Menü Üye Giriş

Şifre Sıfırla · Kayıt Ol

07.02.2016- 16:32

Politik dilimiz ve Ergenekon
Merdan Yanardağ

  "5 yıl önce, 4 Şubat 2011 tarihinde yazdığım bu yazının geniş bir özetini, pek bir şeyin değişmediğini gördüğüm için ve konunun önemi nedeniyle aşağıda yeniden ilginize sunuyorum"

HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, Cizre, Diyarbakır Sur ve Silopi gibi kentlerde iç savaşı aratmayan ölçekteki çatışmalarla ilgili dün (6 Şubat 2016) yaptığı açıklamada, “Saray, Ergenekon ve ordu uzlaşmasıyla 7 Haziran’da bir darbe yapıldı. Hükümet de inisiyatif dışı kaldı. Şimdi bu koalisyon gücü her yerde kapsamlı bir katliam operasyonu ve kirli bir savaş yapıyor” diyordu.

Bu açıklama, Demirtaş’ın özensiz bir dil kullandığı, dahası mücadele ettiğini sandığı egemen ve gerici söylemin kodlarını sorgulamadan benimsediğini ortaya koyuyordu. Demirtaş’ın, sahte kanıtlara ve yalana dayalı bir tertip, ABD desteğinde gerçekleştirilen gerici bir operasyon olduğu tartışmasız şekilde ortaya çıkan ve bu nedenle çöken Ergenekon davalarına (kavramına) böyle kolaylıkla ve pervasızca atıf yapması tam anlamıyla siyasal bir sorumsuzluk örneğidir. Daha da kötüsü, bu dile başvurması olanı biteni okumaktan ne kadar uzak olduğunu ortaya koyduğu gibi, AKP iktidarıyla halen bir uzlaşma zemini arandığının da işareti gibidir.

Solun bir kesimi ve Kürt hareketi dil konusunda özensizdir. Daha da önemlisi, kullandıkları bu özensiz dil gerçekte gerici ve liberal ideolojik söylemin ağır etkisi altında olduklarını, zihinlerinin liberalizm ve gerici tezlerle lekelendiğini ortaya koymaktadır. Bugün şiddetle muhalefet ettiklerini sandıkları AKP ve onun dinci faşizan rejimine karşı bu dille mücadele etmeleri mümkün değildir.

Kürt hareketi, liberaller ve solun liberalizmden etkilenmiş kesimleri, uzunca süredir böyle savruk ve sorumsuz bir dili kullanmakta ısrar ediyor. Ergenekon ve bağlı davaların bütün hızıyla sürdüğü, Amerikancı AKP-Cemaat koalisyonunun bu davalar üzerinden örtülü bir dinci faşizan darbe gerçekleştirdiği ve daha da önemlisi solu da içine alacak şekilde bütün ülkede ideolojik bir hegemonya kurduğu günlerde; akıntıya karşı durarak, çoğu liberal soldan gelen aptalca ve cahilce saldırılara göğüs gererek bu konuda bir yazı yazmıştım.

Sol Portal’ da tam 5 yıl önce, 4 Şubat 2011 tarihinde yazdığım bu yazının geniş bir özetini, pek bir şeyin değişmediğini gördüğüm için ve konunun önemi nedeniyle aşağıda yeniden ilginize sunuyorum...

* * *

Dil masum değildir. Dil ideolojik bir araçtır. Kullandığınız kavramlar, seçtiğiniz üslup sizin hayata bakışınızı, dünya görüşünüzü, toplumsal konumunuzu ifade eder. Yüksek bir soyutlama düzeyinden bakıldığında bu durum bütün insanlar için geçerlidir. Daha daraltarak ele aldığımızda, politikacıların, aydınların, toplum önderlerinin, kitle örgütlerinin, sendikaların, partilerin seçtiği dil, onların tutumlarını, siyasal ve feslefi duruşlarını ortaya koyar.

Sınıf mücadelelerinin keskinleştiği dönemlerde dil de alabildiğine politikleşir. Hatırlanacaktır Türkiye’de 1970’li yılların son çeyreğinde yaşanan şiddetli iç savaş, dil üzerinden de yürütüldü. Gazetelerde, dergilerle, radyo ve televizyonda, okullarda, ders kitaplarında, konferanslarda, üniversitelerde ve sokakta konuşulan dil alabildiğine ideolojik-politik bir anlam kazanmıştı.

Diliniz ve kullandığınız kavramlar sizin hangi tarafta olduğunuzu da ortaya koyuyordu. “Olanak” diyorsanız solcu ve devrimci, “imkan” diyorsanız sağcı ve milliyetçi olduğunuz bilinirdi. Hele “olasılık” ve “ihtimal” sözcükleri, siyasal konumunuz hakkında hiç kuşku bırakmazdı.

İronik şekilde devrimciler ve bütün sol öz Türkçe konuşur ve yazarken, İslamcılar, milliyetçiler ve sağcılar Arapça ve Farsça sözcükleri tercih ederlerdi. Öyle ki, dönemin sağcı-faşizan gazetesi Tercüman’ın yazarları, örneğin “Türk Edebiyatı” dergisini de çıkaran Ahmet Kabaklı, ilk okullarının isminin “Sübyan Mektepleri” diye değiştirilmesini bile önermişti.

Özetle dil, belli bir soyutlama düzeyinde bütün çelişkilerin, farklılıkların, politik ayrımların, felsefi ve ahlakın duruşun ifade edildiği ideolojik bir alandır.

Sol ve Kürt hareketi dil konusunda özensiz

Gazetelerde ve bazı internet sitelerinde önceki gün (2 Şubat 2011) yayımlanan haberlere göre, Barış ve Demokrasi Partisi (BDP) Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, Genel Başkan Yardımcısı Gülten Kışanak ile birlikte, kayıp kişilerin gömüldükleri yerlerin tespiti için kazılarının yapıldığı Bitlis’in Mutki İlçesi’ne gitmiş ve burada birer konuşma yapmışlar.

İşte bu gezide gerek Demirtaş’ın gerekse Kışanak’ın yaptığı konuşma ve bu konuşmalarda kullandıkları kavramlar son derece sorunluydu.

Sol’un bir kesimi ve bazı Kürt politikacılar uzunca süredir politik faaliyetlerinde, özensiz, savruk ve egemen söylemden beslenen yüzeysel bir dil kullanıyorlar. Bu dostlarımız, kullandıkları dilin yeni kurulan hegemonik söylemin bir parçasına dönüştüğünün, dahası (Kürt sorunu bağlamında) imha ve inkar politikalarını güçlendirdiğinin farkında bile değiller.

Demirtaş ve Kışanak’ın gezisinde BDP’li bölge milletvekilleri ile çeşitli demokratik kitle örgütlerinin yöneticileri de yer almış. Bölge halkının da katılımıyla, kazı yapılan bölgede yaklaşık 2 bin kişilik bir kalabalık toplanmış. Demirtaş’tan sonra kalabalığa hitaben Kışanak da bir konuşma yaparak şunları söylemiş:

“Bu ülkede 8 yıldır tek başına iktidarsın. Bu ülkenin bütün imkanları senin elinde, polis senin elinde, istihbarat senin elinde. İstesen bunları açığa çıkaramaz mıydın? İstemiyorsun. Çünkü Kürt halkına karşı işlenen bu suçlar, bu vahşet bir devlet politikasıydı. Bugün o politikanın temsilcisi de AKP hükümetidir, Başbakandır. Başbakan Ergenekon’da derin devlet hesaplaşmasından bahsediyor. İşte Ergenekon’un suçları burada. Başbakan nerede? Bunu görmeyen, bunu açığa çıkarmayan ve bunun mücadelesini vermeyen bir Başbakan Ergenekon’un suç ortağıdır. Ergenekon’un şimdiki adıdır."

Tıpkı iyi niyetli birçok solcu arkadaşımız gibi BDP’li milletvekili ve Parti Eşbaşkanı’nın da kavramları rahat kullandığı anlaşılıyor. Kışanak’ın kullandğı kavramlar, muhalefet ettiği AKP’ye ve ne yazık ki savaştığını sandığı derin devlete hizmet ediyor.

Kışanak’ın Ergenekon kavramını kullanırken kastettiği şey hiç kuşkusuz Kontrgerilladır. Ancak kendisi ısrarla Kontrgerilla’ya iktidarın, Cemaat çevrelerinin ve yandaş basının kullandığı kavramla “Ergenekon” diyor. Aynı şeyi daha önce Ahmet Türk ve Selahattin Demirtaş da sık sık yapmıştı.

Oysa varlığı halen kanıtlanamamış bu örgütün ve çökmek üzere olan davanın iddianamesinde PKK da yargılanıyor. Çünkü bu davanın iddianamesine göre PKK’yı da Ergenekon kurmuş ve yönetmiş.

Hatırlanacağı gibi Başbakan Erdoğan geçen hafta yaptığı bir konuşmada, PKK ve Kürt hareketinin Ergenekon’la işbirliği yaparak siyaset alanını yeniden düzenlemeye çalıştığını iddia etmişti. Erdoğan, “Güvenlik güçleri umuyorum ki gereğini yapacaktır” da diyerek, yeni bir saldırının, hem de Kürt siyasal hareketini ve solun bir kesimini içerebilecek yeni bir operasyon dalgasının da işaretini vermişti. (Bu konuşmadan sonra KCK operasyonları yapıldı-MY)

Öcalan’la ilk görüşenler tutuklandı

PKK lideri Abdullah Öcalan, tecrit koşulları nedeniyle gelişmeleri çok sınırlı şekilde izlemesine karşın uzunca süredir Kürt hareketini ve kamuoyunu Ergenekon konusunda kuşkularını dile getirerek uyarıyordu. Öcalan, 2008 yılında avukatlarına yaptığı bir açıklamada “Benimle görüşen generaller tutuklanıyor” demiş ve bu sözler çok tartışılmıştı. Öcalan şunları söylemişti:

“Hem Atilla Uğur hem Emre Taner bana şöyle dediler: ’Biz bu sorunu KDP, YNK ve Amerika ile değil sizinle çözelim.’ Bana konuşmaları olumlu geldi. Ama onların durumu şimdi ortada. Benim sorguma katılan paşa cezaevinde yatıyor ve neden tutuklandığını bilmiyor.” (Görüşme Notları, 11 Ekim 2008, Hürriyet)

Öcalan’ın verdiği bilgi ve yaptığı değerlendirme -ki doğrulandı- çok ilginç. Bir kısım asker geliyor Öcalan’a, “Barzanisiz ve Amerikasız bir çözümde rol alıp almayacağını” soruyor. Başka bir anlatımla “Türkiyeci bir çözüm” öneriyor. Bu açıkça masaya oturma teklifidir. Kürt hareketinin yıllardır savunduğu bir görüşün ve talebin yerine getirilmesidir.

Avrasyacı olan ve “ulusalcı” olarak tanımlanan bu çevrelerin siyaseti devlete egemen olsaydı, bu gelişme ABD için bölgede “ölüm” anlamına gelecekti. Çünkü aynı çevreler, Kürt sorununun çözümüne ilişkin bu yaklaşımlarının yanı sıra, Türkiye’nin NATO’dan çıkmasını, bölgede Rusya, Çin ve İran’la yeni bir pakt oluşturmasını, dahası ABD ile ilişkilerin -koparılmasa bile- sınırlandırılmasını savunuyorlardı. Bölgede Kürt sorununu çözmüş ve NATO’dan çıkarak saf değiştirmiş bir Türkiye’yi düşünebiliyor musunuz?

Hatırlanacağı üzere 1998 yılında Harp Akademileri komutanlığı yapan, sonradan MGK Genel Sekreterliği’ne getirilen Orgeneral Tuncer Kılınç, bu görüşlerini henüz görevdeyken bir sempozyumda açıkça ifade etmişti. Harp Akademileri’nde 1998 yılında yapılan sempozyumun kayıtlarına ve ilgili konuşmaya herkes ulaşabilir.

Öcalan’ın Ergenekon özeleştirisi

Aslında Öcalan, bir dizi görüşmesinde de bu görüşlerini dile getirerek kuşkularını kamuoyuyla paylaşmıştı. Ancak, Kürt politikacılar ve kendilerini Kürt sorunu üzerinden tanımlayan sol çevreler ve liberaller başta olmak üzere, birçok kesim bu konuda AKP-Cemaat söylemini sorgusuz devraldı. Böylece istenmeden de olsa ABD’nin bölge politikalarına önemli bir katkı sunuldu.

Sonunda Öcalan bir özeleştiri yaparak, Ergenekon soruşturması hakkındaki kuşkularını artık aştığını belirterek tutumunu netleştirdi. Ocak ayında avukatlarıyla yaptığı görüşmede Öcalan şunları söylüyordu:

“Önemli bir değerlendirme daha yapacağım. Bu değerlendirme tarihi ve aslında biraz da özeleştirel bir değerlendirme olacak. Bugüne kadar Ergenekon yargılamalarıyla birlikte devletteki gladionun Jitemvari yapıların tasfiye edildiği söyleniyordu. Biz de biraz böyle düşünüyorduk. Aslında olanlar tam da böyle değildir. Bu konu üzerine sürekli düşünüyorum. Geçenlerde buradaki arkadaşlarla da tartıştım. Nasıl fark etmemişiz bugüne kadar? Bu nedenle özeleştiri diyorum.” (Görüşme Notları, 11 Ocak 2011)

Evet, tam olarak Öcalan’ın söyledikleri böyle. Öncelikle saptanması gereken durum da şudur; Öcalan kolay özeleştiri yapan biri değildir. Yönettiği hareketin geleneğinde de böyle bir özeleştiri alışkanlığı yok. Bu nedenle altını “özeleştiri” diye çizerek yapılan bu değerlendirmenin önemi büyük.

Bu anlamda Öcalan’ın yaptığı özeleştiri “tarihi bir öneme” sahip. Çünkü, Ergenekon soruşturmasına “derin devlet” ya da Kontrgerilla tasfiye ediliyor diye destek veren, bu konuda yapılan uyarıları dikkate almayan Kürt hareketi ve solun bir kesimi, bu gelişme karşısında yeniden bir değerlendirme yapmak durumunda.

Çünkü Kürt hareketinin ve solun belli bir kesiminin tutumu, nesnel olarak rejimin gerici dönüşümüne, dolayısıyla Kürt sorununun çözümüne değil, çözümsüzlüğüne, daha kötüsü Amerikancı ve Barzanici gerici politikalara katkı sunmaktadır.

Derin devlet, yani Kontrgerilla anti-Amerikancı değil, Amerikancıdır. NATO ve ABD dışında bir derin devletten, yani bir Kontrgerilla yapılanmasından ya da Gladyo’dan söz edilemez.

Ergenekon değil, Kontrgerilla!

Gültan Kışanak Mutki’de yaptığı konuşmada AKP’yi eleştirirken, AKP iktidarının devletin bütün ideolojik aygıtlarını kullanarak oluşturduğu egemen politik söylemin kavramlarını kullanıyor. Dolayısıyla Kışanak, muhalefet ederken aslında egemen ideolojinin yeniden üretimine istemeden de olsa katkıda bulunuyor.

Oysa Öcalan, avukatlarına yaptığı açıklamaya şöyle devam ediyordu:

“Sanırım Hanefi Avcı'nın kitabında da geçiyormuş. O da çözüm konusunda benimle görüşülmesi taraftarıymış, bunu öneriyormuş ve şimdi içeride ve Ergenekon'dan yargılanıyor. Yine geçmişte benimle burada çözüm amacıyla görüşen bazı isimler de Ergenekoncu diye yargılanıyor. Aslında Ergenekoncu diye tasfiye edildiği söylenenlerin bir kısmı çözüm yanlısı isimlermiş. Ama asıl Gladionun çözümü istemeyen kesimleri dışarıda bırakılmıştır, onlar hala dışarıdadır ve AKP bunlarla uzlaşmıştır.” (Görüşme Notları, 11 Ocak 2011)

Evet, Hanefi Avcı ‘Haliç Kıyısındaki Simonlar / Dün Devlet Bugün Cemaat’ adlı kitabında bunu açıkça yazıyor.

Abdullah Öcalan’ın içinde bulunduğu tecrit koşullarına karşın, politik gelişmeleri doğru okuyan neredeyse tek Kürt lider olduğu anlaşılıyor. Ancak, Öcalan’ın bu özeleştirisi ve tekrarladığı uyarılarına karşın, Kürt politikacıların ve kimi sol çevrelerin halen AKP-Cemaat dilini kullandığı görülüyor. (Kaldı ki, bir süre sonra Öcalan da bu tutumunu sürdürmeyecek ve aynı özensiz dile dönecekti-MY)

Bilinmelidir ki, Ergenekon operasyonu Amerikancı AKP-Cemaat darbesinin ve bir tertibin adıdır. Dinci-faşizan bir polis devletinin kurulması kullanılan bir siyasal şiddet aracının adıdır. Oysa bu davadan yargılananların büyük bölümü Kürt sorununun demokratik yöntemlerle çözülmesi gerektiğini savunmaktadır.

Kamuoyunu tatmin etmek ve bu davalara inandırıcılık kazandırmak için soruşturmaya dahil edilen Susurluk artığı bazı isimlerin ve mafya unsurlarının varlığı ise genel tabloyu değiştirmiyor. Bu isimlerin davaya dahil edilmesi, alık solcuları ve liberalleri bu dinci-faşizan projeye yedeklemenin aracından başka şey değildir.

Bu topraklarda derin devlet ve iç savaş aygıtının adı Ergenekon değil, Kontrgerilladır. (4 Şubat 2011, soL Portal)

umut  |  Cvp:
Cevap: 1
07.02.2016- 16:56

Ergenekon davası başladığından beri AKP'ye en büyük destek kürt hareketinden, liberallerden ve kuyrukçu soldan geldi. AKP'nin devleti demokratikleştireceğine inanıyorlardı ve Ergenekon davasının da askeri vesayete açılan bir dava olduğunu söylüyorlardı. Bunun böyle olmadığı ortaya çıkmasına rağmen kürt hareketi, liberaller ve kuyrukçu sol hala böyle düşünüyor. Ergenekon derin devlet yapılanmasının adı olarak kaldı. Nerede eleştirilecek bir konu varsa hükümet bunu paralelcilikle, diğer çevreler ise ergenekonculukla ilişkilendiriyorlar. İki ilişkilendirme biçimi de AKP'nin işine geliyor. Merdan Yanardağ'ın söylediği gibi AKP'ye karşı mücadele ettiğini ileri sürenler AKP'nin ideolojik dilini kullanarak AKP'ye destek olmaya devam ediyorlar.

melnur  |  Cvp:
Cevap: 2
02.12.2018- 20:34

Demirtaş'ın televizyonda bir konuşmasını dinlemiştim. Kendisine sorulan bir soru üzerine solcu olduğunu değil ''sol gelenekten geldiklerini'' söylüyordu. Solcu değilde sol gelenekten geldiğini söyleyen biri en fazla demokrat olabilir, liberal bir çizgiyi savunurdu. Liberallerin de Ergenekon olayında baştan beri Erdoğan'ın yanında olduklarını, bu konuda teşvik edici söylemlerle AKP'ye ideolojik ve entelektüel bir tahkimatta bulunduklarını biliyoruz ve o zamanlar da bunu söylüyorduk. Ergenekon   hukuki bir dava değildi. AKP cemaat ortaklığı devlete doğrudan yerleşmenin hazırlıklarını yapıyorlardı. Kürt hareketi bunu hiç anlamadı. Anlamadı ve öteden beri Ergenekon ve Balyoz gibi sözde davalarda Erdoğan'a hep destek verdi. Ergenekon davalarında yargılananların   jitemvari yapılanmaların da bir parçası oldukları algısını bir türlü aşamadılar. Merdan Yanardağ bile bu sözde davalardan içeri tıkıldığında kendilerine enternasyonalist diyen kuyrukçular bir ''ulusalcı ve sosyal şoven'' tutuklandı diye neredeyse zil takıp oynayacakları ve bu halleriyle AKP'ye doğrudan destek verdiklerini hiç düşünemiyorlardı.

Aradan tam 11 yıl geçti.Bir iki gün önce görülen davada savcı son mütalaasını verdi ve ''Ergenekon diye bir örgüt yoktur'' dedi ve dava da düştü. Ergenekon ve benzer davaların bir cemaat kumpası, bir tertip oldukları ortaya çıktı. Evet, tam 11 yıl sonra. Oysa bu tertip nedeniyle hasta hasta sorgu odalarında süründürülen İlhan Selçuk Ergenekon davasının başlangıcı olan 2007 tarihinden iki yıl sonra şunları yazıyordu:

''Ergenekon dava değildir. Hukuk değildir. Tertiptir. Plandır. İş davaya kalsa, bu iş çoktan bitti. Dava çökmüştür. Ergenekon F tipi polisle AKP iktidarının rejim üstüne bir büyük operasyonuna dönüşmüştür...Adım adım TSK'yı, daha başka deyişle laik, Atatürkçü orduyu kuşatma üzerine operasyondur.''

Sadece İlhan Selçuk mu; TKP de, daha davanın başlatıldığı ilk günlerde teşhisi koymuştu. ''Bu operasyon bir bağırsak temizleme operasyonu değildir.!'' demişti. Hatırlıyorum; o zamanlar yazıyazforum'da aylık e-dergi çıkarıyorduk; bu operasyonlar için ''AKP cemaat ortaklığının devlette boşalttıkları yerlere yerleşme hazırlığı yapıyor''diye yazmıştık. Hepsi bir bir gerçek oldu. Devlet önce cemaatin ve başarısız darbe girişiminden sonra AKP'nin eline geçti. Bu davalar yüzünden acılar çeken, zindanlarda yatan ve yaşamlarını yitiren bir yığın insan da cabası!

Siyaset biraz da öngörü işidir. Eğer olan bitenin doğru bir çözümlemesi yapılamıyorsa olabilecekleri de kestirebilmek pek mümkün olmaz. Merdan Yanardağ Demirtaş ve ''bazı solcular'' için dil problemi olduğunu söylüyor ama, sorun çok daha derin, çok daha yapısal!







Sosyalist27  |  Cvp:
Cevap: 3
02.12.2018- 23:26

Melnur'a göre Selahattin Demirtaş ve HDP'nin (o zamanki adıyla BDP'nin), Veli Küçük'leri, Kemal Kerinç'sizleri savunmaları gerekiyormuş.
Bunu yapmadıkları için AKP'nin dümenine su taşımış olmuşlar!!!
Hani Hrant'ı mahkeme mahkeme gezip, Türk düşmanı olarak mahkum ettirmeye çalışan Kemal Kerinçsiz ve Veli Küçük var ya, işte onları...
Ne diyorsunuz, melnur arkadaşımızın söylediklerini ciddiye alalım mı sizce?
Ergenekon soruşturmasının FETÖ terör örgütü tarafından saptırılarak, kendi cemaat çıkarları doğrultusunda kullanılmış olması, bazılarının geçmişteki günahlarını silmez.
90'larda doğu illerinde yaşananları ise hiç söylemiyorum bile...
Ha birde şunu sormak istiyorum, Ergenekon sürecinde doğru teşhis koydu diyerek övdüğün TKP, Hrant Dink yargılanırken neredeydi?
Ergenekon sürecinde gösterdiği tepkiyi, Hrant Dink Türk düşmanlığı ithamı ile yargılanırken gösterebildi mi?
Hrant'ın cenazesi sırasında yapılan faşizm karşıtı kitlesel yürüyüşte neden yer almadı?

Tam Sürüme Geç »
 phpKF Mobil Android Uygulaması Kullanın [X]