SolPaylaşım  
Ana Sayfa  |  Yönetim Paneli  |  Üyeler  |  Giriş  |  Kayıt
 
OTURUYORSAN KALK; AYAKTAYSAN YÜRÜ; YÜRÜYORSAN KOŞ!
Yurt ve dünya sorunlarına soldan bakan dostlar HOŞGELDİNİZ .Foruma etkin katılım yapabilmeniz için KAYIT olmalısınız.
Yeni Başlık  Cevap Yaz
TKH: ''Devrimciler burjuvazinin yanında saf tutmaz''           (gösterim sayısı: 611)
Yazan Konu içeriği
Üye Profili boşluk
melnur
[ Gelenek ]
Kurucu
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 02.08.2013
İleti Sayısı: 10.992
Konum: İstanbul
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder

36 kere teşekkür etti.
50 kere teşekkür edildi.
Konu Yazan: melnur
Konu Tarihi: 24.12.2022- 05:07


Yazıya   ''Devrimciler, burjuvazinin yanında saf tutmaz!'' başlığını koymuşlar. Vurucu bir cümle. Kesin bir hüküm de belirtiyor. İyi ama devrimciler burjuvazi arasında bir fark görmezler mi? Daha doğru bir cümleyle burjuvazinin temsilcileri arasında bir fark yok mudur? Çok daha doğru, çok daha güncel olan soru ise devrimciler, sosyalistler, demokratlar ve hatta tüm günahlarıyla birlikte sağlı sollu liberaller faşizm koşullarında bu burjuva temsilcilerinin farklılıkları üzerine bir dayanışmaya, ''bir günlük ittifak''a gitmezler mi?

TKH ise Gazete Manifesto'daki yazısında bu konulara hiç değinmeden, yaptığı yoruma uygun bir yazıyı kaleme almış: Şöyle söylüyorlar: ''Mesele şudur: AKP iktidarına karşı gelmek ile düzenin başka seçeneğinin destekçisi haline gelmek kaçınılmaz bir durum mudur? AKP’ye hayır demek doğrudan düzenin restorasyoncu güçlerine ya da düzen muhalefetine ya da burjuvazinin bir başka kanadına destek vermek ve düzen güçleriyle aynı safta buluşmak siyaseten kaçınılmaz ve doğal mıdır?''

Yazıda isim vermeden TİP ve EMEP eleştirilmiş; tartışılabilir konular, özellikle TİP'in Emek ve Özgürlük ittifakında özellikle HDP ile olan ittifakı mutlaka büyüteç altına alınmalıdır. Önemsenmelidir. Kuyrukçuluk ve milletvekili pazarlığı demeden, bu şekilde damgalamadan, küçümsemeye çalışmadan bu tür bir ilişkinin sola alan açıp açmayacağı mutlaka büyüteç altına alınmalıdır. Bu durum başka bir yazının konusudur. TKH'nin yazısına attığı manşet konusunun içine de çok girmeden ve güncel ile olan ilişkisine de hiç değinmeden böyle bir yorumda bulunmak çok yüzeysel kalmıyor mu?

Yazıda şu değerlendirmeler de geçiyor:

''AKP eliyle kurulan rejimin karakteri konusunda, Türkiye solu açısından bir tartışma bulunmuyor. Türkiye, son 20 yıldır, bir karşı-devrim süreci yaşamıştır ve bu karşı-devrimin sonucu ise sermayenin gerici çıplak diktatörlüğü olmuştur. Bunu, tek adam rejimi, saray rejimi ya da istibdat rejimi gibi daha popüler kavramlarla tanımlamak da mümkün. Ancak eninde sonunda, AKP, doğrudan sermaye sınıfının partisi olarak bir sınıf diktatörlüğünün politik temsilcisidir. Geçmişte de böyleydi, AKP’nin farkı ise bunun gerici ve çıplak halini temsil etmesidir.''

''AKP, burjuva devletin görece özerk konumuyla “oynamıştır”. Ve bugünkü düzen içi tartışmaların yürütüldüğü çerçeve, özünde, devletin bu “görece özerk” konumuna yeniden oturtulmasıyla ilgilidir.''

''AKP şaşırtmamıştır. İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı İmamoğlu’na, siyasi yasak koyma girişimi, son 10 yıldır AKP’nin baskıcı ve totaliter karakteriyle uyumludur. AKP, ülkenin kaderini belirleyecek seçimler öncesi, korkusunu dışa vurmuş, iktidarı kaybetmemek için elindeki bütün enstrümanları devreye sokabileceğinin bir örneğini daha göstermiştir. Böylesi bir adımın politik ve toplumsal meşruiyetinin zayıflığı ortadadır ve AKP’nin yargıyı siyasi bir sopa olarak kullanmasının bir başka örneği olarak bu durumun politik sonuçlar doğuracağı da açıktır.''

Saptamaları sonucunda asıl konuya geliyor TKH'li dostlar: ''Peki, AKP’nin 20 yıllık iktidarının kaderini belirleyecek seçimler, sol ve devrimciler açısından önemsiz sayılabilir mi?''

Bu soruya ''önemsiz''diyebilecek bir solcu olablir mi? Bu soru geçiştirilebilecek bir soru mudur? Bu soruya verilecek doğru, gerekli ve somut yanıt da yetmez, aynı zamanda doğru, gerekli ve somut bir karşı duruş, bir pratik ve bir eylem de gerekmez mi? Ülkede devletin görece özerk biçimini ortadan kaldıran, tek adam diktatörlüğü, saray rejimi kuran ve her şey bir yana solun ayaklarını bastığı zemini ortadan kaldırmaya yönelik büyük bir çaba içinde olan bir siyasi ve ideolojik anlayışa karşı solun, özellikle sosyalistlerin etkin ve örnek olunası bir siyasi tavır içinde olması gerekmez mi? Ve çok daha önemlisi TKH'nin çok sevgili üye ve sempatizanları ''partim ne derse o'' anlayışından veya emrivakiliğinden bir an için de olsa sıyrılarak böyle bir soruyu kendilerine sormaları daha anlaşılabilir ve kabul edilebilir değil mi?

Devam edelim; TKH Gazete Manifesto'daki yazısında çerçevesini çizdiği AKP ve Saray Rejimi konusunda ülkenin kaderini beirleyecek bir seçimde ne yapacak? Neden bu konuda şimdiye kadar doğru, gerekli ve somut adım atmamıştır? EMEP ve TİP'i eleştirerek, siyasi duruşlarının yanlış oldukları üzerine bir yazı kaleme alarak kendi pozisyonlarındaki belirsizlik ve kararsızlığın doğru olduğu imasında mı bulunuyor? Ama soru ortada! ''Karşı devrimci AKP'' ve Saray Rejimine karşı hangi haklı ve sosyalistlerin atması gereken adımı atacağı konusunda neden tek bir satır yok. Sosyalistler için sorunun çözümü, soru'nun yanıtı kendi başlarına bir miting düzenlemekle mi sınırlı olmalı?

Bu mu yanıt?
Bu mu önerilen çözüm?

Devam ediyor TKH: ''Mesele şudur: AKP iktidarına karşı gelmek ile düzenin başka seçeneğinin destekçisi haline gelmek kaçınılmaz bir durum mudur? AKP’ye hayır demek doğrudan düzenin restorasyoncu güçlerine ya da düzen muhalefetine ya da burjuvazinin bir başka kanadına destek vermek ve düzen güçleriyle aynı safta buluşmak siyaseten kaçınılmaz ve doğal mıdır?''

Beklenen yanıt geliyor: ''AKP'ye karşıyız ama saf değiliz.'' diyor ve yazıyı yine örtük bir biçimde EMEP ve TİP siyasetine karşıtlık üzerinde sürdürüyor. ''Türkiye solunun bir kısmı, siyaset yapmak adına akıl tutulması yaşamaktadır.''

Ha bir de arada ''Sosyalizm gelmeden “gerçek demokrasi”nin gelemeyeceğini söylemek gibi basit bir tezi burada bir kez daha ifade etmek gerekir mi?'' soru cümlesi de kuruyor. Bunu yazarken üye ve sempatizan kitlesine demokrasinin sınfsal bir yönetim tarzı olduğunun altını çiziyor ve yazısının başından beri eleştirir gözüktüğü AKP rejimini, AKP'ye karşı elinden geldiğince iyi kötü bir karşıtlık içinde olan düzen muhalefetini taca çıkartıyor.

Bir türlü asıl konuya gelemiyor asıl sorunun yanıtını veremiyoruz. ( Kemal Okuyan ''çok zorlanıyoruz''demişti. Hiç kuşkum yok TKH de çok ''zorlanıyor.'') Önümüze sandık gelecek, TKH ne yapacak. TKP dışında hemen hemen tüm sosyalist parti ve yapılar, TKP ve TKH'nin aynı ittfakta birlikte olduğu SOLparti dahil sandığa gidip AKP karşıtlığına oy verecekler, saray rejimine seçimle bir yenilgi tattırmanın kararlılığı içinde olacaklar.

Peki TKH ne yapacak?
Bu yazıda bunun yanıtı açık bir şekilde verilmiyor?
Birilerini mi gözlüyor, birilerinin mi nasıl karar alacağının beklentisi içinde?

Mesele şudur; Saray rejimine karşı sosyalistlerin sandıkta Abdullah Gül gibi bir adayla karşılaşmamaları durumunda gidip (kerhen de olsa) oy vermeleridir. Sorun bitiyot mu? Elbette bitmiyor. EMEP ve TİP'in siyasetini beğenmiyorsanız, siz de başka bir tarz- siyaseti savunur ve bu yolla partilerinizi büyütme çabası içine girersiniz. EMEP ve TİP'in siyasi pozisyonları tartışılmalıdır. Bence içinden geçtiğimiz karanlık tünelin aydınlatılması yönünde kararlı duruşlardır ve bunun aksi de peşinen reddedilmemelidir. Böyle yaptıklarında EMEP Emep olmaktan TİP de TİP olmaktan ve sosyalist saflardan   burjuva saflara savrulmuş olmuyor. Mesele   AKP karşıtlığını somutlaştırmanın ötesinde sosyalistlerin nasıl kitle kazanablecekleri ve toplumsal alandaki müzmin hale gelmiş olan yalnızlık ve etkisizliğimizden kurtulmaksa sokağa çıklmalı, bir ölçüde kirlenme de göze alınarak hemen her siyasi pozisyon denenmelidir. Yoksa yaptığımız iş solcunun solcuya ne kadar solcu olduğumuzu göstermeye çalışmanın ötesine geçmeyecektir. Yıllardır yapmaya çalıştığımız bu ve sonuç da ortada; hala bir araya geldiğimizde yüzzde bir bile olamıyoruz.

***
Bir de şu konu var. TKH yazısını şu sözlerle bitirmiş: ''Varsın burjuva siyaset bizi görmezden gelsin. Görmezden gelemeyecekleri gün yakındır!'' Sol literatürün bir garip tamlaması diyelim. Bari bir de güm ay, yıl verin, zamanı belirtin. Habire ''komünistler yükseliyor'' şeklinde bir ajitasyon yapılıyor da, amaç ne? Halk okumuyor, burjuvazi zaten buralara bakmaz, o zaman bu türden gereksiz kışkırtmalara ne gerek var? Böyle yaptıkça belki üç beş kişiyi sol hamaset üzerinden konsolide edebiliyorsunuz ama o kadar! Sol siyaset çapı küücük bir çember içinde biz bize oynadığımız fantastik bir oyuna dönüşüveriyor.

(''Geçen gün face'te okumuştum, bir solcu arkadaşımız da ''AKP'yi biz yarglayacağz!'' demişti. Yandık o zaman, desenize Saray Rejmini başımızdan atma imkanımız da kalmadı!)

Umut güzel bir şey, gerekli bir şey. Umutsuz yaşanmıyor ve hele sol sosyalist siyasette umudun bu tür beklentilerin yeri de çok önemli. Ama işte umut dediğimiz özlem duygusu, gerçeklikten kopmamalı, tıpkı sosyalist siyaset gibi. Koptuğunda, bütünün fotoğrafına yönelik somut analiz ve çözümler ortaya konulmadığında üye ve sempatizan kitleyi de yanlış yönde koşullamış oluyor. Bunun da kime yararı oluyor, o da ayrı bir konu, ayrı bir sorun.




Bu ileti en son melnur tarafından 24.12.2022- 05:10 tarihinde, toplamda 1 kez değiştirilmiştir.
Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
Proleter_Devrimci
[ Proleter_Devrimci ]

Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 19.01.2019
İleti Sayısı: 132
Konum: Gizli
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder

26 kere teşekkür edildi.
44 kere teşekkür etti.
Cevap Yazan: Proleter_Devrimci
Cevap Tarihi: 26.12.2022- 22:43


Sayın melnur,
Yazdıklarınızın özeti, ''Türkiye'de ki Komünizm mücadelesinden ne yol olur, ne de kasaba...   Sizler Türkiye'de iktidar falan olamazsınız. O yüzden bırakın Don Kişot'luk yapmayı da, partililerinizi düzen muhalefetini destekleme konusunda ikna edin.   Böylelikle üç-beş oy her ne ise düzen muhalefetine kanalize edilsin ki bir işe yarayın''. Söylediklerinizin özeti bu... Her ne kadar siz bu dediklerime tepki gösterip, ''ya ben öyle mi söyledim'' diyeceksiniz ama gerçek bu...

O zaman 1950 yılında yaşıyor olsaydınız, bir Komünist olarak, yine aynı Komünistlerden Demokrat Parti için oy mu isteyecektiniz çok merak ediyorum. Zira 1950 seçimleri yapıldığında da benzer bir siyasi tablo söz konusuydu... Demokrat Parti'de günümüzdeki düzen muhalefetinin benzeri bir demokrasi savunusu üzerinden propaganda yapıyordu. Bu bağlamda söz konusu dönemde yaşasaydınız, Demokrat Parti'ye de Komünistlerden oy istermiydiniz?

Yine aynı şekilde savunduğunuz siyasi çizgi, forumda sürekli olarak eleştirdiğiniz ''Yetmez ama Evet''çilerden pek farklı bir görünüm arz etmiyor. Onlarda Ak Parti'yi desteklemediklerini söylüyorlardı ama askeri vesayetin son bulması için bu partinin kimi politikalarına kerhen oy istiyorlardı. Sizin politik tutumunuza bir hayli benziyor bence...

Sonuç olarak geldiğimiz nokta, biz Komünistler kendi ilkelerimizi koruyarak topluma kendi programımızı ve burjuva siyasetinin kofluğunu mu anlatacağız, yoksa düzen muhalefetinin kuyruğuna takılarak, burjuva siyasetine meşruiyet mi kazandıracağız? Eğer ikinci seçeneği tercih ediyorsak, o zaman taşıdığımız Komünist sıfatını yadırgıyoruz demektir...



Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
melnur
[ Gelenek ]
Kurucu
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 02.08.2013
İleti Sayısı: 10.992
Konum: İstanbul
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder

50 kere teşekkür edildi.
36 kere teşekkür etti.
Cevap Yazan: melnur
Cevap Tarihi: 27.12.2022- 05:05


Yorumunuz ''özetin özeti'' de olsa, vereceği yanıt   ''ya ben öyle mi söyledim'':

Birincisi bir günlük ittifaktan söz ediyorum. Sandığa gidip kazanma ihtimali olan adaya Erdoğan karşısında oy vermek düzen partilerinin peşine takılmak değildir. Bir değerlendirmede, TKH'nin sorduğu gibi ''''Peki, AKP’nin 20 yıllık iktidarının kaderini belirleyecek seçimler, sol ve devrimciler açısından önemsiz sayılabilir mi?'' şeklinde soru cümlesi kuruluyorsa, en azından o partinin üye ve sempatizanları ''peki yazıda bu konuyla ilgili somut bir çözüm yok?'' diye sorabilmeli ve sonrasında bu soru cümlesini de içine alan bir   analiz yapabilmeliler. Sizin öneriniz ise,düzen partilerine saray karşıtı olarak oy vermesin, parti olarak katılsınlar ve varsın İstanbul'da 1000 oy alsınlar, ama önemli olan komünistliklerini korumuş olmaları''''. Bence sosyalist siyaset bu şekilde   yürümüyor.Bu tavrı öteden beri gösteriyoruz zaten ama, toplasan hepimiz bir araya gelebilsek yüzde bir bile etmiyoruz. Biz bize ''ne kadar komünist olduğumuzu göstermiş olmaktan ve egolarımızı tatmin etmekten başka bir iş de yapmamış oluyoruz. Hala aynı yanlışta ısrar ederek farklı bir sonuç beklentisi içine girmek doğru mu?

( Bir de şu var, Metin Çulhaoğlu yazmıştı, daha kalabalık olma adına bir ''deneme'' yapılamaz mı? HDP veya CHP ile ''2,3 milletvekili için'' bir araya gelemezler mi? Bu tür bir ittifakın yararı olmaz mı? Metin Çulhaoğlu ''deneyelim, olmazsa geri dönülür'' diye de eklemişti. O meclise giren ve meclis olanaklarından yararlanarak propaganda ve ajitasyon yapabilen 2,3 vekilin çabasıyla parti daha geniş kesimlere siyaetini duyuramaz mı? Denemek lazım. Siyay bir bşlşm dalı değil ki, her olanağı kullanmak lazım.   Ama yazımın bütününde bu konuya pek değinilmemişti. Daha da açmak lazım; ama ayrı konu.)

Sizin yazınızın sorunu, karşınıza dinci faşizmi koymadan bir yorumda bulunmanız. Ülkemizde Kuzey Avrupa ülkeleri gibi bir demokrasi,( bir devlet düzeni) olabilseydi, haklılık payı olabilirdi. Ama değil; bu yüzden faşizmi görmezden gelerek bir yorumda bulunmaya çalışmak hiç de doğru, haklı ve güncele çözüm getiren bir yorum olmaz. Oysa...

Oysa, faşizmi mutlaka alt etmeliyiz, içinden geçtiğimiz karanlık sürecin daha da kötüleşmesinin ve kurumsallık kazanmasının önüne geçebilmek gerekiyor. Bu yüzden bir komünist gibi davranmak ayrı, komünistçilik oynamak ayrı. Bence birbirine karıştırılmamalı...



Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
melnur
[ Gelenek ]
Kurucu
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 02.08.2013
İleti Sayısı: 10.992
Konum: İstanbul
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder

50 kere teşekkür edildi.
36 kere teşekkür etti.
Cevap Yazan: melnur
Cevap Tarihi: 28.12.2022- 09:34



''Ülkemiz bir seçime gidiyor. Bu seçimler ülkenin AKP ile yola devam edip etmeyeceğini gösterecek. Ancak şu açık bir gerçektir: Eğer AKP bu seçimleri bir kez daha kazanırsa, AKP’nin tabanı ve bizzat AKP tarafından kollanan, büyütülen tarikat ve cemaatler, emin olun, harekete geçecektir!''


Böyle yazmış Kurtuluş Kılçer, Gazete Menifesto'daki İçimizdeki Taliban! başlıklı yazısında. Katılmamak mümkün mü? Çok uzun zamandır bu konuda bir şeyler yazıp duruyorum zaten. Ama TKH MK üyesi Kurtuluş Kılçer bu önemli açıklamayı çok daha önceden yapması ve sonuçta İBB seçimlerinde aday çıkarmaması ve dahası 2023 seçimlerinde de bu yazdığına paralel olarak altılı masayla dirsek temasını geliştirmesi gerekmiyor muydu?

Kurtuluş'un açıklaması eksiktir. Bu açıklama, yanlış anlamaların da önüne geçmek için '' Devrimciler burjuvazinin yanında saf tutmaz'' başlıklı yazının içinde mutlaka yer almalıydı. O yazıda söylenmeye çalışılanlar farklı bir durumun açıklamasına yönelikti, belli ama, yazıyı okuyanların altılı masanın adayı ile ilişkilendirecekleri açık değil miydi? TKH ve Kurtuluş Kılçer bu gerçeği öngöremedi mi? Evet, AKP bir seçim daha kazanırsa, yani referandumdan yeniden Erdoğan çıkarsa ''AKP’nin tabanı ve bizzat AKP tarafından kollanan, büyütülen tarikat ve cemaatler, emin olun, harekete geçecektir!'' Sorun bu kadar ciddi. Vakit çok geç de olmadan bir an önce Cumhurbaşkanlığı referandumunda kerhen de olsa, kötünün iyisi de olsa muhalefetin adayının desteklenmesi gerektiği yüksek sesle açıklanmalıdır.

( Sanırım yakında TKP de benzer bir açıklama yapmak zorunda kalacaktır)



Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
melnur
[ Gelenek ]
Kurucu
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 02.08.2013
İleti Sayısı: 10.992
Konum: İstanbul
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder

50 kere teşekkür edildi.
36 kere teşekkür etti.
Cevap Yazan: melnur
Cevap Tarihi: 21.03.2023- 01:00


''KIlıçdaroğlu'nun   adaylığı konusunda tavrımız nettir. (...) cumhurbaşkanlığı konusunda aday göstermeyeceğiz.''

TKH'nin ilk açıklamaları böyleydi. Kurtuluş Kılçer daha sonra “Cumhurbaşkanlığı adaylığı konusunda, karşı-devrimin çıkarlarına hizmet eden her girişimin karşısında dururuz, bu bizim sınırımızdır. Karşı-devrimin, istibdat rejimin, gericiliğin işine gelecek politik adımlar da atmayız.'' şeklinde de bir yorumda bulunmuştu. Peki bu ne anlama geliyor? Son an'a kadar ''Kılıçdaroğlu'na oy vereceğiz'' dememenin anlamı ne? Bu söylemin sosyal medyada örneklerine rastladığımız gibi hala ''Kılıçdaroğlu'nu desteklemeyeceğiz'' şeklinde yorumlayan ''parti dostları'' olduğunu görmüyorlar mı?

Görüyorlar bence, ama pek de umursamıyorlar. Bir farklı gelişme olur ve belki farklı bir manevra yapma ihtiyacı olur diye hep bir açık kapı bırakılıyor. Sonuçta ne söylenirse söylensin, nasıl manevra yapılırsa yapılsın üye ve parti dostları tarafından   benimseneceğini biliyorlar. Demokratik merkeziyetçiliğin (bazı) sosyalist partilerimizdeki uygulaması bu şekilde bir sonuç yarattı. Zihinsel tembellik giderek bir biat anlayışının yerleşmesine ve bu durum da parti yönetimlerinin siyasi söylemlerindeki özensizliğin egemenliğine yol açtı.

Hiç kuşkusuz üzücü.
Oy vermek vermemek bir yana...
Parti ve üye ilişkisi bu hale geldikten-getirildikten sonra o partinin toplumsal alanda etkili olabilmesi mümkün olabilir mi?




Bu ileti en son melnur tarafından 21.03.2023- 01:01 tarihinde, toplamda 1 kez değiştirilmiştir.
Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
melnur
[ Gelenek ]
Kurucu
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 02.08.2013
İleti Sayısı: 10.992
Konum: İstanbul
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder

50 kere teşekkür edildi.
36 kere teşekkür etti.
Cevap Yazan: melnur
Cevap Tarihi: 29.03.2023- 03:20


Cumhurbaşkanlığı referandumu bir konuyu açık   bir şekilde gün yüzüne çıkardı. Sosyalist partilerin işleyiş biçimi olan demokratik merkeziyetçilik mutlaka gözden geçirilmeli, parti disiplini ile birlikte bu işleyiş biçiminin üye ve sempatizan kesimlerde hem zihinsel bir tembelliğe yol açtığını ve hem de   solcularda hiç olmadığını varsaydığmız biat anlayışının giderek yerleşmeye başladığını görebilmeiyiz. Evet, örgütlü yapılarda bildiri-dergi-gazete dağıtacak, bayrak-flama-pankart taşınacak, mitinglerde boy gösterecek, yeri geldiğinde aidat ödeyecek üyelere elbette ihtiyaç var ama özellikle üyelik sadece bunlarla sınırlı da olmayacak. Olmaması gerek. Elbet bireysel çabalarla yurt ve dünya sorunlarına sosyalist bir pencereden bakabilmenin gerekliliğini görecek, bilecek ve kendini ona göre hazırlayacak ama, yeterli değil Parti yönetimleri de üyeyi ve sempatizan kitleyi öylesine bir koşulluyor ki, ortaya çaresizliğin dayattığı bir yanlışlık komedyasından farklı bir şey de çıkmıyor. Örnek mi?

İşte parlamento seçimlerinde özellikle TKP ve TKH'li arkadaşların içine yuvarlandıkları ( bu sözcüü kullanacağım) çaresizlik. Örnekse bu başlık; üye ve sempatizan kesimde çaresizlikten başka ne yaratıyor ki? Çaresizlik ve savunulmaması gereken anlamsız düşünceler... Bir arkadaşımız yazmıştı,''komünistler her şeyi eleştirir''. TKH cumhurbaşkanlığı seçimi gibi rejimin referandumu niteliğinde bir seçim için ''devrimciler burjuvazinin yanında saf tutmaz'' hamasetini manşet haline getirirse, bunun üyeye yansması zihinsel bir tembellik gereği böyle   yüzeysel ve anlamsız cümleler kurmaktan başka ne olur ki?

Komünistleri uzaydan gelmiş yaratıklar, üç kulağı, dört gözü olan insanlar gibi algılayan bir kitle oluşturuyoruz, farkında değiliz. Ülkede ne oluyo, ne bitiyor, onun için neler yapılması gerekiyor; kendi başına bir analiz yapabilme potansiyeli yok çünkü varsa bile parti işleyişi o var olan beceriyi de ortadan kaldırıyor. Faşizme karşı düzen muhalefetiyle bile birlikte hareket edilebileceği gerçeğini kavramaktan uzak bir zihinsel yapı oluşturabiliyorsak, bence her şeyi bırakıp bu sorunlu yapı üzerinde durmamız gerekmiyor mu? Parti karar ve uygulamaları o zihinsel yapıyı böyle tavırlar almaya ve böyle anlamsız cümleler kurmaya koşulluyor.

Yine bir örnek: İBB seçimlerinde TKH aday çıkardı. Kendince haklı gerekçeleri vardır, peki bu gerekçeler, TKH'ye bu kararı aldıran haklı, anlamlı ve başkalarının da hak verebileceği gerekçeler üyeye yeterinde anlatılabildi mi? Bence yapılmamıştır, ''komünistler yükseliyor'' ajitasyonuyla üyeye gaz verilmiştir, ''biz komünistiz, aslanız, kaplanız, aynı zamanda dünyaya gelirken Mars'a da uğradık'' algısıyla ''burjuvaziyle ya yana durulmaz'' algısı yaratılmıştır, İBB seçimlerinde alınan bin küsur oy için de bir gerekçe uydurulmuştur, ve sonra devam edilmiştir. Üye zaten sorgulamıyor, ''parti disiplini'' diyerek o da üzerinde durmamıştır ve sonra da cumhurbaşkanlığı referandumuna sıra gelmiştir. Parti yönetimi yan gözle de TKP'nin nasıl bir tavır alacağını kontrol ederek, bu seçmlerde ne yapılması gerektiğini nadasa bırakmıştır. Üye toplumun içinde, bir gözü de partinin alacağı kararda. Hele bir de ''burjuvazinin yanında saf tutmayız'' açıklaması gelince, artık ülkede dinci faşizm diye bir sorun kalır mı? Mümkün değil. Faşizmin nasıl yenilgiye uğratılacağı sorusu   önemini de kaybetmiştir artık. Hatta burjjuva safalarında yer almamanın gerekçesi olarak Kılıçdaroğlu'nun ''ülkücü tosuncuklarla'' yan yanalığı bile dillendirilir. Koşullamanın geldiği noktadır bu. Hamaset yaptığının, kendisine hamaset dayatıldığının da farkında değildir. Ama hakkını yemeyelim, iktidara geldiklerinde ülkedeki sorunların, gericiliğin, dinci faşizmin   üstesinden geleceklerini söylemeyi de hiç ihmal etmezler!

***
Garo Paylan'ı dinledim Tele!'de. Bir soruya yanıt verirken, kendisi hakkında syasi yasak istenmesinin nedenini söyledi. İki gerekçe varmış, birincisi emirtaş'a, ''Sevgili Demirtaş'' dediğ için, diğeri de Pervin Buldan kürsüde konuşurken onu sessizce dinlediği ve eleştirel yaklaşımına karşı çıkmadığı için...

Şimdi soru şu; böyle bir hukuk sistemi yaratan ve hemen her konuda keyfi bir yönetim anlayışını, ekonomik, toplumsal ve siyasal alanda hakim kılan bir yönetim anlayışına daha ne kadar tahammül edilecek?

***

14 Mayıs seçimlerinin sonuçları   umarım hemen her şeyi sil baştan yeniden düşünüp tartışacağımız bir olanak sağlar. Aynı yüzler, aynı yaklaşımlar, aynı hamaset...-olan insanımıza oluyor.

21 yılı aşkın bir süredir siyasal iktidarı elinde bulunan, ekonomiyi batıran, cumhuriyet kazanımlarını yerle bir eden, ülkenin rotasını geriye döndürerek cemaat ve tarikatlarla ülke yönetimini paylaşan bir siyasetin egemenliğinde bile toplumı yüzde bir bile etmeyen sosyalist partilerimiz, belki de her şeyi yeniden düşünüp tartışmanın çok ötesinde birşeyler yapmak durumunda kalır.

Kendimizi kandırmanın bir anlamı yok.

Bu parti yüzleri, bu parti işleyişi, bu çok partili yapılar ile gerçekten olmuyor.
Ve en kötüsü...
Olabileceğine ilişkin bir küçük umut kırıntısı bile yok.








Yeni Başlık  Cevap Yaz



Forum Ana Sayfası

 


 Bu konuyu 1 kişi görüntülüyor:  1 Misafir, 0 Üye
 Bu konuyu görüntüleyen üye yok.
Konuyu Sosyal Ortamda Paylas
Benzer konular
Başlık Yazan Cevap Gösterim Son ileti
Konu Klasör Paris ne yana düşer, Silvan ne yana… dayanışma 0 3421 16.11.2015- 17:06
Konu Klasör Bir kavram var ki o bir yana diğerleri bir yana melnur 0 2837 10.12.2016- 15:48
Konu Klasör Sosyalist-Devrimciler ve Bolşevikler solcu 1 4607 12.11.2017- 19:51
Konu Klasör Burjuvazinin gizli çekiciliği solcu 0 3536 18.12.2014- 15:58
Konu Klasör Reformistler ve ‘devrimciler’ buluşurken umut 1 3464 10.02.2015- 12:15
Etiketler   TKH:,   Devrimciler,   burjuvazinin,   yanında,   saf,   tutmaz
SOL PAYLAŞIM
Yasal Uyarı
Sitemiz Bir Paylasim Forum sitesidir Bu nedenle yazı, resim ve diğer materyaller sitemize kayıtlı üyelerimiz tarafından kontrol edilmeksizin eklenebilmektedir. Bu nedenden ötürü doğabilecek yasal sorumluluklar yazan kullanıcılara aittir. Sitemiz hak sahiplerinin şikayetleri doğrultusunda yazı ve materyalleri 48 Saat içerisinde sitemizden kaldırmaktadır.
Bildirimlerinizi info@solpaylasim.com adresine yollayabilirsiniz.
Forum Mobil RSS