Menü Üye Giriş

Şifre Sıfırla · Kayıt Ol

27.12.2016- 09:15

Aydınlığı çoğaltmak

Orhan Gökdemir



“Musa peygamber aslında antik Mısır’da bir firavundu!” Tez, Mısır kökenli İngiliz yazar Ahmed Osman’ın. Osman, ilk gençlik yıllarını Mısır’da geçirmiş, eski bir “İhvan” sempatizanı. Ama o bu dini yobazlıktan kurtulmayı başarıp meraklarının peşinden gitmiş. Yahudiliği araştırırken ipuçlarının onu yeniden doğduğu yere götürdüğünü fark edip şaşırmış. Şimdi 80 yaşında ama hala o şaşkınlığın izinden gidiyor.

O şaşkınlığın ürünü olan pek çok kitabı var. “Musa ve Akhenaton” ve “Kayıp Şehir” adlı kitaplarının Türkçeye kazandırılmasına aracılık ettim. “Krallar Vadisindeki Yabancı” sırada. Sanırım zaman içerisinde diğer kitaplarını da Türkçeye kazandıracağız. Yakın Zamanda “Kayıp Şehir”in çevirmeni Mesut Akın, Ahmed Osman’ı Londra’da Türk okurları ile buluşturdu. Oldukça geniş bir alanda ilginç bir söyleşi gerçekleştirildi.

Mısır’ın meşhur “Kâfir Kralı” Akhenaton’un, aslında Musa’nın ta kendisi olduğu iddiası bunlardan biri. Yusuf Peygamber’in ve diğerlerinin izini de sürmüş haliyle. Yusuf ile 18. Hanedanın iki hükümdarının veziri olan Yuya’nın aynı kişi olduğunu iddia ediyor örneğin. Bu kahramanların hepsi Amon-Aton kavgasının hüküm sürdüğü bir tarih aralığında yaşadılar. Akhenaton, Mısır’ın eski din sisteminde köklü bir değişiklik yapan devrimci bir kral. Eski tanrıların yerine, herhangi bir görüntüsü ve biçimi olmayan tanrı Aton’u koyarak, ilk tek tanrılı dini kurmuştu.

Akhenaton’un devrimi kısa sürdü, bir darbe ile devrildi ve yerini oğlu-damadı Tutankamon’a bıraktı. Tutank-Amon, adında da anlaşılacağı gibi eski çok tanrılı dine geri döndü. Sigmund Freud, hayatının son aylarında bu iki din arasındaki kavganın Hıristiyanlığın doğuşu ile başka bir evreye geçtiğini, Hıristiyanlık ile Amon rahiplerinin Aton dini karşısında bir kez daha galip geldiğini yazdı. Ahmed Osman’ın son kitaplarındaki iddiası, İsa’nın da, aslında Amon inancını yeniden yürürlüğe koyan Akhenaton’un oğlu Tutankamon olduğu yönünde. Yani çok kışkırtıcı, çok yıkıcı bir dizi tez ile karşı karşıyayız.

xxx

Aslında Osman’ın bu tezinin de çıkış noktası Sigmund Freud. Freud ölümüne yakın giderayak şöyle yazmıştı: Yahudilik, Baba’nın diniydi; Hıristiyanlık, Oğul’un dini oldu… Freud, 1930’lu yıllarda, Hitler tarafından Yahudilere yönelik zulmün artmasıyla antisemitizm üzerine kafa yormaya başlamıştı. Bu düşünme sürecinde Musa’nın gerçekte bir Mısırlı olduğu sonucuna ulaştı. Peygamber, olsa olsa ilk tek tanrıcı dinin kurucusu Akhenaton’un tilmizlerinden biri olabilirdi. Bu konudaki yazılarını genişleterek “Musa ve Tek Tanrıcılık” adı altında yayınlandı. Freud, kitabında, Musa’nın Çıkış sırasında İsrailliler, yani kendi takipçileri tarafından öldürüldüğünü de ileri sürdü. Sonra pişman olmuşlar ve kendi aralarından ikinci bir Musa yaratmışlardı.

Osman, şimdi bu tezleri mantıki sonuçlarına taşıyor: Baba Akhenaton, Oğul Tutankamon, Kutsal Ruh ise Güneştir. Yepyeni bir dinler tarihi olduğunu söylemeliyim!

xxx

Burada, bu tarihin tartışılması için “Kara Atena” ile müthiş bir tarihsel altyapı hazırlamış olan Martin Bernal’i de anmadan geçmeyeyim. Aydınlığı çoğaltmak isteyen okurlara şiddetle öneririm.

Beni bu yazarlara yaklaştıran ise aynı konuda yaptığım bir dizi kitap çalışması oldu. İlki “Aydınlanma Tarikatı”dır. Ardından “Helenizm-Siyonizm-Türkçülük” geldi. Dinler tarihi ile ilgili tartışmaların daha çoğu ise “Din ve Devrim” içinde. Bunlar bizim için biraz erken başlamış mütevazı bir arayışın getirileri oldu.

Şimdi, Aydınlanma Tarikatı’nı Tekin Yayınevi ile birlikte yeniden okuruyla buluşturuyoruz. Bu kitabın ilk baskısı 2003 yılında yapıldı. Birkaç yıllık bir çalışmanın ürünü olduğu düşünülürse demek ki 2000’li yıllara girerken “aydınlanma” ile ilgili bir “mesele” tarifi yapmaya kalkışmışız. Erken mi? Bizim için belki. Ama bugün karşı karşıya olduğumuz sorunlara bakınca çok geç kaldığımız da söylenebilir. Karanlık dörtnala üzerimize geliyordu ve böyle bir ortamda bir ışık arayışı normaldir. Ben “aydınlanma”ya bakmayı denedim ve doğrusu, ışığa ulaşmanın yolunun tarifinin olmadığını anladım. Bu satırları yazarken sınıfsal arka planını tartışmayı ihmal ettiğimin farkında olarak not ediyorum: Bir kaza ürünüydü aydınlık. Mevcut, kurumsallaşmış dinle didişip durmanın bir getirisiydi. Aydınlanmacılar ışık aramıyorlardı, karanlığa çomak soktular ve karanlık yırtıldı. Sızan ışıkta gelişendir aydınlanma.

Aydınlanma, uzun dinsel kapanışın doruğunda insanlığın ışığa ulaşmada yeni bir yol arayışıydı. Kurumsallaşmış din gördüğü her yerde sapkın gördüğü bu arayışı baskılamaya çalışıyordu. Ama insan merakı şahlanmış, dizginlenemez bir hal almıştı. Avrupa’da parası ve sonsuz merakı olan adamlar türedi, bir ucu İskenderiye’ye dayanan uzun araştırma gezilerini finanse ettiler. Orada bulduklarını düşündükleri Hermes Tot’un metinlerini tercüme ettirdiler ve gizli toplantılarda huşu içinde okudular. Okudukça, buldukları bu metinlerin Kilisenin kitabından daha eski olduğuna inandılar. O meraklı adamlar o metinlerde kurumsallaşmış dinin eski orijinal halini görüyorlardı.

Filozof, rahip, gökbilimci ve okültist Giordano Bruno, o metinleri okuyarak dinde büyük bir bozulma olduğuna karar verdi. O halde arınmak için Mısırlı olan eski orijinal dine geri dönmek şarttı. Nicolaus Copernicus, Batlamyus modelini kıyısından köşesinden kemirirken ve yerine utangaç bir biçimde “Güneş merkezli evren” modelini koyarken, alttan alta Mısır kökenli “Güneş tapımı”nın gereğini yapmaktaydı. Hatta aydınlanmacılar arasında işi daha ileri götürüp Hıristiyan inanışının Mısır dininin bir yanlış anlaşılmasından ibaret olduğunu söyleyenler de vardı.

Kilise, kendisine yönelik bu etkisiz eleştirileri küçük tepkilerle geçiştirmeye hazırdı ama o da bu arayışlarda kendisi için çok tehlikeli olan bir şeyi, dinin ham halini görmekteydi. Hıristiyanlığın ilk yüz elli yılı bu eğilimlerle mücadele içinde gelişmişti. Kilisenin lanetiyle şeklini yitirmiş bir kavram olan “paganizm” aslında göründüğünden daha renkli, daha zengin bir kavramdı ve içinden her zaman en az Kilisenin öğretisi kadar kapsamlı bir başka öğreti çıkma şansı vardı.

Bruno’ya ve Copernic’e gösterilen tepki de gerçekte bu korkuyla ilgili. Vatikan, bu devrimci arayışların arkasında Hermetic-Okültist inançların gizli olduğunun farkındaydı. Tehlikeli bulduğu şey de o inançların ta kendisiydi.

Ama bütün bu arka plana rağmen, “aydınlanmanın dinsel kökenleri” bir sır olarak kaldı. Batı, kendi inşasında rol üstlenen insanları sıra dışı, akıllı, çıkıntı adamlar olarak sunmayı daha uygun buldu. Çünkü o adamların toplumsal düzenine karşı gericilik Kilise ile işbirliği yaparak Batının inşasını kendi istediği gibi yönlendirmişti. Dinle işbirliği yapan yeni Batı yıkıcı inançları yıkıcı fikirlerden daha tehlikeli bulmaktaydı. Örttü.

Örtü Hermetizmin ve Masonluğun üzerindedir. Her ikisi de Batı’ya Mısırlı kökenlerini hatırlatmaktaydı. Hâlbuki Batı o yıllarda başka pek çok ülke ve uygarlığa yaptığı gibi Mısır’ın fethine girişmişti. Uygarlığını borçlu olduğu bir kültürü istila fikri çok iticiydi. Mısır’ı sildi, ötekileştirdi, Afrika’ya itti. Böylece Mısır, devasa yapılar yapmasına rağmen mimarlığı bilmeyen, büyük metinler bırakmasına rağmen felsefeden ve matematikten anlamayan, her şeyi tecrübeye dayanarak yapıp etmiş alaylı bir kültür olarak yeniden tanımlandı. Bu tanımlama Batı’ya kendini kendi kendisinin babası olarak tanımlama olanağı da veriyordu. Sonunda, gerçekte Mısırlıların pek de yetenek pırıltısı göstermeyen öğrencileri olan Yunanlıları buldular. Felsefeyi, bilimi, matematiği, sanatı onların omuzuna yıkma çabası hala tarihin en cüretkâr işi olarak devam ediyor.

Martin Bernal’in keşfedilmeyi bekleyen “Kara Atena-Eski Yunanistan Uydurmacası Nasıl İmal Edildi” adlı çalışması işte bu kurguya yönelik büyük bir itirazdı. Batı, Aydınlanmanın bulduğu ışıktan ürkmüş ve onun Mısırlı köklerini silmek üzere harekete geçmişti. Bunun tek yolu da, yeni bir tarih kurgusu imal etmekti.

İçinden geçtiğimiz çağın bize taktığı gözlük, Batı tarafından imal edilmiş o gözlüktür. Ve bu gün bilgi olduğunu sandığımız pek çok şey Batının imal ettiği o kurguya ve o kurgudan kaynaklanan bir kör inanca dayanır.

xxx

Bu kurgunun önemli bir kısmı “tek tanrılı” dinlerle ilgilidir. Onun önemli bir kısmı da Eski Ahit’e aittir. Bu kitaptaki öykülerin önemli bir kısmı Mısır’da geçmiş olmasına rağmen, sanki her şey Mısır’dan etkilenmemek üzerine kurgulanmıştır. Bu kurguya imkân veren şey ise Mısırlıları düşman olarak göstermektir. “Firavun”un bütün tek tanrılı dinler tarafından bir tür küfür olarak algılanmasının sebebi işte budur.

İçinden geçtiğimiz “yeni Ortaçağ”, tıpkı Aydınlanma çağı insanlarının kendilerini içinde buldukları ortam gibi, ışık sızdırmaz bir yoğunlukta. Ama çok şükür, merakı sonsuz insanlar hep var.

Bu tarih bize tartışılmaz bir gerçeği tekrar hatırlatıyor. Dinin gerçeğini öğrenmek de dâhil, gerçeğe ulaşmanın tek yolu inancın değil bilimin arkasından gitmektir. Uzun, zahmetli, sapa bir yol olsa bile…

Karanlığı yırtmanın tek yolu var; aydınlığı çoğaltmak!

Tam Sürüme Geç »
 phpKF Mobil Android Uygulaması Kullanın [X]