SolPaylaşım  
Ana Sayfa  |  Yönetim Paneli  |  Üyeler  |  Giriş  |  Kayıt
 
OTURUYORSAN KALK; AYAKTAYSAN YÜRÜ; YÜRÜYORSAN KOŞ!
Yurt ve dünya sorunlarına soldan bakan dostlar HOŞGELDİNİZ .Foruma etkin katılım yapabilmeniz için KAYIT olmalısınız.
Yeni Başlık  Cevap Yaz
Dünyanın sonu!           (gösterim sayısı: 461)
Yazan Konu içeriği
Üye Profili boşluk
melnur
[ Gelenek ]
Kurucu
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 02.08.2013
İleti Sayısı: 10.993
Konum: İstanbul
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder

36 kere teşekkür etti.
50 kere teşekkür edildi.
Konu Yazan: melnur
Konu Tarihi: 09.10.2022- 04:56


Dünyanın sonu!

Epeydir buradaydım, bitmemiş bir hikâye gibiydim, yaşlanıyordum ve burda yaşayanlar kendilerinin hâlâ Alucralı ya da Hafikli olduğunu düşünüyorlardı

Ercan Kesal

Az evvel bitmiş bir açıkhava filminin insanın içinde bıraktığı duyguya benzer bir duyguyla çıktım sokağa. Acilin önünde durdum. Bugün ortalık tenhaydı nedense. Kantinde üç beş hasta yakını, önlerindeki bardağa yapışmış elleriyle sessizce bekleşiyorlardı. Her zaman karşı kaldırıma tezgâhını açan simitçi gelmemişti. Güvenlik beni görünce sigarasını sakladı. Sokağın caddeyle birleştiği yere kadar yürüdüm.

Hayat; hiçbir şeyin artık hiçbir zaman değişmeyeceğini bağırarak kaybolan haylaz bir sokak çocuğu gibi bakıyordu sokağın köşesinden.

Vakit akşama yaklaşıyordu. Sefil bir mahallenin, ondan daha sefil ve yaşanmaz olduğu her halinden belli başka bir mahalleyi kendine sınır ettiği yolun kenarında dikilip, etrafa baktım. Öylesine… Kirli, umutsuz ve kalabalık sokaklar.

Epeydir buradaydım, bitmemiş bir hikâye gibiydim, yaşlanıyordum ve burda yaşayanlar kendilerinin hâlâ Alucralı ya da Hafikli olduğunu düşünüyorlardı.

Okmeydanı, Şark Kahvesi, Piyalepaşa Mahallesi, Osmanoğlu Sokağın alt ucundan siyah ve tozlu bir kalabalık, havaya görünmez dumanlar salarak bana doğru gelmeye başladı. Durdum, bir sigara yaktım. İkinci nefeste yaşları en fazla oğlumun yaşında üç beş çocuk, yok onlarca, değil; galiba yüzlerce çocuk önümden geçmeye başladı.

O sırada yanıma gelen Çorumlu muhasebeciye sordum:

"Osman, bu çocuklar kim?"

"Hocam, Suriyeli bunlar, mültecilerin çocukları."

"Allah, Allah… Suriyeli çocuklar… Bu kadar çok mu bunlar böyle?"

"Aşağıda okulları var… Ordan çıktılar galiba…"

Allah'ım, bu çocuklar niye bu kadar masum ve niye bu kadar çaresiz? Başlarına gelen onca şeyi, tüm bunları hakedecek ne yaptılar ki?

Çocuklar önümüzden geçip gittiler, biz dertlerin kıyısında kaldık, çok derindi, geçemedik.

‘Osman, kimlerdir bunlar, necilerdir, bi sıkıntıları var mı, gidelim soralım.’

‘Gidelim hocam…’

Vardık bir apartmana. Ben bu apartmanı tanıyorum. Geçen sene fason atölye değil miydi burası? Erzincanlı mı yoksa Vanlı mı biri çalıştırıyordu. İşleri ters gitmiş anlaşılan. Boşaltmışlar ve çocuklara vermişler.

İçeri girdiğimizde kesif bir ter kokusu karşıladı ikimizi de. Fason atölyeden sonra değişmeyen tek şey bu koku olmalı. Makinaların yerini derme çatma okul sıraları almış. İşçilerin duyuru panosu karatahta olmuş. Sigortasız, kayıtsız üç otuz paraya bu izbe yere ömrünü gömen ince esmer kızların, kavruk, soluk benizli delikanlıların yerinde kara gözlü, kıvırcık saçlı Suriyeli çocuklar var artık.

Durduk biraz. Sonra küçük bir odaya girdik. İçerde hayatın girdabında birkaç kere döndükleri ve hâlâ tutunmak için etrafa bakındıkları çok belli üç Suriyeli vatandaş, onların yanında ise bu dünyaya dair yine de ümit etmemize vesile, bir gönüllü Türk öğretmen.

"Ben bilmem kim, işte yukardaki hastanede çalışıyorum. Merak ettim sizi, ne yapıyorsunuz? Sizin için ne yapabilirim?’’ dedim.

Durdular önce ve birbirleriyle konuştular bir süre. Arapça…

Bak, nerden aklıma geldi; Refik Halit Karay’ın ‘Eskici’ hikâyesini bilir misiniz?

Hani, sürgün yaşadığı bir Arap ülkesinde, ayakkabı tamiri için gittiği evde karşılaştığı Türk çocuğunu olmadık bahanelerle Türkçe konuşturan bir adamın hikâyesi. İstanbullu eskici, ağzına bir avuç çiviyi doldurarak başlar işine. Onu seyreden çocuk dayanamaz konuşur: ‘Çiviler batmıyor mu ağzına?’ Eskici irkilir ve merakla sorar: ‘Türk müsün sen?’

Ondan sonrası bir çağlayanın akışı gibidir zaten. Zaptedilmez ve ışıltılı. Çocuk dünden hazır konuşmaya. O da sürgün sayılır aslında. Eskiciden farkı yoktur. Saatlerce anlatır. İstanbul’u, mahallelerini, hastalanıp ölen annesini ve çaresiz buradaki akrabalarının yanına gelişini. Eskici ne kadar yavaştan alsa da, işi biter nihayetinde. Çocuk bırakmak istemez adamı ve ardından ikisinin de gözyaşlarını koyverdiği uzun bir kucaklaşma.

O hikâyeden de anlamıştım, insanın ana dili, üstelik bir de sürgündeyse eğer, ağıza doldurulmuş bir avuç çivi gibidir. Doludur ama batmaz nedense. Sivridir, gezinir dilinin ucunda ama yaralamaz. İnceden değer, diline, dişine belki ama oradan kalbin en tenha ve hassas yerlerine gider, oraya batar!

Arapça da öyle parlamıştı birden Okmeydanı’nda, şimdi çocuklara okul olan kara duvarlı sefil bir atölyenin duvarında ve kalbimin en hassas yerine batarak.

Son silahımı kullanır gibi konuştum;

‘Size nasıl yardım edebilirim, neye ihtiyacınız var sizin?’

Bir an sustular, kendilerine verilmiş bir hakkı kullanmaktan utanır gibi baktılar birbirlerine. Bir süre öylece bekledik. Ne kadar sürdü o sessizlik bilmiyorum. Neden sonra orta yaşlı, şişman ve bıyıklı olan konuştu. Türk öğretmen hemen çevirdi tabii ki:

"Bizim güvene ihtiyacımız vardır diyorlar" dedi. Anlamamış gibi baktım, doğru; anlamamıştım. Ekmek, aş, iş, para… lafı beklerken odanın ortasına düşen ağır bir avize gibi inmişti kelimeler hepimizin önüne. Henüz parçalanmamıştı lakin. Öğretmen durdu biraz, ‘’Güven…’’ dedi biraz daha kısık bir sesle.

Suriyeli göçmen bir şeyler daha söyledi. Öğretmenin çevirip çevirmemekte kararsız kaldığını anladım. Yüzüne baktım. Çevirdi çaresiz:

‘İstanbul’a geldikleri günden bugüne kadar beş tane çocuklarını çalmışlar. Beş kız çocuğunu… Çalmışlar… O yüzden diyor!’’

Kıyamet koptu da henüz biz mi fark etmedik acaba? Çocukların bir eşya, bir çanta, bir paket gibi çalındığı yeryüzü bize cehennem değilse nedir?

Kutsal kitapta, ‘’Sur’a bir defa üfürülünce, yeryüzü ve dağlar kaldırılıp birbirine çarptırılınca, işte o gün olacak olmuş, kıyamet kopmuştur’’ deniyor.

Sur’a üflenmiş çoktan; kayıp çocukların sesi Sur’un sesine karışmış, belki de bu yüzden duymuyoruz yakarışlarını.

https://www.birgun.net/haber/dunyanin-sonu-118603



Yeni Başlık  Cevap Yaz



Forum Ana Sayfası

 


 Bu konuyu 1 kişi görüntülüyor:  1 Misafir, 0 Üye
 Bu konuyu görüntüleyen üye yok.
Konuyu Sosyal Ortamda Paylas
Benzer konular
Başlık Yazan Cevap Gösterim Son ileti
Konu Klasör Dünyanın en güzel insanlarından dünyanın en güzel marşlarından biri: Çav Bella. melnur 0 1665 11.07.2019- 23:47
Konu Klasör Dünyanın en eski ağaç fosilleri New York'ta bulundu... melnur 1 1798 23.12.2019- 20:29
Konu Klasör HDP projesinin sonu (mu)? melnur 2 3719 06.03.2018- 10:34
Konu Klasör Teorinin sonu mu? melnur 0 2243 03.12.2019- 07:10
Konu Klasör AKP iktidarının sonu mu? melnur 3 2950 18.04.2021- 08:28
Etiketler   Dünyanın,   sonu
SOL PAYLAŞIM
Yasal Uyarı
Sitemiz Bir Paylasim Forum sitesidir Bu nedenle yazı, resim ve diğer materyaller sitemize kayıtlı üyelerimiz tarafından kontrol edilmeksizin eklenebilmektedir. Bu nedenden ötürü doğabilecek yasal sorumluluklar yazan kullanıcılara aittir. Sitemiz hak sahiplerinin şikayetleri doğrultusunda yazı ve materyalleri 48 Saat içerisinde sitemizden kaldırmaktadır.
Bildirimlerinizi info@solpaylasim.com adresine yollayabilirsiniz.
Forum Mobil RSS