Menü Üye Giriş

Şifre Sıfırla · Kayıt Ol

15.11.2014- 09:34

Rennan Pekünlü’ye özgürlük
Erhan Nalçacı


Aydınlanma, laiklik ve cumhuriyet atılımlarının sınıf mücadeleleri ile giden evrensel bir tarihi vardır. Evrensel olması farklı zaman ve mekandaki olguların tarihsel olarak genellenebilmesindendir ve başlıca üç ayrı dönem tanımlanabilir.

Aydınlanma, laiklik ve cumhuriyette ilk sıçrama antik dönemdedir.

Göçebe kuzeyli kavimler yerleşik tarım yapan ve düzenli artı ürünleri olan güneydeki kabilelerin üzerine çöreklenirler. Bir kast sistemi oluşur, üstte toprak sahibi soylular ve altta köylüler. Din köylülerin zor olmaksızın ürünlerini teslim etmelerinin aracı olur, tapınak depoları dolar taşar. Sofu ve cahil bir köylülük yaratılan bir mekanizmadır.

MÖ 700 gibi bu katı ve değişmez gibi gözüken toplum hareketlenir. Denize yakın coğrafyalarda ticaret, mal üretimi, zanaatlar iki sınıfın arasını dolduran özgür ama soylu olmayan yeni bir sınıf yaratır, kabile düzeni iktisadi ilişkiler ve sınıf mücadeleleri ile bozulur. Atina’da bu sürecin sonunda ortaya çıkan rejim insanlığın bir aydınlanma dönemidir, laiklik ve cumhuriyet ile birlikte gider.

Bu sürecin evrensel olmasının nedeni çok benzer süreçlerin Çin’den Hindistan’a kadar yaşanmış olmasıdır.

Bu ilk aydınlanma döneminden kölelere düşen şey sadece tarlalarda değil, atölyelerde de çalıştırılmaları olmuştur.

İkinci dönem ortaçağda feodalizmden çıkıştır.

Hıristiyanlık ve daha sonra Sünnilik toprak kölelerinin yaratılmasında aktif ve başat araçlar olarak kullanılmıştır. Tüm yaşam doğumdan ölüme dinselleştirilmiş, değişmez, mükemmel ve insan aklının alamayacağı bir dogmatik dünya tasarımı köylülerin sömürüsünün en can alıcı mekanizmasına dönüşmüştür.

14. yüzyıldan itibaren bin yıldır devam eden düzen sarsılmaya başlamış, kentleşme, soylu olmayan sınıfların ticaret ve mal üretimiyle zenginleşmesi toplumu dinamik hale getirmiştir. Tüm dogmalar sorgulanmış, feodalizmin kaleleri tek tek düşmüş, yeni bir aydınlanma, laiklik ve cumhuriyet dönemi açılmıştır. Büyük Fransız Devrimi bu tarihsel atılımın doruk noktasıdır.

Avrupa Komisyonu Başkanı gerici Barroso AKP’ye destek olmak için 2008’de Türkiye’ye geldiğinde, “Laiklik zorla dayatılamaz” demişti. Oysa Fransız devrimi kiliseye ve soylulara öyle bir laikliği dayatmıştır ki, bugün gericileşen burjuvazi buna sahip çıkamamaktadır.

Feodalizmin toprak köleleri cumhuriyetin fabrika işçilerine hızla dönüştüler ve kendi cumhuriyetlerini ve aydınlanmalarını aramaya başladılar, sınıf mücadelesi yeni bir dinamik kazandı. Burjuvazi daha iktidarının keyfini sürmeden korkuyla gericileşti ve dini yardıma çağırdı.

Üçüncü aydınlanma, laiklik ve cumhuriyet dönemi ise bu aranışın ve mücadelenin sonunda Ekim Devrimi ile geldi.

Geçen hafta 97. yılını kutladığımız Ekim, Çarın teknokratlarının aydınlanması için bin yıl biçtiği halkları   kırk yıl içinde uzaya taşıdı, Sovyetler Birliği’ni en çok kadın bilim insanına sahip ülke haline getirdi.

Şimdi soruyoruz, aydınlanma mücadelesinin neresindeyiz diye? Günümüzde toprak soyluluğu mu var, feodalizm mi kaldı? Aksine ömrünü tüketmiş bir kapitalizm son uzatmayı oynuyor ve ölmemek için dini siyasi bir araç olarak kullanıyor.

Soruyoruz şimdi, Türkiye’de ikinci döneme denk gelen 1923’e dönmek mümkün mü diye? 1923’ün öncü sınıfı emperyalist düzenin içinde her türlü kötülükle uzlaşabilecek kemiksiz ve gerici bir sınıfa dönüştü.

Aydınlanmanın, laikliğin ve cumhuriyetin tek koşulunun sosyalizm olduğu evrensel bir alt üst oluş dönemindeyiz.

Bu koşullarda, herkesi 18 Kasım öğleninde Prof. Rennan Pekünlü’ye özgürlük demek için Kızılay’da Çankaya Belediyesinin önüne çağırıyoruz. *

İşi gücü bırakın, o gün orada olmak dönemi kavramaktır.

Dönemi kavrayanlar aydınlanma mücadelesine öncülük edecek.


*Çok sayıda kitle örgütü 20 Kasım’da hapse girecek Prof. Rennan Pekünlü’nün özgürlüğü için Adalet Bakanlığı önünde 18 Kasımda yapılacak basın açıklamasına için çağrı yaptı. Buluşma saati ve yeri 12.30 Çankaya Belediyesi önü olarak verildi.

umut  |  Cvp:
Cevap: 1
15.11.2014- 09:35

Yargının adaleti ve Prof. Dr. Rennan Pekünlü!
Rıfat Okçabol


Üniversiteye gelen türbanlı öğrenci sayısının artmaya başlaması üzerine YÖK Başkanı Doğramacı, 20 Aralık 1982 tarihli bir genelge ile üniversitede örtünmeyi yasaklamıştı. Sonra aynı Doğramacı, 10 Mayıs 1984 tarihli YÖK kararı ile “modern türbanla örtünme”yi serbest bırakmıştı. 8 Ocak l987’de ise, Yükseköğretim Kurumları Öğrenci Disiplin Yönetmeliği'ne eklenen bir madde ile üniversitede çağdaş kıyafet ve görünüm dışındaki bir kıyafet ve görünümde bulunmayı disiplin suçu saymış, öğretim elemanlarından bu durumu izleyip gerektiğinde soruşturma açmalarını istenmişti.

27 Aralık 1988’de çıkarılan 3511 sayılı yasaya yükseköğretimde türbana serbestlik getiren bir madde eklenmişse de, Anayasa Mahkemesi (AYM)   bu maddeyi 7 Mart 1989’da iptal etmişti. Benzer bir ekleme Ekim 1990 tarihli 3670 sayılı yasada da yapılmış, AYM ilgili bu maddeyi de, 9 Nisan 1991 tarihinde iptal etmişti. AYM’nin bu iptal kararlarının temel gerekçesi, devlet kurumlarında türbanın kullanımının Anayasa’nın “laiklik”, “eşitlik”, “hukuk devleti”, “ulusal birlik” ve “demokratiklik” ilkeleriyle bağdaşmamasıydı.

Türban sorunu bir ara hız kesmiş, ancak 1990 sonlarında laiklik karşıtı olaylar hızlanmaya başlandığında YÖK Başkanı Gürüz de, Doğramacı gibi, öğretim elemanlarının türban konusunu izlemelerini, uyarıları dinlemeyen öğrencilerin disipline verilmesini istemişti. Öğretim elemanlarının bir bölümü, YÖK’ün isteğini yerine getirmeye çalışırken, türbanın laiklikle ve bilimsellikle bağdaşmadığını düşünen bir bölüm öğretim elemanı da, türban konusunu izlemenin okul yönetimlerinin görevi olduğunu savunmuştu.

Türban yasağı üzerine açılan bir dava üzerine Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) de, 29 Haziran 2004 tarihinde, Türkiye’de üniversiteye türbanlı girişin yasaklanmasının hukuka uygun olduğuna karar vermişti. Danıştay da, türbana serbestlik getiren yönetmelik değişikliklerini iptal etmişti. Hatta Danıştay’ın türban yasağıyla ilgili bir kararı üzerine Başbakan Erdoğan, “Bu konuda siz değil, ulema karar verir” demişti!

AKP’nin payandası MHP’nin desteğiyle, 11 Şubat 2008’de Anayasa'da yükseköğretimde türbanı serbest bırakacak değişiklik yapılmış, AYM, 5 Mayıs 2008 tarihli kararında, bu değişikliği de Anayasa’ya aykırı bularak iptal etmişti.   Anayasa değişikliği üzerine YÖK Başkanı Y. Z. Özcan, AYM kararını beklemeden üniversitelere türbanın serbest bırakılmasını isteyen bir genelge göndermiş, Danıştay bu genelgeyi de iptal etmişti.

Kadını ikinci sınıf vatandaş görüp başı açık olan eşlerini evlendiklerinde türbana sokanlar, laiklik, bilimsellik, eşitlik ve demokratiklik gibi evrensel ve çağdaş ilkelere aldırmadıkları gibi kadının özgürleşmesini de istemediklerinden türban konusunda ısrarlarını sürdürmektedirler. Son günlerde ise türban ilkokula kadar girmiştir.

Oysa Türkiye, Anayasası’na göre, insan haklarına saygılı, laik, demokratik ve sosyal bir hukuk devletidir. AYM ve Danıştay gibi üst yargı organlarının kararları, hem yürütmeyi bağlayıcı niteliktedir hem de içtihat oluşturmaktadır. AİHM’nin kararları ise, Türkiye dahil tüm üye ülkelerin üst yargı organlarının kararlarını bile bağlayıcı niteliktedir. Özetle Anayasa değişmedikçe, hukuksal açıdan hem türbanla ilgili yasaklar devam etmekte, hem de AYM ve Danıştay kararları ile AİHM’nin 29 Haziran 2004 kararı, türban yasağı konusunda Türkiye yargı sistemini bağlayıcı kararlar olmaktadır.

Dolayısıyla hukuken ve fiilen okullara türbanla girilmesi yasağı hâlâ geçerlidir. Bu yasak geçerli olduğu için Ege Üniversitesi, 23 Mart 2011 tarihinde türban yasağıyla ilgili bir yazıyı fakültelere gönderip duvarlara asabilmiştir. Ege Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Dr. Rennan Pekünlü de, Mayıs 2012’de, üniversite dışından kişilerce yönlendirilen bir “türban yasağını delme” girişimi üzerine türbanlı öğrencileri mevcut kural konusunda uyarmış, uyarısını tutanağa bağlamış ve üniversite yönetimine iletmiştir.

Bir öğrenci bu konuda şikayette bulununca, kumpası andıran bir süreç başlamıştır. Önce rektörlük, 23 Mart 2011 tarihli yazılarını yok saymıştır! Sonra AKP’lileşen YÖK ve türban karşıtı kararları olduğu halde AKP’leşen Danıştay’ın da izin vermesi üzerine hukuksal temeli olmayan bir yargı süreci başlamıştır. Sonunda da, İzmir 4. Asliye Ceza Mahkemesi, mesnetsiz suçlamalara dayanan bu davayı reddedeceğine, bir üyesinin Danıştay’ın, AYM’nin ve AİHM’nin konuyla ilgili kararlarının yürürlükte olduğunu ve üniversitenin 23 Mart 2011 tarihli yazısının bulunduğunu belirtmesine karşın, bir hukuk cinayeti işleyerek profesöre 2 yılı aşan hapis cezası vermiştir! Yargıtay 4. Ceza Dairesi de, bu hukuksuzluğa katılıp mahkemenin kararını onaylamıştır!

Hukuk dışı olduğu kadar adil de olmayan bu karar, hukukun değil ulemanın verebileceği, laiklik ve bilimselliğe kin duyanların intikamına yönelik bir karar olmuştur.  

Oysa toplumsal barış ve güvenli bir yaşam için, yargının, kumpas niteliğinde ve hukuksal temeli olmayan Pekünlü davası ile benzeri davarı yeniden açıp hem adalete hem de hukuka sahip çıkması gerekiyor.

Tam Sürüme Geç »
 phpKF Mobil Android Uygulaması Kullanın [X]