SolPaylaşım  
Ana Sayfa  |  Yönetim Paneli  |  Üyeler  |  Giriş  |  Kayıt
 
OTURUYORSAN KALK; AYAKTAYSAN YÜRÜ; YÜRÜYORSAN KOŞ!
Yurt ve dünya sorunlarına soldan bakan dostlar HOŞGELDİNİZ .Foruma etkin katılım yapabilmeniz için KAYIT olmalısınız.
Yeni Başlık  Cevap Yaz
 Toplam 2 Sayfa:   Sayfa:   [1]   2   >   son» 
MDD ( Milli Demokratik Devrim) Teorisi           (gösterim sayısı: 14.396)
Yazan Konu içeriği
Üye Profili boşluk
melnur
[ Gelenek ]
Kurucu
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 02.08.2013
İleti Sayısı: 10.954
Konum: İstanbul
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder

36 kere teşekkür etti.
50 kere teşekkür edildi.
Konu Yazan: melnur
Konu Tarihi: 14.08.2013- 16:05


MDD ( Milli Demokratik Devrim) Teorisi

Milli Demokratik Devrim Teorisi (MDD) Türkiye sol hareketinin 60'lı yıllarının sonlarına doğru ortaya atılan bir tezdir. "Maoizmle süslenmiş Kemalizm" şeklinde de eleştirilere uğramıştır. Bu konuda eski bir yazının ilgili bölümünü buraya asarak bir başlangıç yazısıyla konuya giriş yapılabilir. Sonrasında konu detaylandırılır.

"Milli Demokratik Devrim hareketi 60'lı yıllarda sol saflarda yankı bulan kapitalist olmayan kalkınma yolunun ve YÖN hareketinin aydınlar üzerinde yarattığı derin etkisi altında biçimlenmiştir. İdeologu ve önderi TKP'li Mihri Belli'dir.

Lenin "İki Taktik" adlı eserinde daha sonra Ekim devrimi arifesinde değiştireceği ve yerine koyacağı "Nisan Tezleri'nde"Bütün İktidar Sovyetlere" ilkesini koyacağı iki aşamalı bir devrim stratejisinden söz eder. Bu strateji ilkin demokratik devrim sonra sosyalist devrim aşamalarından oluşur. Önce burjuva demokratik devrim yapılacak sonra bir geçiş süreci yaşanarak sosyalist devrime varılacaktır. Lenin'in SSCB'de gelişen süreç içinde değiştirdiği bu tez, sonraları Sovyetler Bişrliği Komünist Partisi tarafından "kapitalist olmayan yol" stratejisi altında yaygınlaştırılmıştır. Ulusal demokratik devrim ya da Milli Demokratik devrim emperyalizmin sömürgesi ya da yarı sömürgesi olan ülkelerde proletaryanın, burjuvazinin anti-emperyalist, ulusal ve milli unsurlarla ittifakına dayanan az gelişmiş ülkelere özgü yeni bir boyuta büründürüldü.. İki Taktik'te milli demokratik devrim diye bir şey de yoktur; burjuva demokratik devrimi vardır. O zaman Çin devrimiyle başlayan ulusal demokratik devrim ya da milli demokratik devrim diye bir strateji savunulmaya başlanmıştır. Mihri Belli'nin savunduğu MDD böyle bir harekettir.

Mihri Belli'nin Yön dergisinin 48.sayısında Mehmet Doğu imzası ile yazdığı "Sosyalizm Tartışmaları" başlığı altında Türkiye'nin toplumsal, ekonomik durumu ve siyasal erkin yapısı hakkında söyledikleri şöyledir:

"Bugünün Türkiye'si, dünün bağımsız, anti-emperyalist, Kemalist Türkiye'si değildir. Zamanla gittikçe güçlenen, çıkışı ve kaderi emperyalizme bağlı bulunan ticaret burjuvası, feodal unsurlarla uzlaşmıştır ve bu komprador-ağa ittifakı Türkiye'nin kumanda merkezlerini ele geçirmiştir.

"Bugün Türkiye'de halk düşmanı cepheye el kaldıran karşısında emperyalizmi de bulacaktır. Demek ki, Kemalist kuvvetlerin savaşı sadece demokrasi uğruna anti-feodal savaş olarak kalmaz, bu savaş aynı zamanda emperyalizme karşı bir savaştır.

"Demokratik devrim ve milli hareketler, en geniş anlamda emekçi kitlelerinin, küçük burjuvazinin ve hatta bağımsız bir Türkiye'yi özleyen burjuvazinin bir kısmının da yararınadır, yani bir avuç sömürücü dışında bütün Türk milletinin savaşıdır.

"Bağımsız ve gerçekten demokratik bir Türkiyeyi özleyen her Türk yurtseveri, politik ve meslek teşkilatlarıyla işçiler, köy ve şehir emekçileri, Atatürkçü aydınlar, Kemalist Gençlik bu çağrıya kayıtsız kalmayacaklardır. Milli Cephe'nin bir an önce, en derin ve geniş surette kurulması, uzuvlanması için yaratıcı bir ruhla bütün ilericiler seferber olmuşlardır.

"Bu safhada yani demokratik devrim safhasında en önemli ana meselelerde, yani anti-emperyalist ve anti-feodal savaş zorunluluğu konusunda gerçekten Atatürkçü çevreler arasında güç birliğine doğru kuvvetli bir eğilim belirmişken, işçi sınıfı öncülüğü konusunda baş mesele olarak ele alıp, muhayyel Halkçı'lara çatmak pek olumlu ve yapıcı bir tutum sayılamaz."

(Mihri Belli (Mehmet Doğu), Yön dergisi; Sayı:48.Aktaran Haluk Yurtsever; Marksizm ve Türkiye Solu, El Yayınevi,Sah.186-187)

Hem YÖN ve hem de MDD hareketinde emperyalizm ve onun yerli işbirlikçilerine karşı öncelikle burjuva demokratik devrimi yapılması gerektiği ve bu devrim yapılırken asker-sivil zümre dediği silahlı kuvvetler ve aydınlar( YÖN'cüler) ile birlikte Kemalist gençliği ve hatta CHP'nin ortanın solu'nu da müttefik olarak görmekte ve onları bu savaşı vermek için cepheye çağırmaktadır. Bu savaşta öncülük konusunun sosyalistlerde olacağını söylemektedir. Ama bütün bu açıklamaların içinde işçi sınıfı yoktur. MDD'nin TİP ve YÖN hareketinden ayrılan en önemli yanı kalkınma konusuna pek yer vermemesidir. Onun yerine MDD hareketinde iktidarı ele geçirme ve bu konuda taktikler yoğun bir şekilde tartışılır.

MDD Türkiye'de solu Marksizm'le buluşturan ve kendisinden sonra gelen tüm sol örgüt ve hareketlere kaynaklık eden bir harekettir. Marksizm'in belli başlı kaynakları onlar tarafından Türkçe'ye çevrilmiştir.. Bu anlamda MDD hareketi kendisinden sonra gelen solun yaratıcısı durumundadır. MDD hareketinde de önceki hareket ve yapılanmalar gibi o dönemlerde enternasyonal solda etkili olan ideoloji egemendir.Bir yandan gelişmiş ülkeler için barış içinde yaşama gibi hedefi öngörürken, diğer yandan emperyalizmin egemenliğindeki geri kalmış ülkelerde burjuva demokratik devrimini öne çıkarmaktadır. Bu tezlerden barış içinde yaşama ve kalkınma tezleri MDD içinde çok fazla önemsenmezken, burjuva demokratik devrimi ve devrim stratejisi çok daha etkindir.

MDD''nin en önemli yanı bir devrim stratejisi getirmesidir. Bu devrim stratejinin içinde asker sivil ve aydınlar başköşededir. TİP zaten sosyalizm'e barışçıl geçişi hedeflemektedir. YÖN ve devrim çizgisi ise daha çok cuntacılıkla uğraşmaktadır. MDD ise başlıbaşına bir strateji ortaya koyar Zaten bir stratejinin var olması onu diğerlerinden farklı bir duruma getirmektedir. Böyle bakıldığında THKP, THKO ve TKP-ML gibi silahlı mücadele gruplarının neden MDD içinden çıktığını anlamak da kolaylaşıyor. "

http://www.solpaylasim.com/k38-kizildere-bir-destandir-.html





Bu ileti en son melnur tarafından 25.09.2018- 16:18 tarihinde, toplamda 4 kez değiştirilmiştir.
Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
ayhan
[ .... ]

Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 05.12.2013
İleti Sayısı: 1.076
Konum: Tekirdağ
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder


Cevap Yazan: ayhan
Cevap Tarihi: 09.01.2016- 20:44


"Maoizmle süslenmiş Kemalizm"

MDD'nin bu şekilde anılması Doğu Perincek yüzünden olabilir mi?




Bu ileti en son ayhan tarafından 09.01.2016- 20:44 tarihinde, toplamda 1 kez değiştirilmiştir.
Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
melnur
[ Gelenek ]
Kurucu
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 02.08.2013
İleti Sayısı: 10.954
Konum: İstanbul
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder

50 kere teşekkür edildi.
36 kere teşekkür etti.
Cevap Yazan: melnur
Cevap Tarihi: 17.11.2017- 07:41


Devrimin demokratik olanı - Mesut Odman

Olur mu?

Aslında, olmaz.

Olmasına olur da, o çok eskidendi. Artık olmuyor.

Peki, devrimin burjuvası olur mu? Burjuvası derken, o sınıfın eli ya da öncülüğü ile ve o sınıfın çıkarlarını, çıkarlar dediysek, tarihsel ve güncel olanlarını birlikte anlatmak istiyoruz, öylesi çıkarlarını gözeten, onları ön plana almakla birlikte bir bütün olarak toplumun çıkarlarını da sorun edinen bir devrim olur mu?

Bir önceki soruyla birleştirirsek, demek istediğimiz, artık bu anlamda demokratik devrim ve onu gerçekleştirecek sınıfın eline bakan burjuva devrimi olmuyor. Olmaz. Olamaz.

Nedenini, pek çok etkeni, onların birbiriyle etkileşimini, tümünün birden gerçekleştiği birkaç yüzyıl ile anlatılabilecek zaman boyutunu bir arada ve bir çırpıda aktarmaya kalkışan bir özet olarak şöyle anlatmak mümkün: Burjuvazi dediğimiz, halk ağzındaki günlük kullanıma uyarak patronlar sınıfı da diyebildiğimiz bu sınıf, çok uzun süredir iktidardadır; bu süreyi, birkaç yüzyıl kadar önceden başlatabiliriz. Ayrıca, değişen müttefikleriyle birlikte, yeryüzünün hemen hemen tümünde bu iktidarda olma durumu geçerlidir. Ek olarak, bu çok uzun süre boyunca, kendisiyle birlikte tarih sahnesine çıkmış ve kimileyin yeterli kimileyin yetersiz biçimlerde, kimileyin unutmuş izlenimi verecek kadar aralıklarla kimileyin aklında başka şey yokmuşçasına kararlılıkla peşine düşerek iktidara göz koyan bir başka sınıf daha olmuştur. Hatta, kendinden önce iktidarda olanın “mezar kazıcısı” olduğu saptaması yapılan bu sınıf, dünyanın önemli bir parçasında basbayağı iktidarı da almış, orada patronlar sınıfı ile müttefiklerini de kaldırıp atmış, hatta ve hatta, bu egemenliğini yeryüzünün başka yörelerine de şu ya da bu biçimde yaygınlaştırmayı becerebilmiştir.

Öte yandan, bu iktidar olma ve iktidarını genişletme dönemi, hele kapitalistler sınıfının iktidarı ile karşılaştırıldığında, hiç de uzun sürmemiş, ama bir uyarıyı yeterince güçlü bir biçimde gerçekleştirmiştir. Buna, iktidarın sonlu olduğu ve bu sonun hiç de dikkate alınmayacak bir uzaklıkta bulunmadığı uyarısı, demek mümkündür.

Bu uyarının alınması, üstelik kuramsal düzeyde, yazılarda, kitaplarda, sözlerde değil, gerçek hayatta, gözle görülerek, elle tutularak alınması, burjuvazi dediğimiz sınıfta ne rahat, ne huzur, ne demokrasi bırakmıştır. İster burada, ister buraların çok çok uzaklarında, ister yeryüzünün bir ucunda, ister öbür ucunda…

Rahatı kaçan burjuvazi, çok erken tüketmiştir ilerici denebilecek yanını. Çok erken derken, karşısındakilerin görebildiği zamanlara göre çok erken, demek istediğimiz yeterince açık olmalıdır.

Karşı taraftakiler, burjuvazinin eksik bıraktıklarını da biz yaparız, ama kendi asıl işimizi yaparken, onun yanı sıra, bir yan ürün olarak yapar, yapıveririz, demişlerdir. Demelerinin üzerinden aşağı yukarı 100 yıl geçmiştir. Aşağı yukarı, diyorum; çünkü, bunun burada yazdığımız biçem ve açıklık içinde yazılıp söylenmesinin üzerinden tam 100 yıl değil, 4 yıl daha eksik bir süre geçmiştir. Burjuva demokratik reformlar da,   esasen, bizim sosyalist devrimimizin yan ürünleri olarak gerçekleşebilir; biz onları da o arada, geçerken, çözüveririz, demişlerdir.

Lakin, bunları dediklerini ya unutanların ya da önemini yeterince kavrayamamış görünenlerin çokluğundan olmalı, belki de ikisinden birden, burjuvazi denilen sınıfın tümünden değilse bile, onun bazı bölmelerinden medet ummaya devam etmişlerdir.

O kadar da değil. Daha kötüsünü yapmışlar ve hele bir burjuvazinin eksik bıraktıkları tamamlansın, onların hâlâ ilerici olanlarıyla birlikte tamamlayalım, ondan sonra bizim de sıramız gelecek, demişlerdir.

Sonuç olarak, devrimcilikle ilgisi kalmamış, var idiyse de pek kısa sürmüş bir sınıfın devrimini tamamlaması biçiminde anlatılabilecek bir beklenti, bir umut, bir dua, bir olmayacak duaya amin,   hepsi bir araya geldiğinde, saçma sözcüğünün uygun düştüğü bir durum ortaya çıkmıştır.

Örnek olsun, yakın zamanlarda, ve yine örnek olsun, bizim ülkemizde olup bitenleri göz önünde bulundurarak sürdürebiliriz.

Bunlar, bu olup bitenler, burjuva devrimlerinin tamamlanması konusunun nasıl bir bitip tükenmez öykü mü, masal mı, efsane mi olduğunun kanıtlarıyla doludur. Şöyle de söylenebilir: O denilen devrimlerin, aslında, tamamlandığı hiç görülmemiştir ve görülen de yaşanan da durmadan eksilen, gerileyen, ardından birkaç ileri adım atılan, sonra yeniden ve daha büyük ölçülerde eksilip gerileyen bir haklar ile özgürlükler toplamıdır. Bu gitgellerin az çok saptanabilen dönemeçlerinde ya da dönüm noktalarında ise, geriye dönülüp bir muhasebe yapıldığında, en iyimser olasılıkla “Az gittik uz gittik, dere tepe düz gittik.” sözleri dökülebilir dudaklardan. Elbette, o tekerlemenin geri kalanıyla birlikte: “Bir de dönüp baktık ki, bir arpa boyu yol gitmişiz.”

Burjuva devrimleriyle gelen ilerlemeler, tam da böyledir.

Daha öncekileri bir yana bırakalım, bırakılamaz ya, işi sadeleştirip kolaylaştırmak için öyle yapalım, şu son 15 yılda Türk, ya da isteyen Türkiye desin, demokrasisinde sağlanan gelişmeler son derece çarpıcıdır. Burada kinaye yapmıyoruz, laf sokuşturmaydı, alaydı, şuydu buydu, bu tür niyetlerimiz yok kesinlikle. Bu satırların yazılış amacı çok ciddidir; ama şunu unutmadan: Sağlanan olağanüstü demokratik gelişmeler, belli bir sınıf için söz konusudur. Biraz daha inceltilerek yinelenirse, en büyük ölçüde patronlar sınıfı için, hemen ardından da onların en yakınında bulunan toplumsal sınıf ve kesimler için gerçekleştirilen ekonomik-demokratik ilerlemeler “akıl almaz” deyişiyle anlatılması kesinlikle abartılı olmayacak düzeylerdedir.

Öyleyse, şu soruyu nereye koyacağız yahut, aynı anlama gelmek üzere, nasıl yanıtlayacağız: Yaşamak için emeklerinden başka güçleri olmayan insanlar, emekçiler, onların oluşturdukları toplumsal sınıflar için hayat, bu dünya, demokrasi, her neyse, bütün bunlar, bir eşeğini kaybedip yeniden bulma, üstelik de her defasında bir kulağı, bir gözü, bir ayağı eksilmiş olarak bulma oyunu mudur?  

Baştaki soruya dönebiliriz şimdi: Demek, devrimin demokratik olanı yok artık. Olmayacak. Devrim olursa, ki elbette olacak, olduğunda, yapıldığında, önüne sosyalist sıfatı konularak anılacak. Nedeni besbelli: İktidarı alacak sınıf, işçiler ve emekçiler olacak, hâlâ bu iki sözcüğü birlikte kullanmaya devam ediyoruz, belki bir süre sonra tekleştirmenin çaresini   buluruz, işte o toplumsal sınıfın çağdaş kölelikten kurtulma,   var olma ya da olmama, yaşamını sürdürme ya da sürdürememe sorununu çözmenin yolu, bugünkünden çok farklı bir dünya, en kısa anlatımıyla, insanın insanı sömürmediği, baskı altına alıp ezmediği bir dünya kurmaktan geçtiği için böyle olacak.



Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
melnur
[ Gelenek ]
Kurucu
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 02.08.2013
İleti Sayısı: 10.954
Konum: İstanbul
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder

50 kere teşekkür edildi.
36 kere teşekkür etti.
Cevap Yazan: melnur
Cevap Tarihi: 28.11.2017- 09:55


'Strateji tartışması'-Metin Çulhaoğlu



Milli demokratik devrim (MDD) görüşünü benimseyenlerle sosyalist devrim (SD) tezini savunanlar arasındaki “strateji tartışmaları” 1960’larda Türkiye sosyalist hareketine damgasını vurmuştu.  

Aradan yarım yüzyıl geçmiştir.

Kimilerine göre bu eski tartışma MDD görüşünün doğrulanmasıyla sonuçlanmıştır.

Varılan hükmün geçerliliği iki açıdan sınanabilir: 1) Türkiye’de son 50 yıl içinde bir milli demokratik devrim gerçekleşmiş, MDD görüşünün doğruluğu bu şekilde kanıtlanmıştır. 2) MDD gerçekleşmemiş olsa bile, solda ciddiye alınır her kesim bugün bu hedefin doğru olduğunu kabul etmektedir.

İlkini ciddiye alamıyoruz.

İkincisini de yabana atamıyoruz…

***

İkincisini yabana atamamamızın nedeni elbette bugün solun büyük bölümünün 50 yıl öncesinin MDD’sini aynen savunuyor olması değildir. Ne var ki, birilerinin “demokratik” ön ekini fuzuli bulması, başkalarının ise “milli” ön ekinden hoşlanmaması işin özünü pek değiştirmemektedir. İşin özü, “aşamalı devrim” anlayışıdır. Bu öz 50 yıl önce kendini MDD olarak ortaya koymuştu. Bugün, adı tam konmasa, fazla telaffuz edilmese bile kısalmış haliyle “demokratik devrim” yaklaşımı solun önemli bir bölümüne nüfuz etmiş durumdadır.

Yani işin özü “aşamalı devrim” ise, bu yaklaşımın taşıdığı ağırlığın yabana atılmaması gerektiğini söylüyoruz.

Daha ötesini de söyleyelim: Bugün programlarında “sosyalist devrim” yazan örgütlerin özellikle yaşlı kuşaklarını biraz eşelerseniz alttan elbette 50 yıl önceki haliyle MDD değil, ama bir tür aşamalı devrim anlayışının çıkması büyük olasılıktır.

Hem eski göz ağrısıdır hem de dünya sosyalist hareketinin tarihinde yeri vardır.

Azgelişmiş ve emperyalizmin güdümü altındaki ülkelerde “milli demokratik devrim”, gelişmiş kapitalist ülkelerde ise büyük tekelleri kuşatıp öyle yol alan “ileri demokratik devrim” etiketleriyle yıllarca kabul görmüştür.

***

Aşamalı devrim yaklaşımının sol üzerindeki etkisinin yabana atılamayacağını söyledik; ancak bu söylediğimiz, aynı anlayışın maddi yaşamda, sınıf mücadelelerinde güncel bir karşılığı olduğu anlamına gelmiyor.

Tersine, herhangi bir ön ek taşısın taşımasın, aşamalı devrim yaklaşımının günümüzde geçerliliğini tamamen yitirdiği görüşündeyiz.

Nedeni, aradan geçen yıllarda kapitalizmin hem ulus devletler ölçeğinde hem de uluslararası entegrasyon düzeyinde yaşamış olduğu yeniden yapılanmadır.

Birincisi: Günümüz dünyasında bir bütün olarak sermaye sınıfını kendi içinden ayrıştırarak bir kesimi başka sermaye kesimlerine karşı harekete geçirmenin, kendi çıkarlarının da karşılık bulacağı bir “devrim aşamasına” kadar taşımanın nesnel zemini kalmamıştır.

İkincisi: Bugün dünyada dış dinamiğin, yani kapitalist sistemle entegrasyon dinamiklerinin, içerdeki sınıfsal saflaşmalar ve sınıf mücadelelerinden “ayrı” bir yerde durup bunlara mutlak anlamda başatlık taşıdığı ülke yok denecek kadar azdır.

***

Bu turun ardından günümüz Türkiye’sine odaklanırsak kilit kavramın “devrim” olduğunu görüyoruz.

Türkiye’de sermaye sınıfının çıkarlarını kollayan siyasal partilerin kendi başlarına ya da koalisyonlarla, üstelik geniş halk kesimlerinin desteğiyle iktidara gelmeleri elbette mümkündür.

Sonuçta iktidar değişikliğidir.

Ama devrim başka bir şeydir.

Türkiye’de emekçi sınıfların düzen/parlamento dışına taşan hareketliliği, kendi kitlesel örgütlenmeleri, giderek bu örgütlenmelerle oluşan “ikinci bir iktidar odağı” gündeme gelmeden herhangi bir devrim ortamından söz etmek mümkün değildir.

Peki, ya bunların hepsi olur da   “ikinci odak” kendini demokratik hedefler ve taleplerle sınırlarsa?

Birincisi: Bu ülkede (özelleştirmeler ve işçi sınıfının kayıpları başta) 12 Eylül 1980’den sonra, geçtiğimiz 15 yılda da AKP eliyle gerçekleştirilenler ortadayken “demokratik” talepler formel demokrasi sınırları içinde karşılanamaz. İkincisi: Günümüzde “demokratik” denilen taleplerin bile sermaye sınıfının öz çıkarlarıyla, alıştığı rahatlıkla vb. bağdaşabilecek yanı kalmamıştır.

Kısacası demokrasi, üzerinde sıçramaya başlandığında sıçrayanı çok ötelere taşıyacak bir tramplen haline gelmiştir.

Ya aşamalı devrimde ısrar edecekler?

Onlara da “emek gücünün bir meta olarak alınıp satılmasına son verilmesinin” aslında demokratik bir talep olduğu söylenip böyle bir ikna yolu denenebilir.



Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
melnur
[ Gelenek ]
Kurucu
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 02.08.2013
İleti Sayısı: 10.954
Konum: İstanbul
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder

50 kere teşekkür edildi.
36 kere teşekkür etti.
Cevap Yazan: melnur
Cevap Tarihi: 25.09.2018- 04:59


Bir 'an' ve 'süreç' olarak devrim - Metin Çulhaoğlu


Türkiye sosyalist hareketinde ağırlıkla “Kemalist iktidar karşısında nasıl bir tutum alınması gerektiğine” odaklanan ve çok dar çevrelere sınırlı kalan 1920’lerin ve 1930’ların tartışmalarını bir yana bırakırsak, “devrim stratejisine” ilişkin tartışmalar asıl 1960’lı yıllarda canlanmıştır.

1960’ların ikinci yarısına gelindiğinde ülkede aşamalı devrim (önce milli demokratik devrim- MDD) öngörenlerle doğrudan (aşamasız) sosyalist devrimi (SD) öngörenler arasında net bir ayrışma ortaya çıkmıştır.

Bu ayrışmanın ayrıntılarına girmemiz mümkün değil. Ancak, günümüz için belirli anlamlar taşıyan kimi kilit noktalara değinebiliriz. Dönemin sosyalistleri söz konusu olduğunda MDD tezinin özellikle Mihri Belli tarafından temsil edilen bir “klasik” versiyonu, bir de daha sonra Mahir Çayan tarafından geliştirilen ve “kesintisiz” denebilecek başka bir versiyonu vardır. İlkinde net bir aşamacılık görürüz; önce MDD olacak, bir süre böyle gidecek ki sonra SD olabilsin… Çayan’da ise birbirinden net ayrıştırılmış aşamalardan çok bir süreç kurgusu buluruz: Evet, MDD hedefiyle yola çıkılacaktır; ama bu süreç kesintisiz biçimde ilerleyerek sonuçta sosyalist devrime varacaktır…

SD cephesi ise bu teze siyasal devrimle toplumsal devrim arasında Marx’a sadık bir ayrım yaparak karşı çıkmıştır. Bu ayrım, siyasal iktidarın fethi anlamında SD’yi bir “an” olarak değerlendirirken siyasal iktidarın fethini izleyecek dönemin bir süreç olduğunu vurgulamıştır. Yeri gelmişken, bu tezin geliştirilmesinde Behice Boran’la birlikte Kenan Somer’in payını ve ağırlığını da teslim etmek gerekir.

***

50 yıl sonra neler söylenebilir?

Bizce SD kampı siyasal devrimle toplumsal devrim arasında ayrım yaparken ve bunlardan ilkini “an” ikincisini ise “süreç” olarak düşünürken temelde haklıydı. Ne var ki dönemin hararetli tartışmaları içinde sosyalist devrim adına çubuğun “andan” yana fazlaca bükülmesi, siyasal devrimin, yani siyasal iktidarın fethinin de kendi karmaşık ön süreçleri olacağı gerçeğini gölgelemiştir.

Bugün, “devrim stratejisi” söz konusu olduğunda söylenebilecek ne varsa hepsinin 1971’e kadar zaten söylenmiş olduğunu ve sadece bunlar üzerinden yürünmesi gerektiğini düşünmüyorsak, siyasal devrimin, yani sosyalist devrimin kendi ön süreçleri üzerinde daha fazla düşünmek ve tartışmak zorundayız.

Bu arada kuşkusuz “elde olanları” da unutmadan:

Elde var bir: Bugün Türkiye’de sınıfsal çıkarları emperyalizmden kopmakta yatan, bunun için kendi temel sınıf düşmanıyla bile işbirliği yapabilecek herhangi bir sermaye kesiminden söz etmek tamamen saçmalıktır.

Elde var iki: İşçi sınıfının ve sosyalistlerin, güncel ve somut hedefler dışında, özellikle ayrı/ön bir devrim aşaması için ittifak yapması gereken/yapabileceği herhangi bir toplumsal ve ya da sınıfsal kesim yoktur. Kürt hareketinin konumu ayrı bir başlıktır.

Elde var üç: Türkiye sosyalist devrime kadar kuşkusuz pek çok siyasal, toplumsal vb. kırılma yaşayacaktır; ancak, ne kadar önemli olurlarsa olsunlar bu kırılmaların hiçbiri “devrim” sıfatını hak eden bir radikallik ve dönüştürücülük taşımayacaktır. İsteyen 2002 yılındaki AKP iktidarını “muhafazakâr demokrat inkılâp” olarak değerlendirip buradan başlatsın, isteyen 2010 referandumunu “demokratik devrimin tamamlanması” sayıp burada bitirsin; hepsi fantezidir.

Elde var dört: Behice Boran’ın kimilerine totoloji gibi görünen sözünün bu söylenenleri özetleme anlamında özel bir değeri vardır: “Türkiye’de bir devrim gündeme geldiğinde bu sosyalist devrim olacaktır…” Evet, her şey olabilir, ama adını devrim koyacaksak bu ancak sosyalist devrim olabilir…

***

Sosyalist devrimin kendi ön süreçleri dedik, SD’cilerin 50 yıl önce konunun bu yanını gölgede bıraktığından söz ettik.

Bu gediği şimdi kapatmak gerekiyorsa kurgulara, hatta düş gücünün ortaya çıkarabileceklerine elbette başvuralım; ama bunlardan çok daha değerlisi, söz konusu ön süreçleri daha yakından kestirmemizi sağlayacak halk örgütlenmeleri, eylemlilikler ve cepheler olacaktır.




Bu ileti en son melnur tarafından 25.09.2018- 05:03 tarihinde, toplamda 1 kez değiştirilmiştir.
Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
melnur
[ Gelenek ]
Kurucu
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 02.08.2013
İleti Sayısı: 10.954
Konum: İstanbul
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder

50 kere teşekkür edildi.
36 kere teşekkür etti.
Cevap Yazan: melnur
Cevap Tarihi: 18.10.2018- 09:40


MDD bir anlamıyla BDD'nin Türkiye versiyonudur. Yani aşamalı devrimin Türkiye'ye uyarlanmış tarzıdır. Aşamalı devrim adı üzerinde sosyalizme ulaşmanın bazı aşamalardan geçmesi gerektiğini savunur. Önce demokratik bir aşamayla kapitalizmin gelişmesi ve sonra sosyalizme geçiş. MDD'nin basitçe anlamı budur.

Doğu Perincek'in Kemalizm'i yani MDD'si bu aşamalı devrimin referanslarının Leninizm'de yattığını da savunur. Marks'ı 19 yüzyılın Avrupa devrimiyle, Leninizmi ise 20   yüzyılın Asya-Afrika devrimleriyle özdeşleştirir. Doğu Perincek'in MDD'si, bir başka tanımlamayla Kemalizmi kendi sözleriyle Leninizmin Marksizm'e getirdiği yorumlardan kaynaklanır. Aşağı yukarı 10 maddede ''Leninizmin özü''nü açıklar. Bence bu 10 maddenin pek çoğu da doğrudur. Örnekse, emperyalizm çağına giriş yaptığımız, sosyalist devrimlere ulusal kurtuluşların eklendiği, devrimin batıdan doğuya kaydığı vb. Ama Lenin'in ezen ülkeler ezilen ülkeler ayrımını sınıf mücadelesinin önüne koyması ve kapitalist gelişmenin feodal çelişkileri büyük oranda   tasfiye ettiği ülkelerde ( örnekse Türkiye) hala köylülüğe ve aşiretsel yapıya belirleyici bir anlam yüklemesi katılmadığım yorumlar. Dolayısıyla Türkiye'nin devrim stratejisi ne 60'larda tartışıldığı biçimiyle ve ne de bugün MDD'dır. Türkiye burjuva devrimini 1908'de başlatmış, 1923'te hemen hemen sonlandırmıştır. Çok değerlidir, çok anlamlıdır. Tarihsel bir ilericiliktir. Kemalizm bu burjuva devriminin siyasi karşılığıdır. 1789'da Fransa'da gerçekleşen devrim neyse, 1923 Anadolu devrimi de odur. Tarihsel gelişme veya sıçrama derken kastedilen de bir ümmet toplumundan bir yurttaş topluluğu çıkarmak ve anlama çabamızı göklerden yeryüzüne indirmektir. Hurafe toplumundan bilim toplumuna sıçramaktır. Kürt hareketine kuyrukçuluk yapılacak diye bilinmeyen sulara girmek ve kendisi gibi kuyrukçu olmayan ve biat etmeyen siyasetlere düşmanlık yapmak ve bu düşmanlığın solculuk olduğu yönünde bir algı yaratmak tam bir cahil şarlatanlığıdır.



Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
melnur
[ Gelenek ]
Kurucu
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 02.08.2013
İleti Sayısı: 10.954
Konum: İstanbul
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder

50 kere teşekkür edildi.
36 kere teşekkür etti.
Cevap Yazan: melnur
Cevap Tarihi: 23.02.2019- 00:26


MDD''nin en önemli yanı bir devrim stratejisi getirmesidir. Bu devrim stratejinin içinde asker sivil ve aydınlar başköşededir. TİP zaten sosyalizm'e barışçıl geçişi hedeflemektedir. YÖN ve devrim çizgisi ise daha çok cuntacılıkla uğraşmaktadır. MDD ise başlıbaşına bir strateji ortaya koyar Zaten bir stratejinin var olması onu diğerlerinden farklı bir duruma getirmektedir. Böyle bakıldığında THKP, THKO ve TKP-ML gibi silahlı mücadele gruplarının neden MDD içinden çıktığını anlamak da kolaylaşıyor.


Bu pasajı başlık yazısının içinden aldım. Yazıyazforum döneminde çıkardığımız aylık e-dergide   ''Kızıldere'' yıldönümüyle ilgili olarak hazırlanmıştı. MDD o yazı bütünlüğü içinde kısa bir bölümdü, detaylandırılmamıştı. Burada ayrıca ele almak, detaylandırmak Türkiye'nin yakın tarihinin daha iyi anlaşılabilmesine de katkısı olacaktır diye düşünüyorum. Bu bağlamda Aydınlık ( ve Perincek) siyasetini ele almak ve MDD yorumunu da ayrıntılandırmak, PDA'nın ortaya çıkışı   vb. bu başlıkta işlenebilir.


Eminim, bu konularda katkı verecek arkadaşlar da olacaktır.




Bu ileti en son melnur tarafından 23.02.2019- 00:26 tarihinde, toplamda 1 kez değiştirilmiştir.
Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
melnur
[ Gelenek ]
Kurucu
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 02.08.2013
İleti Sayısı: 10.954
Konum: İstanbul
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder

50 kere teşekkür edildi.
36 kere teşekkür etti.
Cevap Yazan: melnur
Cevap Tarihi: 27.02.2019- 11:53


Sosyalist Devrim, Milli Demokratik Devrim ayrışmasında MDD'yi oluşturan kesimlerin de aynı   devrimci stratejiyi savundukları söylenemez. Bir tarafta Mihri Belli ve Mahir Çayan grubu varsa diğer tarafta Perincek grubu vardır. Başka bir başlıkta söylemiştim, Belli Çayan grubu ideolojik önderlikten yana tavır koyarlarken Perincek grubu ise söz konusu devrimci stratejinin merkezine Kemalistleri koyuyordu. Bir başka fark da Perincek grubu kitle çizgisine daha yakındı. Gençlerin silahlı mücadelesine kalkışmasını yanlış buluyordu. Silahlı gençlik örgütlerin mücadelesinin nasıl sonuçlandığını biliyoruz. Kızıldere başlıklı yazımızda da bu süreç anlatılmaya çalışıldı. Perincek'in başını çektiği grup ise   80'li yılların sonu ve özellikle reel sosyalizmin çözülüşüyle birlikte büyük bir ayrışma yaşadı. Bilindiği gibi bu ''maocu grup'' olarak adlandırılan kesimlerin çok büyük bir çoğunluğu liberal saflara kaydı. Buna Ertuğrul Kürkçü'yü de eklediğimizde pek de yanlış yapmış sayılmayız. Bu sağlı sollu liberal savruluşun önceliği artık sadece burjuva demokrasisini daha ileri götürmek olmuştur. Hem AKP ve hem de Kürt hareketinin yasal temsilcisini de bu amaçla ilişkilendirdiklerinden AKP, sağlı sollu liberal takımı ve Kürt hareketinin kurduğu ittifakın perde arkasını daha iyi anlarız diye düşünüyorum.


Perincek konusuna gelirsek, Perincek öteden beri siyasal iktidarın elde ediliş sürecinde önceliği asker ve sivil Kemalist kadrolara vermiştir. Perincek'in bu görüşü hiç değişmemiştir. Daha önceden aşamasız bir sosyalizmi savunuyordu da, sonrasında aşamalı devrim aşamasını savunur hale gelmemiştir. Dün de bugün de aynı şeyleri savunuyor aslında. Önce Kemalist devrim adını verdiği bir aşama -bir anlamda burjuva devriminin tamamlanması- sonra sosyalizm. Perincek'in ideolojik stratejisi budur.
(Türkiye'de sol akımlar konusunda yazılan kitaplarda Perincek sol Kemalist olarak gösterilir. Bu değerlendirmenin açılımının altını da bu şekilde doldurmak mümkün.)

( Bir parantez daha açarsak MDD'nin öncüsü, kurucusu, yönlendiricisi vb. olarak pek çok kitap, yorum, değerlendirme Mihri Belli'yi işaret   eder. Ancak Birikim bu konuda Doğu Perincek'in adını verir. Bir bilgi olarak kenarda kalsın.)


Perincek'in değişmeyen bir özelliği daha var; o da sürekli bir müttefik arayışı içinde olmasıdır. Önceleri Kemalistlerdir bu özne, sonra Maoizm olmuştur. Perincek'in savunduğu MDD'ye ''Maoizmle bezenmiş Kemalizm'' benzetmesinin yapılmasının bir nedeni de budur. Bir ara Öcalan/PKK olmuştur. ( Gerçi o konuda farklı bir söylemi vardır.) Sosyal Emperyalizm ''tezleri'' o dönemin ''Üç Dünyacı'' eğilimlerinin bir sonucudur. DAha sonra o konuda da   yanlış yaptığını savunmuştur.


Perincek'in MDD'si konusunda çok şey söylenebilir; sonrasında söyleriz de; ama şunu söyleyerek bu yazıyı noktalayalım. Perincek için çok değişken bir siyasetçi olduğu söylenir ama gerçekte ideolojik tavrında bir değişiklik yoktur. Perincek'in gözü hep iktidardadır. Siyasal devrimdedir. Sosyalizm için siyasal devrimin gerekli olduğunu bilir ve onu savunur. Bu konuda hiçbir savrulması da ( bildiğim kadarıyla) yoktur. Ama Perincek bir türlü işçi sınıfının gücünü -nedense- yeterli görmez. Hep bir müttefik arayışı içindedir ve koşullara göre o müttefik arayışı da hiç değişmez.



Umarım, bu müttefiklik konusuna son zamanlarda destek verdiği ve ''ayrılıkçı kürtler ve Amerikan emperyalizmiyle mücadele ediyor'' dediği AKP'yi katmaz.







Bu ileti en son melnur tarafından 27.02.2019- 11:54 tarihinde, toplamda 2 kez değiştirilmiştir.
Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
melnur
[ Gelenek ]
Kurucu
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 02.08.2013
İleti Sayısı: 10.954
Konum: İstanbul
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder

50 kere teşekkür edildi.
36 kere teşekkür etti.
Cevap Yazan: melnur
Cevap Tarihi: 01.03.2019- 21:58


Perincek'in MDD'si derken üzerinde durulması gereken bir konu daha var. MDD yani Milli Demokratik Devrim çizgisi ''milli burjuvazi''ye atıfta bulunurken, haliyle ve doğal olarak (yurtseverlik değil) milliyetçiliği de ön plana çıkartır. Perincek'in en çok eleştirilen özelliklerinden biri de milliyetçiliği solun içine sokmasıdır. Üzerinde durulması gerektiğini söylediğim konu da bu. Sol ve milliyetçilik ilişkisi.

Sol ( sosyalist sol) milliyetçi değildir ve olamaz. Sosyalistler bu konuda milliyetçiliği değil, yurtseverliği savunur. Biz milliyetçi değiliz, yurtseveriz. ( Bu konuda, yani aralarında nasıl bir fark olduğu konusunda çeşitli başlıklarda açıklamalarımız mevcut; bu yüzden tekrar etmeyeceğim.) Bu konuda Kemal Okuyan'ın güzel bir değerlendirmesi var, ''biz kendi ülkemizin sömürücülerine de karşıyız'' demişti, ve milliyetçilik ile yurtseverlik arasındaki farkın temelde ne olduğunun altını çizmişti.

Milliyetçilik konusunun ne olduğuyla ilgili de SOL'da bir problem mevcut; Facebook'ta Kürt hareketini   Kürt milliyetçiliğiyle ilişkilendirmem karşısında bir keskin solcu(!)   arkadaşımızın bana ''Kürt halkının düşmanı'' yakıştırmasında bulunduğunu daha önce yazmıştım. Böyle çok örnekler var. Sanalda, kendini teorisyenmiş gibi göstermeye çalışarak egosunu tatmin etmeye çalışmaktan başka bir şey yapmayan bir başka arkadaşımız da, açık seçik kuyrukçu olduğu dönemde (VEDA) Halk Cephesi'ni sadece bu nedenle ''Perincek'in askeri kanadı'' benzeri ifadelerle tanımlamıştı. Bu yüzden hemen hemen   pek çok konuda olduğu gibi bu milliyetçilik konusunda da bilgilenme açısından problemler yaşadığımızı, yetersizlikler yaşandığını   düşünüyorum.

Birincisi Kürt hareketinin Kürt milliyetçisi bir hareket olduğu söylemi yanlış bir tanımlama değildir; çünkü Kürt hareketi milliyetçi bir harekettir. Bu tür tanımlamalara karşı çıkılmasının nedeni Kürt hareketini açık seçik sol-sosyalist bir hareket olduğunu sanmak değildir sanırım. Bir daha tekrar edelim; Kürt hareketi sol-sosyalist bir hareket değildir, özellikle illegal örgütü olan ve hiyerarşide en tepede bulunan PKK örgütü milliyetçi ve ayrılıkçı bir örgütlenmedir. Sanırım böyle söylendiğinde, böyle bir tanımlama yapıldığında birileri bundan çok farklı bir anlam çıkartmakta, ne çıkardığını da anlatamamakta ve eğer konu Kürt hareketiyse tepkisi ''Kürt halkının düşmanlığı'' suçlamasına kadar gitmektedir! Geçelim!

Milliyetçiliği, vatanseverliği, yurtseverliği aynılaştıranların öncelikle yapması gereken şey savunsalar da karşı çıksalar kullandıkları kavramların içeriğini somutlaştırmak ve zihinlerinde o kavram ve konuyu berraklaştırmaktır. Milliyetçilik konusu da bence bu şekilde sorunlu bir kavramdır, özellikle sanalın solculuğu bakımından.

Milliyetçilik genellikle vatanını milletini sevmek olarak tanımlanır. Gerçekte böyle bir duyguyu da barındırır. Yurtseverlikte de bu anlamda bir sevgi yoğunluğu vardır ama milliyetçilikten farkı bu sevginin bir sınıfsal içeriğe sahip olmasıdır. Milliyetçilik ülkeyi ilgilendiren konularda ulusal çıkar perspektifinden bakmaksa, yurtseverliğin buradaki farkı da tam bu noktada ortaya çıkıyor ve K.Okuyan'ın yukarda sözünü ettiğimiz cümlesinin anlamı da bu bağlamda önem kazanıyor.

Milliyetçilik aslında aynı topraklar üzerinde yaşayan insanların dışa karşı korunma ve dayanışma gereksinimlerini karşılayan bir ideolojiden başka bir şey değildir. Böyle bakıldığında sola-sosyalizme çok aykırı bir ideoloji de değildir. Milliyetçilik   Ahmet Taner Kışlalı'ya göre ''toplum içindeki çıkar çatışmalarına alet edildiğinde tutucu, toplumun dışa karşı   ortak yararlarını savunmak için kullanıldığında ilericidir. Başka bir deyişle, toplumdaki bir kesimin başka bir kesimi sömürmesini gözden saklamak amacıyla kullanıldığında tutucudur; ama o toplumun başka toplumlar tarafından veya başka toplumlar içindeki bir kesim tarafından sömürülmesine karşı başvurulduğunda ilericidir.''

Dolayısıyla kişilerin kendisini milliyetçi olarak nitelemesi veya kişi ve örgütlerin milliyetçi olarak tanımlanması farklı değerlendirmeler de içermiyorsa zihnimizde   birtakım önyargılara yol açmamalı. Ama en azından ''milliyetçiyim'' deyip ABD emperyalizmine karşı olduğunu söyleyenlerle, milliyetçi olduğunu söylediğimiz ama ABD emperyalizmiyle de   bölgede iş pişirenler arasında solculuğumuzun gereği bir fark gözetmeliyiz gibime geliyor.

Öyle değil mi?





Bu ileti en son melnur tarafından 18.12.2022- 04:14 tarihinde, toplamda 2 kez değiştirilmiştir.
Yeni Başlık  Cevap Yaz
 Toplam 2 Sayfa:   Sayfa:   [1]   2   >   son» 



Forum Ana Sayfası

 


 Bu konuyu 1 kişi görüntülüyor:  1 Misafir, 0 Üye
 Bu konuyu görüntüleyen üye yok.
Konuyu Sosyal Ortamda Paylas
Benzer konular
Başlık Yazan Cevap Gösterim Son ileti
Konu Klasör Milli ve Sosyalist Devrim spartakus 0 3514 01.02.2016- 01:27
Konu Klasör Leninist Kesintisiz Devrim Teorisi spartakus 0 4295 08.03.2015- 19:10
Konu Klasör Niçin Demokratik Devrim Değil? spartakus 10 8331 30.09.2015- 06:15
Konu Klasör Devrim nedir, devrim teorileri için ne söylenebilir? melnur 43 23032 30.12.2022- 06:14
Konu Klasör Her şeyin teorisi mi? melnur 3 4301 29.03.2020- 13:41
Etiketler   MDD,   Milli,   Demokratik,   Devrim,   Teorisi
SOL PAYLAŞIM
Yasal Uyarı
Sitemiz Bir Paylasim Forum sitesidir Bu nedenle yazı, resim ve diğer materyaller sitemize kayıtlı üyelerimiz tarafından kontrol edilmeksizin eklenebilmektedir. Bu nedenden ötürü doğabilecek yasal sorumluluklar yazan kullanıcılara aittir. Sitemiz hak sahiplerinin şikayetleri doğrultusunda yazı ve materyalleri 48 Saat içerisinde sitemizden kaldırmaktadır.
Bildirimlerinizi info@solpaylasim.com adresine yollayabilirsiniz.
Forum Mobil RSS