Menü Üye Giriş

Şifre Sıfırla · Kayıt Ol

2009 yılında çok daha etkili olacağı belli olan küresel kriz dünyayı sarsmaya devam ediyor. En hızlı kalkınan ülkeler sıralamasında ilk sıralarda olan İzlanda nerdeyse iflasın eşiğine geldi. Son altı ayda ABD’de toplam sermayeleri 200 milyar doları aşan 13 banka battı. Dev bütçeli şirketler acil yardım talebinde bulunuyor. Fabrikalar kapanıyor. Bütün dünyada üretim düşüyor. İşsizlik artıyor. Uluslararası Çalışma Örgütü (İLO) küresel krizin yılsonuna kadar 20 milyon kişiyi işsiz bırakacağı ve gelişmiş ülkelerdeki ( kuzey ülkeleri) 190 milyon olan işsiz sayısının yılsonunda 210 milyona ulaşacağı uyarısında bulunuyor. Kitlesel işsizliğin boyutları ise güney ülkelerini de hesaba kattığımızda inanılmaz rakamlarda. İLO verilerine göre dünya genelindeki işsiz sayısı 1 milyarı aşmış durumda. Kısaca tablo vahim; kapitalizm ise çaresiz…

Öncelikle şunu vurgulamakta yarar var: Ülkemizde kimi liberal çevreler tarafından krizin bir “yönetim krizi” olarak adlandırılması ve tıpkı bundan önceki krizler gibi, sistemle bir ilişkisinin bulunmadığı savları doğru değildir. ABD’de önce konut sektöründeki tıkanmayla başlayan, kısa sürede mali piyasaları etkileyen ve sonra zincirleme olarak dünya kapitalist zinciri içinde genişleyerek tüm reel sektörlerde kendisini gösteren küresel kriz kapitalizmin yapısal bir özelliğidir. Emperyalist dönemde kapitalizmin ekonomik gelişme süreci kesintisiz ve doğrusal bir hat izlemez. Her “gelişme” ve “refah” döneminin ardından bunalımlar yaşanır; krizler meydana gelir. Sermayenin kendini sürekli geliştirme ve kar etme isteği ile bizzat kapitalizmin işleyiş yasaları arasındaki çelişki kapitalizmin içine girdiği dönemsel bunalımların ve krizlerin de bizzat kaynağıdır; bunu önleyebilme olanağı da yoktur ve kapitalizm tam da budur.

Kapitalist ekonominin yolunda gidebilmesi sadece artı değer üretimine bağlı değildir ve aynı zamanda, bunun piyasa koşullarında somutlanması ve yeniden sermayeye dönüşmesi gereklidir. Bu şekilde gerçekleşecek olan kar kapitalistler tarafından yeni yatırımlara ve sistemin daha genişletilmiş olarak üretilmesine olanak verir. Bu anlamda kapitalist üretim ile tüketim süreci bir bütünlük oluşturmak zorundadır ve sistemin “sorunsuz” işlemesi bu bütünlüğün sürekli ve kesintisiz bir denge içinde birbirini tamamlamasıyla mümkündür. Oysa sistemin işleyiş yasaları ve karmaşık özelliği bu bütünlüğün pratikte gerçekleşebilmesinin önünde engeldir. Bir diğer deyişle üretimin toplumsallaşması ile mülk edinmenin özel karakteri arasındaki çelişki bu dengenin sık sık bozulmasına yol açar.

Kapitalist ekonomi genelleştirilmiş meta üretimidir. Kapitalist ekonomide üretim halkın ihtiyaçlarına göre planlanmaz. Sistem içinde ev, araba, ceket, palto, ekmek, bardak, diş macunu ve benzeri her türlü ürün sadece kar elde etmek için üretilir. Bu durum kapitalist üretimin evrensel niteliğidir. Üretimin plansız ve anarşik niteliği hiçbir zaman tüketimin sınırlarını belirleyici bir role sahip değildir. Daha fazla kar isteği, yeni teknolojilerle birlikte geliştirilmiş üretim tekniklerini de devreye sokarken, bu durum canlı emeği üretimden uzaklaştırır. Kapitalizmde canlı ve cansız emek arasındaki farkın cansız emek lehine gelişmesi kaçınılmaz biçimde işsizlik ve yoksulluğu da arttırır. Giderek daha fazla kitleselleşen ve giderek daha fazla kitlesel tüketime ihtiyaç gösteren kapitalist ekonomiler için bu durum, piyasadaki meta yığışması ile kitlelerin satın alma potansiyeli arasında ciddi uçurumların meydana gelmesine neden olur. Kapitalistler bu durumu aşmak için çeşitli pazarlama tekniklerinden yararlanıp, kredi ve ödeme kolaylıkları sağlasalar bile piyasadaki malın sermaye olarak geri dönüşü her şekilde gecikir ve sonuçta, dolaşım sürecinde istenen ve arzulanan durum gerçekleşmez. Pazarda yani dolaşımda meydana gelen ve artı değeri yeniden sermayeye çevirememiş olmaktan kaynaklanan bu krize “aşırı üretim krizi” denir.

Kapitalizmin bir başka krizi de kar oranlarının düşme eğilimidir. Sermayenin sürekli büyümesi ve sonuçta canlı emeği üretimden uzaklaştırma durumunda kalması kapitalist ekonominin genel işleyiş tarzının bir başka sorunudur. Daha fazla kar, kitlesel üretim hedefi ve gelişmiş makinelerin sürekli devreye girme zorunluluğu işçinin üretimden dışlanmasına da yol açar. Oysa sadece makineleşmeye dayanan bir ekonomide sömürü ve kar olamaz. Kar sadece işçinin ( canlı emeğin) sömürülmesinden elde edilir. İşçinin üretimden soyutlanması bu anlamda kar oranlarının düşme eğilimi içine girmesine de yol açacaktır; ama nasıl gerçekleşirse gerçekleşsin, kapitalizmin ekonomik krizleri sonuçta tamamen kapitalizmin aşırı üretim krizidir.

Kapitalizm insani değildir. Kapitalizm akla aykırıdır. Daha ileri ve etkin bir teknoloji ve daha fazla üretim insanların yaşamlarını daha da kolaylaştırma ve kendilerine üretim faaliyeti dışında, daha fazla zaman ayırabilme potansiyelini içermesine karşın, bu koşullar kapitalist sistem içinde bir kriz nedenidir. Bu yüzden kapitalizm, bolluk içinde yoksulluktur. Milyonlarca insanı yoksulluğa mahkum etmektir. İşsiz bırakmaktır. Bunalımlara ve intiharlara yol açmaktır. Savaş nedenidir. Kapitalizm insanın ve doğanın her geçen gün daha da yoğun bir şekilde yıkıma uğratılmasıdır.

Kapitalizm var olduğu sürece bu krizlerden kurtulamayacağı gibi, yok oluşu da bu krizler nedeniyle gerçekleşecektir. Ne var ki, buradan kapitalizmin sonunun geldiği ve kendiliğinden sona ereceği anlamı da çıkmaz. Emperyalist dönemle birlikte kapitalizmin bir yok oluş sürecine girdiği açıktır. Lenin’in de söylediği gibi “çöküş halindeki kapitalizm” tarihsel bir saptamadır; ancak bu niteleme, sistemin emperyalist dönemde üretici güçleri geliştiremediği ve nihai bir krizle kendiliğinden sona ereceği anlamına gelmemektedir. Buradan çıkartılacak sonuç, emperyalist dönemde kapitalizmin sürekli bir ölüm halinde bulunmakla birlikte her zaman bu krizlerden kurtulabilme potansiyeline de sahip olduğu ve en önemlisi, sisteme dışardan müdahale edilmedikçe sistemin kendiliğinden çökmeyeceğidir.

Ne yazık ki, ekonomik krizler işçi sınıfının mücadelesinde otomatik bir yükselişe yol açmamakta; ekonomi ile siyaset arasındaki ilişkinin karmaşık özelliği sınıfın göstereceği tepkinin ortaya çıkmasında belirleyici rol oynamaktadır. Sınıf mücadelesinde, sınıfın doğrudan eylemliliğine yol açan sınıf bilincinin kitlelerde oluşturulmasının önemi de burada yatmaktadır. Bugünün dünyası devrimin nesnel koşullarının olgunlaştığı bir dünyadır. Üretici güçlerin gelişmişlik düzeyi kapitalizm yerine sosyalizmi mümkün kılacak yeterliliğe sahiptir. Eksik olan şey emek örgütlenmesinin yetersizliği ve bunun sonucunda sınıf bilincinin kitlelerde oluşmaması ve sınıfın yönetilmeme iradesinin ortaya çıkmamasıdır..

Kapitalizmi tarihin çöplüğüne gönderecek güç ve koşullar da burada yatmaktadır.

Tam Sürüme Geç »
 phpKF Mobil Android Uygulaması Kullanın [X]