gerçeğin açıklaması da böylesi bir zihinsel süreçten geçiyor.

Ezberciliğin vardığı sonuç bu şekilde oluyor deyip bu konu bu noktadan sürdürülebilir. Ama şeytan da bir taraftan dürtüklüyor; acaba? Evet acaba işin içinde başka şeyler var mı? Çünkü böyle bir zihinsel yapı ve böyle bir bilgisizlik ve donanımsızlıkla bir insan bu kadar cahil cesareti gösterebilir mi? Böyle bir soruya da insan olumlu yanıt veremiyor. Başka bir şey var sanki. Belki bir trollük?

Olabilir mi?
Kenarından köşesinden bir küçük solculukla yoğrulmuş bir insan bile bu kadar saçmalığı ısrarla savunabilir ve öteden beri TKP düşmanı olabilir mi? Bir solcu Cumhuriyete, kazanımlarına ve en başta laikliğe bile bu kadar öfkeli olabilir mi? Bir solcu tipik bir yobaz gibi Atatürk ve Kemalizm düşmanlığı yapar mı? Üstelik Atatürk, cumhuriyet ve devrimci yönelim tam da gericiliğin hedefi haline gelmişken?

Mümkün değil
O zaman?
Evet, sanalda trollük mü?



Yeni Başlık  Cevap Yaz
 Toplam 2 Sayfa:   Sayfa:   [1]   2   >   son» 



Forum Ana Sayfası

 


 Bu konuyu 1 kişi görüntülüyor:  1 Misafir, 0 Üye
 Bu konuyu görüntüleyen üye yok.
Konuyu Sosyal Ortamda Paylas
Benzer konular
Başlık Yazan Cevap Gösterim Son ileti
Konu Klasör Bu nasıl bir zihin yapısı, nasıl bir ruh halidir böyle... melnur 1 2446 13.05.2020- 13:17
Konu Klasör Biz bu hale nasıl geldik, nasıl kurtulacağız? melnur 3 2544 18.01.2020- 09:43
Konu Klasör Nasıl bir sol siyaset? melnur 2 1867 19.12.2020- 07:59
Konu Klasör Sol, sosyalist bir siyaset de, nasıl? melnur 5 3348 28.03.2023- 03:32
Konu Klasör SOL Cumhuriyet'e nasıl bakmalı? melnur 4 3277 27.11.2019- 10:49
Etiketler   Ezberciliğin,   acınası,   komikliği.
SOL PAYLAŞIM
Yasal Uyarı
Sitemiz Bir Paylasim Forum sitesidir Bu nedenle yazı, resim ve diğer materyaller sitemize kayıtlı üyelerimiz tarafından kontrol edilmeksizin eklenebilmektedir. Bu nedenden ötürü doğabilecek yasal sorumluluklar yazan kullanıcılara aittir. Sitemiz hak sahiplerinin şikayetleri doğrultusunda yazı ve materyalleri 48 Saat içerisinde sitemizden kaldırmaktadır.
Bildirimlerinizi info@solpaylasim.com adresine yollayabilirsiniz.
Forum Mobil RSS