SolPaylaşım  
Ana Sayfa  |  Yönetim Paneli  |  Üyeler  |  Giriş  |  Kayıt
 
OTURUYORSAN KALK; AYAKTAYSAN YÜRÜ; YÜRÜYORSAN KOŞ!
Yurt ve dünya sorunlarına soldan bakan dostlar HOŞGELDİNİZ .Foruma etkin katılım yapabilmeniz için KAYIT olmalısınız.
Yeni Başlık  Cevap Yaz
Deniz'in Sırrı           (gösterim sayısı: 2.690)
Yazan Konu içeriği
Üye Profili boşluk
melnur
[ Gelenek ]
Kurucu
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 02.08.2013
İleti Sayısı: 10.954
Konum: İstanbul
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder

36 kere teşekkür etti.
50 kere teşekkür edildi.
Konu Yazan: melnur
Konu Tarihi: 06.05.2019- 12:11


Deniz'in Sırrı - Asaf Güven Aksel
Resim Ekleme
Bir fotoğraf var, Deniz’in sırrını aşikâr eden. Orada, öğrenciler, İstanbul Üniversitesi’nin rektörlük binasına yürüyorlar. Bir adım, ama bir adım önlerinde Deniz. Sol kolunu kaldırmış, sol eli açık, gel işareti yapar gibi. Sanki hepsini, geniş bir kulaç hareketiyle havayı yararak, öne doğru itiyor. Sağ kolu omuzundan hafif bir açıyla önde, yere dönük sağ eli yumruk. Arkadaşlarının gücü orada toplanmış da, üzerinde yürüdükleri zemine akıtılıyorcasına. Deniz’in sırrını aşikâr ediyor bu fotoğraf.

Belki bu tarif, semazen motifini çağrıştırmıştır, ama Deniz, gök katından beklenenlerin ayağını yere bastırarak ayrılır bu motiften. Tıpkı, 6 Mayıs şafağından, Hızır’la İlyas’ın buluşup dilekleri yerine getireceği efsanesini, Hıdırellez’i silip atması gibi.

“Kahrolsun Amerikancı sendikacılık!” Deniz Gezmiş adına, Türk-İş’i protesto eyleminde böyle haykırırken rastlıyoruz önce. Ağustos 1966’da. Sonrası, Amerikancı olan her şeyi kahretmeye yönelik bir mücadele süreci zaten. Bu süreç, 13 Haziran 1968 tarihli gazetelerin kendisinden “gençlik lideri” olarak bahsedecekleri bir ivme kazandığında, Deniz’in sırrına erilecek bir başka kanal açılıyor önümüzde: Bağımsızlık ruhu. Hani o şimdi üzerinde tepinilen, üç kuruşluk iftiralarla karalanmaya çalışılan ruh. Bir sırrın iki temel kanalından duyulan korku aslında, telaşla darağacı kurulmasına yol açan da, tarihten silmeye çalıştıran da.

Deniz Gezmiş’in eylem adamlığı, ölüme gözünü kırpmadan gidişi, bir kahramanlık mitosu olarak belleklerde yer edişi, hiç kuşkusuz, tarihimizin onur sayfalarına silinmemecesine yazılı kalacaktır. Ama bize asıl gereken, bizi asıl güçlendirecek olan, Deniz’in hikâyesinde, “en güzel 100 metre koşusu”nun ötesindeki sırra vakıf olmaktır. Deniz’in nasıl öldüğüne, nasıl yaşadığı açısından bakabilmektir. Belleksizleştirilmeye çalışılan bir ülkede, geriye, sıçrama noktalarının kalması ne kadar doğalsa, o sıçramayı sağlayan birikimi anımsamak da o kadar önemlidir.

O fotoğraftaki Deniz, arkadaşlarını ileriye çağırırken yalnız kalmadıysa, damar neredeyse kazmayı oraya vuran madenci oluşundandır bu. Ve o damardır hâlâ, en ücra bir köy evinde ayna kenarına fotoğrafını iliştirten, hâlâ adını taşıyan çocuklara seslenilirken geniz yakan.

Nedir o? Bu toprakların devrimcisi olmaktır. Toplumu şahdamarından kavrayan itirazdır ya da. Nedir o? Bir kantinde çarpışma olasılığınızın yüksekliğidir. “Sıradan”ın yanı başındaki öncüdür ya da.
Bir akşam, çingenelerin çayıra salıverdiği kemikleri fırlamış bir beyaz atın sırtında, kızlar yurdundaki bir pencerenin altında berbat sesle serenat yapılan kız arkadaştır, ertesi sabah üniversite işgalinde bu dalgacı adamla omuz omuza yer alan.

Gençtir Deniz. Gençlerden biri. Arkadaşlarının anılarında, yalnızca teorik tartışmaların, eylem planlarının değil, belki daha çok muzipliklerinin, “hırtlık”larının dile getirilmesi, genellikle gülerek yapılan anlatımların yer alması, yanılmayın, bir bellek seçiciliğinden değildir. Bu anıların Deniz denilince canlanması, verdiği mücadelenin kavratıcı unsurudur.

Edebiyata düşkünlüğü bilinir. Şiire, sinemaya. Bir yapıtı okumanın, izlemenin, “sek” hazzını tatmayı bilir. Kendisine orada özdeşleşecek kahramanlar arayan, önündeki pratik ya da teorik meseleye çözüm getirmesini bekleyen dar bakışlılardan değildir. Keseye en uygun ve lezzetli rakı-balık mekânlarına böyle beklentilerle gitmediği gibi.

Dönemin moda akımlarıyla hesaplaşarak, herkes kadar etkilenip süzülerek gelmiştir marksizme, Avrupa’da işçilere gece okullarında okutulmak üzere kaleme alınıp, şematizmin, basitleştirmenin kaçınılmaz izlerini taşıyan kitaplardan cümleler devşirerek değil.

Bu nitelikleridir, büyük sırrının anahtarı biraz da. Deniz bir eylem düzenliyorsa gençlik adına, o eylemin hedefi, sınırı tanımlanmıştır. Sonuç almaya yöneliktir, serüven yaşamaya değil. Kurulu düzeni rahatsız eden bu olduğu içindir, kuşatılıp bir başka mecraya itilmesi. Orada bile, o güne kadar izlediği çizgiyle sağladığı güvenin toplum nezdinde sarsılamadığını görürüz. “Deniz bir şey yapıyorsa, haklıdır,” fikrini en sıradan yurttaşta bile egemen kılan, taleplerin büyüklüğüne küçüklüğüne hiç aldırmadan, elle tutulurcasına bir meşruiyet hattına oturtmasıdır.

Topluma nüfuz etmiş ve verili bir anda, elinden alınmaya çalışılan tek bir değer yoktur ki, Deniz sahiplenip bayraklaştırmasın. Ne aptesinin kaçacağından korkmuştur, ne “aman bana şöyle derler” kaygısı duymuştur. Hedefe kilitlenir ve kullanabileceği hiçbir araca dudak bükme lüksüne sahip olmadığını bilir. Sistemin, yalnızca resmî söylemlerde kalmış niteliklerinden kopuşunu, halkla arasına sokulacak bir kama olarak kullanabilecek kadar kıvraktır. Sürekli bir bağımsızlık vurgusunun, dur durak bilmez bir Amerikan emperyalizmi ve işbirlikçileri teşhirinin “kavranacak halka” olduğunun keşfi, bizzat kendisinin analizinden üremiştir. Amelelere, öğrencilere, köylülere omuzları dokunduğu için mümkün olmuştur bu.

Deniz, gençliğin öncü nitelikli bir arkadaşı olarak, ülkesinin bütün sıçrama taşlarını bir topograf titizliğiyle gözeterek, nüfuz etmiştir bu toprağa. Yalnızca, 24 yaşında asılarak öldürülen, tertemiz bir genç insanın, vicdanlara iz bırakmasından çok ötede bir şeydir sözünü ettiğimiz…

Destanlar, ölüm ânının değil, yaşamın izini sürerler. Bütün bir alçaklar güruhunun iğdiş etmeye çalıştığı da budur.

Evet, belki bir Deniz Gezmiş anlatımında, çok daha fazla eylem, kavga, direniş, çatışma, soygun, zincir, darağacı kelimeleri geçmesi beklenir. Belki, 6. Filo’ya verilen ders, Filistin günleri, İçişleri Bakanı’nı kepaze edişi, Commer, General Lynn’in kafasında patlayan bardak anlatılsın istenir. Belki, yanlışlarından söz edileceği umulur bu gencecik insanın, 71’deki payından, partiye yabancılığından, sınıfsal yaklaşımından…

Belki…

Ama, çekin bir toplam çizgisi bunların altına. Sonuç, Deniz’in bugüne bıraktığı izi verecektir. Bu izden hangi noktalar belirginleştirilmeli sorusunun yanıtı, Deniz’le eylemin somut hedefi ve sınırı ilkesini paylaşıp paylaşmadığınıza bağlıdır.

Resim Ekleme
Bir fotoğrafta, Deniz kucaklamıştır arkadaşlarını, yürüyorlardır. Adımlarını uyarlamayı gözetiyordur Deniz. Bir sırrını aşikâr etmektedir…




Cvp:
Yazan Cevap içeriği
Üye Profili boşluk
melnur
[ Gelenek ]
Kurucu
Varsayılan Kullanıcı Resmi
Kayıt Tarihi: 02.08.2013
İleti Sayısı: 10.954
Konum: İstanbul
Durum: Forumda Değil
İletişim E-Posta Gönder
| Özel ileti Gönder

50 kere teşekkür edildi.
36 kere teşekkür etti.
Cevap Yazan: melnur
Cevap Tarihi: 07.05.2019- 08:39


Denizlerin mücadele arkadaşı Aydın Çubukçu’dan mesaj var

Denizlerin mücadele arkadaşı Aydın Çubukçu, 6 Mayıs 1972’de idam edilen Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan için gençlere mesaj gönderdi.

Resim Ekleme

6 Mayıs 1972’de idam edilen gençlik önderleri Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan ve Yusuf Aslan’ın mücadele arkadaşları Aydın Çubukçu 6 Mayıs anmaları için gençlere mesaj gönderdi.

“Sizlerden uzakta ama sizin heyecanınızı içimde duyarak selamlıyorum hepinizi” diyen Aydın Çubukçu,
“Sizin 1 Mayıs’taki müthiş güzellikteki heyecan dolu, neşeli görüntünüzü hatırladım ve bir de bu vesileyle sizi selamlamak istedim. Yoğun programıma rağmen aranızda bu biçimde olmak için çaba gösterdim” sözleriyle mesajına başladı.

Aydın Çubukçu, Ahmet Kaya tarafından bestelenen ve Attila İlhan'ın Denizlerin idamı ardından yazdığı 'Mahur Beste' şiiri üzerinden dönemi ve Denizleri anlattı. Çubukçu mesajında ayrıca Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan ve Yusuf Aslan’ın son sözlerini ve onların bugüne uzanan antiemperyalist mücadelelerini anlattı.

AYDIN ÇUBUKÇU'NUN KONUŞMASININ TAMAMI:

Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının idam edilmelerinin üzerinden bugün 47 yıl geçmiş bulunuyor. 47 yıl... Değerli yoldaşlarım; daima heyecan ve sevgi ile anılan Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan o zamanlar vatan haini anarşistler olarak damgalanmak istenmişti. Ne var ki halkın vicdanı bunu reddetti. Onları dünyanın bütün halklarının dostu, kendi kahraman çocukları olarak bağrına bastı. Onlar için şiirler yazıldı, türküler yakıldı, anıtlar dikildi, onların adını taşıyan parklar, kütüphaneler açıldı. Hiçbir zaman unutulmadılar, aksine her geçen gün değerleri daha derinden anlaşıldı.

“BİR YANGIN ORMANINDAN PÜSKÜRMÜŞ GENÇ FİDANLARDI”

Bunun sebebi nedir? Neden halkımız Deniz, Yusuf ve Hüseyin’i karanlığa gömmedi de kalbinde yaşattı? Onlar için yazılmış bir şiirde şöyle söyleniyor:

Bir yangın ormanından püskürmüş genç fidanlardı
Güneşten ışık yontarlardı sert adamlardı
Hoyrattı gülüşleri aydınlığı çalkalardı
Gittiler akşam olmadan ortalık karardı

Bu şiiri Ahmet Kaya bestelemiştir ve herhalde pek çoğunuz onu dinlemişsinizdir fakat pek çok insan bu şarkının Denizleri anlattığını bilmez. Çünkü içinde “Müjganla ben ağlaşırız” dizesi vardır ve çok insan bunu bu yüzden bir aşk şarkısı zanneder. Denizler için yazılmış ve denizler için söylenmiştir. Ahmet Kaya’yı da saygıyla selamlayarak bu şiirde söylenenlerin izinden Denizleri anlatmaya çalışacağım. Ne diyor şair; “Bir yangın ormanından püskürmüş genç fidanlardı.” Gerçekten Denizleri ortaya çıkaran koşullar büyük bir yangına, bir yangın ormanına -orman yangınından farklı bir şey-, bir yangın ormanına benziyordu. Bütün dünya ve bizim ülkemiz devrimci ayaklanmalarla, halk ve gerilla savaşlarıyla tam bir devrim yangını içindeydi. Türkiye’de işçiler, köylüler, kamu emekçileri ve üniversite gençliği mevcut iktidara ve kapitalizme karşı tarihte görülmemiş bir boyutta ayağa kalkmıştı.

“AMERİKAN EMPERYALİZMİ, TARİHİNDE GÖRMEDİĞİ EN BÜYÜK SOPAYI YİYORDU”

Amerikan emperyalizmine karşı Asya, Afrika ve Latin Amerika’da bütün halkların direnişi dünyayı sarsıyordu. Amerikan emperyalizmi başta Vietnam halkı olmak üzere bütün halkların sert, silahlı direnişi ile karşılaşıyor ve tarihinde görmediği en büyük sopayı yiyordu. Kendi içinde de büyük çalkantılar vardı. Gerek savaşa karşı gerekse ırkçılığa yüz binlerin, milyonların katıldığı gösteriler yapılıyor ve Amerikan hükümetini bu gösteriler gerçekten sıkıştırıyordu. Dünyada da Amerikan emperyalizmi Vietnam’daki rezil vahşetinden dolayı bütün halkların tepkisini toplamıştı. Yurdumuzda da öyle...

“DENİZLER KAFALARINA ESTİĞİ İÇİN SİLAHLI EYLEMLERE BAŞLAMADI”

Aynı zamanda Türkiye’de işçi, emekçi ve köylü yığınları yurdun her tarafında sömürüye karşı direniyor, toprakları ve fabrikaları işgal ediyordu. İşgalsiz, grevsiz, kavgasız dövüşsüz geçmeyen gün yoktu. Demek ki Denizler kendi kafalarına estiği için silahlı eylemlere başlamamıştır. Büyük bir fırtınanın içinde kendi devrimlerini gerçekleştirme zamanlarının geldiklerine inandıkları için eyleme geçmişlerdir. Sevgili yoldaşlarım; eğer gerçeğin bu tarafını, bir yanını bırakırsak Denizleri maceraya atılmış heyecanlı romantiklerden ibaret insanlar zannederiz. Bir fırtınanın içinde kendi devrimlerinin zamanı geldiğini inandıkları için silaha sarılmışlardı. Tam anlamıyla bir yangın ormanından püskürmüş alevlerdi onlar...

GÜNEŞTEN IŞIK YONTMAK...

Şiir güneşten ışık yontarlardı, sert adamlardı diyor. Gerçekten Deniz ve arkadaşları ve elbette ki aynı kuşağın devrimcileri olan Mahir Çayan, İbrahim Kaypakkaya ve Kızıldere’de canice katledilen on devrimci yalnızca silaha sarılmış, heyecanlı, cesur gençler değil; aynı zamanda bilgili ve kültürlü halk öncüleriydi. Kendi çağlarının sorunlarını biliyorlar, bu sorunların nasıl ortadan kaldırılacağına dair araştırmalar yapıyorlar ve yazıyorlardı. Güneşten ışık yontmak, karanlığa karşı güneş kadar parlak bir aydınlıkla cevap vermek anlamına geliyor.

“İDAM SEHPASININ ALTINDA DA SAVAŞMAYA   DEVAM ETTİLER”

Bilinçli devrimciler olarak kendi saflarının başta işçi sınıfı olmak üzere bütün ezilen halkların yanında olduğunu tam bir kafa açıklığı ile kavramışlardı. Onların bu iki temel özelliği bugün bize yol gösteriyor. Birincisi, içinde bulunduğumuz koşulları tam olarak anlamak ve ikincisi nasıl mücadele edileceğine dair aydınlık bir bilinçle karar vermek. Bu yüzden onlar işçilerin ve halkın saflarını ölümün karşısında bile terk etmediler. O safta sağlam durdular. İdam sehpasının altında da savaşmaya devam ettiler. Deniz, mücadelesinin tam bir özeti olan son sözlerinde aynı zamanda bir de vasiyet bırakmıştır. Şöyle diyordu:

“Yaşasın tam bağımsız Türkiye,
yaşasın Marksizmin-Leninizmin yüce ideolojisi,
yaşasın Türk ve Kürt halklarının bağımsızlık mücadelesi,
yaşasın işçiler, köylüler; kahrolsun emperyalizm!”

Bu sözlerde eksilmemiş bir öfkenin yanında nasıl bir inanç ve ne uğruna idama gittiğini bildiren derin anlamlar vardır. O sözleri dinleyenler, avukatları heyecanla bu sözleri ezberlemişler ve bizlere aktarmışlardır. Ama cellatlar gerçekten titremişlerdir. Bu cesaret, bu kararlılık ve bu inanç karşısında neyle karşı karşıya olduklarını o zaman anlamışlardır.

“ŞEREFSİZLİĞİNİZLE HER GÜN ÖLECEKSİNİZ!”

Yusuf Aslan son sözleri ile kendisini izlemeye gelen hakimleri ve cellatları adeta yerin dibine gömmüştür. Şöyle demişti:

“Ben ülkemin bağımsızlığı ve halkımın mutluluğu için şerefimle bir defa ölüyorum. Sizler, bizi asanlar şerefsizliğinizle her gün öleceksiniz. Biz halkımızın hizmetindeyiz, sizler Amerika’nın hizmetindesiniz. Yaşasın devrimciler, kahrolsun faşizm!”

Bunda da ne için mücadele ettiğini bilen yiğit bir devrimcinin, kendisini bir kez daha, son bir kez daha ifade etmesi kararlılığı vardır.

“MÜCADELE SÜRDÜKÇE YAŞAMAYA DEVAM EDECEKLER”

Hüseyin İnan, bir devrimcinin sahip olması gereken özelliklere vurgu yapmıştır, idam sehpasının altında. Ne için mücadele ettiğini ve nasıl kendi çıkarını hiç düşünmeden sadece halkı ve ezilenler için mücadele ettiğini haykırmıştır. Şöyle demiş:

“Ben şahsi hiçbir gözetmeden halkımın mutluluğu ve bağımsızlığı için savaştım. Bu bayrağı bu ana kadar şerefle taşıdım. Bundan sonra bu bayrağı Türkiye halkına emanet ediyorum. Yaşasın işçiler ve köylüler, yaşasın devrimciler, kahrolsun faşizm!”

Şunu görüyoruz... Onlar hiçbir zaman kendi ölümleri ile bayrağın yerde kalacağını düşünmediler. İşçilere, köylülere, gençlere olan güvenlerini yitirmediler. Bu güvenin boşa çıkmadığını görüyoruz. Onlar yalnız halkın vicdanlı kalbinde, gözyaşlarında, özlemlerinde değil aynı zamanda mücadelelerinde de yaşıyor. Mücadele sürdükçe yaşamaya devam edecekler...

(EVRENSEL WEB TV)
https://www.evrensel.net/haber/378853/denizlerin-mucadele-arkadasi-aydin-cubukcudan-mesaj-var



Yeni Başlık  Cevap Yaz



Forum Ana Sayfası

 


 Bu konuyu 1 kişi görüntülüyor:  1 Misafir, 0 Üye
 Bu konuyu görüntüleyen üye yok.
Konuyu Sosyal Ortamda Paylas
Benzer konular
Başlık Yazan Cevap Gösterim Son ileti
Benzer konu yok
Etiketler   Denizin,   Sırrı
SOL PAYLAŞIM
Yasal Uyarı
Sitemiz Bir Paylasim Forum sitesidir Bu nedenle yazı, resim ve diğer materyaller sitemize kayıtlı üyelerimiz tarafından kontrol edilmeksizin eklenebilmektedir. Bu nedenden ötürü doğabilecek yasal sorumluluklar yazan kullanıcılara aittir. Sitemiz hak sahiplerinin şikayetleri doğrultusunda yazı ve materyalleri 48 Saat içerisinde sitemizden kaldırmaktadır.
Bildirimlerinizi info@solpaylasim.com adresine yollayabilirsiniz.
Forum Mobil RSS