Menü Üye Giriş

Şifre Sıfırla · Kayıt Ol

 SOL PAYLAŞIM  »
 Türkiye Devrim Tarihi

Devrimci Doğan-Orhan Gökdemir


Cumhuriyetin kuruluşundan üç yıl sonra, 1926'da doğdu. Neredeyse cumhuriyetle başlayan bir hayattan söz ediyoruz. Demek ki 1960'lı yıllarda devrimle, cumhuriyetle aynı yaştaydı. Fakat 40 yıl sonra cumhuriyetin hali pek iç açıcı değildi. ABD, NATO, uluslararası sermaye ve onun işbirlikçilerinin eline düşmüştü vatan. Bütün kaleleri zapt edilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve her köşesi bilfiil işgal edilmişti. İktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet, hatta hıyanet içindeydi. Devrimci doğanlar görüyordu; İstiklal ve cumhuriyeti müdafaa mecburiyeti doğmuştu.

Resim Ekleme

Devrimci doğan devrimci ölür. Doğan Avcıoğlu bir devrimciydi. Yönünü kaybetmiş ülkesine yön arayışıdır hayatı. Sonunda yönü bulmuş ve vatanın bu yola ancak devrimle sokulabileceğini görmüştü.

Doğan Avcıoğlu Türkiye'nin en üretken aydınlarından. Sadece kitapları ile değil kurucusu ve yazıcısı olduğu dergilerle bir döneme damgasını vurdu. ''Yön'' dergisi ile büyük bir aydın hareketinin öncüsü ve taşıyıcısı oldu. ''Devrim'' dergisi ile bir aydın hareketi yaratmaya çalıştı. Araştırırken, yazarken hep devrimi düşünüyordu. Bir yandan Türkiye'nin çürüyen düzenini çözümlüyor, diğer yandan o çözümlemeden yola çıkarak ülkeye bir ''yön'' tayini yapmaya çalışıyordu. Genç cumhuriyetin eksik bıraktığı ''Türklere bir tarih oluşturma'' işini neredeyse tek başına omuzlamaya çalıştı. Kurtuluş Savaşı'nın tarihini yazmak gibi devasa bir işin altından başarıyla kalktı ve “Türkiye’nin Düzeni” ile Tanzimat’tan bu yana ülkenin yön arayışının çarpıcı bir analizini yaptı.

Bütün bu dönem boyunca sadece yazdıkları ile değil, yaptıkları ile de aydın hareketinin en önemli figürlerinden oldu. 1960'lı yıllar, ancak Doğan Avcıoğlu ile birlikte bakıldığında anlaşılabilir. O, bugünün olduğu kadar dünün anahtarıdır.

***
Yeni kuşaklara anlatalım bir parça… Bursa'nın Mustafakemalpaşa ilçesinde doğdu. Nüfus kütüğüne göre adı Mehmet Erdoğan. Babası Ahmet Celalettin ve annesi Pakize Avcıoğlu öğretmendi. Bursa Erkek Lisesi'ni ve İstanbul Hukuk Fakültesi’ni bitirdi. Paris Siyasal Bilimler Okulu'nda master yaparken Aydın Yalçın'ın Forum Dergisi’ne yazdı. Paris'ten sonra bir süre de Londra’da kaldı. Yaşamı boyunca mücadele edeceği liberal ekonomi ve liberal demokrasi üzerinde çalışmalar yaptı.

Türkiye Ortadoğu Amme İdaresi Enstitüsü’nde asistan oldu dönüşte. 1956'dan itibaren, Paris’ten okul arkadaşı Metin Toker'in haftalık Akis ve Kim dergilerinde, Ulus gazetesinde makaleler yazdı. 1957'de CHP Araştırma Bürosu'nda Osman Okyar, Turhan Feyzioğlu, Bülent Ecevit ve Coşkun Kırca ile birlikte çalıştı. 27 Mayıs 1960 müdahalesinden sonra Kurucu Meclis’in Temsilciler Meclisi’ne üye seçildi. 1961 Anayasası’nın hazırlanmasına katkıda bulundu.

1961'de Mümtaz Soysal ve Cemal Reşit Eyüpoğlu'yla birlikte kurduğu haftalık Yön dergisiyle siyasal düşünce ortamının yeniden şekillenmesinde etkin rol oynadı. Yön dergisi ''Kemalist sosyalizm''in izindeydi. Kemalist devrimin kazanımlarını savunan ve bunu sosyalizme taşımayı savunan görüşleri büyük bir aydın hareketine dönüştü. 20 Aralık 1961’de, derginin ilk sayı için hazırlanan ve 1042 kişinin imzaladığı Yön Bildirgesi hâlâ ülkenin siyasal tarihinin en önemli aydın çıkışlarındandır.

1962'de kurulan Sosyalist Kültür Derneği'nin önde gelen isimlerinden. ''Yön arayıştı; şimdi yönün ne olduğu bellidir; devrim'' diyen Avcıoğlu, 21 Ekim 1969'da haftalık ''Devrim'' dergisini çıkardı. Devrim'de ''devrim''in Kemalist aydınların yol göstericiliğinde ve Kemalist ''genç subay''ların öncülüğünde geniş bir cephe tarafından Milli Demokratik Devrim olarak gerçekleştirilebileceğini öne sürdü.

Avcıoğlu devrime hazırdı ancak şartlar onun planladığından bambaşka gelişmelere yol açacaktı. 1960'ların ilerici dalgası 12 Mart'ta bir askeri darbeyle durdurulmaya çalışıldı. Darbenin ardından ''orduyu başkaldırmaya teşvik'' iddiasıyla tutuklandı, Ankara Mamak Askeri Cezaevi'ne tıkıldı. Yattı, çıktı. Büyük bir hayal kırıklığıyla 1973'te ''pratik'' işlerden çekildi.

Ancak 1960'lı yılların dalgası henüz geri çekilme noktasında değildi. Gelişmeler o askeri darbenin setini de yıkıp geçti. Arkasından 12 Eylül geldi. Devrimci doğanlar için uzun gericilik döneminin kapısı sonuna kadar aralanmıştı. Devrimci Doğan'ı işte o yıllarda kaybettik.

28 Şubat ve Ergenekon davaları da bu büyük hesaplaşmanın son adımlarıydı. 1960'lı yıllarda başlayan ikinci devrimci dalga böylece durdurulmuş oldu.

***

Cumhuriyetin devrimci döneminin kapanmasıyla baş gösteren ağır bir gerici karanlık dönemin içinden sıyrılıp geldi. Solcu olmanın, ilerici bir tutum takınmanın cezasının işkence, işsizlik, açlık, sürgün, hapis olduğu o dönemde bize ''sosyalizm''i, ''Kürt sorunu''nu, Nâzım Hikmet'i öğretti.

Cumhuriyet yönünü kaybetmiş ve devriminden ürkmüştü. Onun yarım bıraktığı işleri hırsla, inatla, ölümüne çalışarak tamamlaya çalıştı. ''Milli Kurtuluş Tarihi''ni, ''Türkiye''nin Düzeni'ni, ''Türklerin Tarihi''ni yazdı. Bunlar bir halk yaratmanın, ulus olmanın büyük entelektüel arayışıydı.

Avcıoğlu, Cumhuriyetin ilerici birikimlerinin bir temsilcisiydi. Kapitalizme ve emperyalizme karşı ekonomik bağımsızlığı savunuyordu. İlericiydi. Gericiliğin Türkiye’deki egemen sınıfların temel tercihlerinden biri olduğunu her fırsatta söylüyor, yazıyordu.

Ülke hızla gericileşiyor, düzen cumhuriyetin kazanımlarından vazgeçiyordu. Çünkü kapitalizmin yoluna girmiş, emperyalizme bağımlı olmuştu. Öyleyse gericileşmenin durdurulmasının yolu emperyalizme ve kapitalizme direnmekten geçiyordu. O şartlarda istiklal ve cumhuriyeti müdafaa mecburiyeti doğmuştu, müdafaa etti. Doğan Avcıoğlu fikriyatı ve pratiği budur.

Şöyle demişti yıllar önce: ''Atatürk devrimleri hızını kaybettiğinden beri, Türkiye'yi, başta bulunanlar kim olursa olsun, toplumun en muhafazakâr kuvvetleri idare etmektedir. İsmine ister kasaba eşrafı deyin, ister toprak ve sermaye ağası deyin, mutlu azınlık deyin, bu kuvvet siyasi hayatımıza hakim. Çok partili hayat bir dereceye kadar halka sesini duyurma imkânı getirdiği için ilerici bir adım olmakla beraber, esas itibariyle muhafazakâr kuvvetlerin durumunu sağlamlaştırmıştır. Bütün siyasi partiler onların nüfuzları altında. Parlamentoda onların türküleri çağrılıyor.''

Bugün içinden geçtiğimiz karşıdevrim, Doğan Avcıoğlu tezlerinin ne kadar güncel olduğunun delilidir. Bugün de bütün siyasal partiler gericiliğin nüfuzu altında, parlamentoda, okulda, sokakta, kışlada, camide onların türküleri çalınıyor. Bugün de istiklal ve cumhuriyeti müdafaa mecburiyeti yakıcı bir sorun olmayı sürdürüyor. Ve dün olduğu gibi bugün de bu gerici dalgayı durdurmanın yolu emperyalizme ve kapitalizme karşı direnmekten geçiyor.

Yarının Türkiyesi işte bu amansız mücadeleden çıkacak. Ya gerici bir dalga ile savrulan, duraklayan, gerileyen devrim tamamlanacak ya da gericilik devrime galebe çalacak. Tezleri düne olduğu kadar yarına da ışık tutmaya devam ediyor özetle.

***

Devrimci doğan devrimci ölür. Doğan Avcıoğlu devrimci doğmuş bir cumhuriyetçiydi. Yönünü kaybetmiş ülkesine bir yön arayışıdır hayatı. Sonunda yönü bulmuş ve bunun ancak devrimle gerçekleşebileceğini görmüştü.

Ölüm yıldönümünde, 4 Kasım'da Kadıköy'de dostlarıyla, okurlarıyla, sevenleriyle toplanıp anacağız hep birlikte. Düzen karşısındaki tavizsiz duruşundan, özenle geliştirdiği fikirlerinden feyz alacağız. Ve ne yazık uğruna yaşayıp öldüğü cumhuriyetin yıkıldığı, laikliğin darmadağın edildiği bir dönemde yapacağız bunları.

Bıraktığı yerdeyiz ve başladığı noktadayız. Gericilikle mücadele ediyoruz ve sosyalist bir cumhuriyet istiyoruz. Yine yeni bir ''yön'' tayinine ve yeni bir ''devrime'' ihtiyacı var vatanın. Sözümüz var; Bıraktığını tamamlayacağız.

Anıyoruz, arıyoruz, yepyeni devrimci bir Doğan görüyoruz…

Başlıyoruz!

melnur  |  Cvp:
Cevap: 1
14.11.2019- 07:23

Doğan Avcıoğlu’nun ölüm yıldönümünde Yön hareketinin kalkınma anlayışı


Yön hareketinin mimarlarından 1926 doğumlu Doğan Avcıoğlu 4 Kasım 1983’te ölmüştü.

O’nun anısına biz de Yön hareketinin kalkınma anlayışını anımsayalım istedik. Önce kalkınma(gelişme) kavramıyla başlayalım.

Resim Ekleme


Gelişme (kalkınma) kavramı iktisatta üzerinde çok değişik biçimlerde tartışma yapılan bir kavramdır. Örneğin kimileri bu kavramı büyüme ile eşanlamlı sanılgısına (öyle sanarak yanılgıya) düşebilmektedir. Kavramın kapsamı açısından ise kimileyin bu kavram salt iktisadın sınırları içine tutsaklaştırılmakta (iktisadi kalkınma düşüncesi) ama kimileyin ise bu kavrama bütünsel yaklaşılarak iktisadi–toplumsal–ekolojik (İTE) olarak üç boyutlu ve sürdürülebilirlik eksenli olarak algılanmakta ve tanımlanmaktadır. Bütünsel bakışa ilişkin Birleşmiş Milletler tarafından geliştirilen bir model de kavram olarak İGE: İnsanî Gelişme İndeksi (Human Development Indeks/HDI) ile ölçümleme yapılmaktadır. Bir Çinli generalin atasözüdür: Tanımlayamadığını ölçemez, ölçemediğini yönetemezsin!


Kalkınma tartışmalarının bir başka ekseni de hangi düşünbilimsel yöntemle kalkınılacağı sorunudur. Kapitalist düzenle mi, yoksa kapitalist olmayan yolla mı? Burada kapitalist olmayan yolun ne olduğu sorusuna kimilerine göre yanıt tektir: Toplumcu yolla. Kimileri de bir üçüncü yolun olanaklı olduğu savındadırlar. Bu üçüncü yolun adı da –doğru ya da yanlış tartışmasına girmeden belirtmek gerekirse- çeşitli biçimlerde ortaya çıkabilmektedir: karma ekonomi modeli, ekolojik yaşam modeli ile kalkınma vb. Bu noktada belirtmemiz gereken bir ayrıntı da şu: örneğin karma ekonomi modeli kimilerine göre bir geçiş aşaması iken, kimilerine göre esas ve sonsal dizge budur. Özellikle son dönemlerde toplumcu uygulamalarda ortaya çıkan toplumcu piyasa ekonomisi, toplumculuğun alt/ön aşaması, ekotoplumculuk gibi kavramlar da kalkınma süreçlerinde ilgiye değer tartışma konularını oluşturmaktadır.

Hatta son zamanlarda kalkınma kavramının kendisine bile karşı çıkanlar, bunun ancak kapitalizmle olanaklı olacağını söyleyen yazarlar ve yapıtlar ortaya çıkmıştır. Bu arada dünyadaki neoliberal rüzgârlarla estirilen parasalcılık akımı bağlamında Türkiye’deki Amerikancı 24 Ocak (kimileri 12 Eylül demeyi yeğliyorlar) darbesi ile kalkınma iktisadının tukaka ilan edilmesi, yüksek eğitimde bu kürsülerin ötekileştirilmesi hususunu da anmadan geçmeyelim.

Kalkınma konusuyla ilgili olarak iktisadî yazın oldukça varsıldır. Okurlar değerlendireceklerdir ki, yazımızın konusu kalkınma kavramı ve kalkınma kuramları değildir. O yüzden ilgilisi yani Attila İlhangil bir deyimle meraklısı ilgili kaynaklara bakabilir (Bir başlangıç için Prof.Dr. Muhteşem Kaynak’ın Kalkınma İktisadı adlı kitabı ile başlanabilir).

Kalkınma kavramının ele alınması konusunda bizim önerimizi sunarak giriş bölümünü bağlayalım. Kalkınma kavramı mutlaka bütünsel ele alınmalıdır. Eşdeyişle konunun iktisadi–toplumsal–ekolojik boyutlarının tümü kapsama alınmalıdır. Ancak konu böyle ele alınırken, kapitalist bir bilimsel gözle geliştirilen ölçümlerden (örneğin İGE) ziyade toplumcu ölçüm modelleri geliştirilmelidir. Bu ölçüm dizgesi bir anlamda bizim konuya hem toplumsal hem de ekolojik yaklaşımımızın izdüşümü olacaktır. Toplumsal kavramının içini doldururken cinsiyet eşitsizliğinden sakat emeğine dek bir dizi husus göz ardı edilmeden yaklaşılmalıdır. Ekolojik derken de kalkınmayı sanayileşme ile eşanlamlı olarak ele alan hele hele de ağır sanayi kargasından başka kuş tanımam diyen bir endüstriyalist kalkınma modelinin eleştirisini yapıyoruz. Karşı seçenek olarak da ekodizgeyle uyumlu doğanın kendi döngüsüne olanak tanıyan, türetilmiş isteklerden ziyade gerçek gereksinimlere dönülmüş, insanın doğaya yabancılaşmadığı, insanın insana yabancılaşmadığı bir dizgeyi kast ediyoruz. İnsanlık 21. yüzyılda böyle bir kalkınma modelinin nasıl olması gerektiği arayışlarını sürdürmektedir. Her ülkenin özgül koşullarında kimi ana ilkelere de uyarak, farklı model tasarımları yapılması gerektiği açıktır. Yaratıcılık ve tasarımcılık yetenek ve uygulamalarının güçsüz olduğu ülkemizde işimizin zor olduğu da bir gerçek. Anımsayalım, 1960’larda Sovyetler Birliği’nin kendi ülkesel çıkarları için dayattığı ‘kapitalist olmayan ve ağır sanayi temelli hızlı kalkınma modeli, ülkemiz gerçeklerine ve çıkarlarına ne denli uygun olduğu sorgulanmadan ateşli bir biçimde savunulagelmemiş miydi kimi solcularımızca? Bu arada Necmettin Erbakan’ın ağır sanayi hamlesi yaklaşımlarını da unutmayalım.


Resim Ekleme

Yön Hareketinikarakterize eden özellikleri

Devinimin tarihsel akışına daha çok iktisadi açıdan kısaca bakıverelim. 1960’larda toplumcu solun iki ana düşünce ekseninde aktığını biliyoruz: İlki M. Ali Aybar, Behice Boran ve Sadun Aren’inbaşını çektiği “Sosyalist Devrim (SD)” çizgisi; ikincisi Mihri Belli’nin ön safta olduğu gözlenen “Milli Demokratik Devrim (MDD)” çizgisi.

20 Aralık 1961’den 30 Haziran 1967’ye dek yayınlanan Yön dergisi çevresinde toparlanan bu harekete bakıldığında şunlar görülebilmektedir:

Bir ölçüde toplumculuktan etkilenmiş bir Jöntürk-İttihat Terakki-Kemalizm geleneği izleyiciliği; Marksçı anlamda olmayan daha çok darbeci nitelikteki bir meclis (parlamento) dışılık; 15 Ekim 1961 tarihindeki seçimlerde CHP’nin azınlıkta kalmasıyla somutlaşan bir bağlamda ortaya çıkan cici demokrasi eleştirileri; bu eleştiri bağlamında seçimlerin halka iktisadî gönenç ve özgürlük getirmeyeceği düşüncesi; bilimsel toplumcu bir iktisadî sınıf irdelemesine dayanan ve aşamalı, kesintisiz bir biçimde toplumculuğa ulaşmayı amaçlayan MDD çizgisi ile Yöncülerin darbeci, küçük kentsoylu çizgisinin karıştırılması; toplumculuğun milli bir toplumculuk bağlamında iktisadî devletçilikle özdeş anlaşıldığı KadroHareketinin kalıtçısı olma özellikleri; Yöncülerin de aynı Kadrocular gibi amaçlarını yaşama geçirmede ekonomipolitik olarak sivil-asker karışımı seçkin bir aydın zümreye dayanmaları; Yöncülerin 1960’lardaki toplumsal-iktisadî yapı koşullarının Kadrocuların yaşadığı ve düşüncelerini biçimlendirdiği 1930’lardaki toplumsal yapı koşullarıyla (örnekse işçi sınıfının yetersizliği vb) aynı olduğu sanılgısına düşmeleri, Yöncülerin ve kalıtçısı oldukları Kadrocuların yaşadıkları dönemlerdeki Sovyetler Birliği (SSCB) iktisadî manzaralarının (gerek ülke içi, gerek uluslararası ilişkilerdeki yapısal özellikler itibariyle) farklı olmasının gözden kaçırılmış olması…

Doğan Avcıoğlu, Mümtaz Soysal, İlhan Selçuk, İlhami Soysal vd aydınların çevresinde örgütlendiği Kemalist ve Amerika karşıtıYön dergisi ile aynı dönemde Aydın Yalçın, Turhan Feyzioğlu vd aydınların sağ ve Amerikancı eğilimdeki Forum dergisinin ilişki ve çelişkileri de ilginç bir konudur. 1961 yılına dek birlikte seyreden iki dergi çevresi bu tarihten (özellikle seçimden) sonra ayrıldı. Yön, yönünü arayan asker-sivil aydın zümrenin ilgi odağı oluvermişti.

Bu arada ünlü Yön Bildirisinde sağ eğilimli iktisatçıların adlarının da olduğunu arada vurgulayalım: Prof. Dr. Mükerrem Hiç, Prof. Dr. Erdoğan Alkin vd.

Yöncülerin yukarıda andığımız küçük kentsoylu kestirmeci toplumsal dönüşüm düşünceleri 12 Mart darbesiyle tuz buz olmakla kalmadı, bu hareketten kimileri 12 Mart’tan sonra kurulan N.Erim hükümeti ve bürokrasisinde yer aldı.

Yön dergisi ile Devrim dergisiarasındaki ilişkiyi de bu arada belirtmiş olalım. Bu konuda çalışmış ve kitap yayınlamış olan iki yazarı da bu arada anmak gerekir: biri değerli dost Muzaffer Ayhan Kara, diğeri de Gökhan Atılgan. Bunlardan Atılgan Yön Hareketi ile Devrim dergisi arasındaki organik bağı çok yakın kurarken, Kara bu ikisinin birkaç nedenle görece ayrılıklar taşıdığını belirtmektedir.

Yön Hareketinin kalkınma modeli

Bu konuya bütünsel bakıldığında konu çok kapsamlı gözükebilir. Hatta bu konuda Prof. Dr. Hikmet Özdemir’in yayınlanmış bir doktora tezi de mevcuttur. Özdemir’e göre, Kadrocular Kemalizm’inyeni bir yorumunu yapmada Marksçılığa dayanırlarken; Yöncüler ise Marksçılığı yorumlarken Kemalizm’e dayanıyorlar. Yine Özdemir’e göre Kadro Kemalist iktidarın (en azından zaman zaman güç yitirse de bir kanadının) kuramsal organı iken Yön ise iktidara karşı bir yayın organı!

Belki sonradan söyleyeceğimiz bir şeyi baştan söylemek gibi olacak ama,Yöncüler komprador kentsoylu ve toprak ağaları dışında kalan tüm sınıf ve güçleri anti-emperyalist ve anti-feodal bir program etrafında, bağımsız bir iktisadî yapının kurulması yolunda bir millî cephede toplamayı amaçlamışlar gözüküyor. Toplumcuların çekirdekte bulunacağı asker-sivil aydın zümreden oluşan ve ara katmanlar olarak da adlandırılan ‘zinde kuvvetler’in önderliğinde önce milli devlet, uzun vadede de toplumculuğa geçiş koşulları hazırlanması düşünülmüştür. Milli demokrasinin nasıl gerçekleşeceği ve zinde kuvvetlerin nasıl örgütleneceği konuları açıklıkla işlenmiş gözükmüyor. Doğan Avcıoğlu’nun çok partili uygulamanın Atatürk devrimlerine karşı bir tepki olarak değerlendirdiğini anımsarsak, gerçekleştirilmesi arzulanan milli demokrasinin bir tek parti iktidarını öngördüğü açıktır. Gerçi D. Avcıoğlu’nun andığı bu tepkinin Kemalist küçük kentsoyluya mı, yoksa artık devrimci özelliği aşınmış bürokratik kentsoyluya karşı mı olduğu tartışma konusudur. Beri yandan bu sorunu ele alırken, 1940’ların ikinci yarısında ülke içindeki sınıfsal çeşitlenme ve dünyadaki uluslararası siyasal yapılanmaların etkilerini de göz ardı etmemek gerekir.

Kimi görüşlere göre (örnekse MerdanYanardağ) Yöncüler doğaldır ki başta D.AvcıoğluYöncülerden farklı olarak, sınıflar arasında bir mücadele ile Milli Kurtuluş Devrimi’nin gerçekleşeceğini görmüşlerdir. Yanardağ, Doğan Avcıoğlu’nun Türkiye’nin Düzeni adlı yapıtında (örneğin sayfa 448’de) Kadrocuların sınıflarüstü tutumunu eleştirdiğini vurgular.

Yön Hareketinin kalkınma modeline ilişkin ana özelliklerini ve varsayımlarını aşağıdaki gibi sıralamak olanaklıdır:

a) Türkiye ciddi bir iktisadî bunalım içinde olup, bu toplumsal bunalımı da körüklemektedir: Geri bir tarımsal yapı, küçük ölçekli işletmeler, yoksulluk, işsizlik, evsizlik, açlık, kentlere hızlı nüfus göçü, topraksızlık, gecekondulaşma, bölgesel dengesizlik, ağalık, arsa vurgunculuğu, memurların yolsuzluğa batmaları vd. (Sanki bugün gibi değil mi?)
b) Toplumsal adalet içinde hızlı kalkınmayı sağlayacak yöntem toplumculuktur. Toplumcu yöntem aynı zamanda kapitalist bir gelişmenin özellikle azgelişmiş bir toplumda ortaya çıkaracağı aşırı sınıf çatışmalarını demokratik yollarla önlemenin tek yoludur.
c) Bu konuda Kemalist halkçı-devletçi- devrimci yöntemdeki toplumsal düzeltim yaklaşımı kuramsal olarak doğrudur.
d) Yoksul ve azgelişmiş Asya ve Afrika ülkelerinin (Libya, Mısır, Cezayir, Irak vb) toplumcu kalkınmaya yönelmeleri biçimindeki uygulamanın kaçınılmazlığı açıktır. (Anımsayınız: Nasır toplumculuğu, Cezayir toplumculuğu, Baasçılık).
e) Azgelişmiş ülkeler kapitalist iktisadî gelişme bağlamında geri bir düzeydedirler. Azgelişmiş ülkelerde gelişmeyi sağlamak (emekçilere dayanan onları geliştirmeye odaklanan bir yaklaşımdan ziyade) emekçilerin geriliğini ve örgütsüzlüğünü veri alan
–bu bağlamda onları dışlayan– yukarıdan aşağı tek yönlü bir müdahale esastır.
f) İktisadî kalkınmanın ana yaklaşımı hızlı kalkınmadır. Bu bağlamda esas taşıyıcı eksenler ileri uygulayımbilim (teknoloji) ve ağır sanayidir.
g) İşçi sınıfı iktisadî ve diğer hakları için mücadele vermemiştir.
h) Dış ticaret (dışalım ve dışsatım) devletleştirilmelidir.
i) Devletçilik salt iktisadi bir devletçilik olmayıp, özel girişime yer verilmekle birlikte sınıfsız bir toplum yaratma amaçlı bir toplumsal düzen düşüncesidir.
j) Bugün gerekli olan yeni devletçilik (Yön bildirisinde böyle geçer) yaklaşımında karma ekonomiyi reddetmeyen, milli sermayeyi yatırımlara yönlendiren halkçı ve milli bir ekonomi esastır.
k) Çiftçinin kooperatifleşmesi teşvik edilecektir.
l) Malların dağıtım ağlarında küçük birimler kaldırılarak, büyük birimler oluşturulacaktır. Devlet eli hem üretim hem tüketim halkalarında olacağından her iki kesimi de ezen aracı sınıf ortadan kaldırılacaktır.
m) Kilit sanayiler özel kesimin kâr odaklı kırılgan ellerine teslim edilmeyecektir.

Bu özellikler bağlamında Yön Hareketinde toplumculuğun (sosyalizmin) temel yaklaşım ve kavramlarının karıştırıldığı hatta çarpıtıldığı eleştirileri yapılmaktadır. Öyle bir çarpıtılma ki, bu yaklaşımda darbecilik kaçınılmaz hale gelebilmekte; yukarıdan aşağı yönlendirici ve yapılandırıcı önderlikle aşağıdan yukarı halkın doğrudan katılımı, insiyatifi ve denetiminin bütünleşmesi yerini Kadroculuğa atılı olarak söylenen ‘halk için, halka rağmen’ ilke ve uygulamasına bırakmaktadır.

Diğer yandan bir başka eleştiri de c şıkkındaki yapılanmaların o dönemdeki SSCB’nin toplumculuktan geriye dönüş sapmasına dayalı düşünsel çizgisine ve uluslararası yayılmacı çıkarlarına uygun bir yapılanma özelliği taşımaları biçimindedir. Vurgulayalım ki, kapitalist olmayan gelişme yolu terimi, 1960 Kasım’ında Moskova’da toplanan 81 ülke delegelerinin katıldığı Komünist ve İşçi Partileri Konferansı Bildirgesi’nde yer almaktadır.

Yöncülerin iktisadî yaklaşımının d şıkkındaki alanlara aktarılacak sermaye birikiminin azgelişmiş ülkelerde olup olmadığının sorgulanmaması da bir başka eleştiri konusudur. Gerçi Yöncüler dışa karşı bağımsızlığımızı yitirmemek adına ülke içinde hızlandırılmış ağır sanayi ile kalkınma modelinde toplumsal adaletten vazgeçilebileceği düşüncelerini ortaya koymamış değillerdir. Yöncülerin arada bir sınıf kavramından söz etmiş olmaları savladıkları toplumculuk kimliği adına adet yerini bulsun diye olduğu söylenebilir.

Yeri gelmişken kapitalist olmayan ve ağır sanayi odaklı kalkınma yolu yaklaşımının sol siyasa tarihimizde 1970’lerde de etkisini sürdürdüğünün altını çizelim. Bu konuda da yapılmış ve yayınlanmış ve her nedense Aydınlık Hareketiniyoksayan bir tez çalışmasının mevcut olduğunu da belirtelim: Zeynep Bursa’nın Türkiye Solunda Kalkınma Düşüncesi adlı çalışması.

Yöncülerin yaklaşımını iktisadî indirgemecilik (ekonomizm) olarak eleştirmek de olanaklıdır ve bu yaklaşımın Zeynep Bursa’nın tezinde de görülebileceği gibi daha sonraki yıllarda da izleri mevcuttur.

Kimilerinin görüşlerine göre, THKP-C’nin öncü savaş, yapay denge gibi kuramlarının köklerinde de Yöncülerin yaklaşımlarının etkilerini yakalayabilmek olanaklı gözükmektedir. Bu da Yöncülüğün 71 maceracılığının köklerini besleyip beslemediği sorusunu gündeme getirmektedir.

Sonsöz

Yöncülerin kalkınma yaklaşımı tarım, sanayi vd iktisadî kesimler arası dengeleri gözeten bir yaklaşım olarak gözükmemektedir. Bunun bizi götürebileceği yerin dış sermaye akışına bağımlı bir buyurgan devlet olma olasılığı çok yüksektir. Bir üst aşamada ele aldığımızda Yöncülerin kalkınma yaklaşımı iktisadî-toplumsal-ekolojik (İTE) üçgenindeki dengeyi gözeten bir yaklaşım olarak da gözükmemektedir. Özellikle ülkemiz gerçeği açısından önemli olan MDD yaklaşımı bağlamında bakıldığında Yöncülerin yaklaşımını MDD penceresinde bir yere oturtabilmek bir yana, o pencereden bakıldıkta görememekteyiz.

Anti-emperyalist duruşun zemininin salt toplumculuk olabileceği tezinden yola çıkarak, Yöncülerin toplumcu olduğunu savlamak bilimsel olarak tartışmaya açıktır.

Tüm bu söylediklerimizden sonra Yön Hareketi tarihimizde olumsuz bir rol ya da olumlu bir rol oynamıştır biçiminde bir vargıya varılabilir mi? Bu harekete yaklaşırken yararları ve sakıncaları ya da matematiksel deyimle artıları ve eksileriyle ele almak diyalektik açıdan bize daha doğru gözükmektedir. Bu yazı bu bağlamda yapılacak tartışmalara ilişkin iktisadî açıdan bir giriş taksimi olabilmesi amacıyla derlenmiştir.

Kaynakça

Ayşe Arslan: ‘Cuntacı inkılâpçılık ve devrimcilik arasında bir hareket Yön-Devrim hareketi’, Resmi tarih tartışmaları 11: Resmi İdeoloji ve Sol, Ed. M. Kaynar, Özgür Üniversite Yayını,2011, s.389-412.
Ercan Çankaya: ‘Doğan Avcıoğlu ve Yön hareketi’, Kırmızı Beyaz dergisi (TGB yayını), Sayı: Ocak 2009,s. 48-50.
Ergun Aydınoğlu: Türkiye Solu (1960-1980), Versus Yayınları, 2007.
Gökhan Atılgan: Yön-Devrim Hareketi, Yordam Yayınları, 2008.
Hikmet Kıvılcımlı: Devletçilik (kapitalizmin fideliği) üzerine bir küçükburjuva kuruntu fikri YÖN tezinin
doktrinleri ve parolaları (14.9.1966), Kuvayı Milliye dergisi, Sayı: Mart-Nisan 2002.
Hikmet Özdemir: Kalkınmada Bir Strateji Arayışı: Yön Hareketi, Bilgi yayınevi, 1986.
Hikmet Özdemir: Doğan Avcıoğlu Bir Jöntürk’ün Ardından, Bilgi Yayınevi, 2000.
Mehmet Ulusoy: Yön’ün yönü, Saçak, Sayı 41 (Haziran 1987), ss.11-16.
Merdan Yanardağ: Kadro Hareketi, Siyah Beyaz Yayınevi, 2008.
Mustafa Türkeş: Kadro Hareketi, İmge Yayınevi, 1999.
Muzaffer Ayhan Kara: Yön’ün Devrimi, Devrimin Yönü, Cumhuriyet Kitapları, 2008.
Savaş Açıkkaya: Solun Türk Devrimiyle İmtihanı, Paraf Yayınları, 2011.
Yalçın Büyükdağlı: Türkiye sosyalist hareketinin tarihi II (1960-1973), Teori, Sayı: Ekim 1993. Kaynak: Doğan Avcıoğlu'nun ölüm yıldönümünde Yön hareketinin kalkınma anlayışı - ABC Gazetesi

https://www.abcgazetesi.com/prof-dr-i-melih-bas-dogan-avcioglunun-olum-yildonumunde-yon-hareketinin-kalkinma-anlayisi-52669

melnur  |  Cvp:
Cevap: 2
01.01.2020- 15:17

Kemalizm ve sol müdahale - Fatih Yaşlı

Türkiye tarihini “seksen beş yıllık Kemalist vesayet rejimi” argümanı üzerinden okuyan ve şu anda Türkiye düşünce hayatında hegemonik bir niteliği bulunan liberal-muhafazakâr söylem, Kemalizm’i devletin cumhuriyetin kuruluşundan beri varlığını devam ettiren resmi ideolojisi ve askeri-sivil bürokrasinin dünya görüşü olarak sunar.

Aynı söylem Kemalizm’i her türlü konjonktürden ve toplumsal değişimden bağımsız, zaman-mekân üzerinde konumlanmış ve asla değişmeyen bir ideoloji olarak kurgular buna göre örneğin 30’ların Kemalizm’i ile 60’larınınki arasında ya da Doğan Avcıoğlu’nun Kemalizm’i ile Çevik Bir’inki arasında herhangi bir fark bulunmamaktadır.

Oysa gerçek hiç de öyle değildir. 30’lu yıllardan günümüze dek Kemalizm karşımıza sürekli olarak farklı “evrensel” ideolojilerle eklemlenmiş bir şekilde, farklı veçhelerle çıkmaktadır. Daha Mustafa Kemal hayattayken dahi, yani 1930’larda, Recep Peker, Mahmut Esat Bozkurt gibi isimlerce İtalyan ve Alman faşizmlerine öykünerek inşa edilmeye çalışılan bir Kemalizm yorumu ve Kadro dergisi etrafındaki Yakup Kadri, Şevket Süreyya Aydemir, Vedat Nedim Tör gibi aydınların taşıyıcılığını yaptığı “sol” referanslara sahip daha farklı bir Kemalizm yorumu bulunmaktadır.

Kemalizmin farklı yorumlarına son derece çarpıcı bir örnek olarak şu verilebilir: 1940’lar CHP’sinin başbakanlarından Şükrü Saraçoğlu açıktan Nazizme sempatisini dile getiren ve dönemin Türkçü faşistleriyle arası gayet olan bir isimken, Türkçü faşistler aynı CHP’nin Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel’i komünistleri himaye etmekle suçlamakta ve Saraçoğlu’na şikâyet etmektedirler.

II. Dünya Savaşı’nın bitiminin ardından tek parti iktidarı Soğuk Savaş’taki safını kayıtsız şartsız batı bloğu olarak belirler ve CHP içindeki tasfiyelerle birlikte hem ulusal sanayi hedefinden hem de küçük burjuva radikalizminin kısmen de olsa benimsediği aydınlanmacılıktan vazgeçilir. Emperyalizme serbest piyasacılık ve komünizm düşmanlığı üzerinden eklemlenme, kaçınılmaz olarak beraberinde gericiliği de getirecektir. II. Dünya Savaşı sonundan 27 Mayıs’a kadar uzanan yaklaşık on beş yıl Kemalizmin “geri çekildiği” bir dönem olarak okunabilir.

27 Mayıs’la birlikte, küresel ve bölgesel gelişmelerin de etkisiyle kalkınmacı ve üçüncü dünyacı bir veçheye kavuşan Kemalizm, sosyalizmin yükseldiği 60’lı yıllar boyunca Yön Dergisi çevresindeki aydınlar aracılığıyla “ulusal” bir sosyalizm anlayışıyla eklemlenir ve sol-Kemalizm olarak da adlandırılan akım ortaya çıkar. Aynı esnada sağcı aydınlar ise anti-komünist bir saikle ve hızla “Atatürkçülük” adı altında Kemalizm’in sağdan bir yorumunu geliştirmeye ve bunu Türk-İslam sentezi ile eklemlemeye çalışırlar.

“Sol-Kemalizm” 60’lar boyunca hem askeri hem sivil bürokrasi içerisinde taraftar bulmayı başarsa da, 12 Mart darbesiyle birlikte yenilir ve 12 Mart’tan 12 Eylül’e uzanan süreçte Türkiye egemen sınıfları “Kemalizm’e karşı Atatürkçülük” formülünü geliştirirler. 1940’lardan itibaren devlet kapıları kendisine açılan ve komünizmle mücadele sürecinde palazlanan milliyetçi-muhafazakâr kanat, 12 Eylül darbesi ve sonrasındaki ANAP iktidarı ile birlikte, solcu ve Kemalist kadroları hızla temizleyip gücünü pekiştirir.

90’lı yıllarda yeniden ortaya çıktığında Kemalizm’in yeni bir kimliği vardır. Siyasal İslam’ın ve Kürt hareketinin hızlı yükselişine mukabil “sol” niteliğini muhafaza etmekle birlikte laiklik ve milliyetçilik vurgusu yüksek, orta sınıf hassasiyetlerini dile getiren ve “sivil toplum” alanında faaliyet gösteren Kemalizm’in bu versiyonu, devletin Atatürkçülüğünü Kemalizm’in yozlaşmış, sahte bir yorumu olarak görmüş ve karşısına “hakiki” bir Kemalizm iddiasıyla çıkmıştır.

28 Şubat Müdahalesiyle kaygılarının büyük ölçüde giderildiğini düşünen bu yeni Kemalizm, AKP iktidarı ile birlikte bunun bir yanılgı olduğunu anlar ve “tehlikenin farkında mısınız” diye sormaya başlar. 2000’lerin Kemalizm’i, yine “sivil toplum” alanında görünmeyi tercih eden bir “orta sınıf” hassasiyeti olarak şekillenmiştir, ancak bu, hareketin emekçilerle hiçbir bağlantısı olmadığı anlamına gelmemektedir. Cumhuriyet Mitinglerinin tabanını oluşturan kitlelerin önemlice bir bölümünü ücretli çalışanlar oluşturmuştur.

2000’lerin ilk on yılının Kemalizm’inde tam bağımsızlık vurgusu, ya da ABD ve AB karşıtlığı söylemsel düzeyde sıkça dile getirilse de, 60’ların Kemalizm’inden farklı olarak sosyalizme ilişkin bir vurguya rastlamak mümkün olmamıştır çünkü bu on yıl Türkiye solunun en güçsüz olduğu dönemlerden birine tekabül etmektedir. Bu güçsüzlük, solun Kemalist kitleleri etkilemesini ve sosyalizmin bu kitleler açısından benimsenebilecek bir dünya görüşü niteliği kazanmasını büyük ölçüde engellemiştir. 90’ların sonuna doğru siyaset sahnesine çıkan ve apayrı bir yazının konusunu oluşturması gereken “ulusalcılık” ise Kemalizm’i soldan kapsayarak aşılması gereken bir dünya görüşü olarak değerlendiren bir politik hat olmaktan ziyade sosyalistlerin bir kısmının Kemalistleşmesi anlamına gelmiştir.

Solla Kemalizm arasındaki kopuşun, 1970’lerden itibaren solun Kemalizm’i giderek daha fazla eleştirir hale gelmesiyle bir bağlantısı elbette vardır ama ana nedenlerden biri yukarıda bahsettiğimiz üzere 12 Eylül’ün sol üzerindeki tahrip edici etkisiyse, ikincisi Kürt hareketinin yükselişidir. Kürt hareketinin Kemalizm’i karşısına alması ve Türkiye solunun 80’ler ve 90’lar boyunca Kürt hareketiyle dayanışan bir pozisyon içine girmesi 2000’lere gelindiğinde sosyalist solla Kemalistler arasındaki köprülerin atılmasıyla sonuçlanacaktır.

Bugünden geriye doğru bakıldığında, 2000’lerin ilk on yılındaki Kemalizm’i simgeleyen Cumhuriyet Mitingleri’nin tarihsel bir başarısızlık anlamına geldiği söylenebilir. Mitingler, AKP’nin devletleşmesini ve rejimi değiştirmesini engelleyememiş, mitinglerin hemen ardından gelen Ergenekon süreciyle birlikte Birinci Cumhuriyet’in bütün kurumlarıyla tasfiyesine başlanmıştır.

Ankara Ulus’taki 29 Ekim 2012 tarihli Cumhuriyet eylemi ise birinci cumhuriyetin sona ermiş olduğu gerçeğini değiştirmemiş olmakla birlikte, Kemalizm’in toplumun hayli önemlice bir bölümünün dünya görüşü olmaya devam ettiğini ve marjinalize edilemediğini göstermiştir. Bu yazı boyunca ortaya koymaya çalıştığımız üzere, değişmeyen, tarih-üstü bir Kemalizm yoktur. Kemalizm kendisini çoğu kez “evrensel” ideolojilerle eklemleyerek var olmuştur. Siyaseten yeni bir on yıla girildiğinin sinyallerini almaya başladığımız şu günlerde, 29 Ekim eylemindeki yüz binlerce kişiyi “ulusalcı-faşist-jakoben-vesayetçi” vs. gibi liberal-muhafazakar terminolojiye ait kavramlarla eleştirmek ve Kemalist kitlelere bir “sol müdahale”de bulunmayı siyasal bir perspektif olarak benimsememek, açıkça apolitizmi tercih etmek, “ben Türkiye siyasetinde etkili bir özne olmak istemiyorum” demek anlamına gelmektedir.

Türkiye solunun bugünkü güçsüzlüğünden sıyrılıp etkin bir siyasal özne haline gelebilmesi, başka birçok faktörün yanı sıra, kendisini Kemalist ya da cumhuriyetçi olarak adlandıran geniş halk yığınlarına yapacağı sol müdahaleye de bağlıdır. Sadece böylesi bir müdahale yeni rejimin diğer tehdit algısını teşkil eden Kürt hareketiyle Kemalist siyaset arasında bir diyalog zemininin ortaya çıkmasını sağlayabilecektir. Sol-Kemalizmin de Kürt hareketinin de nihayetinde 60’lar Türkiye solunun bağrından çıktığı düşünüldüğünde, aradaki mesafenin –yaşanan her şeye rağmen- kapatılabilir olduğu ve ütopik bir projeden söz edilmediği anlaşılacaktır. Solun güçlenmediği ve Kemalist siyasetle Kürt hareketi arasında diyalog zemininin tesis edilemediği bir durumun -açlık grevi eylemi sürecinin de sinyallerini verdiği üzere- Türkiye halkları için bir felaket anlamına geleceği ise aşikârdır.

https://haber.sol.org.tr/yazarlar/fatih-yasli/kemalizm-ve-sol-mudahale-61970

Tam Sürüme Geç »
 phpKF Mobil Android Uygulaması Kullanın [X]