Menü Üye Giriş

Şifre Sıfırla · Kayıt Ol

 SOL PAYLAŞIM  »
 Evrim Tartışmaları

"Akıllı Tasarım" eleştirisi


Bilim adamlarının Darwinci görüşü terk ettikleri ve ortaya çıkan kanıtların Darwinci mekanizmaları yalanladığı iddiaları... Bu yeni söylem, hiç kuşkusuz eskisine benzemeyen adlarla anılmalıydı ve öyle de oldu...Artık ortada Tanrı yok, akıllı tasarım var, dizayn var, bilimsel yaratılış var!

( Böylece de bilimselliğin nereden kaynaklandığı nihayet yanıtlanmış oluyordu.)

Bu yeni (!) söylemin yeni yıldızı da ABD'li biyo-kimyacı Michael Behe'dir. Behe kısaca,biyolojik sistemlerin karmaşık bir yapı içinde olduğunu ve bu sistemlerdeki en küçük bir eksikliğin bile o sistemi işlemez duruma getireceğini ve dolayısıyla Darwin'in ortaya attığı doğal seçilimin karmaşık sistemlerde açıklayıcı olmadığını söylemektedir. Bu sistemlerin olsa olsa bir defada ve aniden ortaya çıkmış olmaları gerekmektedir. Behe bu düşüncesini de indirgenemez komplekslik olarak açıklamaktadır.Yinelemek gerekirse Behe ortaya attığı İndirgenemez komplekslik yüzünden karmaşık organların evrim geçirme şansının olmadığını, dolayısıyla-söylemese de-bir tanrı müdahalesiyle oluşabileceği imasında bulunmaktadır. Bunun adına da tasarım demektedir.

Behe'nin kullandığı bir örnek var: Bakterilerin kamçıları: Kamçı bakterinin hareket organı. Bakteride bu hareketi sağlayan mekanizma da çok kompleks bir yapıya sahip. Bu mekanizmada oluşabilecek bir değişiklik işlevsizliğe yol açmakta ve kamçı iş göremez olmaktadır. Öylese bu tür yapıların Darwinci seçilimle oluşması mümkün değildir. O halde sonuç, bilindiği gibi: Tanrı. Behe buna indirgenemez komplekslik adını vermekte ve bu tür kompleks yapıların ancak bir defada ortaya çıkmış olması gerektiğini savunmaktadır.

Yine buna benzer örnek 18.yy.'da yaşamış Cambridge'li William Paley'den gelmişti. Paley de 200 yıldır yaratılışçıların bir türlü aşamadığı bir düşünceyi dile getirmişti:'' Şayet açık bir arazide yürürken, yerde duran bir saat bulsam, bu saati oluşturan parçaların karmaşık yapıları ve onların bir araya getiriliş biçiminden, onun belli bir hareket etkisi yaratmak amacıyla imal edildiği sonucuna varabilirim.'' Paley bu saptamasından sonra konuyu doğal ve karmaşık organlara getirmişti. Ve söylemek istediği o ıssız dağ başındaki saati imal eden biri nasıl ki varsa bu organları, bitkileri, ağaçları ve insanı var eden de akıllı bir yaratıcı olmalıydı.

Hep dillendirilen konu: Resim varsa onu yapan bir ressam da olmalıdır.

Canlılık bugün çok karmaşık bir nitelik kazanmıştır.Basit organizmaların milyarlarca yıldır ''rastlantısal olarak'' geçirdikleri evrim bu karmaşık dünyanın oluşumuna (canlılığa) yol açmıştır. Hücrenin ve insan organlarının karmaşık yapısına baktığımızda bütün bunların ''tesadüf'' eseri olamayacağı açıktır. Bir İngiliz görüşü vardır. Bir kaç yüz maymunu bir daktilonun başına koysak, bu maymunlar da daktilonun tuşlarına gelişigüzel vursa ortaya çıkabilecek bir Şekspir romanının oluşabilme ihtimali nedir? Buna benzer bir görüştü ve bu görüş de yine tasarımcılar tarafından dile gitirilir. Yanıt elbetteki sıfıra yakındır. O halde, yine Tanrı!

Yaratılış; bilimseli, dizaynı ve tasarımıyla aşağı yukarı bu görüşler etrafında kümelenir. Her toplum bu düşüncelere kendine özgü mistisizm'i ekleyerek kendi dinini öne çıkarır. Ve sözüm ona bilimsel gerçekleri çürüttükleri iddiasında bulunurlar. Amaçları bu konularda kamuoyu yaratmak, etkili ve yetkili çevreleri bir şekilde baskı altına almak ve savunageldikleri hurafeleri bilim adı altında yaygınlaştırıp, eğitim sisteminin içine sarkmaktır.

Oysa, Behe'nin iddiaları kolaylıkla çürütülmüştür. Yıllardır dillerden düşmeyen ''göz kompleks bir organdır, küçücük bir parçası eksik kalsa işlevsiz olur. İndirgenemez'' iddiaları bilim adamları tarafından açıklığa kavuşturulmuştur.. Ama yaratılışçıların amaçları bilim yapmak değildir. Ne kadar çok kişiyi kendi yanıma çekersem o kadar iyi mantığı yalanı ve çarpıtmayı   ''mübah'' kılmıştır. Bunun örneklerini internetteki yüzlerce malum sitelerde görebilmek mümkündür.

Oysa gerçek, Behe'nin söylediğinin tersidir.

''Bakterinin kamçısı onlarca farklı proteinden oluşan bir moleküler motordur. Kamçı burada hareketi sağlayan bir pervane görevindedir.Bu pervane bazı bakterilerde saatin çalışma yönü ya da tersi doğrultuda çalışarak hareketi sağlar. Bakterilerde kamçı protein genlerinde yapılan mutasyon çalışmaları ile sisteme ait belli genlerde meydana getirilen bazı bozuklukların kamçının çalışmasını durdurmadığı, ama bakterinin, kamçının sağa ya da sola dönüş yönünü düzgün ayarlayamadığı görülmüştür. Yani bu mutant bakterilerde kamçı iş görmekte ama organizma kendisinden çok etkin yararlanamamaktadır.''

Karmaşık olduğu ve bir parçası bile olmasa hareket edemeyeceği söylenen organ, yapılan bilinçli değişikliğe rağmen sağa sola gitmeye devam etmiştir.

Aynı konuyu göz örneğinde görebilmek de mümkündür. Bir gözün ''renk ayırımında iş gören ışık algılayıcı protein moleküllerinin genlerinde meydana gelen bir mutasyon nedeniyle, renk körlüğü olarak bilinen bir durum oluşur. Fakat bu mutasyondan dolayı yaratılışçıların iddia ettikleri gibi kişilerin görme işlevleri son bulmaz, sadece çevrelerindeki kırmızı ve yeşil renkleri algılayamazlar. Burada sormak gerekiyor; hani o kadar mükemmel bir tasarım olan göz, tek bir parçası dahi zaafa uğrasa işlevini yerine getiremezdi?''

Michael Behe'nin ortaya attığı İndirgenemez Komplekslik, çoktan İndirgenebilir Kompleks'e dönüştü. Darwin'in doğal seçilimi belirleyici unsurlardan biri olmaya devam ediyor. Bu konuda bilimin söylediği çok fazla şey var. Ama ne yazık ki bunlar yaratılış ya da tasarımcılara pek uğramıyor.Okumayan, incelemeyen bilim dışı çevrelerin varlığı da bunların ekmeğine yağ sürmekte. Daniken nasıl ki Tanrıların Arabaları seri kitaplarıyla insanların merak duygusuyla oynayıp onlarca yıl gündemden düşmediyse, Behe de, insanlığın yumuşak karnı olan din ve inanç konularına ses yönelterek uzun bir zaman gündemde kalmaya devam edecek, anlaşılan; ''Darwin'in Kara Kutusu'' en çok okunanlar listesinde ilk 100'e girdi bile...

Bakteri kamçısı ve göz olayına biraz daha değinmekte yarar var.İndirgenemez komplekslik yani kompleks organların doğal seçilimle adım adım, kerte kerte oluşamayacakları iddiası bilim çevreleri tarafından çoktan çürütüldüğü gibi ciddiye de alınmamaktadır, artık. Hayat bunun tersini gösteren organizmalarla doludur.

''...bakterilerden daha yüksek bir hücresel organizasyona sahip, ama bakteriler gibi tek hücreli olan bazı protozoonlar hareket etmek için farklı bir kamçı kullanırlar.Örneğin bunlarda kamçının hücreye bağlandığı kök bölgesinde, bakterilerdeki gibi bir motor yapı bulunmaz.Diğer bir ifade ile kamçı hareketi daha az karmaşık ( İNDİRGENMİŞ ) bir sistem ile yerine getirimektedir.Şayet bakterideki kamçı ''akıllı'' bir tasarımcının indirgenemez karmaşıklıkta bir eseri ise, böyle ''motoru'' bulunmayan bir kamçıya ne gerek vardı.''

Örnekleri arttırmak mümkün. Karmaşıklığın da indirgenebilir bir özellik olduğunu doğa bize söylemekte. Örneklerini karşımıza çıkarmakta. Yapay yollarla yapılan değişiklik bile ''bu karmaşık yapının'' indirgenebilir bir özellik taşıdığını bize kanıtlamaktadır.Yaratılışçılar tarafından çok sık dile getirilen bir konu olan gözün kompleksliği konusunda son bir söz:

''...gözler yaşamın tarihinde birçok kereler evrimleşmiş olabilir.Aşamalar, (bugün yassıkurtlarda görülen) ışığa duyarlı retinula hücrelerinin oluşturduğu basit bir göz noktasından başlayarak, böceklerdeki ışığı odaklayan mercekleri bulunan ayrı ayrı ışığa duyarlı birimlere ve son olarak retina üzerine görüntüyü odaklayan tek mercekli göze kadar ulaşır.İnsanlarda ve diğer omurgalılarda retina, yalnızca ışığı algılayan hücrelerden değil, aynı zamanda görüntüyü analize başlayan birçok değişik tipte sinir hücresinden oluşur. Böyle basamaklı aşamalar yoluyla basit ışığa duyarlı organlardan görme için karmaşık sistemlere kadar çok değişik tipte gözler evrimleşmiştir.''

İnsanlar istediklerine inanabilirler, istedikleri inancı savunabilirler. Ama inandıklarını bilim diye sunma hakkına sahip olamazlar.

Yaratılışı savunan kişilerin her yerde dile getirdikleri bir başka argüman da rastlantı ve olasılık kavramlarıdır. Bilim adamlarının evrim kuramını anlatırken kullandıkları tesadüf ya da rastlantı kavramını dillerine dolamışlardır. Bu kadar kompleks yapılar şansla, tesadüfle, rastlantıyla olabilir miymiş? Ya da, bir hesap yapsak şu kadar amino asit, şu kadar protein şöyle bir bağ oluşturabilmesinin ihtimali neymiş? Bir insan vücudundaki hücre sayısının bu şekilde oluşabilmesi için o ingiliz maymununun kaç defa daktilo tuşlarına basması gerekecek? Şansla, tesadüfle, rastlantıyla böyle karmaşık bir varlığın oluşabilme ihtimali nedir? Sıfır gibi mi gözüküyor? Sıfır mı?

Bir öğlen vakti, boynunuza Galatasaray atkınızı takıp Ali Sami Yen stadına gidiyorsunuz. Elinizde kapalı bileti var. Numaralı trübünün ortalarında da bir AMAÇSIZ silah pusuya yatmış, tribünlerin dolmasını bekliyor. Siz yürüyorsunuz. Onbinlerce insanla birlikte, köfte ekmeğinizi de alıp kapalı trübündeki yerinizi alıyorsunuz.Bütün tribünler dolduktan sonra maçın başlamasına yakın o AMAÇSIZ silah ateşleniyor ve siz vuruluyorsunuz. O tribünlerin on bin kişi kapasiteli olduğunu varsaydığımızda, bu konu olasılık hesabına göre nasıl yorumlanabilir? O kör kurşunun size isabet etme olasılığı kaçtır? Onbinde bir mi? Tribün çok daha kalabalık olsaydı, yirmi bin, otuz bin, elli bin, yüz bin...O kurşun yine kafanızda patladığında bu olasılık yüz binde bir mi olacaktı?

melnur  |  Cvp:
Cevap: 1
04.08.2013- 01:19

Elinizde köşeli zar var. Yeşil çuhalı bir masanın üstüne yuvarladığınızda altı gelebilme ihtimali nedir? Altıda bir mi ? Elinize iki tane zar alsanız, attığınızda altıda altı gelme olasılığı nedir?. Elinize üç tane zar alsanız, yuvarladığınızda üçünün birden altı gelebilme ihtimali nedir. Hiç kuşkusuz her seferinde olay biraz daha zorlaşmakta ve ihtimal hesaplarına göre olasılık derecesi azalmaktadır. İşi daha da zorlaştıralım. Bu üç adet köşeli zarı fırlattığımızda, bu zarların üçünün de köşesinin üzerinde durma ihtimali nedir? Sıfıra yakın mı, Sıfır mı?

Evrimin bir amacı yoktur. Milyarlarca yıl boyunca madde, insanı meydana getirmek için değişip dönüşmedi. Madde değişim ve dönüşüm kapasitesine sahip olduğu için bunu yaptı. Amaçsız yaptı. Hiç bir amacı yoktu. Amacı milyarlarca yıl sonra oluşacak dünya adlı bir gezegende, insanoğlunu ortaya çıkarmak değildi. Dünya evrendeki milyarlarca gezegenden biri...Sadece Samanyolu'muzda 200 milyar yıldız ve bu yıldızların pek çoğunda gezegen sistemleri var .200 milyar yıldızın en az 150 milyarında ortalama yedili gezegen sistemi var olduğunu var sayarsak 150milyar x 7=1.050.000.000.000 yapar. Ortalama bir trilyon gezegen...Sadece bizim galaksimizde, üstelik. Görünür evrendeki iki yüz milyar galaksiyi ve bunların sahip olduğu gezegenleri de işin içine soksak, görünür evrendeki gezegen sayısının iki yüz milyar çarpı bir trilyon gibi bir gezegen sayısına ulaşmış oluruz. Evet, başlangıçtaki hidrojen atomunun evrim geçirirken meydana getirdiği bu kadar sayıdaki gezegenlerden hayatın dünya adındaki bir gezegende ortaya çıkması şanstı, tesadüftü. rastlantıydı. Aynı şey canlılığın evrimi içinde geçerlidir. Ortaya çıkan ilk molekül fiziksel ve kimyasal süreçlerle değişip dönüşürken hiç bir amacı yoktu. O çok karışık , çok kompleks dediğimiz canlı türlerini oluşturmak için hareket etmiyordu. Basit molekül daha karmaşığa yöneliyordu. Sadece bunu yapıyordu. Sadece kendini organize ediyordu. Amacı yoktu. Amacı canlılığı oluşturmak, insan denilen varlığı ortaya çıkarmak değildi. Madde böyle davranıyordu, çünkü. Mekanizma böyle işliyordu.

''...çakıl taşlarıyla dolu bir kumsalda dolaşırken, çakılların gelişigüzel dağılmadığını fark edersiniz. Küçük çakıllar diğerlerinden ayrı bir kuşak oluşturmuşlardır. Büyük çakıllar ise ayrı bir kuşak şeklinde dizilmişlerdir.... Dalgaların düzenli bir AMACI, tertipli bir ZİHNİ yoktur; aslında zihni yoktur. Dalgalar çakılları sadece oraya buraya sürükler. Bu işleme büyük çakıllar ve küçük çakıllar ayrı ayrı tepki verirler ve kumsalın farklı farklı yerlerinde toplanırlar. Düzensizlikten bir miktar düzen ortaya çıkmış...''tır

Basit molekül daha karmaşık moleküle evrilirken bu sadece yeryüzünde olabilen milyarlarca kombinasyonlardan biriydi...Birini yapıyor,birini bırakıyordu...Olmayınca terk ediyordu, oluncaya kadar deniyordu.Her başarısızlık yeni deneyimler kazanmasına neden oluyordu; bir sonraki aşamada yine deniyordu.Yine milyarlarca kombinasyonlara giriyor, o anki koşullara uyabilenler ( doğal seçilim) devam etme hakkı kazanıyordu. Uyamayanlar yok oluyordu. Hayat böyle gelişti. Hiç bir amacı olmadan el yordamıyla, deneyerek, geniş zik-zaklar çizerek, zaman zaman yok olarak,( yeryüzündeki bu geniş çaplı yok oluşun sayısı üç ya da dörttür.) Canlılık hala değişmektedir. Hiç bir amacı olmadan değişmeye devam etmektedir.Doğayı harap ettiğimiz için pek çok tür hala yok olmaktadır.

Evrim kendi kendini organize edebilmektedir.

Evinden çıkan Galatasaraylı arkadaşımıza geri dönelim. AMAÇSIZ kurşuna hedef olan bu Galatasaraylı açısından ihtimal nedir, diye sormuştuk.Evet, nedir? On bin-yüz bin kişilik bir tribünde kurşunun ona isabet etmesi herhalde on binde bir-yüz binde birdir..Siz hayatı GS'li çocuk olarak ele alırsanız, bu ihtimal böyledir. Ama AMAÇSIZ kurşunun orada, herhangi birine isabeti nedir diye baktığınızda bunun bir ZORUNLULUK olduğu ortaya çıkar. Silahı her ateşlediğinizde orada bir kişinin vurulması kaçınılmaz bir zorunluluktur. Her vurulan kişi de hayatın kendisidir. Vurulduktan sonraki kişinin yapabileceği olasılık hesabı, olayı bütünüyle değerlendirdiğinizde hiç bir anlam ifade etmez. Orada bir kişinin vurulması da hayatın ortaya çıkması da bir zorunluluk ve gerekliliktir.

Canlılığın ortaya çıkışındaki tesadüfün gerçekte bir zorunlu bir tesadüfdü. Bu konularda yaratılışçıların sözüm ona alaycı yaklaşımları, bütünüyle çaresizliğin bir ifadesidir. Hiçbir bilimsel değeri yoktur. Her zaman yapıldığı gibi aldatmaya yöneliktir. Son olarak söyledikleri de, canlılığın ortaya çıkamayacağı ve bu ihtimalin sıfır olduğu...Bu konuda da hem demogoji yapmakta ve hem de okurlarını aldatmaktalar. Madde basitten karmaşığa giderken , önemli olan ilk canlı hücrenin oluşumudur. Canlılık oluştuktan sonra hayatın kendini geliştirmemesi için hiç bir neden yoktur. Bu başka bir yazının konusudur.

Canlılığın oluşması sadece bir rastlantı değildi; o, zorunlu bir rastlantıydı. Ama olabilirlik ihtimali neydi?

Yeşil çuhanın üstüne fırlatılan zarların tamamının da köşesinin üstünde durabilme ihtimali sıfıra yakındı. Sıfır olduğu da söylenebilir. Bu ihtimal dışı duruma biraz daha yakından bakalım. Dünyanın o ilk koşullarında kimyasal reaksiyona giren elementlerin sayısı kaç olabilir? Trilyonlarca mı? Yeryüzünün o cehennemi andıran koşullarında, sığ sularda, çamur birikintilerinde, okyanuslarında zar atan trilyonlarca element. Milyarlarca kombinasyon. Maddenin bir yığın birlikteliğe girmesi, denemesi, olmazsa yeniden denemesi, bir daha denemesi...Karmaşıklık kazanıncaya kadar, nükleik asitlerin, amino asitlerin proteinlerin, RNA-DNA oluşumu...Sonra, ilk prokaryot hücre... Milyarlarca, trilyonlarca kişi zar atıyordu. Evrendeki bütün gezegenlerde atılıyordu bu zar.İki yüz milyarx trilyon x trilyon kişi zar atıyordu. Ve yüz binlerce yıl, milyonlarca yıl, milyarlarca yıl böylece sürüp gitti.Durmadan zar atıldı... Her zar atılışta zar köşesini yuvarladı, masa belki çukurlaştı...Ve bildiğimiz kadarıyla piyango dünyaya isabet etti. Böylesi koşullar altında hayatın ortaya çıkması, sivriliğini kaybetmiş zarların köşesinin üstüne düşmesi kadar doğal bir şey olamaz. Yeterli koşullar varsa , evrende en inanılmaz şey bile gerçekleşir. Hayatın ilk bileşiklerinin sadece yeryüzünde değil, evrenin her köşesinde oluşma zorunluluğu vardır. Yapılan astronomik ölçümler sonucu yıldızlar arası uzayda amino asitler (aa.) saptanmıştır. Ayrıca yeryüzüne düşen meteoritlerde organik moleküller olduğu bilinmektedir.

Canlılık trilyonlarca gezegenlerden birinde oluştu. Özellikle dünyayı seçmedi. Ona dünya adını koyan bizleriz. Kimyasal reaksiyonlar için o sadece zar atılan yeşil çuhalardan biriydi. Denedi ve oldu.Olması akla yakındı. Zorunluydu. Ve hayat oluştuktan sonra başarır. Madde artık yeni bir karmaşıklığı deneyecekti.

Hayatın amacı yoktur ve gelişip karmaşıklaşması için bir yolunu bulur.

Evrim sadece bir bir üstüne koymuştur. Adım adım, kerte kerte ilerlemiştir. Evrim karşıtlarının verdikleri örnekler hep gelişmiş yapı örneğidir. Oysa öyle olmamıştır. Karmaşıklık bir öncekine göre söz konusudur. Üzerine bir koymuştur...Onu sağlamlaştırmış bir daha koymuştur. Bunu da hesabın içine dahil ettiğinizde, yaşamın ortaya çıkışı kaçınılmaz bir zorunluluktan başka bir şey değildir.

Sadece yeryüzünde değil, evrenin pek çok köşesinde, daha farklı koşullarda daha farklı yaşam biçimlerinin oluşması da bir zorunluluk gibi gözükmektedir. Canlılık yeryüzünde karbon ağırlıklı bir yaşamı seçmiştir. Bu başka bir gezegende silikat ağırlıklı olabilir. Bir başka yerde hiç bilemediğimiz kombinasyonlarda canlılık oluşması da kuvvetle muhtemeldir.

Yaratılışçılar Darwin'i ve Evrim Kuramı'nı ortadan kaldırarak insan bilincinde boşluk yaratma çabasındalar. Böylece oraya kendilerinin yerleşeceklerine sanıyorlar. Mümkün değil.   Bu yolla bilimsel bir kuram ortaya koymaları olanaksız. Şayet bir mücadele içinde iseniz hareketinizin ana eksenine öncelikle kendi tezinizi ortaya koymalısınız. Ama olmuyor ve olmayacak! Aradan geçen onca yıldan sonra hala ''üstün bir güç'' göndermesinde bulunmaktan başka bir şey yapamıyorlar.

.
Kaynak:

1) ABD Ulusal Bilimler Akademisi, Bilim ve Yaratılış.
2) Prof.Dr. Haluk Ertan, Akıllı Tasarım Hipotezi, Bilim ve Gelecek Dergisi, Sayı.19.
3)Dr. Andrew Berry, Makale.
4)Richard Dawkins, Kör Saatçi, Tubitak Popüler Bilim Kitapları.

melnur  |  Cvp:
Cevap: 2
19.01.2014- 01:50

Şunu eklemek gerek: İndirgenemezlik kompleksini ortaya atan bilim insanlarından M.Behe daha sonra bu görüşünü geri çekmiştir. Kısaca indirgenemezlik kompleksi gibi bir durum ortada yoktur. Biyolojik canlılık bugünkü çeşitliliğini yaklaşık dört milyar yıllık bir evrimsel süreç sonunda kazanmıştır. Bu süreç insan faktörüne rağmen hala ve koşullara uygun bir şekilde devam etmektedir.

melnur  |  Cvp:
Cevap: 3
08.10.2017- 22:42

Makaleyi yeniden okudum:)

Yazıyazforum'da çok şiddetli evrim tartışmaları olurdu ve makale de o zaman yazılmıştı. ( 2013 yılından çok daha önceleri...) Küçük düzeltmelerde bulundum. Önemli bir çalışma olduğunu ve evrimle ilgilenenlerin okumasında yarar gördüğümü söyleyebilirim.

melnur  |  Cvp:
Cevap: 4
16.12.2019- 05:49

Tartışmalarda evrim karşıtlarının dillerine doladıkları bir konu da ''Piltdown sahtekarlığı... İzge Günal Hoca bugünkü yazısını bu konuya ayırmış; iyi de etmiş.

Piltdown Adamı

 
1912 yılında İngiltere’nin Piltdown bölgesinde amatör bir arkeolog olan Charles Dawson kafatası insan, çene kemiği orangutan yapısında olan bir fosil bulduğunu açıkladı.

 
Resim Ekleme
Evrim karşıtlarının neredeyse yetmiş yıldır dillerinden düşürmedikleri bir Piltdown Adamı skandalı vardır. Tüm yazılarında, sitelerinde, konuşmalarında hep bu örneği gösterirler. Önce kısaca bilgi vereyim:

1912 yılında İngiltere’nin Piltdown bölgesinde amatör bir arkeolog olan Charles Dawson kafatası insan, çene kemiği orangutan yapısında olan bir fosil bulduğunu açıkladı. Kazıyı British Museum arkeoloji bölümünden Smith Woodward ile birlikte yapmışlardı. Daha önce benzeri olmayan bu fosil, ki, Dawson bulduğu için Eoanthropus dawsoni olarak adlandırılmıştır, evrim kuramına katkıda bulunabilecek nitelikteydi. Neyse, yıllar boyu Piltdown Adamının gerçek olup olmadığından çok evrimdeki yeri tartışıldı ve 1953 yılında gelişen teknoloji ile buluntunun bir sahtekarlık ürünü olduğu ortaya kondu.

Gericiler bu olayı evrimin tek kanıtı Piltdown Adamıymış ve bunun uydurma olduğunun ortaya çıkmasıyla evrim kuramı çöktüğünü, ayrıca bunun gibi diğer bulguların da hileli olduğunu yaymaktadır.

Olay tam olarak şöyle gelişmiştir: dediğim gibi amatör bir arkeolog olan Dawson’ın asıl mesleği avukatlıktı. Daha önce ufak tefek başka buluşları da olmuştu ama amacı adını tarihe yazdıracak önemli bir buluş yapabilmekti. Bunun için, bir insan kafatası ve buna uygun bir şempanze çene kemiğini bir arada gömerken birkaç tane de insan dişini eğe ile şekillendirip bu çene kemiğine yerleştirmişti. Ayrıca iskelete uygun kimyasallarla eski görüntüsü vermeyi de unutmamıştı.   Sonra, Woodward’ı bu bölgede (Piltdown) kazı yapmaya ikna edip Piltdown Adamını buldular.

Aslına bakılırsa Dawson’ın makalesini yayınlamasından bir yıl sonra Nature dergisinde İskoç anatomist David Waterson’un bir makalesi yayınlandı1. Waterson bu yazıda, Piltown Adamının çenesine ait çizimlerle bir şempanzenin çene kemiği çizimlerini üst üste koyduğunu ve bunların tümüyle birbirinin aynısı olduğunu, kafatasının ise kesinlikle bir insana ait olduğunu ve ikisinin aynı canlıya ait olamayacağını yazmıştı. Ancak buluşun ilginçliği, Waterson’un yazısını ve diğer itirazları gölgede bırakmış ve bilim insanlarını kırk yıl boyunca Piltdown Adamını evrim ağacında bir yere oturtmaya uğraştırmıştır.

Kuşkuların artması ve fosillerin yaş tayininde daha duyarlı yöntemlerin bulunması ile 1953 yılında kesin olarak sahtekarlık kanıtlandı.

Piltdown Adamı olayından çıkartılacak ders evrimin yanlışlığı değil, sahtekarlığın ortaya çıkartılmasıyla evrim kuramının daha sağlam temellere oturmuş olmasıdır çünkü bu fosil hiçbir zaman evrim kuramı içerisinde doğru bir yere oturtulamamıştı. Yani durum evrim karşıtlarının söylediğinin tam tersidir.   Üstelik fosilin sahte olduğunu gericiler değil, yine evrimci bakış açısına sahip bilim insanları göstermiştir ve şüpheleri bütünüyle evrim kuramının ilkelerine dayanmaktaydı.

Elbette bu öykünün gösterdiği başka gerçekler de olmuştur: ünlü olma hırsının, hele konuyla ilgili yeterli eğitimi olmayan bir kişide görülmesinin yol açabileceği sorunlar; bilim dünyasının sahtekarlık konusunda çok dikkatli olması; Waterson örneğinde olduğu gibi tüm itirazların titizlikle ele alınması gibi.

Neyse, bu öykünün sonu da iyi bitmiş ve evrim kuramı kendisini savunma mekanizmaları olduğunu da göstermiştir.


1 Waterson D. The Piltdown mandible. Nature 92: 319, 1913.

https://gazetemanifesto.com/2019/piltdown-adami-320045/

melnur  |  Cvp:
Cevap: 5
17.11.2020- 02:59

Olumlu ve olumsuz inanç - Zafer Köse

(...)
Evrim Kuramının Dayanılmaz Bilimselliği kitabındaki yazılarında, Yaman Örs, bilimselliğin ayırt edici özelliği olarak “nedensellik ilkesine” dikkat çekiyor. Her olgu ve etkinin bir nedeni bulunduğu ve bunun gözlem, araştırma, düşünme, giderek kuram oluşturma yoluyla kavranabileceğini hatırlatıyor. Ayrıca, her türlü bilginin geçerliliğinin kaybolabileceğini, düşüncelerimizin yanlış olduğunun ortaya çıkabileceğini kabul etmek de çok önemli.

Bunun karşıtının, yani bilim karşıtlığının ne olduğu da açık değil mi? Nedensellik yerine niçinsellik (amaçsallık) ilkesine göre davranmak… Böyle bir kişi, her durum ve olayın bir amaca uygun biçimde gerçekleştiğini düşünür. Değirmeni döndürmek için dere yatağının oradan geçtiğini ileri sürmek gibi bir tutumdur aslında bu, ama biraz daha karmaşık konularda öyle sık başvurulur ki! Niçinsellik yaklaşımına göre insan varoluşu, canlılık, bilinç, doğadaki değişimler, ölüm, aklınıza gelebilecek her şey, önceden belirlenmiş bir amaç için gerçekleşmektedir. Ve her türlü bilgi, biz bilmesek de kesin ve değişmez biçimde mevcuttur; bir kitapta yazmaktadır veya bir âlim kişi bilmektedir.
(...)
LAİK KİŞİLİK

Evrim Kuramının Dayanılmaz Bilimselliği’ni okurken insanın kafasında inanç kavramıyla ilgili sorular oluşuyor. Bu konu ise, kaçınılmaz biçimde düşünmek etkinliği üzerinde durmayı gerektiriyor.

Her türlü zihinsel etkinliğe düşünmek denebilir mi? Örneğin, münazara tarzı bir atışmada kişinin beynini çalıştırması düşünmek midir? Veya bir aile tartışmasında, her ne olursa olsun haklı çıkmak amacıyla eşine laf yetiştiren bir kişi, o sırada düşünüyor mudur?

Böyle bir yazıda elbette terminoloji meselesine giremeyiz, ama şimdilik, bir zihinsel etkinliği “düşünmek” saymanın koşulu olarak, “önceden belirlenmemiş bir karara, görüşe veya bilgiye ulaşma amacı gütmek” diyebiliriz. Çünkü düşünmek için, kişinin düşünerek ulaşacağı sonuç açısından kendini sınırlamaması gerekir.

İnanmak ise, sözlüklerde en basit biçimde, “bir şeyi doğru olarak benimsemek” diye tanımlanıyor.

Peki, hiçbir şeye inanmadan yaşamak mümkün mü? Daha önemlisi, inanç her durumda kötü bir şey midir? Örneğin Harari, Sapiens tarihini anlatırken, sosyalizmden bir inanç olarak söz ediyor; olumsuz bir tonda “inanç” diyor.

Referans olarak “düşünmek”i kabul ediyorsak, inanmak, düşünmeye engel oluğu durumda zararlıdır. Kötüdür. Düşünmeye başlamadan önce o konuda bir doğruyu benimsemiş olan kişi, zihinsel etkinliğini, hedeflediği o belli sonuca ulaşmak amacıyla yürütecektir. Burada kişinin neye inandığı değil, nasıl inandığı belirleyicidir.

Elbette hiç kimsenin bilgi birikimi ve düşünme yeteneği her konuda her zaman sonuca ulaşmaya yetecek düzeyde olamaz. Ama kişi önceden belirlemediği bir sonuca ulaşmak için bilgileri inceleyerek, karşılaştırarak aralarındaki ilgileri çözümleyerek zihinsel etkinlikte bulunursa, düşüncelerinin doğrultusunu ve sınırlarını ortaya çıkarabilir. Yetersiz kaldığı yerden itibaren, o doğrultuda inançlarını geliştirebilir. Bu şekilde ortaya olumlu inanç çıkar, diyebiliriz herhalde. Kuşkusuz, olumlu inancın ayırt edici özelliği, ileride değişebilir, yanlışlığı kabul edilebilir olması.

Galiba olumlu anlamda inanmak, kişinin inanç konusundan çok düşünce konusuna yaklaşımına bağlı. Önceden belirlenmemiş bir yargı için zihinsel etkinlik, herhalde ancak laik kişilik ile mümkün olabilir.

https://ilerihaber.org/yazar/olumlu-ve-olumsuz-inanc-119568.html

Tam Sürüme Geç »
 phpKF Mobil Android Uygulaması Kullanın [X]