SolPaylaşım  
Ana Sayfa  |  Yönetim Paneli  |  Üyeler  |  Giriş  |  Kayıt
 
OTURUYORSAN KALK; AYAKTAYSAN YÜRÜ; YÜRÜYORSAN KOŞ!
Yurt ve dünya sorunlarına soldan bakan dostlar HOŞGELDİNİZ .Foruma etkin katılım yapabilmeniz için KAYIT olmalısınız.
Yeni Başlık  Cevap Yaz
Nereden çıktı bu TİP?           (gösterim sayısı: 532)
Yazan Konu içeriği
Üye Profili boşluk
melnur
[ Gelenek ]
Kurucu
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 02.08.2013
İleti Sayısı: 10.954
Konum: İstanbul
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder

36 kere teşekkür etti.
50 kere teşekkür edildi.
Konu Yazan: melnur
Konu Tarihi: 19.01.2023- 01:52


Nereden çıktı bu TİP?

TİP’in başarısı sosyalizmin dirilişine, sosyalizmin dirilişi ise ülkemizin kurtuluşuna hizmet etsin de gerisi sahiden teferruat.

Can Soyer  
 
Basından sosyal medya dünyasına kadar herkesin hakkında konuştuğu günlerdeyken ve sadece birkaç gün içinde binlerce yeni insanla el sıkışan, milyonlarcasıyla da uzaktan selamlaşan bir parti gündemdeyken, Türkiye İşçi Partisi’nden söz etme fırsatını kaçıramazdım. Üstelik, düzenli köşe yazısı kaleme alanların pek iyi bildiği konu sıkıntısı da düşünülürse, TİP tam da “bildiğim yerden gelmiş” bir konu olarak çok cezbedici elbette.

Son günlerdeki yoğun ilginin doğal sonucu olarak, birçok farklı mecra ve kulvarda TİP hakkında değerlendirmeler de yapılıyor. Kuşkusuz, bu değerlendirmeler içinde eleştirel olanlar da var ve bunlar (kasıtlı çarpıtmalara hizmet etmiyorsa eğer) tek bir TİP üyesini dahi rahatsız etmiyor. Ben de bu yazıda bu değerlendirmeleri ele almaya, onlara yanıt yetiştirmeye girişmeyeceğim. Her biri büyük bir dikkatle izlenen, not edilen, önümüzdeki sürecin yolu çizilirken özenle incelenen geri bildirimler olarak kayda alındı bile.

Ancak bu değerlendirmeler vesilesiyle, isterseniz “konusu açılmışken” diyelim, hem TİP’i anlatan hem de TİP’in bu denli ilgi görmesinin arka planını oluşturan birkaç noktaya değineceğim.

Kısa kısa, hatta bölük pörçük; mecburen…

***

TİP’in 2018’de yeniden siyaset sahnesine çıkışını sağlayan dürtünün mahiyeti hayli önemli bir konu. Önemli, çünkü her şeyden önce TİP’i bir grup insanın “proje” partisi olmaktan çıkarıp Türkiye’nin somut konjonktürü içindeki özgül bir mücadelenin temsilcisi haline getiren şey bu dürtü. Önemli, çünkü aynı zamanda TİP’in tek bir siyasal/örgütsel geleneğin içsel evrimini aşmasını ve sosyalist hareketin bütününün yeniden inşası bağlamına yerleşmesini sağlayan şey de bu dürtü.

Bu dürtünün tarihsel doğumu Gezi Direnişi’nden başka bir yerde aranamaz. Sosyalist harekette uzun yıllar geçiren herkes için “nesnel koşulların olgunlaşması” çok tanıdık bir cümledir. Bu mantık, nesnel koşulların olgunlaşmasını bekleyen, bu bekleyiş sırasında da kendisini inşa eden öznenin (partinin ya da örgütün) olağan yaşamına karşılık gelir. Bu “kendini inşa”nın ne denli başarılı olduğu ise, ancak “nesnel koşullar olgunlaştığında” gözler önüne serilecektir.

İşte, Gezi Direnişi’ni sözünü ettiğim tarihsel doğumun beşiği haline getiren, bu yaygın modelde açtığı gedik oldu. Öyle ya, milyonlarca insanın, üstelik de sola açık taleplerle ayaklandığı ve ayaklanma sırasında sol ile rahatlıkla özdeşleşebilecek pratikler ve değerler yarattığı bir anda, yani nesnel koşulların solun güçlü bir siyasal özne haline gelmesine gayet açık olduğu bir anda beklenen öznenin beklenen müdahalesi gerçekleşememişti.

Bu durum ancak iki biçimde yorumlanabilirdi: Ya Gezi Direnişi’nde somutlanan toplumsal dalganın mahiyeti solun aradığı fırsat değildi ve öznenin inşasına aynı biçimde devam etmek gerekiyordu ya da o güne kadar öznenin inşası ile ilgili sürdürülen tarzda çeşitli sorunlar vardı ve bunların saptanıp (özeleştirel ve özdüşünümsel olarak) onarılması gerekiyordu.

TİP, ikinci yorumun doğal sonucu oldu. Ve o günden itibaren, stratejisini, taktiğini, üslubunu ve dilini, tarzını ve yaklaşımını Türkiye’de geniş kitlelere tekabül eden bir sol duyunun varlığına, eğer şimdiki anın müşterek sorunlarını önceliklendiren bir siyasal çizgi yaratılırsa bu duyunun harekete geçmeye yatkınlığına dayandırdı.

***

TİP’i etkili ve ilgi çekici kılan hususlardan biri, onun neredeyse katı bir inatla şimdiki zamanın kavgasına tutunan tarzı oldu aslında. Şimdiki zaman ve bu zamanda cereyan eden kavgaya tutunmak kulağa pek doğal gelebilir, ancak aslında ciddi bir çaba isteyen, hele hele solun kendi dar sınırlarını aşmakta zorlandığı dönemlerde peyda olan geleceğe kaçış eğilimi karşısında hayli dikkat gerektiren bir tutum.

Bu tutumun TİP’teki yansıması bir tür “radikal reel politik” çizgisinin hayata geçirilmesi oldu.

Radikal; yani Türkiye’nin halihazırdaki iktidar sisteminin o ya da bu yönde revize edilmesiyle, sivriliklerinin törpülenmesiyle veyahut daha ılımlı ve makul bir hale getirilmesiyle yetinmeyen; Türkiye’nin köklü, köktenci bir dönüşüme gereksinimi olduğunu savunan bir çizgi.

Reel; yani düzenin mevcut yapılanması içinde karşılanması imkansız hale gelen talepleri sırtlanan; sadece iktidar tarafından değil ana muhalefet tarafından da benimsenmesi “zındıklık” sayılan toplumsal ve siyasal hakları kitleselleştiren bir çizgi.

Politik; yani halk içinde yürüttüğü örgütlenme faaliyetinde sosyalizmi gelecekteki imgesinden hareketle değil de bugünün sorunlarını çözen bir direnç çizgisi olarak resmeden; emekçilerin elinde ne varsa (zamanı, yaşamı, oyu, emeği vb.) onu değersizleştirmeyip işe yarar hale getiren bir çizgi.

Az önce, Türkiye’de solun güçlü bir özne haline gelmesini sağlayacak sol duyunun geniş kitleler arasında mevcut bulunduğuna değindiğimiz saptamalarla birlikte düşünüldüğünde, bu şimdiki zamanı önceliklendiren, kendisini verili konjonktürün somut kavgaları üzerine bina eden siyasal tarzın kitleselleşme çabasına güçlü biçimde hizmet ettiği görülür.

TİP, böyle bir eşiği aşmayı daha kuruluşunda hedef olarak koymuştu ve şimdilerde o eşiğe hayli yaklaştığını söyleyebilecek durumda. Bu eşik, Türkiye’de 20 yıllık karanlığın sona erdirilmesini mümkün kılacağı gibi, sosyalist hareketin 40 yıllık sancısını dindirecek olanakların da eşiği aynı zamanda. Dolayısıyla, hoyratça yıpratılmayıp iyi değerlendirildiğinde sadece TİP’e değil, bir bütün olarak sosyalist harekete yepyeni fırsatlar sunacak bir eşik.

***

TİP hakkındaki değerlendirmeler arasında dikkat çekici olan bir konu da TİP’in 2023 seçimlerine yönelik taktik tercihleri. Bilindiği gibi, TİP, son süreçte de değil dört yıldır aralıksız biçimde, 2023 seçimlerine ittifak dahilinde ama kendi adı ve adaylarıyla gireceğini söylüyor.

Bu, sadece TİP’in kendine özgü bir toplumsal karşılık yaratmış ve bunu seçime de taşımaya niyet etmiş olmasıyla değil, aynı zamanda özgün programı ve siyasal stratejisi ile yeni Türkiye’nin kuruluşu sürecinde kendisine duyulacak gereksinimi şimdiden saptamış olmasıyla ilgili bir tercih. Daha açık bir deyişle, TİP, kendi varlığını ve rolünü 2023 seçimlerinin ötesine taşımaya, Saray Rejimi’ne karşı olduğu gibi önümüzdeki dönemde Türkiye’yi yönetmeye talip olanlara karşı da radikal muhalefet tarzını korumaya, adını taşıdığı Türkiye işçi sınıfının sözünü ve taleplerini ikinci yüzyıla girerken bu topraklara kazımaya kararlı.

Bu kararın “cesur” bir karar olduğu söyleniyor, doğrudur da. Ancak TİP, tam da bu cesarettir zaten. TİP’i Saray Rejimi karşısında “aslan gibi muhalefet” eden bir parti haline getiren cesaretle önümüzdeki seçimlere dair geliştirdiği taktiğe yakıştırılan cesaret tek ve aynı şey yani.

Ve yine bu kararın “riskli” olduğu da söyleniyor, kuşkusuz bu da doğrudur. Ve yine, TİP, tam da risk almaktan çekinmediği için şimdiki ilginin konusudur. Coğrafyamızın belleğinde yer etmiş olan, risk ile rızk arasındaki yakınlık, TİP’in “duygu durumu” açısından karakteristik bir tavırdır zaten.

Önümüzdeki seçime bir ittifak çatısı altında girmeye çalışan TİP açısından bu cesaret ve bu cesaretin getirebileceği kazanımlar, tam da ortak mücadele olanaklarının kalıcılaşması için gereksinim duyulan şeydir. TİP’in ittifaktan anladığı da budur: Herkesin aynı havuzdan beslenmesi değil, herkesin aynı havuzu beslemesi.

***

Çok sevdiğimiz şeylerden konuşurken sözü uzatmak, ballandıra ballandıra anlatmak, lafın lafı açması, her cümlenin bir başkasını davet etmesi insani bir coşku herhalde. TİP’ten söz ederken benim de bu iştaha kapılmam garipsenmez gerçi, ama yine de bu sayfanın sınırlarını daha fazla zorlamam da suistimale girer.

Hem, umalım ki, TİP’in başarısı sürdükçe ondan konuşacak fırsatlarımız da çoğalır belki.

Son söz Sophokles’in ölümsüz Elektra’sından gelsin: “Özgürlüğe kavuşmak için ne ıstıraplar çektin! Ve bu son gayretle nihayet dirildin.”

TİP’in başarısı sosyalizmin dirilişine, sosyalizmin dirilişi ise ülkemizin kurtuluşuna hizmet etsin de gerisi sahiden teferruat.

https://ilerihaber.org/yazar/nereden-cikti-bu-tip-149822



Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
melnur
[ Gelenek ]
Kurucu
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 02.08.2013
İleti Sayısı: 10.954
Konum: İstanbul
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder

50 kere teşekkür edildi.
36 kere teşekkür etti.
Cevap Yazan: melnur
Cevap Tarihi: 21.01.2023- 00:25


Erkan ve Barış bize ne öğretiyor?

Biraz sabır, soğukkanlılık ve üzerinde çalışılmış sağlam bir mantık, hep birlikte gördüğümüz gibi, o “bir atımlık barutu” kısa zamanda çözmeye yetecektir.
 
Sinan Dervişoğlu

Resim Ekleme

Son 2 haftadır Türkiye İşçi Partisi (TİP) Türkiye gündemini sarsıyor. Önce Erkan Baş’ın Şirin Payzın’ın programında yaptığı söyleşide sergilediği duruş oldukça etkili oldu ve ses getirdi. Sonra ise Barış Atay’ın Babala TV’deki söyleşisi bir bomba gibi patladı, bir medya ve internet fenomenine dönüştü. 10 milyonu aşan bir izleme sayısına ulaşmakla kalmadı, bizzat bu program ertesinde 9000 kişi TİP’e üye olmak için başvurdu.

Bu gelişmeler TİP’te ve ona sempati duyan sol kesimlerde büyük bir sevinç ve coşku yarattı, doğal olarak sol içindeki “müzmin kıskançlık” ve “hasetleri” de körükledi ve TİP’e karşı çirkin bel altı vuruşlar gündeme geldi. Bu çabaların sakilliği ve iğretiliği, oluşan coşku seli karşısında elbette bir virgül bile olamadı.

Sol hareket olarak genellikle “ders çıkarma” refleksini hep yenilgi, başarısızlık ve darbelerden sonra gündeme getiriyoruz. Burada ilk defa bunun tersini yapmak, başarılardan da ders çıkarmak zorundayız. “Barış ve Erkan gibi kitle karşısında başarılı iki temsilciye sahip olmak çok güzel; TİP çok şanslı” diye düşünülebilir ve bu doğrudur. Ancak biz sosyalistler “kolektivist” olduğumuzu unutmamalıyız; bu başarının ardındaki belirleyici unsurları, yaklaşımları, temel noktaları netleştirmek, bilince çıkarmak, taraftarlarımız arasında yaygınlaştırmak, kısaca Erkan ve Barış’ın başarısını “kolektifleştirmek” zorundayız. Yazımızın konusu da bu olacak.

DÜŞMANLA YÜZLEŞME CESARETİNİ GÖSTERMEK

2021’de İleri Haber’de yayınlanan bir yazımda (Düşmandan da öğrenmek gerekir: Hitler, Alman emekçileri ve biz) Hitler’den bahsetmiş, onun bir faşist olarak solu destekleyen Alman işçi sınıfını kazanmak için ne denli ısrarcı davrandığını, sosyal-demokrat ve komünist işçilerle (dayak yeme pahasına, bazen de dayak yiyerek) direkt ve sürekli yüzleştiğini ve sonunda belirli bir işçi kitlesini kazanmakla kalmayıp ilerici safların içinde nasıl bir çatlak ve kafa karışıklığı yarattığını ve bunun ona başarının yolunu nasıl açtığını anlatmış, sağın etkisi altındaki emekçileri kazanmak için aynı cesarete bizlerin de sahip olmamız gerektiğini yazmıştık. Hitler bir yalancı ve bir faşistti, ama bu cesaret ona kazandırdı. Erkan ve Barış ise doğruyu söyleyen 2 sosyalisttir, onlar da aynı cesareti sosyalizm adına gösterdiğimizde neler kazanılabileceğini bize gösterdiler.

Yenilginin, baskının, tecritlerin dünyasında yaşayan devrimciler, bir refleks olarak hep “kendilerine yakın” bir kitle içinde bir yaşam alanı kurdular ve onun içine kendilerini hapsettiler: Sol eğilimli CHP’liler, ilerici Aleviler ve düzeni hep sarsan bir toplumsal hareket olarak Kürtler.

Bu kesimler içinde çalışmak elbette gerekli ve anlamlıdır; anlamlı olmayan ise kendimizi buraya hapsetmektir. Sağın etkisi altındaki milyonlarca dürüst, alnının teriyle yaşayan emekçiyi “kayıp alan” olarak gören, “onlarla işimiz olmaz” diyen tavır, bu fiili ve siyasi tecridimizi pekiştirdi. Ancak sola, sosyalistlere düşman, ön yargılı, hasmane olan unsurlarla direkt yüzleştiğimizde (ki Barış ve Erkan bunu yaptılar) ne oldu? Kelimenin tam anlamıyla “dağıldılar”! Erkan Baş’a daha önce münferit olarak MHP’li ve AKP’li vatandaşlardan gelen tweetler, bu programdan sonra TİP’e sel gibi yağmaya başladı: “Ülkücü olarak eskiden Barış’ın yüzünü görünce tiksinirdim, programı izleyince kendimden utandım. Allah yolunuzu açık etsin, dualarımız sizinle”, “Artık Rize’de de MHP kökenli bir yoldaşınız var”, “Düzgün ve dürüst insanlarmışsınız, yanlış olan benmişim”, “Bayburt’ta ne zaman örgüt kuruyorsunuz?” tweetleri yağdı, yağmaya da devam edecek. Barış ve Erkan, düşmanla yüzleşme cesaretini göstererek karşımızdaki buz kalıbını belki tümüyle kırmadılar, ama çatlattılar ve bu çatlağı derinleştirmek bizlere düşüyor. Bu çatlama bize neyi gösterdi?

GERİCİLİĞİN İDEOLOJİK PLANDAKİ “BİR ATIMLIK BARUTU”

60’ını aşmış bir sosyalist olarak, hayatım cinayet ve katliamları bizzat yaşayarak ya da şahit olarak geçti. 17 yaşında çiçeği burnunda bir liseliyken 1 Mayıs 1977’deki kan banyosunu, etrafımdaki cesetleri ve üzerimizdeki kurşun yağmurunu bilfiil yaşadım. Çorum, Kahramanmaraş, Bahçelievler katliamlarına içim tıkanarak şahit oldum. Cenazesine katıldığım, tabutunu sırtımda taşıdığım arkadaşlarımızın sayısını ben bile unuttum. 60’ıma merdiven dayadığımda Ankara Gar katliamını yaşadık; orada bir yoldaşımı kaybettim. Katliamın ertesi günü Ankara morgunun bir şehirler arası otobüs terminali gibi ülkenin dört bir yanından ölülerini almaya gelen insanlarla dolduğunu ve insanların dik durmaya çalışırken tutamadıkları gözyaşlarını gördüm, o acıyı iliklerimde hissettim. Sosyalist olamayan bir arkadaşım bana “Bütün bu katliamlar sende bir umutsuzluk yaratmıyor mu? Kayıp bir davada ısrar ettiğini anlamıyor musun.?” dediğinde “bu katliamlarla gurur duyuyorum” cevabını vermiştim. Şaşırmıştı. “İnsan katliamla gurur duyar mı?” dediğinde ise cevabım netti: “Evet, gurur duyuyorum, çünkü şunu görüyorum: O kadar haklıyız ki, 100 yıldır katliam olmadan bizi durduramıyorlar, durdurmaları da mümkün değil!”

Görmemiz gereken gerçek budur: Sağın, gericiliğin, tüm renkleriyle (ülkücü, İslamcı, liberal, muhafazakâr, sağ Kemalist…) sosyalistlere karşı düzgün, normal bir tartışmada, bir fikir alış verişinde söyleyecek hiçbir şeyi, kazandıracak hiçbir argümanı yoktur! Erkan ve Barış bize bunu gösterdiler. 12 Eylül sonrasındaki 40 yılda, solun cinayet, işkence ve hapisle sindirildiği, solun tek kelime konuşma şansının dahi olmadığı bir ortamda gericilik, “kendisini ısıracak köpeğin olmadığı köyde” dolaşmanın verdiği rahatlıkla, geniş bir kitleyi aptalca, yavan, sefil argümanlarla sola karşı şekillendirdi; ancak bu argümanlar düzgün, eşit şartlarda yapılan bir tartışmada toz gibi dağıldı ve gerçekten bize karşı “bir atımlık barutları” olduğunu ortaya çıkardı. Argümanlar malumdu: “Siz PKK’li misiniz.?” “Terörü destekliyor musunuz?”, “Türkiyeli ne demek, siz Türk değil misiniz?” “Sosyalizm madem iyiydi, Berlin duvarı niye yıkıldı?” Bu zavallı argümanları dile getirenler, karşılarında soğukkanlı ve donanımlı birinin verdiği cevaplar karşısında dillerini yuttular ve trollemek için geldikleri konuşmacıyı alkışlarla uğurlamak zorunda kaldılar.

Tecritlik ruhu, önce kafalarda oluşur ve yerleşir, o yüzden de önce kafalarda yıkılmak zorundadır. Kafalarımızdaki haklılığı doktriner argümanlarla, ya da ölen arkadaşlarımızın anısı ile sınırlamak yerine, 80 milyona karşı o büyük, devasa, durdurulmaz haklılığımızı her zaman bilelim ve hissedelim. Erkan ve Barış’ın başarıları bunu bize hissettiremiyorsa hiçbir şey hissettiremez.

Öte yandan şu soruyu da sormak zorundayız: Haklı olmak, tek başına bizi her tartışmada başarılı kılmaya yeter mi? Bu soru, bizi üçüncü olguya götürmektedir:

KİTLE İÇİ TARTIŞMANIN STRATEJİ VE TAKTİĞİ

Geçmişte sıradan insanlardan gelen benzer sorular karşısında verdiğimiz cevapların, kullandığımız argümanların mantığı farklıydı: Kürt meselesi mi? Lenin’den, ulusların kaderlerini tayin hakkından alıntı çeker, her halkın kendi devletini kurma hakkından teorik olarak bahsederdik. Terör mü? Fidel’den, Che’den alıntılarla silahlı mücadelenin gerekliliğinden dem vururduk. Sosyalizmin kazanımları mı? SSCB meydandaydı. Bütün bu argüman silsilesi sosyalizmin teorik cazibesinin ve dünyadaki pratik başarısın güçlü olduğu bir ortamda epey “iş gördü”, bu argümanlarla o dönem epey insan kazandık. Ancak göremediğimiz şuydu: Bu argümanlarla 3 kişi kazanırken aynı zamanda 3 kişiyi de kaybediyorduk! “Ha bire Lenin diyorlar, Allah’ın Rus’una neredeyse tapıyorlar” “Akılları fikirleri Rusya, Küba. Yahu biz Türk değil miyiz, burası Türkiye değil mi?” O üslupla kazandığımız insanların yanında, gene aynı üslupla kaybettiğimiz başka insanların gericiliğin saflarına kaydıklarını göremedik.

Bugün o “bolluk” yok. Sosyalizmin pratik başarı örneği dünyada son derece sınırlı hale gelmekle kalmadı, bu yüzden teorik planda (yeni ve orijinal bir düşünce olarak) çekiciliği de epey darbe yedi. Zorluk ve kıtlık, her zaman yeni çözümleri gündeme getirir ve zorlar. 1970’lerin başında Arap ülkelerinin petrol ambargosunun yarattığı benzin kıtlığı, tüm Batı dünyasını benzini neredeyse hortumla tüketen eski müsrif araba dizaynlarını terk etmeye ve çok daha verimli motorlar ve arabalar dizayn etmeye itti. Sosyalizmin meşruiyetinin “kıtlığı” koşullarında ise, yeni ve verimli bir toplumsal harekete geçirici (“motor”) dizaynını Türkiye solunda sadece (Erkan ve Barış başta olmak üzere) TİP konuşmacıları yaptı. Bu neydi? Sosyalizmi en basit ve en haklı gerekçelerle anlatmak: Sosyalizm ülkeyi çöle çeviren dinsel gericiliğin kökünü kazımaktır. Sosyalizm kaynaklarımızın yağmalanmasına dur demektir. Sosyalizm kadın cinayetlerinin hesabını sormak, kadınları insanlığın eşit yarısı olarak tanımak ve etkin kılmaktır. Sosyalizm güzel ülkemizin muazzam zenginliğini halk için, çalışanlar için kullanmaktır. Sosyalizm on yıllardır Türkleri ve Kürtleri içine çeken vahşet girdabına dur deyip herkesin kendi kimliğiyle eşit, özgür ve kardeşçe yaşamasını istemektir. Bütün bu olgular teker teker sosyalizmin kendisi olmayabilir; sosyalizm bütün bunları hep birlikte mümkün kılacak bir halk iradesini inşa etmek ve egemen kılmaktır. Sosyalizm bu kadar basit ve yalın bir gerçektir, başka bir şey de değildir. Marx ve Lenin’in muazzam teorik eserleri ve geçmişte kaybettiğimiz yoldaşlarımızın aziz anısı, sadece biz kadroları ayakta tutan ve yol gösteren bir mirastır, bu mirası, onu anlaması mümkün olmayan emekçilere direkt aktarıp yıpratmak yerine, sosyalizmi yukarda aktardığımız netliği, basitliği ve büyük haklılığı ile anlatmak en doğru yaklaşımdır.

Bu aşamada, Barış’ın ve Erkan’ın kendilerine yöneltilen, yer yer küstahlık sınırlarına varan argümanlar karşındaki soğukkanlılığı, kitle içi tartışmada bizim için en önem taşıyan derstir. Sağın etkisindeki biriyle, şayet fiziksel çatışmada değilsek ve fikir tartışması yapıyorsak, ister kazanılması gereken bir emekçi olsun, ister bizi “teşhir etme” hayalini kuran bir trol olsun, sabrımızı ve soğukkanlılığımızı asla yitirmemeliyiz. Argümanlarının saçmalığı karşısında heyecanlanıp keskin cevaplara yönelmek, eski ve saçma önyargıların sürdürülmesinden başka bir sonuç vermez. Bu tarz bir tavır, haklılığımızı yukarda bahsettiğimiz o büyük ölçekte görmeyi başaramayan, inancının meşruiyetini dar ve doktriner dayanakların ötesine taşıyamamış bir devrimcinin acemiliği olmaktan öteye gidemez. Biraz sabır, soğukkanlılık ve üzerinde çalışılmış sağlam bir mantık, hep birlikte gördüğümüz gibi, o “bir atımlık barutu” kısa zamanda çözmeye yetecektir.

Bu noktada sahip olduğumuz büyük bir avantaja da değinmek gerekir: Barış’ın argümanlarını aynı netlikle “sol” adına bir CHP’li aktarsaydı (pek olası değil, ama diyelim ki aktardı) aynı etkiyi yaratması asla mümkün olamazdı. Sebep ise nettir: CHP’nin sırtında taşıdığı tarihsel “kambur”ların sayısı epey fazladır: Sadece sola karşı işledikleri cinayet ve zulüm (Sabahattin Ali, Nazım, Orhan Kemal ve sayısız niceleri) değil, bizzat tek parti diktatörlüğünün, kaymakam-jandarma-vergi tahsildarı üçlüsünün halkta hala canlı olan uğursuz anıları, gericiliğe karşı mücadelede demokrasiye kendi elleriyle vurdukları darbeler (1978 sıkıyönetimi, geçmişte Ecevit’in, bugün de Kılıçdaroğlu’nun gericiliğe güç kazandıran ihanetleri) bütün bu “arızalar” en etkili konuşmacının bile inandırıcılığını daha baştan sıfırlayacak olgulardır. Ya biz?

Bizim, sosyalistlerin geçmişinde (birbirimize attığımız ve ne yazık ki hala kimilerinin atmaya devam ettiği çelmeler dışında) hiçbir kambur, hiçbir leke yoktur. Biz Mustafa Suphi ve Behice Boran gibi parlak beyinlerin, Nazım gibi ülkenin gururu bir insanlık şairinin, Deniz, Mahir ve Kaypakkaya gibi ülkesi için canını vermiş kahramanların, Berkin Elvan gibi pırıl pırıl masumların mirasçısıyız, onların hareketiyiz ve bu hem lekesiz hem de inanç, umut ve fedakârlıkla dolu geçmiş karşısında hiç kimsenin, en önyargılı sağcının dahi söyleyeceği tek kelime yoktur. Barış’ın ve Erkan’ın başarılarının arkasındaki bir diğer etkin nokta da bu unsurdur ve bunu bir an ile aklımızdan çıkarmadan yolumuza devam etmeliyiz.

İkinci Dünya Savaşı’nda hem ülkesini hem de tüm insanlığı Nazi canavarından kurtarmak için savaşan Kızıl Ordunun sloganı “Yolumuz doğru bir yoldur. Zafer bizim olacak” idi. Yazımızı, bu sloganın ülkemizdeki bilinen şekliyle bitirelim ve hep kafalarımızda canlı tutalım: Haklıyız, kazanacağız!

https://ilerihaber.org/icerik/erkan-ve-baris-bize-ne-ogretiyor-149909



Yeni Başlık  Cevap Yaz



Forum Ana Sayfası

 


 Bu konuyu 1 kişi görüntülüyor:  1 Misafir, 0 Üye
 Bu konuyu görüntüleyen üye yok.
Konuyu Sosyal Ortamda Paylas
Benzer konular
Başlık Yazan Cevap Gösterim Son ileti
Konu Klasör Nereden Başlamalı? spartakus 0 1870 31.07.2015- 20:55
Konu Klasör Bu adamlar nereden çıktı? melnur 1 1330 10.08.2021- 05:16
Etiketler   Nereden,   çıktı,   TİP
SOL PAYLAŞIM
Yasal Uyarı
Sitemiz Bir Paylasim Forum sitesidir Bu nedenle yazı, resim ve diğer materyaller sitemize kayıtlı üyelerimiz tarafından kontrol edilmeksizin eklenebilmektedir. Bu nedenden ötürü doğabilecek yasal sorumluluklar yazan kullanıcılara aittir. Sitemiz hak sahiplerinin şikayetleri doğrultusunda yazı ve materyalleri 48 Saat içerisinde sitemizden kaldırmaktadır.
Bildirimlerinizi info@solpaylasim.com adresine yollayabilirsiniz.
Forum Mobil RSS