Menü Üye Giriş

Şifre Sıfırla · Kayıt Ol

 SOL PAYLAŞIM  »
 Marksist Çözümlemeler

                                                          ANTONİO GRAMSCİ VE HEGEMONYA

İtalyan Antonio Gramsci (1891-1937) önde gelen Marksist düşünürlerdendi. Gramsci, Marx'ın kendi çalışmalarında, kapitalist toplumlardaki siyaset ve kültür alanlarını önemsemediğini düşünür. Sınıf mücadelelerininde Marx'ın politik stratejilerin gerekliliğine yönelik bir vurgusu olmadığını belirtir. Çünkü kapitalist üretim ilişkilerinin sürdürülmesinde devletin çok önemli bir etkinliği vardır. Devrimci dönüşümün gerçekleştirilmesinde siyasetin ve kültürün etkisi konusunda düşünür. Sınıflı toplumlarda başat sınıfın egemenliği sadece ekonomi üzerindeki hâkimiyetinden kaynaklanmaz.   Bunun yanında politik ve kültürel alanlarda sınıf egemenliğinin güçlendirilmesine hizmet eder. Kapitalist toplumlarda ekonomik krizler olmasına rağmen toplumsal devrimler gerçekleşmemektedir. Devletin, düşünce üreten kuruluşların ve organik aydınların önemine dikkat çeker. Devlet bütün sivil toplum alanlarını kuşatmıştır. Dinsel ve siyasal kuruluşların (örneğin, kilise ve sendikalar gibi) yönetimleri aracılığıyla devlete bağlandığını vurgulamıştır. Devlet egemen sınıfın egemenliğinin gerçekleştirilmesine hizmet eden bir aygıttır (Portelli, 1982).
   
Egemen sınıfın iktidarını kurmasında hem fiziksel güç kullanılır hem de kültürel ve ideolojik aygıtlar kullanılır. Gramsci'nin kültür ve ideoloji konusundaki çalışmalarında anahtar kavram hegemonyadır. Hegemonya kavramı Antonio Gramsci'nin 1920'lerde ve 30'larda yazdığı düşüncelerine dayanır. Bu kavram kültür, iktidar ve ideoloji kavramlarıyla bağlantılıdır. Gramsci'nin asıl merak ettiği elit bir azınlığın toplumun geri kalanına (sayısal olarak çoğunluğa) nasıl hükmettiği ve çoğunluğunda hükmedilmeyi ve yönetilmeyi nasıl kabul ettiğidir.   Elit bir azınlık nasıl olurda zora başvurmadan çoğunluğu kontrol edebilmektedir? Gramsci bu sorunun cevabını hegemonya kavramında bulmaktadır. Marx, sosyalist bir devrimi haber verdiği halde nasıl oluyor da bir avuç kapitalist toplumu kendi çıkarları doğrultusunda yönetmekte ve yönlendirmektedir? Çünkü bu azınlık ülkedeki temel kurum olan devlete ve onun organlarına ve kitle iletişim araçlarına sahiptir. Bu araçlar sayesinde azınlık çoğunluk üzerinde kontrol sağlamaktadır. Gramsci, temelde hegemonya kavramından toplumu yöneten elit bir azınlık grubun toplumun diğer kesimleri üzerindeki ideolojik ve kültürel kontrolünü anlıyordu. Böylece yönetici kesim sivil topluma nüfuz ediyordu. Hâkim sınıf kurulu düzeni egemen kılan sınıf çıkarlarını destekleyecek olan temel eğilimleri, inançları, ahlak kurallarını ve topluma egemen olmasını istediği tüm değerler sistemini aile, okullar, sendikalar, kiliseler gibi tüm toplumsal kuruluşlara etki ederek yayıyordu. Hegemonya kavramı basit bir söyleyişle topluma yön veren sınıfın dünya görüşü olarak tanımlanabilir. Egemen sınıfın bu dünya görüşü ideolojik kontrol mekanizmaları ve toplumsallaştırıcı kurumlar sayesinde gündelik yaşamın her alanını etki altına alır (Fiori, 1989).
     
Gramsci'ye göre egemen sınıfın fikir ve görüşlerinin topluma yayılmasında organik aydınların önemli bir görevi vardır. Bunlar, kafa emeği olarak kullanılan din görevlileri, öğretmenler, kitle iletişim alanında çalışanlar vb. dir. Bunlar, egemen sınıfın fikirlerini gündelik dil aracılığı ile topluma yayarlar. Burjuva sınıfın egemen blok olmasını sağlarlar. Dolayısıyla işçi sınıfı arasında bir sınıf bilincinin gelişmesinin önünü kesmek için tüccar, sanayici ve küçük burjuva sınıfların çıkarlarının ifadesi olan milliyetçi sağ görüşlerin sağduyu ve his haline getirilmesini sağlarlar. Egemen sınıfın görüşleri toplumun geniş kesimleri tarafından benimsenip sağduyu gibi algılanmaya başlanır. Hâkim sınıf kontrolünde tuttuğu zenginlikleri ve toplumda işgal ettiği pozisyonu korumak, sürdürmek ve sürekli hale getirmek için kendi dünya görüşünü, felsefesini, bilimini, kültürel ve ahlaki değerlerini topluma mal eder (Gramsci, 1997).

Bu değer ve görüşlerin sınıfsal karakterini gizleyerek toplumun ortak değer yargısı haline getirir. Bu değerlere alternatif olabilecek değer yargıları ve dünya görüşleri ortadan kaldırılmaya ve hâkim sınıfın ideolojisi rakipsiz kılınmaya çalışılır. Egemen sınıf topluma doğrudan siyasi baskı yapmak yerine toplum üzerinde ideolojik hâkimiyet kurmaya çalışır. Bütün bu uğraşların sonucunda toplumda hükmedilenlerin rıza gösterdiği ve hükmedenlerin egemen olduğu bir yapı ortaya çıkar (McGregor, 2000:62-63). Gramsci'ye göre egemen sınıf iktidarını ya güç kullanarak ya insanların rızasını üreterek ya da ikisini birden kullanarak yapar. Güç kullanarak yönetmek için ordu, polis, yargı ve hapishane gibi kurumlar gerekir. Böylece bu kurumlar fiziksel güç kullanarak insanların mevcut ilişkilere boyun eğmelerini sağlarlar. Ancak Gramsci'ye göre hiçbir egemen yapı sadece güç kullanarak iktidarda kalamaz.
   
Gramsci'ye göre iktidar ve güç kültür gibi, gündelik yaşam gibi hayatın her alanında yer alır. Gündelik yaşamlarında insanlar mevcut toplumsal uzlaşılarla fikir birliği içindedirler ve bu, sokaktaki insana sağduyu olarak görünür (Anderson, 1988). Gramsci'ye göre rıza, egemen sınıfın kendi dünya görüşünün ve düşünme biçiminin toplumun bireylerine kabul ettirilmesidir.   Okul, kilise(din), medya gibi kurumlar insanların düşüncelerini ürettiği ve yeniden ürettiği kurumlardır. Bu kurumlar aracılığıyla egemen sınıf kendi düşünce biçimini ve dünya görüşünü topluma yayar. İnsanlar herhangi bir toplumsal sorunla karşı karşıya geldiklerinde kendilerine öğretildiği gibi yani egemen sınıfın bakış açısıyla olayları değerlendirirler. Bu bakış açısı onlara doğal ve sağduyu olarak görülür. Olayları sınıfsal çıkarlarla ilişkilendiren kişiler ise sapkın(deviant) kişiler olarak değerlendirilirler. Çünkü bu insanlar sağduyuyla düşünmemektedirler. Sağduyu olayları herkesin bildiği gibi tanımlar. Bugün de medya aynı yöntemi kullanır. Böylece sağduyu insanların temel kabullerine aykırı düşen alternatif yaklaşımları vatandaşın gündeminden uzaklaştırır. Sağduyunun temel kabulleri ile insanlar belli tarz düşünceleri ve düşünme biçimlerini kabul ederek bu değerlerin inançların ve toplumsal ilişkilerin taşıyıcısı ve yeniden üreticisi durumuna gelirler. Ayrıca sağduyu insanlara doğal görünür çünkü doğal olan doğayla ilgili olandır. Yani kültürün dışında kalandır ve insanın denetleyemediği kısımdır. Doğal olan toplumsal olarak inşa edilen değil sürekli var olandır. Böylece toplumsal yapılar ve toplumsal ilişkiler doğal olarak tanımlandıktan sonra insanların bunları sorgulamasına ve değiştirmeye çalışmasına gerek kalmaz. Böylece bazı insanların zengin, bazı insanların yoksul olması doğal gözükür. Çünkü doğada zaten eşitlik yoktur.

Kapitalist toplum çelişkilerle doludur ve insanlar bu çelişkilerden hareketle toplumsal sorunları kendi toplumsal ve sınıfsal çıkarları ile ilişkilendirebilirler. Bunun için hegemonya tamamlanmış bir olgu değil sürekli üretilmesi gereken bir olgudur. Hegemonya da insanların mücadele alanlarından birisidir.
         
Gramsci, ekonomizmi reddetmiş ve ideolojinin ekonomik belirleyicilerinden göreli olarak bağımsız olduğu konusunda ısrar etmiştir. Gramsci, ayrıca kaba materyalizmi de reddetmiş ve Marksizm'in insan özneleri üzerinde odaklanan hümanist bir versiyonunu önermiştir. Gramsci, sosyal bir sınıfın diğerleri üzerindeki egemenliğini göstermek için ''hegemonya'' kavramını kullanır (örneğin; burjuva hegemonyası). Bu sadece politik ve ekonomik kontrolü değil egemen sınıfın dünyayı görme biçiminin egemenliğini de ifade eder. Böylece bakış açısı doğal ve sağduyu olarak görülür (Crehan, 2002). Yorumcular bu durumun gönüllülüğü ve aktif aktif rızayı içerdiğine vurgu yaparlar. Sağduyu egemenlik altındaki sınıfların egemenlik altında yaşama yollarını önerir. Fakat Gramsci mücadeleye vurgu yapar. Ona göre; sağduyu değişmez ve hareketsiz bir şey değildir, hatta sürekli dönüşüm geçirir (Hall, 1982:73). Rıza sürekli kazanılmalı ve yeniden üretilmelidir. Çünkü insanların maddi toplumsal tecrübeleri sürekli kendilerine egemenlik altında bulunmanın dezavantajlarını hatırlatır. Bu da egemen sınıf için bir tehdit oluşturur.
   
Gramsci, Batı toplumlarında kapitalizmin kendisini nasıl yeniden üretebildiği sorusunun cevabını ideolojik hegemonya kavramında bulur. Burjuva sınıfı bu toplumlarda kültürel bir hegemonya uygular. Bu hegemonya sürdüğü müddetçe işçi sınıfının bir devrim gerçekleştirmesi de olanaksızdır. İşçi sınıfı kültürel alanda da burjuvaziye karşı mücadele etmek ve kendisini toplumun çıkarlarının temsilcisi görmek ve göstermek durumundadır. İşçi sınıfı toplumda kendi karşı hegemonyasını kurmalıdır. Bu durum işçi sınıfı aydınlarının da bu mücadeleye katılmaları ile mümkündür. Gramsci, kültürel alanlardaki mücadele gerekliliğine çok fazla vurgu yapar ve iktidar mücadelesinin bir parçası olarak kültürel mücadelede sivil toplumun en geniş alanlarında üstünlük kurmak için mücadele eden bir partinin varlığının önemine dikkat çeker. Gramsci, ideoloji kavramıyla sadece siyasal ideoloji olarak değil, dinde, folklorda, sağduyuda ve gündelik yaşamda temsil edildiği biçimlerle de ilgilenir (McLennan, 1999:44).
   
Gramsci'ye göre kapitalist toplumlarda işçi sınıfı içerisinde sosyalist bir bilincin oluşturulup geliştirilebilmesi için egemen sınıfın hegemonik görüşlerinin deşifre edilmesi gerekir. Organik aydınların da işçi sınıfının yanında yer alacak şekilde dönüştürülmesi gerekir. Egemenlik altındaki işçi ve köylü sınıfların da kendi aralarında dayanışma kurmaları gerekir. Bu birliğin kurulmasının önündeki engellerin en önemlilerinden birisi de egemen sınıfın çıkarlarına hizmet eden dindir. Sol görüşlerin geliştirilmesi için kilise de dâhil her türlü kültürel ve ideolojik alanda mücadele edilmesi gerekir.

   
Gramsci'nin hegemonya kavramı (ve kuramı) medyaya uygulandığında görülür ki medya, okuyuculara/izleyicilere/dinleyicilere egemen sınıfın değerlerini aktaran bir araçtır. Medya genel olarak egemen yapıya ve egemen değerlere karşı olan ve bunları tehlikeye atan her türlü olaya karşıdır. Bunlar içerisinde işçi sınıfına ve onun ideolojisine yakın olma ihtimali bulunan sendikalar ve bunların egemen düzen için bir tehdit oluşturan eylemlerine (yani grevler), toplumsal düzeni tehdit eden protestoculara ve gösteri yürüyüşleri yapanlara, Marksizm'e, solculara, çevrecilere ve farklı cinsel kimliklere karşıdır. Bunun yanında, kapitalist üretim ilişkileri doğal düzen kabul edilir. Kapitalist girişim, kâr ve yöneticilerin her türlü girişimi ve uygulamaları sağduyu ve toplumun çıkarı olarak sunulur. Medyada haber değeri olacak olay ve olgular hep egemen sınıfın bakış açısı ile sunulur. Bireycilik yüceltilir. Yoksullukta ve başarısızlıkta kişiler suçlanır. Kusur bireylerde aranır. Kitle İletişim Araçları egemen temel değerleri kabul eder ve sağduyuya uygun olarak yani herkesin bildiği bir dünya tasarımı sunar. Sonuç olarak medya egemen değerleri aktararak hegemonyayı yeniden üretir.
         
   
Gramsci'nin görüşleri aşağıda belirtileceği üzere özellikle İngiliz Kültürel Çalışmaları geleneğinin dayanak noktalarından birini oluşturur. Onlara göre insanların bilinçlerinin biçimlenmesinde ve egemen sınıfın görüşlerinin topluma egemen olmasında gündelik yaşam pratiklerinin en önemli parçasını oluşturan medya kullanımı çok önemli bir rol oynar.

   
Stuart Hall'a (1982:64) göre, medya dünyadaki olaylar hakkında anlamlar üretir. Medya imajları basit bir şekilde dünyayı yansıtmaz, dünyayı yeniden üretmek yerine yeniden sunar. Bunu yaparken medya, olayları ve olguları seçer, yapılandırır ve biçimlendirir. Böylece medya hali hazırda var olan bir anlamı iletmek yerine kendisi bir anlam üretir ve ürettiği anlamı iletir. Olayların çeşitli anlamları olmasına rağmen medya, olayları belli bir tarzda anlamlandırır ve bunu sürekli yapar.
                                                                                     
                                                    Levent YAYLAGÜL / Kitle İletişim Kuramları

Tam Sürüme Geç »
 phpKF Mobil Android Uygulaması Kullanın [X]