SolPaylaşım  
Ana Sayfa  |  Yönetim Paneli  |  Üyeler  |  Giriş  |  Kayıt
 
OTURUYORSAN KALK; AYAKTAYSAN YÜRÜ; YÜRÜYORSAN KOŞ!
Yurt ve dünya sorunlarına soldan bakan dostlar HOŞGELDİNİZ .Foruma etkin katılım yapabilmeniz için KAYIT olmalısınız.
Yeni Başlık  Cevap Yaz
TİP’in yükselişi ve sosyalist strateji...           (gösterim sayısı: 589)
Yazan Konu içeriği
Üye Profili boşluk
melnur
[ Gelenek ]
Kurucu
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 02.08.2013
İleti Sayısı: 11.002
Konum: İstanbul
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder

36 kere teşekkür etti.
50 kere teşekkür edildi.
Konu Yazan: melnur
Konu Tarihi: 28.01.2023- 01:02


TİP’in yükselişi ve sosyalist strateji-1: An

Belki Leninist siyaset açısından bu tablodan hareketle, anı anlatan tek bir saptamanın soyutlamasına ulaşmak da strateji tartışması açısından gerekli. Fakat, onu da pratik siyaset sahnesindeki öncülere bırakmayı tercih ediyorum.

Ali Ekber Doğan  

Bu yazıda bir süredir yazacağım deyip de ertelediğim: Erdoğan ve CHP’nin ağırlıkla dış politik gelişmeler ve seçim eğik düzlemine girilmesiyle bağlantılı manevralarının, 2013-2015’ten beri daha gözle görünür hale gelen hegemonik kriz açısından anlamı ve TİP özelinde sosyalist siyaset önüne serdiği sıçrama olanakları konusunu ele alacağım. Belki biraz daha erteleyebilirdim ama Cenk Saraçoğlu’nun 27 Aralık 2022 günü Gazete Duvar’da yayımlanan “Strateji, sol ve TİP parantezi” başlıklı yazısıyla bu konuda bir tartışmaya davet edince bu yazıyı yazma gereği arttı. Hele ki, enflasyonun yüzde 150’leri aştığı bir yılın son altı ayında AKP-MHP Saray bloğunun oylarını toparlayıp, ana muhalefet CHP’nin oylarında 5’te 1 oranında bir gerilemenin yaşandığı ve TİP’in anketlerde yüzde 2’yi bulduğu gibi veriler ortadayken bu yazıyı yazmamak olmazdı.

Sosyalist bir dönüşüme yönelik yol haritası anlamında bir iktidar stratejisinin sosyalist siyasetin varlık nedeni olduğunu söyleyen Saraçoğlu, yazısında bize bu stratejinin 5 konuda ulaşılacak netleşmeler üzerine kurulacak bir düşünüş ve pratiğin içerisinden çıkabileceğini anlatmış. Diyalektik bir mantıkla aralarındaki sıralılık ve ilişkiselliklerin de gözetilmeye çalışıldığı stratejinin beş uğrağı şunlardan oluşuyor:

1) “An” (mevcut zamanın ve yerin sosyalist bir siyaset için taşıdığı olanak ve sınırlılıklar)

2) “Ölçek” (siyasetin öncelikle hangi mekan ölçeğinde yürütüleceği)

3) “Özne” (hedeflenen devrimci dönüşümün sosyal-sınıfsal öznesi)

4) “Araçlar” (siyasetin esas olarak hangi düzlemlerde üretileceği ve nereden taşınabileceği)

5) “Eşikler” (hedeflenen dönüşüme ulaşmak için zorunlu olarak geçilmesi gereken eşikler)

Ona göre, Türkiye solu açısından bir strateji tartışmasını kışkırtan bir gelişme de 6 yıl önce kurulan Türkiye İşçi Partisi’nin ülkenin muhalefet sahasında görece etkili bir güce dönüşmüş olması ve muhalif kesimlerde bir ilgi odağı haline gelmesidir. Saraçoğlu’nun yazısı şu tartışma davetiyle bitiyor: “TİP’in bugünkü deneyimi; mevcut durumun sosyalistler için ne gibi olanaklar ve sınırlılıklar barındırdığı (yani “an”), ülkenin bütünündeki dinamikleri temsil etme hedefi taşıyan bir sol siyasetin dili ve yaklaşımı (yani ölçek), sosyalist hareketin gücünü alabileceği kitle tabanı (yani özne), sol siyasetin icra edildiği ve aktarıldığı parlamento ve sokak gibi sahalar (yani araçlar) ve sol siyasetin kısa, orta ve uzun vadeli hedefleri (yani eşikler) konusunda, yani Türkiye’ye özgü bir sol iktidar stratejisinin sacayakları konusunda bir yeniden düşünme daveti içeriyor.” Praksis Dergisi’nde uzun yıllardır birlikte yol yürüdüğümüz Cenk’in yazısıyla söyleşmeye içinden geçtiğimiz politik momentumun strateji tartışmasını ne kadar çağırdığına ilişkin bazı tespitlerimi paylaşarak başlamak istiyorum.

AN/MOMENTUMUN TEMEL ÇİZGİ VE KONTURLARI

Anı şekillendiren temel parametrelerin birbiri içine geçmiş ulusal-global, siyasal-sosyal, teorik-politik pekçok boyutu var. Kolayca tariflenmesi mümkün olmayan, 3 boyutlu diyebileceğimiz bir tablo içinde tabloyla karşı karşıyayız. Tek tek sıralandığında bile uzun bir listeye dönüşen bu tabloyu şu şekilde maddeleyebiliriz:

I) Global ve ülkesel ölçeklerde uzun süredir devam eden hegemonik krizler (neoliberal küreselleşmeyle, Kemalist ve İslamcı hegemonya projelerinin ayrı ayrı ve de üst üste binmiş krizleri)

II) Bu krizleri yönetebilmek için sosyal bedelleri ağır istisnai durumlar yaratılarak inşa edilmiş otokratik görünümlü oligarşik bir despotik rejimin varlığı

III) İki yıldır ABD-AB-NATO eksenini, “demokratik dünyanın otoriter rejimlerle savaşı” mottosuyla, Çin’in başını çektiği BRICS’in kazançlı çıktığı bildiğimiz anlamda globalleşmeden çıkışa (Globexit’e) yönlendiren “liberal emperyalist” kliğin Saray Rejimi’nin otokratını (tıpkı Brezilya’nın Bolsonaro’su gibi) istemediği yönünde mesajları vermesi

IV) Saray Rejimi hukuki geçerlilik kazandığından beri, emekçi sınıflar, kent yoksulları ve çeşitli küçük burjuva katmanların bilinçli yüksek kur-astronomik enflasyon politikalarıyla hızlı ve sert bir yoksullaşmaya maruz kalması

V) Finans-tekelci kapitalistlerin bir yılda yüzde 300-400 gibi tarihi karlar açıkladığı, otokrata bağlı 5’li çete denilen Saray sermayesinin eşine rastlanmayacak büyüklükte vurgunlarla hazineyi yağmaladığı ve dünyanın dolar bazında en yüksek oranlarda yükselen emlak fiyatlarıyla gayri-menkul sahipleri ve esas olarak konut ve inşaat sektörlerinde faaliyet yürüten tarikat sermayelerinin ihya edildiği köklü bir servet transferinin yaşanması

VI) Temel vaadi parlamenter demokrasiye dönüş olan, son aylarda Globexit ve neoliberal birikim rejimine bağlılığını, dindar muhafazakarların “kazanımlarına” dokunmayacağını ilan eden düzen muhalefetinin halkın derin yoksullaşmaya ve burjuva kliklere servet transferlerine karşı öfkesini kontrol edip, seçim sandığına yönlendirerek soğurmaya devam etmesi

VII) Demokratik Kürt siyasetinin bazı sosyalist grupları yanına alarak oluşturduğu HDP’nin 2015’ten beri solun daha geniş kesimleriyle ittifaklar yaparak, yüzde 10 seçim barajını aşıp Türkiye siyasetinde etkili bir güç haline gelmesi

VIII) Gezi öncesine kadar sol siyasete yön veren 1970’lerin büyük sosyalist geleneklerinin etkisinin Haziran 2015’ten beri ciddi oranda zayıflaması gibi çok temel olgulardan müteşekkil biçimde çizebiliriz. Bu tabloya sosyalist siyaseti yakından ilgilendiren konturlar olarak iki gerçekliği

IX) Pek çok yerel işçi-emekçi direnişlerine, yaygın mücadele eğilimlerine rağmen ölü taklidi yapan sendikal bürokrasinin düzen muhalefetinin yanında konumlanıp, sosyalistlere mavi boncuk dağıtarak günü kurtarması

X) Rejim değişse bile erkek-devlet şiddetine, patriyarkal kapitalizme karşı mücadelesinden geri adım atmayan kadın hareketi, topraklarını, derelerini, ormanlarını korumak için dağda bayırda nöbet tutan, direnen köylü taban hareketleri ve Umut-Sen gibi bağımsız sınıf sendikacılığını militan biçimde yapan oluşumların sosyal muhalefetin sokaktaki canlı kanalları olarak temayüz etmesi.

Orta ve uzun vadeli stratejiyi kurarken şimdilik politik düzleme yansımaları belirginleşmiş gözükmese de an’a etki eden entelektüel-kültürel-ideolojik iklimin; siyasal demokrasiyi, hak ve özgürlüklerin savunusunu önemli kılan faşizan bir rejimin varlığı ve onun ifadesi olan siyasi-fiziksel şiddetin basıncıyla emek hareketiyle sosyalist siyasetlerin bu rejim karşısında varlık gösteremeyişinin toplamlı etkisiyle sol entelijensiyada kapitalizm eleştirisini, sınıfsal kutuplaşmayla, sınıf mücadelesi önkabullerini savunan Marksist sosyalist çizginin, söze makro iktidarla başlayıp, mikrolarıyla bitiren post-yapısalcı-kültürelci sol liberal eğilimler karşısında zayıflaması olduğunu da görmek gerekir. Bununla yakından ilişkili olarak, emperyalist Batı ülkelerinin sol entelijensiyasında belirginleşen bir başka kültürel-ideolojik eğilimi de görmek önemlidir. Kendisini yeşil yeni düzen, kadın ve LGBTİ+ haklarını tanıma, ırkçılık-homofobi karşıtlığı gibi söylemlerle sunan liberter görünümlü emperyalist çizginin kadın-çevre-antifa-queer sosyal hareketlerden başlayarak eğitimli ve güvencesiz beyaz-gri yakalı kesimleri, sola açık aydınları, üniversite gençliğini büyük ölçüde kendisine yedeklemesidir. Bunun da belli bir vadede Türkiye solunun entelektüel-kültürel-ideolojik iklimini sınıfçı-devrimci Marksistlerin daha da aleyhine şekillendirme tehlikesi vardır. Bu noktadaki en önemli bariyer, Türkiye toplumu ve entelijensiyasının söz konusu emperyalist blokun kanlı yüzüyle, çifte standart ve iki yüzlülüklerinin kurbanları olarak henüz canlılığını koruyan tarihsel hafızasıdır. Olası Erdoğan’sız Türkiye senaryosu gerçekleşirse, yeşillenmiş, kadın ve LGBTİ dostu kapitalizmin Türkiye’de kendisine daha fazla alıcı bulmasıyla bu durumun değişebileceği de öngörülebilir.

TİP’in üye sayısı ve toplumsal desteği açısından ciddi bir yükseliş göstermesini işte böyle bir “an” tablosu içinde konuşuyoruz. Bu yükselişi ana bağlamıyorum elbette. Böylesi bir tutumun iması bile, onu gerçekleştiren parti örgütüne, teorik-politik öncülerine ve parlamentoda 1965 TİP’i kadar mücadeleci ve ses getiren bir performans sergileyerek topluma umut ve cesaret veren milletvekillerine haksızlık olur. Fakat 6 yıldır bugün geçerli olan gerçekliklerin bir kısmının şekillenmekte, bir kısmı nüve halinde olduğu (bir kısmınınsa henüz hesapta olmadığı) akış ve etkileşim halinde olduğu bir anın içinde hareket ettiklerini, kısa ve dönemsel taktik ve stratejilerini bunun içinde şekillendirdiklerini, 3-4 yıldır da başarıyla uyguladıklarını söylemek mümkündür. Yeni bir stratejik sıçramayı önlerine koyacaklarsa da yukarıda çerçevesi çizilen bir an tablosu içinde olduğumuzu anlatmaya çalıştım. Belki Leninist siyaset açısından bu tablodan hareketle, anı anlatan tek bir saptamanın soyutlamasına ulaşmak da strateji tartışması açısından gerekli. Fakat, onu da pratik siyaset sahnesindeki öncülere bırakmayı tercih ediyorum. Bir sonraki yazımda Saraçoğlu’nun çerçevesinden giderek ölçek ve özne konusundaki değerlendirmelerimi paylaşacağım. Uzun ve karmaşık bir liste oluşturan 11 maddelik bu saptamaların her birinin altı uzun makalelerle doldurulabilir. Bir yılı aşkın süredir farklı köşe yazılarında uzun uzun anlattığım için bu makalede spotlar halinde verip, detaylarına girmedim. Biraz da bu yüzden Cenk Saraçoğlu’nun davetiyle girdiğim bu tartışmayı Gazete Duvar’dan değil, buradan yapmayı tercih ettim. Belki bu konuyla ilgili yazılar tamamlandığında, gözden geçirilmiş yeni bir versiyonunu kabul ederlerse oraya da gönderebilirim.

https://ilerihaber.org/yazar/tipin-yukselisi-ve-sosyalist-strateji-1-an-149626



Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
melnur
[ Gelenek ]
Kurucu
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 02.08.2013
İleti Sayısı: 11.002
Konum: İstanbul
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder

50 kere teşekkür edildi.
36 kere teşekkür etti.
Cevap Yazan: melnur
Cevap Tarihi: 28.01.2023- 01:06


TİP’in yükselişi ve sosyalist strateji-II: Ölçek ve özne

Düzenin merkez sağ ve sol muhalefet güçlerinin bile harekete geçmesi için ufukta sermaye ilişkisinin merkezi rolünü, kurucu bir anti-kapitalist sosyal kurtuluş praksisiyle yıkma potansiyeli taşıyan sınıfçı-devrimci bir hareketin belirmesi gerekir.

Ali Ekber Doğan  
 
Cenk Saraçoğlu’nun “Strateji, sol ve TİP parantezi” başlıklı yazısıyla söyleşmeye bu hafta stratejinin ikinci ve üçüncü uğrağı dediği ölçek ve özne konusuyla devam ediyorum. Beşli sacayağına yöntemsel eklemelerimi saklı tutarak, onun önerdiği zihinsel patikadan devam ediyorum. Buradaki strateji tartışmasının devrime değil, Türkiye siyasetinin mevcut anında emekçi sınıflara, ezilenlere, mücadele alanlarındaki sosyal güçlere umut olmaya başlamış TİP’in orta vadedeki gelişimine ilişkin olduğunu belirtmek isterim. Yani, partinin üye, mevzi, olanak ve potansiyellerini, belli bir hız-vade-ölçekte yoğunlaştırmasıyla sınıfçı ve devrimci bir siyasetin (tıpkı birinci TİP gibi) etkisi uzun yıllara yayılacak hatırı sayılır bir politik aktör haline gelmesini sağlayacak niteliksel bir sıçrama yapması muradıyla yapılmaktadır. Aynı şekilde strateji tartışmasına dair söylediklerimizi, Gezi gibi Türkiye kapitalizminin gündelik seyrinde devrimci bir yırtık oluşturacak olası topyekün ayaklanma anında daha yakıcı ihtiyaç haline gelecek olan, sosyalist amaçları içinde taşıyıp, geniş bir sosyal-sınıfsal ittifakı kurmayı hedefleyecek bir geçiş süreci programı uğrağını tarif etmek için de akılda tutmamız gerekir. Bu geniş ittifakın geçiş programını yeni bir demokratik-sosyal cumhuriyet inşası anlamında bir karşı hegemonik proje olarak düşünülmesi gerekir.

Seçim süreci ve sonuçlarının içerdiği patlayıcı enerjilerin böyle bir geniş yırtık yaratma potansiyeli taşıdığını, buna hazırlıklı olmak gerektiğini belirtmek isterim. Bensaid’in dediği gibi düzenin oldubittileriyle kapatılamayacak, bu olupbitmemişliğin yırtığını büyütmenin koşullarını yaratmaya hazırlıklı olmak gerekir. (1) İktidarı hedefleyen sosyalist siyaset, yitip giden anları havada yakalayacak şekilde; beklenmedik gelişmeler karşısında tetikte olmayı, kısa sürede harekete geçecek mücadele grupları oluşturmayı, mümkün olan tüm direniş zeminlerini işlemeyi, tüm mücadele olanaklarıyla, propaganda silahlarını almayı bilecek bir seferberlik ruhunu gerektirir.

İlk olarak, geçen yazımda 11 temel gerçeklik üzerinden tarif ettiğim stratejinin anına ilişkin yazdığım şu özetleyici tespitle başlamak istiyorum. Toplumun ekseriyetle iktidar politikalarına ve kurulan otoriter rejime muhalif olduğu, bu muhalif çoğunluğun Gezi-7 Haziran seçimlerinden beri iktidarı siyaseten gayri meşru saydığı içinden geçtiğimiz anda, ülke yeni bir seçime doğru gidiyor. Düzen muhalefetinin iktidarı almaya dönük bir atılganlık göstermek yerine, Saray Rejimi'nin atacağı adımları beklediği, vaatlerinin iyice sönükleştiği, iktidar ve muhalefet arası ekonomi-politik farkların azaldığı buna karşın, iktidarın zaman zaman düğmeye basıp siyasi gerilim ve belirsizliği artırdığı bir siyasi tabloyla karşı karşıyayız.

ÖLÇEK TARTIŞMASINA: 3+2 TÜRKİYE MEKANSALLIĞINDAN BAŞLAMAK

Ölçeği tartışırken söze, İslamcı siyaset ve Kürt hareketinin 1990’lardaki yükselişinin konsolide olduğu 2000’li yıllardan beri, Türkiye’nin siyasi bakımdan üç farklı hakikat evrenine sahip olduğuna ilişkin çokça telafuz edilen bilgiyle başlayabiliriz. Buna göre, birinci Türkiye seküler-milliyetçi Güney ve Batı kıyılarıyla Trakya’dan oluşurken, ikincisi, milliyetçi-muhafazakarlığın damga vurduğu Kütahya-Afyon’dan-Elazığ-Erzuruma uzanan geniş Orta-Doğu Anadolu ve Karadeniz bölgelerini kapsıyor. Seçimlerde HDP’nin birinci ya da ikinci parti olduğu Kürt illeriyse üçüncü Türkiye’yi oluşturuyor. Bu üçlü tasnif, belli analiz düzeylerinde anlamlı olsa da sosyalist siyasetin andaki strateji ölçeğini tartışırken, bu düze siyasi-idari harita yerine, Türkiye kapitalizminin sosyo-ekonomik kırılganlıklarıyla ve sosyal-sınıfsal mücadele dinamiklerinin yoğunlaştığı mekansallıkları da ortaya seren bir topografik haritaya ihtiyacımız var.

Bu haritanın merkezinde, geniş hinterlandıyla ülke nüfusunun yüzde 30’undan fazlasını barındıran ve gelişkin sanayi, hizmetler, finans, gayrimenkul, turizm-eğlence sektörleriyle geç kapitalizmin zamanını yaşayan İstanbul yükseliyor. İstanbul gibi geniş emekçi, mülksüz sınıfları barındıran, fakat içinde bulunduğu sosyo-politik hakikat evreninin gerçekliğinden de kopmamış İzmir, Ankara, Adana-Mersin, Bursa, Antalya, Eskişehir, Antep, Antakya gibi kentleriyse, büyük potansiyellerle yerellik arasında salınan büyükşehirleri de strateji ölçeğini düşünürken hesaba katmak gerekiyor. Sanayi, hizmetler, gayrimenkul sektörünün globalleşmesinin yarattığı fahiş emlak fiyatları, sosyal-kültürel birikimiyle turizm-eğlence altyapısının gelişkinliği, diğer iki Türkiye’yi de farklı yoğunluklarda barındırması, ayrıca hatırı sayılır sığınmacı-göçmen nüfusa sahip olması gibi faktörler sosyal-sınıfsal çatışma dinamiklerinin canlı olduğu söz konusu büyük şehirlere özel bir yönelimi ve de yüklenmeyi gerektiriyor. Bu kentleri sosyalist strateji açısından önemli kılan bir önemli faktör de Gezi ve sonrasındaki sosyal-sınıfsal mücadele süreçlerinde hatrı sayılır bir dinamizm göstermeleridir.

Sosyalist mücade açısından andaki yüksek sosyal çatışma potansiyelleri ve düzenin zayıf yanlarının kesiştiği sıçrama noktasını sıraladığımız mekansallıklara ait haritaları üstüste koyarak devam etmek akla yatkın gibi gözüküyor.

KESİŞİM NOKTASINDA BELİRGİNLEŞEN ÖLÇEK

Hegemonik kriz ve oligarşik iktidar blokunun meşruiyet sorunlarının yanı sıra, son aylarda İslamcılık ve neoliberalizmle helalleşen CHP’nin bıraktığı geniş muhalefet boşluğu, sosyalist siyasetin ülke ölçeğinde kurulmasını gerektirdiği açıktır. Kürt hareketinin ulusal, ulusüstü ve uluslararası ölçeklere aynı anda güç yığınağı yaptığı, sosyalist grupların çoğunun kendi örgütsel alanine yeniden üretmekle meşgul olduğu koşullarda bunu yapabilecek yegane güç TİP’tir. Bunun yanında, güç,olanak ve faaliyetlerin yoğunlaştırılacağı odak noktası anlamında, an’da cumhuriyetçilik, sekülerlik, sosyal adalet, eşit yurttaşlık ve bunlarla ilişkili hak ve özgürlükleri en fazla talep eden birinci Türkiye’ye yoğunlaşmak anlamlıdır. Bunu yaparken de topografik haritamızı gözetip, İstanbul’la büyük şehirlerin sola açık modern-seküler-kentli kesimlerini de bu ölçeksel yoğunlaşmaya dahil etmesi gerektiğini de belirtmek isterim.

Nitekim, muhalefete en fazla ihtiyaç duyulan anlarda TİP milletvekillerinin, bazen parti teşkilatlarını da harekete geçirerek yaptığı çıkış ve müdahalelerin en fazla yankı bulduğu yerler de birinci Türkiye’den başlayarak, bu üçlü mekansallık örgüsünün koordinatlarında yer alıyor. Nitekim, halkın ülke genelini ilgilendiren konulardaki kaygı, öfke ve çığlığına her geçen gün artan gürlükte bir sesle tercüman olabilmesi TİP’i ilgiyle izlenen ve üye sayısını son iki yılda 5 kat artıran etkili bir muhalefet partisi haline getirmiştir. Şimdi sempati halkasındaki kesimlerden ve emekçi sınıflardan TİP’i ana muhalefet partisi haline getirecek bir desteği talep etmenin vaktidir.

Rejimin ve otokratının nitelikleri nedeniyle yakıcılığını koruyan cumhuriyetçilik, laiklik, demokratik hak ve özgürlüklerle ilişkili sorunların yanında, sosyalistlerin varoluş nedeni olan bir gündem konusu daha vardır: Emekçi sınıflardan başlayarak, toplumu sınıf mücadelesi/savaşı zemininde birleştirecek talepleri sosyal özneleriyle birlikte kurgulayıp, yükseltmek. Sosyalist strateji aynı zamanda sınıf savaşının praksisidir. Bu savaşı layıkıyla vermenin yolu andaki güç ve olanaklarını yeniden değerlendirip, uygun zeminleri yeniden işlemek, kriz-isyan anlarında yeni şiar ve sloganlar geliştirip, ani değişikliklere hazırlıklı istihkam bölükleri istihdam etmekten geçer.

Emekçi ya da yoksullaştırılan halk çoğunluğu açısından, iki yıldır doruğa çıkan barınma ve beslenmeden başlayarak geçinememe sorununu merkezine alan bir mücadeleden, onu uvyerizm ve sendikalizme düşmeden, emekçilerin kendini değiştirerek ülkeyi değiştireceği bir özneleşme, kendisi için sınıf olma pratiğinden bahsediyorum. Başka bir ifadeyle, geçim sorununa dair talepler, toplumun işçi-işsiz emekçi-mülksüzleşen çoğunluğu açısından anda taşıdığı aciliyet/yakıcılığın yanında, sosyalizmin proleter öznesinin oluşumuna daha doğrudan katkıda bulunacak ve tüm mekansal parçaları birleştirecek birincil gündem konusudur.

Uzun lafın kısası, anda sosyalist strateji açısından kullanılmaya elverişli iki zayıf halka mevcuttur. Bunlardan ilki, Gezi’den beri gözümüzün önünde duran, İslamcısı-milliyetçisi de dahil toplum çoğunluğunun demokratik, laik ve sosyal bir cumhuriyete duyduğu özlemdir. İkincisiyse, yoksullaşma ve sömürüyü iliklerine kadar deneyimleyen emekçi sınıflar ve küçük burjuva katmanların umutsuzluk ve öfkesidir. İki zayıf halkanın kesiştiği mekan, İstanbul metropolüyle andığımız büyük şehirlerdir. Bu öfkenin seçimler öncesinde patlamaya dönüşmemesi için Saray Rejimi bir yandan bol keseden ücret artışları, destekler ve diğer vaatlerde bulunurken, bir yandan da bunları hem kendisi kuşa çevirmekte, hem de ticari düzenin yüksek fiyat artışlarıyla kadük hale getirmesine yol vermektedir. Dolayısıyla, halkın geçim gündeminin yakıcılığının güçlü bir alt akıntı biçiminde süreceği bir seçim sürecine girmiş bulunuyoruz. “Çocuğuna karne hediyesi olarak yarım kilo et alan anne” haberinin bu denli yüksek desibelli gürültü koparmasının nedeni, AN’da bütün büyük şehirlerin sokaklarını tutuşturacak umutsuz bir öfkenin, yeni bir topyekün halk isyanının kıvılcımının saklı olmasıdır.

ÖLÇEKTEKİ ÖZNELER: EĞİTİMLİ PREKARYA VE MÜLKSÜZ PROLETARYA

Toplumda eğitimli ve doğma büyüme kentli ücretlilerin ağırlığının hızla arttığı metropol-büyük şehirlerde sosyalist siyasetin yükünü taşıyacak iki toplumsal özneden söz etmek gerekiyor. Bunlardan ilki, yüksek eğitimli fakat düzensiz ve güvencesiz, süreli sözleşmelerle işbulabilen ücretliler, veya kendi hesabına çalışıyor gözüküp de fiilen büyük tekno-firmaların işçisi olanlardır. Bu kesimin sahip olduğu eğitim ve ailesiyle sosyal çevresinden gelen olanaklar havuzunun son yıllardaki hızlı-şok yoksullaştırma ve sermaye transferi uygulamalarıyla kuruduğu barizdir. Ölçekteki diğer özneyse; her türlü sosyal miras ve birikimden yoksun olan ve en fazla asgari ücretle çalışabilen işçi-işsiz mülksüzleşmiş proletaryadır. İstanbul’un ve diğer şehirlerin çeperleri ve hinterlandında oturup, iş bulabilen bu kesim, hiper enflasyonu çok yönlü bir sosyal bunalım şeklinde tecrübe etmesi nedeniyle, emekçi sınıfların düzenden en net biçimde kopabilecek bölükleridir.

Bunların mekansal ölçeğimizde zorlaşan yaşamları, mülk sahibi aile fertlerinin lüks yaşamları/zenginliklerinin dışa vurumları, sayıları hızla artan doğulu-Orta/yakındoğu ülkelerinden Rusya-Hindistan’a uzanan geniş bir coğrafyadan gelen zengin turistler ve yoksul göçmenlerle içiçe geçiyor. Despotik Saray Rejimi'nin polisiye tedbirlerle kontrol altında tutmaya çalıştığı bu denli karmaşık ve kaotikleşmiş kamusal-sosyal alanlarda patlayıcı enerjiler birikiyor. Bu kentsel alanlarda, yoksullaşanlarla-zenginleşenler-tanınmayan zenginlerle-mülksüzleşmiş göçmen emekçilerin hızlı bir döngü içinde karşılaşmalarının arz ettiği sosyal-sınıfsal kutuplaşmanın ciddi patlamalara gebe olduğu açıktır.

İki zayıf halkanın kesişmenin ötesinde üst üste bindiği mekanda iki sınıf bölüğü ve onların siyasi eğilim ve yatkınlıkları arasında ayrıştırmalar yapmak ve son kertede stratejinin içindeki merkezi halka olan proleter öznenin kendisini inşasına Leninist anlamda bir politik iteklemede bulunmakta hangisinin daha belirleyici olacağını saptamak kritiktir. Birinci halkanın öncü gücü olduğunu Gezi’den beri bildiğimiz yoksullaşan eğitimli prekaryaya yüklenmek kısa ve orta vadede vazgeçilmez ve ertelenemez bir mücadele ve örgütlenme görevidir.

Entelektüel ve sosyal sermayeleriyle eylem ve siyasal örgütlülüğe daha yatkın olsalar da neoliberal öznelikten kopup, sosyal-siyasal mücadeleler içinde antagonist bir sınıfa karşı sınıf tutumunu kararlı biçimde sürdürecek, kendi sosyo-kültürel ve sınıfsal konum ve konforunun ilgasını arzulayıp, bunun için fedakarca savaşacak bir konumdan uzaktırlar. Laiklik, cumhuriyetçilik, neoliberalizme karşı sosyo-ekonomik haklar, doğanın korunması, kadın özgürlüğü, LGBTİ haklarının tanınması gibi başlıklarda mücadelenin yükünü çeken bu küçük burjuva kesimlerin Paris Komünü’ndeki gibi, ya da Türkiye’de 1965-1971 arasında yükselen devrimci-sosyalist hareketlenme içinde safını devrimci proletaryadan yana seçenler gibi sosyal mücadeleye büyük katkılar sunacakları düşünülebilir.

An’da sosyalist siyasetin başarısını getirecek olan özne, hayatı durduracak etki yapacak eylemler yapma potansiyeli daha yüksek ve düzenden beklentisi daha az olan büyük şehirlerin kenar mahalleleri ve çeperlerindeki yarı-kırsal hinterlandda yaşayan mülksüz proletaryadır. Bu sınıf bölüğünün mücadeleye çekilip, özneleşmesi tersinden stratejinin başarısının da ölçütü olacaktır.

Sermaye ilişkisinin mor-yeşil-pembe göz boyamalarına daha karnı tok, ortak sınıfsal kader ve kıvanç ortaklığına daha yatkın olan bu kesimle buluşma imkanının 1990’lardan beri en yüksek olduğu bir andayız. Ani ve şok yoksullaşmanın sosyal bunalıma sokması yüzünden iki yıldır AKP’den mesafelenen, önemli bir kısmı Yeniden Refah Partisi (YRP) benzeri ara duraklarda duruyor gözükse de sahada araştırma ve gözlem yapanlardan bu kesimin daha büyük bir kısmının oy kullanmayacağı, sola açık proleter kesimler arasında da TİP’e belirgin bir ilgi olduğuna ilişkin bilgiler ediniyoruz. Bu anlamda, söz konusu proleter kesimi mücadele seferberliği içinde örgütleme/özneleştirme noktasında tarihsel bir fırsatın ortaya çıktığını söyleyebiliriz. Bu fırsatı değerlendirmek, sosyalist strateji açısından etkileri uzun döneme yayılacak niteliksel bir sıçrama olasılığını ciddi düzeyde artıracaktır.

REJİMLE MÜCADELEYE DAİR BAZI YANILSAMALAR

Solda da Emek ve Özgürlük İttifakı'nda da genel eğilim, Saray Rejimi ve onun inşasıyla artan siyasal baskılar, devlet şiddeti, kesintisiz savaş, gençlerin geleceksizleştirilmesi, kadına karşı şiddetin önünün açılması, LGBTİ+’ların günah keçisi ilan edilmesiyle, emekçi sınıfların geçineneme gündem ve mücadelelerinin kesişimselliğini yakalama kaygısı ön plandadır. Birbirine eşit olmayan sömürü ve tahakküm altına alınma tarzlarını ve onlara karşı farklı türden taleplerle yürüyen mücadeleleri aynı düzeye yerleştiren bu yaklaşımla çoklu öznelerin tikelliklerini bir arada tutma stratejisi, rejimden de burjuva düzen muhalefetinden de liberal demokrat bir çizgiye geçmelerini beklemekle maluldür.

Saray Rejimi'nin yol açtığı olağanüstü halin pek çok sosyal ilişki ve konuma dönük tahakkümcü niteliği, Türkiye kapitalizminin emeğin ve onun gövdesi olan doğanın sınırsız sömürüsüne dayalı neoliberal birikim tarzına kesintisiz biçimde devam edebilmek içindir. Dolayısıyla, yoksullaştırma ve mülksüzleştirme yoluyla kalkınma, rejimin bir numaralı gündemi konusudur. Bu gündemin Saray Rejimi'nin tahakkümüyle sürdürülmesi, ülkenin oligarşik bir blok tarafından göstere göstere soyulması biçiminde bir yönetimi de beraberinde getiriyor. Bu cendereyi kırmanın yegane yolu genel olarak halkın, özel olarak da emekçi sınıfların harekete geçmesidir. Düzenin merkez sağ ve sol muhalefet güçlerinin bile harekete geçmesi için ufukta sermaye ilişkisinin merkezi rolünü, kurucu bir anti-kapitalist sosyal kurtuluş praksisiyle yıkma potansiyeli taşıyan sınıfçı-devrimci bir hareketin belirmesi gerekir. Özne meselesine dair düşüncelerimin daha ayrıntılı bir serimlemesine 12 Mayıs 2022’de İleri Haber’de yayımlanan “Beyaz Yaka Grileşirken Sınıfın Yeni İsyankar Bölükleri” başlıklı köşe yazımdan ulaşılabilir. İlgilenenler için o yazının iki altbaşlığını bir tür ek okuma olarak aşağıya kopyalıyorum. Bir sonraki yazıda, buraya kadar anlattıklarımdan hareketle stratejinin araç ve eşiklerine dair fikirlerimi paylaşacağımı belirterek bitireyim.

İKİ İSYANKAR SINIF BÖLÜĞÜ

Beyaz-gri yakalıların “orta sınıf” veya küçük burjuvazinin değil, emekçi sınıfların/ proletaryanın bir üyesi olduğu her geçen gün daha iyi kavranıyor. Son 10 yılda global ve ülke ölçeklerinde içiçe geçerek yaşanan kriz-isyan-pandemi-kriz silsilesi yüksek eğitimli beyaz yakalılar ve dijital-bilişim işlerinde çalışanlarla, (temel ihtiyaç maddelerinin üretiminden topluma sunulmasına, sağlık ve bakım hizmeti çalışanlarınına kadar pek çok zaruri işi yapanların ana kütlesini oluşturan) daha az eğitimli ve daha mülksüz proleterleri son yıllarda güvencesiz çalışma koşullarında, daha uzun saatler boyunca, daha düşük ücretlerle çalışmak zorunda bırakıyor.

Birincisi ön plana çıkmak üzere, iki sınıf bölüğünün artan mücadele eğilimleri, yeni yöntem ve söylemler, geleneksel işçi sınıfını da mücadele içinde yeniden anti-kapitalist bir konuma çekme potansiyeli taşıyor. Gezi’nin birinci yılındaki Soma maden katliami sırasında ve ikinci yılındaki Bursa merkezli olarak patlak veren “Metal Fırtına” sırasında söz konusu yeni yöntemler, araçlar, sloganlar, yeni bir mizah duygusuyle şekillenen bir söylemin kullanıldığını görmüştük. Fakat sonra ücret pazarlığı süreçleri dışında bu potansiyelin izlerine çok da rastlamadığımızı da belirtmek gerekir.

Dikkat edilirse, proleter sınıfın bedeninin yeniden şekillenmesinde, bu iki bölüğün stratejik konumda olduğu noktasında bir görüş birliği olsa da eğitimli prekaryayla, mülksüz proleteryanın ittifakının zorluğu ve mücadeleye çekilmesinin stratejik önemi bakımından hangisine öncülük konumu atfedildiği noktasında belirsizlikler olduğu aşikardır. Bunlar elbette mücadele praksisinin açıklığa kavuşturacağı belirsizlikler olsa da gözlem ve okumalarımdan hareketle bir şeyler söylemek istiyorum.

Sınıf mücadelesinde örgütlenmesi, eyleminin önem derecesi ve sahip olduğu vasıfların sağladığı kolektif zekayla diğer bölüklere öncülük kapasitesi bakımından işçi sınıfının farklı bileşenleri arasında yer değiştirmeler olmuştur. Çoğunlukla üretici güçlerdeki gelişmeler doğrultusunda kapitalist üretim sürecinin yeniden örgütlenmesi içinde genişleyen, yüksek katma değerli işlerde çalışan, örgütlenme ve eyleme görece daha yatkın ve yaptıkları eylemler sosyal ve ekonomik açıdan daha büyük etkiye sahip emekçiler sınıfın öncü bölükleri sayılır. Bu anlamda tek bir öncü bölükten ziyade her dönem farklı öncü bölüklerin olduğu da söylenebilir.

19. yüzyıl sonlarına doğru kitlesel üretim ve buharlı taşımacılık geliştikçe demir-çelik-metal-otomotiv ve taşımacılık sektörlerindeki işçilerin, sınıf mücadelesinde öncülük rolünü zanaatkarlardan ve iplik-dokumacılık sektörü işçilerinden devralması gibi bugün de dijital-bilişim sektörü çalışanlarıyla, sosyal hayatın yeniden üretimini sağlayan zaruri (essential) işlerde düşük ücretlerle, güvencesiz ve kötü koşullarda çalışan mülksüz proleterler, vasıflı, sigortalı-sendikalı mavi yakalılardan bayrağı devralma yolunda ilerliyor. Ayrıca, perakende, lojistik, depolama-paketleme-dağıtım işlerinde ve sağlık sektöründe çalışan mülksüz proleterlerin pandemiden beri dijital otomasyon teknolojilerinin desteğiyle kafa-kol emeğinin sözünü ettiğim iki bölüğünün temel niteliklerini sırtında taşıyan volan kayışlarına dönüştüğünü de söyleyebiliriz.

2011-2014 arasındaki ilerici karakterdeki isyan hareketlerinde birinci bölük (ki bazı sol liberaller bunları “yeni orta sınıflar” diye adlandırmıştır) öne çıkarken, 2019-2021 arasındakilere mülksüz-çoğunlukla işsiz proleterlerin yıkıcılığı artan öfkesi damgasını vurmuştur. Bugün Sri Lanka’daki isyan hareketinin belirgin çizgisi kamp alanlarında başka türlü bir hayatın mümkün olduğunu göstermek değil, tüm siyasal üstyapıyı alaşağı etmeyi hedefleyen tahripkar öfkedir. Aslında Gezi olaylarında İstanbul, Ankara ve Adana’daki ilk 3 gündeki çatışmalarda sıcak gaz kapsüllerini geri fırlatarak polisin üstüne yürüyerek park ve meydancıların kapısını isyan hareketine katılan herkese açanların çoğunluğu (Tarlabaşı, Okmeydanı, Gazi, Tuzluçayır, Seyran, Çin Çin, Hadırlı, Akkapı, Armutlu gibi) yoksul emekçi mahallelerin mülksüz proleter gençleriydi. Şili’de 2019-2020 arasında Primera Linea (Cephe Çizgisi) isimli klanlar grubunun polisle çatışırken AVM’lerden Kiliselere başkentte ciddi tahribat yaratan şiddetiyle bir arada değerlendirdiğimizde, pek çok geç kapitalistleşmiş coğrafyada protestoların topyekün birer halk isyanına dönüşmesinde, on yıllardır düzenle pek fazla bağı kalmamış proleter mahalleli gençliğin olaylarda aktif failler biçiminde katılmalarının belirleyici önemde olduğunu görürüz.

BÖLÜKLERİN İTTİFAKI VE ÇELİŞKİLERİ

Bu anlamda emekçi sınıfların birliğininin kısa zamanda en optimum düzeyde kurulabilmesi açısından, mülksüz proletarya ve yoksullaşan prekarya (parti metinlerinde “gri yakalı” diye anılan kesim) arasında sokakta, çoğunlukla polis şiddetine direniş içinde kurulan bir ittifaktan söz edebiliriz. Fakat bu ittifakın, barındırdığı çelişkiler bilinçli biçimde düzenlenmediğinde, kendiliğinden işleyişin bir tarafı pasifize ettiği/dışarıya ittiğinin de farkında olmak gerekir.

Çelişkinin temel kaynağı beyaz-gri yakalıların kısa vadede (belki bir kuşakta) ortadan kalkması mümkün olmayan burjuva-küçük burjuva sosyo-kültürel eğilimleri ve yatkınlıklarında saklıdır. Ortak kamp alanlarının bir kamusal karşılaşma ve kendini gösterme, müzikle, dansla, performansla görünür kılma, ifade etme yerlerine dönüştürülmesine, enerjilerin kamp alanının bir temsil olarak güzelleştirilerek yeniden üretilmesi faaliyetine hasredilmesi, bir süre sonra sokak eylemlerinin genişlemesini durdurup, yıkıcılık potansiyelini tıkamış ve eylemci profilini de eğitimli prekarya lehine değiştirmişti. Bunun sonucunda da isyan hareketi sınıfın en yoksul-mülksüz bölüklerinin militanlığı ve çatışmacılığından yoksun kalmış, radikalizmleri törpülenip, büyük ölçüde ehlileşmişti. “Küfürle değil, adabınla #diren” diyen eğitimli-düzgün konuşan-temiz giyimli, yani beyaz-gri yakalı abi ve ablalar direnişleriyle meydanların kapısını halka açan grupları önce susturmuş, sonra direnişin çeperlerindeki barikatlara yollamış, daha sonra da bu barikatları kaldırtmıştır.

1) Gezi hadisesinin aynı şekilde tekrarının mümkün olmadığını söyleyenleri duyar gibiyim. Onlara son yıllarda ABD, İran gibi pek çok ülkede ona benzer kitlesel ve yaygın halk isyanları kısa aralıklarla birden fazla kez yaşandığını hatırlatmak isterim.

https://ilerihaber.org/yazar/tipin-yukselisi-ve-sosyalist-strateji-ii-olcek-ve-ozne-150154



Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
melnur
[ Gelenek ]
Kurucu
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 02.08.2013
İleti Sayısı: 11.002
Konum: İstanbul
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder

50 kere teşekkür edildi.
36 kere teşekkür etti.
Cevap Yazan: melnur
Cevap Tarihi: 01.02.2023- 07:29


TKP'nin ikiye bölündüğü ve bir yanda KP'nin diğer yanda HTKP'nin ortaya çıktığı zamanlar tam bir hayal kırıklığıydı. Konuştuğum partililer arasında da bu duygu (kısmen de olsa) yaşanıyordu. Kadıköy'de NHKM KP'de kalmış, oradan birkaç sokak ötede olan   TKP binası ise HTKP'in kullanımına geçmişti. İlk zamanlar Kadıköy'e her indiğimde önce NHKM'ye uğrar ve sonra HTKP'ye binanın arkasındaki o küçük ama şirin bahçeye uğrardım. Elimde de çoğu kez NHKM'nden almış olduğum bildiri gazete veya dergi türünden bir şeyler olurdu. Arkadaşlarla da konuşurdum. Bir keresinde orta yaşlı bir HTKP'liyle konuşurken, onun heyecanlı tarafı ilgimi de çekmişti. Bende ne kadar şaşkınlık ve üzüntü varsa onda ise o kadar bir heyecan ve umutlu bir kararlılık vardı. Kendi cümleleriyle sokağa inilmesi ve kitlelerle bağ kurulması gerektiğini söylüyordu. Söylediklerinden, söylemeye çalıştıklarından özellikle HDP'yle bir yakınlık kurulmasını istediğini anlıyordum. Ya da bana öyle gelmişti. ''İdeoloji ne olacak?'' diye sorduğumu hatırlıyorum. Sosyalist bir partinin bağımsızlığını koruması ve ''burjuva'' partileriyle bu kadar yakınlaşmamasını istiyordum. Özellikle HDP gibi içinde ayrılıkçı siyasetleri savunanların olduğu bir partiyle yakınlaşmanın emekçi kitleler üzerinde olumsuz etkiler yapabileceğini düşünüyordum. Çulhaoğlu da ( aklımda yanlış kalmadıysa) ''denenmeli'' türünden bir yaklaşıma sahipti. Türkiye nesnelliğinde bir sosyaist partinin kendi başına kitleselleşemeyeceğini savunuyordu. ''Hem olmazsa, geriye dönebilme olanağı vardı''.

Türkiye sosyalizminin sınıfla, emekçi kitlelerle bağı kopmuştur. Önce 12 Eylül faşizmi ve sonra reel sosyalizmin çözülüşüyle birlikte ve neo-liberalizmin kitleler üzerindeki ideolojik basıncı arttırmasıyla hem dünya ve hem de Türkiye ölçeğinde sosyalizm gerilemiştir. Sorun bu gerilemenin Türkiye'de neredeyse kronik bir hal almasıdır. Çulhaoğlu'nun sözü bence buraya oturuyor. Sosyalist partilerin kendi başına kitleselleşebilmesi pek de mümkün görünmüyor. Başka yollar denenmeli, başka siyasetlere başvurulmalı. Kitlelerden kopuk ve sadece içe dönük söylem ve eylemler partilere bir şey kazandırmıyor. Geçmişinde, 80 öncesinde hepimizin gözlerini yaşartan, içini umutla dolduran kitleselleşme bugün için ortada gözükmüyorsa, onyıllardır böyleyse, kitleselleşme, toplumsal alanda daha da etkin olabilme yolunda başka   siyasetlere ihtiyaç var, demektir. Emekçi kesimlerle bağ kurulabilmesinin, onlara yakın gelebilmenin ve Türkiye özelinde faşizmle somut bir mücadeleye girmenin yolu mutlaka bulunmalıdır. Bunu beceremezsek, başaramazsak, hiçbiri diğerinden çok da farklı olmayan, sadece farklı olduğu algısı   yaratmaya çalışan ve kitlesi bulunmayan, kalabalıkların dönüp bakmadığı sosyalist partilere sahip olur, ortalık da bu tür sosyalist parti ve örgütlerden geçilmez hale gelir. Sanıyorum şimdilerde yaşanan olgu bu ve TİP'i de bence bu koşullarda değerlendirmeliyiz.

YÖNEYLEM'in hemen hemen tüm anketlerinde TİP yüzde 1 civarında geçiyor. Sanırım son anketinde ''kararsızlar dağıtıldığında'' yüzde 2 civarında bir yüzdeye ulaşmış. Bu çok önemli bir oran ve kimsenin bu orana burun kıvırması ''çünkü TİP CHP ile HDP arasında'' gibi küçültmelere de girişmemesi gerekiyor. TİP sosyalist bir partidir. TİP marksist bir dünya görüşünü sahiplenmektedir. Farklı bir siyaset uygulamasıyla emekçi kitlelerin ilgisini çekmeyi başarması mutlaka önemsenmelidir. Türkiye sosyalizminin bu ve benzer siyasetleri pratiğe geçirmesine ihtiyaç var. Karşılığı yoksa, toplumda hiçbir kıpırtı (ilgi) yaratmıyorsa ''ben herkesten daha çok solcuyum, daha fazla komünistim'' gereksizliğini artık aşabilmeliyiz.

TİP doğru yolda. Eleştirilecek yanları elbette olabilir. Ama herşeyden önce kitleler üzerinde bir sempati yarattığı çok açık. Parlamentoda bir yere sahip olması, parlamento olanaklarını kullanması da bu ilgide önemli bir paya sahip. Bence çok uzun zamandır Türkiye sosyalizmi TİP sayesinde geniş kitleler nezdinde görünür hale gelmiştir. Ayrıca Erkan Baş'ın kişisel becerilerinin de bu ilgide bir payı olduğunu ve hakkını teslim etmemiz gerektiğinin altı çizilmeli...

TİP desteklenmelidir. TİP'in kitlelere dokunmaya ve onlarla bir bağ kurmaya çalışan tavrı mutlaka daha da büyütülerek benimsenmelidir. Türkiye solunun buna gerçekten çok ihtiyacı var tıpkı Türkiye sosyalizminin böyle bir siyasete   ihtiyacı olduğu gibi...




Bu ileti en son melnur tarafından 01.02.2023- 07:34 tarihinde, toplamda 1 kez değiştirilmiştir.
Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
melnur
[ Gelenek ]
Kurucu
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 02.08.2013
İleti Sayısı: 11.002
Konum: İstanbul
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder

50 kere teşekkür edildi.
36 kere teşekkür etti.
Cevap Yazan: melnur
Cevap Tarihi: 14.03.2023- 01:44


HaberTürk TekeTek'te Fatih Altaylı'nın konuğu Erkan Baş. Metin Çulhaoğlu demişti, ''Erkan Baş tam bir halk adamı.'' Evet, kendini dinletebiliyor. Küçük bir ayrıntı, bu tür halka açık platformlarda önemli olan anlatılan-savunulan şeyin halkın anlayabileceği bir düzeyde sözcüklere dökülebilmesidir. Bu sözcükler içinde komünizm, proleter diktatörlük, anti-emperyalizm vb. geçmeyebilir. Yadırganmamalı, bu tür konuşmalarda olması gereken tavır tam da budur. Komünizmin ne olduğu, bu konularda partinin neyi savunup savunmadığı konuları farklı zeminlerde ve farklı yayınlarda anlatılıyor zaten. Bu konuda bir yığın yayını da var. Dahası sosyalist kuramın ne olduğu, nasıl benimsendiği, konuları da hemen hemen tüm sosyalist partilerde çok da değişmez. Marks, Engels hemen hepsinde ustalarımızdır. Lenin konusunda da çok farklılık gösterilmez. Ama önemli olan, daha da önemli olan toplumsal alanda etkin hale gelebilmemiz ve bu yönde bir sosyalist tavır ve söylem geliştirebilmektir. Erkan Baş'ın   bu konuda oldukça yetenekli ve donanımlı olduğunu söyleyebilirim. Kendisini diğer liderlerden farklı kılan da bu özelliği.

( Dün akşan sosyal medyada yazmıştım. Bu başlığa uygun düşüyor.)



Yeni Başlık  Cevap Yaz



Forum Ana Sayfası

 


 Bu konuyu 1 kişi görüntülüyor:  1 Misafir, 0 Üye
 Bu konuyu görüntüleyen üye yok.
Konuyu Sosyal Ortamda Paylas
Benzer konular
Başlık Yazan Cevap Gösterim Son ileti
Konu Klasör Leninist strateji ve ‘Sosyalist Bölünme’ dayanışma 0 4798 07.09.2014- 21:08
Konu Klasör Bir sosyalist strateji ihtiyacı - Ender Helvacıoğlu melnur 3 3012 30.01.2023- 02:08
Konu Klasör Sosyalist strateji ile Kürt hareketinin stratejisi munzur 0 4030 10.06.2016- 12:34
Konu Klasör Eşitsiz gelişme ve arkaik olanın yükselişi... melnur 1 2674 06.05.2020- 16:50
Konu Klasör Strateji ve Taktik melnur 0 3974 19.02.2014- 01:11
Etiketler   TİP’in,   yükselişi,   sosyalist,   strateji.
SOL PAYLAŞIM
Yasal Uyarı
Sitemiz Bir Paylasim Forum sitesidir Bu nedenle yazı, resim ve diğer materyaller sitemize kayıtlı üyelerimiz tarafından kontrol edilmeksizin eklenebilmektedir. Bu nedenden ötürü doğabilecek yasal sorumluluklar yazan kullanıcılara aittir. Sitemiz hak sahiplerinin şikayetleri doğrultusunda yazı ve materyalleri 48 Saat içerisinde sitemizden kaldırmaktadır.
Bildirimlerinizi info@solpaylasim.com adresine yollayabilirsiniz.
Forum Mobil RSS