Menü Üye Giriş

Şifre Sıfırla · Kayıt Ol

 SOL PAYLAŞIM  »
 Forum Arşivi
09.02.2015- 09:23

Haziran’ın ince beli*-Alper Dizdar  

Önümüz seçim ve Birleşik Haziran Hareketi’nin bir tutum belirlemesi gerekiyor. Haziran Hareketi bir seçim ittifakı olarak kurulmadı, defalarca söylendi, ben de buna itiraz etmeyeceğim.

Fakat bir seçim ittifakı olmamak var, bir de seçim ittifakı olmamak var.

Türkiye’nin en kritik momentlerinin birinde, yeni ve yine kritik bir seçim arifesinde, Haziran’ı önemsemiyorsanız diyeceğiniz bellidir: Haziran bir seçim ittifakı değildir.

Bir de Haziran’ı sosyalist mücadelenin önemli bir odağı haline getirmek istiyorsanız şunu söylemeniz gerekiyor: Haziran bir seçim ittifakı değildir.

Peki, güzel, en azından bir konuda hepimiz anlaşıyoruz, ama Haziran hangi seçim ittifakı değildir?

Birinci yaklaşımla, Haziran “seçim ittifakı” olmadığı için beraberinde Haziran’ın seçim sonrasına kadar tatil edilmesini, “AKP’ye oy yok!” diyerek herkesin “özgür” bırakılmasını vs. önerebilirsiniz. Veya zaten seçim ittifakı olmayan Haziran’ın seçim yokmuş gibi “mücadeleyi alanlarda yükseltmesini” en devrimci pozlarla talep edebilirsiniz…

Fakat ikinci yaklaşımı benimsiyorsanız, önce işinizin bu sefer daha zor olduğunu kabul ederek başlamalısınız. Seçim ittifakları dahil hem tartışacak, hem de sadece bu seçimi değil sonrasını da gözeterek bir tür “seçim politikalarına yaklaşım” geliştirmeye bir yerlerden başlayacaksınız.

Açıkçası sosyalistler arasında kendi başına bir seçim başarısı daha önce elde etmiş veya nedense önümüzdeki seçimde bunu yapmaya namzet birileri olsa birinci yaklaşımın neden ortaya çıktığı hiç değilse anlaşılabilir olurdu.

Tersine…

Seçim 1980 sonrasında sosyalistler açısından hep zor bir konu oldu. İttifaklarla veya bağımsız girilen seçimlerin hiçbirinden istenilen bir sonuç alınmadı. Kuşkusuz seçim barajı, seçim yardımlarındaki adaletsizlik, propaganda kısıtları vs. gibi düzenin getirdiği engeller önemli. Beraberinde Kürt hareketinin sosyalist sol üzerindeki etkileri ve iki binlere kadar “ne onunla, ne onsuz” yapılamaması başka bir siyasi handikap. Sonuç olarak “aslında temsil edildiği düşünülen” kesimlerin desteği hiçbir zaman seçim sandığındaki oy olarak karşılığını bulamadı.

Ama iğneyi kendimize batırmakta bir sakınca yok. Seçimlerin sosyalizm mücadelesinde ilerletici bir uğrak olarak değerlendirilememesi sonuç olarak bizlerin hanesine yazılmalı.

Hele ki, öncesini bir kenara bırakalım, son dört yıl içinde kaçırdığımız fırsatlar düşünülürse…

AKP’ye karşı mücadelede sosyalistlerin kazandığı en önemli “başarı” 2010 referandumunda sağlanan ortaklık oldu. Referandumu AKP kazandı kazanmasına ama destekçisi yetmez ama evet avanesinin siyaseten ortadan kaldırılmasının sosyalistlerin mücadelesiyle gerçekleştiğini söyleyebiliriz. Fırsat tam da buradaydı, 2011 seçimlerine dokuz ay kala elde edilen ortaklaşma zemini “tekleşen sol” olarak seçimlere taşınabilir ve 1980 sonrasının “makus talihi” yenilmeye en azından başlanabilirdi. Ardından aynı iklimin 2013 Haziran isyanıyla güçlenerek devam edeceği 2014’teki iki seçim ve bugün…

Vebali büyüktür, olmadı, sosyalistlerin AKP’ye karşı bir araya gelmeleri için üzerlerinden bir Haziran isyanı geçmesi gerekti.

Birleşik Haziran Hareketi’nin Haziran isyanın dersleriyle kurulduğunu varsaymak durumundayız. Demek ki sosyalistlerin öğrenmeleri için AKP’ye şamar atan emekçi halkı görmesi, 2010’daki referandum sandığından daha etkili olmuş. Bunu bir kenara yazalım, işçi sınıfı hareketinin zayıflığının bir sonucudur ve hikâyeyi şimdilik burada keselim, sorun büyük, “önümüzdeki seçeneklere bakalım”.

Olası ittifaklar

Önce siyasi çerçevesini “bir kenara bırakıp” Haziran açısından önümüzdeki ittifak seçeneklerine göz atalım.

Zaten neredeyse herkes öncelikle böyle yapıyor… Ama nedense MHP’yle ittifak olasılığını önümüzdeki seçimler bağlamında değerlendiren bir yazıyla karşılaşmadım henüz. Şaşırmayın lütfen, Haziran’ın siyasi programını “AKP karşıtlığı”na mutlak olarak daraltırsanız MHP de seçeneklerden biri olur. Herhalde geçmişte olduğu gibi bugün de konu üzerine yazan herkes bu seçeneğin dillendirilmesini meczuplara bırakıyor, ben de uzatmıyorum.

Aynı yoldan devam edelim. İkinci seçeneğimiz CHP. İttifak en az iki taraflı bir şeydir ve büyükle küçüğün bir seçim ittifakı olarak CHP’li seçenek, CHP açısından da anlamlı olmalıdır. Gelen sinyaller böyle olmadığını söylemiyor, tersine CHP’nin bir arayış içinde olduğunu fark edebiliyoruz. Gelin görün ki, CHP’nin alışıldık reflekslerle “1-2 milletvekili verir, bağlarız” tarzında bir yaklaşımı olduğu anlaşılıyor. Yanlış anlaşılmasın, küçültmek için böyle söylemiyorum, isterseniz alicenap bir niyet okumayla “10-20 milletvekili” vereceklerini düşünerek devam edelim, önemli olan yaklaşım tarzlarıdır. Büyüktürler ve bizim için karar vermek hakkını kendilerince ellerinde bulundurmaktadırlar. Bu şekilde CHP’yle sağlanacak ittifakın sonucu seçimde oy kullanmak dışında, bizlere seçime kadar AKP’ye küfretme seçeneği bırakmış olur. “Hiç değilse ortak bir seçim programı” oluşturulamadığı durumda ‒ki bu öncelikle CHP’nin yaklaşımı nedeniyle mümkün değildir‒ seçim çalışmasını kendi evimizde yapmak seçeneğiyle karşı karşıya kalırız.

Demek ki seçimlere dönük siyasi çerçeveyi “bir kenara bırakıp” ittifak konusuna bakamazmışız. Bunu unutmadan seçim tartışmalarına devam edersek ilerletici olacaktır.

HDP’yle ittifak

Son seçeneğimiz HDP. Demirtaş’ın Cumhurbaşkanlığı seçimindeki siyasi programına bakarak, önümüzdeki seçim için bizim de içimize sinebilecek ortak bir siyasi çerçeve oluşturulabileceğini söyleyebiliriz, en azından şimdilik tersini kesin olarak söyleyemeyiz. Dolayısıyla HDP ittifak için tek seçenek olabilir. Böylece seçim döneminde bizler de sokakta sözsüz kalmayız, inanarak bir seçim çalışması süreci geçiririz, kazanımlarımız olur, milletvekilleri vs.

Fakat HDP açısından meclise girmek, önceki seçeneklerde olduğu gibi garanti değil. İttifakı hesaba katarsak matematik açıdan dört sonuç durumundan biriyle karşı karşıya kalacağımız kesin: İttifaklı meclis, ittifaksız meclis, ittifaklı meclis dışı, ittifaksız meclis dışı.

HDP’nin meclis dışında kaldığı her iki durumun da AKP’nin istediği anayasayı yapması vs. kötü sonuçlanacağı apaçık. İşçi sınıfı veya sosyalistler açısından istenilen bir sonuç olamayacağı kesin. Bu durumda ittifak yapmış olmanın önemsiz olduğunu ise söyleyemeyeceğim fakat tartışmasını sonraya bırakıyorum.

HDP’nin meclise girdiği son iki duruma bakalım. Seçim sonrasında eğer ittifak yapıldıysa ittifak milletvekilleri kendi partisine döndü vs. Peki bu durumda AKP’nin HDP’yi asıl istediği olmasa bile temel hedeflerini ifade edecek bir anayasaya ikna etmeyeceğini kim söyleyebilir? Açıkçası HDP’nin hâlâ seçime parti olarak girip girmeyeceği bile bildiğiniz iki dudak arasındaysa sonrası için istedikleri sözü versinler, siyaseten hiçbir manası olmayacaktır. Demek ki seçime dönük siyasi programda anlaşmak bile en azından bugünkü siyasi konjonktürde yeterli olamıyor. Eğer bu tip bir tabloyla ittifak yapmış olarak karşılaşırsak, sonrasında emin olun, bugüne dek balık hafızalı olan toplumumuz AKP anayasasına bir destekçi olmak anlamına gelen bu durumu hep hatırlayacaktır.

Haziran’ın görevi

Haziran Hareketi sadece Haziran isyanının değil, sosyalistlerin bugüne dek mücadeleleriyle elde ettiklerinin ve elde edemediklerinin bir ürünüdür. Bugüne dek bıraktığımız eksikler bugün ferah feza bir seçim politikası oluşturmanın önündeki en önemli engeldir.

Unutmamamız gerekiyor ki, artık 13. yılına giren AKP iktidarını bugüne dek ne Diyarbakır’daki milyonlu mitingler ne de İstanbul vd. yerlerdeki milyonlu Cumhuriyet mitingleri sarstı. AKP iktidarını bir tek Haziran salladı ve sonraki sefere daha fazlasını yapabilmemiz için görevimiz apaçık ortadadır: Haziran’ın öncelikli görevi iç örgüsünü geliştirmektir.

Seçim vesilesiyle bunun nasıl yapabileceğimiz sonraki yazılara kalsın.

* Kişisel yoğunluklar nedeniyle düzenli yazamayacağımı fark ederek 14 Eylül’den itibaren bu köşeye ara verdim. O zaman açıklama yapmamış olduğum için şimdi özür dileyeyim. Bundan sonrasında iki haftada bir Pazartesi günleri yazacağım.

dayanışma  |  Cvp:
Cevap: 1
12.02.2015- 10:49

Haziran korkusu!

Resim Ekleme

CANAN KAFTANCIOĞLU

Aslında yazının başlığı "Birleşe Birleşe Kazanacağız" olacak ve 8 Şubat Pazar günü Kadıköy'de gerçekleştirdiğimiz mitingden söz edecektim. Yazıyı planlarken, gündemine yetişemediğim memleketimde İzmir Valiliği'nin gizli ibareli, Birleşik Haziran Hareketi konulu raporu düştü ekranıma. Öyle hızlı değişiyor ki gündem gelişen her yeni durum anlatılmak isteneni öteliyor. Her neyse ben yine de pazar gününden başlayayım.

Pazar günü Kadıköy'deydik. "Laik ve Bilimsel Eğitim" talebini dile getirdik hep birlikte. Katılımcıların zorunlu din derslerinin kaldırılması, anadilde eğitim, eğitimde cinsiyet ve fırsat eşitsizliğinin giderilmesi talepleriyle birlikte. Çağrıcılarının arasında Alevi Kurumlarının olmasının etkisiyle olsa gerek, bir kısım medya   Alevi Mitingi demeyi tercih etti. Alevi kurumları haricinde Eğitim Sen ve Haziran Hareketi'nin çağırıcısı olduğu, birçok siyasi parti ve yapının destek verdiği bu mitingin bir inanç mitingi gibi sunulmasının mantığını anlamakta zorlandım açıkçası. İyi niyetli bile olsa; böylesi bir isimlendirme, demokrasi ve özgürlükler bağlamında mücadele eden Alevilere haksızlık olur öncelikle. İnanç eksenli değil; demokrasi, özgürlük ve hak eksenli bir buluşmaydı Kadıköy.   Demokrasinin gereği, çocuklarımızın hakkı olan Laik ve Bilimsel Eğitimin talep edildiği bir buluşmaydı. Bu tespitten sonra miting alanına dönelim.

Bu güne kadar Kadıköy'de katıldığım en kalabalık ve coşkulu mitinglerden biriydi. Sayılarla aram iyi olmadığından “polis kayıtları çarpı iki” klasik formülü burada da işe yarayacaktır tahminimce. Alana farklı kollardan gelen siyasi partiler ve kurumlar rengârenk, taleplerini içeren afiş ve flamalarla bir çiçek bahçesine çevirmişlerdi Kadıköy'ü. Siyasi partiler ve birçok kurumun bir araya gelerek hak arayışına çıkmaları ve bu bir araya gelme halinin hissettirdiği olumlu duygularla Birleşik Haziran Hareketi kortejine gittim. Gezi sonrası Birleşik Haziran Hareketi meclislerinde konuştuğumuz, tartıştığımız ve yaşama geçirmek istediğimiz "örgütlü yapıların birbirine benzemek zorunda hissetmeden bir araya gelebilme" halinin uygulamalı örneği olmuştu Kadıköy.   AKP faşizmi karşısında birleşebildiğimizi ve birlikte olduğumuzda sesimizin daha gür çıktığını bir kez daha gördük. Gezi'de olduğu gibi. Çıkış noktamız da Gezi Direnişi değil miydi zaten?

Görünen o ki; Birleşik Haziran Hareketi’nin 1 Ocak 2015 tarihinde başlattığı   ve halen devam eden "Bilimsel ve Laik Eğitim için Ayaktayız" Kampanyası mitinge ve Haziran kortejine katılımı artırmış. Mitinge yoğun katılım ise 13 Şubat Cuma günü yapılacak olan "Çocuklarımızı okula göndermiyoruz" boykotuna katılımı artıracak gibi.

Miting alanında en çok dikkatimi çeken nokta ise şimdi yazacaklarım. Oldukça önemli bulduğum. Yıllardır miting organizasyonlarında görev almış biri olarak şunu rahatlıkla söyleyebilirim ki mitinglere bireysel katılım pek olmaz. Siyasi parti ve kurumlar kitlelerini örgütleyerek miting alanlarına getirirler.   Çoğu zaman ulaşımlarını da sağlayarak. Bireysel olarak katılmak isteyenler ise;   kimi zaman işe yaramayacağını düşündüklerinden, kimi zaman ise   katılımcı yapılara karşı bir aidiyet hissetmemeleri nedeniyle vazgeçerler. Bir bayrak altında yürümek tedirgin eder bireysel katılımcıları.   8 Şubat'ta ise bu genel durumun aksine bireysel katılımın diğer mitinglere oranda fazlalığı dikkat çekiyordu ve bireysel katılımlar kendilerine Haziran bayrağı altında yer bulmuşlardı. Belli etmemeye çalıştıkları tedirginlikleri ve gözlerindeki umutla birlikte gururlu gülümseyişleri kolaylıkla ele veriyordu onları.   Haziran kortejinde dolaşırken bu düşüncemi destekleyecek konuşmalara tanıklık ettim sıklıkla. Yine meclislerde konuştuğumuz "Örgütlü ve örgütsüz yapıların harekete dahil edilmesi..." düşüncesinin hayata geçmeye başladığına tanıklık etmenin mutluluğunu yaşadım o anlarda.

Yazmaya başladığımda ekranlara düşen Izmir Valiliği'nin belgesi de gösterdi ki, bizleri umutlandıran bir araya geliş birilerini fena korkutmuş. İzmir Valiliği, Izmir AKP il başkanlığı gibi çalışmış ve rapordaki performansıyla sollamış hatta. 13 Şubat'ta yapılacak "Çocuklarımızı okula göndermiyoruz" boykotunu yasaklamakla kalmamış, boykota katılanların fişlenerek cezalandırılması istenmiş bir de. Kısacası neresinden tutulsa elde kalacak bir belge. Bu paçavra ekranıma düşünceye kadar, miting ve bizlere gösterdiklerinden söz edecekken haberden sonra hiç gerek kalmadı. Ne yazmaya ne de anlatmaya. Neden mi? Adamları saran korku doğru yolda olduğumuzu ve doğru olanı yaptığımızı gösterdiğinden.   Öyleyse her zaman olduğu gibi az laf çok iş diyerek yolumuza devam edelim. "Bilimsel ve Laik bir Eğitim için Ayaktayız" diyerek 13 Şubat Cuma günü çocuklarımızı okula göndermeyelim. Pazar günü Kadıköy'de yakaladığımız, muktedire korku salan sinerji ve bu sinerjiden kaynaklı gücümüzü cuma günü tüm Türkiye'ye yayalım. Son olarak; "......eyleme katılanların tespitinin yapılarak disiplin yönünden gereğinin yapılması" denilmiş raporda, olur ya İstanbul Valisi benim neyim eksik diyerek İzmir'e özenirse, hiç zahmet etmesin. Buradan ihbar etmiş olayım kendimi. 13 Şubat Cuma günü bilimsel ve laik bir eğitim için kızımı okula göndermeyeceğim. Siz de göndermeyin!   Onların da çocuklarının geleceği için...

*CHP Parti Meclisi Üyesi, Dr.

umut  |  Cvp:
Cevap: 2
14.02.2015- 19:17

Galileo ve işçi sınıfı
Erhan Nalçacı



Tamam, hemen itiraz etmeyin, ben de biliyorum, Galileo’nun işçi sınıfı ile alakası olmadığını.

Ama önce boykot…

Birleşik Haziran Hareketi’nin öncülüğünde “Bilimsel ve Laik Eğitim için” dün gerçekleşen uyarı boykotu bir çok yerde tuttu. AKP hükümetinin uyguladığı baskıya rağmen her yerde duyuldu, gündem oldu ve yerini buldu.

Emek veren herkesin eline sağlık.

Ne olursa olsun yakın Türkiye tarihinde boykot bir dönüm noktası sayılır.

Düşünün bir kez, önüne dört senede bir sandık konulan ve her seferinde aldatılan bir halk kendi geleceğini iradesi altına almak için bir adım attı.

Bir birini tanımayan ve Türkiye’nin dört bir yerine dağılmış insanlar ortak bir eylemi ortak sloganlarla ve aynı duygularla gerçekleştirdi.

Kendi örgütlü gücünden başkasına güvenmemek için bir adım.

Türkiye’nin egemen sınıfına mensup olsaydım, bundan korkardım gerçekten.

İlkeleri olan bir halk hareketi …

İlkeler nereden geliyor, ortada bir program yok, farklı anlayışlar var, çekiştirenler var.

Bakın, Haziran Meclisleri köylerde değil, başlıca kentlerde kuruldu.

Katılımcılarına bakın; öğretmenler, sağlık emekçileri, mühendisler, işçiler, kamu emekçileri, geleceğin emek gücünü oluşturacak öğrenciler …Yani işçi sınıfımızın bileşenleri.

Bir halk hareketi ne kadar işçi sınıfı siyasetine yaklaşırsa o kadar ilkeli olur, ne kadar sermayeye doğru yönelirse o kadar aklı dağılır.

Ne kadar işçi sınıfına yaklaşırsa o kadar emperyalizme karşı direnci artar, o kadar kapitalizmden kurtulma duygusu güçlenir, o kadar dinci gericiliğin özgürlüğü boğduğunu kavrar.

Yolumuz uzun olsa da başlangıç umut veriyor.

Eh şimdi Galileo’ya gelebiliriz.

Galileo teleskopunu gökyüzüne çevirince, bütün bir Ortaçağ boyunca feodal düzeni korumak için anlatılanın yalan olduğunu hemen gördü.

Dünya evrenin merkezi değildi, aksine güneşin etrafında dolaşıyordu ve diğer gezegenlerden çok da farklı değildi. Üstelikte uzayda güneşe benzeyen sayısız yıldız parlıyordu. Uzay cisimleri ise pürüzsüz birer cam küre değillerdi, lekeleri vardı.

Bu hınzır adam oturup, muhakkak yazarken çok eğlenmiştir, “İki Büyük Dünya Sistemi Hakkında Diyalog”u yazdı. Ortaçağ dogmalarını teker teker çürütüp yeni bir çağın düşünce biçimini açıkladı.

Ondan 400 yıl sonra teleskopumuzu alıp bakıyoruz, iki büyük dünya sisteminin arasında sendeleyen dünyaya.

Dünya sermaye sınıfının etrafında mı dönüyor, yoksa işçi sınıfının etrafında mı?

Sermaye sınıfının etrafında döndüğü iddia edilen dünyaya baktığımız zaman hemen lekeleri fark ediyoruz.

Olağanüstü kasaplığı, dünya savaşlarında milyonlarca gencin katledilişini, insanların üzerine nükleer silahların atılışını, milyonlarca çocuk işçiyi, karanlıkla beyni doldurulanları, bize araba ve ev satacağız diye yaşanmaz hale getirdikleri kentleri, sattıkları televizyonların ve tabletlerin arasında yalnızlık içinde geçen hayatlarımızı …

Oysa işçi sınıfı bir güneştir dünyanın etrafında dönmesi gereken.

Aydınlık, eşit, özgür, barışçıl, anlamlı, bütün, eğlenceli ve kolektif bir yaşam …

Dün Birleşik Haziran Hareketi teleskopunu koltuğunun altına alıp çıktı yola güneşe doğru.

Yolu açık olsun.

Tam Sürüme Geç »
 phpKF Mobil Android Uygulaması Kullanın [X]