Menü Üye Giriş

Şifre Sıfırla · Kayıt Ol

 SOL PAYLAŞIM  »
 Dünya Devrim Tarihi
06.08.2014- 12:38

Yaşanmış Sosyalizm
Kıvılcım Çağla



Mehmet İnanç Turan'ın Yordam Kitap'tan çıkan kitabının adı Yaşanmamış Sosyalizm. Arka kapaktaki tanıtım yazısında şöyle yazıyor: "Yazar 'yıkıntı' olarak tarif ettiği SSCB'nin çözülüşünü, solun hakkını vererek değerlendiremediğini düşünüyor... Sovyetler Birliği'nde sosyalizmin hiçbir zaman kurulamadığını, bir geçiş toplumu olduğunu ve giderek yozlaştığını iddia ediyor ve sosyalizm denemesinin başarısızlığının temelinde yanlış bir teori üzerine oturmuş politikanın yattığını öne sürüyor".

SSCB'de sosyalizmin yıkılışını anlamaya çalışan her çalışma benim için üzerinde düşünmeyi ve tartışmayı hak ediyor. SSCB'de yaşanan şey sosyalizm miydi sorusu gerçekten de önemlidir. Ben SSCB'de sosyalizmin yaşandığına inanıyorum, fakat yaşanmadı diyenlerin argümanlarını da dinlemeye hazırım. Ancak sorun şurda ki sosyalizm de desek geçiş toplumu ya da devlet kapitalizmi de desek SSCB'nin yıkılışını açıklamış olamayız. Buradaki temel yöntemsel yanılgı bence tarihte olmuş olanı olması zorunlu imiş gibi gören aşırı determinist anlayış. Yani SSCB yıkılmış olduğuna göre yıkılması nesnel olarak zorunlu idi diye düşünen anlayış. Böyle bakınca öznel süreçlerin önemi yok oluyor. Ayrıca yanlış bir teori üzerine kurulu politikaların mutlaka yıkım getirmesi gerekmiyor. Bunun en önemli kanıtı bizzat kapitalist iktisat teorisidir: Baştan sona bilim dışı, ideolojik kabullere dayanan kapitalist iktisat teorisinin bütün yanlışlarına ve kapitalist iktisat pratiğinin bütün krizlerine rağmen kapitalizm yıkılmadan yaşabiliyor ve biz yıkamazsak yaşamaya devam da edebilir. Nitekim gerçek hayatta çoğu zaman haklı ve doğru olan değil, güçlü olan kazanıyor. Dolayısıyla yenilmiş ya da yıkılmış olmak da yanlış olmak anlamına gelmiyor. Evet ama sosyalizm farklıdır diyenlere de Küba'yı örnek gösterebiliriz. SSCB'den çok daha zayıf bir maddi temele ve kıt doğal kaynaklara sahip ve yazarın yanlış gördüğü aynı teoriye (tek ülkede sosyalizm teorisi) bağlı olmasına karşın Küba'da sosyalizm yıkılmamıştır.

Turan, SSCB'de sosyalizm yaşandı diyenler için şöyle diyor: "Tarihin tozlu arşivlerine dalıp bir fare misali çalışmak istemeyenlerdi bunlar. Kolay yolu seçtiler; araştırma emeği yerine sadece akıllarıyla hakikati bulacaklarını sandılar..." (agy, sf. 17). Bu tartışmada kendi bulunduğu tarafı da şöyle tanımlıyor: "Sovyetler Birliği'nin yıkılışının bilimsel nedenlerini anlamak isteyen ikinci kanat, tarihin gizli sayfalarını yeniden okumaya girişti. Bu çalışma ikinci kesimin yöntemini izliyor". Doğrusu "tarihin tozlu arşivlerinden" ve "gizli sayfalarından" söz eden böylesine iddialı bir giriş okuyunca epey umutlandım, şimdiye değin bilmediğim yepyeni şeyler okuyacağım, bilmediğim olgular, bilgiler, veriler göreceğim ve yeni bir bakış açısıyla karşılaşacağım sandım. Sonuç maalesef hayal kırıklığı oldu. Yazar pek az yeni bilgi veriyor ve bazı klasik teorik eserlere dayanarak "sadece aklıyla hakikati bulmaya çalışıyor". Kuşkusuz benim teorik akıl yürütmeye bir itirazım yok, ancak o zaman şu tozlu arşivler türünden reklam kokan sözler niye? Böyle iri laflar edenlere "siz hangi arşivlere girdiniz?" diye sormaya hakkımız yok mu? Yazarın alıntıladığı Marx, Engels, Lenin, Troçki, Stalin, Carr, Cliff vb klasik veya tanınmış teorisyenlerin tanınmış eserleri "tozlu arşivler" mi oluyor?

Ben bir tarihçi olarak tozlu arşivleri önemsiyorum çünkü 1991'den sonra Rusya'da gerçekten de arşivler üzerinde çok önemli bir mücadele oldu ve arşivlerden önemli belgeler yayımlandı ve yayımlanıyor. Örneğin Yuriy Jukov gibi ciddi tarihçilerin Stalin hakkında ezber bozan ciddi çalışmaları yayımlandı. Bu çalışmaların çoğu Rusçadan başka dillere çevrilmedi ancak Batılı sovyetolojide bile "revizyonist" eserler belirdi, totalitarizm teorisi sorgulanmaya başladı. Oysa bizim yazar bunlardan haberdar olmadığı gibi Batılı antikomünist sovyetologların bile artık Stalin'e atfetmediği veya eskisi kadar kesin konuşmadığı eylemleri bile Stalin'e mal ediyor. Örneğin Kirov'un 1934'te öldürülmesi hakkında şöyle diyor: "Tarihçilerin çoğu bu olayı Stalin'in planladığı görüşündedir. Böyle olsa da, olmasa da, sonuçta kendi yerine uygun görülen bir rakip ortadan kalkmış oluyordu; ayrıca terörü tırmandırıp diğer muhalifleri yok etmek için de bir neden bulunmuş oluyordu".

Afedersiniz ama siz hangi tarihçilerden söz ediyorsunuz? Kirov cinayeti konusunda arşivlerden Stalin'i suçlayacak bir belge çıkmamıştır. Hem Stalin'in sağ kolu olan Kirov neden Stalin'e rakip olsun ki? Siz buna dair hangi arşiv belgelerini buldunuz? Hruşçov ve Mikoyan gibi oportünist unsurlar ne zamandan beri güvenilir tanık oldular? Bunlar sizin yozlaşmış bürokrasi dediğiniz adamlar değil mi? Şimdi itibarlı mı oldular?

Bu yazıda kitaptaki bütün iddiaları ve konu başlıklarını tek tek ele almam mümkün değil. Kısaca söylemek gerekirse yazar Troçkizmin bilinen tezlerini bunları yeni keşfetmiş bir eski Stalinistin heyecanıyla savunuyor. Yeni bir dine giren insanın daha dindar, daha ortodoks olması gibi bir durum. Bu noktada yazarı biraz anladığımı sanıyorum, çünkü benzer duyguları bir zamanlar ben de yaşadım. Sosyalizmin çözülüşünün yarattığı kaos ortamında Troçki'nin bazı tezleri bana da çekici gelmişti. Stalin'den şüphe duyduğum yıllar benim için de şu Hadi Uluengin denen Maocu döneğin ifadesiyle söylersek bir tür "cinnet yılları" oldu. Ancak bir süre sonra tarihin serin rüzgarı bütün kuşkularımı dağıttı.

Şimdi konunun özüne girmeye çalışalım. Bence SSCB'de sosyalizmin yaşanmış olup olmadığının temel ölçütü şu veya bu teori değildir. Teoriyi küçümsediğimden değil, ancak somut durumun somut tahlili gerekiyor. Sosyalizmi somut bir biçimde tanımlamak gerekiyor. SSCB'de işsizlik yoktu, tam istihdam vardı ve hiç kimse işsiz kalmaktan korkmuyordu. Bu çok önemli bir olgudur. Aynı şekilde SSCB büyük bir coğrafyada kapitalist ülkelerin elli veya yüz yılda aldığı gelişme mesafesini on yılda almıştır. Bu da bir olgudur. SSCB'de sömürü yoktu, insana müşteri değil insan gözüyle bakılıyordu, herkes insan onuruna yakışır koşullarda yaşıyordu. Kimse gelecek kaygısı taşımıyordu. Eğitim ve sağlık bedava idi. Bilimde, sanatta ve sporda Sovyet insanı tüm dünyada ön sıralarda yer alıyordu. Ulusal sorun çok büyük ölçüde çözülmüştü. Belli ölçüde yozlaşmaya rağmen eşitlik vardı, bürokrasinin çok sözü edilen ayrıcalıkları aslında önemsiz şeylerdi. Nitelikli bir işçi bir bakan kadar kazanabiliyordu. Bir bürokrat devlet malını çalsa bile harcayamıyordu, çünkü hem lüks tüketim malları (örneğin lüks otomobiller) yoktu hem de kaynağını açıklayamadığı bir serveti ortaya çıkaramıyordu. Örneğin ikinci bir ev satın alamıyordu.

SSCB'deki sosyalizmin artılarını ve eksilerini somut, ölçülebilir şeyler üzerinden değerlendirmek gerek. Bana göre, sadece tam istihdam bile hiçbir zaman hiçbir kapitalist ekonominin sağlayamayacağı çok önemli bir kazanımdır. Ben buna ve öteki somut kazanımların toplamına sosyalizm diyorum. Peki ya demokrasi diye sorulabilir. Tabii orası daha az somut bir alan ancak tamamen soyut değil. İlerde açıklamayı umarak şimdilik şu kadarını söyleyeyim: SSCB'de sorun bazılarının sandığı gibi daha az demokrasi değildi. Ayrıca yine başka bir yazıda ele almayı umarak şunları da ekleyeyim: Bürokrasi kötülüğün ve yozlaşmanın simgesi olmadığı gibi işçi sınıfı da sosyalizmin garantörü değildir. Yugoslavya ve Polonya'da sosyalizmin sonunu getiren özyönetim deneyimi ve bir işçi sendikası olan Solidarnoşç olmuştur. Sosyalizmde para, sürekli ordu ve bürokrasi neden olmasın ki? Bürokrasi, para ve ordu teknik olarak gerekli, çoğu zaman da zorunlu birer araçtır. İyi kullanılırsa hepsi gayet yararlıdır.

Peki ya Marx'ın ve Lenin'in sözleri ne olacak denirse yanıtım gayet açıktır: 1) Marx'ta sosyalizmin kuruluşuna dair işe yarar pek az bilgi vardır. O esas olarak kapitalizmi çözümlemiştir. Sosyalizm ve komünizm hakkında konuştuğu zamanlarda ise malesef pek soyut ve hatta bazen anarşizandır. "Herkesten yeteneğine göre, herkese ihtiyacına göre" ne demek ki? Kulağa hoş geliyor ancak bilimsel değil, insan ihtiyaçlarının sınırı olmadığına göre herkese ihtiyacına göre vermek hiçbir zaman söz konusu olamaz.

2) Lenin'in belki de en büyük günahı Marx'a duyduğu aşırı saygıdan dolayı onu hiçbir yerde eleştirmemiş olmasıdır. Devlet ve Devrim'de sürekli ordu ve bürokrasi hakkında söyledikleri de Marx'ın ütopik bakışından kurtulamamış olmasından dolayıdır. Politikada ve pratikte bu türden ütopizmleri kolayca aşmış olan Lenin'in yer yer ütopizme kaçan bu eserini reddetmek zorundayız. Ayrıca Lenin'in sosyalist kuruluşa ilişkin temel sorulara yanıt vermeye ömrü yetmemiştir.

3) Stalin'in günahı da Lenin'e duyduğu aşırı saygıdan dolayı onu hiçbir yerde eleştirmemiş olmasıdır. Oysa örneğin ulusal sorunda tarih Lenin'i değil, Stalin'i haklı çıkarmıştır.



solcu  |  Cvp:
Cevap: 1
06.08.2014- 12:39

Yaşanmış Sosyalizm (2)
Kıvılcım Çağla


Benim "geçiş toplumu" terimine teorik olarak bir itirazım yok. Ancak sorun şu ki hiçbir toplum uzun süre muallakta kalamayacağı gibi, geçiş toplumuyuz demek de insanları sosyalizmi kurmaya yeterince motive etmez. Bu söz sağcıların Türkiye için uydurdukları şu köprü benzetmesini andırıyor. Neymiş efendim, biz Avrupa ve Asya arasında köprü görevi görüyormuşuz. İyi de bizim (yani Türkiye'nin) kendine ait bir kimliği ve kültürü yok mu? Peki biz neyiz o zaman? Biz sadece iki şeyin arası veya aracısı mıyız?

Bizim bu soruları sorduğumuz gibi Sovyet toplumunun da sorması kaçınılmaz idi. Sosyalizmi kurmak isteyene sosyalist dediğimize göre sosyalistlerin iktidarda olduğu ülkeye de sosyalist demek pratik bir zorunluluktur. Elbette sosyalistlerin iktidarda olması o ülkede sosyalizmin tam olarak kurulduğu anlamına gelmez. Ama bu iradenin var olduğu anlamına gelir. Başka türlü nasıl olacak? Sosyalizmi kurmak için özveriyle çalışmış olan birinci kuşaktan milyonlarca Sovyet insanı acaba biz sadece geçiş toplumuyuz sloganıyla motive edilebilir miydi? Sosyalizmi inşa etmiyorsak neyi inşa ediyoruz ki o zaman diye sormayacaklar mıydı? Dünya devrimi iyi güzel de o zamana dek ne yapacağız? Binayı nasıl olsa tam olarak bitiremeyeceğiz diye temelini atıp en azından kaba inşaatını da mı bitirmeyeceğiz? Tabii bu arada inşa etmekle kalmayıp içine de gireceğiz. Yoksa hala geçici çadırlarda oturup dünya devrimini mi bekleyeceğiz?

Nitekim Stalin de 1936'da sosyalizmin kurulduğunu ilan ederken, tam olarak değil "temel olarak" kurulduğunu söylüyor. İlginçtir, yazar Stalin'in sözlerini alıntılıyor (sf 46) ancak sanki okuduğunu anlamamış gibi davranmaya devam ediyor. Sorun nedir? "Temel olarak" ifadesinin neresi anlaşılmıyor? Bir an için tek ülkede sosyalizmin tamamlanamayacağını kabul etsek bile o ülkede sosyalizmin esas olarak veya temel olarak kurulduğunu niye kabul etmeyelim? Hem tek ülke dediğimiz şeyin çok geniş bir coğrafyaya yayılmış ve zengin doğal kaynaklara sahip dev gibi bir ülke olmasının bir önemi yok mu?

1934'teki kongrede Kirov'un Stalin'in yerine geçirilmek istendiğinin tanığı kimdir? Stalin'den kişisel nedenlerle nefret eden Hruşçov ve Mikoyan! Turan, Kirov'un güya Stalin tarafından öldürtüldüğünü göstermek için de yeminli komünizm düşmanı Aleksandr Yakovlev'e başvuruyor. Perestroyka ve glasnost'un ideologluğunu yapmış ve Sovyet sosyalizmini yıkmış olmakla övünen şu büyük hain Yakovlev'e! "Tozlu arşiv" belgesi dediğiniz bunlar mıdır? Bunların sözlerini niye doğru kabul edelim? Bir insan hakkındaki bilgiyi sadece onun düşmanlarından almak doğru mudur? Kendisine sosyalist diyen biri Yakovlev gibi tescilli bir hainin Stalin hakkındaki sözlerine inanır mı? Bu hainlerin sosyalizmi yıkmak için 1987'den itibaren Stalin hakkında her gün yüzlerce yalan uydurmuş olduğunu bilmez mi? Anti-Stalinist kampanyanın sosyalizme karşı kampanyanın en büyük bileşeni ve temel dayanağı olduğunu görmez mi?

Turan, Stalin'in karısı Nadejda'nın 1932'deki ölümü hakkında Stalin'in kızı Svetlana'nın mektuplarına başvuruyor. Svetlana burada babasını suçluyor ve annesinin ölümüne siyasal bir renk katmaya çalışıyor. Tabi Stalin karşıtı her malzemeye mal bulmuş Mağribi gibi sarılan yazarımız da onun sözlerini aktarıyor. İyi ama aynı Svetlana Alliluyeva Kirov'un ölümü hakkında konuşurken Stalin'in onu pek sevdiğini ve ölümüyle bir ilgisi olamayacağını da yazıyor. Bunu neden aktarmıyorsunuz? İşinize gelmediği için mi?

Ulusal sorunda tarihin Lenin'i değil Stalin'i haklı çıkardığını yazdım. Şöyle: SSCB'nin kuruluşunda Lenin ayrılma hakkına sahip cumhuriyetlerin gönüllü bir birliğinden yana iken Stalin ayrılma hakkını içermeyen özerk cumhuriyetlere sahip bir Rusya federasyonundan yana idi. Ayrıca Lenin Rus şovenizmine karşı Rus olmayanların milliyetçiliğini bir ölçüde hoş görürken Stalin Rus olmayan milliyetçiliklerle mücadelede daha kararlı idi. Polonyalı Derjinskiy ve Gürcü Stalin örneğin Polonya ve Gürcü milliyetçiliklerinin ne kadar tehlikeli olabileceğini Lenin'den daha iyi görmüşlerdir. Ancak sonuçta Lenin'in dediği oldu. Ayrıca Lenin'in otoritesi öylesine muazzam idi ki Stalin Lenin'in ölümünden sonra da onun yolundan ayrılmadı ya da ayrılamadı. Lenin zamanında olmayan ya da özerk cumhuriyet düzeyinde olan Kazakistan, Kırgızistan, Tacikistan, Özbekistan gibi yeni Birlik cumhuriyetleri Stalin zamanında kuruldu. Kuşkusuz bunlar sadece Stalin'in değil partinin ve özellikle de bu halkların da talebiydi. Ancak Sovyet iktidarının kendi eliyle kurduğu cumhuriyetlere ayrılma hakkı vermesi bence yanlış idi. Hele hele Ukrayna ve Belarus gibi Rusya'nın bir parçası olan ve hiçbir zaman ayrı bir devlet olmamış bölgelere ayrılma hakkı olan Birlik cumhuriyeti statüsü vermek tamamen yanlış idi. Nitekim SSCB'yi yıkan ayrılıkçı Ukrayna ve Belarus yönetimleri olmuştur. Stalin Lenin'in hatasını sürdürmüştür. Evet Ukrayna ve Belarus Birleşmiş Milletler'de SSCB'ye fazladan iki oy daha getiriyordu ancak iki oy için onlara bu statüyü vermeye değer miydi?

Tek ülkede sosyalizmin kurulabilirliği teorisi sosyalizmin coğrafyasının genişlemesine engel olmamıştır. Neden olsun ki? Ben tek ülkede sosyalizmin kurulabileceğini düşünüyorum demek herhalde dünya devrimini istemiyorum demek değildir. Nitekim İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra sosyalizm Doğru Avrupa'da, Çin'de, Vietnam'da, Kore'de ve Küba'da yayılmıştır. Peki Stalin'i beğenmeyip dünya devrimi diyenler nerede devrim yapmışlardır? Ya da şöyle soralım: İngiltere, Almanya ve Fransa'daki veya başka yerlerdeki sosyalist, sosyal demokrat ve komünist partiler devrim yapıyordu da Stalin mi engel oldu? Yoksa Stalin'in ve Bolşevik partinin etkisiyle biraz radikalleşmiş olan bu reformist partiler Hruşçov'un 1956'da Stalin hakkındaki yalanlarından sonra bu yalanları bahane edip asıllarına mı döndüler?

Yazar Marx'ın ya da Marksist teorinin herhangi bir noktada yanılmış olabileceğini kabul etmediğinden olacak Kuran'dan ayet indirir gibi bize bol bol Marx'ın ve Lenin'in sözlerini alıntılayıp bakın Stalin bunlara nasıl da ters düşüyor diyor. Gerçi yukarıda gördüğümüz gibi bazen Stalin'den okuduğunu anlamak istemediğini de düşündürüyor ancak bazen gerçekten de doğru bir biçimde bir fark yakalıyor. Örneğin şöyle yazmış: "Stalin sosyalizmde devletin güçleneceğini kabul etti. Ama Marksist teoride, devrimden sonra devletin giderek sönmesi, komünizmde yok olması gerekiyordu". Evet doğru, Stalin teoriyi değiştiriyor, gerçi o bunu kabul edecek kadar cesur değil, ancak sonuçta doğru yapıyor. Neden değiştirmesin? Marksist teori değiştirilemez kutsal kitap mı? Marx yanılmış olamaz mı? Sosyalizmde devlet neden güçlenmesin? Ekonomide devletin rolü artarken başka türlü nasıl olacaktı ki? Önemli olan bu devletin kime hizmet ettiği değil mi? Şimdi elimizde 70 yıllık bir deneyim varken biz hala Marx'ın dediklerini mi tartışacağız? Sovyet deneyinden bir şey öğrenmeye çalışmak, pratikte ne türden sorunlara ne türden çözümler getirildiği veya getirilemediğine bakmak yerine Marx'a ne kadar uygun olduğuna mı bakacağız? Örneğin sosyalizmde ücret eşitlikçiliği nasıl olmalı gibi bir soruya verilecek yanıtı Marx'ta, Engels'te ya da Lenin'de aramak gerçekçi midir?

Anti-Stalinizmin pek sevdiği bir tema da Lenin'in sözde vasiyetidir. Sözde vasiyeti diyorum çünkü Lenin herhangi bir vasiyet yazmamıştır. Evet Stalin'e kaba demiştir, genel sekreterlikten alınsın demiştir ancak bu bir vasiyet değildir, sadece bir nottur. Ağır hasta bir adamın geçici tepkileridir, nitekim bu notu yazdıktan çok geçmeden Stalin'le yine samimi olarak görüşmüştür. Stalin'le arasını açan da karısı Nadejda Krupskaya'nın parti kararına karşı gelen işgüzarlığıdır. Krupskaya doktorların açık yasağına ve Politbüro kararına rağmen Lenin için en iyi olanı ben bilirim havasında davranmış ve Lenin'e vermemesi gereken bilgiler vermiştir. Politbüro'nun Lenin'in sağlığıyla ilgilenmekle görevlendirdiği Stalin de Krupskaya'ya parti disiplinini belki biraz sertçe hatırlatmıştır o kadar. Lenin, Stalin için bir kez "kaba" demiştir ancak öteki Bolşevik önderler için birçok kereler çok daha ağır siyasi ifadeler kullanmıştır. Örneğin Buharin'in diyalektiği anlamadığını söylemiştir. Troçki'nin işlerin idari yanına fazla düşkün olduğunu söylemiştir. Bolşevik olmayan geçmişini hatırlatmıştır. Kamenev ve Zinovyev'in Ekim devrimini burjuva basınında ihbar etmiş olduklarını hatırlatmıştır. Bütün bunlar içinde Stalin'in "suçu" pek hafif kalmaktadır. Stalin Lenin'in en sadık öğrencisi olmuştur. Her ne kadar aşırı saygısından dolayı teoride Lenin'i asla eleştirmemiş ise de politikada Lenin'in davasını en iyi taşıyacak bir önder olduğu parti tarafından onaylanmıştır. Ayrıca genel sekreterlik makamından dört kez istifa etmiş ancak her seferinde istifası reddedilmiştir.

solcu  |  Cvp:
Cevap: 2
06.08.2014- 12:40

Yaşanmış Sosyalizm (3)
Kıvılcım Çağla


2 Haziran 1937 günü yani bundan tam 72 yıl önce Nikolay Buharin yargılandığı davada ilk kez itiraflarını içeren ifadesini imzaladı. O zamandan beri birçok sosyalist Buharin'in suçsuz olduğunu ve itiraflarının düzmece olduğunu düşünüyor. Acaba bütün kanıtlara ve itiraflara rağmen Buharin'in suçsuz olduğunu düşündüren nedir? Gerçekten suçsuz olduğunu gösteren kanıtlar var mıdır? Benim bildiğim kadarıyla yoktur. 1988'de Buharin'i rehabilite eden Gorbaçovcu Politbüro komisyonu da herhangi bir kanıt sunmamıştı. Zaten Gorbaçovcu hainlerin derdi Buharin falan değildi, onlar kapitalist restorasyonu Buharinci NEP'e geri dönüyoruz diye pazarlamak için Buharin'den yararlanmak istiyorlardı, o kadar. Ancak yine de Buharin'in suçlu olmasına akıl erdiremeyen samimi sosyalistlerin sayısı az değildir. (Bir zamanlar ben de öyle düşünmüştüm). Buradaki mantık basit ama ilk bakışta epey güçlüdür: Ekim devriminin önderlerinin birçoğu ve bu arada Buharin nasıl olur da devrime ihanet eder?

Kuşkusuz Gorbaçov gibilerin ihanetini görmüş olan bizler için ihanet çok şaşılacak birşey değil, ancak Buharin'in Gorbaçov'dan farkı olduğunu da kabul etmeliyiz. Buharin gerçekten de çözümlenmesi zor bir karakterdir. Bu konuda tarih henüz son sözünü söylememiştir ve arşivler tamamen açılmamıştır. Dolayısıyla gerçeğin tamamını bildiğimizi iddia edemeyiz.

Sonuç olarak kendilerini harekete geçiren güdüler ne olursa olsun Buharin, Kamenev, Zinovyev, Troçki ve öteki muhalifler Sovyet hükümetini devirmek için yasadışı örgüt kurmuşlardır. Bununla da yetinmemiş düşmanımın düşmanı dostumdur mantığıyla emperyalistlerle ilişki kurmuşlardır. M. İnanç Turan, Stephen Cohen'den bol bol alıntı yapıyor ancak Cohen'in kitabının 1980'de yayımlanmasından sonraki yeni yayınlardan habersiz görünüyor ya da işine gelmediği için bilmezlikten geliyor. Cohen, Robert Service, Robert Conquest ve Richard Pipes kadar olmasa da yine de bir antikomünisttir.

2007 yılında Grover Furr ve Vladimir Bobrov Buharin'in 2 Haziran 1937 tarihli itiraflarını ilk kez yayımlamışlardır. Grover Furr ayrıca yazılarında mevcut tüm bilgilerin Buharin'in suçlu olduğunu gösterdiğini sağlam bir biçimde göstermektedir. Ayrıca Rus tarihçi Yuriy Jukov (Mareşal Jukov'la bir ilgisi yok) Stalin üzerine arşiv belgelerine dayanan çok önemli iki kitabında (İnoy Stalin ve Stalin: Taynı Vlasti) Stalin'in 1930'larda ve 1945'ten sonra verdiği demokratikleşme mücadelesini anlatmıştır. Furr, Jukov ve başka kaynaklara dayanarak "Stalin and the Struggle for Democratic Reform" adlı yazısını yazmıştır. Bu yazı internette mevcuttur. Okurlara ve Turan'a bu yazıyı okumalarını tavsiye ediyorum.

Öte yandan ben Troçkizmi bütün yanlışlarına rağmen sosyalist bir hareket olarak görüyorum. Ancak SSCB'nin çözülüşü sürecinde malesef birçok Troçkist nesnel olarak karşı devrimcilerle işbirliğine girmiştir. Bunlar SSCB ve Doğu Avrupa'da sosyalizmin yıkılışına sevinmişler, önce Gorbaçov'u sonra da Yeltsin'i Stalinist bürokrasi ile mücadele ediyor diye desteklemişlerdir. Sonra da hiçbir şey olmamış gibi bu kez Yeltsin denen ayyaş karşıdevrimciyi Stalin'e benzetmişlerdir. Örneğin kendisine marksist bir iktisatçı olarak saygı duyduğum ve başyapıtı olan Geç Kapitalizm'i Türkçeye çevirmiş olmaktan gurur duyduğum Ernest Mandel 1980'lerde ve 90'larda antibürokratizm adına Gorbaçov'u, Saharov'u ve Yeltsin'i destekledi. Son ana kadar kapitalist restorasyonu bir türlü görmek istemedi. Hatta öylesine ileri gitti ki 23 Mart 1990'da "Mevcut durumda, reformcu Boris Yeltsin devasa bürokratik aygıtın küçültülmesini isteyen eğilimi temsil ediyor. Böylelikle o, Troçki'nin açtığı yolda ilerlemektedir" bile dedi. Ağustos 1991'deki Gorbaçov'a karşı başarısız müdahale girişimi sırasında Yeltsin'i destekledi. (Bu konuda ayrıntılı ve Troçkizmi çok daha sert bir biçimde eleştiren bir yazı için Ludo Martens'in stalinkaynak.com adresindeki yazısına bakılabilir). Buharin'in nasıl hain olabildiğine akıl erdiremeyenlere şunu sorabilir miyiz: Marksist bir iktisatçı ve bir sosyalist olduğundan kuşku duymadığımız Ernest Mandel nasıl oldu da Yeltsin'i över hale hale geldi? Bu da mı Stalinistlerin bir oyunu?

Geçen yazımda değindiğim ulusal sorunda Lenin'in hatası konusunu biraz daha açmak istiyorum. Lenin'in Sovyet devletini Rusya federasyonu içinde özerk cumhuriyetler yerine egemen cumhuriyetlerin gönüllü birliği yani bir çeşit konfederasyon olarak tasarlamasının kuşkusuz bir sebebi vardı. Açıkçası 1922 yılında bile Lenin hala yakın gelecekte bir dünya devriminden umudunu kesmemişti. Lenin dünya ve özellikle Avrupa proletaryasını Sovyet devleti modeline çekmek ve onunla bütünleşmeyi teşvik için böyle bir gönüllü konfederasyon modelini benimsedi ve açık söyleyelim parti önderliğinin neredeyse tamamının muhalefetine karşın dediğini yaptırdı. Çünkü mükemmel bir polemikçi ve eşsiz bir politikacı olan Lenin'in parti içinde muazzam bir otoritesi vardı ve gerektiğinde tüm partiyi karşısına almaktan çekinmiyordu. Kaybettiği hiçbir polemik olmamıştı. MK üyeleri için değilse de sıradan parti üyeleri için parti içi görüş ayrılıklarında İlyiç'i desteklemek bir alışkanlık haline gelmişti. (Nitekim Lenin'in Ocak 1923'teki son yazılarından birinde MK üye sayısını artırmak istemesi muhtemelen MK içindeki nüfuzunu artırmak içindi. Açıkçası Lenin yeni üyelerin kendisinden yana olacağını düşünmüş olmalıdır).

Lenin'in SSCB için ilk düşündüğü ad Avrupa ve Asya Sosyalist Cumhuriyetler Birliği idi. Böylece ilerde olacak devrimlerle kurulacak sosyalist devletlerin bu birliğe katılmasını bekliyordu. Ayrıca böylece ezilen halkların güvenini kazanmayı ve İngiliz sömürgeciliğine karşı güçlü bir propaganda silahı elde etmeyi umuyordu. Önemli siyasi konularda Lenin'le hiçbir zaman ters düşmemiş olan Stalin de ona uymak zorunda kaldı. Ancak yine de Stalin Lenin'in aksine yerel bakanlıkların merkeze daha fazla bağlı olmasını sağladı. Yani Lenin'e kalsaydı birlik cumhuriyetleri içişlerinde daha fazla serbest kalacaklardı. Açıkçası Lenin naif davranmıştı. Avrupa proletaryasının devrim yapmakta acelesi yoktu. Lenin 1924'te öldü ve parti içinde önderlik mücadelesi başladı. Artık yeni durumlarda ne yapılacağına ilişkin otoriter bir ses yoktu ve Lenin böyle durumlarda ne yapardı sorusu farklı yorumlara tabi idi. Kuşkusuz siyasal sermayesinin çok büyük kısmı Lenin'in sadık öğrencisi olmak üzerine kurulu olan Stalin'in herhangi bir konuda bariz bir biçimde Lenin'in lafzına ters düşmesi mümkün değildi. Hatta 1930'larda bile, yani parti içindeki önemli rakipleri elendiğinde bile Stalin'in Lenin'in manevi otoritesi ile ters düşmesi çok zordu. Bu durumda hemen Leninizmden ayrılmakla suçlanırdı. Oysa Lenin yaşasaydı büyük olasılıkla kendisi hatasını görüp federasyona geri dönerdi.

Peki Stalin'in daha fazla merkeziyetçi olması onun daha az demokratik olduğu anlamına gelir mi? 1936 anayasası neler getirmiştir?

solcu  |  Cvp:
Cevap: 3
06.08.2014- 12:42

Yaşanmış Sosyalizm (4): Bir Başka Stalin
Kıvılcım Çağla


İnoy Stalin, diyor Yuriy Jukov kitabının başlığında (Moskova: Vagrius, 2003). Bir Başka Stalin demek. Kitabın yazarı Yuriy Nikolayeviç Jukov 1938 doğumlu, Rusya Bilimler Akademisi Rusya Tarihi Enstitüsünün önde gelen tarihçilerinden. Kitabı büyük ölçüde yeni açılmış arşiv malzemesine dayanıyor ve gerçekten "tozlu arşivlere" dayanıyor. (Jukov'un kitabının İngilizce bir özeti için Grover Furr'ün geçen yazılarımda sözünü ettiğim makalelerine bakılabilir). Kitabı okuduktan sonra farklı bir Stalin portresi ile karşılaşıyorsunuz. Sadece Stalin'i zaten sevmeyenler için değil, Stalin'i savunanların birçoğu için de farklı bir Stalin. Çünkü her iki taraf da Stalin'e olağanüstü yetkiler atfediyor ve hemen her şeyin sorumluluğunu ona yüklüyor. Oysa gerçekte durum daha karmaşık: Stalin parti içinde sadece bilinen muhalefetle (Troçki, Zinovyev, Buharin vb) değil, belli konularda çok daha geniş fakat pek bilinmeyen bir muhalefetle daha karşılaşıyordu.

Teorik olarak Merkez Komite üyelerinin çoğunluğu Stalin'i veya her Politbüro üyesini görevden alabilirdi. Tek tek her bir MK üyesi Stalin'e karşı güçsüz idi, ancak MK üyeleri bir araya geldiklerinde Stalin ve Politbüro onlara boyun eğmek zorundaydı.

Bu yazıda Stalin'in 1936 Anayasası ile getirmek istediği reformu ve buna karşı parti içindeki direnişi anlatacağım.

1 Mart 1936 günü Stalin Amerikan gazete patronlarından Scripps-Howard Newspaper'ın ortağı Roy Howard'ın çeşitli sorularını yanıtladı. 5 Mart 1936 tarihli Pravda gazetesinde yayımlanan bu röportajda Stalin hazırlanmakta olan yeni SSCB anayasa taslağı hakkında şöyle diyordu: "Yeni anayasaya göre bütün Sovyet organları için seçimler doğrudan, eşit, genel, gizli oylama ile yapılacak." İlk bakışta "ne var ki bunda, zaten öyle değil miydi?" diyebilirsiniz. Ancak hayır, öyle değildi. (Tıpkı başka birçok ülkede olduğu gibi). O zamana kadar seçimler doğrudan değildi, yüksek sovyeti delegeler seçiyordu. Eşit değildi, çünkü şehir nüfusu yani işçiler 25 bin seçmene bir delege seçerken köylüler 125 bin seçmene bir delege seçiyordu. Genel değildi, çünkü eski "kulak"lar, Beyaz muhafızlar vb anti-Sovyet unsurların ve devlet mülkiyetini zimmetine geçirmek gibi belli maddelerden hüküm giyenlerin seçme hakkı yoktu. Nihayet oylamalar gizli değil açık yapılıyordu. Evet bunlar gerçekten önemli demokratik değişikliklerdi. Ancak esas değişiklik daha da büyüktü. Stalin Howard'a şöyle diyordu:

"Bu seçimlerde tek bir partinin yer alması sizi rahatsız ediyor. Bu koşullarda nasıl bir seçim mücadelesi olabileceğini görmüyorsunuz. Fakat sadece Komünist Parti değil, her türden partisiz toplumsal örgütler de kendi adaylarını öne sürebilecekler. Bizde böyle yüzlerce örgüt var. Bizde karşıt partiler yok, çünkü bizde kapitalistler sınıfı ve kapitalistlerin sömürdüğü işçiler sınıfı yok. Bizim toplumumuz sadece köy ve kentin özgür emekçilerinden oluşuyor, işçilerden, köylülerden ve aydınlardan. Bu katmanlardan her birinin kendi özel çıkarları olabilir ve bunları mevcut çok sayıdaki toplumsal örgütler aracılığıyla yansıtabilirler... Size öyle geliyor ki hiçbir seçim mücadelesi olmayacak. Fakat olacak ve ben çok canlı bir seçim mücadelesi olacağını tahmin ediyorum. Bizde kötü çalışan kurumların sayısı az değil. Şu ya da bu yerel iktidar organının kent ve köy emekçilerinin çok yönlü ve sürekli artan gereksinimlerinden bazılarını tatmin edemediği oluyor. İyi bir okul inşa ettin mi, etmedin mi? Konut koşullarını iyileştirdin mi? Yoksa bir bürokrat mısın? Emeğimizi daha verimli, yaşamımızı daha kültürlü kılmaya yardım ettin mi? Milyonlarca seçmenin adaylara yaklaşırken ölçütleri bu türden olacak, işe yaramazları atacak, listelerden adlarını karalayacak, iyi olanların adaylığını destekleyecekler. Evet seçim mücadelesi canlı olacak, esas olarak pratik, halk için birincil önemdeki çok sayıda keskin sorunlar çevresinde dönecek. Yeni seçim sistemimiz bütün kurumlara ve örgütlere çeki düzen verecek, onları çalışmalarını iyileştirmeye zorlayacak. SSCB'de genel, eşit, doğrudan ve gizli seçimler halkın elinde kötü çalışan iktidar organlarına karşı bir kamçı gibi olacak. Bizim yeni Sovyet anayasamız bence tüm dünyadaki en demokratik anayasa olacak."

Stalin'e göre SSCB'de sömürü ortadan kaldırıldığı için klasik anlamda bir proletarya da yoktu ve bu nedenle proletarya diktatörlüğü kavramı da yetersiz kalıyordu. Yeni tipte bir devlet gerekiyordu. Bu yeni devlette partinin rolü de değişmeliydi. Parti ve devlet ayrılmalı, parti doğrudan devleti yönetmemeli fakat ideolojik mücadele (ajitasyon ve propaganda), kadroların yetiştirilmesi ve seçimi ile ilgilenmeliydi. Stalin ile Politbüro'daki en yakın yoldaşları Molotov ve Jdanov bürokratizme karşı bir mücadele başlatmışlardı. Şubat 1935'teki 7. Sovyetler kongresinde Molotov gizli oylama yoluyla seçimlerin bürokratik unsurlara karşı bir darbe olacağını söylemişti.

Parti yerel komitelerinin (oblast ve kray gibi idari birimler, ulusal ve özerk cumhuriyetler, bölgeler vb) birinci sekreterleri kendi bölgelerinde hükümet organları üzerinde denetleyici ve yönlendirici konumda idiler. Aynı zamanda bu parti sekreterleri yerel sovyetlerin ve yüksek sovyetin doğal delegeleri idiler. Yani sovyet seçimlerini kaybetmeleri söz konusu değildi. Oysa yeni seçim sistemi onların bu hakkına da son veriyordu. Öte yandan bu kıdemli parti yöneticilerinin çoğu devlet organlarını denetlemek için gerekli teknik bilgilere her zaman sahip değildi. Çok çalışkan bir öğrenci ve doymak bilmeyen bir okur olan Stalin'in ilgi alanları metalürjiden dilbilime, silah sanayisinden tarıma kadar uzanıyordu. Ancak her parti yöneticisi ele aldığı her konuyu derinlemesine inceleyen ve sürekli bir şeyler öğrenen Stalin gibi değildi. Bazıları sadece siyasal deneyimleri ve geçmişte devrime yaptıkları hizmetin yeterli olduğunu düşünüyordu. Oysa Stalin her alanda gerekli teknik eğitimi almış ve öğrenmeye açık genç veya kendini yenileyebilen kadroların iş başına gelmesini istiyordu. Aynı zamanda partinin iktidarın olanaklarıyla yozlaşmasını önlemek için parti yöneticilerinin topluma örnek olmalarını ve yığınların hükümete desteğini sağlamak için çalışmalarını istiyordu.

Öte yandan bu kadroların çoğu devrim öncesinde, devrimde, iç savaşta, NEP'te, kolektifleştirmede, beş yıllık planın uygulanmasında vb etkin rol almış, özveriyle çalışmış insanlardı. İçlerinden sağ ve sol sapmalar ve hainler de çıkmış olmakla birlikte çoğu Stalin'i ve parti çizgisini desteklemişti. Şimdi Stalin'in hem de eski kulaklara vb anti-Sovyet unsurlara seçme ve seçilme hakkı vererek parti yöneticilerini sovyet seçimlerinde yığınların önüne bir tür kurban gibi atmak istemesine içerliyor olmalıydılar. Anti-Sovyet unsurların ve hükümete şu veya bu nedenle (kolektifleştirme, kıtlık gibi) gücenmiş olan seçmenlerin seçimlerde onları ve adaylarını seçmeyeceklerini düşünmüş olmaları da kuvvetle muhtemel. Çünkü Stalin, Molotov ve Jdanov'un seçim sisteminde değişiklik taleplerini pratikte kararlı bir şekilde yenilgiye uğrattılar.

Bu arada içeride ve dışarıda siyasal konjonktür bir demokratikleşme çabasını destekler mahiyette değildi. Almanya ve İtalya'da faşizm iktidara gelmiş komünist partiler yasaklanmıştı. İspanya'da cumhuriyetçi hükümete karşı faşist Franco güçleri savaşıyordu. Baltık ülkelerinde faşist yanlısı dikta rejimleri kurulmuştu. Polonya, Finlandiya ve Romanya'da Sovyet düşmanı hükümetler işbaşındaydı. Japon emperyalizmi, Alman ve İtalyan faşizmiyle anti-Komintern anlaşması imzalamıştı. Sovyet hükümetinin Avrupa'da faşizme karşı kolektif güvenlik antlaşması imzalama çabaları sonuç vermiyordu. İngiliz ve Fransız emperyalizmi faşistlerin SSCB'ye saldırmasını bekliyorlardı. Nitekim emperyalistler Hitler Versalles antlaşmasının hükümlerini birer birer ihlal ederken sadece seyrettiler. İçeride ise 1934'te Kirov'un öldürülmesi muhalefetin artık daha sert bir mücadeleye başladığının işareti idi. (1930'lardaki uluslararası durum, Kirov cinayeti ve başka konularda daha geniş bilgi için Kemal Okuyan'ın Yazılama Yayınları'ndan 3. baskısı çıkmış olan Stalin'i Anlamak adlı kitabına bakılabilir).

Haziran 1936'daki parti Merkez Komite plenumunda delegeler anayasa taslağını kabul ettiler ancak hiçbiri taslak lehinde konuşmadı. (MK'nin çoğunluğunu yerel parti örgütlerinin birinci sekreterleri oluşturuyordu). Görünen o ki parti yöneticileri açıkça karşı çıkmamakla birlikte seçim sistemindeki değişimi istemiyordu.

Kasım-Aralık 1936'daki Sovyetler 8. Olağanüstü Kongresinde Stalin ve Başbakan Molotov tekrar seçim sistemine değinerek gizli oylama ve parti adayları yanında partisiz adaylarla seçime girmenin önemine değindiler. Molotov şöyle konuştu: "Bu sistem... bürokratlaşmış, kitlelere yabancılaşmış olanlara darbe vuracak.. geri veya bürokratlaşmış unsurların yerini yeni güçlerin almasını kolaylaştıracaktır. Yeni seçim sisteminde düşman unsurların seçilmesi mümkündür. Fakat bu tehlike bile bize hizmet edecektir çünkü buna ihtiyacı olan örgütlere ve uykuya dalan parti çalışanlarına bir kamçı görevi görecektir."

Stalin de aynı netlikte konuştu: "Bazıları diyor ki bu iş tehlikeli, çünkü Sovyet iktidarına düşman unsurlar en yüksek makamlara kadar sızabilirler, eski Beyaz Ordu taraftarları, kulaklar, papazlar, vb. Fakat gerçekte korkacak ne var? "Kurtlardan korkuyorsan ormana girme". Bir kere eski kulaklar, Beyaz muhafızlar ve papazların hepsi Sovyet iktidarına düşman değil. İkincisi şurada burada insanlar düşman güçleri seçerse bu demektir ki ajitasyon işini kötü örgütlemişiz ve bu ayıbı tamamen hak etmişiz."

Kongre 5 Aralık'ta yeni anayasayı onayladı. Ancak delegeler anayasadan çok iç ve dış tehditler üzerinde durdular. Yine Aralık 1936'daki MK plenumunda da gündemdeki birinci madde yeni anayasa olmasına karşın MK üyeleri yine anayasa üzerinde konuşmak istemediler. Stalin, Molotov, Jdanov, Litvinov ve Vışinskiy'in anayasa üzerindeki konuşmalarına rağmen öteki üyeler bu konuşmaları yok sayıp Yejov'un "Troçkist ve Sağcı Anti-Sovyet Örgütler" hakkındaki raporu üzerinde konuştular.

Bu arada Ağustos 1936'da Zinovyev, Kamenev ve başkalarının mahkemesi yapılmıştı. Ocak 1937'deki ikinci mahkemede ağır sanayi bakan yardımcısı makamındaki eski Troçkist Pyatakov'un mahkemesi başladı. Gittikçe daha fazla gizli örgütler ortaya çıkmaya başlamıştı. Bu ise yeni anayasaya uygun seçimlerin nasıl örgütleneceğini tartışmayı engelliyordu.

Şubat-Mart 1937'deki MK plenumu SSCB tarihindeki en uzun MK plenumu oldu. Tartışmalar iki hafta sürdü ve bu tartışmalar 1992'ye kadar yayımlanmadı. Plenumda Jdanov yine yeni seçim sisteminden söz etti, partinin seçim mücadelesine hazır olması gerektiğini, seçimde düşmanca ajitasyonla ve partiye düşman adaylarla karşılaşacağını söyledi. Jdanov ayrıca parti içi demokrasiyi artırmak için de kooptasyona son verilmesini, listelere değil adaylara oy verilmesini, parti üyelerinin adayları sınırsız eleştiri ve istemediği adayları desteklememe hakkına sahip olmasını istedi. Kuşkusuz Jdanov Stalin'le birlikte hareket ediyordu. Fakat birinci sekreterler yine iç düşmanlar hakkında konuşmalarla gündemi doldurdular. Sovyet iktidarının düşmanlarının seçimlere etkin bir biçimde hazırlanmakta olduklarından söz ettiler.

Stalin'in bir başka yakın dava arkadaşı olan Molotov da konuşmasında suçu üzerine atmak için düşman aramanın anlamsız olduğunu, bütün parti yöneticilerinin sorumlu olduğunun altını çizdi. Ancak Molotov'un ve Stalin'in konuşmalarına karşın MK üyeleri her yerde düşman aramaya devam ettiler. Tartışmalara katılan 24 kişiden 15'i hararetle "halk düşmanlarından" bahsetti. Seçimlerin ve parti içi reformların tartışılmasını örtük bir biçimde reddediyorlar, sadece iç tehlikeyi gündemde tutmak istiyorlardı. 5 Mart 1937'deki kapanış konuşmasında Stalin Troçkistlerin birçoğunun partiye döndüğünü ve düşman arama işini abartmamak gerektiğini söyledi.

Peki bu parti yöneticilerinden düşman arama işini en çok abartanların başında kim geliyordu acaba? Doğru bildiniz, eski Troçkist ve Moskova parti komitesi birinci sekreteri Nikita Hruşçov. Hruşçov düşmanlara karşı en sert önlemlerin alınmasını isteyenlerin başında geliyordu. Moskova parti örgütünden büyük bir temizlik yapmıştı. Hatta bu yüzden plenumda Yakovlev'in eleştirisine uğradı. Stalin'e dalkavukça övgüler düzmekte de başı çeken ve Stalin öldükten sonra 1956'daki 20. parti kongresinde Stalin hakkında her bir iddiası yalan olan bir rapor sunacak olan bu unsur o sırada (1936'da) parti içi demokrasiden veya çok adaylı seçimlerden değil parti içindeki düşmanları temizlemekten bahsediyordu.

Stalin kapanış konuşmasında bazı yöneticileri şöyle eleştirdi: "Aramızda bazı yoldaşlar sanıyorlar ki kendileri bir narkom (bakan) iseler o zaman her şeyi biliyorlar. Rütbe ve makamın kendiliğinden tükenmez bilgiler verdiğine inanıyorlar. Ya da diyorlar ki ben bir MK üyesi isem bu tesadüfi değil, her şeyi biliyor olmalıyım. Oysa öyle değil."

Plenumdan sonra bölgelerine dağılan birinci sekreterler alınan kararları ve Stalin'in dediklerini değil kendi bildiklerini uygulamaya devam ettiler. Bu arada Nisan-Haziran 1937 arasında üst düzey subaylar ve polis müdürleri arasında geniş tabanlı yeni bir komplo açığa çıkarıldı. Eski iç işleri bakanı Genrih Yagoda Mart 1937'de tutuklandı ve Nisan'da itiraflarını vermeye başladı. Mayıs ve Haziran'da başta Mareşal Tuhaçevskiy olmak üzere bazı üst düzey komutanlar faşist Almanya ile bir savaşta Almanya ile işbirliği yapmaya hazır olduklarını itiraf ettiler. Değişen siyasal atmosferden dolayı şimdi her yerde düşmanlar olduğunu iddia eden MK üyeleri inisiyatifi ele aldılar. Mayıs'ta 120 üyeli MK'den 36 üye tutuklanmış veya MK'den çıkarılmıştı. Bunlara karşın Haziran 1937'deki MK plenumunda Molotov ve Yakovlev parti bölge sekreterlerini bağımsız sovyet seçimlerini hazırlamak için çalışmamakla, parti görevleri için gizli seçimler yapmamakla, atamalarda seçim yerine kooptasyona başvurmakla suçladılar. Partiden seçilen sovyet delegelerinin nasıl oy vereceklerine parti sekreterlerinin karışmaması gerektiğini söylediler. Yakovlev açıkça "çürümüş ve bürokratlaşmış" yöneticilerin yerini alacak yeni kadrolardan söz etti. Stalin ve ekibi yerel yöneticilere açıkça saldırıyordu. Ancak onlar bir kez daha gündemi değiştirmeyi başardılar. Plenum sonunda bazı bölge yöneticileri Stalin'le görüştüler ve kendi bölgelerinde temizlik yapmak için geniş yetkiler aldılar. Bu yetkilerin nasıl bir pazarlıkla alındığını bilmiyoruz.

Stalin ve ekibinin trajedisi partide ve sovyetlerde ciddi bir reforma giderken son derece uygunsuz bir uluslararası konjonktür yanında içeride büyük komplolarla karşılaşmaları ve parti yöneticilerinin değişime karşı direnişi oldu. Trajediyi artıran başka bir olgu ise bizzat temizliği yapmakla görevli organların (yani polisin) içinde de komplocuların olması ve bunların dürüst insanlara da zarar vermeleri idi. Bu noktada Stalin'in genç tarım bakanı Benediktov'un dediklerini hatırlayalım:

"Sabotajcılıkla suçlanan insanların kaderi konusunda Stalin o zamanki Politbüro'da liberal olarak ün yapmıştı. Kural olarak, suçlananların tarafında olur ve aklanmalarını sağlamaya çalışırdı, ancak tabii ki istisnalar da olurdu. Stalingrad parti oblast komitesi eski birinci sekreteri Çuyanov anılarında bütün bunları çok güzel yazdı. Ayrıca bizzat ben de birkaç kez Stalin'in bu konuda "şahin" sayılan Kaganoviç ve Andreyev ile çatışmalarına tanık oldum. Stalin'in bu konudaki sözlerinin özeti, halk düşmanları ile mücadelede bile yasallık zemininden çıkmamak gerektiği idi." (Stalin ve Hruşçov hakkında İvan A. Benediktov ile Söyleşi, Yazılama Yay., 2. Baskı, sf. 35)

solcu  |  Cvp:
Cevap: 4
06.08.2014- 12:43

Yaşanmış Sosyalizm (5)
Kıvılcım Çağla


Geçen yazımda Stalin, Molotov ve Jdanov'un başını çektiği ekibin 1936 ve 1937 yıllarında Sovyet seçimlerini rekabete açık hale getirmek ve parti yerel yöneticilerini denetime almak için parti içinde ciddi bir mücadele yürüttüğünü ancak büyük bir direnişle karşılaştıklarını yazmıştım. Ayrıca içerde birbiri ardına patlak veren komplolar ve dışarıda büyüyen faşizm ve yaklaşan savaştan dolayı parti içindeki sertlik yanlılarının inisiyatifi ele geçirdiğini yazmıştım. Doğuda ve batıda SSCB sınırlarında faşizan askeri diktatörlükler vardı ve bunlar (Finlandiya, Estonya, Letonya, Litvanya, Polonya, Macaristan, Romanya, Bulgaristan, Japonya) faşist Almanya ve İtalya ile gizli veya açık anlaşma içindeydiler. İçeride ise MK üyeleri, Kızıl Ordu komutası ve polis içinde faşistlerle işbirliği yapmaya hazır unsurlar olduğu ortaya çıkmıştı. Stalin ve ekibinin üst düzey parti ve hükümet görevlilerinin açığa çıkan komplolarından dolayı paniğe kapıldığı ve rejimin hayati tehlikede olduğunu düşündükleri anlaşılıyor.

İşte bu ortamda yerel parti yöneticileri (yani MK üyelerinin çoğu) Stalin'e baskı yaptılar ve istedikleri yetkileri elde ettiler. Bu yöneticiler ve onların güdümündeki polis şefi Yejov binlerce kişiyi tutukladılar ve bizdeki İstiklal Mahkemelerine benzeyen üç kişilik (parti sekreteri, savcı, polis şefinden oluşan) mahkemelerin kararlarıyla binlerce kişiye hızla idam ve çeşitli hapis cezaları verilmesini sağladılar. Bu arada Moskova'dan Ukrayna KP'nin başına geçmiş olan Hruşçov en şiddetli baskı taraftarlarının başında geliyordu. Tabii Stalin açısından baskılara izin vermek büyük bir hata idi ancak belki de izin vermeseydi kendisi de tasfiye edilecekti. Ayrıca Arch Getty gibi ABD'li, antikomünist fakat dürüst ve ciddi sovyetologlar bile Stalin'in bir tehdit algısından dolayı bu baskılara izin verdiğini ve baskıların önceden planlanmış olmadığını kabul etmektedir.

Sonuçta iç işleri halk komiserliği içindeki anti-Sovyetik unsurlar ve Hruşçov gibi koltuğunu sağlama almak için başkalarını harcamaktan çekinmeyen bürokratik, oportünist unsurlar yüzünden gerçekten suçlu insanlar yanında suçsuz insanlar da ceza gördüler. Haksız yere suçlanmış insanların sayısını tam olarak bilemiyoruz. Bunlardan hapse atılmış olanların hepsi kısa süre sonra salıverildiler ancak idam edilenler geri gelemezdi. Fakat Stalin yine de istisnalar hariç genelde suçlananlardan yana oldu ve aklanmalarını sağlamaya çalıştı. Nihayet Kasım 1938'da iç işleri komiseri olan Beriya aracılığıyla poliste ve partide yetkilerini aşıp suçsuz insanları ölüme ve hapse göndermiş olanlara karşı büyük bir temizlik başlattı ve bu kez parti ve polis içindeki hainler cezalarını çektiler. Ancak bu arada olan olmuş, parti ciddi bir darbe almıştı. Hruşçov ise nasıl olduysa bu temizlikten kurtuldu.

Ekim 1937'deki MK plenumunda konuşan Kursk birinci sekreteri Peskarov şöyle diyordu: "İnsanlara haksız cezalar verildi. Konuyu MK'ya bildirdik, Stalin ve Molotov yoldaşlar bizi destekledi ve dosyaları incelemek üzere bize yüksek mahkeme ve başsavcılıktan bir ekip gönderdiler. Bu ekip üç haftalık çalışma sonucu 16 rayonda (ilçede) verilen cezaların % 56'sı kanunsuz sayılarak iptal edildi. Ayrıca hükümlerin % 45'inde hiçbir suç unsuru yok idi... Eğer bu insanlara zaman geçirmeden yaklaşmazsak ve sahip oldukları belli eğilimleri kıramazsak onlar bizim peşimizden gitmeyebilirler".

Krasnodar bölgesi birinci sekreteri İ. A. Kravtsov ile Stalin arasında geçen konuşma ise yerel sekreterlerin ve MK sekretaryasının bir kısmının seçimlere hazırlık konusunda bildiklerini okuduklarını gösterdi.

Kravtsov: Yüksek Sovyet'e adaylarımızı belirledik. Kim bu yoldaşlar? Parti üyesi sekiz kişi, partisizler ve Komsomol üyesi iki kişi. Böylece partisizlerin oranını MK karar taslağında gösterilen oranda tuttuk. Çalışma türlerine göre bu yoldaşlar şöyle dağılıyor: parti çalışanları dört kişi, sovyet çalışanları dört kişi, kolhoz başkanı bir, biçerdöğerci bir, traktör sürücüsü bir ve petrol işçisi bir kişi. Bunlardan ikisi kadın, ikisi madalya sahibi ve üçü Kazak...
Stalin: Biçerdöğercilerden başka kim var?
Kravtsov: On kişi arasında Yakovlev, bölge komitesi birinci sekreteri ve bölge sovyet yürütme komitesi başkanı var.
Stalin: Bunu size kim söyledi?
Kravtsov: Yoldaş Stalin size söylemeliyim ki bunu buradan MK apparatından söylediler.
Stalin: Kim?
Kravtsov: Çağrı üzerine sovyet yürütme komitesi başkanımız Yoldaş Simoçkin'i MK'ya gönderdik ve o da bunu MK apparatında onaylattı.
Stalin: Kime?
Kravtsov: Söyleyemem, bilmiyorum.
Stalin: Yazık ki söylemiyorsunuz, size yanlış söylemişler. (Jukov, agy, sf 486-487)

Görüldüğü gibi Stalin üç kez "kim" diye sormasına karşın yanıt alamıyor ve pasif bir direnişle karşılaşıyor. Öte yandan Stalin'e rağmen MK sekreterlerinden birilerinin yerel komitelere seçimleri eski tarzda yürütmeleri için talimat verdikleri belli oluyor.

Sonuçta Aralık 1937'deki sovyet seçimleri Stalin'in istediği gibi olmadı. Partisiz adaylar parti adaylarıyla rekabet etmedi. Bunun yerine parti listelerinde % 20-25 oranında partisiz adaylara da yer verildi. Halbuki Stalin listelere değil, kişilere oy verilmesini ve parti adaylarının partisiz adaylar ile yarışmalarını istemişti. Tarihçi Yuriy Jukov buna ilişkin olarak hazırlanmış bir örnek oy pusulasını arşivde bulmuştur. (Bkz İnoy Stalin, s 256-57 arası fotoğraflar).

Bundan sonra Stalin ve Politbüro'daki yakın arkadaşları yaklaşan ve nihayet başlayan savaş nedeniyle reform konusunu gündeme getirmediler veya getiremediler. Ancak Ocak 1944'te daha savaş devam ederken ilginç bir şey oldu. Savaş başlayalı beri ilk kez MK ile Yüksek Sovyet bir arada toplantıya çağrıldı. Toplantıda Molotov ve Malenkov'un hazırladığı ve bu ikisinden başka Stalin, Hruşçov ve Andreyev'in de imzası olan bir MK karar taslağı bir kez daha partinin ekonominin doğrudan yönetiminden uzaklaştırılmasını öngörüyordu. Kuşkusuz burada Hruşçov'un imzası garip görünüyor ancak bu oportünist unsur o sıradaki güçler dengesinde öyle davranmış olmalıdır. Özellikle geçmişte kendisini korumuş olan Malenkov'un sözünden dışarı çıkamamış olabilir. Ancak sebepler ne olursa olsun MK çoğunluğu bir kez daha bu karar taslağını yenilgiye uğrattı. Demek ki neymiş? Devlet Savunma Komitesi Başkanı, başkomutan, başbakan, savunma bakanı, Politbüro üyesi, MK genel sekreteri ünvanlarının hepsini birden taşıyan Stalin en güçlü göründüğü zamanda bile her istediği kararı geçiremiyormuş. Hruşçov denen unsur ise 1956'daki 20. kongredeki konuşmasında bu ortak plenumun varlığını bile inkar etti. Açıkçası Hruşçov kendisini desteklemiş olan delegelere onların iktidarına karşı her türlü tehdidin ortadan kalktığını anlatmak istemiş olmalıdır.

Savaş boyunca parti kongre, MK plenumları ve hatta Politbüro toplantıları bile ya yapılmadı ya da çok seyrek yapıldı. Parti kongresi 1939'dan sonra 1952'de yapıldı. Stalin bütün önemli kararları başbakan sıfatıyla imzalıyor, parti adına Malenkov ya da Jdanov imza atıyordu. Ancak Stalin parti genel sekreteri olarak kaldığı sürece partinin otoritesi de yüksek idi.

Grover Furr'ün antikomünist bir tarihçi olan Aleksandr Pıjikov'dan alıntıladığına göre 1947 yılından kalma bir parti programı taslağı sosyalist demokrasiyi genişletmeyi planlıyordu. (Pıjikov'un yazısının Rusça aslını bulamadım. Pıjikov'un başkalarına açık olmayan bir arşiv belgesini kullanmış olması muhtemel). Yine Pıjikov'a göre Jdanov Şubat 1947'deki MK plenumundaki konuşmasında 19. parti kongresinin 1947 sonunda veya 1948'de toplanacağını söyledi. Ayrıca yılda bir yapılacak olan parti konferansları ile MK üyelerinin altıda birinin zorunlu olarak değiştirilmesi planından söz etti. Ancak bu planın da akıbetini bilmiyoruz. Muhtemelen MK çoğunluğu onu da reddetti. 19. kongre bilinmeyen nedenlerle 1952'ye dek ertelendi.

1952 kongresinde Stalin ve ekibi son bir kez daha parti ve devleti birbirinden ayırmak ve seçimleri alternatifli hale getirmek istedi. Bunu başaramadı ise de yine de bazı ilk bakışta biçimsel gibi görünen değişiklikleri kabul ettirdi. (Bu kongre daha sonra hem Hruşçov hem de Brejnev döneminde unutturulmak istendi. Stalin'in bu kongrenin hemen ardından toplanan MK plenumunda yaptığı konuşmanın tamamı hiçbir zaman yayımlanmadı).

Kongrede partinin adı Tüm-Birlik Komünist Partisi (Bolşevik) yerine Sovyetler Birliği Komünist Partisi oldu. Böylece öteki ülkelerde olduğu gibi parti adı devletten sonra gelip, ona bağlı hale geldi. Politbüro'ya da MK Prezidyumu adı verildi. Eski Politbüro yürütmenin başı olan başbakanı ve yasama organı Yüksek Sovyet'in başını otomatik olarak içeriyordu. Yeni Prezidyum ise sadece partinin üst organı idi, başbakan ve yüksek sovyet başkanı otomatik üye olmaktan çıktı. Eski Politbüro'ya göre Prezidyum'un siyasi ağırlığı da azaldı. MK genel sekreterliği makamı kaldırıldı. Şimdi Stalin Prezidyum'daki 10 sekreterden sadece biri idi. 9-11 üyeli eski Politbüro'nun yerini şimdi 25 üyeli ve 11 aday üyeli Prezidyum alıyordu. Böylece Prezidyum yine operatif kararlar alınan bir organ olmaktan çıkıyordu.

Fakat Stalin bir hamle daha yaptı ki gerçekten radikal idi. Genel sekreterlikten istifasından sonra MK plenumunda MK sekreterliğinden de istifa edip sadece başbakan olarak kalmak istedi. Ancak burada başta Hruşçov ve Malenkov olmak üzere parti yöneticileri panik içinde Stalin'e karşı çıktılar ve istifasını kabul etmediler. Muhtemelen Stalin'in parti yönetiminden ayrılmasının partinin ve dolayısıyla kendilerinin devlet organları üzerindeki otoritesini zedeleyeceğini düşünüyorlardı. Bu arada Stalin halen açıklanamayan nedenlerle Molotov'u da sertçe eleştirdi.

1952 kongresinden sonra Stalin'in iktidardan fiilen tamamen uzaklaştırılmış olması mümkün görünüyor. Stalin'i iktidardan iyice uzaklaştıran parti yönetimi bir yandan da halka hala Stalin'in iş başında olduğu duygusunu yaşatmak için bir Stalin kültü yayıyordu. Kişi kültüne karşı olduğunu defalarca açıklamış olan Stalin'i "halkların babası" gibi sıfatlarla göklere çıkarıyorlardı.

Eski Politbüro ilk fırsatta eskiye döndü. 2 Mart 1953'te Stalin daha ölmemiş ancak komada iken toplanan Prezidyum üyelerinin bir kısmı, yani eski Politbüro, Prezidyum'un üye sayısını 25'ten yine 10'a düşürdü. Parti MK sekreterlerinin sayısı da yine 5'e düşürüldü. Stalin'in ölümünden sonra ilk başta Malenkov birinci adam gibi görünüyordu. Ancak Malenkov parti çalışanlarının maaşlarını kısıp memurlarınkini artırmaya kalkınca Hruşçov parti yöneticilerinin tepkisini çabucak örgütleyip bu kararı geri aldırdı. Sonra da Eylül 1953'te aynı yöneticilere kendini MK birinci sekreteri seçtirdi. Nihayet Hruşçov'dan sonra Brejnev zamanında 1966'da Prezidyum adı da kaldırıldı ve Politbüro adına dönüldü.

Bugünkü Rusya'da Stalin'e olan sempatinin arttığını sağır sultan bile duydu. Ayrıca Stalin'in ölüme terkedildiği veya doğrudan zehirlendiğine inananların sayısı da az değil. Başta Yuriy Muhin olmak üzere bazı araştırmacılar Stalin'in öldürüldüğünü iddia ediyorlar. Argümanları kesin değilse de tamamen mantıksız da görünmüyor. Ancak bu bahis çok uzun olduğu için burada özetlemek bile mümkün değil.

solcu  |  Cvp:
Cevap: 5
06.08.2014- 12:44

Yaşanmış Sosyalizm (6)
Kıvılcım Çağla


Lavrentiy Beriya Sovyet liderleri arasında en çok iftiraya uğrayanların belki de başında geliyor. Emperyalist medya ve liberal entelijensiya genellikle Beriya'dan bir cellat, bir diktatör özentisi, bir sapık türetmeye çalışmıştır. Kuşkusuz antikomünist propagandanın yalanlarını ciddiye alacak değiliz. Ancak yine de Beriya'nın politikası hakkında bir yargıya varmak güç. Hakkındaki arşiv belgelerinin çoğu hala gizli. Dolayısıyla ben de burada nihai gerçekliği bulduğumu iddia etmiyorum ancak üzerinde pek durulmadığını düşündüğüm bazı noktaları tartışmaya açmak istiyorum.

Beriya 1938'de iç işleri bakanı oluyor ve önceli Yejov'un haksız yere tutukladıklarını serbest bırakmakla işe başlıyor. Savaştan sonra başka işler yanında Sovyet atom bombası projesini başarıyla yürütüyor. Mart 1953'te iç işleri bakanı ve Prezidyum (Politbüro) üyesi iken Stalin'in ölümünden sonra Haziran 1953'te tutuklanıyor ve alelacele idam ediliyor. Stalin'in cenaze töreninde parti MK sekreteri Malenkov'dan sonra ikinci konuşmayı yapıyor ve bu o sırada Sovyet devletinde ikinci adam olduğunun bir işareti sayılıyor. Beriya konuşmasında partiden hiç söz etmiyor ve Sovyet hükümetinden, Stalin anayasasından söz ediyor.

Beriya'nın programında başka şeyler arasında partiyi doğrudan ekonomi yönetiminden uzaklaştırmak, iki Almanya'nın birleşmesini desteklemek, Yugoslavya ile bozulmuş olan ilişkileri düzeltmek var. Özellikle Almanya konusundaki tavrından ötürü kendisini erken gelmiş bir Gorbaçov gibi görmek de mümkün. Nitekim Molotov, Feliks Çuyev ile söyleşilerinde Beriya'yı bu nedenle eleştiriyor. Ancak Beriya'nın programı Gorbaçov gibi hiçbir ödün almadan Doğu Almanya'yı vermeyi içermiyordu. Beriya NATO dışında kalmak koşuluyla Almanya'nın birleşmesine izin vermekten söz ediyordu. Öyle de olsa bu adım Doğu Almanya'daki sosyalist kazanımları tasfiye edeceği ve Batı ile yumuşama anlamına geleceği için tehlikeler içeriyordu. Dolayısıyla sosyalistçe bir yönelim gibi görünmüyor. Fakat Beriya'nın esas tepki toplayan yönelimi bu değildi. Esas mesele Stalin'in de yapmaya çalıştığı, ancak başarılı olamadığı parti ve devlet ilişkisini yeniden düzenleme çabası idi. Beriya'nın Stalin'in demokratikleşme programını ne şekilde sürdürmeye niyetli olduğunu bilmiyoruz ancak parti ve devleti ayırma niyeti Hruşçov'un başını çektiği parti nomenklaturasını alarma geçirmiş olmalıdır. Bu süreçte Molotov, Kaganoviç ve Malenkov daha sonra kendilerini tasfiye edecek ve dünya komünizmine büyük darbe vuracak olan Hruşçov'a destek vererek büyük bir hata işlediler.

Stalin'i demokratik olmamakla suçlayan Hruşçov, Beriya'yı hiç de Stalinistçe olmayan bir şekilde yargılatıp kurşuna dizdirdi. Mahkeme halka açık yapılmadı, Beriya Politbüro üyeleriyle bile yüzleştirilmedi ve dosya gizli tutuldu. Bu hukuksuzluğa izin veren Molotov, Malenkov ve Kaganoviç birkaç yıl sonra kendileri tasfiye edilmekten kurtulamadılar. Hruşçov Stalin'i karalayarak
hem kendi suçlarını gizlemeye çalıştı hem de parti içi demokrasiyi ortadan kaldırdı.

Acaba Stalin başarılı olsaydı ve partili ve partisiz adaylar sovyet seçimlerinde yarışsaydı nasıl olurdu? Bu ilginç bir deneyim olurdu ancak yaşanmadığı için bu konuda bir şey söylemek zor. Tek partililik Bolşeviklerin tercihi değildi, Lenin'in başkanlığındaki ilk Sovyet hükümetinde sol SR'ler de vardı. Ancak onlar daha sonra terörist eylemler örgütleyerek, Alman elçisini öldürerek Sovyet iktidarına cephe aldılar. Dolayısıyla çok partili bir sovyet deneyi yaşanamadı.

Bu söylediklerimizden SSCB'nin demokrasi eksikliğinden dolayı yıkıldığı sonucu çıkar mı? Hayır kesinlikle çıkmaz. Çünkü demokrasi eksikliği yıkılmayı gerektirmez. Çin bunun bir örneğidir. (Tabii Çin'de sosyalizm yok gibi, ancak burada rejimin yıkılıp yıkılmaması açısından ele alıyoruz). İkincisi ve asıl önemlisi demokrasiden ne anladığımızdır. Demokrasi sadece beş yılda bir seçimlerde oy vermek midir? Ya da sadece birden fazla parti olması mıdır? Burjuva demokrasilerinde durum budur. Oysa daha önemlisi iktidarın halkın ihtiyaçlarına ve şikayetlerine ne kadar önem verdiğidir. Burjuva demokrasilerinde sözde halkın seçtiği iktidarlar halkın değil küçük bir azınlığın çıkarlarını korurlar ve halkın beynini uyuşturmak için devasa ideolojik aygıtları kullanırlar. Sovyet iktidarı ise en kötü haliyle bile en iyi burjuva demokrasisinden bin kat daha fazla halkçı idi. Sovyet devleti yurttaşlarının temel ihtiyaçlarını karşılamayı amaç edinmişti ve Sovyet yurttaşının dilekçesi resmi makamlarca ciddiye alınıyordu. Parti nomeklaturasının ayrıcalıkları da yine kapitalizme kıyasla çok küçük, önemsiz şeyler gibi kalıyordu. Hele eski Sovyet ülkelerinde hüküm süren bugünkü oligarkların saltanatıyla karşılaştırınca durum gerçekten de pek komik kalıyor. Brejnev zamanın bütün Politbüro üyelerinin elindeki olanakların toplamı bugünkü tek bir Rus oligarkının servetinden azdır. O Politbüro üyeleri ve öteki parti yöneticileri ithal arabalara binemiyorlardı, bindikleri otomobil Volga idi ki biraz nitelikli bir işçi de pekala Volga alabiliyordu. Nomenklaturanın evleri ve daçaları ortalamadan biraz daha büyüktü o kadar. Özel yatları, özel uçakları yoktu.

Sovyet iktidarı en bozulmuş halinde bile kapitalizme göre bin kat daha eşitlikçi idi ve emekçi çocuklarının yükselmesine açıktı. Şimdilerde sosyalizme küfür eden, Türki cumhuriyetlerin başındaki eski aparatçiklerin biyografilerine bakın, hepsi sıradan emekçi çocuklarıdır.

Tam Sürüme Geç »
 phpKF Mobil Android Uygulaması Kullanın [X]