Menü Üye Giriş

Şifre Sıfırla · Kayıt Ol

 SOL PAYLAŞIM  »
 Ekoloji ve Hayvan Hakları

Sorunun ta kendisi: kapitalizm!
Tülay Koç  



“Nasıl kâr elde ederim?” güdüsüyle yapılan kontrolsüz ve aşırı üretim, doğal kaynakların kullanılmasında hoyratlık, geri dönüşümsüz ve doğaya zararlı maddelerin kullanımının özendirilmesi, inatla doğayı yıkıma uğratan enerji kaynaklarının kullanımı. Ve sonuç: Kuraklık, açlık, ölümler.

Kapitalist üretim sadece üretim için gerekli prosesleri ve kombinasyonları geliştiriyor.

Zenginliğin temeli olan doğayı ve emeği hiçe sayarak.

Kapital, Karl Marx


Daha fazla kâr elde etme amacına güdümlü olan kapitalist sistem; elbette ne doğayı, ne toplumu, ne çevreyi düşünüyor. Amaç “kâr, daha fazla kâr” olduğu için, çevre ve insan sağlığını hiçe sayma yoluyla hareket edilmesi de, dünyayı yıkıma-yok oluşa sürükleyen bir sonuç olarak çıkıyor karşımıza.

Kapitalistlerin derdi, doğaya zarar vermeyen, insana hizmet eden üretim değil; kâr için doğanın ve işgücünün hoyratça tüketimidir.

Tüketilip tüketilmeyeceğine bakarak değil, tüketim çılgınlığıyla destekleyerek “Nasıl kâr elde ederim?” güdüsüyle yapılan kontrolsüz ve aşırı üretim, doğal kaynakların kullanılmasında hoyratlık, geri dönüşümsüz ve doğaya zararlı maddelerin kullanımının özendirilmesi, inatla doğayı yıkıma uğratan enerji kaynaklarının kullanımı… Ve sonuç: Kuraklık, açlık, ölümler.

“Şu-şu gün” ilan edilen sözleşmeler imzalanır; koruma yasaları, yönetmelikler çıkarılır. Bunlar da işin görünen kısmını kotarma derdidir.

Büyük sermayenin arka bahçesi olan ve kendi sermayesi ile gelişemeyen az gelişmiş memleketimiz de, eline yüzüne bulaştırarak ve hiçbir altyapısı olmadan “Biz yaptık, oldu” anlayışıyla, üstüne bir beden büyük sözleşmelere, anlaşmalara imza atmaktan geri kalmaz.

Çevresel Etki Değerlendirme (ÇED)

Ulusal Çevre Politikası Kanunu (National Environmental Policy Act), ABD ‘de 1969 yılında yürürlüğe giriyor. ABD ve diğer AB ülkelerinde en etkin çevre yönetim aracı olarak kabul edilen ÇED kavramı, ülkemizde ise 1983 yılında Çevre Mevzuatına giriyor ve ilk defa 1993 yılında ÇED yönetmeliği yayımlanıyor. Günümüze kadar yapboz tahtası haline getirilerek, yedisi ana değişiklik olmak üzere, on yedi defa değiştiriliyor.

Diyorlar ki:


Çevresel Etki Değerlendirmesi (ÇED); belirli bir proje veya gelişmenin, çevre üzerindeki önemli etkilerinin belirlendiği bir süreçtir. Bu süreç, kendi başına bir karar verme süreci değildir; karar verme süreci ile birlikte gelişen ve onu destekleyen bir süreçtir. Yeni proje ve gelişmelerin çevreye olabilecek sürekli veya geçici potansiyel etkilerinin sosyal sonuçlarını ve alternatif çözümlerini de içine alacak şekilde analizi ve değerlendirilmesidir.

Ve yine diyorlar ki:


Türkiye’de sağlam bir çevre yönetimi oluşturmanın esas temelini, ÇED sürecinin yasal, kurumsal ve teknik altyapı açısından güçlendirilmesi teşkil etmektedir . ÇED’in amacı; ekonomik ve sosyal gelişmeye engel olmaksızın, çevre değerlerini ekonomik politikalar karşısında korumak, planlanan bir faaliyetin yol açabileceği bütün olumsuz çevresel etkilerin önceden tespit edilip, gerekli tedbirlerin alınmasını sağlamaktır.

Bir planlama ve koruma süreci olarak tasarlanan ÇED süreci nasıl işliyor?

Gerçekleştirilmesi planlanan projelerin çevreye olabilecek olumlu ve olumsuz etkilerinin belirlenmesi, olumsuz yöndeki etkilerin önlenmesi ya da çevreye zarar vermeyecek ölçüde en aza indirilmesi için alınacak önlem, seçilen yer ve teknoloji alternatiflerinin belirlenerek değerlendirilmesi ve projelerin uygulanmasının izlenmesi ile kontrolünde sürdürülecek çalışmaları kapsıyor süreç.

Proje sahibi firma, projesini bakanlığa/valiliğe sunuyor. Bakanlık/valilik ÇED ‘e tabi olup olmadığını inceledikten sonra ÇED başvuru dosyası, ilgili kamu kurum ve kuruluşlar ile halkın görüşlerine açılıyor.

Oluşturulan komisyon aracılığıyla bakanlık, halkın katılım toplantısının tarihini belirleyerek, halkı proje hakkında bilgilendirmek, projeden en çok etkilenecek kesim olarak bölge halkının görüş ve önerilerini almak için çağrı yapıyor.

Bakanlık, “komisyonun rapor hakkındaki çalışmaları”(!) ve “halkın görüşlerini” “dikkate alarak”(!), proje için “ÇED olumlu” ya da “ÇED olumsuz” kararı verip, bu kararı komisyon üyelerine bildiriyor. Bakanlık ve valilik, alınan kararı, uygun araçlarla halka duyuruyor.

Okunduğunda kulağa aşağı yukarı doğruymuş gibi gelen sürecin işleyişi maalesef bu şekilde olmuyor. Türlü ayak oyunları, sahte imzalar, rant paylaşımları sürece damgasını vuruyor. Mahkeme karaları dahi hiçe sayılarak yönetmeliğe yeni eklenen “ÇED muafiyet” kavramı ile, çevre katliamı dokunulmaz kılınarak göllerimiz, akarsularımız, ormanlarımız, kültürel miraslarımız, kentsel dönüşüm adı altında rant alanına çevriliyor.

Kendi ülkemizde yabancı ve yerli sermayenin istediği gibi cirit atması, ormanımızı, suyumuzu talana uğratması için, yönetmelik maddeleriyle adeta dokunulmazlıkları resmîleştiriliyor.

Proje sahibi olan firmanın “ÇED olur” raporu alması için, çıkarılan yönetmeliklerle neredeyse özel bir uğraş veriliyor. “Bak, şunlar, şunlar eksik; git, tamamla, yeniden getir.” deniyor. Açılan davalarda, bilirkişilerin karşı itirazları bile çiğneniyor.

Üstelik, yeni yönetmelik vasıtasıyla karşı dava açma süresi 30 güne indirilerek, dev projelerin incelenip, bilimsel ve teknik araştırmaların yapılması ve dava dilekçelerinin hazırlanması kısıtlanıyor.

Ülkemize münhasır, adı var kendi yok “Halkın Katılım Toplantıları”

“Halkın katılım toplantıları” düzenlenerek işletilen sözde süreçte, halka söz hakkı dahi verilmiyor. İlgili firmanın reklam şovuna dönüşen toplantılarda, halkımızın yoksulluğu ve çaresizliği bir silah olarak kullanılıyor. Halk, kendilerine iş olanağı sunulacağı, yeni ev imkanı sağlanacağı söylenerek yerinden yurdundan ediliyor. Kimi zaman ise, Bergama, Uşak-Eşme örneğinde olduğu gibi, devletin kolluk kuvvetleri   halkın üzerine salınıyor.

İşte; Bergama, Terme, Ergene, Akkuyu, Eymir, İmrahor Vadisi ve daha adını saymakta zorlanacağımız birçok yerde yaşananlar ve yaşanacaklar bunlardan ibarettir. “Çevresel etkileri değerlendiriyoruz.” denerek yeni yönetmelikler, yasalar, toplantılar, sözleşmeler imzalanacak, çevre günleri kutlanacak, fidanlar dikilecek; ancak kuliste yaşanan doğa, insan, hayvan katliamlarının üstü örtülmeye devam edecektir.

Sonuç olarak, gölgesini satamadığı her ağacı kesen kapitalist mantık değişmediği sürece açlık, ölümler ve doğanın yok oluşu gün be gün artacaktır.

Tam Sürüme Geç »
 phpKF Mobil Android Uygulaması Kullanın [X]