Menü Üye Giriş

Şifre Sıfırla · Kayıt Ol

 SOL PAYLAŞIM  »
 Sözde sol-sosyalist forumlar...

''Veda'nın bir türlü anlayamadığı'' başlığımız var ama, yanlış bir başlık bu, Veda'nın anladığı bir şey var mı? diye başlık atsaydım veda ile ilgili konulara daha denk düşerdi. Gerçekten de bu arkadaşın anladığı ve dolayısıyla anlatabildiği bir konunun olup olmadığı tarafımdan merak konusu haline geldi. Ve bu haliyle bu kadar pişkinlik de şaşırtıcı!

Şimdi bu arkadaş ''CUMHURİYET KİMİN CUMHURİYETİ?'' başlığıyla   29 Ekim'de bir yazı yazmış.

Cumhuriyet Egemenlikle ilgili bir kavramsa ve Egemenlik toplumdaki sınıflardan bağımsız değilse ve bir sınıfa dayanıyorsa, o zaman 29 Ekim de 1923 de kurulan Cumhuriyet bir BURJUVA CUMHURİYETTİR!

O tarihsel kesitte Burjuvazi'nin ideolojik öncülüğünde gerçekleşen Burjuva Devrim, İLERLETİCİ de olsa, çok kısa
bir zaman sürecinde, İzmir İktisat Kongresinde alınan kararlarla ülke, Emperyalist-Kapitalist sistem içersinde yerini almıştır.

Daha sonrada tek tükte olsa var olanlarla birlikte yeni bir Burjuva Sınıf yaratmak ve Kapitalizm'in alt yapısını örmek için
Devletin tüm imkanları seferber edilmiştir.

Birileri yıkıldı dese de, bir egemenlik ilişkisi olan Cumhuriyetin, egemenlikte bir değişim, bir el değiştirme olmadan
yıkılması olası değildir.
Ancak Sermayenin farklı birikim ve kendini yenileme evrelerinde CUMHURİYETİN yeniden yapılandırıldığı söylenebilir.

Birinci, İkinci ve bugün içersinde yer aldığımız Üçüncü Cumhuriyet, bu yapılandırmanın Sermayenin bugün geldiği evreden ve kendini yeniden üretebilmesinin   koşullarını yaratmak istemesinden bağımsız değildir.

Kısaca ortada yıkılan bir CUMHURİYET yoktur.
Var olan yeniden yapılandırılmış ve özü Burjuva olan bir CUMHURİYET vardır.  

Marks Komünist Manifesto da İşçi Sınıfı içerisinde yer aldığı topraklarda siyasi erki ele geçirerek, kendini EGEMEN konuma, ULUS konumuna yükseltmelidir der.

Buradan çıkan sonuç SİYASİ İKTİDARIN, ULUS ölçekli olduğu gerçeğidir.
Ve burada bahse konu   ULUS ve onun çıkarları, iktidardaki SINIFIN çıkarlarıdır.

Cumhuriyet çok kaba bir tanımla Egemenliğin kayıtsız ve koşulsuz ulusun elinde olmasıdır.
Demek ki tek başına Cumhuriyet kavramı bir anlam ifade etmemektedir.

Cumhuriyeti asıl tanımlayan, hüküm sürdüğü ülkedeki siyasal iktidarın hangi sınıfın elinde olduğudur.
Eğer iktidarda işçi sınıfı varsa, demek ki işçi sınıfı o toplumda egemen ve ulus konumundadır.

O halde Cumhuriyette Sosyalist Cumhuriyettir.
İktidarda Burjuvazi varsa,o topumda egemen ve ulus konumunda olan Burjuvazidir ve Cumhuriyet Burjuva Cumhuriyettir.

Bu yazdıklarımızdan çıkacak sonuç Komünistlerin savunacakları Cumhuriyetin, Sosyalist Cumhuriyet olacağı gerçeğidir.
Komünistler Burjuvazinin Cumhuriyetleri'nin savunularını yapmazlar.

İkide birde geçmişe gönderme yaparak, Burjuvazinin geçmiş tarihselliğindeki ilerletici konumunu bugüne taşıyarak Burjuva Cumhuriyete övgüler düzmezler.

Emperyalizm Çağında çürümüş, gericileşmiş, asalaklaşmış bir sınıf olan Burjuvazinin Cumhuriyetleri de kendi gibi çürümüş, asalaklaşmış ve gericileşmiştir.

SORULMASI GEREKEN ASIL SORU BU CUMHURİYETİN KİMİN CUMHURİYETİ OLDUĞU SORUSUDUR!


Çalışıyor, ediyor elinden bu kadarı geliyor. Cumhuriyet burjuva cumhuriyetmiş, ve sosyalistler burjuva cumhuriyeti savunmazlarmış. Manifesto, Marks, ulus bilmem ne, konuyla ilgili değil. Söylemek istediğini açamadığı, genişletemediği, derinleştiremediği için ilgili ilgisiz şeylerle bir MAKALE yazdığını sanıyor. Yazdığının ilkokul 4.sınıf öğrencilerinin yazdığı kompozisyon ödevine benzediğini hiç fark edemiyor.

Aynı gün bir ''başka'' yazı daha yazıyor. BAŞKA bir yazı olduğunu sanıyor ama, internette bir lenin alıntısı bulmuş, yine kaynak falan yok, böyle cümleler kuruyor.

'' "CUMHURİYET HANGİ BİÇİMLERE BÜRÜNÜRSE BÜRÜNSÜN, İSTERSE EN DEMOKRATİK CUMHURİYET OLSUN, BİR BURJUVA CUMHURİYETİYSE, ONDA TOPRAĞIN,
FABRİKALARIN ÖZEL MÜLKİYETİ SÜRÜYORSA VE ÖZEL SERMAYE TOPLUMU ÜCRETLİ KÖLELİK İÇİNDE TUTUYORSA, BU DEVLET BİRİLERİNİN DİĞERLERİNİ EZMESİ İÇİN BİR MAKİNEDİR."
(VLADİMİR LENİN)[/color]

Demek ki neymiş;
Eğer Cumhuriyet bir BURJUVA CUMHURİYETSE Toprağın ve Fabrikaların ÖZEL MÜLKİYETİ duruyorsa ve toplum bu ÖZEL MÜLKİYET sahipliği temelinde Sermaye tarafından ÜCRETLİ KÖLELİK içinde tutuluyorsa, Devlet sömürücülerin, sömürülenleri ezmesi için bir makinaymış.

Şimdi bu kadar net bir CUMHURİYET tanımından sonra bu tanıma uygun, biz eğer DEVRİMCİ CUMHURİYET çağrısı yapabiliyorsak, doğal ki bu Cumhuriyette üretim araçlarının, yani toprağın ve fabrikaların ÖZEL MÜLKİYETİN ve buna dayanarak Toplumu ücretli kölelik içersinde tutan Sermaye Sınıfının elinden siyasi erkin alınması gerekir.

Bunun adı, Burjuva Devrimini yapmış bu ülkede SOSYALİST DEVRİM ve bu DEVRİM sonrası kurulacak EGEMENLİĞİN adının da SOSYALİST CUMHURİYET olması gerekir.

Devrimci Cumhuriyeti, Sosyalist Devrim öncesi bir taktik ara aşama olarak görenler, ya buna Devrimci Cumhuriyet demeyecekler ya da açıkca, işçi sınıfı bugün için siyasi erki almaya, bilinç ve örgütlenme düzeyi olarak hazır değil, bu nedenle KURUCU MECLİS aracılığıyla, bir geçiş programı çerçevesinde iktidar diğer toplumsal kesimlerle paylaşılacak ve sonrası İKİLİ İKTİDAR ın alt yapısı oluşturularak, işçi sınıfı bilinç ve örgütlenme düzeyi olarak iktidarı alıp götürecek düzeye geldiğinde, ikili iktidarın, merkez dışındaki odakları SOVYETLER işaret edilerek TÜM İKTİDAR SOVYETLERE denecek!

Artık Devrimci Cumhuriyet Çağrısı yapan arkadaşlarda   kafa karşıklığının sona ermesi gerekiyor!''

diyor. Yani neye yanıt verdiği de belli değil. Neyi açıkladığı da belli değil. SOLpaylaşım'da bütün bu yazılara bir yanıt da verildi.

Küçük bir özet:

Bu arkadaş, etkin kuyrukçuluk döneminden kalma alışkanlıklarını sürdürüyor. Zihninde M.Kemal, Kemalizm, cumhuriyet ve aydınlanma kazanımları konusunda yoğun bir bilgisizlik ve düşmanlık var. İkide bir ''sosyalistler sosyalist cumhuriyeti savunurlar'' demeye getirerek dolaylı yoldan içindeki cumhuriyet düşmanlığını açığa vuruyor. İşin özeti bu aslında. Sonra yapılan eleştirilerden sonra da   sanal bezirganlar başlığında yazdıkları:

''Melnur bir kez daha ANLAMA ÖZÜRLÜ olduğunu bizlere kanıtladın!
Sana acil şifalar dilemekten öte elimizden bir şey gelmez.
Ne yazık ki bu hastalığının nedeni o çok övündüğün DAMARLARINDA AKAN "ASİL" KAN!

"Devrimci Cumhuriyet perspektifi, bir anlamıyla Saray Rejimi’nin yıkılışına dair bir öngörü ve planı, deyim yerindeyse Saray iktidarının yıkılışının senaryosunu ifade ediyor. Saray Rejimi’nin yıkılışını sosyalizmin mi yoksa başka bir şeyin mi takip edeceği, mücadelenin ve toplumsal süreçlerin seyrine bağlı elbette.
Sosyalistler ise, Saray Rejimi’nin yıkılışını sosyalizmin izlemesi için tüm güçlerini ortaya koyarlar, koyacaklar da; ancak bu mümkün olmazsa da halkın çıkarlarını ve kazanımlarını koruyup sosyalizm için kavgaya devam edecekler." (Can Soyer)

"Yani Saray Rejimi hangi siyasal mücadele kulvarıyla, hangi toplumsal kesimlerin mücadelesiyle yıkılacaktır; Saray Rejimi’nin yıkıldığı ancak sosyalizme geçişin mümkün olmadığı koşullarda ne yapılacak, nereye yüklenilecek, hangi kazanımlara dayanılacaktır; Türkiye’nin Saray Rejimi sonrası dönemine sosyalistler nasıl girecek, hangi güçlere dayanacaktır?" (Can Soyer)

Kısaca söylediği ben o yazıları CAN Soyer'in yazdıklarına karşılık yazdım demeye getiriyor. Eeee, şimdiye kadar nerdeydin? Önceki yazılarda neden Can Soyer'in ilgili yazısını kaynağıyla birlikte vermedin? Ve madem Can Soyer'in yazısına bir cevaptı, neden   ''TİP'in devrimci cumhuriyeti bir taktik ara aşaması'' olarak görmesine bir cevaptı?

Bu kadar da değil; şu anda Can Soyer'in söylediğini iddia ettiğin alıntıların kaynağı nerede? ''Devrimci cumhuriyet perspektifi'' yazının bütününde AKP'ye karşı mücadelenin ilkeleridir büyük olasılıkla. Doğru ya da yanlış. Ayrıca doğru ve yanlış da olsa bu siyasi yaklaşım TİP'in devrim konusuna aşamalı bir yaklaşım içinde olduğunu gösterir mi?  

Kısaca her şey arap saçı.

Veda anlamadığı konulara giriyor, yetersiz bir bilgi birikimi ve anlatım üslubuyla da sadece kendi zihninin karışmasına yol açıyor, farkında değil.

Aslında Veda hiçbir şeyin farkında değil.

Öncesinde HTKP'nin, sonrasında TİP'in Kürt hareketi ile birlikte mücadele etme eğilimine mest olmuştu. Hani deredeyse partisini de bulmuştu. Biraz ilgi ve destek görse ben TİP'liyim bile diyebilir. TKP'ye sıraladığı hakaretlere neden olan bütün siyasi özelliklerin HTKP'de ve TİP'te olduğunu da farkedemeden sadece Kürt hareketine yanaşma eğilimi göstermesi bile Veda'nın içini eritmişti.( Kuyrukçuluk böyle bir şey. Açıkça söylenmesi gerekmiyor, bilinçaltı zaman gelir ''ben kuyrukçuyum'' diye bas bas bağırır.) Oysa Kürt hareketi ile ortak dayanışma ve mücadele zorunlu olarak aşamacılığı getirir. Can Soyer'in yazısının bütünü muhtemelen bu perspektifi yansıtmaya çalışıyordur ama, bu konular Veda'ya çok uzak olduğu için şimdi zeytinyağı gibi üstte çıkmaya çalışıyor.

Uzun bir yazı mı oldu, sıkıcı mı; bence de öyle ve hayli zaman alıcı. Veda'nın yazılarının ciddiye alınır yanı da yok, ama işte bu arkadaşın etrafında var olan bir iki kişinin yararlanması ve adamı iyice tanıması dileğimle.

Açık söylüyorum, bu arkadaşın hemen hemen tüm yazıları yazdığı konularda hiçbir şey bilmediğinin bir kanıtı.

''Ama işte 2 kere 2nin dört ettiğini söylemeye çalışıyor'' diyeniniz olabilir; onlara da türev veya çarpanlara ayırma tartışılırken hala dört işlemin aralarında dolaşmak ve hala onu da becerememek doğru söylediği gösteriyorsa devam edin.

( Bakın Can Soyer'in yazısının kaynağını bile verebilme cesareti gösteremiyor. Bu sorunlar sadece bu konuda geçerli değil ki! )

melnur  |  Cvp:
Cevap: 1
05.11.2018- 15:17

Can Soyer'in yazısı bu linkte:

http://gazete.ilerihaber.org/icerik/tip-kurucu-meclis-uyesi-can-soyer-tip-mucadelesiz-sinif-siyaseti-ile-sinifsiz-mucadele-siyaseti-disinda-bir-yol-aciyor-89566.html

''Devrimci cumhuriyet'' konusunda söyledikleri ise Veda'nın anlamaya çalıştığı ile hiçbir ilgisi yok. Söylediği başlık halinde şu:

'''DEVRİMCİ CUMHURİYET SINIF MÜCADELESİNİN GÜNCEL İFADESİDİR'' Yazıyı tam olarak da okumadım. Bir kısmını buraya alıyorum. Sonrasında yazar yazar Veda'ya anlatırız.

Belki hatalarını bu kez görür.

''Program taslağının bir diğer dikkat çeken kısmı Devrimci Cumhuriyet kavramının açıklandığı kısımlar. TİP’in Devrimci Cumhuriyet mücadelesi ile önüne koyduğu perspektif nedir?
Şu netliği sağlamamız lazım: Bir partinin programı da siyasal tutumu da sadece ilkelerinin, değerlerinin, teorik ve tarihsel kimliğinin ifadesinden ibaret olamaz. Program ve siyasal tutum, verili andaki sorunlara ürettiğiniz çözümlerinizi, karşı karşıya kalınan açmazların nasıl aşılacağına dair öngörülerinizi, önünüze koyduğunuz hedeflere ulaşmak için yaratmanız gereken araçları da içerir. Hatta, böylesi çözümler ve araçlar yaratılmadığı sürece sosyalizm ile güncel mücadeleler arasındaki boşluk doldurulamaz. Meşhur bir deyimdeki gibi, “her keşif bir açmazdan doğar”; işte sosyalistler de kendilerinin veya ülkelerinin karşı karşıya kaldığı açmazları keşiflerle aşmak zorunda.

Devrimci Cumhuriyet kavramını tartışırken böyle bir ihtiyacın karşılanması çabasını akılda tutmak gerekiyor. Türkiye’de sosyalist solun Saray Rejimi’ne karşı azımsanmayacak bir mücadelesi ve hala atıl duran bir kapasitesi var, fakat Saray Rejimi’nin nasıl yıkılacağına dair bir öngörüsü, planı, hazırlığı yok. Yani Saray Rejimi hangi siyasal mücadele kulvarıyla, hangi toplumsal kesimlerin mücadelesiyle yıkılacaktır; Saray Rejimi’nin yıkıldığı ancak sosyalizme geçişin mümkün olmadığı koşullarda ne yapılacak, nereye yüklenilecek, hangi kazanımlara dayanılacaktır; Türkiye’nin Saray Rejimi sonrası dönemine sosyalistler nasıl girecek, hangi güçlere dayanacaktır? Bu ve benzer birçok soruya solumuzun bir yanıtı yok. Yanıtı olmayı bırakın, bu tür sorulara yanıt aramak bile sosyalizmden vazgeçmiş olduğunuzun kanıtı sayılıyor ve “zındıklık” etiketi yemeniz için yeterli oluyor.

Bu yaklaşımın sosyalist harekette yarattığı iç basınç ve sağladığı konformizm ne kadar güçlü olursa olsun, bu tür sorulara yanıtı olmayan bir siyasal kulvarın etkili ve gerçek bir güç haline gelmesi imkansız. Bu açıdan, Devrimci Cumhuriyet perspektifi, bir anlamıyla Saray Rejimi’nin yıkılışına dair bir öngörü ve planı, deyim yerindeyse Saray iktidarının yıkılışının senaryosunu ifade ediyor. Saray Rejimi’nin yıkılışını sosyalizmin mi yoksa başka bir şeyin mi takip edeceği, mücadelenin ve toplumsal süreçlerin seyrine bağlı elbette. Sosyalistler ise, Saray Rejimi’nin yıkılışını sosyalizmin izlemesi için tüm güçlerini ortaya koyarlar, koyacaklar da; ancak bu mümkün olmazsa da halkın çıkarlarını ve kazanımlarını koruyup sosyalizm için kavgaya devam edecekler.

'DEVRİMCİ CUMHURİYET SINIF MÜCADELESİNİN GÜNCEL İFADESİDİR'
Dikkat edilirse, burada bir aşama veya kesintiden, sosyalizm öncesi bir toplumsal düzenden söz etmiyoruz. Devrimci Cumhuriyet, bir toplumsal düzen aşamasının adı değil, Saray Rejimi’nin yıkılışını hedefleyen mücadelenin ifadesi. Tam da bu nedenle, Devrimci Cumhuriyet kavramı kendi frenlerine, kırmızı çizgilerine de sahip olmalı ve program metnimizde bunlar görülebilir. Örneğin, cumhuriyet düşüncesinin burjuva versiyonunu değil devrimci bir yorumunu sahiplenmek bunlardan biridir. Ya da Devrimci Cumhuriyet mücadelesinde sermayenin ve devletin herhangi bir kesimiyle ilişkiyi reddetmek; dahası Devrimci Cumhuriyet mücadelesiyle Saray Rejimi’nin ortağı durumundaki sermaye sınıfına karşı da mücadele etmek; Saray Rejimi’nin yıkıldığı koşullarda sermaye sınıfının kendisini aklamasına izin vermemek sözleri de böylesi kırmızı çizgilerimizden.

Bu haliyle, Devrimci Cumhuriyet, açık ki bir sosyalist devrim modeli değil ve sosyalist devrimi ikame edecek bir alternatif de sayılamaz. Sınıf mücadelesinin güncel konjonktüründe Saray Rejimi’ne karşı verilecek mücadelenin ifadesi olarak değerlendiriyoruz. Ve yine Devrimci Cumhuriyet perspektifinin başarısını da sosyalizme iktidar yolunu açmasında arıyoruz.''

melnur  |  Cvp:
Cevap: 2
05.11.2018- 15:58

Aslında Veda'yı kendi dünyasında yalnız bırakmak gerekiyor. Ne yaparsa yapsın, ne söylerse söylesin.   Oyuncağına sıkı sıkıya sarılıp vermek istemeyen çocuklar gibi, öyle mutlu oluyorsa olsun. Belki karışmamak lazım. Çünkü Veda'da bir konunun nasıl tartışılacağı, bir tartışma kültürü, ve bir tartışma üslubu da yok. Başka bir yerde tartışıyorsa, ''sen anlamıyorsun''a bağlayıp, ''tartışma faydasız''a getirip kaçıyor. Kendi sıcak ve mutlu evinde ise önce ''sen casus musun'' anlamında bir sorgudan geçirdikten sonra, sıkışır sıkışmaz, forumdan uzaklaştırıyor. Bilmiyorum, belki de enternasyonalist komünist olmak böyle bir davranışı gerektiriyordur :)

Konuya gelirsek, Veda'nın ''Can Soyer'in yazısına cevap vermiştim'' dediği yazısının Can Soyer'in yazısı ile bir ilgisi yok. Burjuva devlet, ikili iktidar sallamış gitmiş. Rahatsız edici yanı da tam bu. İnsanın bilgisi donanımı yetmeyebilir, yapılması gereken o yazıya bir yanıt vermek, yorumda bulunmak değil ki. Üstelik dediğini doğru varsaysak ve yazı gerçekten Can Soyer'in yazısına bir cevap niteliğindeyse, neden Can Soyer'in cevap verilmiş yazısı veya bir bölümü yazının içinde değil? Neden yazının linki de yok. Veda'da rahatsız edici o kadar fazla özellik var ki! Link vermiyor, çünkü Can Soyer'in yazısının başka, kendi cevabının başka tellerden çaldığının   farkında. Samimi değil. Bir solcuya hiç de uygun düşmeyen bir kişilik yapısı bu. Rahatsız edici bir yanı da bu!

''80 öncesi solculuğumuz'' diye bir başlığımız var ya, Veda onun tipik bir örneği. 80 öncesinde   bu tür kişiliklere rastlamazdık.. Ama sürekli yinelediğim gibi uzun ve etkin kuyrukçuluk döneminde sadece forumlara giriş yapan sol sempatizanların zihinlerini karartmadılar, o   yanlışlıkların alışkanlıklara dönüşmesiyle kendi zihinlerini de kararmasına da yol açtılar. Veda'daki bu yoğun zaafiyet ve bu sürekli yanlışta durma alışkanlığının nedeni bu. Acelesi var; hemen yazacak! Ya, bir anla, konuyu bir öğren, bilgi edinmenin ve o bilgiyi içselleştirmenin bu kadar kolay olmadığını kavra. Yazdığın her şey ilkokul öğrencisinin kompozisyonundan farklı değil. Üstelik geçer not alamayacak bir kompozisyon. Ne başı var ne sonu, ne anlatıyor belli değil. Anlamadan eleştirmeye çalıştığın konu uzay geometrisi, sen hala burjuva devlet, sosyalist devlet deyip duruyorsun. Can Soyer bir programdan, bir perspektiften bahsediyor sen hala burjuva devlet, sosyalist devlet acemiliğinde sayıklayıp duruyorsun.

Bir yerden sonra kendini solcu olarak tanımlayan biri için ayıp oluyor be kardeşim!  

Ve hala ''damarlarındaki asil kan, anlama özürlü...''

Bu kadar da boş musun sen ya!

melnur  |  Cvp:
Cevap: 3
05.11.2018- 18:22

Aslında Veda'yı kendi dünyasında yalnız bırakmak gerekiyor. Ne yaparsa yapsın, ne söylerse söylesin.   Oyuncağına sıkı sıkıya sarılıp vermek istemeyen çocuklar gibi, öyle mutlu oluyorsa olsun. Belki karışmamak lazım. Çünkü Veda'da bir konunun nasıl tartışılacağı, bir tartışma kültürü, ve bir tartışma üslubu da yok. Başka bir yerde tartışıyorsa, ''sen anlamıyorsun''a bağlayıp, ''tartışma faydasız''a getirip kaçıyor. Kendi sıcak ve mutlu evinde ise önce ''sen casus musun'' anlamında bir sorgudan geçirdikten sonra, sıkışır sıkışmaz, forumdan uzaklaştırıyor. Bilmiyorum, belki de enternasyonalist komünist olmak böyle bir davranışı gerektiriyordur.

Bir üstte böyle söylemişim ve Veda arkadaşımızdan yanıt gelmiş :)

Melnur sen salt anlama özürlü değil, bu ÖZRE yol açan ZEKA ÖZÜRLÜSÜNDE!

Geri zekalı, bak bakalım yazıya "Devrimci" Cumhuriyet hangi dönemin egemenlik ilişkisi olarak öngörülüyor, POLİTİK DEVRİM sonrasının mı yoksa onun öncesinin mi?

Bir insan bu kadar boş beyinli olamaz ya!
Aslında bu Perinçek artığının beynini incelemek gerek, bu zeka geriliği nereden kaynaklanıyor.''

Kapasite bu.

Biraz sıkışınca içinde bulunduğu çukurdan nasıl bir üslup fışkırdığı da ortada. Yanarım yanarım da, o çukurda taklit etme yeteneğini geliştirmekten başka bir şey yapmayan bu adama nasıl dayanıldığıdır. Bu çukurdan hiçbir şey çıkmaz.  

Şimdi de küfürlerinin arasına tek bir soru cümlesi koyarak durumu kurtarmaya çalışmış.

Yazık!

( Buraya tekrar döneceğim. Bu küfürbaz cahil belki yararlanır, ümidiyle :) )

melnur  |  Cvp:
Cevap: 4
05.11.2018- 19:05

Uzunca yazım, yine bir yanlış tuşla silindi. Biraz ara.

melnur  |  Cvp:
Cevap: 5
05.11.2018- 19:47

Samimiyetsiz, cahil ve küfürbaz arkadaşımız ilgisiz bir yazısını Can Soyer'in yazısıyla ilişkilendirme zorunluluğu duymuş ve o kendisine yakışan üslubu ile '' Devrimci" Cumhuriyet hangi dönemin egemenlik ilişkisi olarak öngörülüyor, POLİTİK DEVRİM sonrasının mı yoksa onun öncesinin mi?''

Cevabı yazının içinde var, anlamak o kadar zor da değil ama, sana her zamanki gibi anlaşılmaz geldiyse ne yapalım:)

''...burada bir aşama veya kesintiden, sosyalizm öncesi bir toplumsal düzenden söz etmiyoruz. Devrimci Cumhuriyet, bir toplumsal düzen aşamasının adı değil, Saray Rejimi’nin yıkılışını hedefleyen mücadelenin ifadesi.''

Görüldüğü gibi yazı aslında çok net. Açık seçik devrimci cumhuriyetin bir mücadele perspektifi olduğunu söylüyor Bir egemenlik ilişkisinden de söz etmiyor. Senin o ilkokul kompozisyonundaki burjuva devlet, sosyalist devlet ve ikili iktidar gereksizliği konuya böyle bir anlam katmak zorundalığı içerdiği için, okuduğunu değil, kafanın içindeki kompozisyonuna uygun ezberleri yazıyorsun ve onları da hiç içermemesine rağmen Can Soyer'in yazısına mal ediyorsun.

Neden?
Neden böyle yapıyorsun?

Çünkü yazıyı anlamamışsın. Hiç anlamamışsın.

TİP'in siyasal devrimden sonraki toplumsal devrim yaklaşımı doğruydu. Marksizm toplumsal dönüşümlerin siyasal iktidarın ele geçirilmesinden sonra başlayacağını öngörür. Sen yanlış biliyordun, itiraz ettin, ''hayır, kapitalizm içinde başlar'' dedin. (Öyle geçip gitti, hatanı anlıyor musun, o da belli değil.)

TİP şimdi bir mücadele biçiminin adını koyuyor. Bence bu siyasetten bir şey çıkmaz. Aranılan sonucu vermez. Bunu bir sonraki yazıda ele alırım. Ama sen bu yazıyı da anlamadın ve tıpkı bir önceki gibi, burjuva devlet, sosyalist devlet, ikili iktidar zorlamalarıyla anlatılmak isteneni, yine anlamadın.

Ve bu kadar anlamadığın konu varken, en iyi savunma hücumdur ilkesinden hareketle herkesi ''anlama özürlü'' olarak niteliyorsun :)

:)

melnur  |  Cvp:
Cevap: 6
05.11.2018- 20:28

HTKP TKP'den ayrıldığında veya şöyle söyleyelim; TKP göbekten ikiye ayrıldığında parçalardan biri olan HTKP sürekli olarak ideolojik ve politik bir farklılığın olmadığını ama Gezi sonrasında daha farklı ve daha etkin bir mücadele içine girilmesini söylüyordu. Sonrasında bu ''daha etkin ve daha farklı mücadelenin'' Kürt hareketine yanaşmak ve birliktelik içine girmek olduğu anlaşılınca TKH de hareketten kopmuştu. Aradan üç dört yıl geçti. M. Çulhaoğlu'nun bazı açıklamaları dışında bu konu bir türlü ete kemiğe bürünmedi, daha doğrusu bürünemedi. Bu ''daha farklı ve daha etkin mücadele'' neydi sorusunu sadece bizler merak edip sormuyorduk, sanırım HTKP ileri gelenleri de birbirlerine sormuşlardır. TİP'e kadar ne yapıldı diye bakıyorum, hatırladığım bir Kartal mitingi ve Erkan Baş'ın Kürt hareketine gidip gelmeleri ve Kılıçdaroğlu'nun Adalet Yürüyüşü'ne katılmaları. Başka bir şey yok.

Bu süreç yaşanırken bu gelişmelerden bir şey çıkmayacağını defalarca söyledim. Kürt hareketi bu kadar kitlesellik kazanmışken ve kitlesini istediği gibi mobilize edebilirken, toplumsal alanda bu kadar etkisiz bir sosyalist partiye vereceği değer, kullanabilirliği ölçüsünde olacaktı. CHP'nin örgütsel olarak böyle bir birliktelik içine girmesi mümkün olmazdı. Bir bakıma ( bana göre) HTKP ve sonrasında TİP deneme yanılma yoluyla sonunu pek de kestiremediği bir sürece girmiştir. Farklı bir parti olmuştur. Eninde sonunda da doğru veya yanlış, içine girdiği sürecin bir teorisini de oluşturacaktı.( bu süreçlerin bütününün öngörülmesi de işin tabiatına aykırıdır, gerçeğini, yine de akılda tutmakta yarar var.)

TİP programı ve bu program üzerine Can Soyer'in görüşleri işte bu bağlam içinde değerlendirilmelidir.

( Bir parantez; önce HTKP'nin ve sonra TİP'in kurulması ve Kürt hareketine bir anlamda mavi boncuk yollaması en çok bizim kuyrukçu arkadaşımızı sevindirmişti. Her seçimde ''hadi oylar HDP'ye'' derken nasıl bir beklenti içine giriyordu ve Kürt hareketi ile TİP arasındaki ''ilkeli İttifak''ın nasıl bir mücadeleye dönüşeceğini umuyordu.)

Can Soyer'in görüşleri ve TİP programı işte bu soruya yanıt veriyor. ( Yanıt veriyor olması bu tür açıklamaların doğru olduğu veya istenen sonuca ulaşılacağı anlamına gelmez.) Evet, beklenen açıklamalar TİP'in programı ile netleşiyor. ''Daha farklı ve daha etkin mücadele'' başta Kürt hareketi olmak üzere diğer muhalif yapılanmalarla birlikte İlLKELİ bir birlikteliği kapsıyor. Toplumda AKP karşıtı olan kesimler TİP'in de ön ayak olmasıyla bir araya gelecekler, ve ''saray rejimine karşı'' mücadele edecekler. Bu mücadelenin bir yanını ''devrimci demokrat'' Kürt hareketi, diğer yanında sosyalist ve dahi devrimci TİP olacak. Her türlü katılıma da açık olacak bu mücadele perspektifinin adı da ''devrimci cumhuriyet'' olacakmış!

Bu siyaset aşamalı devrimi içermiyormuş, bir toplumsal formasyon betimlemesi değilmiş. Hele bir ''AKP rejimi yıkılsın sonrasına bakarız''mış! Vesaire.

Bu süreç ve bu beklentibana göre sonuç vermez, gerekçelerini yazdık, devam da ederiz; ama TİP artık bu süreci doğru yanlış somutlamalıydı. Yapılan açıklamalar bu bağlam içindedir. Bu söylemlere karşı çıkış burjuva devlet, sosyalist devlet, ikili iktidar ezberleriyle olmaz. Onlar da şunu diyebilir; bu süreçte, bu mücadele ekseninde sosyalizm daha geniş kitlelerin kabulu haline gelebilir ve AKP rejimine karşı mücadele sosyalizmi öncü bir güç ve yakın bir hedef haline dönüştürebilir. M.Çulhaoğlu'nun çözülüşün başlangıcında ''deneyeceğiz'' dediği mücadele böyle bir şeydi Ama daha önemlisi, HTKP'nin TKP'den ayrıldıktan sonraki açıklamalarının böyle bir somutlukta son bulacağı kaçınılmazdı. Kürt hareketi ile birlikte bir mücadele eksenini ortaya koyuyorsanız, başka bir alternatif de yoktur.

Ne o, TİP Kürt hareketini iki üç günde bilimsel sosyalist bir doğrultu ve hedefe mi yönlendirecekti.? Bunu mu bekliyordunuz? ''Hadi oylar HDP'ye'' derken beklenti bu muydu? Bu değilse, TİP'in ( C. Soyer'in) bu program ve yorumlarına ''burjuva devlet, sosyalist devlet, ikili iktidar'' gereksizlikleri ile karşı çıkmanın bir anlamı var mı?

melnur  |  Cvp:
Cevap: 7
09.11.2018- 02:13

''...bence lenin şöyle demiş, marks klasiklerde böyle yazmış diye tartışmaya gerek yok.'' demiş Bolşevik arkadaşımız.

Aslında Lenin'in, Marks'ın, Engels'in ve bilimsel sosyalizme katkı koymuş ne kadar ustalarımız varsa hepsinin söyledikleri önemli. Ama bu söylenenlerin genellikle bir polemiğin parçası olarak söylendiği, farklı nesnel koşulların söylemi olduğu ve önemli olan söylenenin söylendiği koşulları hiç göz ardı etmeden nedenlerinin anlaşılması ve   açığa çıkarılmasıdır. Yoksa, bir başkasının yazdığı yazının içinden alınan bir alıntı ve altına üstüne yazılan bir kaç cümle ile doğru bir yorumda bulunduğumuz sağlıklı bir yorum değildir.

Bir de Marksist külliyata bütünüyle sahip olmadan böyle bir yöntemi benimsemek saçma sapan yorumlara neden olmaktadır. Örnekse UKKTH: Yıllarca, özellikle SF'de, solculuğun UKKTH'yi bir temel ilke olarak görmek ve solcu olmanın Kürt hareketine destekten geçtiğini savunmak algısı üfürüldükçe üfürülmüştü. Ne oldu peki, ne değişti; neden şimdilerde UKKTH söylemleri ve Lenin Marks cımbızlamaları ortaya saçılmıyor? Kürt hareketi mi çözüldü, ayrı bir devlet mi kuruldu; yoksa Kürtler bu ülkeden göçtü mü?

O zamanki üfürmeler ne kadar yanlışsa ve yaratılan algı ne kadar anti-sosyalist bir algı ise, bugünkü sessizlik de o kadar yanlış! Bunun için ille de Marks, Lenin alıntısı mı aramalıyız? Marksizmin devrimci özü ve diyalektik düşünme tarzı bize yeterli gelmiyor mu?

Bakın; Marks ve Lenin başta olmak üzere Marksist ustaları anlamanın ve neyi neden söylediklerini kavrayabilmenin yolu onların her şeyden önce birer devrimci olduklarını ve devrimin ve işçi sınıfının tarihsel çıkarlarından başka hiçbir öncelikli ilke tanımadıklarının anlaşılmasıyla mümkündür. Lenin ve Marks ve diğer Marksist ustaların bu tür spesifik konularda söylediklerinin tek arka planı devrimin çıkarlarıdır. Tek bir alıntı, tek bir cımbızlama bu temel koşul düşünülmeden çoğu zaman anlaşılamaz. Bunun bir nedeni de, daha önce söylenildiği gibi Marksist külliyata hakim olmanın öyle kolay bir şey olmadığıdır. Bir yerde okumuştum yıllar öncesinde; Türkiye'de Marksist külliyata sahip olanların sayısının üçü beşi geçmediğini söylüyordu. Şevki Yurdakul 'Demokrasinin Panzehiri'' kitabında ( umarım hem yazarı ve hem de kitabın adı aklımda yanlış kalmamıştır.) dört ismi öne çıkartır. Yalçın Küçük, Metin Çulhaoğlu, Aydemir Güler ve Kemal Okuyan. Söylemek istediğim, spesifik bir konuda sağda solda bulduğumuz alıntılarla bugünün nesnelliğini kavramak ve yorumlamak öyle kolay değildir.

Bir kaç defa bu örneği vermiştim, sakıncası yok, tekrar olsun.

Bir komünist partide hiziplere yer olmalı mı? sorusunun yanıtını nasıl vereceğiz? Yine devrimin çıkarlarını önümüze koymadan yapılabilecek yorumların doğru sayılabilmesi ne kadar mümkün olabilir? Ya da arayıp tarayarak   bulduğumuz 1900'lerin hemen başındaki bir Lenin yaklaşımı sorunun yanıtı olabilir mi?

Lenin o dönemde sosyalist bir partide hiziplerin olabileceği, hatta olması gerektiğini söylüyordu. Şimdi bu alıntının altına üstüne bir şey yazdığımızda doğru bir şey mi söylemiş oluruz? İlgisi yok. Aynı Lenin çok daha sonra bu sözün tersini söylemiş, hizipleri kastederek ''bu adamları partiden atın'' bile diyebilmiştir. Hangisi doğru? Lenin neden böyle ikili bir tavır içine girmiştir, bu konuda? Çünkü hizipler partide kalmalı derken partide azınlığa düşmüştü, atın bu adamları derken de parti yönetimi kendindeydi. Lenin   iki farklı yaklaşım içindeyken tek bir şey düşünüyordu; devrimin çıkarları. Bilimsel sosyalist ideolojinin egemenliği. Devrimin önünde set olabilecek her türlü söz ve eylemin partiden dışlanması vb.

Bu konuda o kadar çok örnek var ki!

Aklınıza geliyor mu; Engels Fransa'nın Cezayir'i işgalini hayırhah karşılayacak sözler söylüyor.
Marks İrlanda'nın bağımsızlığı konusunda hemen bir destekte bulunmuyor; önce İngiliz İşçi sınıfından, İngiltere'den yana ağırlık koyuyor. Bu tavrın devrimin önünü açmayacağını gördüğünde bu kez İrlanda'nın ayrılmasını savunur hale geliyor.

Ya Lenin? Bu büyük ustanın devrimin çıkarlarını, proletaryanın tarihsel çıkarlarını düşünmeden bir ulusal hareketi destekleyebileceği aklınıza geliyor mu? Oysa o dönemin Rus imparatorluğunun koşulları çok farklı. Buna rağmen teoriyi pratikle buluşturmaya geldiğinde özellikle Bund konusunda ve Ukrayna'nın bağımsızlığında kendi tezleriyle çelişir bir konuma geliyor.

Aynı hizipler konusunda olduğu gibi!

Bu yüzden bu cımbızlama alışkanlığı bırakılmalıdır. Ustaların söylemleri kuşkusuz çok önemlidir ve önemsenmelidir ama söylendi konu hakkında yeterli bilgimiz yoksa çok yanlış sonuçlara varabilmek olasıdır.

Tam Sürüme Geç »
 phpKF Mobil Android Uygulaması Kullanın [X]