Menü Üye Giriş

Şifre Sıfırla · Kayıt Ol

 SOL PAYLAŞIM  »
 Türkiye Devrim Tarihi

Kısa İhanet Tarihi


Resim Ekleme

Kısa İhanet Tarihi (*)


Bir "iki yüzyıl savaşları" haberi tutturdum, sürdürüyorum ve bırakmıyorum. Bunun içine bir "otuz yıllık iç savaş" dönemi yerleştirdim; henüz kapanmadı ve devam ediyor, iç savaş bazen ateş alıyor ve bazen külleniyor, başlangıç tarihi aşağı-yukarı, Morrison Süleyman Demirel'in başbakanlığına denk düşüyor. Bütün iç savaşlar örneği pistir ve geçtiği toprağı mutlaka kirletiyor; "kirli devlet" bu olgunun ve Morrison Süleyman'ın varlığının işareti oluyor, "iç savaş" konsept planında, "düşük yoğunluklu savaş" stratejisinden ayrıdır; ancak yürütülmesi, "düşük yoğunluklu savaş" türü, ihanetlere dayanıyor. Bu anlamda, iç savaşı yazmak, ihaneti yazmaktır. Bugün, ihanetin kısa tarihini sunmak istiyorum. Pek acıklıdır.

Devlet, zor uygulamasının soyut adı'dır; bu anlamda soyut'tur ve somut düzlemde ise, devletin kirlenmesi, toplumun kirlenmesinin başıdır.

Bir yanı yiğit, bir yanı görkemli, bir yanı yaratıcı, ancak, ortamı pis ve rivayeti acıklı bir otuz yılı düğümlemek üzereyiz ve ben, sona yakın ölçüde iyimser ve sondan bir basamak altta moralliyim. Nasıl olmam ki? "Bizim sadık ihanetçimiz" Doğu Perinçek, "bizim" pazarlamacımız ve "bizim" düşüncelerimizin, işportacısı olmuştur. "Benim" sözcüğünü biliyorum, ancak burada "bizim" sözcüğü önemlidir; "Ülke" olabilir, Gündem'dir ya da "Özgür Ülke", kısaca "bizim gazete" demektir, bunlardan birisinde, General Eşref Bitlis'in uçakla ölümü üzerine, henüz mevlidi okunmadan, imzası önemli değil, bizim "Vezir Düşürmesi" yazımız çıktı; orada, Bitlis'in, Mumcu'nun katline bir karşılık olarak, Amerika taraftarları tarafından öldürülmüş olabileceğini ısrarla yazıyorduk. Perinçek'in şimdi yaptığı, başka devletlerin raporlarıyla bizim düşüncelerimizi karıştırıp pazarlamaktır, çok mu kötü?

Artık neredeyse haftada bire çıkarmışlardı, gece geliyorlar, alıyorlar, "ülkücü" katillere benziyorlardı, otomobilin arkasında birisi bir yanımda ve diğeri diğerinde, Karakusunlar Köyü 'ne yakın Adana yolu üzerinde, götürüyorlar, ben içimden "ne zaman vuracaklar" diyordum, bir veya birkaç gün sonra, Dgm'de savcının önüne çıkarıyorlardı; savcının adı, daha çok Nuh Mete Yüksel'di ve her serbest kalışımda, elinden avını kaçırmış bir vahşi yüzü takınıyordu. İşte bu Nuh, sonunda, Refah 'in kapatılması için bir fezleke hazırladı ve dava açılması için Anayasa Mahkemesi savcısına gönderdi. Ne kadar acı-komik değil mi? Ben bu yaz, ilk önce, Refah'ın kapatılması için bir basın açıklaması gönderdim, "Bakış" kitapçığında var ve sonra da, usulüne uygun olarak, Ankara'da avukatım Dursun Ermiş eliyle aynı savcılığa başvurarak, Refah 'in kapatılması için dava açılmasını istedim. Şimdi "benim sadık savcım", Nuh Mete Yüksel, eksik kalanı tamamlıyor. Pek güzel değil mi?

Bu benim ahlakım'dır; "güzel" olanı görmeden acı olanı yazmak istemiyorum. Bugün, Türk ve Kürt solu, otuz yıllık iç savaş döneminin sonunda, kesin bir ideolojik zafer kazanmıştır ve böyle bir zamanda, ihanetin acı tarihini yazmak mümkün oluyor. Yazmak için zafer gereklidir; çünkü "ihanet" sadece katliam, sadece satış, sadece kalleşlik demek değildir. Bundan öteye gidiyor. İhanet için, bütün bunların olması gerekiyor; ancak bütün bunlara ek olarak bir de, "güven" zorunludur. İhanet, kötülüklerin güvenilen eller tarafından yapılmasıdır. Hain, sadece "kalleş " değildir; hain, kendi içinizden çıkan kalleş'tir. İhanet, öldürülmeniz değildir; yakınınızın sizi öldürmesidir. Hain, güven kazanmış katildir. Bu nedenle ve tarifine uygun olarak, Madam Çiller, Netanyahu Erbakan ve Morrison Süleyman, kesinlikle hain değiller.

Hain değiller, ancak ihanet için gereklidirler.

Tekrarlıyorum, bu yazılara, kitaplar sığdırmaya çalışıyorum; kitap çalışmalarımda, "1967 Yılı", hem Türkler ve hem Kürtler için çok önemli çıkıyor. Bu yıl, aynı zamanda, zamanın TC Başbakanı Demirel 'in Sovyetler Birliği ile Cumhuriyet tarihinin, birincisi 1921 yılı Mart ayındadır, ikinci büyük antlaşmasını imzalamasına tanıklık ediyor. 1967 Türko-Sovyet Antlaşması, tıpkı 1921 Türko-Sovyet Antlaşması gibi hem Türkiye, hem Sovyetler ve hem de dünya için önemlidir. Güzel, ancak neden? Neden, korkak Demirel, bir ölçüde Washington 'u da aşarak böyle bir anlaşmaya gidiyordu ve daha önemlisi Sovyetler'e "mal satarken" karşılığında ne alıyordu; yıllardır bir de bu sorunun cevabını arıyordum. Cevabın ipuçlarını, buraya göçmeden kısa bir zaman önce Mahir Kaynak 'in aracılık ettiği ve Prof. Türkcan 'ın da katıldığı bir buluşmada, eski başbakanlardan Menderes'in oğlu Aydın Menderes verdi; "çok basit Hocam, çok bunalmıştı" diyordu.

1967 yılında.Demirel, Türkiye 'yi Amerika 'dan bir milim uzaklaştırmak karşılığında, Sovyetler Birliği 'nden, Türkiye İşçi Partisi'nin kellesini istiyordu. Çünkü, 1965 Seçimi, Demirel'i başbakan yaparken onbeş isimsizi de, "Tip milletvekili" olarak meclise gönderiyordu; "biz" her kademede Tipliler, Türkiye'de Başbakan'a "morrison" diyor ve Demirel'i başbakan olmakla birlikte, ülkeyi yönetemez hale getiriyorduk. Şimdi nasıl Netanyahu Erbakan bunalıyorsa, o zaman da Başbakan Demirel nefes alamıyordu. Kendisi de Moskova'ya açılırken düşürülen Adnan Menderes'in oğlu Aydın Bey, bana, "Anlaştılar Hocam, Tip orada bitti" diyordu.

Doğrudur. O zamana kadar hükümeti bunaltan biz Tipliler o tarihten itibaren birdenbire kendimiz bunalır hale geliyorduk; sanki herkes ipinden boşaltılmıştı ve Tip, kendisi dışında solun hedefi olmuştu.

Bir: Sovyetler en çok, şimdi aramızdan göçük, sevgili dostum Doğan Avcıoğlu'nun başında bulunduğu radikal askeri "devrim " hareketini destekliyordu; Ordu içinde pek çok cuntalar oluşmuştu. Zamanın Mit ajanı Mahir Kaynak da, Mandanoğlu Cuntası içindeydi ve cuntayı izliyordu; Kaynak çabuk farkedildi, Avcıoğlu bana daha sonra, Kaynak konusunda kendilerini Sovyet ajanlarının uyardığını anlatıyordu. Avcıoğlu, güçlü bir Tip muhalefeti yapıyordu.

İki: Mihri Belli sessizliğini bozmuştu ve "milli demokratik devrim" adıyla, Avcıoğlu'na yakın ve gençleri toplayan bir Tip muhalefeti başlatmıştı.

Üç: Tkp henüz pek zayıftı. Ancak Tip'e yakın sekreteri Baştimar'ı tasfiye edip, karyerist İsmail'i yerine geçirmişti; Laz İsmail, Belli'yi sevmemekle birlikte, milli demokratik devrim teziyle Tip'e karşı kampanyaya katılıyordu. "Bizim Radyo" Tip'e karşı mücadelesinde ısınıyordu.

Dört: O zamanlar solda görünen ve her zaman Mit ile kucak kucağa olan Cumhuriyet gazetesi, Tip muhalefetini kinle körüklüyordu.

Beş: İnci ve Doğan Özgüden yönetimindeki Tip yakını "Ant" dergisi sallanıyordu; zaman zaman Yaşar Kemal de, ben de başyazı yazıyorduk, ancak Özgüden, hazırlıksız bir "Orta Doğu Devrimci Çemberi" sloganı atmıştı, bu bizim gençliği daha hızla kaybetmemiz sonucunu doğuruyordu. Sonunda Tip, bu anlaşmadan çok kısa bir zaman sonra, Hemingway'in balığı türünden hızla küçülüverdi.

Ancak yılmadığını söylemek gerekiyor; hem dışa karşı savaşıyor, hem ülkücülerin, hem başta "maocu" olmak üzere solcu gençliğin hücumlarına karşı kendisini korumaya çalışıyor ve hem de ileriye atılmaya hazırlıyordu. İleriye atılımı yazı kurulunda benim de olduğum "Emek" dergisi hazırlıyordu; Aybar devrildi. Behice Boran Genel Başkan, Kürt kökenli Sait Çiltaş Genel Sekreter yapıldı ve 1970 yılı sonunda, Dördüncü Kongresi'nde ünlü "Kürt Halkı Vardır" kararını aldı. O zaman Mehdi Zana ve Kemal Burkay örneği Kürtler ile beraberdik; bu karar, Kürtler üzerinde bütün yabancı gözlemcilerin kabul ettiği gibi, Kürtlük tarihinde çok önemlidir. Sonunda Türkiye İşçi Partisi kapatılmıştır.

Dördüncü kongre Ankara 'da, Yıldırım Beyazıt Çarşısı 'nın küçük düğün salonunda yapılıyordu, biz, ülkücülerin ve Perinçek Grubu'nun baskınından çekmiyorduk. Ancak yakın zamanlarda, Rasih Nuri İleri, yakınımızda bir yerde, kendisinin ve Ertuğrul Kürkçü 'nün içinde bulunduğu başka bir grubun bizi basmak için bütün hazırlıkları yaptığını yazıyordu. Kongre ise "Kürt Halkının Varlığı" kararına ek olarak faşizmin ayak seslerine işaretle "Faşizme Hayır" kararını da alıyordu. Acı olduğu kadar öğretici'dir.

Tip Dördüncü Kongresi Kürtlük kararını aldığı yıl, Güney'de Mustafa Barzani ile Bağdat arasında bir ön anlaşma imzalanıyor; bu anlaşmaya göre, Bağdat, Kürtler'e "otonomi" vermeyi resmen kabul ediyor. Bu kabul ve bu ön anlaşma da Kürt tarihinde ayn bir öneme sahiptir; yalnız "otonomi" sözcüğü, Ankara ve Tahran için bir kabus anlamına da geliyor. Bu kabusun etkisi ' olabilir, 1972 yılı ilkbaharında, Moskova, Bağdat ve Ankara ile nerede ise aynı tarihte, "Dostluk Antlaşmaları" imzalıyor; benzerini Tahran'a da sunuyor. Ben hep, Türkiye'de, Martçı Darbe günleridir ve bu darbe sırasında Başbakan Kosligin'in Ankara 'ya gelip, darbeci generallerlerle kucaklaşmasını acı acı izlediğimi hatırlıyorum. Ancak bu "Dostluk Antlaşmaları" asıl Güney Kürdistan için tam bir darbedir; Sovyet Komünist Partisi, Irak Komünist Partisi'ni iktidardaki Saddam rejimi ile bir "cephe" yapmaya zorluyor. Bu, Kürtlerin yalnız bırakılması ve Mustafa Barzani'nin bastığı toprağın koymasıdır. Çok acıdır.

İsmet Şerif Vanlı'nın Fransızca kaleme aldığı, Irak Kürdistanı'nın siyasal tarihi, bu açıdan son derece öğreticidir. Vanlı'nın bu dönemde Barzani'nin kurmaylarından birisi olarak, Sovyet Komünist Partisi liderleriyle görüşmelere katılmış olması ihtimal dahilindedir ve yazdıklarının bu yanını, Sovyet tarihi için de anlamlı buluyorum. Sovyetler, Barzani'ye teselli sözleri ediyorlar; ancak Barzani; sonunda, İran ve Cia ile anlaşmak zorunda kalıyor. Kürtlük tarihinde çok acı sayfalar hazırlanıyor.

Önce Moskova ve arkasından, 1975 yılında, Cezayir'de Şah-Saddam Antlaşması ile Washington ve Tahran, Kürtler'i terk ediyor; Moskova 'nın Saddam ile kurduğu "cephe" binlerce Kürdün canına ve Mustafa Barzani'nin politik yaşamına mal oluyor. Ancak şimdi daha iyi görüyoruz; bu yıllarda, Moskova kaynaklı bir başka "cephe" daha hazırlanıyor.

Bu hazırlık için yetmişli yılların başına dönmem gerekiyor; biz "kan kaybını" sürdürüyoruz.


spartakus  |  Cvp:
Cevap: 1
11.09.2015- 14:38

Mahkemelerde, o zamana kadar birlikte olduğumuz, yakın zamanda Sosyalist Parti'yi Dev-Yol ve Tkp döküntülerine terk eden Sadun Aren, Baro'nun bundan önceki başkanı Turgut Kazan, şimdi Cem Boyner'in yerini alan Hüseyin Ergün, sosyalizmi, kendilerini ve Tip 'i reddediyorlar ve Dördüncü Kongre 'yi savunmuyorlar. Yollarımız ayrılıyor; biz de sonradan anlıyoruz. Laz İsmail, Tip'in gençlerine el atıyor, İstanbul'dan, Veysi, Nabi Yağcı, Sıtkı Coşkun, Ankara'dan bizim yanımızdan Nihat Akseymen, benim çok yakınımdan Bulutgil'i, Londra'da toplayarak yeni bir "atılım" için hazırlığa başlıyor. Bu, 1975 yılında, biz İşçi Partisi 'ni yeniden kurmaya karar verince patlıyor ve "Bizim Radyo", bizi provokasyonla suçlayarak, önlemeye çalışıyor. Şimdi daha açık yazıyorum: Sovyet Komünist Partisi, Aybar'a, Behice Boran'a ve bu arada bana, hiçbir zaman güvenmemiştir. Bizleri, kendi senaryoları için, hiçbir zaman esnek bulmamıştır; şimdi ben, sadece pek de haksız olmadıklarını söyleyebiliyorum.

Açık olan şudur: 1970 ortalarında, Tkp ülkede, önemli ölçüde bir legal parti olarak çalışmıştır ve Bülent Ecevit ile Moskova'nın isteklerine uygun, bir "cephe" kurmayı denemiştir. Bizim, başında olduğumuz, "Yürüyüş" dergisinde ısrarla karşı çıktığımız ve "ihanet" saydığımız Disk'in Chp’lileştirilmesi, sendika yönetiminin bizden alınarak, Chp'lilere verilmesi, Chp'li Abdullah Baştürk'ün Disk'in başına getirilmesi ve Yağcı, Coşkun, Daysal türünden Tkp bürokratlarının Disk bürokratı olarak kullanılmaları işte bununla ilgilidir ve bu zamandadır. Bülent Ecevit, Disk'e hakim olmuş ve bir ara, Behice Boran 'a benim Tip 'te etkinliğimin kırılması karşılığında, Disk uzmanlıklarının Tkp 'den alınıp Tip 'e verilmesini önerecek duruma gelebilmiştir. Hain bir "cephe" adına, Ecevit'in Disk'in patronu yapılması, bizi çok zayıflatmıştır ve tekeller gözünde Ecevit'in büyümesine yol açmıştır.

Yalnız, yetmişli yılların ikinci yarısında, henüz tam olarak çözemediğimiz çok karışık bir durumun ortaya çıktığını görüyoruz. Sol, Martçı Darbe'yi büyük bir moralle atlatmış bulunuyor ve içeride, Demirel-Türkeş-Erbakan 'ın üçlü Milliyetçi Cephe Hükümetleri, ülkeyi kalıcı bir karanlık rejime çevirmek için, güçlendirdikleri "kontr-gerilla " aygıtı ile her gün yepyeni cinayetler işliyorlar. Sermaye korkuyor ve o zaman gözlemcileri korkutan bir hızla ülkeyi terk ediyor; işte tam bu sırada Sovyetler Birli'ği'nin, bir an için, Türkiye'de yeni bir düzenin kurulabileceğine inandığını görüyoruz. Bunun kanıtlarından birisi, sonradan "Yörükoğlu" adıyla yazan Nihat Akseymen'in üzerinde kalan, Tkp'nin, Türkiye'nin "emperyalizmin zayıf halkası" olduğu savıdır. Bu sav, aslında Sovyetler Birliği Komünist Partisi 'ne ait görünüyor ve bir süre ciddi olarak ele alındığını görüyoruz.

Bunu, Batılıların da ciddiye aldığını gösteren işaretler var; şu günlerde, bir televizyon oturumunda, Doğu Perinçek'in, bir ülkücü katile, aynı oturumda ve yüzyüze "siz pek çok insanımızı öldürdünüz " dediği zaman, ülkücünün, "evet ama, hepsinin isim ve adreslerini siz gazetenizde yazıyordunuz, bize yardım ediyordunuz " demesi, tarihsel bir durumdur. Perinçek ve arkadaşlarının, tıpkı 1920 yılında Kafkasya'da olduğu gibi, Türkiye'de sol bir kalkışma olacağına ve yardım için Kızıl Ordu 'nun geleceğine dayalı bir ihbar ve ihanet çizgisi izledikleri kesindir; ben, her zaman Perinçek ve arkadaşlarının bu kanıya ulaşmada, yabancı istihbarat kaynaklarından etkilendiklerini düşünüyorum. Kaynağı ne olursa olsun, Türkiye solu o zaman da ikili ateş arasında kalmıştır.

Moskova'da bir ara "yüksek düşünülen" "Türkiye Devrimi" gündemden çıkıyor, İran ve Afgan Devrimleri öne çıkıyor. Bu yepyeni bir durumdur ve diğer yandan, 1921 baharında, Anadolu'da Mustafa Suphi ve Çerkeş Ethem solları tasfiye edilirken, Sovyetler'in İngiltere ile yaptığı bir diğer anlaşma ile Afganistan'da sol politika izlemeyeceğine söz verdiği hep ileri sürülüyor. Amerika 'nın Afgan Devrimi 'ne tepkisi belki de bu yüzden pek şiddetli oluyor. Ülkede de şiddet görüyoruz; Devrimci Yol'un, Tkp'nin, Tsip'in parçalanmaları aynı tarihe denk geliyor ve her zaman olduğu gibi şimdi de saygı ve sevgiyle andığım yiğit kadınımız Behice Boran'in, benimle ilgili "anti-Sovyet ve antikomünist" kampanyası başlatarak, Tkp'ye ve Sovyet çizgisine yaklaşması da işte tam bu sıradadır. Ayrıntılı çalışmalarımda general anılarına dayanarak göstermiştim; işte tam bu sıralarda, ordu içinde yeni bir darbe kararı alınıyor ve hazırlıklar hızlandırılıyor.

Burada duruyorum; ne kadar moral içinde olsam da, ihaneti yazmak yorucudur. Seksen ve doksanlı yıllardaki ihaneti yazmayı daha sonraya bırakıyorum. Ancak bütün bunların cevapsız kaldığı düşünülmemelidir; toplumlar canlı organizmalardır ve her canlı organizmanın önce içgüdüsel tepkileri oluyor.

Bir: Partiya Karkeren Kurdistan'ın kuruluşu, bu tarihtedir ve bu ihanet yumağına bir içgüdüsel cevap oluyor. Bir rastlantıdır; Ordu içinde, Eylülist darbenin kesin kararının alındığı ay ile Apo 'nun Türkiye 'den çıkma kararını aldığı ay, aynıdır.

İki: Kimseyi incitmek istemem; Sevgili Behice Hanım 'in hakkımızdaki ağır kampanya kararının metnini bana hep yoldaşım Mesut Odman getirmişti, "bunlar beni görevime itiyorlar" dedim. İlk tepkim, bir görevi kabul olmuştur. Biz, Tip'e karşı hiç mücadele yapmadık ve "Sosyalist İktidar" için, cepheden hücuma geçtik. Türkiye topraklarında içgüdüsel tepkinin onuru bizim omuzlarımıza yıkılıyordu.

Üç: Seksenli yıllarda, Aziz Nesin'le "aydın yükselişi" için yola koyulduk.

Dört: "Ekin-Bilar" ile kütleye doğru yöneldik; yalnızca, İstanbul'da, Harbiye'de yaptığımız bir toplantı nedeniyle, İstanbul trafiği iki saat durdu, Abdullah Baştürk'ü, Profesör Coşkun Özdemir'i hatırlıyorum, "devrim devrim" diye ağlıyorlardı.

Beş: Ancak biraz fazla gittik; o sırada Sofya'da toplanan "Sol Birlik" Yürütme Kurulu'nda, Nabi Yağcı, Teslim Töre, Ahmet Kaçmaz da vardı, Behice Boran'in karşı çıkmasına rağmen, belki de kontrol edemeyeceklerini bildikleri için, Tkp inisiyatifi ile, bu oluşumlara karşı harekete geçilme kararı alınıyordu. Şimdi sevgiyle andığım Aziz Nesin'in bana "deli" diyerek hücuma geçmesi, çevresindeki Tkp artıklarının tahrikiyle olmuştur.

Altı: Zorlandık, ama devam ettik, 1 Mayıs toplantıları, öğrencilerin açlık grevleri, Türk ve Kürt analarının açlık grevleri, öğretim üyeleri derneği, özgür üniversite, Küba halkıyla dayanışma komiteleri, sonradan adı "insan hakları" olarak değiştirilen yapılanmalar, Toplumsal Kurtuluş ve Kürt Devrimi ile yazgı birliği çizgisi; bütün bunlar sadece ve sadece, karanlığın zulmüne karşı atılan taşlar oldular.

Kimseyi şaşırtmak istemiyorum: Bütün bu taşları atarken hiçbir örgüt kaygısına kapılmıyorduk. Herkese, örgütüne bakmadan, destek olmaktan geri kalmıyorduk ve bir örgüt kurmak için acele etmiyorduk. Her noktada direnişi görev biiliyorduk ve yapıyorduk. Görev yapılmıştır ve bu dönem kapanmıştır.

İhanetin içinden geliyoruz.

İnsan kalabildiysek ve devrimci kalabildiysek, "ne mutlu" bize; daha büyük bir mutluluk düşünemiyorum. Bunun ise en büyük moral olduğunu biliyorum. Moralin de en güçlü silah olduğuna inanıyorum.

8 Aralık '96

(*)Yalçın Küçük (“Sicil” adlı kitaptan – Akış Yayıncılık, 1997).






Tam Sürüme Geç »
 phpKF Mobil Android Uygulaması Kullanın [X]